27.12.2008

---BEYAZ KARTAL---
SEVGİDE AYRILIK YOKTUR
TANRI SEVGİDİR

RUH VE MADDE YAYINLARI

YOL I

Şimdi dikkatinizi ve sevginizi bize verir misiniz? Çünkü her ruhun yaşadığı mistik deneyimlerden söz edeceğiz. Ruhsal güçleri geliştirmek için belirli bir program hazırlamanın pek yararı yoktur, çünkü her ruhun deneyimi farklıdır. Bu yüzden, bazı kardeşlerimizin belirli bir yola tüm tanıdık ve arkadaşlarını sokmaya çalışmakla hata ettiklerini söylüyoruz.
Hiç kimse belirli bir yolun tek yol olduğunu söyleyemez. İnsanın izlediği yol tamamen bireysel ruha, geçmiş enkarnasyonlarından kazandığı deneyimlere ve karmasına bağlıdır. Bu karmanın bedeli belirli bir yolda temizlenmeli, herkes kendi bireysel yolunu veya eğitimini izlemelidir. Işık çok farklı şekil ve renkteki pencerelerden yayılmakta, ancak sonunda tüm renkler tek bir ışıkta birleşmektedir: Yüce beyaz Işık!
Şunu açıkça ortaya koyalım. Kendi yolumuzu azimli bir biçimde ve ona odaklanarak izlemeliyiz. Ancak, ne görevimizin komşumuzun görevi olması, ne de onun görevinin bizim görevimiz olması gerekmiyor. Yolu izleyen kişinin şuur düzeyine, karmasına ve insanlığın evrimini içeren genel plana göre her yolun iyi olduğunu idrak etmeliyiz.
Günümüzde birçok kişi hevesle bilgi aramaktadır, onlar mental (zihinsel) bedenlerini geliştiriyor, evrim yolunda bir basamak oluşturuyorlar. Ancak zihinsel bilgi yeterli değildir, çünkü bu tür bilgi sınırlıdır. Ruhsal gelişme, ruhun ruhsal gerçekleri özümsemesi ve sindirmesiyle, basit kanunları günlük yaşama uygulamasıyla mümkündür. Her şey içsel yaşamın içtenliği ve saflığına, ruhun göksel dünyaların ince titreşimlerine karşı tepkisine dayanır. Şüphesiz başkalarının fikirlerini okumak eğlenceli ve uyarıcıdır, ancak kendi deneyiminiz size özgüdür, bunu unutmayınız.
Aydınlanma ve onu takip eden inisiyasyon dünyasal bilgiden değil ruhsal deneyimden kaynaklanır. Ruhsal gelişmenin yolu, Tanrıya ve iyiliğe karşı günlük tepkimiz ve göksel katmanlara karşı alıcı olmamızdan geçer. Birçok insanın acı deneyimlerden geçtiğini gördük. Bazen şöyle sorulur.“Rehberlerimiz neden müdahale etmiyor, hata yapmamızı neden önlemiyorlar?” Müdahale etmiyorlar, çünkü yolu sadakatle izlemek için yolun aydınlık kısımları gibi karanlık kısımlarını da yürümeniz gerekir. Dingin ve cesaretli olunuz! Biraz rahatsız edici de olsa külfetlerden, yaşamın getirdiği üzüntü ve düş kırıklıklarından kaçmayınız, onlar size birer fırsat olarak gelirler. İyilikten ve kötülükten söz eder dururuz, aralarındaki fark nedir ki? İkisi de öğreticidir.
Her ruhun öğrenmesi gereken ders şudur: Tüm insanlık birdir, ama deneyimler her bireysel ruha özgün bir biçimde sunulabilir. Kardeşinizin deneyiminden öğrenemezsiniz, o da sizinkinden öğrenemez. Kendiniz de aynı şeyi yaşamadıkça başkalarının deneyimini anlayamazsınız. Her ruh aynı sorunla karşı karşıya gelmelidir, sizin deneyiminiz ancak başka olaylar zinciri içinde öğrenildiği oranda özgündür, dolayısıyla hiçbir zaman komşunuzunkine tam anlamıyla uymaz. (Sayfa: 11-17)

YOL II

İnsan yol aldıkça ilerde göğe doğru dikili bir haçın görüntüsü gözüne ilişir. Çarmıha gerilmiş İsa’nın resmi insana sembolik biçimde sunulmuştur. Ancak bu her şey değildir, haç herkesin ruhsal evriminin belirli bir evresinde gördüğü eski bir semboldür. Bütün ırk ve uygarlıklarda bulunan içsel bir deneyimin, teslim olma ve karşılıksız verme deneyiminin dışsal sembolüdür. İnisiyasyon adayının gözlerindeki bağlar çıkarıldığında önce ışığı, sonra da arkalarda ışık içindeki teslimiyet haçını görür. Bu ilk büyük inisiyasyondur. Haç bir hayat sembolüdür, ancak bu hayat ölümle kazanılmıştır. Buradaki ölüm fizik bedenin ölümü değil kaba alt benliğin ölümüdür. Haç nefsin teslimini, kişisel arzuların terkini, iradenin Tanrıya tamamen teslim olmasını, sevgi ve kardeşlik ilhamına yanıt verilmesini simgeler.
Yoldaki ilk derslerden biri de ayırt etme, yani tefrik etmedir. Sahte ve gerçek arasında, doğru ve yanlış arasında, ayrıca üst benliğinizle alt benliğinizden gelen dürtüler arasında ayırım yapabilmek. Hiç kimse ayırt etmenin ilahi özelliğini öğretemez, o deneyim ve derin düşünceyle kazanılır. Ayırt etme ve muhakeme, doğru değerler elde etmek ve her şeyin ruhsal yönünü önceden görmek demektir. Bir sorunuz varsa hiçbir zaman sadece maddi standartlara göre yanıt vermeyiniz, bunun ruhsal anlamı nedir diye sorunuz. Başkalarına yardım ederken karmasını ondan almaya çalışmayınız, çünkü karması Tanrıya daha yakın olmasına yardımcı olabilir. Ayrıca geçici doyum sağlayan şeylerle onu oyalamayınız.
Başkalarını yargılamamayı da öğrenmelisiniz. Yargılayamazsınız çünkü onların geçmiş yaşamlarını bilmiyorsunuz, o şekilde davranmalarını sağlayan karmalarını bilmiyorsunuz. Bir insanın tek bir yaşamda bazen sanıldığı kadar özgür iradesi yoktur. Ruh Büyük Yasaya hizmet eden olaylara konsantre olur. Hür irade ruhun tepkisinde, kendine sunulan koşulları severek kabul etmesinde ve en iyisini yapma çabasında yatar.
Biz yargılama cüretinden sakınırız, çünkü biliriz ki yargıladığımız kişi sadece ilahi yasanın bir aracıdır, sizin bunu anlamanız zordur. Ayırt etmenin bir özelliği de insan yasasıyla Tanrı yasası arasında, içsel yaşamla dışsal yaşam arasında ayırım yapabilmektir. Her sorunu ruhsal yasanın ışığı altında, sevgi ışığı altında görmeyi öğrenmeliyiz. Işığı kabul eden ve kalbinde onu taşıyan ruh, ayırt etme ve nefsini ilahi olana tam anlamıyla teslim etme dersini öğrenmelidir. Bunu günlük yaşama uygulamaya gelince, bu insanın öğrenmesi gereken en zor derslerden biridir.
Bu konuyu kapatırken şunu belirtmek isteriz: Ne insan deneyiminden kaynaklanan ruhsal şuurluluğun kalitesi tek bir yaşamla kazanılır, ne de bir dizi enkarnasyon tek bir ders için harcanır. Her enkarnasyon genelde birçok ders içerir ve istenen birçok özellik kazandırır. Dolayısıyla, ruhun belirli enkarnasyonlardan sonra bir inisiyasyon geçirdiğini ve bir sonraki inisiyasyonunu da belirli enkarnasyonlardan sonra geçirdiğini söylemiyoruz. Büyük küresel bir genişleme vardır. Birçok ders birçok enkarnasyonda öğrenilip tek bir yaşamda bir seri inisiyasyon tamamlanır. Başka bir olasılık da ruh geçmişte bir inisiyasyon geçirmiştir, bir sonraki inisiyasyonu alabilmek için bir dizi yaşamda gerekli özellikleri özümser. Ruhsal evrimi son derece mükemmel bir işlem olarak düşününüz. Yaşamın tüm parçaları ve kırık dökük fragmanları, insan yaşamının motifini mükemmelleştirmek için tarif edilemez güzellikteki bir yöntemle bir araya getirilir. (Sayfa: 18-24)

YOL III

Sevginin şifa verici ve rahatlatıcı gücünü hissettiğimiz anda, onun başka bir ruha yardım etme gücünü de bilmiş oluruz. Göksel dünyalardaki Tanrı ışığı vizyonunun ruhsal gelişmede önemli bir basamak olduğunu belirtmeliyiz. İnsan nefsi bu fedakarlıktan kaçar, insanlar kendilerini materyalizmle sarıp sarmalamayı tercih ederler ve ruhsal yaşamın gerçeğini kabul etmezler. Çünkü sezgileriyle bilirler ki ruhsal yaşamı kabul ettikleri anda tüm değerlerini, moral standartlarını ve yaşama karşı tüm zihinsel tutumlarını değiştirmeleri gerekir.
Dış görünüşe bakarak insanın hareketlerinin ardında yatan güdülerin neler olduğunu saptamak imkansızdır. Daha maddi seviyede bir hizmet vermek uğruna, bir ruhun belirli bir enkarnasyonda daha belirgin karakter özellikleriyle doğması gerekebilir. İnsanlığa hizmetin ticaret ortamında verilmesi gerekiyorsa ticari içgüdü ve yeteneklerin tam bir etkinlik içerisinde cereyan etmesi gerekir. Göksel ışık böyle birinin gözlerini kamaştırır ve onu yolundan alıkoyar. Dolayısıyla bu ışık geçici bir süre için insaflı bir şekilde perdelenir. Başka birinin bu ruhu yargılamasının imkansızlığı işte burada açıkça görülür.
Bazı gezegensel etkiler özveri talep etmektedir. Bu etkiler bir elden verirken diğer elden de alırlar. Dünyada sevdiğiniz, hayırlı sandığınız eşya ve şartları sizden aldığında şunu bilin ki Tanrı asla vermeden almaz, bir elden alınan şey diğer ele farklı şekilde verilir. Bu Tanrının cömertliği, merhameti ve sevgisidir. O halde, inisiyasyon kapısına giden yolu izleyen aday çarmıha gerilmeyi kabul etmeye hazırlıklı olmalıdır.
Kalp merkezi güneş gibidir. Geleceğin insanı kalbiyle düşünmeyi öğrenecektir, şimdiki insanlar sadece akılla düşünüyorlar. Ama yeni çağdaki erkek ve kadınlar mekanı kalpte olan Tanrının aklıyla düşünecekler, geleceğin zihni kalpte çalışacaktır. Sevmeyi öğrendiğinizde içinizde bilgelik büyür. Her zaman bilgelik ve sevgiyi bir arada düşününüz, çünkü gerçek sevgi bilgelik doğurur, bilgeliği sevgiden soyutlayamazsınız. Gerçek sevgi, kardeşinizin ihtiyaçlarını sizinkinin önüne koymanızdır. (Sayfa: 25-35)

YOL IV

Sahiplenme kibrinin tamamı gitmelidir, isterse bu fazlalıklar dünyasal eşya, zihinsel başarılar veya ruhsal pırlantalar olsun fark etmez. Yuhanna’nın Vahyinde yirmi dört ihtiyarın taçlarını nasıl çıkarıp Tanrının huzurunda attıkları anlatılır. Her insan bir gün kıymetli neyi varsa atacak ve Tanrının huzuruna donatılmamış şekilde çıkacaktır! Sahiplenme kibri herkesin değişik biçimde deneyimlediği ince bir sorundur. Hepimiz şu veya bu türde fazlalıklara tutunuruz. Ancak ruhsal gelişimimizde er geç tüm fazlalıkların, tüm ödüllerin, tüm başarıların Tanrıya ait olduğunu anlayacağımız bir noktaya erişeceğiz. Biz kendiliğimizden bir hiçiz, ancak Tanrının şuuru içinde yaşar, hareket eder ve var oluruz.
İnsan bu idrake vardığında tüm dünyasal düşlerinin ötesinde bir zenginliğe ulaşır. Gerçek zenginliğin idrakine vardığında Evrensel Gücün bir parçası olur. Bu hedefe varmak için insan benliğini teslim etmelidir. Bu da mecazi olarak her şeyimizi satmak veya ihtişam tacını Tanrının huzurunda yere atmak anlamına gelir. İnsan kendisi için hiçbir şey tutamaz, bu yüce yasaya aykırıdır. İnsan ancak kendini gerçekten vererek Tanrıyla bir olur. Bu gerçek, insan yaşamının en küçük ayrıntısında bile uygulanmalıdır. (Sayfa: 36-42)

YOL V

İnisiyasyonlar iki çeşittir. Küçük ve büyük inisiyasyon. Küçük inisiyasyonlar insan yaşamında sürekli olarak yaşanmaktadır, ama insan genellikle bunların farkına varmaz. Oysa büyük inisiyasyonlar insanın farkında olmadan yaşaması mümkün olmayan büyük ruhsal deneyimlerdir. İnsan yaşamındaki büyük sarsıntılar, yaşamı boyunca meydana gelen değişimler ve kararlar küçük inisiyasyonlardır. Ruh hem kederden hem de sevinçten öğrenir. Tüm deneyimler ruha hemcinsleri ve kendisi hakkında bilgelik ve anlayış getirir. Küçük inisiyasyonlar enkarnasyon içinde sürekli oluş halindedir. Ama insan dersi öğrenmeyi başaramadıysa, ders öğrenilinceye kadar ruh ileriki yaşamlarında tekrar tekrar aynı dersle karşılaşır.
Büyük inisiyasyonlar özel yollar boyunca yürüyenler tarafından yaşanmaktadır. Kalp, gırtlak ve baş merkezlerinin oluşturduğu üst üçgenin uyarılmasına neden olurlar. Ancak bu üç noktayı büyük inisiyasyonlarla ilişkileri açısından alt üçgeni oluşturan göbek, kuyruk sokumu ve kök merkezlerinden ayırmamız gerekir. İnsandaki bu çakralar yolculuk sürecinde derece derece güce dönüşerek gelişebilirler.
İnisiyasyon geldiğinde sadece büyük bir şuur genişlemesi değil, aynı zamanda bir güç artışı da getirmektedir. Ama bu güç bazen yıkıcı olabilir, gücün suistimali bir ruhu yolun gerilerine fırlatabilir. Eski Ahit Lusiferin büyük güç kazanıp göksel dünyada bir ışık gibi parladığını, ama gücü suistimal ettiği için düştüğünü anlatır. Burada Tanrının bilgeliğini görmekteyiz, çünkü bir ruh ileri doğru aceleyle atılırsa bir engelle karşılaşıp geri itilmesi işten bile değildir. Ruhsal gelişmeyi hiçbir zaman koşturma ve zorlama yöntemiyle sağlamaya çalışmayınız. (Sayfa: 43-53)

İKİNCİ GELİŞ

İsa’nın ikinci gelişini dört gözle bekliyorsunuz, çünkü İsa’nın geri döneceği açıkça yazılmıştır. İkinci gelişin her erkek ve kadının kalbinde olacağını daha evvel de söylemiştik. Bu ışığın uyanmasıdır, ışık insan ruhu içinde parlak bir şekilde yandığında, maddenin, fizik bedenin ve dünyanın arınması, duygusal bedenin kontrolü ve belki daha da büyük bir işin, yani mental (zihinsel) bedenin kontrolü mümkün olacaktır. Bundan sonra İlahi Tanrı Eri’nin gelişi gerçekleşecektir. Ay insan ruhunu, Güneş insan özünü temsil eder. İnsan dünya üzerinde hakimiyet kurmadan evvel mental ve ruhsal beden evlenir. Dünyasal insan ve semavi insan arasındaki fark budur.
Element inisiyasyonları konusunda daha önce konuşmuştuk. Su inisiyasyonu duygusal bedenin kontrolü ve arınması, hava inisiyasyonu mental (zihinsel) bedenin arınması, ateş inisiyasyonu ruhun sevgi olan ak majiyi öğrenmesi, toprak inisiyasyonu ise fizik bedenin kontrolü ve nefsin çarmıha gerilmesi anlamına gelir. Unutmayın ki bir inisiyasyon anlayışının genişlemesi ruhsal farkındalığın genişlemesidir, ancak bu inisiyasyonun bir okült veya dini törenden ya da ayinden gelmesi şart değildir.
Görüş berraklığını sağlamanın ve şuuru uyarmanın yolu meditasyondur. Meditasyonla kastettiğimiz, düşünce perdesinin ötesine geçerek ruhsal yaşam düzeyine erişmek ve eskilerin içinizdeki güneş gücü dedikleri ışığın ve gücün farkındalığına kavuşmaktır. Bu güneş gücü kutsaldır, sadece birey samimi olarak İsa’nın gerçeğini aradığı zaman uyarılmalıdır, bencil amaçlar ve salt meraktan uyarılmamalıdır. Geçmiş dönemlerin mabetlerinde ve mister (gizem) okullarında bu bilgi dikkatli bir şekilde korunurdu, hala öyledir. Ancak, Kova Burcu Çağında bu bilgi alçakgönüllü ve saf olanlara, gerçek bir arayış içinde olanlara verilmektedir. Söz konusu uyarılmanın başlangıcı da dua ve meditasyonda yatmaktadır. Bu da yavaş ve ritmik nefes alıp verme, zihnin dinginliğe kavuşturulması, iç mabede girmek ve orada Işık Efendisini aramak anlamına gelir. Bu işlem tüm bedeni etkiler.
Meditasyon sizi tüm planların içinden yükselterek göksel ışığa, Tanrının olgunlaşmış çocuklarının dünyasına götürür. Tanrının, kendini sevenlere hazırladığı şeyleri ne göz görmüştür ne de kulak işitmiştir. Kardeşlerim, Kova Burcu Çağının açtığı yoldur bu, dünyadan ta ruhsal aleme kadar uzanan güzellik, uyum ve kardeşlik yolu. O zaman Yakup’un merdiveni dünyada kurulacak, Gerçeği arayan herkes meleklerin dünya ve cennet arasında mekik dokuduğuna şahit olacaktır. Doğruyu söylediğimizi göreceksiniz. (Sayfa: 54-63)

BEŞERİ VE İLAHİ OLARAK İNSAN

Yüce üstatların neden kalplerinden ışık fışkırır halde resmedildiklerini biliyor musunuz? Çünkü kalp merkezi ilahi kıvılcımın, Tanrısal benliğin yeridir. Eskiden bilge rahiplerin talebelerine öğrettikleri diğer iki merkez zihin ve üreme merkeziydi. Eğer insan alt merkezler tarafından yönlendiriliyorsa maddecidir, bedensel zevkler için yaşamaktadır, bu tür insana göre yaşam bir defalıktır. Eğer insan baş merkezi tarafından yönlendiriliyorsa ve bir entelektüelse zihinsel şeyler için yaşamaktadır. Ama eğer kalp merkezi tarafından yönlendiriliyorsa bir inisiyedir. Bilgeliğin ve aşkın merkezi olan kalp diğer iki merkezi dengelemelidir. Eski bilgelik inisiyesinin asıl şeklini durugörüyle görebilseydiniz, onun bir ışık konisini andırdığını görürdünüz. Işık, koninin tepe noktasından beyin ve alt merkezlere inerek akmaktadır. İnsan enkarnasyonlarının tüm amacı, zamanla ilahi yaşamı fizik maddede tezahür ettirebilmektir. Bugünler dünya tarihinin en önemli dönemidir ve sizler öncüsünüz.
Her bireyin kendi yolunda gelişmesi istenir, ama birey hiçbir zaman tek başına değildir. Ayrı varlıklar olmanıza rağmen diğerleriyle birlikte kolektif bir yaşam ve kardeşliğe yönlendirilirsiniz. Er geç her ruh tüm grubun farkındalığına ulaşmaktadır, ama o zamana dek yaşam tek başına bir yolculuk gibi görünür. Sonunda bir zaman gelir ki birey grupla olan birliğini idrak eder. Gruba dahil olmak ya da olmamak bireyin karmasıyla ilgilidir. Grubu oluşturanların bir araya gelmesi tek bir yaşamda değil birçok yaşamda gerçekleşir.
Gerek karanlık gerekse nur birlikteydi, bu da bilge insanların bir başka sırrı! Mükemmel denge, yaşamın iki yanının mükemmel dengelenişidir. Yaşamı ve insan varlığını destekleyen iki sütun: Sevgi ve bilgeliğin merkezi kalp ile, güç, enerji ve iradenin merkezi akıl. Her ikisini birleştiren ve kemerin kilit taşını oluşturan ise Yüksek İdareci Plan’dır. Mabetteki çift sütunu Ana ve Baba (erkek ve dişi) olarak Tanrının ikili özelliğine benzetelim. Dünyadaki kaos, zulüm ve ıstırap, insanların asırlardan beri dişi prensibe sırt çevirmelerinden kaynaklanıyor. İlk başta bedenin, daha sonra aklın egemenliği hüküm sürmüştür. Bu ikili, bilgelik ve sevgi anlamına gelen ilahi dişi prensibi hapsetmeye, hatta yok etmeye çalışmıştır. Ama geleceğe aydınlanma, inisiyasyon ve ruhsal farkındalık damgasını vuracaktır, vurmak zorundadır. Dişi prensibin yavaş yavaş ama kesinkes dünyayı etkisi altına almaya başladığını göreceksiniz. Sonunda sevgi ve bilgelik güç unsurunu dengeleyecektir. (Sayfa: 64—72)

KARMANIN DEĞİŞİMİ

Başkalarını yargılamamaya çalışınız, çünkü onları suçlarken kendinizi de suçlamış olursunuz. Bağışlayınız çocuklarım bağışlayınız, başkalarını bağışlamakla kendinizi özgür kıldığınızı anlamıyor musunuz? Kardeşlerinizi sert biçimde yargıladığınız ve bağışlamayı reddettiğiniz sürece kendinize de aynı yargı hükmünü getirmiş oluyorsunuz, çünkü yaşam şu ruhsal yasayla yönetilir: “Ne ekerseniz onu biçersiniz.” Ancak kalbinizde bağışlama hissettiğiniz zaman kendinizi karmanızın esaretinden kurtarabilirsiniz. Ruhla, sevgiyle düşünmeyi ve davranmayı öğrendiğinizde karma değişime uğrar. Bağışlama kalbe girer girmez öz serbest kalır, esaret altında bulunan, çilenin çarmıhına gerilmiş olan ruh artık acı çekmez.

