5.05.2009


ÖLÜMSÜZ ÜSTATLARIN

YAŞAM VE ÖĞRETİSİ

(Üçüncü Cilt)
AKAŞA YAYINLARI


BÖLÜM : 1

Şefimiz çeviri çalışmamızı sürdürmek için kayıtlar odasına inmemizi önerdi. Aşağı inmek için harekete geçer geçmez daha neye uğradığımızı anlamadan birden kendimizi iki kat aşağıdaki odada bulduk! Sonra bizi şaşırtan bir şey daha oldu, yazılı tabletlerden birini alıp uygun bir yere koyduğumuzda, birden içeriğini mükemmel biçimde anladığımızı fark ettik. Çevirileri kağıda geçirmeye başladığımızda ise tüm sayfa el yazımızla dolmaya başladı! İşimiz bittiğinde tepedeki odaya dönmek için yerimizden kalktığımızda bu sefer kendimizi yukardaki odada bulduk!
Geçirdiğimiz bu deneyimler hakkında İsa’ya fikrini sorduğumuzda şöyle dedi: “İstediğimiz şeyi yaratmak, merkezi bir noktaya ya da ideale odaklanmış güdüleyici bir düşünceyi gerektirir, siz ideali ifade etmeden hiçbir şey meydana gelmez. Bir zamanlar insan güdüleyici merkez olduğunun tamamen farkındaydı, kökeninin ve hakimiyet alanının bilincindeydi. Ama sonra çok az kişi dışında hemen herkes bu Tanrısal armağanı bıraktı, bugün çoğunluk bu Tanrısal niteliğin farkında değil.
“Bir gün gelecek bilim hiçbir şeyin maddi olmadığını kanıtlayacaktır. O zaman var olan her şeyin evrene dağılmış sayısız parçacık içeren ve titreşim frekansına yanıt veren tek bir unsura indirgenebileceğini, nesnelerin mükemmel bir denge ve uyum içinde olduğunu insanoğlu görecektir. Tüm evreni kaplayan bu Evrensel Öze form vermek için bir başlangıç hareketi gerekir, düşünceniz ve eyleminizle bu parçacıklara yön verebilirsiniz. İlerde bilim adamlarınız hareketsiz olan, hareketsiz olduğu için de anlaşılamayan bu gücün varlığını keşfedecektir. Maddi olarak gördüğünüz oluşum, tüm farklı tezahürleriyle düzenli bir evrim sürecinde ortaya çıkmıştır. O sandığınız gibi maddi bir evren değildir, çünkü ruhtan ortaya çıkmıştır, yani ruhsaldır.
“Ruh titreşen ve yaratan güçtür, sadece var olduğunu bilerek o titreşime girip onun gücünü kullanabilirsiniz. Bu ne uzun yıllar çalışmanızı, ne de eğitimden geçmenizi gerektirir. Sadece titreşimin var olduğunu bilin ve kabul edin, sonra bırakın o içinizden aksın. Siz yaratıcı Zihin Özüyle birsiniz. Eğer Tanrının var olan tüm şey olduğunu, tüm uzayı doldurduğunu idrak ederseniz Tanrı olursunuz. Bu gücü dışarı yaydığınızda, tekrar yaymanız için daha fazlası gelir, yani mevcudu tüketemezsiniz. O gücü bulmak için sessizleşmeniz yeterlidir, en yoğun karmaşa içinde bile ona ulaşabilirsiniz. Tanrı dışınızdaki bir varlık değildir, düşünce ve eyleminizle üretip canlandırabileceğiniz o güçtür. Bu gücün içinizde ve tüm çevrenizde olduğu doğrudur, ama var olduğunu bilene dek o hareketsiz kalır, varlığını keşfettiğinizde sınırsız biçimde içinizden akar. İşte o zaman semavi ordular emrinizi yerine getirmek için uçarak gelirler. O zaman Mesih, yani Tanrı insan olursunuz. Onun sahip olduğu her şey sizindir, çünkü siz O’sunuz.” (Sayfa: 7-16)

BÖLÜM : 3

Yemekten sonra masadan kalktık, ev sahibemizle dışarı bahçeye çıktık. Orada İsa, Emil, Jast ve Bud Rah’ı oturuyor bulduk, selamlayıp yanlarına oturduk. Arkadaşlardan biri laf arasında Tanrısal ışığı nasıl ortaya çıkarıp kullanabileceğimizi sordu. İsa bu soruyu şöyle yanıtladı: “Bırakın bedeniniz Büyük Yaratıcı Prensibin içinden aktığı bir üreteç haline gelsin. O zaman bedeniniz enerjiyi toplayıp büyütecektir. Bu ışıkla öyle yoğun bir enerji gönderebilirsiniz ki size zarar vermeye çalışan kişinin bedeni mahvolur. Bu enerjiye gösterilen direnç onun gücünü ve hızını artırır. Eğer akışına direnç gösterilmezse insanla birleşen saf Tanrı ışığı ve gücüdür bu! En yüksek frekansta titreşen bu ışıkla uyum içine giren insana hiçbir şey zarar veremez. Titreşim yaşamdır, Tanrıyla nasıl bir arada var olabildiğinizi sanıyorsunuz? Bu titreşime direnç gösterdiğinizde Tanrıdan ayrı düşersiniz.
“Size yönlendirilen yanlış ve zararlı düşünceleri ya da istekleri geri çevirmek için de bu gücü kullanabilirsiniz. Eğer isterseniz Tanrı ışığını çoğaltabilir, bir başkasının gönderdiği enerjiyi büyütüp dönüşüme uğratabilir ve o kişiye ışık hızıyla geri gönderebilirsiniz. Artık o size gönderilen düşük titreşim değil saf beyaz ışıktır. Işık gönderene ulaştığında düşük enerjiyi gönderen kişinin bedenini mahvedebilir. Göndereni ya da enerjinin geldiği yeri bilmeniz önemli değil, titreşim geldiği kaynağa şaşmaz bir isabetle geri dönecektir. Böylece “Hüküm Günü” gerçekleşir, yani ne ekerseniz kat kat fazlasıyla biçersiniz.
“Bedeninizde yansıtıcılar olarak kullanabileceğiniz yedi merkez (çakra) vardır. Bu merkezi noktaların yapay bir ışıktan çok daha parlak olmasını sağlayabilirsiniz, onu dışarı göndermek istediğinizde daha çok parlayacak ve elektrik ışığından daha uzaklara gidecektir. Merkezlerin tümünden ışık yaydığınızda hiçbir şeyin nüfuz edemeyeceği bir zırh kuşanmış olursunuz. O zaman Tanrının saf beyaz ışınını o denli güçlendirilmiş biçimde gönderebilirsiniz ki bedeniniz öğle güneşinden çok daha parlak olur. Böylece Yaratılışın Rabbi, Semavi Orduların Rabbi olarak öne çıkarsınız, bu durumda doğru ve muzaffer, dingin ve sevecensinizdir, Tanrı artık bedeninizde tahta çıkmıştır.
“Tüm düşüncenizi saf beyaz Tanrı ışını üzerinde odaklayarak ve onun yedi merkezinizin hepsinden yayılmasını sağlayarak bedeninizi fani gözler için görünmez hale getirebilirsiniz, dahası bu ışınlardan birini kullanarak size zarar vermeye çalışan kişilere istediğiniz görüntüyü sunabilirsiniz. Ayrıca ışını ışık hızıyla izleyebilir, bir anda istediğiniz yere gidebilirsiniz, bedeniniz de görünmez olur, karşınızdakiler anlamadıkları bir şeyler olduğunun farkındadırlar, bu durumda onlara sunmak istediğiniz herhangi bir görüntüden kolayca etkilenirler. Çünkü anlamadıkları her şey onlar için gizemli ve doğaüstüdür, kuşku ve batıl inançla karışık yatkınlıkları kolayca yanıltılıp yönlendirilebilir.” (Sayfa: 25-31)