BASİTLİK

Üstat müritlerinde basitlik, alçakgönüllülük arar. Sade ruhu, sevecen ruhu, sadık ruhu arar. Sınamalara ve sınavlara tabi olursunuz, bu sınavları alçakgönüllülükle kabul ediniz. Alt zihin sizi kışkırtıp aşağı çeker, şüphelenmenize ve yorulmanıza sebep olur. Bu çekime kapılmayınız, çünkü sizi çeken alt zihindir. Yüksek zihin ki biz onun aracılığıyla çalışıyoruz, size sevinç ve güven verir, tüm varlığınızın mutlulukla dolmasını sağlar. Eğer alt zihniniz sözüm ona mantığınız bizi yalanlamaya çalışıyorsa biliniz ki o baştan çıkaran karanlık zihindir. Yıkıcı güç her zaman engellemek ister, yüksek zihinse her zaman iyiyi, güzeli görmeye teşvik eder. Ancak aşırı iyimserlikle aşırı kötümserlik arasında dengeli düşüncenin sağlam bir düzeyi vardır. İki güç arasında denge, ruhsal alemle dünya arasında denge. Her zaman Tanrı düşüncesini izleyiniz. (Sayfa: 83-86)




13.12.2008

---ASHTAR SHERAN---
DÜNYALILARA BİLDİRİLER
RUH VE MADDE YAYINLARI

Ashtar Sheran, evrendeki çeşitli yıldız sistemlerinden gelen uzaylı grupların meydana getirdiği Galaktik Federasyona bağlı Uzay Donanmasının komutanıdır. (Derleyen)

ANTİ ALEM

Soru- Niçin tüm dünyayı varlığınıza inandıracak şekilde kesin bir iniş yapmıyorsunuz?

Ashtar- Bu kendimizi küçümsenemeyecek tehlikelere atmak demektir. Düşmanca tutumunuz ve savaşçı ruhunuz, yöneticilerinizle yakın temasta bulunmamızı engelliyor. Binlerce yıl önce durum farklıydı, o zamanlar dünyalı insanlardan çekineceğimiz bir husus yoktu. Atalarımız (ki biz onların enkarnasyonuyuz) tanrıymış gibi saygı gördüler. Vaktiyle Sina Dağına büyük bir ana gemi inmişti. Ama günümüzde durum farklı, çünkü belirttiğiniz türden bir iniş dünya çapında bir paniğe yol açabileceği gibi, bize de hiçbir yarar sağlamayacaktır.


Soru- Uzay araçlarınızın duyularımızla alay edercesine hareket etmeleri bizi şaşırtıyor, ufolarınız mucizevi şekilde aniden belirip yine aynı hızla gözden kayboluyorlar. Bu olaylar o kadar esrarlı ki, psikologlarımız bu gözlemlere bazı psikopatların hayalleri ya da halüsinasyonları sıfatını yakıştırıyorlar. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

Ashtar- Biliminiz aşırı derecede maddi fenomenlere yönelmiştir. Biliminize göre tek bir evren vardır, o da gözle görülebilen ve ölçülebilen evrendir. Oysa bu büyük bir yanılgıdır, çünkü gözle görülen evrene zıt, görünmez bir evren daha vardır, yani zıt bir kutup. Bu anti evren, hayat formları hemen hemen aynı olduğu için yapısı ve bileşimi itibariyle maddi evrene benzer.
İçinde beşeriyetler barındıran anti alemlerin canlı varlıkları sizi fark edemezler, en azından son derece kompleks cihazlar olmadıkça. Tanrının sonsuz ve sınırsız Ruhsal Hiyerarşisi anti alemlerle karıştırılmamalıdır. Ruhsal alem (spadyum) enkarnasyonlar arasında uğranılan bir ara istasyondur, ayrıca yetkili bir adli kuruluştur, hesaplaşmanın, telafinin, tövbe ve ödüllendirilmenin gerçekleştiği yerdir. Orada kötü ya da geri denebilecek varlıklar da bulunur.
Anti alem ise madde alemiyle bir bütündür. Yaratılışın bu iki ortamı arasında nöbetleşe ilişkiler vardır. Bu iki alem, hatırı sayılır enerjiye sahip iki manyetik kutup oluşturur. Siz bu güçleri pozitif ve negatif olarak nitelendirirsiniz, kutuplaşmış enerjiler çekim dediğiniz şeyi yaratırlar. Yıldızlar arası uzaklıklar, yıldızların kendi çekimleriyle değil, maddi alemlerle anti alemlerin çekim gücüyle belirlenir.
Evrenin elektromanyetik alanlarını ustaca kullanarak hareket ettiğimizi sanıyorsunuz, öyle değil. Biz iki farklı çekimin alanını kullanırız. Zıt kutupları, karşılıklı birbirini iten iki evren olarak tasavvur etmeniz gerekir. Ufoların size fantastik gelen hareketlerinde ne atom gücünü, ne de elektronik sistemleri kullanırız, sadece evrenlerin kutuplanışını işler hale getiririz, o kadar. Kısaca, uzay gemisinin kutuplarını tersine çevirmemizi sağlayan, maddi alem ve anti alem dengesinde değişiklik meydana getiren cihazlar kullanırız.
Kutup değişimi esnasında, uzay aracı içindeki her şeyiyle maddi hayattan çekilir, yani ortadan kaybolur, bu durumdaylen hiçbir radar aygıtı bizi tespit edemez. Araç madde tarafından şiddetle geri itilmiştir, böylece ufo hayal bile edilemeyecek bir hıza ulaşır. Yerin çekim gücü misliyle artırılmış bir karşıt güç haline getirildiğinden, elde edilen hız ışık hızıyla kıyaslanamayacak kadar yüksek bir hızdır. Demek ki, önemli olan ayarlama ve yönelmedir, bunu gerçekleştirmek için ışık cisimciklerini (corpuscule) kullanırız. Siz henüz bu işlemleri gerçekleştirmekten çok uzaksınız, bu konudaki cehaletinizi yıllarla ifade edecek olursak, binlerce yıl geri olduğunuzu söyleyebiliriz. Üstelik bu gelişiminizi engelleyen savaşlar göz ardı edilerek ifade edilmiş bir süredir.


Soru- Ufo dediğiniz araçlar neden fincan tabağı şeklindeler?

Ashtar- Dış görünüş küresel bir şekle sahiptir. Bu küre, üst ve alt yüzeyleri kutuplanmış bir diske tutturulmuştur. Diskin iç kısmında anti aleme yönelik kutup değişimi yapılarak bir karşı çekim (anti gravitasyon) yaratılır, bu değişimin gücü ayarlanabilir. Uzay gemisinin maddi alanı terk etmesi esnasında araç ışıklı bir görünüm kazanır ve tümüyle gözden kaybolur. Aksi yöndeki işlem de aynı şekilde gerçekleştirilir. Enerji kutuplarının değiştirilmesi, maddenin anti maddeyle ilişkiye geçirilmesi demektir. Bu iki madde yan yana olamaz, birbirlerini iterler. Bir ufonun kutup değiştirerek anti maddeye bağlanması, hatırı sayılır manyetik bir gücün harekete geçirilmesine yol açar. Eğer ufo dünyaya yakınsa müthiş bir hızla uzaya fırlar.
Yıldızlar arası yolculukta anti madde yönünde bir değişim gerçekleştirmekteyiz. Ayrıca yer değiştirme esnasında kullandığımız ayrı bir sevk gücümüz daha var. Terminolojinizde ona takion vasıtasıyla elde edilen hyperdrive diyorsunuz. Bu farklı sevk vasıtaları birlikte kullanılabilir. Ani ve keskin dönüşlerde yaptığımız şey, ufoyu o yana eğmekten ibarettir. Her geminin özel güç alanları vardır, bunlar bizi atmosfer sürtünmelerine ve su basıncına karşı koruyan kalkanlardır. Demateryalizasyon (maddelikten çıkma), ufonun içindeki bir teknikle mümkün olur. Her insanın sahip olduğu astral beden rahatça dolaşırken, yarı demateryalize haldeki beden ufonun içinde kalır.


Soru- Tamamen hareketsiz ufolar gözlemlendi, bu nasıl mümkün oluyor?

Ashtar- Ufo böyle bir izlenim yaratsa da asla durmaz. Bu durumdaki bir gemi, kendini gezegenin rotasyon hızına ayarlamış haldedir, yani seyir halindedir. Gemi uzayda inşa edilir, kalkışı da bir gezegen üzerinde değil yine uzayda gerçekleşir. Hayal gücü en geniş şairleriniz bile böyle bir imalatı tasavvur edemez. Devasa bir ana geminin gezegen üzerinden kalkış yapması, o gezegenin yörüngesinden sapmasına yol açabilir, çünkü dev enerji dalgaları gezegeni etkileyebilir.


Soru- Bir ana gemi kendi özel enerjisiyle yolculuk yapabilir mi?

Ashtar- Hareket halindeki bir geminin tamamiyle anti maddeye bağlanmış olması gerekir. Bu andan itibaren gemi uzayda muazzam bir güçle yol alır, ama istenilen hıza ulaşılamazsa kendi özel enerjimizi de devreye sokarız. Bunun için fotondan daha küçük partikülleri kullanırız, böylece gemi ışık hızından çok daha süratli olan hyperdrive hızına ulaşır. Eğer anti maddeye yönelik kutup değişimi çok ani yapılırsa mürettebat büyük zarar görebilir, bu yüzden manevra tedrici yapılmalıdır. Geminin ışığında gözlemlediğiniz değişimlerin sebeplerinden biri de budur.
Gemi anti maddeye doğru kutup değişimi yaptığı zaman ilginç bir şey olur. Uzay aracındaki yolcu, yıldızların görüntüsünün yavaş yavaş değiştiğini ve yeni bir alemin gizlerini açmaya başladığını görür. Bilinen evrenin gezegen ve güneşleri kaybolur ve anti maddeden oluşan göksel cisimler ortaya çıkmaya başlar. O zaman uzay gemisini bir ateş sütunu halinde görürsünüz, bu onun saydam haldeki dış görünüşüdür. Vaktiyle Kızıldenizin ikiye bölünmesi ve bazı deprem olayları kutup değişimiyle yaratılan devasa enerji akımları tarafından meydana getirilmiştir. Dolayısıyla, bir uzay gemisi New York gibi büyük bir kenti yerle bir edebilir. Bunu bir tehdit olarak algılamayın, bu güçler hakkında bir fikriniz olsun diye söylüyorum.


Soru- Bazı bölgelerde mevzilenmiş kötülük, anti alemde de hüküm sürüyor mu?

Ashtar- Kötülük her yerde vardır, yani elverişli her yere yerleşebilir. Biz kötülüğü büyük çapta yendik. Kuşkusuz bizim toplumumuzda da hala bazı küçük yalanlar ve karakter zayıflıkları yok değil, ama cinayet asla. Kötülük dünya insanlığını üstesinden gelemeyeceği durumlara zorlamaktadır, işte bu yüzden size yardım etmeye geldik.


Soru- Belirli bir planı gerçekleştirmek üzere dünyaya geldiniz, bunun belli bir süresi var mı?

Ashtar- Evet, bazı safhalar önceden belirlenmişti ve bilinmekteydi. Örneğin, Sina Dağında Tanrı emirlerini teslim ettiğimiz zamanki safha. O sıralarda dünya bizim için herhangi bir gezegenden daha fazla önem taşımıyordu, ama bugün evrensel bir sorun haline gelmiştir.


Soru- Anti evren bulunduğumuz evrenden çok mu farklı?

Ashtar- Hayır, aralarında büyük bir benzerlik var, doğal olarak o evren de iskan edilmiştir. Anti alem başka bir boyuttur, fakat bunu dördüncü boyutu olan bir alem gibi düşünmeyiniz, yani bu boyutun görünüşü de yine üç boyutludur. Anti madde, maddenin iki kutbunun olması gibi tamamen doğal bir şeydir. Orada da rölativite yasası geçerlidir. İki evrenden her biri, dıştan bakıldığında diğeri için mevcut değildir, oysa her ikisi de vardır. Bu bir illüzyon değildir, iki evren uçsuz bucaksız manyetik kutuplar oluştururlar. (Sayfa: 19-36)

DÜNYA İNSANLARI

Yaşamın ebedi olduğuna birkaç kez dikkatinizi çekmiştim. İnsanın et ve kandan oluşan kısmından değil, ruhsal prensibinden söz ediyorum. İnsan evrenin bir parçası ve Tanrının bir cüzüdür. İnsan beyninin rolü tembellik yüzünden çok kısıtlanmış durumda, büyük bölümü hiç kullanılmıyor, düşünceniz belli bir noktaya çıkar çıkmaz duruyor, daha öteye gidemiyor. Dünya insanının ölümden ötesini anlayamamasının sebebi budur. Tabuttan ötesini düşünmek istemiyorsunuz, örneğin düşünce faaliyetinin ölümden sonra da devam ettiği gerçeği size saçma geliyor. Oysa düşünce kimi zaman somut yaşamdan daha önemlidir. Şuurunuz ölümsüzdür. Evet geçmiş yaşamlarınızın anısı bir sis perdesiyle örtülü gibidir, ama tamamen silinmiş de değildir. İnsan ruhu dünyevi bedenini bırakıp özgürleştikten sonra binlerce yıllık olayları hatırlar. Sormak istediğiniz sorular var mı?


Soru- Diyalektik materyalizm, insan şuurunun maddenin ürünü olduğunu ileri sürüyor.

Ashtar- Eğer tüm hatalarınızı bir bir saymak gerekseydi, binlerce cilt kitap olurdu. Şuur hiçbir şekilde maddenin ürünü değildir, uzayda hür bir şekilde evrimleşir. İnsanın, şuurun kafasının içinde yer aldığı zannına kapılması bir yanılgıdır. Şuurun kapsam alanı milyonlarca kilometrelik bir saha olabilir, bununla birlikte nihai etkisi bedende yer alır. Etkinin son bulduğu nokta ruhsal beden (perispiri) ya da semavi beden (astral beden) de olabilir. Şuurun kendine vasıtalık edecek bir araca, bir alete ihtiyacı vardır, fakat bu aletin ille de et ve kandan oluşmuş bir beden olması gerekmez. İnsan ölüp beyin tüm fonksiyonlarını yitirse de şuur ölmez. Beynin görevi, şuurun kendine özgü titreşimine aracılık etmekten ibarettir. Bu titreşimden en ufak bir sapma deliliğe sebebiyet verir. Beyin düşünmek için değil, titreşimi kontrol için yaratılmıştır.


Soru- İnsan ruhunun ölümsüzlüğüne ilişkin sürüyle kanıtı bilim adamlarının kuşkuyla karşılamaları, inkar etmeleri anlaşılmaz bir tutum değil mi?

Ashtar- Dünyanızda sadece kuşku ve inkar değil, büyük cinayetler de hüküm sürüyor. Bilim adamlarınız yakında gerçekleşecek İlahi Adalete boyun eğecekler. Tanrısızlığı kalkan edinmiş beceriksiz psikologlarınız kesin doğruları reddedip onları fanteziye ya da halüsinasyona bağlamaktalar! Gerçeğin kendilerinden saklandığı halklar yalanlarla yönetilmekte, büyük cinayetler kahramanlık gibi gösterilmekte ve aşağılık işlerin diplomasi adına yapıldığı ileri sürülmektedir. Şiddet ve kaba güç sıradan bir iş sayılmakta, ırklar arasındaki kin ve düşmanlığa normal şeylermiş gibi bakılmaktadır. Semavi dinler saptırılarak amacından uzaklaştırılmakta, fanatizm üreten kurumlar haline getirilmektedir. Tanrıya hakaret edilip sövülmekte, yaratılışın kör bir tesadüften ibaret olduğu ileri sürülmektedir. Kitleler koyun gibi pasifleştirilmekte, bazı açıkgözler küçümseme ve küstahlıkla yükselip toplumun emekçilerinin sırtında asalaklar gibi yaşamaktadırlar. Bu kişiliksiz kaba insanlar birbirlerine pastanın dilimlerini sunmakta, tavus kuşları gibi kabarıp içki alemleri düzenleyerek nefis yemekler yemektedirler. Onlara göre Tanrı gözle görülür ve elle tutulur olmadığı için yoktur, bu yüzden masalarına da oturamaz! (Sayfa: 37-40)

İNSAN OLMAK

Yöneticiler konuşuyor, halklar susuyor. Dünyada anlayamadığımız bir kayıtsızlık ve umursamazlık hüküm sürmekte, kitlelerin dikkati olumsuz şeylere çekilmekte, bu amaçla çeşitli sektörler geliştirilmektedir. Bu arada kulis arkasında çevrilen işler, döndürülen dolaplar halklardan gizli tutulmaktadır. Oynanan namussuzca bir oyundur. Tüm dünyada kokuşmanın getirdiği pis bir esinti hüküm sürmektedir. Her siyasi akım mutluluk formülünün kendinde olduğuna beşeriyeti inandırmak istiyor, bunlar yönetici sınıfların yerlerini korumalarını sağlayan yöntemlerdir. “Kendini bilmek” kimseyi ilgilendirmiyor, olumluya, iyiliğe ve insanlaşmaya doğru en ufak bir çaba harcanmıyor. Siz insan tabirinden ne anlarsınız ki? İnsan evrenin en zeki varlığıdır, siz sadece beşersiniz!
Binlerce ışık yılı uzaklıktaki uygarlıklar size yardım için Tanrısal mesajlar getiriyor, astronot ve misyonerler yolluyor, ama filozoflarınız getirdiğimiz yasaların zamane öğretmenleri tarafından icat edildiğini ileri sürüyorlar. İşte sizin teşekkür tarzınız bu! Oysa On Emir yüksek bir uygarlığa erişmiş gezegenlerdeki dinlerden gelmiştir, bu emirleri bir uzay gemisiyle getiren bizlerdik. Dünya tehlikededir ve tehlike giderek büyümektedir. İster kabul edin, ister etmeyin bizler İlahi Hiyerarşilerin elçileriyiz! Şimdi sorularınızı cevaplayabilirim.


Soru- Şu sıralar çok sayıda mümin kiliseden elini eteğini çekiyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ashtar- Bünyesinde objektif gerçeği tam anlamıyla barındırmayan dinlerinizden hiçbiri kurtuluşu gerçekleştiremez. Hıristiyanlık bu gerçeğin son derece ufak bir bölümünü içerir, Musevilik de öyle. Bu yüzden, müminlerin kiliseden elini eteğini çekmesini onaylıyorum. Dinin tam anlamıyla neyi temsil ettiği hakkında insanların çoğunun maalesef en ufak bir fikri bile yok, bu rahiplerinizin çoğunluğu için de geçerlidir. Din bir zaman geçirme vasıtası, bir hobi değildir. Her insanın din karşısında, yani gerçek ve yasa karşısında ödevleri vardır. Temel yasayı bilenin bunu diğerlerine de açıklaması kutsal bir görevdir. Gerek İncil yazarlarının, gerekse rahiplerin binlerce yıl boyunca insanlığa doğru bir öğreti aktarmadıkları saptanmıştır. Din bir gariplikler ve fanatikler fuarı değildir, din bir savaş alanı da değildir, o her varlığın hayati temelidir.
İdrak edemediğiniz bir şeyi reddetmekle büyük bir hata yapıyorsunuz. Yaradan Allah bizim için de anlaşılmaz ve kavranılmazdır, fakat bu onu kabul etmemek için bir gerekçe olamaz. Evrenler o kadar büyük, karmaşık ve çeşitli ki, öyle ustalıkla, öyle zekice düzenlenmiş ki, önceden yapılmış dahiyane bir planın varlığını insan kabul etmek zorunda kalıyor. Planlayan eşsiz bir kudret dilediğine hayat veriyor.
Kitabı Mukaddes’te “Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı” diye yazar. Kitabı Mukaddes’in bu pasajı, diğer birçokları gibi bizim tarafımızdan Musa’ya nakledilmemişti. Şimdi bu pasajın oraya nasıl sokulduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok, fakat bilinmeli ki kafa karıştıran yanlış bir anlam içermekte. Bu sözler büyüklük hırsına kapılmış bir rahibin elinden çıkmıştır. Tanrı hiçbir insan varlığıyla yakından ya da uzaktan hiçbir şekilde kıyaslanamaz. Tanrı sadece dünyadaki insanı yaratmadı ki, bir başka gezegende yaşayan bizleri de yarattı, aynı şekilde et ve kemikten varlıkların bulunduğu nice küreleri de yarattı. Şimdi onların Tanrısı da yalnız onlara göre mi olacak? Olmaz öyle şey!
İnsanın Tanrıyla benzerliği, ancak yaratıcı faaliyet gösterme yeteneğindedir. İnsanın Tanrıya benzeyen bir tarafı varsa, bu fiziki görünüm değil şuurdur. Musa uzay gemisinde kırk günlük ikameti boyunca muhtemelen bu yönde eğitilmişti. Fakat şurası muhakkak ki, bu öğreti zihin yapıları yetersiz halefleri tarafından dejenere edildi.


Soru- Teleportasyon (bedenin bir yerden bir yere nakli) olayında insanın hiç zarar görmemesini nasıl açıklıyorsunuz?

Ashtar- Mademki ruh ve beden diye bir şey var, o halde iki ayrı bölüm var demektir. Vücut demateryalize olmuş olsa da, inşa yasası ortadan kalkmaz. Canınıza gelince, o zaten dokunulmaz bir özelliğe sahiptir. Şu halde teleportasyon en ufak bir zarara uğranmadan gerçekleştirilebilir, çünkü bu yöntem saniyenin milyonda biri kadar kısa bir sürede gerçekleştiğinden, vücudun bir tehlikeye maruz kalması söz konusu değildir. Bir maddi zararın oluşabilmesi için nispeten uzun bir zamana ihtiyaç var. (Sayfa: 41-57)

İNANÇLAR

Soru- Bir celsede, kurtuluşun spiritüel bir reformla mümkün olabileceğini söylemiştiniz.

Ashtar- Evet, misyonumuzun amaçlarından biri de budur, sizi huzura kavuşturacak olan da budur. Bir atom savaşı felaketine uğramanıza izin verilmeyecektir. Üstün bir ırk tarafından gözetim altında tutulmaktasınız, bunu böyle bilin ve hiç endişelenmeyin.


Soru- Sovyetler Birliği ufo fenomenine karşı hep ilgisiz kalmıştı. Şimdi bu fenomeni çözmek için araştırmalara mı girişti, ne dersiniz?

Ashtar- Dünyasal bakış açısıyla Sovyetler Birliği komünizmi temsil eder, yani sadece dünyasal yaşama ve maddi bilimce kanıtlanmış olana inanır, bilimin reddettiği derhal parti tarafından da mahkum edilir. Şu halde, Sovyetler için ne bir gizem, ne de bir din vardır, onun tek dini sosyolojidir. Bu ideoloji ne Kitabı Mukaddes’in bilgilerini, ne de Sina Dağında verdiğimiz türden ilahi yasaları tanır. Parti kendini dünya beşeriyetinin en büyük düşünürlerinin zirvesi olarak görür, Kitabı Mukaddesle zıtlaşan mutlak bir mantıkları vardır. Cehaletten doğan ne ilkel bir mantıktır bu!
Sovyet yöneticileri için gizem yoktur, Tanrı yoktur, ölümsüz olan ruh yoktur, öte alem yoktur, ölümden sonra vicdani hesaplaşma yoktur, sorumluluk yoktur, reenkarnasyon yoktur, Hıristiyanlık yoktur, kısaca dünya dinlerinden hiç birinin hiçbir bakış açısı yoktur, yalnızca bilim üzerine kurulu beşeri bilgi vardır. Bu yüzden, Sovyet biliminin duyular dışı idrake pencere açma hakkı da yoktur, çünkü bu komünizmin çöküşüne yol açar, onlar bunu çok iyi biliyorlar (bu mesaj 1956 yılında alınmıştır). Onlara göre biz tüm dünyadaki askeri güçlerden daha büyük bir tehlike arzediyoruz. İşte bu yüzden Sovyetler her türlü gizemi inkar etmek zorundadır, çünkü gizem Marksist fikirlerin geleneksel düşmanıdır. Karl Marks her tür ilahi bilgiyi reddediyordu, izleyicileri de onu taklit ettiler, çünkü ideolojiye karşı gelmek istemiyorlardı. Bir gizem çözülüp aydınlatıldığı zaman sır olmaktan çıkar. Öyle ki Ruslar ufo meselesini çözmeye, bu işin sırrını aydınlatmaya çalışmıyorlar. Onlar ufoların ilahi iradenin tebliğleri ya da fiiliyle herhangi bir ilgisi olmadığını zannediyorlar, işte yanıldıkları nokta budur.