BÖLÜM : 5

Ertesi gün tapınağın kutsal sığınak dediğimiz üst odasına gitmemiz önerildi. Tünelin girişindeki merdivene ulaştığımızda önden giden arkadaşımız birden durakladı ve şöyle dedi: “Bize ne oldu böyle? Daha birkaç gün önce adeta cennetin yedinci katındaydık, istediğimiz anda istediğimiz yere gidebiliyorduk, bitirilmesi yıllar alacak şeyleri üç ayda bitirmiştik. Yemeğimiz bir anda masada beliriyor, tüm bunlar hiç çaba göstermeden oluyordu. Oysa şimdi eski halimize geri döndük, bu düşüşün sebebini bilmek istiyorum. Ben kendi adıma buna bir son vereceğim, eğer yapışırsam o bir parçam olur. Artık bu durumun dışına çıkıyorum.” Biz durup ona bakarken arkadaşımız bir anda gözden kayboldu! Hepimiz bu olay karşısında şaşırmış, ne yapacağımızı bilememiştik. Şaşkınlıktan kurtulunca merdivenleri tırmanmaya başladık, üst kata çıktığımızda arkadaşımızı sandalyesinde oturuyor bulduk.
Arkadaşımızın başardığı şey üzerinde konuşurken odaya İsa ve şefimiz girdi. Bu olayın sebebini sorduğumuzda İsa şöyle dedi: “Tanrının çocuğu olduğunu, Baba’nın sahip olduğu her şeye sahip olduğunu söyleyen birçok kişi vardır. Gerçekten de öyledir, ama onlar bir sonraki adımı atmaktan korkarlar, kendilerini Tanrı olarak görene dek bu söylem gerçeğe dönüşmez. Sıradan insan Mesih’in ve kendinin iki ayrı beden olduğunu düşünür, oysa iki ayrı beden sadece bir illüzyondur, çünkü o kişi Mesih olduğuna inanmamaktadır. Mesih olduğunu kabul ettiğinde iki beden birleşir, yani insan o bir adımı atıp Baba’ya, Kaynağa gitmeli, gelenek ve batıl inanç korkusu olmadan kendinin Tanrı olduğunu ilan etmelidir. Arkadaşınızın yaptığı işte budur. İnsan olmasa Tanrı enerjisi kendini başka nasıl ifade edebilir ki? Tüm dünyada Tanrıyla aynı frekansta titreşebilecek bir başka organizma yoktur. İnsan o kadar mükemmel yaratılmıştır ki Tanrısal enerjiyi algılar, üretir ve dönüşüme uğratır, bu da insanın Tanrıyı yeryüzünde ifade etmesini mümkün kılar. Bunu bedenden başka hangi vasıtayla yapabilirsiniz ki?” (Sayfa: 38-43)

BÖLÜM : 6

Tau Haçı Tapınağının tepesindeki odadaydık. İsa, şefimiz ve tanımadığımız bir kişi odaya girdiklerinde bir ışık patlaması oldu. Bizi yanlarındaki yabancıyla tanıştırdılar, adam Hastinapur yakınlarındaki inziva mağaralarından sorumlu Munilerden (bilgelerden) biriydi, Hastinapur’a yapacağımız yolculuk sırasında bize eşlik edecekti. Gruptan biri, bu sabah güneş sistemimizin yaratılışını görüntülerle izleyeceğimizi söyledi, görüntüler güneş sistemimiz oluşurken vuku bulanların aynısı olacaktı. Ama güneşin doğmasına daha bir saat vardı, heyecanla beklemeye başladık, az sonra Muni (bilge) konuşmaya başladı:
“Dünyada iki olay vardır, bilinç başlamadan önce ebediyen var olan şeyler ve insanoğlunun düşünmüş olduğu ve olacağı şeyler. Bilinç başlamadan önce var olan ebedi ve Gerçektir, insanlığın düşündüğü şeyse değişkendir, sadece onun için gerçektir. Gerçeğin Yasası bilince geldiğinde insanlığın tüm yanlış düşüncelerini silecektir. Kozmik Yasa idollere, putlara ve inançlara rağmen insanlığı mutlak realiteye uymaya zorlayacaktır. Gerçek kozmik yolda bir bilinç düzeyinden daha yüksek bir bilinç düzeyine çıkmaktan başka yol yoktur.
“Eğer bir ırk ya da ulus, insan düşüncesi tarafından yaratılmış şeyleri bırakmayı reddederse Kozmik Yasa devreye girer ve gönderilen yanlış titreşim birikiminin kendi üzerine yansımasını sağlar. O zaman o ırk ya da ulus savaş, çekişme ve ölüm sonucunda ortadan kalkar, kalkmak zorundadır, çünkü gelecekte daha yüksek biçimde var olması buna bağlıdır. Uygarlık bugün hızla büyük bir yeniden yapılanma dönemine yaklaşmaktadır. Şimdi çok sağlam görünen her şey bir gün altüst olup tersine dönecektir. Gerçek tarafından dikilmemiş her ağaç kökünden sökülecektir. Mevcut kimi toplumsal, siyasi, ekonomik ve dini kurumların kozmik sarsılışı yakındır. Bu, insan bilincinin üstünü örtüp bir yana koyduğu Gerçekle yakın temas kuracağı yeni bir çağın başlangıcı olacaktır. Yanılgılar, gelenekler, batıl inançlar artık sona erecektir, aynı şey onların oluşturduğu uygarlıklar için de geçerlidir.
“Tüm dünya için bir başka ruh çağı başlamakta, girdaptan bir başka çağ, Kristal Irk Çağı doğmaktadır. Büyük bir düşünürler ırkı güçlü adımlarla öne çıkmaktadır, çok geçmeden dev bilgelik dalgaları dünyayı kaplayıp evrim yükü altında savaşım verenlerin yolları üzerindeki yanılgı kalıntılarını temizleyecektir. Bu iş şimdiden başarılmakta, milyonlarca insan tüm sınırlamalardan kurtulup özgür bir kalbe, ruha, bedene ve içgüdüye kavuşmaktadır. Onlar çağların varisi olan doğmamış bir ırkın güçlü ve hızlı atan nabzıdır. Ben onların Tanrıyla el ele yürüyüp çağları aştıklarını görüyorum, sonsuzun ebedi kıyılarından onlara doğru büyük bilgelik dalgaları akıyor. Onlar ileri çıkıp kendilerini ebedi Tanrının, ebedi Mesih’in bir parçası olarak ilan etmeye cüret ediyorlar. Onlar ileri çıkıp insan tarafından yazılmış şeyin korkunç bir yalan olduğunu ilan etmeye cüret ediyorlar.” (Sayfa: 44-52)