Soru- Ufoların esrarıyla ilgilenen herkesin, verdiğiniz bilgilerden yararlandığını sanıyoruz.

Ashtar- Biliminiz belli belirsiz de olsa bir başka evrenin varlığını sezmeye başlamıştır. Anti madde kanıtlanmıştır, ama anti evrenin sizinkinden ya da bizimkinden farklı olmadığını anlamanız gerekir. Hayat formları ve maddenin varlığı bu noktada aynıdır, farklı değildir. Herşey kavranılması mümkün olmayan o yüce planlayıcının iradesine göre yaratılmıştır. Tanrı en kapsamlı şuurdur, ezeli ve ebedi olan sonsuz uzayın en yüce kudretidir.
İnsanı bizzat Tanrının gözetlediğine, ona bizzat Tanrının rehberlik yaptığına, ölümden sonra onun huzuruna çıkacağına inanmakla teoloji büyük bir hata işlemektedir. Tanrı, Ruhsal Hiyerarşi aleminde mutlak bir yetkiye sahip nice kurumlar, nice varlıklar yaratmıştır. Bu büyük varlıklardan biri de, bir zamanlar kendine güç verip destek olduğumuz İsa’dır, bunu hala yapmaktayız. (Sayfa: 64-73)

GELECEĞİN ELÇİLERİ

Dünyanın şu andaki durumu, son yıllardaki yanlış atılımlardan ileri gelmiştir denemez, bu durum en azından 10 bin yıldan beri sürmektedir. Ama bu süre içinde yaşam biçiminizde yine de belirli bir değişim meydana gelebilmiştir. Teknik alandaki atılımlarınız gerçi dünyanın çehresini kökten değiştirmiştir, ama bu atılımın anlamı hiç de dürüst bir şekilde saptanıp ortaya konmuş değildir. Bir arınma yeri olan bu gezegen, üzerine düşen görevi yerine getirmemiştir. Dünya insanlığı adeta yeminliymişçesine arınmaya ayak diremiştir. Beşeriyetin böylesine alıklaşmış ve insanlığını böylesine yitirmiş olması bizi dehşete düşürüyor!
Aydınlarınızın fikirleri korkunçtur, din adamlarınızınkiler ise çocukçadır. Bu bönlük konusunda sizi uyarırım, çünkü bu durum spiritüel gelişiminizi tümüyle frenlemektedir. İnsan ruhunu bekleyen tehlikeleri bilemezsiniz, çünkü ahiret diye adlandırdığınız mekanları boş inanca dayalı fanteziler sanıyorsunuz!
Uzay gemisi üretimini büyük oranda artırmış bulunuyoruz, şu anda bile gezegeninizi kontrol altına alacak durumdayız. Sahip olduğumuz güçler bizi bir düşman gibi görmenize yol açıyor, toplumlarınızın liderleri de öyle düşünüyorlar. Başka gezegenlere gittiğimiz de oldu, ama hiçbir yerde düşmanca karşılanmadık, bu tutum dünyanıza özgü bir şey. Uzay gemilerimiz o kadar çok ki, istesek elektrik şebekelerinizi bir anda çökertebiliriz. Bu kadarı bile hayatınıza ve savunmanıza büyük bir darbe indirmeye yeter. Barıştan söz edip duruyorsunuz, ama iş onu gerçekleştirmeye gelince oralı bile olmuyorsunuz. Mevcut durumunuzla barışı kurmanız olanaksızdır, çünkü maneviyata ve dine dayalı olmayan bir barış doğaya ters düşen bir barıştır.
İmkansız sözcüğü dünyalılara has bir şeydir, oysa Tanrı için imkansız hiçbir şey yoktur. Her dünyalı kendine şu soruyu sormaktadır: Tanrı var mı? Bu soruya profesörleriniz bile doyurucu bir cevap veremez, bir kanaat ileri sürmekten öte bir şey yapamaz. Bu soruya cevap verebilmesi için, insanın dünya bedenini terk etmesi gerekir. Ama bu sefer de aynı bedenle tekrar dünyaya gelemeyeceği için Tanrının varlığı çözümsüz kalmaya devam eder. Bizde durum biraz farklıdır, çünkü kendimizi değişmezliğin kollarına terk etmeyiz, sadece fizik gelişimle değil, spiritüel gelişimle de ilgileniriz. Sırlara vakıf oluşumuzun hikmeti işte burada yatmaktadır. Dünyanızda din ve evrensel ruh konusunda yalan yanlış kavramlar geliştiriyorsunuz. Kiliseleriniz ve dini kurumlarınız nazarımızda bir tradisyondan, bir tiyatrodan ve yalan yanlış bir yorum koleksiyonundan başka bir şey değildir! Dinlerinizin yer yer pozitif hakikat parçacıkları içerdiğini inkar edemem, ama buna rağmen hem insanların anlayışını bulandırmış, hem de tutumlarını etkilemişlerdir. (Sayfa: 77-83)

EŞİTLİK ÖĞRETİSİ HAKKINDA

Komünizm akıl almaz gelişmeler kaydetmiş, uluslar arasında yüksek bir gerilimin filizlenmesine yol açarak yeni bir çağı başlatmıştır. Bu dünya görüşünü tahlil etmemiz gerek.
Özünden saptırılmış Hıristiyan kiliseleri, dünya insanlığının alt tabakalarının evrimini frenlemiştir. Vasat insanlar ve yoksul halk tabakaları üzerine zenginler kadar aydınlar da çullanmış, insanları baskı altına almışlardır, bu tutum özellikle Rusya’da sergilenmiştir. Büyük düşünürler Kutsal Kitabın her türlü mantığa ters düştüğünü söylerken, rahipler aksini iddia etmişlerdir. Bu rahipler, insanların muhtemel yanlışlar üzerinde kafa yormasını yasaklayan zihniyetin temsilcileriydiler. Kutsal Kitaba göre bir tabu mevcuttu, hala da öyledir. Tabuya ilişen doğru yoldan çıkmış sayılır, ebedi cehennem azabına layık görülürdü, hala da görülmektedir. Marks ve Engels gibi büyük sosyologlar, ebedi cehennem kavramına inanmama cesaretini göstermişlerdi. O amansız baskı karşısında böyle davranabilmek, büyük cesaret isteyen bir işti doğrusu!
Spinoza’nın felsefesini incelemiş olan Marks, düşünceleri ve sarsılmaz muhakemesiyle büyük bir dahi idi. Böyle insanlara büyük saygı duyarız, ama diğerleri gibi o da trajik bir şekilde yanılmış ve tüm insanlığın zararına yol açacak sonuçlar yaratmıştır. Dünya insanlığına eşsiz bir sevgi beslemiş bu sosyologlara karşı nankörlük etmemek gerekir. Gerçi niyetleri pek halisti, ama çabaları yanılgıdan ibaretti. Bu büyük düşünürlerin bizimle hiçbir teması olmamıştı.
Marks’a göre Tanrı intikama susamış bir varlık olamazdı, sevgi tanrısı olmadığına göre tahtı boştu. Ona göre insanların ibadet ve itaatleri, yalan yanlış tanımlanmış bir objeye yönelikti. Yerine başka bir şey koymadan sahip olduğu bir şeyi insanın elinden çekip almak zor bir iştir, hele o şey Tanrı olursa! Akıl dışı bir Tanrının şüphesiz ispatlanmaya ihtiyacı olamaz, akıl dışılığı bile bunun için yeterli kanıttır. Ama kilise bu akıl dışılığa dört elle sarılmış durumdadır. Bizi kızdıran şey, politik dalaşlarınızda Tanrıyı bahane olarak kullanmanızdır. Tevratta şöyle deniyor: “Tanrı insanlara Sina Dağından hitap ediyordu” Tanrı, yani Evrensel Ruh çehresini hiçbir zaman göstermemiştir, Tevratta ifade edildiği kadar gülünç bir tarzda tecelli etmemiştir. Sina Dağında Tanrıyı gördüğünü sanan kişi feci bir yanılgıya düşmüştür. Geçmişte atalarımız Tanrı elçisi olarak görev yapmışlardır, Tanrı olarak değil, bu görevi bugün bizler yapmaktayız.
Tanrının mesajları ve geleceğin elçileri konusunda inkarcı materyalist ideoloji sahipleri ne biliyorlardı acaba? Onlar kendilerini tesadüfün yarattığını sanmaktaydılar! Politik gücün çok büyük bir önem taşıdığının farkındaydılar, bu yüzden insanlığın Tanrı tarafından değil, büyük düşünürlerden oluşmuş bir meclis tarafından yönetilebileceği kanısındaydılar. Oysa gerçek Tanrı (ki böyle bir Tanrı Kutsal Kitaplarınızda tasvir edilmiş değildir) insanlık alemini değil, doğayı ve yıldızları yönlendirmektedir. O, insanlar ve hayvanların yaşamını hedefleyen yasalar değil, semavi yasalar vazetmiştir. Evrim yolunda herkes özgürdür, ama dünyaları yöneten ve büyük düşünürlerden oluşan bir seçkinler topluluğu vardır. Bu topluluk, sözümona bilim adamlarınızın kabul etmeye yanaşmadıkları ve hor görüyle andıkları spiritüel mekanlarda bulunmaktadır. Bu seçkinlerin direktiflerini dinlemek istemeyenler boşuna çırpınıp dururlar, çünkü sorunları herkesi tatmin edecek şekilde çözemezler. Dünyada barışın insanlar tarafından kurulamamasının sebebi budur.
Sözlerimize kulak veriniz, biz küçük azizler geleceğinizin teminatıyız, sevgiyi ve geleceğinizi teminat altına almakla görevlendirilmiş melekleriz. Dünyanın politik manzarası tam anlamıyla kokuşmuş durumda, çünkü temel kaya üzerine oturtulmuş değil, hakikat kayası spiritüel hayattır. Eğer Marks varlığımızın ve faaliyetlerimizin farkında olsaydı, eşsiz ve dahiyane bir esere hayat verecek malzemeye de sahip olacaktı. Tanrı kavramıyla doğa kavramı arasında bir ilişki vardır, doğal olan aynı zamanda ilahidir de, iki ifade arasında hiçbir fark yoktur. Komünistlerin tanrıtanımazlığı, dine ait her tür düşünceyi reddetmekle büyük bir hata yapmıştır, çünkü bu doğal olan herşeyi reddetmek anlamına gelir.
“Tanrı indinde tüm insanlar eşittir.” Bu Kutsal Kitabın ifadesidir, ama tam anlamıyla doğru bir ifade değildir, çünkü insanlar arasında büyük farklar vardır. İyi ve zeki insanlar olabildiği gibi, kötü ve ahmak olanlar da vardır. İkisi aynı kefeye konulamaz, insanlar arasında tam bir eşitlik asla söz konusu olamaz. İnsanlar eşittir diyen bir felsefe ya da bilim yalan söylüyor demektir. Komünizm bir sürü partizana işte bu yalan sayesinde sahip olmuştur. Toplumun alt tabakalarına eşitlik vaat ederek, onlara zenginlerin sahip olduğu mülklerin bir kısmını vereceğini söylemiştir. Ne yazık ki eşitliğin ancak evrimle sağlanabileceğini söylememiştir. Toplumdaki farklılıkları, dünyadaki hiçbir politik görüş silip atamaz. Evrim yasası tüm ırkları eşit bir şekilde sarıp sarmalamaktadır. Az gelişmiş bir toplumun, gelişmiş toplumların sahip olduğu tüm nimetlerden yararlanması gerçekçi değildir. Yoksulların kıskançlığı, tüm dünya için bir tehlike teşkil etmektedir.
Tehlikeli olduğu gerekçesiyle komünizmin tümüyle mahkum edildiğini de gözlemledim. Bu hiç doğru bir şey değil, çünkü komünizmin pozitif yanları da var. Biz küçük azizleri pekala komünist diye nitelendirebilirsiniz, ama sizin komünizminizle bizimki arasında büyük bir fark var, çünkü bizim dünya kardeşliği kavramımız tanrıtanımazlık temeline oturtulmamıştır. Biz şunu çok iyi biliriz ki, bir gezegen üzerindeki yaşam biçimi, bireyin evrim derecesine uygun bir yaşam türüdür. İnsanın bireysel evrimi için bir sınır söz konusu olamaz, olmayacaktır da.

ÖLÜM HAKKINDA

Biraz da ölüm konusuna temas etmek istiyorum, çünkü ölüm dünya hayatınızın heder olup gitmesine yol açmaktadır. Kilise sorumluları görevlerini tamamen ihmal etmişlerdir. İnsan hayatından çok söz edilmekte, ama bu hayatın sadece doğum ve ölümle sınırlanan tek bir bölümü ele alınmaktadır. Bu iki sınırın öncesi ve sonrası, içine nüfuz edilemeyecek kadar koyu karanlık içindedir. Dünya insanı muhakemesini bu iki sınır içinde tuttuğundan, tüm deneyimlerinin bu hayatıyla sınırlı olduğunu, ölümünden sonra bunların hiçbir anlamı kalmayacağını anlayamamaktadır. İşte yanılgı bu noktadadır. Kim olursa olsun, hangi gezegende yaşarsa yaşasın, insanın spiritüel deneyim olarak biriktirdiği şeylerin hiçbirisi ölümle birlikte yok olup gitmez.
Dünya insanı anılarını ve deneyimlerini bir sonraki nesle iletebileceğini sanmaktadır. Kalıtım yasaları bu maksatla formüle edilmiştir, çocuklara büyük önem verilişinin temelinde yatan sebep de budur. Kitaplar, başarılı işler, anıtlar dikerek ölümsüzleşme isteği ve tarihe geçmek isteyen canilerin fiilleri de bu sebepten kaynaklanmaktadır. Sonraki nesillerin hafızasında ölümsüzleşmek hiç de ölümsüzleşmek değildir, bu düpedüz yanılgıdır. Öte alem konusunda bilgi sahibi olmalarına rağmen firavunlar da böyle düşünmüşler, ama orada yaşamaya nasıl devam edileceğini bilememişlerdir. Dahası, önemli gerçeklerin yerine yalan yanlış açıklamalar konulmaya kalkışılmıştır.
Ölümün yanlış bir şekilde yorumlanması, ruhun bedenden yayılan bir ürün diye nitelendirilmesinden kaynaklanmakta, ruhun etkileyici gücünü beynin ürettiği sanılmaktadır. Bu anlayışa göre ölen bir beyin, etkileyici güç üretimini de durdurmaktadır. Zavallı bilim adamları! Televizyon cihazı arıza yaparsa veya tahrip olursa, ortada verici istasyon diye bir şeyin kalmadığını nasıl iddia edebilirsiniz? Yayını yapan alıcı cihazınız değildir, cihazınız yayını belli bir frekans üzerinden alan nesnedir sadece! Demek ki düşüncelerim, kendini düşünce dalgamın frekansına ayarlayabilecek herkes tarafından pekala alınabilir. İnsan öldüğünde alıcı cihaz kırılıp gitmekte, ama şuur ile anılara bir şey olmamaktadır. Şuur ruhun sahip olduğu tüm edinimlerle evrenin sinesinde daha önce nasıl var idiyse, aynı şekilde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Madde ne ruhu meydana getirebilir, ne de ruhsal fonksiyonları ortaya çıkarmayı başarabilir, çünkü ruh maddenin üstündedir, onu kullanandır.
Aslında ölüm çok basit ve sade bir olaydır. Ruhun maddeyle bağlantısı kopmakta, bedene bağlanmadan önceki haliyle kalmaktadır. Bunun anlamı şudur: İnsanın algıları, duyguları ve her türlü şuur faaliyeti devam etmektedir. Ama bu kez iş maddesiz olarak ve özerk bir anlamda cereyan etmektedir. Spiritüel mekanlardaki hayat, dünya hayatına kıyasla daha yüksek seviyelidir. Oralarda düşünce de, algı da daha yoğunlaşmakta, insanın tahayyül ettiği herşey anında gerçekleşmektedir. Gelişmiş bir ruh kuş gibi uçabilmekte, balık gibi yüzebilmekte, kurtçuk gibi toprağın içine girebilmektedir. Çok ağır hareket edebildiği gibi, düşünce hızıyla da yer değiştirebilmektedir.
İnsanların çoğunluğu hayatın adaletsizliğine maruz kaldığına inanmakta, kendileri mahrumiyet içindeyken diğerlerinin şan, şöhret, zenginlik ve sağlık içinde hayatın tadını çıkardığını düşünmektedir. Aslında adaletsizlik diye bir şey yoktur, tek bir hayat yaşamadığına göre, insan bu durumu telafi etme imkanına her zaman sahiptir. Zevkü sefa içinde geçen bir hayat, genellikle o hayatı sürdüren kişinin çok gelişmiş olduğunu göstermez, gelişmiş bir varlık, zengin birini her halükarda geride bırakır.
Dünya insanlarının spiritüel manzarası diğer gezegenlerdeki varlıklarda tiksinti uyandırmaktadır. Sizler anlaşılması zor insanlarsınız, bir şeyler öğretmek için elimizden geleni yapıyoruz, ama sözlerimiz çölde vaaz veriyormuşçasına yoklara karışıp gidiyor. Şeytan dünyanızda dilediği gibi at koşturuyorsa bu yüzden koşturuyor!

NEGATİF BİR MİRAS

Atadan kalan servet çocuklar ve akrabalar arasında bölüşülmektedir. Ama bir de spiritüel miras vardır, o mirasa tüm ulus konabileceği gibi, tüm insanlık da konabilir. Atalarınızın spiritüel miras anlayışı pek korkunçtu. En önemli miras, kanlı savaşlar ve korkunç mücadeleler sırasında edinilmiş tarihi deneyimlerdir. Hiç tanımadığı insanları acımasızca katleden savaşlara komuta etmiş şefler kahraman diye nitelendirilmiş ve ölümsüzleştirilmiştir. Bunlar gençliğe ve insanlık aleminin yeni şeflerine müstesna örnekler olarak tanıtılmıştır. Böyle bir miras evrenin neresinde var? Ben şahsen başka hiçbir yerde böyle bir mirasa tanık olmadım, bu zihniyet sadece dünyanızda var!
Binlerce yıl önce işlediği soykırımla böbürlenen bir insanlıkla karşı karşıyayım! Ne güzel bir spiritüel miras! Bu kan dökücülükle bir ilginiz olmadığını söylemeye kalkmayın sakın, çünkü insanlara karşı işlenmiş bu canavarca suçların failleri sizlersiniz! Dünyanın çehresini siz şekillendirdiniz. Savaşlardaki kahramanlıklarınızı nesiller boyunca yücelttiniz de yücelttiniz, yerküreyi her biri insan kanına bulanmış nice hayatlar boyunca çiğneyip durdunuz. Dünyaya öyle bir yapışmışsınız ki, şu andaki gelişim seviyenizin üzerine bir türlü çıkamıyor, negatif mirası bir türlü reddedemiyorsunuz.
Bize göre normal bir insanın savaşı kabul etmesi olacak şey değildir. Savaşı kabul eden bir insan sağlıklı bir mantığa sahip olmayan, insan hayatına hiç saygı duymayan ve skalanın cehalet basamağında tüneyen bir zavallıdır! Eğer Tanrı insanların sayısını azaltmak isteseydi savaşa, depreme, vebaya ihtiyaç duymazdı, yeryüzünde bedenlenmelerine engel olması yeterdi. Siz Tanrınızı tanımıyorsunuz, savaşmanızın sebebi budur. Savaş düşüncesini ululayan ve gelenek haline getiren bir mirası yüklenmiş durumdasınız. Geleceğinizi görmekteyiz, halihazırdaki zihniyeti devam ettirdiğiniz takdirde geleceğiniz iyiden iyiye kararacaktır.
Siyasi liderleriniz ve din adamlarınız şöyle düşünüyorlar: Tanrı her şeyi affedebildiğine, kendi oğlunu bile diğer insanlar cezadan kurtulsun diye feda edebildiğine göre korkulacak bir şey yok! Ne ahmakça bir düşünce bu? İnsanlarınızın düşünme yetisinin yozlaşmışlığını görebiliyor musunuz? Bir insanın, hem de kutsal ve masum bir insanın, günahlarınızın kefaretini ödemek için çarmıhta can vermesi size mantıklı geliyor mu? Siz günahlar içinde yaşamaya devam edebilesiniz diye, masum biri bedel mi ödeyecek? Böyle saçma bir görüşü paylaşmamız mümkün değildir.

İNADIN EGEMENLİĞİ

İnsanlığın bir türlü anlamak istemediği bir konu da tekrardoğuştur. Tüm evrende geçerli olmasına rağmen tekrardoğuş ciddiye alınmamaktadır. Dünyadaki insanların hemen hemen hepsi burada defalarca bedenlenmiş varlıklardır. Bu, evrendeki daha yüksek düzeyli kürelerde yaşamayı hak etmedikleri için böyledir. Kiliselerin nasıl olup da tekrardoğuş öğretisini saf dışı ettiklerine, görmezden geldiklerine bir türlü akıl erdiremiyorum. Bu yola sapmasalardı, belki de insanlık yaşamın anlamını kavrayabilecekti. Ama dünyada inadın egemenliği hüküm sürmektedir. Nice kanlı savaşın, nice insanın ıstırap çekmesinin sebebi hep bu inattır. Siz inadı gelenek haline getirmiş bir topluluksunuz!
Bilim adamlarınız sırf inat yüzünden spiritüel gerçeklerin karşısına dikilmekte, politikacılarınız inat yüzünden pes etmemektedir. İnat yüzünden önyargılara sarılmakta, nice evlilik bağı inat yüzünden kopmakta ve aileler dağılmaktadır. İsa inat yüzünden çarmıha gönderilmiş, Berlin duvarı inat yüzünden inşa edilmiştir, silahlanmayı dürtükleyen de inattır. Ama ne filozoflarınız, ne bilim adamlarınız, ne yargıçlarınız, ne de politikacılarınız inat konusunda bir açıklama yapmıştır, hatta inat konusunda düşünmek akıllarına bile gelmemiştir. Dünya insanı öte alemdeki mekanlarda bile inadını sürdürmekte, yüce ışığa yönelmekte zorlandığı için yine dünya planına dönmeye mecbur kalmaktadır. Bana inanmayanlar çocuklara baksınlar. Onlar bile eski yaşamlarında edindikleri inadı bu yaşama taşımakta, istedikleri yerine getirilmediği zaman dikleşmekte, kendilerini yere atıp tepinmeye ve ağlamaya başlamaktadır.
Biz inatçı bir uygarlık değiliz. Sizi yeni bir inancı kabule zorlamayışımızın sebebi de budur. Biz aklınızı ve mantığınızı harekete geçirmeyi yeğliyoruz. Uykudan uyanmanız şart, beyninizin kullanmadığınız o ikinci bölümünü de faaliyete geçirmeniz gerekir. Orada aksayan ve düşünme yeteneğinizi baskı altında tutan bir şeyler var. İnadı bırakınız!