BÖLÜM : 7

Kısa bir dinlenmeden sonra güneşin ilk ışıkları ufukta belirirken Muni (bilge) ayağa kalkıp konuşmaya başladı: “Tanrının yaratıcı, sınırsız ve devinen uzayı, bu engin deniz kristal berraklığındadır, ama titreşen ve yayılan enerjiyle doludur. Bu yayılan enerji “sıvımsı öz” ya da madde olarak bilinir. Bu sıvımsı madde içindeki tüm elementler çözünebilir durumdadır, yani titreşim hızına yanıt vererek forma dönüşmeye hazır haldedir. İnsan düşünce yoluyla uygun titreşimi yarattığında elementler hemen istek tarafından oluşturulmuş kalıbı doldururlar, bu mutlak bir yasadır.
“Fiziksel olan kontrolü yitirdiğinde ruh kontrolü ele alır, ruhun kontrolü kesindir, çünkü fiziksel olandan çok daha geniş bir titreşim alanına sahiptir. Özellikle düşünce titreşimlerinin kontrolüne daha açıktır, çünkü düşünce ruhla daha yakın bir uyum içindedir. Ruh, ister gaz isterse katı halde olsun tüm maddelerin en küçük parçasına dek nüfuz eder. Aslında ruh maddenin aldığı çeşitli kalıpları şekillendiren güçtür, madde başka türlü çeşitli formlar alamaz. İnsan, maddenin aldığı çeşitli kalıpların tek projekte edicisi ve düzenleyicisidir.
“Şimdi size boşlukta belirecek görüntüler eşliğinde bir açıklama yapacağım. Galaktik Merkezi Güneşin etrafında dönen güneş sistemimiz Merkezi Güneşin çevresinde dönen 91 güneş sisteminden sadece biridir. Bu Merkezi Güneş, 91 güneş sisteminin tümünden ya da birleşik kütlesinden 91 bin kat daha büyüktür. O kadar muazzam bir büyüklüktedir ki, çevresinde kusursuz şekilde dönen 91 güneş sisteminin her biri atom çekirdeğinin etrafında dönen en minik parçacık kadardır. Güneş sistemimizin bu büyük Merkezi Güneş çevresindeki bir turunu tamamlaması 26.800 yıl alır. Bu durumda her şeyi yöneten ilahi bir gücün varlığından kuşku duyabilir misiniz?
“Şimdi boşluğa dikkatle bakın, karşınızda bir görüntü oluşuyor, güneşimizin beyaz diskini görüyorsunuz. Bu disk üzerinde kırmızı bir nokta oluşuyor, o kırmızı noktadan minik beyaz bir ışık noktasının çıktığını göreceksiniz. Bu aralıksız akan saf bir ışık noktasıdır, doğmakta olanla yayılan ve onu içeren bir yaşam kıvılcımıdır. O size göre minik bir noktadır, ama yakından bakabilenler için devasadır. Kısa bir süre sonra olan biteni görmenize yardımcı olacak bir alet (dev teleskop) icat edilecek ve insanlık birçok harikayı gözlemleme fırsatını elde edecektir.
“Şimdi güneşimizden bir patlamayla nebulamsı bir kütlenin çıktığını görüyorsunuz, yani Neptün gezegeninin doğuşunu izliyorsunuz. Son patlama meydana gelmeden önce gördüğünüz o minik ışık noktası güneşten kopan büyüklü küçüklü tüm parçacıkları kendine çekme ve bir arada tutma gücüne sahiptir, kısaca yeni gezegenin merkezi çekirdeğidir. Şimdi bir an durup düşünün, ne olmuştur? Neden parçacık ve gazlar birbirine yapışıp dairesel bir kalıp oluşturmuşlardır? Bu olay onları yönlendiren kusursuz Zeki Yasa’dan kaynaklanmaktadır. Bu her şeyin kaza ve rastlantıdan değil, Yasa tarafından yönetilen kusursuz bir düzenden kaynaklandığını kanıtlar.
“Bu ışık noktası ya da merkezi çekirdek, çevresinde tüm insanlığın döndüğü merkezi güneş ya da oğuldur, insanlığın Mesih’idir, azimli Ruh gücüdür ve tüm insanlık üzerinde hakimiyete sahiptir. Bu çekirdek genişler, bölünür ve ışığı bu bölünmeden doğan bir başka hücreye aktarır, hücreler sevgi denen birbirine kenetleyici güç tarafından bir arada tutulur. Neptün ilk kez ortaya çıktığında, doğumundan önce kendisi için tasarlanmış kalıba girmeye başladı. Sonra beşik yörüngesi olarak bilinen bugün Merkür’ün bulunduğu yörüngeye girdi. Bu yörüngede anasına (Güneşe) daha yakın olduğu için maddi unsurlarını ondan çekebildi. Nebula halinde kalmak yerine kimyasal unsurlar ayrılıp birleşmeye başladı ve kimyasal etkileşim sonunda katı madde oluştu. Yoğun ısı ve basınç altında kayalar oluştu ve gezegenin yüzeyi soğuyarak yerkabuğunu meydana getirdi. Sonra gaz ve buhardan su meydana geldi ve nebula gezegene dönüştü. Bu süreç binlerce yıl sürdü.
“Bu sırada Güneş başka bir gezegeni doğurmaya başladı, patlama tamamlandığında Uranüs gezegeni ortaya çıktı. Patlamayla yayılan güç Neptün’ü bulunduğu yörüngeden çıkarıp daha büyük bir yörüngeye yerleştirdi. Yeni doğan Uranüs anasından (Güneşten) daha iyi beslenebilmek için Neptün’ün boşalttığı beşiğe (bugün Merkür’ün bulunduğu yörünge) yerleşti. Bu sırada ilk çocuk Neptün durmaksızın gelişiyordu, tuzlu sularında amipsi formlar ortaya çıkmaya başladı.
“Yeni bir patlamayla Satürn gezegeni doğdu, patlama sırasında ortaya çıkan güç Uranüs’ü beşik yörüngesinin dışına çıkarırken Neptün’ü de bugün Venüs’ün bulunduğu yörüngeye itti. Bu arada Neptün yeterince soğumuş, yüzeyi yaşamı destekleyecek hale gelmişti. İnsan formunun tezahür etmesi için koşullar elverişliydi. Böylece ilk insan ırkı bu amipten var oldu, ama bu hayvan amibi değil insan amibiydi, evrim sürecini kısaltacak türde zekaya sahip özel bir amipti. Gezegendeki şartlar bu canlının gelişmesi için çok uygundu, çünkü gezegende hiçbir düşük organizma, yani hayvan organizması yoktu. Bu yüzden insanlar hızla gelişip ihtiyaçlarını doğrudan doğruya kozmik sıvıdan sağlamaya başladılar. Doğrusu onlara bizim dünyamızda Tanrılar denebilirdi. Bugünün efsane ve mitlerinin çoğu bu büyük insan ırkıyla başlamış ve onların çevresinde oluşturulmuştur. Bu ırk gezegeni bir güzellik ve mükemmellik cennetine dönüştürdü. Elementleri yönlendirmesini bildiklerinden her arzuları anında gerçekleşiyordu. Ancak zamanla hemcinslerinden üstün olma tutkusu başladı, tembellik ve bencillik giderek arttı. Sonunda kavga ve çekişmeler başladı ve asil niteliklerini yitirdiler. Az sayıda varlık dışında hepsi güvenliklerini kaybettiler.
“Bir sonraki Güneş patlaması muazzam bir patlamaydı, oluşan nebuladan öncekilerden daha büyük bir gezegen olan Jüpiter ortaya çıktı. Salınan enerji o kadar büyüktü ki Satürn’ü beşik yörüngesinden (Merkürün yörüngesi) çıkarıp Jüpiteri onun yerine oturttu. Patlamanın şiddetinden oluşan asteroitler Satürn’ün çevresinde sıralandılar. Asteroitler farklı bir kutbiyete sahip olduklarından Satürn’le birleşemediler, bağımsız olarak gezegenin çevresinde bir kuşak oluşturdular. Bugün onlara Satürn’ün halkaları diyorsunuz.
“Patlama Neptün’ü de yörüngesinden çıkararak bugün Dünyanın bulunduğu yörüngeye itti, bu arada üzerinde yaşayan o büyük insanlar yok olup gittiler, geriye az sayıda insan kalmıştı, onlar Tanrısal kökenlerinden asla kopmamış olanlardı. Bilgilerini koruyabildiler ve yayabildiler, işte biz bugün bu ideallerle yaşıyor, bu varlıklarla aramızdaki anlayış benzerliğine sahip çıkıyoruz. Onlar insanlığın kök ırkını oluşturmuşlardır.
“Bu sefer Güneş beşinci nebulayı doğurdu, böylece kızıl gezegen Mars ortaya çıktı. Patlama tamamlandığında büyük Jüpiterde bir olay meydana geldi, bir yanında dev bir kırmızı nokta gelişti ve ay denen uyduyu doğurdu. Patlamanın yarattığı aşırı güç Jüpiteri beşik yörüngesinden fırlatarak Mars gezegenine yer açtı. Jüpiter yeni yörüngesini işgal ederken bu fırıl fırıl dönen nebulamsı form (Mars) doğumu sırasında Güneşten çıkan parçacıkları kendine çekip onlarla birleşemedi. Parçacıklar o kadar uzağa savruldular ki Uranüs, Satürn ve Mars’ın etki alanına girdiler, ama farklı kutbiyete sahip olduklarından bu gezegenlerle de birleşemediler. Böylece bağımsız asteroitler haline geldiler. Onlar uzayda meteor sürüleri olarak sürüklenip durur ve diğer gezegenlere çarparak parçalanırlar. Bazıları ise sıvımsı kütle haline gelerek Güneş tarafından massedilip diğer gezegenlerin doğumunda nebula olarak kullanılır. Bugünkü asteroit kuşağı işte böyle oluştu.
“Nihayet Dünyamızı oluşturan patlama meydana geldi. Mars beşik yörüngesinden çıkarak yerini Dünya’ya bıraktı. Bu arada tüm gezegenler yeni çocuğa yer açmak için bir başka yörüngeye yerleştirildiler. Sonra Venüs doğdu, aynı şekilde beşikte ona yer açmak için Dünya ve diğer gezegenler giderek genişleyen yörüngelere sokuldular. En sonunda Merkür doğarak diğer gezegenleri yeni yörüngelerine girmeye zorladı. Böylece bugün astronominin bildiği sekiz gezegenin sonuncusu da ortaya çıkmış oldu. Beşik yörüngesi Merkür tarafından işgal edilmediği için aslında dokuz gezegen vardır ve beşik son nebula tarafından işgal edilmiştir. Ama nebula henüz görülebilecek şekilde forma dönüşmemiştir, fakat yine de oradadır ve etkisi hissedilmektedir. Böylece dokuz gezegen içeren güneş sistemimizi size görüntüler eşliğinde anlatmış olduk.
“Güneşten en uzak gezegen olan Neptün’e bir şeyler olmaktadır. O olgunluk aşamasına ve hareket hızının sınırına yaklaşmıştır. Tüm ışık yükünü almıştır ve bir güneş olarak ortaya çıkmaya hazırdır. Yeni nebula şekillenmeye başlarken, yani güneş onuncu nebulayı doğurmaya hazır olduğunda Neptün ortadan kalkacaktır. Güneş bu patlamayı gerçekleştirmeden önce Neptün Güneş çevresindeki dönüşünde son hızına ulaşacak, sonra yörüngesinden dışarı fırlayıp patlayarak sıvımsı hale geri dönecektir. Daha çok gezegenin ortaya çıkabilmesi için Güneşe enerji katmak üzere tekrar Güneş tarafından massedilecektir, çünkü Güneşin çevresinde aynı anda ancak dokuz gezegen dönebilir. Bir gezegen doğar, şekillenir, genişler, son hıza erişir, yörüngesinden fırlar, patlayıp dağılır ve yeni doğumlar yapabilmesi için Güneşe geri döner. Bu değişmez bir döngüdür, yeniden doğuş yoluyla gerçekleşen sürekli bir yenilenmedir. Bu süreç olmasaydı güneş sistemlerinin 91 güneşi ve Büyük Merkezi Güneş uzun zaman önce ortadan kalkar ve hepsi tüm sıvımsı maddenin bulunduğu Sonsuza geri dönerdi.
“Tüm enerjiyi ve uzayı kaplayan bilge bir Zeka, güneş sistemlerini şekillenmeye çağırır ve gelişmelerini sağlar. Güneş (ya da merkezi çekirdek) ne yaşlanır ne de ölür. O kabul eder, masseder, tutar, oluşturur sonra da gezegeni doğurur, sürekli verdiği şeyi tekrar alıp massettiğinden asla eksilip küçülmez. Böylece yeniden doğum süreci ya da yenilenme hiç kesintisiz devam eder. Güneş sistemleri oluşmakta, genişlemekte ve aldıkları şeyi geri iade etmektedirler.
“Güneş sistemimizin de bir parçası olduğu 91 güneş sisteminden oluşan galaksi, yine 91 galaksiden oluşan bir evrenin parçasıdır. Bu evren de söz konusu ilk galaksiden 91 bin kat büyük bir kütleye sahip daha büyük bir Merkezi Güneşin çevresinde dönmektedir. Bu böylece devam eder ve neredeyse sayısız bir biçimde kendini 91 sayısıyla tekrarlar. Hepsi birlikte büyük ve sonsuz Kozmos’u, yani Samanyolu Galaksisini de içeren galaksileri oluşturur. Bu Kozmos’a genellikle “Atomik Isı Işını” yani güneş ısısının kaynağı denir.
“İnsan, evrenlerin (güneş sistemlerinin) bütünüyle kıyaslandığında son derece küçük bir evren olsa da, iyi düzenlenmiş Tanrısal bir evrendir. Ancak insan, insanlığın bir birimi olarak Tanrısallığını ve sorumluluğunu gerçekten üstlendiğinde çok gerekli olur, çünkü o tüm evrenlerin Tanrısal planını kontrol eden Büyük Zekadan gelmiştir. Bu yüzden, tüm evrenler yıkılsa bile insan esas zekayla işbirliği yaparak tüm evrenleri yeniden kurabilir. Öyle bir felaket olsa, insan kendini hiçbir yıkımın olmadığı zekaya döndürecek gücün ta kendisidir. O durumda kaç milyar yılın geçeceği önemli değildir, insan sonsuzlukla birliği sürdürüp evrenlerin oluşturulabileceği vaktin gelmesini bekleyebilir.” (Sayfa: 53-66)