GEÇMİŞİN PEYGAMBERLERİ

Geçmişin peygamberlerine bu kadar inanmanıza rağmen, kilisenin yeni peygamberlere karşı aynı inancı beslememesi şaşılacak bir şey! Bilim ve teknik ilerlemiştir, ama vasat bir insanın düşünme kapasitesi normalde ulaşması gereken seviyenin altındadır. Sonuç olarak peygamber de sizin gibi bir insandır, ama başka planlara mensup zekalarla spiritüel ilişki kurabilme yeteneğine sahiptir. Fakat söz konusu zekalar her zaman üstün bilgilere sahip olmayabilirler, hatta bazıları yaşayan insanlardan daha fazla şey bilmeyen ölmüş insanların ruhlarıdır. Bu geri seviyeli ruhlar, kendilerini tanrı olarak tanıtabilirler. Nitekim şeytan, koltuğunda Kutsal Kitap olduğu halde tezahür etmiştir!
Geçmişteki peygamberleriniz tecrübeye de, bilimsel anlamdaki bilgiye de sahip olmayan cahil insanlardı. Öte aleme mensup varlıkların onlara X’i U diye yutturması işten bile değildi. Ne diğer yıldızlardaki hayatlardan, ne de spiritüel alemlerden haberleri vardı. Tanrıyı bulutların üzerinde süzülen üstün bir insan olarak tasavvur ediyorlardı. Dünyanıza bir misyonla gelen atalarımız, bu peygamberlere başka yıldızlardan geldiklerini bir türlü anlatamamışlardır. İçinde görkemli kıyafetlere bürünmüş atalarımızın bulunduğu uzay gemileriyle yüz yüze geldiklerinde büyük bir korkuya kapılmışlardı! Tanrı muamelesi görmek, görevlerini kolaylaştırdığı için atalarımızın işine gelmişti, tersini söyleseler bile bir yararı olmayacak, tanrılık payesinden kurtulamayacaklardı.
Bu tür faaliyetlerin hepsi bizim tarafımızdan gerçekleştirilmiştir. İlya’nın göğe alınması, Hezekiel’in vizyonları, İsa’nın göğe çıkışı bu tür fenomenlerdir. Dinleriniz, bu konudaki bilgisizlikleri yüzünden yalan yanlış inançların vücut bulmasına sebep olmuşlardır. Fatima olayı da bizim meydana getirdiğimiz olaylardan biriydi. Geçmişin peygamberleri, bugün fabrikalarda çalınan sirenlerin sesini duymuş olsalardı, son saatin gelip çattığını ve meleğin suru üflediğini sanırlardı! Nitekim uzay gemimiz dikkatlerini çekmek için siren çaldığında, Sina Dağı sakinleri dehşete düşmüştü! Peygamber olarak ölümsüzleştirdiğiniz zavallı Yunus, sadece denizlerin üzerinde dolaşan uzay gemisinin yolcularından biriydi!
Tanrı vardır, ama hayal ettiğiniz şekilde değildir. Tanrı sizin ayağınıza gelmez, ama elçilerini gönderir, işte biz o elçileriz, geleceğinizi şekillendirmekle görevli elçiler. Ama gelecek, savaşan insanlar, dinler ve uluslar olduğu sürece şekillendirilemez. Bilim bu alanda itibar kaybına uğradığını kabullenme cesaretini göstermelidir, çünkü dünya üzerindeki hayattan tamamen bilim sorumludur. (Sayfa: 77-113)

ASHTAR SHERAN

Kutsal Kitap meleklerin tezahür edişlerini (aparisyon) dile getirmektedir. Melek spiritüel bir varlıktır ve spiritüel alemde yaşayan insanların tabi olduğu yasalara tabidir. Meleğin tezahür ediş tarzı, öte alemde yaşayan bir ruh varlığının tezahür ediş tarzının aynıdır. Bazı Kutsal Kitap uzmanları, tam anlamıyla materyalize olabilen, yani ete kemiğe bürünebilecek kadar kendilerini değişime uğratabilen meleklerden söz etmektedir. Oysa uzmanlar bu konuda yanılmaktadır, melek her zaman melek olarak kalır, fizik bir bedenle tezahür edemez. İnsan ruhuyla melek arasındaki fark da budur zaten. Melek, durugörü yeteneğine sahip bir medyuma pekala görünebilir. Gerçi fizik bedene bürünemez, ama yaşayan bir insanın ektoplazmasını kullanmak suretiyle kendini insan suretinde tezahür ettirebilir. Bu durumda melek kendine ektoplazmik maddeyi sağlayan medyuma bağlı kalmaktadır.
Ama spiritüel alemde yüce ruh varlıkları da vardır. Melek diye adlandırılabilecek niteliğe sahip büyük inisiyatörlerdir bunlar. Kanatlar, kuşta olduğu gibi melek bedeninin ayrılmaz parçaları değildir, sembolik şeylerdir, istek üzerine astral maddeyi düşünce yoluyla şekillendirmek suretiyle oluşturulmaktadır. Melek kanatlı görünüme çok özel şartlarda bürünür, özellikle de Tanrı elçisi olduğunu göstermek istediği zaman. Omuzladığı görev, meleğin kendinden daha önemlidir, bizim omuzladığımız görev de bizden önemlidir. Şunu bilmelisiniz ki, Kutsal Kitabınızda bir melek tarafından meydana getirilmiş hiçbir tezahür olayı yer almamaktadır. Meryem Ana’nın müjdeci meleği bile şekle bürünmemiş, mesajını ona telepati yoluyla, yani gönül kulağına fısıldamak suretiyle iletmiştir.
Diğer melek tezahürlerinin hepsi bizim meydana getirdiğimiz fenomenlerdir. Az önce sözünü ettiğim astral madde gerçi sizinki kadar yoğun değildir, ama onu kullanarak yine de materyalize olabiliriz. Materyalize olmak için bir medyumun ya da herhangi bir dünyalının ektoplazmasına ihtiyaç duymayız. Tevrattaki Sodom ve Gomore olayında, Lut’u uyarmak için iki melek zuhur etmişti, o uzun saçlı melekler küçük azizlerdi, yani bizlerdik. İncilde İsa’nın mezarı başında beklediği belirtilen uzun saçlı, beyaz giysili melekler de bizlerdik. İsa’nın göğe alınışını hayret dolu bakışlarla izleyen seyircilerin arasındaki beyaz giysili insanlar da bizlerden başkası değildi. İlya uzay gemilerimizden birine bindirilmiştir, İsa da uzay gemisine alınmıştır. Kutsal Kitaptaki uçan daireler bulut diye tasvir edilmiştir, orada ayrıca ufo diye adlandırdığınız küçük gemilerden de söz edilmiştir.
O zamanlar dünyalılarla ilgilenen atalarımız, hedeflerine kısmen ulaşabilmişlerdir. Gerçi İsa onlardan himaye görmüştü, ama o da hedefine ulaşamamıştı. Teknolojinizin kaydettiği gelişme bizi umutlandırıyor, sizi spiritüel etki altına almaya çalışmamızın sebebi de bu umuttur. Ama karşımıza son derece güçlü bir düşman dikilmektedir. İktidar çılgınlığı! Bu çılgınlık bazen tüm insanlığı mahvedecek ölçülere varmaktadır, ama biz böyle bir şeye asla izin vermeyeceğiz. Şimdi sorularınızı sorabilirsiniz.


Soru- Küçük azizler, yani sizler dünyada cereyan eden tüm olaylardan haberdar mısınız?

Ashtar- Dünyanız dört bin yıldan fazla bir süredir ilahi denetim altındadır, bu denetim küçük azizler kanalıyla yürütülmektedir. Gemilerimiz keşif ve istihbarat imkanlarıyla donatılmıştır. Araçlarımızda dünya liderlerinin tüm görüşlerini kayda alabilecek cihazlar var. Söylediklerim size inanılmaz gelebilir, ama unutmayın ki sizden fersah fersah ilerdeyiz. Uzaktan kumandalı araçlarımızda insan bulunmaz, takip edildiklerinde süratle uzaklaşırlar. Hızları sadece sizin değil, bizim bile tahammül edemeyeceğimiz kadar yüksektir, hiç yanılmaksızın ana gemiyi otomatik olarak bulabilirler.
Pilotlu araçların hızı daha düşüktür, yine de etten ve kemikten yapılmış bir bedenin dayanamayacağı kadar yüksek hızlara ulaşabilirler. Bu hızda biz demateryalize olma yoluna gideriz, böylece yolun tamamını ışık hızını da aşan bir hızla kat etmiş oluruz. Bunları kavramanız elbette çok zordur, bilim adamlarınız ışık hızını aşan bir hızı hala kabul etmiyorlar. Deneylerimiz düşünce hızına bile ulaşabileceğimizi göstermiştir. Düşünce bir saniye içinde güneş sisteminizi bir uçtan öbür uca kat edebilir. Düşünce hızında demateryalize olduğumuzda şuur fonksiyonlarımızda bir kayıp olmaz.


Soru- Binlerce yıldır dünya insanından istediğiniz sonucu alamadığınızı söylediniz, bundan sonrası için umutlu musunuz?

Ashtar- Evet, yoksa bu konuyu çoktan rafa kaldırırdık. Geçmişte, evrende başka alemlerin de var olduğunu kafanıza çok zor sokabilmiştik. Ama kilise bu bilginin karşısına işkence tehditlerini dikti. Bugün dünya insanlığı varlığımızı kavrayacak bir noktaya gelmiştir. Bilim adamlarınız başka gezegenlerde de hayat olabileceği düşüncesini artık reddetmiyorlar. Evrende birçok insanlık alemleri vardır, ama birçoğu sizden çok uzaktadır. Bizimle irtibat kurmuş pek çok medyum tımarhanelere kapatılmış, birçoğu da aynı akıbete uğramamak için susmayı tercih etmiştir. Ama parapsikoloji her geçen gün biraz daha fazla saygınlık kazanmaktadır.


Soru- Anlattıklarınızdan dünyada durumun hiç de iç açıcı olmadığını anlıyoruz, bunun sebebi nedir?

Ashtar- Aranızda kendini dindar sanan, ama bağnaz ahmaklardan başka bir şey olmayan nice insan var. Ahmak sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü bağnazlık insanı daima taraf tutmaya sevk eder. Dünyanızda bir sürü mezhep var, bunların hepsi bağnazdır. Bağnazlık insanı spiritüel anlamda kör eder, bu körlük politikacılarda olduğu kadar askerlerde de var. Özel şekilde yoğrulup şekillendirilen sade bir nefer bile, sonunda bağnazlaşmakta ve spiritüel anlamda körleşmektedir.
Çok eskiden beri sizi gözetliyor ve ne yaptığınızı biliyoruz. Şimdi bana eski çağlardaki insanların sizler olmadığını söyleyebilirsiniz, bu bile ne kadar cahil olduğunuzun kanıtıdır, çünkü eski çağlardaki o insanlar sizlerdiniz! Sina Dağı çevresinde konaklamış olanlar sizlerdiniz, İsa’yı yuhalayanlar da, Meksika’da güneşe tapanlar da, sık ağaçlı ormanlarda hemcinslerini yiyenler de sizlerdiniz! Bugün bile hemcinslerinize saldırmaktan, onları soymaktan ve Tanrıyla alay etmekten başka ne yapıyorsunuz ki?


Soru- Dünyalılar bir gün araçlarınıza mutlaka ateş açacaktır, o zaman ne yapacaksınız?

Ashtar- İsabet kaydetmeniz mümkün değil, uzay gemilerimiz özel bir enerji alanıyla çevrilidir, bu alanı hiçbir silahınız delemez. Bu koruma kalkanı yüksek hızlara ulaştığımızda da işimize yaramakta ve bizi meteorların darbesinden korumaktadır. Biz kesinlikle sizden üstünüz, üstünlüğümüzü kanıtlamak için kanınızı akıtmamız gerekmez herhalde?


Soru- Binlerce yıldır bizi gözetleyenler sadece sizler miydiniz?

Ashtar- Şu anda sadece bizleriz. Ama iki, üç, hatta dört bin yıl önce başka uzaylılar da dünyanızı ziyaret ettiler. Metharia gezegeninden keşif amacıyla bazı insanlar geldiler, başka uygarlıklardan da gelenler oldu. Dünyanız incelenmeye ve denetlenmeye değer bir gezegendir.


Soru- Fatima Olayını sizin gerçekleştirdiğinizi söylediniz, bize bu konuda daha detaylı bilgi verebilir misiniz?

Ashtar- Fatima Olayı birçok kez gerçekleştirilmiş, ama bunların hepsine insan yığınları tanık olmamıştır. Katolik kilisesi bu olayı bir Meryem Ana mucizesi olarak sunmayı kendi çıkarlarına uygun buldu, çünkü kiliselerin bu tür delillere ihtiyacı var. Söz konusu Fatima Olayını tam 70 bin kişi izlemiştir. Olay bir mucize olmakla birlikte, Meryem Anayla hiçbir ilgisi yoktu, aslında olaya Meryem Ananın ya da başka bir varlığın iştirak etmesinin önemi de yoktu. Uzay gemisinin davranış biçimi, Hıristiyan inancına olan bağlılığı muhakkak ki güçlendirmiştir. Olayın güneşle de bir ilgisi yoktu, insanlara bir mesaj verilmek istenmişti, işte hepsi bu. Bugün sizlere vermiş olduğumuz mesajlar, Fatima Olayında verilenlerden daha önemsiz değildir.
Söz konusu olayların ilki 1916 baharında, üç küçük çobanın fırtınadan korunmak için bir kaya kovuğuna sığınmasıyla başladı. Çok güçlü esen rüzgar çocukların gözlerini gökyüzüne dikmesine sebep oldu, ama rüzgar hava durumuyla ilgili değildi, uzay gemimiz yeryüzüne yaklaşırken çok güçlü bir girdap yaratmıştı. Çocuklar gökte, olağanüstü güzellikte on beş yaşlarında bir delikanlı görmüşlerdi. Tezahür eden bu varlık çocuklara, “korkacak bir şey yok, ben barış meleğiyim” demişti.
70 bin kişinin izlediği asıl Fatima olayı 13 Ocak 1917 tarihinde meydana geldi. Ona değinmeden önce, benzeri diğer olayları da kısaca anlatalım. 13 Mayıs 1917 gününde aynı çocuklar bu sefer eşsiz bir güzelliğe sahip 18 yaşlarında bir kadın görmüşlerdi. Kadının Meryem Anaya benzer bir yanı yoktu, çünkü kadın silüeti bizlerden birine aitti. 13 Haziran 1917’de çocuklar bu güzel silüeti bir kez daha gördüler. Bu olaya tanık olanlar, tezahür fenomeni cereyan ettiği sırada, çocukları beyaz bir bulutun sarıp sarmaladığını fark ettiler. Ayrıca güneş ışığında ve ısısında muazzam bir düşüş gözlemlediler. Bu belirtiler daha sonraki tezahür olaylarında da tekrarlanmış, olay sona erince ortadan kaybolmuştu. Bunların hepsi sıradan materyalizasyon ve demateryalizasyon fenomenleriydi.
25-26 Ocak 1938 gecesi, gökyüzünün büyük bir bölümü güçlü bir ışıkla aydınlanıverdi. Böyle bir olayın tezahür edeceği önceden bildirilmişti. Birinci Dünya Savaşının çıkacağını haber veren 1917’deki Fatima Olayından sonra, 1938 yılındaki bu tezahür sanki İkinci Dünya Savaşının çıkacağını haber veren bir sinyal gibiydi.
Şimdi gelelim asıl Fatima Olayına: Dünyada büyük yankılar uyandıran olay 13 Ocak 1917 günü meydana geldi ve 70 bin kişi tarafından izlendi. Bu büyük kalabalık, o gün hac maksadıyla Cova da Iria’ya doğru yol almaktaydı. Hava yağmurluydu ve bastıkları toprak balçık gibiydi. Saygın bazı gazeteler olay yerine en seçkin muhabirlerini göndermişlerdi. Tam saat 12’de devasa kalabalık benzeri görülmemiş bir manzarayla yüz yüze geldi. Aniden bulutların arasından sıyrılan güneş parlamaya başlamıştı, yağmur bir anda kesilmiş, yoğun bulutlar dağılıvermişti. Güneş zenit noktasında gümüşi bir disk gibi parlıyordu, oysa kalabalığın gördüğü güneş değil, bulutların arasında seyreden bir uzay gemisiydi. Sonra bu güneş kendi ekseni etrafında akıl almaz bir hızla dönmeye başladı, gökkuşağının tüm renklerini birer birer sergiliyor, etrafa ışık demetleri saçıyordu. Yeryüzü ve gökyüzü, kayalar ve insanlar sırayla kırmızı, sarı, yeşil, mavi ve mor renklere bürünmekteydi. Sonra güneş bir an olduğu yerde asılı kaldı, ardından ekseni etrafında tekrar dönmeye başladı, ama bu sefer ilkinden daha harika renklere bürünmüştü. Sonra durup yine havada asılı kaldı ve üçüncü kez hayal edilemeyecek kadar güzel şenlik fişekleri saçmaya başladı. Biraz sonra da adeta gökten düşercesine zikziklar çizerek hızla dünyaya yaklaşmaya başladı. O sırada insan kalabalığından korkunç çığlıklar yükseldi!
İşte Fatima Olayı böyle cereyan etti. Şimdi mucizelerin nasıl cereyan ettiğini artık biliyorsunuz. Buna rağmen tüm yetkili kurumlarınız suskunluk içinde, kiliseleriniz kayıtsız, politikacılarınız yalan dolanla işi geçiştirmeye çalışıyor, bilim adamlarınız bilgiç bir edayla başlarını sallayıp inkara sığınıyor. Bu tavır bile dünya insanının kabalığını ve cehaletini ortaya koyan bir tutumdur. Gerçekten neden korkuyorsunuz? Kapınızı gerçeğe açma becerisini niçin gösteremiyorsunuz? Tanrının bu davranışınızı ebediyen hoş göreceğini sanmayınız.


Soru- İsa’yı bir uzay gemisine aldığınızı söylediniz, ölümüyle dirilişi arasındaki süre zarfında neler olduğunu çok merak ediyoruz, bu süreçte neler cereyan etti?

Ashtar- İsa’nın cesedi şüphesiz bir işe yaramazdı, bu anlamda bir diriliş anlamsız bir şey olurdu. Ama o çağda, insanların Tanrıya imanlarını pekiştirmek için cesedin göğe alınması büyük bir önem taşıyordu. İsa beden olarak ölmüştü, ama astral bedeni şüphesiz ölemezdi, zaten astral bedeni şu anda bile dünyanızda faal haldedir. İsa dediğiniz varlık, istediği şekilde materyalize olacak yetenekte bir astral bedene sahipti.
İsa’nın cesedi yukarı çekildikten sonra tamamen demateryalize edildi, astral bedeni ise materyalize olup görünür hale geldi, yani yeni bir fizik bedene büründü. Sonra bu yeni beden bir uzay gemisine alınıp dünyada başka bir yere bırakıldı. Tanınabilmesi için materyalizasyon sırasında kendine ait özel izler muhafaza edildi. (El ve ayaklarındaki çivi izleri)


Soru- İsa’ya Gerçeğin ne olduğu sorulmuştu. Bu soruya bugüne kadar doyurucu bir cevap verilemedi. Gerçeğin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?

Ashtar- Gerçek İlahi Yasa demektir. Gerçek mantık demektir, şüphe götürmez olan demektir. Gerçek mutlak ve değişmez olan demektir, ebediyetler boyunca geçerli olan demektir.


Soru- Dünyamız gelişmiş bir gezegen midir?

Ashtar- Gerçi dünyanız skalanın son basamağında yer almıyor, ama az gelişmişler arasında sayılıyor. Sık sık yaptığınız savaşlar bunun kanıtıdır. Dünya gibi hayli gelişmiş bir gezegenin, spiritüel açıdan bu kadar geri seviyeli zeki bir beyaz ırkı barındırması anlaşılır şey değil. Gerçi teknik açıdan bir hayli ilerdesiniz, ama spiritüel bakımdan henüz çok gerisiniz! Beyninizin diğer yarısını kullandığınız zaman, telepati gibi sıradışı okült yeteneklere sahip olacak ve spiritüel yeteneklerinizi eni konu geliştirebileceksiniz. Beynin tamamını kullanmanın çarpıcı bir örneğini İsa sergilemiştir, onu Tanrıoğlu yapan da bu yeteneğidir. İnsanlığın hedefi, mümkün olan en yüksek spiritüel ve moral seviyeye ulaşmaktır, ama mükemmelliğe değil, çünkü mükemmellik sonsuza kadar peşinden koşulacak bir hedeftir. Mükemmel olan sadece Evrensel Ruhtur.


Soru- Son zamanlarda Amerikalılar Ay’a bir sonda cihazı gönderdiler, aldıkları toprak örnekleri Ay’ın nemden yoksun olmadığını gösteriyor. Aldıkları taş parçaları ise hiçbir iz bırakmadan kayboldu, bunu açıklar mısınız?

Ashtar- Sözünü ettiğiniz taşlar sabun köpüğü kadar dayanıksız yapılardır, kepçeyle sıkıştırılıp alınırken patlayıvermişlerdir. Ay nemden tamamen yoksun değildir, bazı su yataklarının yanı sıra, amonyak gibi kimyasal ürünlere de sahiptir. Atmosferi ise insanın teneffüs etmesine elverişli değildir, çünkü son derece incedir. Ay’ın temel maddesi lavdır. Ay’a ulaşmak keşif açısından bir değer taşıyabilir, ama ekonomik açıdan değersizdir. Size göre Ay’a hakim olan Dünya’ya da hakim olacaktır. Lazer gelecekte çok büyük bir önem kazanacaktır. Ay’a süper silahlar yerleştirmenize engel olacağız.

YEDİ EMİR

1- Başlangıçta Mekansız Kudret ve Aşkın Zeka vardı. Bu Kudreti ve Zekayı rastgele bir meselle anlaşılabilir hale getirmeye gücün yetmez, bu konuda hiçbir düşünce öne süremezsin. Bu Zekayı, kendi zekan ve duyguların vasıtasıyla Yaradan’ın olarak kabullenmeye bak.

2- Doğa yasalarına zıt düşecek şekilde yaşama ve hareket etme hakkına sahip değilsin. Böyle davrandığın takdirde sadece astral bedenine ve kendine değil, soyundan gelecek olanlara da zarar verirsin. Hal böyle olunca artık onlara kimse yardım edemez.

3- Yarım yamalak düşünme yeteneğinle Yaradan’ını hafife almaya kalkma sakın. Kelamı (İlahi Ruh) eleştirme, çünkü o sonsuz tecrübesi ve sınır tanımaz kudreti nedeniyle şaşmaz ve yanılmazdır.

4- Düşüncenin Tanrı tarafından bahşedilmiş en büyük güç ve en yüce miras olduğunu bilerek hem zihnen, hem de fiilen bıkıp usanmadan çalış. Düşüncenin etkisi bu dünyada da, öte alemde de sonsuz ve sınırsızdır. Yaradan’ın yorulmak bilmez mesaisine ve yaratılışa alın teri dökerek Tanrı rızası için hizmet eden hemcinslerine saygı duy.

5- Fakirle zengin arasında olduğu gibi gençle ihtiyar arasında da, rengi farklı insanlar arasında da ayırım yapma. Anan da, baban da Yaradan Tanrıya inandıklarına göre onların öğütlerini dinle. Bu imandan mahrum olduğunda belki yine zengin olabilirsin, ama ne mutlu olabilirsin, ne de tatmin ve huzur duyabilirsin.