BÖLÜM : 12

O sabah mürit ve bir başka adam Pora-tat-sanga Tapınağına doğru tırmanmaya başladılar. Önce kayalara oyulmuş kaba basamaklardan çıktılar, sonra aşağıda dipsiz kanyonlar oluşturan yarıkların üzerinde yer alan kalaslardan geçtiler. Tırmanışın bir bölümü yukardaki yarıklara bağlanan sağlam halatlarla yapıldı, ancak iki adam iki saat boyunca tırmanmalarına rağmen başlama noktasından yüz elli metre yükseklikteki ikinci kayalık çıkıntıdan ileri gidemediler. Sonunda tırmanıştan vazgeçmeye karar verdiler. Akşam yemeğinde Üstat Puriji gelip bizimle konuştu. Ona tapınağa tırmanma girişiminin başarısız olduğundan söz ettik, Üstat merak etmememizi, ertesi gün başaracağımızı söyledi.
Ertesi gün öğleden sonra saat dörtte hepimiz tapınağın altında toplandık. Yogi Santi oturup samadhi haline girdi, gruptan üç kişi büyük düz bir taşın üzerine oturup dua eder vaziyette durdu. Kısa süre sonra taş yükselmeye başladı, sonunda üç kişi ulaşılmaz görünen tapınağa çıkmıştı. Sonra Yogi Santi müride ve diğer iki kişiye taşa çıkmalarını söyledi, onlar yerlerini alır almaz kaya yumuşak bir hareketle yükselmeye başladı ve üç kişiyi daha tapınağın terasına taşıdı. Ardından sıra bize geldi, bir grup olarak taşın üzerinde durmamız istendi. Tapınaktakiler terasın ucuna gelip Aum (Om) mantrasını nağmeli bir şekilde tekrarlamaya başladı. Çok kısa süre sonra kendimizi tapınağın terasında bulduk, böylece birkaç dakika içinde dünyanın en yüksek tapınağında toplanmış olduk.
Yerlerimize oturduktan sonra Üstat Puriji konuşmaya başladı: “Aranızda bedenin havaya yükselmesine (levitasyon) hiç tanık olmamış kişiler var, onlar bu işin nasıl yapılabildiğine şaşıyorlar. Size şu kadarını söyleyeyim ki bunda şaşılacak bir şey yok. Bu insana ait bir güçtür, bizler onu kadim yoganın bilgisi olarak kabul ederiz. Birçok insan geçmişte bu yöntemi kullanmıştır, Gautama Buda uzak yerlere bu yöntemle giderdi, ben binlerce insanın bunu başardığını gördüm. Siz yogada çok daha büyük bir gücün kanıtlarını göreceksiniz, o güç kontrol altına alındığında dağları yerinden oynatmak mümkündür. Sizler özgürlüğü, esaretten ve korkudan kurtuluşu över, bunun için şükredersiniz, ama esareti unutup bağışlamadıkça esareti hatırlamış ve özgürlüğü unutmuş olursunuz. Saf yoga, dünyaya verilmiş bir özgürlük mesajıdır.” (Sayfa: 105-111)

BÖLÜM : 14

Hardwar’a yaklaşırken kentten bir gün uzaklıktaki bir yerde oturan Gordon Weldon adlı Amerikalı bir yazarın evinde konakladık. Gordon birkaç kez grubumuza katılmak istemiş, ama koşullar elvermediğinden onu aramıza alamamıştık. Ertesi gün deneyimlerimizi anlatırken Gordon Nasıralı İsa’nın tarihi gerçekliğinden kuşku duyduğunu, yaptığı tüm araştırmaların onu bu kanıya götürdüğünü söyledi. Şefimiz, eğer İsa ile karşılaşırsa onu tanıyıp tanıyamayacağını sordu. Gordon hiç tereddüt etmeden tanıyacağını söyledi. Aramızda konuşup Gordon’u da bir haftalığına gezimize davet etmeye karar verdik. Belki bu süre zarfında İsa ile karşılaşabilirdi, eğer karşılaşamazsa bu dostumuz için tam bir kayal kırıklığı olacaktı. Bu riski göze aldık ve ertesi gün onu yapacağımız yolculuğa davet ettik. Gordon bu davete çok sevindi ve hemen yol hazırlıklarına başladı.
Bir günlük yolculuktan sonra Hardwar kentine vardık. Kalacağımız eve yaklaştığımızda evin bahçesinde on iki kişinin bizi karşılamak üzere beklediğini gördük, İsa da aralarındaydı. Her zamanki gibi bedeninden çevreye çok parlak bir ışık yayılıyordu. Daha biz tanıştırmadan Gordon sevinç dolu bir çığılık atarak koştu ve İsa’nın ellerini tutup “Oh sizi tanıdım, bu hayatımın en ilahi anı!” dedi. Hep birlikte öğle yemeği yedikten sonra Gordon İsa’ya “Bir konuşma yapmayacak mısınız? Doğrusu ben bir ömür boyu bu anı bekledim” dedi. Kısa bir sessizlik oldu, sonra İsa konuşmaya başladı: “Ruh kumandayı ele aldığında bedeninizin titreşimini saf beyaz ışığa dönüşene dek yükseltebilir, her şeyin ondan kaynaklandığı Baba’ya dönebilirsiniz. Babamız saf ışık yayar, her şey bu ışıktan yaratılmıştır. O ışık içinde tüm maddesel bilinç silinir ve formsuzdan forma doğru yaratımların projekte edildiğini, her an her şeyin yenilendiğini görürsünüz. Sıvımsı maddeyle dolu Kozmosta her şey mevcuttur, orada tireşimler o denli yüksektir ki kimse onları algılayamaz.
“Çok yakında bu kozmik ışınların madde için yıkıcı muazzam bir bombardıman oluşturdukları kanıtlanacaktır. Bu aslında yıkım ya da yok etme değil, sözde maddeden ruh formuna dönüşümdür. Çok yakında şu olgu da keşfedilecektir, bu ışınlar tüm kütleye nüfuz edip atomun çekirdeğini parçalayacak ve onları bir başka maddenin atomlarına dönüştürecektir. Dünya bu ışınların bombardımanına maruzdur, Kozmostan gelen ışınlar ışık mermilerinden oluşur. Kozmos tüm evrenleri, yani tüm güneş sistemlerini kuşatır, Merkezi Güneşi ve diğer güneşleri kendine çekip masseder, yoğunlaştırır ve evrenlerden dağılan tüm enerjiyi bir araya toplar. Merkezi Güneş titreşen, nabız gibi atan enerjiyle dolar, sonuçta bu enerji öyle yoğunlaşır ve ışık mermileri öyle muazzam bir güçle fırlatılır ki, bir başka atomun çekirdeğiyle çarpıştıklarında atom parçalanır, ama yok olmaz. Parçacıklar bir başka unsurun parçacıklarına dönüşür, sonunda ait oldukları unsurla birleşirler ve o unsur yaşam bulur.
“Yaşam, bu ışık mermilerinin bombardımanıyla salınan enerjidir, salınan enerjinin parçacıklar tarafından massedilen bölümüne parçacığın ya da unsurun yaşamı denir. Enerjinin salınan ama yaşam olarak massedilmeyen bölümü kozmosa geri döner ya da geri çekilir. Sonra tekrar yoğunlaştırılıp salınarak diğer atomlarla çarpışıp onları parçalar. Böylece ortaya çıkan parçacıklar gidip bir başka unsurun atomunu yaratırlar. Bu yüzden yaratılış süreklidir, sonsuzdur, enerji genişler ve yoğunlaşır, sonra hızı düşürülen titreşimlerle yoğunlaşıp forma dönüşür.”
İsa konuşmasına akşam devam edeceğini söyleyerek sustu. Hep birlikte bahçeden çıktık. Gordon’a İsa’yı nasıl tanıdığını sorduğumuzda şöyle dedi: “Biliyorum, onu hemen tanımam sizi şaşırttı. Doğrusu nasıl tanıdığımı ben de bilmiyorum, sadece o olduğunu bildim.” Ertesi gün Gordon bir süre daha yanımızda kalmaya karar verdi. (Sayfa: 119-126)