6- Tanrı senden, kürenizde kudretinin nişanesi olarak devam eden hayata saygı duymanı istiyor. Hemcinslerinden birinin hayatına sahip çıkmaya hakkın yoktur. Negatif varlıklarla ve hayatın tahripkar tohumlarıyla mücadele et. Hiçbir hayvanı zevk için öldürme, ancak canını korumak zorunda kaldığın zaman öldür.

7- Hiçbir hemcinsinin bedenine, canına, şanına ve alınteriyle kazandığı malına zarar verme, evrimine ve özgürlüğüne engel olma. Ona her zaman her yerde teşekkür beklemeden yardım et. Gerçeğin yer etmesi için hayatını, sağlığını ve spiritüel gelişimini kolaylaştıran kurumların korunması için elinden geleni yap.

YEDİ GEREKLİLİK

1- Yardıma muhtaç bir varlığın, kendisi veya eşya hakkında daha üstün bir bilgiye ulaşmasına yardım ederken, seni yöneten duygu zevk değil fedakarlık olsun.

2- Karına, İlahi Muradın meyvesini taşıma sorumluluğunu yüklenmiş bir varlık olduğu için saygı duy.

3- Dünyanın hazinelerine tek başına sahip olmaya çalışma, çünkü onlar tüm yaratılmışlar içindir ve en başta da tüm insanlar içindir.

4- Ne hemcinsini kıskan, ne bir halkı veya ırkı, ne de herhangi bir ülkeyi.

5- Kendini herkesten güçlü de sansan, tecavüze uğramış da olsan, asla kaba kuvvete başvurma, çünkü bu maksatla harekete geçirilmiş kaba kuvvet, sadece hasmını değil, seni de telef edecek türden uğursuz güçlerin sahneye çıkmasına yol açar.

6- Zorlukla karşılaştığın zaman Tanrına başvur, mahvolmanı isteyen danışmanlarının veya düşmanlarının görüşlerine uyma.

7- Duyularına sakın güvenme, çünkü son kararı verecek güç ve yeteneğe ancak ruhsal varlığın sahiptir. Bu yolda sana yardım edecek olan sadece Tanrıdır, başkası değil. (Sayfa: 114-140)


22.11.2008


ARKTURUS MESAJLARI
AKAŞA YAYINLARI

En Parlak Olanımızın (İsa Mesih) Işığında Merhaba,

Biz Arkturuslular sizi göklerdeki evimize, yakında sizin de eviniz olacak boyut frekansına davet ediyoruz. Misyonumuz insanlığı beşinci boyuta taşımaktır, ama bunu yapabilmemiz için sevgi dolu olmanız gerekir. Bu yüksek frekans otomatik olarak fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal bedenlerinizin mükemmelleşmesine yardımcı olacaktır.
Biz yüzlerce yıldır bu boyut frekansındayız, yüzlerce yıl evvel buraya size yardım etmek için geldik. Bir anlamda, sevgili Terra’nın (Dünya’nın) mümkün olduğunca az acı çekerek beşinci boyuta geçmesini sağlayacak nöbetçileriz! Terra’nın bu geçişi kolayca gerçekleştirebilmesi için insanoğlunun korku ve suçluluk duygularından kurtulması gerekiyor, onların yerini sevgi ve ışık almalıdır.
Yüksek alemlerde Sananda adıyla anılan İsa Mesih’in kumanda ettiği Federasyon Donanmasına ve evrenin yükselmiş üstatlarının yaptığı plana sadakatle bağlıyız. Bu üstatlar dünyayı olası bir yıkımdan kurtarma misyonuna kendilerini adamışlardır.
Biz barış için geldik. Galaksinin, dünyadaki hiçbir zihnin kavrayamayacağı kadar uzak bir köşesinden size sevgi ve ışık getirdik. Çok uzun bir süreden beri, yaklaşık iki bin yıldır gezegenimizden uzaktayız. Bu süre içinde hakkınızda çok şey öğrendik. Özünüzü kuşatan illüzyonlara karşı verdiğiniz savaşları ilgiyle izledik. Birbirinize uyguladığınız işkenceler karşısında gözyaşlarımızı tutamadık ve bunu hangi amaçla yaptığınızı bir türlü anlayamadık. Öte yandan, bağımsızlığınızı korumak için gösterdiğiniz çabalara hayran kaldık.
Hakkımızda daha çok bilgi edinmek istediğinizi biliyoruz. Bu kitabı okudukça merak ettiğiniz konularda yeterince aydınlanacaksınız. Biz Bootes takımyıldızındaki Arkturus gezegeninden gelen Arkturuslularız. Adonai. Evet şimdi sorularınızı sorabilirsiniz.


ZİYARETÇİLER

Soru- Lütfen bize fiziksel özelliklerinizi tarif eder misiniz?

Cevap- Standartlarınıza göre dünyada yapılacak bir güzellik yarışmasını kazanamayız, çünkü biz kısa boyluyuz, boyumuz bir metre civarındadır. Çok ince ve zarif bir türüz, bundan da gurur duyarız. Birbirimize çok benzeriz, böyle olmayı kendimiz seçtik, çünkü kendimizi başkalarıyla kıyaslamak gibi önemsiz şeyleri aştık, farklı olmak artık bize çekici gelmiyor!
Cildimiz yeşilimsi görünse de bu aldatıcıdır, çünkü dünya insanının algılayabildiği dalga boyu nedeniyle bazıları bizi bu renkte görüyor, kısaca göremediğiniz bir renge sahibiz. Ellerimizde üç parmak var, üç parmağın sizin beş parmağınızdan daha işlevsel olduğuna inanıyoruz. Gözlerimiz çok iri ve badem şeklinde. İstersek yerçekimine karşı koyabilir, zihnimizle nesneleri hareket ettirebiliriz.
Bizim de bacaklarımız var, ama onlara ihtiyacımız yok. Havada istediğimiz gibi süzülebilir, istediğimiz her yere gidebiliriz, çünkü dördüncü ve beşinci zaman/uzay (madde ötesi) boyutlarında yerçekimi diye bir şey yoktur. Hareketlerimizi yönlendirmek için bilincimizle sıvı ışığa ulaşmamız yeterlidir. Sıvı ışık, var olan her şeyin yaratıcısı olan elektromanyetik bir enerji havuzu, evrenin yaşamı destekleyen enerji sistemidir. Ona sıvı denir, çünkü sürekli bir sıvı gibi hareket eder ve sınırlanamaz.


Soru- Nasıl besleniyorsunuz?

Cevap- Evrendeki tüm varlıkların yaptığı gibi enerjiyle besleniriz. Canlılık derecesi yüksek köpüren sıvıları tercih ederiz. Halkımız düşük düzeyde titreşen besinleri almaz, çünkü onlar yüksek bilinç halleriyle ilgili duyuları köreltir. Uzay gemimizdeki aygıtlarda her türlü besini yetiştirebiliriz, sizin gibi tat ve koku üzerinde pek durmayız.


Soru- Türünüzü nasıl sürdürür, nasıl ürersiniz?

Cevap- Aydınlanmış türlerde üreme, yani çocuk yapma görevi seçilmiş az sayıdaki varlığa verilir. Büyük bir gururla çocuk yaparız, ama bunun için fiziksel anlamda ilişki kurmak zorunda değiliz. Bu işlem için birbirini tamamlayan iki beden buluruz, titreşim frekansı kalıpları birbirine uyan iki beden. Cenin, bu bedenlerden birinde gelişip kendini taşıyan varlıktan ayrılana kadar her iki varlıktan da himaye görür.


Soru- Sizin de bir kalbiniz var mı? Metabolizmanız nasıl çalışır?

Cevap- Evet bizim kalbimiz de sizinkine benzer bir işleve sahiptir. Kalp evrensel gizemlerin yanıtlarını barındırır, yin ve yang enerjilerinin dengesini içerir. Görevlerimizden biri de dünyalı kardeşlerimize kalplerini dinlemeyi öğretmektir. Metabolizmamız sizinkinden daha hızlı çalışır. Bu elbette sağlığımıza, görünüşümüze, ömrümüze ve telepatik yeteneklerimize olumlu anlamda yansır. Yüksek bilinç hallerine ilerledikçe siz de metabolizmanızın hızlandığını göreceksiniz. Bu ille de daha yüksek kan basıncına maruz kalacağınız anlamına gelmez, aksine hızlanma fizik bedeninize yenilenme getirecektir. O zaman tıpkı bizim gibi havada süzülebileceksiniz.
Sizden farklı olarak içsel bir göze sahibiz, buna ek olarak içsel bir işitme yeteneğimiz de var. Bu yetenekle normal işitme alanının dışındaki sesleri duyabiliriz. Türümüzün bir bölümü, beşinci boyut ve onun üzerindeki düzeylerden gelen sesleri de duyabilir. Ayrıca sizde bulunmayan bir özelliğimiz de, başımızın arkasındaki çok gelişmiş bir sinir vasıtasıyla hissedebilmemizdir.


Soru- Arkturuslular en fazla kaç yıl yaşayabilirler?

Cevap- Sizden daha uzun yaşarız. Bizim türümüz için ortalama ömür yaklaşık 350-400 dünya yılıdır. Biz yaşlanmayız, zamanı aşma yeteneğine sahibiz. Yaşamımızı sona erdiren şey yaptığımız anlaşmadır, ömürlerimiz yapacağımız ya da başaracağımız görevlerle ilintilidir ve önceden belirlenmiştir. Biz Arkturusta hiç hastalanmayız, hastalığı yüzyıllar önce bertaraf ettik. Kısaca, ömrümüzü de nüfusumuzu da kontrol altında tutarız.


Soru- Ne tip giysiler giyersiniz?

Cevap- Biz çok amaçlı giysiler giyeriz. Gezegenimizden uzaktayken giydiğimiz giysi, genellikle mavimsi yeşil renktedir ve farklı tonlara sahiptir, başka güneş sistemlerindeki ışınlardan korunmamız için tasarlanmıştır. Bedenimizi sımsıkı saran bu giysi, ilişki kurduğumuz varlıkların bilincini süzgeçten geçirmemize (filtrelememize) de yardımcı olur. Gezegenimizde ise ya hiç giysi giymeyiz ya da bol ve rahat giysileri tercih ederiz, özellikle çocuklarımız hiç giysi giymezler. Farklı giysiler giyerek birbirimizle rekabet etmekten hoşlanmayız, protokol giysilerini ise bağlı olduğumuz yasalara saygının bir gereği olarak giyeriz. Arkturusta ısı farkı olmadığı için ısınmak için giysiye ihtiyacımız yoktur.


Soru- Zaman ölçünüz hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Cevap- Bizim tek ölçümüz “tedrici evrim artışıdır.” Bu elde edilen başarının ölçüsüdür, bir zaman ölçüsü değil. Saygı duyduğumuz tek ölçü frekans sayaçlarımız tarafından ölçülebilendir. Bizler zamanın ve uzayın dışındayız, bu yüzden bir zaman ölçüsüne sahip değiliz. Gezegenimiz sizinki gibi ekseni etrafında döner, ama iki güneşimiz olduğundan, sizin gibi gece ve gündüzü deneyimlemeyiz. Takvimlerle, sınırlı dakikalarla ilgilenmek yerine, ruh daha yüksek titreşim frekansına ulaşsın diye çabalarız, çünkü aydınlanmanın iç huzuru ve uyum getireceğini biliriz. Ölçülerimiz dengeyle ilgilidir, aslında sizinki de öyledir, ama siz onu ölçmek için zamana dayalı yanlış bir sistem geliştirmişsiniz, oysa biz dengeyi titreşim ve ışımayla sağlarız.
Arkturustaki mevsimler, tezahür ettirmeyi seçtiğimiz mevsimlerdir. Doğal değişikliklerin meydana gelmesini bekleyip sonra da o koşulların kurbanı olmak zorunda değiliz. Dahası, iki varlık aynı zaman ve uzayda birbirine zıt iki mevsimi tezahür ettirebilir. Bu sizin için anlaşılması çok güç bir şey olabilir, ama Arkturusta bir realitedir.


Soru- Arkturustaki atmosferi anlatabilir misiniz?

Cevap- Atmosferimiz kırmızımsı menekşe rengi bir ışığa sahiptir. Bu renk gözlerimiz, özellikle de içsel gözlerimiz için doğal bir koruyucu tabakadır. Gezegenimizi kuşatan gazların isimlerini versek, sizin için bir anlam ifade etmezdi. En yaygın gazlardan biri dünyanızda zehir etkisi yaratacak niteliktedir. Oysa bu zehirli gaz gelişimimiz için çok gereklidir, çünkü gezegenin çevresindeki olumsuz enerjileri temizler. Bir diğer gaz sıvı bir yapıya sahiptir, beslenme süreçlerimizi destekler. Üçüncü gaz bir toz bulutuna benzer, iki güneşimizin zararlı ışınlarına karşı kalkan görevi yapar. Son gaz ise, solunum sistemimizi destekler, sizin oksijeninize benzer bir işlevi vardır. Bu gazların bileşimi gezegenimizi kuşatan puslu bir çevre oluşturur. (Sayfa: 45-68)


BÜYÜKLERİN İFŞAATLARI

Soru- Dünya insanı köken itibariyle nerelidir, bu oluşumda Arkturusluların bir rolü var mı?

Cevap- Zamanın başlangıcında ruhlar evrene salındığında, Arkturuslular yüksek bir bilince sahiptiler, birçok şeyi tezahür ettirebiliyorlardı. Büyükler bir koloni oluşturmak üzere dünya gezegenine geldiler ve kurdukları koloni yüzlerce yıl boyunca gelişip büyüdü. Savaşçı bir yaşam formu gelip uygarlığın büyük bölümünü yok edene kadar burada kaldık. Dünyadakilerin birçoğu kurtarılarak Arkturusa geri götürüldü. Kurtarılamayanlar ruhun doğal formunda burada bırakıldılar ve onlara başka formlarda yeniden enkarne olma ayrıcalığı tanındı.
Dünyada inanılmaz güzellikte bir uygarlık kurmuştuk, ama yıkımdan sonra aynı uygarlığı ihya etmek çok uzun bir zaman alacaktı. Büyüklerimiz dünyaya dönmemizin artık mümkün olmadığına karar verdiler. Büyük bir düş kırıklığı yaşadık, ama büyüklerin emrine karşı gelemezdik. Yakın bir galaksiyle işbirliği yaparak bir Hakimler Konseyi oluşturduk, diğer türlerin dünyaya gidip kendi uygarlıklarını kurmaları için gerekli düzenlemeleri yaptık. Bu çalışmalar biraz olsun bizi teselli ediyordu, hiç olmazsa yıldızlardan gelen kardeşlerimiz yıkılan uygarlığımızı dünyada yeniden kuracaklardı. Bu arada savaşçı kabileler dünyayı terk etmişlerdi, geride uygarlığı yeniden kuracak hiçbir şey bırakmadan çekip gitmişlerdi. Bir başka sistemden insan türünün ilk neslini yolladık. Zamanla insanların ve dünya dışı ırkların çiftleşmeleri sonucunda insanlık bu hale geldi. İşte insanın kökeni budur.


Soru- Hakimler Konseyi dünyada yeni bir koloni kurmak için hangi yıldız sisteminden insan türünün ilk örneklerini gönderdi?

Cevap- Bu yıldız sistemi aşina olduğunuz bir galaksiden değildir. O kadar ışık yılı uzaktadır ki, astronomlarınızın haritalarında bile yer almaz. Onun, sizin için hiçbir anlam ifade etmeyecek bir ismi vardır, kayıtlarımızdaki adı Andromorphus Rexalia’dır. Bu isim “Bir-form” anlamına, yani Bir ile yeniden birleşme anlamına gelir.


Soru- Bu ilk insan türleri hayvanlarla mı çiftleşti?

Cevap- Evet öyle oldu, ama bu olay biz Arkturusa dönmeye zorlandıktan yüzlerce yıl sonra oldu. Başlangıçta herşey normaldi, ama giderek birçok ruh ahlaken bozuldu. Dünyanın çevresinde analiz edilmesi güç bir enerji formu var, bu enerji birçok ruhun saf ve yüksek titreşimde kalmasını zorlaştırıyor.
Düşük titreşimli bu formlar, sonunda diğer sakinlerin zihinlerini etkileyip onları da saptırdı. Dediğiniz gibi düşük yaşam formlarıyla çiftleşmeler başladı, bu da birçok soruna yol açtı. Ama en sonunda birçoğu “ayıklandı.” Bazı büyük uygarlıklar bu sorunla ilgilendi ve gezegeni bir kez daha arındırmaya çalıştılar. Bu yolda çalışan uygarlıklardan biri antik Yunan idi. Bu devre, birçok büyük ilahın dünyada yaşadığı bir dönemdi. Bu uzaylı ilahlar tanrı ve insan karışımıydılar, dünyaya aydınlanma getirdiler, bu arada insanlarla çiftleşerek tanrılık niteliklerini dünya insanına aşıladılar.


Soru- Bazılarımız bu yüzden mi farklı yıldız sistemlerine karşı bir yakınlık hissediyor? Bu duygu bir tür uyanış mı?

Cevap- Hem evet, hem hayır. Bir zamanlar dünyada saf bir ırk vardı. Zamanla uzaylı ırklarla dünya insanlarının bir karışımı ortaya çıktı. Bir zamanlar tanrılar saf bir soya sahiptiler, yıldız sistemlerinden gelen ırklarla çiftleşiyorlardı. Ama bir süre sonra bu tutum değişti ve dünyalı nüfusla çiftleşmeler başladı. Giderek zayıflayan genetik yapıyı güçlendirmek için ara sıra takviye yapıldıysa da eski düzey yakalanamadı.


Soru- Lütfen sıvı ışık kavramını açıklar mısınız?

Cevap- Herşey elektromanyetik enerjiden oluşur. Birçok farklı enerji formu vardır, ışık ışınları, gama ışınları ve ultraviyole ışınları gibi. Dünyanın bir elektromanyetik enerji denizi olduğunu söyleyebiliriz. Tüm formlar bir enerji havuzu oluşturmak için birleşirler, bu havuza ışık denir, çünkü evrendeki herşey Tanrıdır, Tanrı ise ışıktır.
Enerji denizine sıvı denir, çünkü o bir sıvı gibi hareket eder, durağan değildir. Bu enerji denizi her şeyin esasıdır, elektronları ve var oluşun daha küçük parçacıklarını, tüm yaşamı yaratan güçtür. Bu güç, yıldız sistemlerindeki tüm varlıklar tarafından itici güç olarak kullanılır. Elektromanyetik güçlerin doğal akışı iş görmenin zeki yoludur. Bir uygarlık bunu anladığı zaman, fizik dünyanın birlikte yaratanı haline gelir. Umalım ki dünyalı kardeşlerimiz bizim çok uzun bir süredir ulaştığımız bu anlayışa sonunda ulaşsınlar. Aslında bilim adamlarınız sıvı ışığı keşfettiler, ama ona aynı ismi vermiyorlar, hala onun ayrı enerji bantlarının dalgaları ve frekansları olduğunu düşünüyorlar. Bilim adamlarınız doğu felsefelerini teknolojik dünyadaki ilerlemelerle birleştirmek zorundalar. Bunu yaptıkları zaman birçok gizli kalmış sorunun yanıtını da bulacaklar.


Soru- Siz zihne “merkezi güç” diyorsunuz. Bu merkezi güç nedir, sadece sizin türünüz için mi geçerlidir?

Cevap- Her şeyden önce hepimizin devasa bir enerjinin parçaları olduğumuzu anlamalısınız, bu çok önemlidir. Merkezi güç, düşüncelerinizi sıvı ışık denizi kanalıyla bilinçaltınıza yansıtmakta, enerji alanları vasıtasıyla birçok sinirsel aktarım yapmaktadır. İnsan bu güç kaynağına ulaşmayı öğrendiğinde, psişik ve telepatik iletişimin nasıl işlediğini anlamaya başlar.
İnsanın merkezi güçle bir olmasının en iyi yolu meditasyon yaparak zihni sessizleştirmektir. Bu alıştırma enerjinin içinizde yavaş yavaş devinmesini sağlayacaktır. Merkezi güç kavrayamayacağınız bir zekaya sahiptir, eğer ona güvenirseniz bu zeka hayatınızda harikalar yaratacak ve size öğretmenlik yapacaktır.


Soru- Birçok Tanrı kavramı var, sizin Tanrı kavramınız nedir?

Cevap- Tanrı tüm dünyaların ışığıdır, evrenlerin zekasıdır. O Büyük Merkezi Güneştedir. Bu konumda Tüm Varolanın merkezidir. Fiziksel katta her şeyi bir arada tutan bir elektron gücü vardır. Duygusal düzeyde her şeyi bir arada tutan bir sevgi gücü vardır. Zihinsel düzeyde her şeyi bir arada tutan zihin gücü diye bir şey yoktur, çünkü Tanrı birçok farklı zihinsel enerji formunda tezahür eder.
Bunu daha basit terimlerle açıklarsak, sevgi, ışık ve elektron gücünün hepsi Tanrıdır. Onun varlığı içinde bunların hepsi Bir’dir. Her birini yeniden öğreninceye kadar onlar insan bilinci içinde üç ayrı şeydir, ama öğrenildiğinde üçü de bir olur. Bir insan, Tanrı gücünün dünyada tezahür ettirdiği tüm bilgiye, anlayışa ve programa erişene dek dünyadan ayrılamaz. Bu program öğrenildiği zaman ruh başka bir boyuta geçip daha yüce gerçekleri öğrenmeye başlar. İnsan bu temel anlayışa ulaştığında artık hiçbir yerde çatışma görmez, çünkü Birliğin içinde, yani Tüm Varolan’da mükemmelliği görür.
İnsan sözüm ona kötü eylemleri deneyimleyerek ruhunun titreşimini nasıl yükselteceğini öğrenir. Eğer dünya katında bu düalite mevcut olmasaydı, sözünü ettiğimiz öğrenim programı bir esastan yoksun kalırdı.


Soru- Sözünü ettiğiniz bu Büyük Merkezi Güneş nedir?

Cevap- Büyük Merkezi Güneş, tüm evrenlerde bilinen en yüksek titreşimsel özdür. Dişi ve erkek veçhesiyle Tanrının ta kendisidir. O beyaz ve siyahtır, herşeyin varlığı ve yokluğudur. Yükselmiş üstatları ve tüm boyutların varlıklarını evrimleştiren güçlerin yöneticisidir. O hiçbir şey ve her şeydir!
Böylece, Büyük Merkezi Güneşin tüm var olanın odağı olduğunu söylüyoruz. O, içindeki tüm diğer enerji formlarını evrimleştiren, barındıran, yayan ve aydınlığa çıkaran güçtür, evren dediğiniz bilincin jeneratörüdür.


Soru- Dördüncü ve beşinci boyutlar hakkında ayrıntılı bir açıklama yapar mısınız? Biz mevcut formumuzla bu boyutlara girebilecek miyiz?

Cevap- Dördüncü boyutta paralel evrenler arasındaki farklılıkları görürüz, birçok evrenin varlıkları aynı zamanda bir arada var olurlar. Beşinci boyutta ise, cennet diyebileceğiniz titreşimsel bir nitelik vardır. Buradaki ruhlar arzu ettikleri her şeyi tezahür ettirebilirler, hem erkek hem dişidirler (androjen).
Bu boyutlar aynı zamanda bir arada var olurken, farklı iki ışık frekansıyla birbirlerinden ayrılırlar. Biri diğerinden daha yüksektir ve artık arayış içinde olmayanların yoludur. Düşük frekanstaki varlıklarsa, hala arayış içinde ve araştırma aşamasındadırlar.
Dünyadaki birçok ruh şu anda dördüncü düzeyin programını öğreniyor, çünkü beşinci boyuta girmek için bu şart. Bunun anlamı kalp merkezinin açılışıdır. Binlerce yıl Yaradan’dan ayrı kalanlar, şimdi en doğal haklarını almaya çalışıyorlar. İnsanoğlu dördüncü boyuta en çok uyurken, yani rüya halinde girer, kişi ancak bu titreşim frekansına alıştıktan sonra beşinci boyutla ilişkiye geçebilir.
Siz birbiriyle iç içe birkaç bedene sahipsiniz, bu bedenlerden her biri farklı zaman/ uzay (madde ötesi) ve farkındalık boyutlarına girebilir. Siz şu anda geçmiş, şimdi ve gelecek tüm zamanlarda mevcutsunuz, zaman kavramı hakkında farkındalığa ulaştığınızda onu yavaşlatabilir ya da hızlandırabilirsiniz. Dördüncü boyuttayken geçmiş, şimdi ve geleceğin bir olduğunu net bir şekilde idrak eder, rüyalarınızda bu farkındalığa her zaman ulaşırsınız. İşte bu yüzden rüyalarınız genellikle bir anlam ifade etmezler, çünkü geçmiş, şimdi ve gelecekteki olayları birbirine karıştırırsınız.
Dördüncü boyut dünyaya İsa zamanından beri açılıyor. O, dördüncü boyutun niteliklerini öğretmek için bu gezegene geldi, yani içe dönüşü ve sevgiyi. İnsanlara komşularını kendileri gibi sevmelerini, onları bağışlamalarını öğretti. Bu iki nitelikte ustalaşan insan beşinci boyuta, yani düşünce yoluyla tezahür ettirme boyutuna yükselmeyi hak eder.


Soru- Bedensiz ruhlar ve rehber ruhlar dördüncü boyutun bir parçası mıdır? Onlar aynı şey midir?

Cevap- Bedensiz ruhlar dördüncü boyutun parçası değildir, onlar dünyaya bağlı astral katın parçası olarak kabul edilirler. Ama bedensiz bir ruh, yüksek frekansa erişip dünya katında yaşayan bir kişiye rehberlik edebilir. Dünyanın çevresindeki birçok bedensiz varlık, hala üçüncü boyutun çekim alanına bağlıdır, bu frekansın üzerine çıkmakta zorlanır. Onlar genellikle boyutlar arasında kapana kısılıp kalır, yollarını bulamazlar.
Rehber ruhlar ise, büyük bilgelik ve yüksek frekans sergilemiş varlıklardır. Birçok boyuta uzanabilir, yollarını bulmakta zorlanan varlıklara yol gösterirler. Astral katın yaramaz ve kafası karışmış ruhları ise, sık sık bireylere musallat olur, onları kullanarak kendi arzularını tatmin etmeye çalışırlar.


Soru- Yükselmiş Üstatlar hangi boyuttadır?

Cevap- Yükselmiş Üstatlar aslında yedinci boyutta, hatta onun da üzerindeki boyutlarda bulunurlar. Ancak onlar tüm boyutlara girebilir, düşünce hızıyla hareket edebilir ve sevgilerini tüm alemlere akıtabilirler.


Soru- Beşinci boyutun ötesinde ne var?

Cevap- Altıncı boyut var. Altıncı boyutta tezahür ettirme gücü olağanüstü bir düzeye ulaşır. Beşinci boyutta elektron gücü ancak kullanılmaya başlanır, bu boyutta tezahür ettiren varlık işinin ehli, sevecen, bilge, saygıdeğer ve sabırlıdır. Altıncı boyutta ise başka nitelikler kazanılır, bu boyutu onurlandıran varlıktan yayılan ışınlar o kadar yoğun ve şiddetlidir ki, dünyanın bildiği en yüksek frekansları bile parçalayıp dağıtabilir. Tüm evrenler, bu varlıklardan yayılan elektron akımını hissederler, çünkü onlar bu evrenlerin yaratıcılarıdır. Renk ve ses frekanslarını, zihninize tamamen yabancı bir tarzda kullanırlar. (Sayfa: 69-92)


DİL

Soru- Kullandığınız dil hakkında biraz açıklama yapabilir misiniz?

Cevap- Arkturusta dil sözcüğü, insanın bilincinde oluşan ve imgeleme sürecini yöneten enerjiyi ima eder. Bu bir varlığın sadece kodlanmış mesajları değil, mesajı yollarken hissettiği duyguları da aktarmasını sağlar. Arkturusta mesaj, enerjiyi bilincin uygun bölümüne aktarmak anlamına gelir, bir iletişimin başlangıç ve bitiş noktalarını ima eder. Eğer mesaj gönderildiği hedef tarafından alınmamışsa, tasarlanan iletişim etkisini yitirir. Bu Bir’lik kavramına bağlı uygarlıklar için kritik bir sorundur. Arkturusta volüm, bir başka varlığa görsel ve duygusal biçimlerde yöneltilmiş enerji miktarı anlamına gelir.
Arkturusta iletişim, eğitim ve gelişimimizde kritik bir unsurdur. Başkalarıyla iletişim kurarken, simge ve anlamlarla ilgili kendi yorumlarını kullanan dünya insanlarından farklı olarak biz bireysel yorumlamanın başkalarının kafasını karıştırmasına izin vermeyiz. Sizin eğitim sisteminizde, varlıkların genellikle diğerlerini ortak bir görüşe getirmeye çalıştığını gözlemliyoruz. Aslında o ortak nokta, sadece o ruhun zihninde ve beyninde depolanmış bir resimdir. Uzun iletişimler sonucunda bu birey, zihnindeki imgeyi gördüklerine onları da inandırır. Buna siz kazanmak diyebilirsiniz, ama biz kazanılmış bir şey görmüyoruz. Gördüğümüz, diğerlerinin bilincindeki imgelerin yıkılıp yok edilmesidir. Enerjinin dağılması (israfı), iradenin evrenin ortak bilincinin yüksek düzeylerine doğru akmasını önler. Bu şekilde çok şey yitirilir, gördüğünüz gibi sizin kazanma tanımınız bizimkine pek uymuyor.
Arkturusta sadece evrensel zihinden gelen simgelerin bilincimize nüfuz etmesine izin veririz. Bu simgelerle Kaynaktan, ışık gücünden gelen bilgiyi öğreniriz. Yüzlerce yıl önce yanlış anlaşılmak istemediğimizi öğrendik, çünkü bir insan yanlış anlaşıldığında bunun sıkıntısını tüm grup çeker. Uygarlığımızda geri gidişe yer yoktur. Biz Arkturusta iyi ve kötü kavramlarını kullanmayız, sadece en yüksek frekansı biliriz ve tüm evrendeki varlıklara yararlı olabilmek için bu frekansı kullanırız.
Işık gücü, Büyük Merkezi Güneşten gelen direkt bir ışındır, dördüncü ve beşinci boyutlardaki uygarlıklardan gelen bilgileri anlamamızı sağlar. Yakında dünya da rüştünü ispatlayacak ve bizim dil kavramımızı benimseyecektir, çünkü dünyadaki dil sistemleri bütünsel kalıpları değil düaliteyi güçlendirmiştir.
Siz korku ve inançsızlık yüzünden birçok sisteminizi kapattınız, dolayısıyla beyninizde uykuda bulunan imgeleme güçlerini de kapattınız. Oysa imgeleme kalıpları yeni çağda varlığınızı sürdürebilmenizin anahtarıdır, onlar doğru iletişimin temelini oluştururlar. Var oluşunuzu haklı çıkarmayı amaç edinen kalıplar içinde rekabet etmek zorundasınız, oysa rekabet enerjinizin çoğunu tüketip sizi yoruyor. Yaşlanmanıza ve korkularınıza yapışmanıza yol açan şey rekabettir!
Biz varlığın titreşim frekansının, onun duygu düşünce ve eylemleriyle direkt ilişkili olduğunu keşfettik. Eğer varlık düşük bir frekansta titreşiyorsa, birçok düşük enerji formunun kendi enerji havuzuna karışmasına izin vermiş olur. Bu gerçekleştiğinde düşünceler karışır ve varlık sıkıntıya düşer. Düşük frekansta iş gören varlığın cesareti kırılır, düş kırıklığına uğrar ve bunalıma girer, bu da titreşim düzeyinin sürekli olarak düşük kalmasına neden olur. Oysa bir varlık frekansını ışık hızına ulaşacak kadar yükselttiğinde sürece hakimiyet başlar. Bu da o varlığın evrensel bilinçten daha fazla bilgi çekebileceği anlamına gelir. Ayrıca söz konusu varlık süzgecinden neyin geçip neyin geçmeyeceğini sağlayacak ustalığa da sahip olur.
Biz telepatik olarak “tartışılan” her şeyi “işitme” yeteneğine sahibiz. Grup enerjisinin merkezlenişine uyum sağlamak için titreşimlerimizi ayarlayabiliriz, bu hepimizin aynı zamanda “düşündüğümüz” anlamına gelmez. Bizim yaşam biçimimizde hakimiyet sürecinin bir parçası da zihni temizlemeyi öğrenmektir, bunu başaramayan bir ruh dünyada bile bir üstat olamaz. Telepatik iletişim sistemimizde, berrak bir zihin vazgeçilmez şarttır, çünkü düşüncelerimizi göndermeyi olduğu gibi, başkalarının düşüncelerini almayı da öğrenmemiz gerekir.
Sizin kültürünüzdeki varlıkların dinlemeyi bilmediklerini gördük. Oysa dinleme, zihni temizleyip onun bilgi almasını sağlamanın bir başka yoludur. Bunu yapamamanız kısmen egonuzdan ve birbirinizle rekabet içinde olmanızdan kaynaklanıyor, çünkü rekabet pasif değil saldırgan bir davranış üretir. Mesaj yollama saldırgan, mesaj alma ise pasif tarzdır. Eğer bir ruh almayı öğrenmemişse, iletişimi öğrenmekte de doğal olarak zorlanacaktır. Pasif olup alabilmek için, varlığın titreşim düzeyini nasıl yükselteceğini öğrenmesi gerekir, çünkü düşük titreşim engelleyici, hatta yıkıcıdır. Bir varlık nefret, kıskançlık veya açgözlülük düzeyinde titreşiyorsa, bilinci doğal olarak bir ayartıdan diğerine sıçrayacaktır. Frekansın yükselebilmesi için ruhun ihtiyaçları karşılanmalı, iç huzuru ve doyum hissedilmelidir. Frekans yükseldiğinde içte mucizeler meydana gelmeye başlar. İnsanın bu arınmayı hissedebilmesi için sıvı ışıkla yıkanması gerekir.
Varlıklar ya da gruplar arasında düşünce kalıplarının aktarımını kolaylaştıran şey elektriksel dürtülerdir. Tüm düşünceler, elektromanyetik bir enerji alanı tarafından kuşatılmış elektriksel dürtüdür. Bu enerji alanı insan zihninin kavrayamayacağı hızlarda hareket eder, imgeler ve duygular bu yolla aktarılır. Gönderilecek duygu ya da imgenin seçimi o varlığa aittir, seçimi belirleyen şeyse varlığın bir araya getirebildiği duygu ve irade gücünün ölçüsüdür. Düşünceleri sevk ve projekte eden güç, üç unsurlu bir işleme dayanır. Bu üçlü işlemin iki bölümü elektromanyetik enerjiden, bir bölümü de duygudan oluşur. Mesaj yollama yeteneğini belirleyen şey, bireyin seçim ve ikna gücüyle birleşen beyni ve zihnidir.
Size şunu hatırlatmam gerekir ki, ben dünyada insanların doğrusal (lineer) biçimde düşünüp davrandıklarına şahit oldum. Bu yüzden, “bir yerden bir yere” sözcüklerini sadece sizin düşünce tarzınızı tatmin etmek ve açıklamalarımızı daha kolay anlamanızı sağlamak için kullanıyorum. Aslında bir yerden bir yere tarzında sınırlamalar uygun değildir, çünkü Bir’lik evreninde doğrusal noktalar yoktur, Bir’lik sadece bütünsel zihin kavramını destekler, bu da zihnin tüm noktaları kapsadığı anlamına gelir. Her nokta evrenin birliğini içerir, o halde bir düşünce nasıl olur da bir noktadan diğerine gidiyor gibi görünebilir? Dünyanızda araştırmaların bu kadar ağır ilerlemesinin nedenlerinden biri de, gezegeninizdeki alim takımının çok boyutlu bir dünyaya sınırlı kıstasları uygulamaya çalışmasıdır. Bu yaklaşım, evrenin sınırsız değil sınırlı farkındalığının bir göstergesidir.
Şimdi tekrar düşünce formları kavramına geri dönelim. Düşünce formlarını sevk ve projekte eden güç, evrenin elektromanyetik enerjisidir dedik. O, Uzakdoğu uygarlıkları tarafından tanımlanan yin ve yang enerjisidir, aynı zamanda Prana ya da evrenin yaşamı destekleme sistemidir. Bu güç, insan bilincinin olumlu ve olumsuz ya da aydınlık ve karanlık yanlarıdır. Madde ve boşluktur, o her şeydir. Düşünceler evrensel bilincin parçalarıdır, onları insan bilincinde devindiren enerji, evrensel bilinçle bir olma ihtiyacının yoğunluğudur. Yaratılabilecek tüm düşünceler zaten vardır, tasarlanabilecek tüm icatlar zaten mevcuttur, bulunabilecek tüm özgürlükler zaten bulunmaktadır. Her şeyin bütünlüğü ve Bir’liği içinde herşey zaten geçmiş, şimdi ve gelecektedir.
Bu yüzden, insanın bir düşünce ya da icat üzerinde hak iddia etmesinin ve onu sadece kendi kullanımı için saklamaya çalışmasının bir anlamı yoktur. Bu baştan aşağı saçma bir iddiadır. Egonun sınırlamaları içindeki bir varlık bunu anlamaz, yeterince şeye sahip olmama duygusu tarafından yönetilen korkunun düşük titreşimleri, insanın bilincine hakim olup realiteyi sınırlar. Evet insanlar kendilerini sınırlarlar, çünkü elde edebilecekleri şeylerin bolluğunu ve enginliğini göremezler.
Eğer biz çok uzun zaman önce duygularımıza hakim olmayı ve kendi içimize dönmeyi öğrenmemiş olsaydık, bu dönemde bu kadar iyi işlev göremezdik. Bu anlayış düzeyine gerçekten ulaştık ve her şeyi birlikte çalışarak başardık. İşte birbirimize bu kadar çok benzememizin nedeni budur, birbirimizden daha iyi olmak için egolarımızı kullanmaya ihtiyacımız yok, bu uygarlığımızda işlevsiz bir şeydir, inançlarımıza ve ilerleme anlayışımıza ters düşer. Süratle ilerlememiz, evrensel kodlara birlikte girme yeteneğimize ve gelişime duygusal olmayan bir kararlılıkla bağlı olmamıza dayanır. Eğer Arkturustaki uygarlığımızı tarif etmemiz gerekseydi, sakin ve huzurlu sözcüklerini kullanırdık. Biz mutlu ya da üzgün değiliz, çünkü bu sözcükler bizim uygarlığımızda işlevsizdir. Biz huzurlu ve uyum içindeyiz, hoşnutlukla başarı yolunda ilerliyoruz. Bunu yapabilmemizin nedenlerinden biri, evrensel simgeler ve telepatik iletişim konusundaki ustalığımızdır.
Telepatik iletişim yeteneği, şimdi dünyada birçok insana da sunuluyor. Birçok ruh, çivit renginin ses ve ışık frekansına geçiyor. Bu güçlere sahip olduklarının farkında olmayan bireyler bile, inanılmaz derinlikte güç ve yeteneğe ulaşmak için imgelemeyi kullanıyorlar. Bu dram artık sona ermektedir. Yakında evrensel bilinç, oyunun aktörlerine daha yüksek bir bilinç düzeyinin simgelerini, duygularını ve araçlarını içeren bir başka oyun metni sunacaktır. Bu kesinlikle olacaktır, Büyük Merkezi Güneşin enerjileri hep böyle çalışır, çünkü bu güç kaynağı hayal edilebilecek en yüksek evrim biçimlerine adanmıştır. Sevgili Terra (Dünya) üzerindeki geleceğiniz parlak bir gelecektir! (Sayfa: 93-115)


EĞİTİM PROGRAMI

Soru-
Arkturusta ne tür eğitim sistemine sahipsiniz?

Cevap- Bizim eğitim sistemimiz dünyadakinden çok farklıdır. En büyük fark okul sınıflarına sahip olmamamızdır, onun yerine “tedrici evrim” denebilecek bir sistemimiz var. Bu sistemde bir varlığın titreşim frekansı sürekli olarak gözlenir, frekans belli bir düzeye ulaştığında, varlığın öğrenimin bir sonraki düzeyine yükseldiği kabul edilir. Her varlık haber ve bilgiye eşit biçimde ulaşabilir. Gezegendeki anlayış birbirimizle yarışmamızı engeller, birbirimize sadece destek olmamıza izin verilir. Frekans düzeyleri aydınlanmanın ölçüsüdür. Biz Bir’lik gezegeniyiz, düalite (ikilik) dünyaya has bir şeydir. Biz sadece Bir’i biliriz, bu yüzden hiçbir gerilim yaşamayız. Daha doğar doğmaz güçle savaşmayı değil, güçle birlikte akmayı öğreniriz, böylece ömrümüzü uzatır, bilgimizi çoğaltırız. Gezegenimizde düşünce gücünü yıkmak için değil, yapmak için kullanırız. Eğer bir insan sadece sevgiye kanallık ediyorsa, onun yaratmaktan başka bir şey öğrenmesi çok zordur. Dünyaya temsilci yollamış her yıldız donanması, gezegeninizin doğum sürecinin farklı bir veçhesinden sorumludur. Bizimki zihinsel eğitim programıdır. (Sayfa: 117-135)


GERİDE BIRAKILAN TOPRAKLAR

Soru- Geride bıraktığınız topraklardan söz ederken neyi kastediyorsunuz?

Cevap- Bununla kastettiğimiz şey bırakıp geldiğimiz gezegenimizdir. Yuvamız o topraklardır ve bizim için kutsaldır. Arkturusun enerjileri tüm evreni etkiler. Bu titreşimlerin, Arkturusun bulunduğu beşinci boyut frekansına girmeye hazırlanan tüm varlıkların bilincine nüfuz etmesi tasarlanmıştır.
Arkturus öğretmendir, gezegenlerin kavramlaştırıcısıdır. Arkturus öğretileri insanları ve ışıktaki diğer varlıkları kapanlarından kurtarıp özgürleştirecektir. Gezegenimizden yayılan ve nabız gibi atan güç, eterlerin müzisyenler küresine benzer. Frekanslar iki ışıma kaynağı arasında bölünür, biri Arkturus’un kendi enerjilerinden, ikincisi de gemilerimizdeki misyon amacıyla yaratılmış aletlerimizden gelir. Bu güç kaynaklarına çok saygı duyarız, onlar olmadan varlığımızı sürdüremeyiz, gezegenimizden uzaktayken bu iki güç kaynağı gereksinimlerimizi karşılar. Belirli aralıklarla anayurdumuza dönmemiz gerekir, bu saygı duyduğumuz bir ritüeldir. Ruhen beslenmek için buna ihtiyacımız var, oradan aldığımız gücü başka hiçbir yerden alamayız.
Doğal enerji akışına karşı savaştığınızı, bu yüzden genç yaşta öldüğünüzü gözlemliyoruz. Arkturus olumlu enerji bolluğuna sahiptir, enerji osmoz işlemiyle bilincimize ve varlığımıza süzülür. Bunu yapamazsak biz de sizin gibi genç yaşta ölürüz. Bu yüzden Büyük Merkezi Güneşten Arkturus’a gelen bu enerjiye saygı duyar, onu aziz tutarız.
Gezegeninize neden saygı göstermediğinizi, neden onu onurlandırmadığınızı anlayamıyoruz. Sevgili Terra (Dünya) neden olumsuzluk içinde? Neden kendini kuşatan kirlilikten boğulacak halde? Neden yanardağlar püskürüyor, neden yeryüzü depremlerle sarsılıyor? Dünyanızdaki olumsuz enerji formlarının yoğunluğu o kadar güçlü ki, enerji dengesi hepten bozulmuş durumda. Eğer bu gidiş durdurulamazsa, gelecekte dünyanın ekseninin kaymasından korkuyoruz. Ama yine de bildiğiniz dünya göz açıp kapayıncaya kadar değişecektir. (Sayfa: 137-141)


YILDIZ GEMİSİ

Soru- Yıldız geminizin adı nedir?

Cevap- Gemimizin adı Athena’dır. Gezegeninizdeki Yunan tanrıçası gibi ona dişi olarak hitap ediyoruz. Gemimiz evrendeki en güzel yıldız gemilerinden biridir, onun ihtişamıyla pek az gemi yarışabilir. Saldırı amacıyla değil, savunma amacıyla tasarlanmıştır.


Soru- Geminizin ana bölümlerinin işlevini açıklayabilir misiniz? Biz özellikle depolama için kullanılan bölümlerden çok, yaşam sistemlerinizi destekleyen bölümlerle ilgileniyoruz.