BÖLÜM : 15

O gün akşama kadar kırlarda dolaşıp birçok ilginç yeri ziyaret ettikten sonra saat sekizde kaldığımız eve döndük. Bir süre genel konular üzerinde sohbet ettikten sonra İsa şöyle bir konuşma yaptı: “İçinizdeki Tanrı Prensibini güçlendirdiğinizi bilerek Tanrı sözcüğünü ne kadar çok kullanırsanız bedeninizin titreşim hızı o kadar yükselir. Bu titreşimler Tanrı sözcüğünün ifade ettiği ve yaydığı Tanrısal titreşimlere uyum sağlar ve karşılık verir. Eğer bir kez anlamlı biçimde Tanrı derseniz bedeniniz asla eski titreşim hızına geri dönmeyecektir. Bunu bir süre deneyin ve sonucu görün.
“Tanrı sözcüğü söylendiğinde salınan titreşimlere beden hemen karşılık verir ve ışık yayar. Böylece Tanrı olarak duran biri, daha düşük titreşim alanında bulunan biri için genellikle görünmez olur. İşte Tanrı sözcüğünün bu kadar güçlü olmasının nedeni budur. Bu etkileyici sözcük yüzünden Kutsal Kitabınız bu kadar etkili ve uzun ömürlü olmuştur. Tüm ruhunuzla Tanrı deyin ve insanlara daha şefkatli, daha adil davranmanıza neden olacak coşkuyu hissedin. Akıl buna karşı çıkabilir, ona aldırmayın, o defalarca yanılmıştır. Tanrı sözcüğü içinize egemen olursa çekişme ve karmaşa dünyası size dokunamaz.
“Bir şeyi sadece düşünmek o şeyi gerçekleştirmez. Bilmeli ve yapmalısınız, Kaynağı ya da Prensibi bunu yapacak kadar yeterince sevmeli ve ona tapmalısınız. Tanrısal titreşimin kumandayı ele almasına izin verdiğiniz anda istediğiniz her şeyi yaparsınız, bunu sevgi ve tapınma yoluyla biliş başarır. Tanrı titreşiminde yaşadığında herkes Tanrıdır. O titreşimde yaşadığınız sürece ne yaşlanır ne de ölürsünüz. Sıvımsı madde tüm unsurları içeren maddedir. Bilim adamları tüm unsurların sıvımsı hale dönüştürülebileceğini keşfedecekler. Bu haldeyken tüm madde aynı hızda titreşir ya da ışır. Böylece titreşimleri o elementin parçacıklarının kaynaşıp birleşecekleri hıza düşürerek istediğiniz elementi üretebilirsiniz. Burada kozmik ışımalar önemli rol oynar, değişim ve dönüşüm meydana gelir.
“Çarmıha gerildiğimde son sözlerimin “Tanrım beni niçin terk ettin?” olduğu yazılmıştır. Bu tamamen yanlış bir çeviridir ve aslı şöyledir: “Tanrım, Tanrım, sen beni ve çocuklarının hiçbirini asla terk etmedin, çünkü çocukların benim gibi sana gelebilirler. Onlar yaşamımı yaşadığım gibi görebilir, aynı yaşamı yaşayarak Mesih’le birleşir, seninle bir olurlar Tanrım!” Orada terk edildiğimi asla düşünmedim, zaten Tanrının Mesih’i o saatten çok önce kesin olarak ortaya çıkmıştı. Onlar bedenimi yakmış olsalardı, yakılışta salınan aynı parçacıklardan onu tekrar yaratabilirdim. Onlar bedenimi paramparça etselerdi, bir anda onu bütün haline getirebilirdim. Çarmıha gerilmenin bana bir zarar vermediğini anlamalısınız, o sadece Mesih Prensibine zarar vermeye kalkışanlara zarar vermiştir. O, Büyük Prensip’in Yasasını yerine getirmenin bir örneği ve tüm insanların izleyeceği bir yoldu. Bu yolu izleyerek onlar da Tanrının Mesihi olurlar, böylece idealleri yok edilemez bir forma dönüşür.” (Sayfa: 127-133)