Cevap- Önce Kumanda Köprüsünü tarif edelim. Köprünün oval bir şekli vardır, önemli kararlar burada verilir. Bu bölüm bilgisayar sistemi vasıtasıyla geminin tüm bölümlerine bağlıdır. Bizdeki bilgisayar sistemi kristal gücüyle çalışır, kristaller dünyanızdan birçok ışık yılı uzaklıktaki henüz keşfedemediğiniz bir gezegenden gelir. Büyük Merkezi Güneşten ışık enerjisini çekip gemiye aktaracak nitelikte kristallerdir bunlar. Tüm ana enerji kaynakları Kumanda Köprüsünün etrafına dairesel şekilde dizilmiştir, köprüyü besleyecek enerji akımının dairesel olması gerekir, çünkü evrendeki enerji akışı her zaman spiral çizer. Köprünün her yanında ekranlar bulunur, ama hiç pencere yoktur. Zaman ve uzayı çoktan aştığımız için biz pencereye ihtiyaç duymayız, telepatik yeteneklerimizle ve gemideki aygıtlar vasıtasıyla görürüz. Ayrıca dış kamera kullanmadan gemi duvarlarının ötesini görmemizi sağlayan bir donanıma da sahibiz. Köprü sadece titreşimi yüksek varlıkların, orada bulunmayı hak etmiş olanların yeridir. Titreşimi düşük bir varlık köprüye girdiğinde hastalanır, hatta bilincini yitirebilir. Köprüye izinsiz girenleri haber veren bir alarm sistemi vardır.
Plan ve Rapor Bölümü dediğimiz bölümde, gemi mürettebatının misyonuyla ilgili planlar yapılır. Birçok alt ünitesi olan bu bölümün ilginizi çekecek kısmı, yıldız gemisinden görevle ayrılan arkadaşlarımızın dönüşte raporlarını sundukları yerdir. Yapılan yolculukların kayıtları burada depolanır. Hem görevlilerin, hem de iletişim kurulan dünyalıların isimleri bu raporlarda yer alır. Birçok dünyalı bizimle iletişim kurduğunun farkında bile değildir!
Hatırlama Merkezi, geminin bizi Arkturus’a bağlayan bölümüdür. Tıpkı sizler gibi biz de ara sıra köklerimize dönmeye ihtiyaç duyarız. Bu merkez, ne zaman ihtiyaç duysak gezegenimizle bağlantı kurmamızı sağlamak için tasarlanmıştır, adeta Arkturus gezegeninin bir kopyası gibidir, bir inziva yeridir. Mürettebatın eterik bedenlerini alıp Arkturus’a götürme yeteneğine sahiptir. Dünya çevresinde kalış süremiz uzadıkça, mürettebatın Hatırlama Merkezini daha çok kullandığını görüyoruz. Dünyanın kaba titreşimi tüm arkadaşlarımızı olumsuz yönde etkiliyor.
Enerji Dönüştürme ve Depolama Alanı, gemide ortaya çıkan atık madde ve enerjiyi dönüştürmek için tasarlanmıştır. Dönüştürmenin ana maddesi sudur, çünkü dünyanız bir su gezegenidir. Geminin tüm atık maddesini ışık enerjisi kaynağına dönüştürür, elde ettiğimiz bu enerjiyi de saf besin malzemesi üretmek için gemi dışından su getirmek için kullanırız. İşte bu kadar uzun süre Arkturus’tan uzak kalabilmemizin sırrı budur. Besin sağlamak için Arkturus’a gitmek zorunda değiliz. Besin derken sizin yediğiniz türden yiyeceklerden söz etmiyoruz, çünkü bizim besinimiz dönüşüme uğratılmış enerjidir. Bu bölüme gider gerekli dozajda enerji alırız.
Uyuma Bölümleri, rüya halini aktive eden bölümlerdir. Rüyalarımızda, Hakimler Konseyindeki semavi kardeşlerimizle temas kurmak için yedi günde bir Uyuma Bölümlerine gireriz. Bu uygulama misyonumuzu sürdürebilmemiz için bize gerekli dengeyi sağlar, çünkü dünya atmosferinde dengesiz hale gelmek çok kolaydır. Ayrıca Tanrısallığımızın özünü ifade ettiğinden, bu faaliyete büyük saygı duyarız. Uyuma Bölümleri, biz uyurken seçilmiş yüksek frekansları bilincimize aktarmada kullanılır. Gerçekten de rüya ve uyku halinde evrenin yüksek alemlerine girer, buralarda yüksek konseylerin frekanslarına katılırız. Sadece dördüncü ve beşinci boyut varlıkları bu kanallara girebilirler. Siz de uykunuzda eterik bedeninizle bu frekanslara girip çıkarsınız, ama uyanınca hiçbir şey hatırlamazsınız!
Birleşme Merkezi, üremek için seçilmiş bireylerin bir araya geldikleri bölümdür. Bizim uygarlığımızda üreme herkesin yapabileceği bir faaliyet değildir, çünkü adayların hepsi geçirmek zorunda oldukları sınavları başarıyla veremezler. Özellikle titreşim frekansının belli bir düzeyin üzerinde olması gerekir. Dayanıklılık düzeyleri ışık titreşimine yükselmiş iki varlık bu bölüme alınır ve üreme işlemi başlar. Bu işlemi gerçekleştiren varlıklar asla birbirleriyle fiziksel bir temasa girmezler.Varlıklardan biri evrenin erkek enerji kaynağını, diğeri ise dişi enerji kaynağını temsil eder. Zihinsel birleşme işlemiyle iki enerji mükemmel bir denge içinde stabilize olur. Işığın üreme işlemiyle elektron gücü her iki varlığın içinden akarak ışığın bir kopyası olan başka bir varlık yaratır. Bu işlemin yapıldığı daire şeklindeki bölüm, duvarlarda ve iç kısımda kendine has bir programlama içerecek şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Sonra yeni yaşam formu özel bir birime taşınır, Arkturus’a götürülüp oradaki aile birimlerine teslim edilinceye dek uygun titreşim frekansı içinde korunur. Yeni yaşam formlarına bakan özel varlıklar vardır, bu programın düzeni asla bozulmaz.
Gümrüksüz Liman, gezegenimizle yolculuk yaptığımız gezegenler arasındaki alışverişi sağlayan alandır. Dünyadaki gibi maddi malların değiş tokuşu yerine, biz burada Tanrı armağanlarını değiş tokuş ederiz. Bu, dünyamızdan sizinkine birçok ruhu aktarmamız anlamına gelir, yani dünyada bedenlenecek ruhlardır. Geminin bu bölümünde bu değerli kargoyu taşır, zamanı geldiğinde onları dünya katında bedenlenmeye hazırlarız. Bu bilginin şokunu yaşayan insanlara şunu söylemek isteriz ki, bu işlem zamanın başlangıcından beri sürmektedir. Biz dünyaya şimdiye dek görmüş olduğunuz en iyi ışık taşıyıcılarını getiriyoruz, bu hizmet karşılığında hiçbir bedel talep etmiyoruz, çünkü Tanrı da ışığını vermenin karşılığında bir bedel talep etmez. Dünyadaki ışık taşıyıcılarına saygılarımızı sunuyor, onları yuvaya davet ediyoruz. Bu bilgiyi okuduklarında ruhlarında çok şey uyanacak ve dünyadaki misyonlarını hatırlayacaklar.
Tezahür Dairesinde, insanların hayal bile edemeyeceği kadar gelişmiş bir tezahür mekanizması vardır. Bu dairede elimizden gelen en yüksek formları yaratmak için büyüklerimiz bize rehberlik ederler. Bedenlenmiş bir ruhun evrim düzeyiyle, tezahür ettirebileceği şey arasında direkt bir ilişki vardır. Bir varlığın yüksek düzeyde bir iş gördükten sonra daha düşük düzeyde iş görmesi nerdeyse olanaksızdır. Daire, hizmet etmek isteyen varlığın merkezi sinir sisteminin moleküler yapısını yeniden düzenlemek için tasarlanmıştır. Bu işlem sözcüklerle açıklanamaz, telepati ve imgelemeden daha fazla bir şeydir. O Güç ve Işık olma duygusudur, herşey olmayı deneyimlemektir.
Yolculuk Dairesi, bizi üç boyutlu var oluş içindeki güçlerden korur, titreşim hızımızı yükselterek üçüncü boyutun dışına çıkmamıza yardımcı olur. Üçüncü boyutta görünmek istediğimiz zaman yine bu daireyi kullanırız. Gemimize gelen yabancıların ve konukların ilk sokuldukları yer de burasıdır. Daire içindeki enerji kaynakları mükemmel bir dengeye sahiptir. Bir varlık dengeli olduğunda, titreşim frekansını istediği düzeye yükseltme ya da alçaltma gücüne sahiptir, ayrıca olağanüstü sanılan birçok şeyi başarabilecek kararlılığa da sahiptir. Su üzerinde yürümek bu tür faaliyetlerdendir. Sananda (İsa) adlı varlık bunu size öğretmek için gelmişti.
Tutsaklar Dairesi, ta başından beri insanlarınızı aydınlatmak için bu gezegene gelen büyük ruhlara yardım ettiğimiz, onları tedavi etmeye çalıştığımız yerdir. Bu ruhlar kendilerini adeta boğan dünya denen bir olumsuzluk denizinde bedenlenmişlerdir, söylediklerimiz özellikle gezegende tecrit olmuş ruhlar için geçerlidir. Tecrit edilmeleri, kim ve ne olduklarını hatırlamalarını çok zorlaştırmıştır. Kimlik arayışlarında onlara yardımcı olduk, enerji tıkanıklıklarını gidermek için gemilerimize aldık, korku ve kuşkularını gidermeye çalıştık. Tutsaklar Dairesi, yeniden uyanış sürecinde bu ruhlara yardım etmek için tasarlanmıştır. Daireye, bu ruhlar gemimizde tutsak oldukları için bu ismi vermedik, onlar dünyayı kuşatan kendi korku ve kuşkularının tutsağıdırlar. Biz onları illüzyonlarından kurtarmak ve sonunda özgür kılmak için gemilerimize alıp buraya getirdik. Bu da misyonumuzun bir parçasıdır.
Harekat Dairesi, gemiden ayrılacak varlıkların götürüldüğü odadır. Göreve çıkacak takımın tüm üyeleri bu odada aynı işlemden geçmek zorundadır. Varlıklar dairesel şekilde yerleştirilir, ruhları bir çığlık işlemiyle geçici olarak bedenlerinden ayrılır. Kullanılan ses titreşimleri, işitme alanındaki seslerden daha yüksek olduğu için onlara zarar vermez. Ruh bedenden ayrıldığında, odadaki enerji frekansları ruh üzerinde çalışmaya başlar ve varlığın bir sonraki misyonu için gerekli bilgiyi yükler. Yükleme ya da programlama tamamlandığında ruh bedenle yeniden birleştirilir, böylece takım yolculuğa hazır hale gelir. Tüm işlem bir an sürer, hiçbir acı duyulmaz ve fiziksel bir deformasyon meydana gelmez. Görev için gerekli bilgi varlığın bilincine kalıcı biçimde ekilmez, misyonlarından geri döndüklerinde artık bu program kalıbını kullanmazlar.
Mekik Gemisi Bölümü, ana gemiyi terk ederken kullandığımız Vicama dediğimiz mekik gemilerinin bulunduğu yerdir. Yaygın inancın aksine küçük gemilerimizin çoğu küre şeklindedir, ayrıca sandığınızdan çok daha küçük boyutlardadır. Biz onlara sezici aygıtlar deriz, dünyadan veri toplarken onları kullanırız. Bu küçük taşıtların asli görevlerinden biri de, dünyanın enerji noktalarına ulaşıp onları aktive etmektir. Yerkürenin içine açılan böyle birçok kapı vardır, insanlar daha yeni yeni bunlardan haberdar oluyor. Dünyanın enerji alanlarına açılan bu kapıların çoğu yüzyıllardır adeta uykudaydı, onları yeniden enerjilendirmek bizim görevimizdir. Bazen gezegende yapılan bilimsel çalışmalar yüzünden enerji akımları uyumsuzluk gösterir, bunun bir örneği de nükleer santrallerdir. Bazıları öyle güçlü enerji akımları yayarlar ki, gezegenin doğal enerji akımlarını bozarlar. O zaman Vicamalarla bu santrallere gider, uyumsuz akımlar üreten santral bilgisayarlarını yeniden programlarız. Bazen bu eylem çok az fark edilir, bazen de çarpıcı değişiklikler meydana gelir, bu da dünya sakinlerini bir hayli telaşlandırır! Bazen de, insanları dünyadan bu araçlarla naklederiz. Dünyaya aeordinamik konusundaki bilgileri Arkturusluların verdiğini söylersek bu size kendini beğenmişlik gibi mi gelir? Evet bu bilgiyi size veren bizdik, ama onun prensiplerini uygulayış şekliniz bizimkinden hala çok geridir.
Kargo Bölümü, bir gezegenden diğerine kargo taşıyan yerdir. Dünyada çalışmak, üslerimizi işletmek ve görevimizi tamamlamak için insan gözünden ırak birçok yeri kullanır, oralara sürekli kargo götürürüz. Ayrıca Ay’da üç üssümüz var, ama oraya artık kargo taşımıyoruz. Yerküredeki istikrarsızlık arttığı için dünyada konumlanmamız gerekiyor. Gezegeninizdeki üslerimizin birçoğu dağların içinde ve yerin altındadır. Yapılacak bir saldırıda gemimizin yumuşak karnı bu bölümdür, ancak şunu gururla söyleyebiliriz ki, evrendeki birçok grup teknolojik yönden çok gelişmiş bir uygarlık olduğumuz için gemilerimize saldırma cesaretini gösteremez. Bize saldırmalarını önleyen şeyin korku değil bilgelik olduğunu söylemekten de gurur duyarız!
Buharlaştırma Bölümü, ölmüş varlıkları ve battal hale gelmiş nesneleri anında buharlaştıran yerdir. Bu uygulamayla beden ya da nesne tamamen bir başka enerji formuna dönüştürülür. Daireyi bir tür ölüm odası olarak kullanmadığımızı bilmelisiniz, bu barbarca bir şey olurdu. Bölüm, bir varlık öldüğünde geride kalan maddeyi çözerek onun özüne, en saf enerji formuna dönmesini sağlar, böylece arkadaşımıza bir iyilik yapmış ve onu onurlandırmış oluruz.
İstihbarat Dairesi, gemi görevlilerimizle başka ırklardan varlıkların bilgi değiş tokuşu yaptıkları yerdir. İletişim kurduğumuz varlıklar başka bir dünyadan geliyorlarsa, toplantıları diplomatik incelikle yürütür, onlara gerekli saygıyı gösteririz. Bu zamanda dünyaya aktarılan bilginin çoğu bu dairede yapılan çalışmanın ürünüdür. İnsanlar rüyalarında buraya sık sık eterik bedenleriyle getirilir ve saatlerce bizimle çalışırlar, toplantı bittiğinde fizik bedenlerine geri dönerler. Bizimle çalışmayı yeğleyen birçok dünyalı varlık bu bölümü sıkça ziyaret eder. Aslında onlar bedenlenmeden evvel kabul ettikleri bir görevi yerine getirmekte, dünyanın frekansını yükseltme çalışmalarımıza katılmaktadırlar.
Güç Yenileme Bölümü, yıldız gemisini sevkeden gücü üretir. Enerjiyi, ana güç kaynağı olarak kullandığımız kristallerden sıvı ışığa dönüştüren küçük bir bölümdür. Bu dönüştürücü işlemle depolanan enerji yeniden işlenip kullanışlı hale getirilir. Sıvı ışık kristaller vasıtasıyla evrenden çekilir ve dönüştürme işlemine bağlanır.
Klonlama Dairesi, bedenlerimizi operasyon bölgemizin dışındaki yerlere kolayca taşımak için tasarlanmıştır. Moleküler yapımızı kaydederek dış uzay boyunca taşır ve bir başka yerde yeniden oluşturur. Bu dünyada yaptığınız kopyalama (klonlama) işlemine benzer. Yaşam formunun genetik yapısının kodunu çözer, sonra bu kalıbın bir kopyasını gitmek istediğimiz gezegene yollarız. Kopya kalıbın davranışlarından o bölgenin yaşam koşulları hakkında birçok şey öğreniriz. Daire, ayrıca işlem sırasında varlığın oluşumunda meydana gelen işlev bozukluklarını anında saptar ve düzeltir, bu yüzden gezegenimizde hastalık nedir bilmeyiz.
Manevra Aygıtı, gemiye üçüncü, dördüncü ve beşinci boyutlarda manevra yaptıran bölümdür. Geminin görünür hale gelip sonra gözden kaybolmasını sağlayan manyetik frekans değişiklikleri burada yapılır. Bu sayede biz sizi her zaman görebiliriz, ama siz sadece üçüncü boyut frekansındaki şeyleri görebilirsiniz, çünkü sınırlı bir bilgi ve inanç sistemine sahipsiniz.
Kristalizasyon Alanı, kristallerin dönüşüme uğratılıp enerjilendirildiği yerdir. Bu kristallerin birçoğu dünyadaki güç noktalarıyla temas kurmakta kullanılır, onlar vasıtasıyla dünyanın üzerindeki ve içindeki birçok noktayı sürekli olarak enerjilendiririz. Işık Çocuklarının da bildiği gibi, dünyanın yeni çağa geçişine yardımcı olmak için dünyaya sürekli ışık frekansları göndermekteyiz. Bu frekanslar, insan bilincini daha yüksek düzeylere çıkaran bilgiler taşırlar. Dünya bu bilgiyi, enerjilerin girdap yaptığı bölgeler kanalıyla alır ve ley hatları boyunca gezegene dağıtır. Bu bölgeler dünyanın akupunktur noktaları gibidir. Işık frekansını o noktalara düzenli aralıklarla gönderir, insanların enerjiye uyumlanmaları için zaman tanırız. Bu işlem yıllardan beri devam etmektedir. Eğer ışık frekansını bir seferde verecek olsaydık, yaratacağı şoktan birçok insan etkilenir, kendini toparlayamazdı. Bu işlemin tümü kristallerle gerçekleştirildiği için, gemimizde birçok farklı kristal formu üretir, onlara farklı programlar yükleriz. Bu programlama, dünyalı bilim adamlarının Silikon Vadisinde (ABD) gerçekleştirmeye çalıştıkları türden bilgi depolamayı içerir. Bu amaçla sık sık devasa kristal yataklarını dünyada seçilmiş yerlere ekmemiz gerekir. Bunu yaparken o bölgelerde bir hayli ufo faaliyeti gözlenir, oralar bizim iletişim üslerimizdir.
Frekans Aygıtı, ulaştığımız titreşim frekansını kaydeder ve onu eski frekansımızla kıyaslar. Kendi evrimimizden sadece biz sorumluyuzdur. Bu aygıtı düzenli fakat sık olmayan aralıklarla kullanırız. Gerçeklerin seçimi ancak bireysel ruh tarafından yapılabilir, çünkü bireyin aydınlanma yolunda kaydettiği ilerleme sadece kendine karşı ölçülebilir. Eğer bir ruh kendi adına düşünmeyi öğrenmez, körü körüne bir başkasının iradesine uyarsa, karmik borçlarını ve sorumluluklarını tehlikeye sokar. Bu yüzden, en önem verdiğimiz derslerden biri kendimize tanıdığımız özgür irade hakkını başkalarına da tanımayı öğrenmektir.
Büyükler İçin Öğrenim Yeri, Tanrısal bilgelik ve Gerçekle yeniden bağlantı kurmaya ayrılmıştır. Bu bölüme Yükselmiş Üstatlardan ve Büyüklerden başkası giremez. Bölüm sıvı ışıkla yaşam bağlantısını kurmak ve ruhen beslenmek için tasarlanmıştır. Burası kutsal bir yerdir, dünyanızdaki tapınaklara benzer. Dünyanız yedinci altın çağa bu Yükselmiş Üstatların çabaları ve Tanrının inayetiyle girecektir. Gireceğiniz çağ, insanoğlunun şimdiye dek benzerini asla görmediği bir çağ olacaktır. Sizin için çizilmiş İlahi Planın bütününe sadece Büyüklerimiz, Kumandanlar ve Yükselmiş Üstatlar vakıftır, oysa bizler sadece bozyapın bazı parçalarından haberdarız.
Dünyalı Işık Çocuklarının Toplantı Odası, dünyevi bedenleri içinde hizmet ederek planın kendilerine düşen bölümünü gerçekleştiren ruhlarla eterik konferansların yapıldığı özel bir odadır. Bu ruhların birçoğu kendilerini gezegende tecrit edilmiş hissetmekte, dünyaya ait olmadıkları duygusuyla yaşamaktadırlar. Bu odada yaptığımız toplantılarda, kendilerini asla terk etmediğimiz konusunda onlara güvence veririz. Onların işi kolay değildir, geri kalan kısa zaman içinde tüm dünyanın bilincini değişime uğratmak basit bir görev değildir. Birçoğunun kafası karışıktır, bazıları da dünyayı kuşatan enerji okyanusunda amaçsızca sürüklenmekte, yuvaya giden yolu nasıl bulacağını bilememektedir. Işık Çocuklarının misyonu, kadim gerçeklerin bilgeliğini ve Tanrısal bilgiyi yeniden gezegene getirmektir. Bunu başarmak için onlar farklı ülkelerde ve farklı meşguliyet alanlarında konumlandırılmışlardır. Kitleleri uyandıracak olan bu ordu, semavi alemlerdeki en bilge güçler tarafından desteklenmektedir. Sevgili Terra’nın (Dünya) uzun süredir özlemini çektiği aydınlanma ve barış onların çabalarıyla gelecektir. Işık Çocukları, alınlarında İbrahim’in Altın Yıldızının işaretini taşır, onların çok azı bizimle yaptıkları işbirliğini hatırlıyor olsa da, sizi temin ederim ki işbirliği sürmekte ve gezegende inanılmaz bir etki yaratmaktadır.
Evrensel Bütünsellik Dairesi, Tanrısal olanın formunu ve frekansını temsil eden kutsal bir yerdir. Dairede bir titreşim frekansı ve renk gösterisi vardır, buraya giren varlıklar sevinç ve esrime hali yaşarlar. Orası gerçeğe ulaşmış ruhları bekleyen boyuttur. Dairede hiç konuşulmaz, hatta telepatik iletişime bile ihtiyaç yoktur. Orada hiçbir boyutsal form tezahür etmemiştir, sadece evrende var olan en yüce gerçeklerin ışık formları, sesleri ve duygusal frekansları vardır. Bunlar, Thoth’un Mısır’daki inisiyelere aktarmaya çalıştığı gerçeklerdir. Ruhlar bir kez bu enerji yoğunluğunu deneyimlediklerinde, fizik dünyada hiçbir şey artık onlara çekici gelmez, çünkü bu olağanüstü ihtişam, parlaklık ve mutluluk üç boyutlu dünya ile kıyaslanamaz. Gemimizin bu bölümü kökenimize adanmıştır, o geldiğimiz ve sonunda döneceğimiz yerdir. (Sayfa: 143-208)


MİSYON

Soru- Misyon nedir?

Cevap- Gezegeninizdeki her insanın ruhuna, kader dediğiniz bir program damgalanmıştır, her insan ayrı bir yola ya da programa sahiptir. Tüm yolların kesiştiği noktada ise misyon planının Bir’liği vardır. Birçok ruh dünyada kendini öylesine kaybetmiştir ki, bu yaşamda içine düştüğü unutkanlıktan kurtulamayabilir. Belki de, içlerinde kodlanmış gizli bilgiye erişerek aydınlanmaları için birçok enkarnasyonun geçmesi gerekecek. Plan, kişinin önce kendi titreşim ve bilincini, sonra da çevresindeki kişilerin titreşimini yükseltmeyi öngörmektedir. İnsan, içindeki Tanrısal gücü kabul edip ona saygı göstermeden titreşimini yükseltemez. Eğer Tanrının her yerde ve her şeyde olduğunu anlayamazsa, gezegenin titreşimini de yükseltemez.


Soru- Dünyadaki üsleriniz nerededir?

Cevap- Dünyadaki üslerimiz dağların ya da kaya oluşumlarının içindedir. Ayrıca sürekli iletişimde bulunduğumuz dünyada bedenlenmiş ruhlar vardır. Onları daima ekranlarımız vasıtasıyla izler, anlayamayacağınız bir sistemle koruruz. Dünyadaki her ülkede görev yapan elemanlarımız vardır. Dağlardaki üslerimiz özellikle güçlü ülkelerin sınırları içindedir.


Soru- Evrendeki varlıklara zarar vermek için saldırı amacıyla tasarlanmış uzay gemileri var mıdır?

Cevap- Bu soruya ne yazık ki olumlu yanıt vermek zorundayız. Ama bugün dünyanın çevresinde bu tür gemiler çok azdır. Sayısal üstünlüğümüzden korkan bu gemiler gezegene çok fazla yaklaşamazlar.


Soru- Kendinizi bizim koruyucularımız olarak mı görüyorsunuz?

Cevap- Yüksek Konseyin Karmik Yönetim Kurulu, ruhların ışığa doğru kaydettikleri ilerlemeyi belirler. Biz, eriştikleri titreşim hızına ve o yıldızın kaderine bağlı olarak korunmaya hak kazanmış her çeşit varlığı korumakla görevlendiriliriz. Şimdi buradayız, çünkü bu çok özel bir misyon olarak ve dünya da kurtarılmaya değer olarak görülüyor.


Soru- Dünyadaki bazı hükümetlerle ilişki kurduğunuz doğru mu?