BÖLÜM : 17

Rishi o akşam Süleyman Peygamberin erdemlerinden bahsederek sözü İsrail kavmine getirip söyle dedi: “Tüm ırkların ondan kaynaklandığı bu ırk dünyada yaşamıştır ve tekrar yaşayacaktır. Böyle bir ırk için ölüm mevcut değildir, dolayısıyla karma da mevcut değildir, çünkü karma anlaşmazlık ve uyumsuzluk tezahür ettirmenin karşılığıdır. Anlaşmazlık ve uyumsuzluğun yerine terk ve feragati geçirdiğinizde karmanın nedenini de ortadan kaldırırsınız, çünkü o sadece karma tezahür ettirmeye kararlı olanların düşüncelerinde mevcuttur. Nedeni ortadan kaldırdığınızda ya da onun yerine daha yüksek bir koşulu geçirdiğinizde daha düşük olan koşul ortadan kalkar. Böylece bedensel titreşimlerinizi karmanın var olmasına izin veren titreşimlerin üzerine yükseltmiş olursunuz. Ölüm hiçbir biçimde karmayı ortadan kaldırmaz ya da silmez. Ölümü ve tekrardoğuşu bıraktığınız anda ölümden ve karmadan kurtulursunuz, her ikisi de ortadan kalkar. Eğer ortadan kalkmışlarsa unutulurlar da, eğer unutulmuşlarsa bağışlanırlar da!
“Kutsal Kitabınızın çevirisinde orijinal metinlerde olmayan birçok yanlış yapılmış, birçok yanlış kehanet yer almıştır. Hatta insanların kafasını karıştırmak, onları yönlendirmek ve İsrail Evi’nin orijinal öğretisini bozmak için metne kasıtlı olarak yalan ifadeler eklenmiştir. İlk isim İs-rael idi, Kristal Irk ya da saf beyaz ırk anlamına geliyordu. Bu dünyaya ilk gelen ırktır ve tüm diğer ırklar bu kök ırktan türemiştir. Onlar saf bir ışık ırkı olarak seçilmiştir, ırk (race), ışınlar (rays) anlamına gelir. İşte bu ırktan Ari ırk ortaya çıkmıştır.
“İsrail’in On Kavim Evi ikiye bölündükten sonra kök krallık İsrail Evi ya da krallığı, diğeri ise Yahuda Kavmi olarak bilindi. Yahuda kavmi İsrail ırkından gelmiş olsa da, asla tüm İsrail ırkını temsil etmez. Hazreti İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Yahudi olduğunu söylemek sadece yanlış değil aynı zamanda saptırmadır, çünkü sadece Yahuda’nın torunlarına ve ondan sonra gelenlere Yahudi denebilir. Yahudi terimi, asla İsrailîn On Kavim Evine ve İsrail’in on iki kavmine atfedilemez. Kısaca, İsrail ırkı Yahudi değildi, ama Yahudiler İsrail ulusunun bir kavmiydi.
“Yahudiler, İsrail ırkı ya da Ari ırkla birlikte yaşayıp onlarla karıştıkları her yerde geliştiler, cesaretlerini bu ulusa borçludurlar. Zamanla Yahudiler korunmak, yardım almak ve halklarını düzene sokmak için bu ulusa sığınmak zorunda olduklarını göreceklerdir. Yahuda kavminin İsrail ulusunun Avrupa’ya göçüne katılan bölümü, bu ırkın şimdi Yahudiler olarak bilinen bölümü değildir. Bu bölüm Britanya Adalarına, Akdeniz kıyılarına ve diğer yerlere yerleşmiş İsraillilerden ayırt edilemez, çünkü evlilik ve çevresel etkenlerle tüm kabilesel özelliklerini yitirmişlerdir. Ben bu ırktan geldiğim için bunu biliyorum. Söz konusu ırk, Tanrı idealinin korunmasına yardımcı olmuş büyük ırkın bir parçasıdır.
“İsrail ırkının Kudüs’ten göçünün izini sürmek zor değildir. Britanya Adalarına yerleşmiş olanların izi kolayca sürülebilir. Aynı şekilde Dan Kavminin izi de kolayca sürülebilir. İsmini bu kavimden alan Tuna (Danube) Nehri o devirde de açık bir yoldu. İsrail ulusunun kavimlere bölünmesinin ardından bu kavimlerin bazıları bu yoldan geçerek Danlar, Jütler, Pictler ve diğer isimler altında Britanyaya geldiler. Böylece İskandinavyaya, İrlandaya, İskoçyaya ve diğer ülkelere, oralardan da Amerikaya gittiler. Amerikaya vardıklarında aslında eski anayurtlarına varmış oldular. Ama Amerika’da asıl kimliklerini hızla yitirdiler ve kendi dillerini bırakıp ortak bir dili konuşmaya başladılar. Bu anayurt (Lemurya) eskiden Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Denizi Adaları, Japonya ve Çin’e dek uzanıyordu. Söz konusu anayurtta beyaz ırk en yüksek uygarlığı kurmuştur. Onlar atomu parçalamış, levitasyonu (havaya yükselme) geliştirerek kendilerini bir yerden bir başka yere nakletmeyi başarmışlardı. Felsefeleri putperestlikten, dogmalardan ve batıl inançlardan tamamen arınmıştı. Tüm insanlığın içindeki Gerçek Prensibe, Tanrısallaşan insana inanıyorlardı.
“İsrail Ari ırkı, bilge krallığın ve kültürün simgesidir. Kutsal Kitap bu ırktan çıkmıştır, onun en yüksek prensip ve düsturları bu ırka hitap eder. İnsanın içindeki Mesih onların idealiydi, bu ideal yanan bir meşale olarak kral asasının başında sembolize ediliyordu. İnsanın ilahi prensipleri asla unutmaması için, meşaleyi sürekli yanar halde tutmak için bu prensipler tek bir kutsal kitapta değil, on iki kutsal kitapta kaydedilmiştir. Yok edilmesini ya da tahrif edilmesini önlemek için insanlar bu on iki kutsal kitabı taşa kaydedip anayurdun her yanına yerleştirdiler. Onları tek bir çatının altında biraraya getirmek ve bu prensipleri ebediyen kalıcı kılmak için Büyük Piramidi inşa ettiler, böylece uygarlığın temeli olan Mesih emin bir yere tahrif edilemeyecek şekilde yerleştirilmiş oldu. O sadece ışığı muhafaza edecek bir fener olarak değil, ışığın yansıtıcısı olarak da varlığını ebediyen sürdürecektir. O sadece ışığı yansıtmamış, şu emri de yankılandırmıştır: “Eğer insanlık ışığı yitirirse içinize yönelin, orada o ışığı yeniden canlandıracak prensipleri bulacaksınız, içinize yönelin ki ışık sizden tekrar yayılabilsin ve yolunu şaşırıp sürüden ayrılan koyunlar ondan yararlanabilsin.”
“Tanrı için, ışıksız bir halde dolanıp duran herkes sürüden ayrılmış koyundur. Sürü daima oradadır, onu her zaman görebilir ve geri dönebilirsiniz. Çoban, yani Mesih meşaleyi tutmuş asırlar boyunca sürüye dönecek insanları beklemektedir. Mesih Kozmosun ilk ifadesidir. Tanrının Sesi “Işık olsun!” demiş, titreşim ortaya çıkmış, titreşimle birlikte yaşam meydana gelmiştir, bu yaşam asla Tanrıdan kopuk değildir. Dünyaya sağlam biçimde temel atmış, taçsız (kapak taşı olmayan) başını göklere uzatmış Büyük Piramit bu gerçeğe tanıklık etmektedir. İnsan gerçek kökenini kabul ettiğinde piramidin kapak taşı da yerine yerleştirilecektir. O zaman Piramit, insanın sürüden bir daha asla ayrılmayacağının ebedi tanığı olacaktır. Büyük Piramit taşa resmedilmiş bir Kutsal Kitaptır. Tanrının seçilmiş insanlarının başarılarını ve yoldan çıkışlarını anlatan yok edilemez bibliyografik bir kayıttır. Bu, seçilmiş bir grup insan anlamına gelmez, Mesih ışığını kabul eden tüm insanlık anlamına gelir.” (Sayfa: 141-154)

1 yorum:

Gürsel Koçak dedi ki...

Çok büyük bir hizmet yaptığınız.Bana ışık oldunuz. :)