Cevap- Geçmişte iletişim kurmak için birçok plan denedik. Yüksek mevkilerdeki insanlarla, birçok başkan ve başbakanla temas kurduk. Onlar teknolojik sırlarımızın ve bilimsel alandaki keşiflerimizin peşindeydiler, ruhu besleyecek bilgiyi istemediklerini gördük. Bu alanda başarılması en zor şeyin, dünyadaki ortalama insanı kontrol eden güçlere nüfuz etmek olduğunu anladık. Bu güçlerden biri o ülkelerin hükümetleri, ikincisi ise silahlı kuvvetleridir. Yıllar önce bu kuruluşlar nezdinde girişimlerde bulunduk, ama kapılar yüzümüze kapandı, hatta düşmanca davranışlarla karşılaştık. Çabalarımız onlarca yıl sürdü, ama zaman geçtikçe güç yapılarının hükümetlerden yerel yönetimlere doğru kaydığını gördük. Üstelik o yerel yönetimlere gelmek için yetiştirilmiş birçok Işık Çocuğunu da tanıyorduk. Şimdi artık siyasi ve askeri konumda bulunmayan insanlarla iletişim kuruyoruz. Onlar bizi kalplerine buyur ettiler, halen 33 ülkeyle bağlantılarımız var, ayrıca iç dünyadaki uygarlıklarla da temas halindeyiz, birlikte bazı çalışmalar yapıyoruz.


Soru- Sıradan insanlarla ne şekilde temas kuruyorsunuz?

Cevap- Seçilmiş dünyalı bireylerle kurulan temaslar çok çeşitlidir. Bunlardan biri onlara mektuplar yollamaktır, sık sık bu mektuplar seçilmiş kişilerin önlerinde tezahür ettirilir. Genellikle ricalarımızın merak ve şaşkınlıkla karşılandığına, ama çok az kabul gördüğüne tanık olduk. Öyle görünüyor ki, insan zihni alışılmış yeteneklerin ötesindeki güç gösterilerinden bile kolay kolay etkilenmiyor. Bir başka temas şekli, seçtiğimiz insanların önünde fiziksel olarak belirivermektir. Meraklı ve samimi olanlar bu iletişimlerin sürmesini istemekle birlikte, bizi kalplerine buyur edenler kadar önemli değiller. Temas kurduğumuz iki insan arasındaki frekans farkını hemen anlayabilir, hangisinin kendini işe adadığını bilebiliriz. Bir diğer temas şekli de, bazı ruhları gemilerimize götürmeyi içerir. Eterik haldeki varlık bu izni vermeden onu asla gemilerimize götürmeyiz. Bu en saf ve en güvendiğimiz iletişim biçimidir. Bir diğeri ise telepatiktir, bu yolla bazı insanlara mesajlar yollarız. Ama en sık kullandığımız temas şekli rüya halinde gerçekleştirilenlerdir. İnsanlar bu haldeyken eterik bilinç formlarına girebiliriz. Bu, dünyadaki hiçbir varlığın muaf olmadığı bir iletişim biçimidir, yani her insan bu yolla bizimle iletişim kurar.


Soru- Gemilerinizi ziyaret eden insanlar üzerinde tıbbi deneyler yapıyor musunuz?

Cevap- Biz ima ettiğiniz anlamda deneyler yapmayız. Bizim tıbbi deneylerimiz enerji düzeyinde yapılır ve bireyin frekansıyla bilincini kapsar. Bireylerin küçük bir dokusunu, sıvısını ya da elektromanyetik titreşim örneğini kullanarak frekanslarını ölçebiliriz. Her olayda denekten izin alırız.


Soru- Bu zamanda dünyaya neden geldiniz?

Cevap- Dünyanın yeni çağa doğum sürecine yardım etmemiz istendiği için geldik. Yükselmiş Üstatların, Semavi Varlıkların ve Meleklerin evrende yankılanan çağrısını duyduğumuz için geldik. Şimdiki geçiş dönemi, dünya tarihinde deneyimlenmiş hiçbir döneme benzemiyor. Gezegeninizin yakında kavuşacağı güç ve konumu yeniden kazanması için aradan 26 bin yılın geçmesi gerekir. Bu muazzam mücadele sürecinde düşük titreşimli eski sistemler çökmekte, onların yerini yeni ışık ve ses titreşimleri almaktadır. Bu, sevgisiz ölümlülerin inşa ettikleri tüm yapıların artık sona ereceği anlamına gelir. Onların yerini sadece beşinci ve daha yüksek frekansta titreşen sistemler alacaktır.
Beşinci ışın, gırtlak bölgesinin enerji vorteksidir (girdap). O mavi renkle aynı frekansta titreşir ve gerçeği söylemeyi temsil eder. Bu frekans, yalan temeli üzerine kurulmuş tüm birey ve kuruluşları açığa çıkarıp teşhir edecektir, çünkü onlar yüksek ışık frekansında sürdürülemezler. Yeni çağda Beyaz Işık otorite kuracak, bu frekansla birlikte gerçek, sevgi ve teslimiyet gelecektir. Beşinci ışın, gökkuşağında beşinci konumda bulunan renktir ve sol notasıyla aynı titreşim frekansındadır. Bu ikisinin bileşimi, gezegeninizde çok uzun bir zamandan beri sürdürülen yalan ve hilelerle savaşmak için güçlü bir silah oluşturacaktır. Biz dünyaya bu titreşimdeki frekansı kanalize ediyoruz. Bu yüksek frekans gezegendeki bireyler tarafından massedilmiş ve birçok ruhun bilinci etkilenmiştir. Ortaya çıkan bazı sonuçlar şunlardır:
Artık birçok insan, toplumları yüzyıllardır zehirleyen yalanları ortaya çıkarıp teşhir etmek istiyor. Düşük yapılı düşünceler, duygular barındıran ve bu tür eylemlerde bulunan kişiler araştırılıp ortaya çıkarılıyor, yani teşhir gerçekleşiyor. İnsanlık mutlu sonuçlar doğuran bir bilinç değişimi hissetmeye başlıyor. Bu var oluş hali, bir oluruna bırakmama tutumunda ya da olumsuz duygulara bağlanmama duygusunda tezahür ediyor. Yüksek bilinç hallerindeki bireyler, kendilerini daha düşük ve öfkeli bireylerden ayırıyorlar. Farklı bireylerin frekansları çatışmaya başlıyor, yüksek frekans egemen olduğunda ya da daha çok birey tarafından massedildiğinde çatışma daha aşikar hale gelecek.
Birçok ruhun henüz anlamadığı şey, yüksek titreşimler taşıyan bir bireyin düşük titreşimli bireyin çevresindeyken en az onun kadar rahatsız olduğudur. Dünyalılar genellikle yüksek titreşimli bireylerin daha çok şey hissettiklerine, daha parlak bir zekaya sahip olduklarına, düşük titreşimli bireyden daha çok şey bildiklerine inanma eğilimindeler. Sizi temin ederim ki, zeka bu var oluşta dikkate alınacak bir unsur değildir, yeni bilinç sadece bireyin taşıdığı sevgi ve ışık miktarıyla ilgilenir. O Mesih benliğin göstergesidir.
Bireyler ruh konusunda giderek artan bir açlık hissediyorlar. Birçoğu yanıtları bulmak için kendi içine bakmaya başlıyor, sonunda yanıtları buluyor ve bayram ediyor. Hepinizin anlaması gereken şey, tüm kutsal metinlerinizde yazıldığı gibi tezahür etmiş fizik dünyanın bir illüzyon ya da maya olduğudur. Kişi bu illüzyon içinde dolanıp durur ve yanıtları arar. Önüne her gelene huzur ve doyumu nerede bulacağını sorar, ne yazık ki bu uzun yolculuk iç huzurunu bulamadan sona erer, çünkü yanıtlar orada değildir.
Sevgili kardeşlerim, eğer size anlamlı bir mesaj bırakmamız gerekiyorsa şu mesajı anlayışınıza sunmamıza izin verin: “Sizin dışınızda hiçbir gerçek ya da realite yoktur. Siz tüm evrensiniz ve Tanrıyla Bir’siniz. Her şey içinizdedir, bu yolculuk içinizdeki harikaları ve güzelliği keşfetmek için dışsal benliğinizi susturmaktan başka bir şeyi gerektirmez.”
Tarafımızdan dünyaya kanalize edilen enerji, gezegendeki bireylerin bilinçlerinin derinliklerini etkiliyor. Bu ancak dışsal zihni sessizleştirip zihnin içsel sığınaklarıyla bağlantı kurarak keşfedilecek bir enerjidir. O, ruhların nicedir keşfetmeyi bekledikleri içteki evrendir, her ruhun yaşam yolculuğunda bulmaya çalıştığı Bir’liktir. Bizim misyonumuz, ruhların bu Bir’lik haliyle bağlantı kurmalarına yardımcı olmaktır. Bu enerjiyi yaymak için buradayız, ama bunu birçok uzaylı kardeşimizin yardımıyla yapıyoruz.
Dünya kendini kuşatan olumsuz enerjiden temizlenmeye hazırlanıyor. Şiddetli iklim değişikliklerinde, püsküren ve püskürmeye devam edecek yanardağlarda, depremlerde ve ozon tabakasının delinmesinde bunun işaretlerini gördünüz. İnsanlığın enerjisi epeydir sevgili Terrayı kirletmiştir ve temizlik tamamlanacaktır. Bu ya insanlar tarafından ya da kontrollerinin dışındaki güçler tarafından yapılabilir, bu seçiminize kalmış bir şeydir, kim tarafından yapılırsa yapılsın sonuçta gerçekleşecektir. Yeni çağda var olabilmek için bireylerin yüksek frekanslı giysileri kuşanmaları gerekir, eğer bu uyarıya aldırış etmemeyi seçerlerse, huzur ve uyumun Altın Çağına katılmamayı seçmiş olurlar. Titreşimlerini yükseltmeyi seçmeyenler, dünya katını terk etmek zorundadır. 90’lı yıllar temizlenmeye ayrıldığı için, birçok ruh 2000 yılından önce dünya katından ayrılacaktır.
Yaptığımız uyarı olumsuz değildir, olandır, yasadır. Devam etmemeyi seçenler kendi seçim ve iradelerini ifade ediyor olacaklar, seçimlerinden ötürü onlara saygı gösterilecektir. Ruhları, seçtikleri ve alışık oldukları frekansa uygun bir gezegende tekrar enkarne olacaktır. Yaşam ille de devam edecektir, çünkü yaşam sonsuzdur.


Soru- Bize yardıma gelenler sadece Arkturuslular mı, yoksa başka gezegenlerden gelen semavi varlıklar da var mı? Biraz onlardan da söz edebilir misiniz?

Cevap- Yardım çağrısı evrenin her yanından duyuldu, bu sese sadece bizim karşılık verdiğimizi söylemek bencilce olur. Şu anda geçiş dönemine yardım etmek için birçok yıldız sisteminden gelen varlıklar da burada bulunuyor.
Size yardım etmeye gelmiş her uygarlığın misyonu, geldikleri yıldız sisteminin titreşim niteliklerine göre değişir. Örneğin, Orion yıldız sisteminden gelenler, başka türlü yaratılamayan bir denge ve güzellik elde etmek için güçleri kutuplaştırma yeteneğine sahiptir. Siz buna yıkım ya da kaos diyebilirsiniz, ama biz ona değişik bir yaratma biçimi deriz. Onlar, yakın zamanlarda oluşturduğunuz “kavratıcı uyumsuzluk” teorinizin anlayışına uygun ruhları buraya getiriyorlar. Orionlular kaotik güçler vasıtasıyla iş görürler ve sistemler yaratırlar. Ama teoriler de er geç değişir, yeni çağ başladığında dünya bu teoriyi de ıskartaya çıkarmak zorunda kalacak. O gün geldiğinde, daha ileri bir evrim ve uyum sürecine öncülük etmek için gezegeninize Lyralı varlıklar gönderilecek. Bu durumda Orionlular dünyada pürüzsüz işleyen sistemlerin gelişimi için zihinsel güçleriyle katkıda bulunuyor, sarı renk titreşimini yayımlayarak insan bilincindeki sezgisel güçlerin sabit kalmasını sağlıyorlar.
Alfa Centauruslular, menekşe renkli ışını temsil ederler. Evrenlerin en yüksek nitelikli bilimsel ve teknik bilgisine sahiptirler. Onlar teorisyenlerdir, gezegeninizdeki bilgi düzeyini yükseltmek için buradalar. Yaşadıkları zorluk, evrenin ileri kavramlarını insan anlayışı düzeyine indirmenin yollarını bulmayla ilgilidir. Dünyadaki en ileri bilimsel kuruluşları inceliyor ve bu kuruluşların üyelerine telepatik yoldan bilgi veriyorlar. Bu bilgi, yüzyılın başında yeni teknoloji biçimlerinin tasarımını hızlandırmak için veriliyor. Zekaları çok yükseklerde gezindiğinden, fikirlerini dünya katına indirmek onlar için çok zordur.
Sirius gibi yıldız sistemlerinden gelen varlıkların burada bulunma nedenlerinden biri, bu yüksek bilgileri dünyada köklendirme işine yardımcı olmaktır. Siriuslular, eski Mısır uygarlığına tanrı -insanlar olarak gelmiş ve piramitleri inşa etmişlerdir. İç dünyaya giden yolları ve tünelleri yapanlar da onlardır. Tüm yüksek bilgileri dünyada köklendirmenin yanı sıra, Mısır uygarlığını yüzlerce yıl ayakta tuttular. Gelecekte Altın Çağın tapınaklarını inşa edecek olanlar da Siriuslulardır, ama bu sefer yalnız olmayacak, burada bulunan tüm uygarlıklardan yardım alacaklar. Yakında büyük piramidin sırları açığa çıkarılacak ve yaşamın birçok gizemi gözler önüne serilecektir. Bilgiyi bir kez daha gezegene ifşa edecek olanlar uzaylı kardeşleriniz olacaktır, çünkü ta başlangıçta bu gizemleri mühürleyenler de onlardı!
Hydralı varlıklar, yerkürenin cevherlerinden yeni şeyler yaratmakta ustadırlar. Onlar tarım uzmanları ve arkeologlardır, toprak ve kilden değişik ürünler yaratan, toprakla uğraşmayı seven varlıklardır.
Lyralılar dünyaya göçebe kültürünü ve özgürlüğü getirmişlerdir. Gezegenlerine bağlılık duymazlar, evrenin bukalemunları gibidirler, her gittikleri yere uyum sağlarlar. Baş bölgelerinden bir hayli ışık yayarlar, ama dünya atmosferindeyken baş merkezini doyuma ulaştırmakta zorlanırlar, çünkü dünyanın düşük titreşimine alışık değildirler. Mutlak bir hareket özgürlüğüne sahip oldukları için, bizim Arkturusta yaptığımız gibi kendilerini gezegenleriyle sınırlamazlar, onlar evrenin bağımsızlarıdır.
Pleiadesliler mavi renk tayfında titreşirler. Bunun anlamı dürüstlük ve adalettir. Müzik ve dansta inanılmaz ilerlemeler kaydetmişlerdir. Yeni müzik biçimleriyle dünyanın ritmini değiştirenler onlardır. Bu yeni müzikler, insanlardaki yüksek enerji merkezlerini aktive etmek için tasarlanmış yüksek titreşim frekansı içeren müziklerdir. Yüksek çakraları aktive ettiğinizde, bireyin bilinci daha yüksek bir boyuta geçer, yüksek boyutlar da otomatik olarak evrenin ortak bilinciyle bağlantı kurarlar. Pleiadesliler ses ve ışık yaratımında uzman olarak kabul edilirler. Dünyadaki hologram ve lazer teknolojisi, Pleiadesli uzmanların çabaları sayesinde gün ışığına çıkmıştır.


Soru- Kaçırılıp üzerinde deney yapılan varlıkların belleklerini yitirdiklerini duyuyoruz. Birçok insan bu konuda korku ve öfke içinde. Bu faaliyetlerden siz mi sorumlusunuz?

Cevap- Eğer Arkturusluları kastediyorsanız bu faaliyetlerden sorumlu olan biz değiliz. Ama şunu bilmelisiniz ki, gemilere götürülüp üzerlerinde deneyler yapılan bireyler bunu ruhsal düzeyde kabul etmiş olanlardır. Kaçırılan kişiler bu zamanda dünyada bedenlenmeyi ve incelenmek üzere gemilere götürülmeyi seçmiş olanlardır. Daha dünyaya gelmeden önce kendileriyle yapılan anlaşmanın gereğidir bu. Ne var ki bu ruhlar bedenlendikten sonra yaptıkları anlaşmayı hatırlamazlar, çünkü yeni doğan bebeğin aldığı ilk nefesle birlikte unutkanlık perdesi iner. İnsan o andan itibaren evrenin Tanrısal zihniyle yeniden bağlantı kurana dek artık kendi başınadır.
Dünya evrendeki en zor gezegenlerden biridir, yüksek frekansların nüfuz etmesini nerdeyse olanaksız kılan bir enerji tabakasıyla kuşatılmıştır. Ruh geçmiş yaşamlarını hatırlamadığı için, varlık bu gezegene gelmekle büyük risk aldığını bilir. Her insanın bir misyonu ve tasarlanmış ilahi bir planı vardır. Bu planın programı kalp bölgesindedir, insan bu koda ancak yüksek benliği vasıtasıyla girebilir, bağlantıyı bir kez kurduktan sonra korku ve illüzyonun hayatını yönetmesine kesinlikle izin vermez. Ama çok az ruh bunu anlayabildiği için, dünyadaki görevini keşfetme yolunda gerekli adımları atamaz.
Bedenlerinin incelenmesine izin veren varlıkların yaptığı hizmet, varlığın bilincinde kristalize olmuş tıkanıklıkların ortadan kaldırılmasını sağlar. Bunun anlamı şudur: Genellikle varlığın akaşik kayıtlarında önceki yaşamlarından kalma olumsuz koşullanma ve programlar vardır. Bu yüzden varlık şimdiki hayatında mantıklı bir açıklaması olmayan korkular hisseder. Bu korku o kadar derinlere işleyebilir ki, varlığın ışığa doğru ilerlemesini engelleyebilir. İşte eterik kattaki arkadaşlarımız bu tür sorunları olan insanları kristalize olmuş enerji tıkanıklıklarından kurtarmaya çalışırlar. Söz konusu tıkanıklık giderildikten sonra varlık daha yüksek frekansta titreşmeye başlar.


Soru- Bedenlerimizi ve zihinlerimizi temizlemek için ne yapabiliriz?

Cevap- Üzerinde çalışacağınız dört enerji kaynağı var. Bunlar düşünceleriniz, sözleriniz, duygularınız ve eylemlerinizdir. Yapmanız gereken şey bu enerjilerin gücünün farkında olmaktır. Bu alanların her biri üzerinde hakimiyet kurmaya başlamalısınız. Enerjinizin boşa harcanmasına, çevrenizdekilerin olumsuzluklarının enerjinizi tüketmesine izin vermeyin. Zihninizin başıboş gezinmesine izin vermeyin, siz kendi tapınağınızın üstadısınız!
Yapacağınız başka birşey de, fiziksel bir arınmadan geçmektir. Bedeniniz rahatsız olduğu ya da işlev yapmasına izin verilmediği takdirde, kalp merkezindeki yaşamsal enerjiyi çekip tüketecektir. Kaçınılması gereken yiyecekler şunlardır: Rafine edilmiş unlar, kafein ve zihin tayfını çarpıcı biçimde değiştiren uyuşturucular. Kırmızı etler ise, dünyanın ürettiği en düşük titreşimli besinlerdir. Bedenlerinizi bu besinlerden kurtardığınız takdirde yüksek bir enerji ve güç kaynağı haline gelir, böylece berrak bir bilince kavuşursunuz. Bu durumda yüksek benliğinizle bağlantı kurmanız kolaylaşır. Yüksek benliğiniz öyle saf bir elektromanyetik enerji formudur ki, ancak beden titreşim hızınız aynı frekanstaysa onunla birleşebilirsiniz. Ruhla birleşmek için bedenin ve zihnin temizlenmesi zorunludur. Ruh titreşim frekansı konusunda taviz vermez, öz bir kez o güzel ışımaya ulaştığında artık geri dönüş yoktur. Bilinç düzeylerini yükseltmek insanların egolarına kalmış bir şeydir, dünyadaki ruhların misyonu budur.


Soru- Mesihin ikinci gelişiyle ilgili olarak hangi olaylara tanık olacağız?

Cevap- Önümüzdeki yıllarda Işık Çocukları arasındaki bağların güçlendiğini göreceksiniz. Bir diğer işaret, öfke tezahür ettirmeye başlayan kayıp ruhlar olacak. Onlar hücresel düzeyde kurtuluş umudunun kalmadığını görecek, yoğun bir terk edilmişlik duygusu hissederek dövüşmeye başlayacaklar. Bu tepkide karanlık tarafın üzüntüsünün tezahürünü göreceksiniz, bu yerel düzeyde bile aşikar olacak. Size tavsiyemiz, önce kendinizin sonra da başkalarının üzerine menekşe rengi ve beyaz ışık geçirmenizdir. Üçüncü tezahür geriye sayım işlemi olacak. Giderek daha fazla medya kanalının bu olayın gerçekliğinden söz etmeye başladığını ve tarafların saf tuttuğunu göreceksiniz, bu konuda tarafsız kalmanızı tavsiye ederiz. Üstat olabilmeniz için bu dünyada bulunmanız, ama bu dünyadan olmamanız gerekiyor, bu konumda olmanız için de taraf tutmamanız gerekiyor.
Bu dönemde en önemli olay İsa Mesih’in görünmesi olacak ve vaat gerçekleşecek. Onun parlaklığı gezegendeki tüm ruhlar tarafından aynı anda fark edilecek. Bu hem dördüncü, hem de üçüncü boyutlarda vuku bulacak ve o sırada birçok insan titreyecek! Çobana geri dönecek kuzuları sayabilirsiniz, bu büyük sevinç zamanında sürü muhteşem varlığı kuşatacaktır! Biz durup dinlenmeden bu olaya hazırlanıyoruz. Size şunu söylemeliyiz ki, üçüncü kök ırkın çok uzun bir süredir beklediği şeydir bu olay.


Soru- İsa’nın ya da Sananda’nın bu ikinci gelişte ve yeni bin yıllık devredeki rolü nedir?

Cevap- Altıncı ışının üstadı Sananda, yeni çağa uyanan bu gezegenin önderidir. O Büyük Merkezi Güneşten gelen muhteşem ışındır. Onun rolü, altıncı ışın kapısından geçerek Tanrısal aleme geri döneceklere liderlik yapmaktan başka bir şey değildir. Bu aleme girmemeyi seçenler için bir ceza yoktur, dünyadaki birçok ruhun bu yolculuğu yapmaya henüz hazır olmadığı da açıktır. Tek ceza zamandır, Sananda’nın konukseverliğine karşılık vermek istemeyenler, kapının tekrar açılacağı bir sonraki uygun zamanı beklemek zorunda kalacaklar. Bu zaman kapısı yaklaşık 26 bin yıl sonra yeniden açılacaktır. Bu, ruhların o devre sırasında Tanrısal aleme götürülme fırsatını hiç bulamayacakları anlamına gelmez. Bir kez kapı kapandığında, varlığın Baba’nın alemine götüren yolu bulması daha zor olacaktır.
İsa dönmüştür, çocukları ve kardeşleri arasındadır, vaadini yerine getirmek için dönmüştür, bilgisi ve şefkati yüzünden dönmüştür, hükmetme döneminin sonuna kadar da burada kalacaktır. O fiziksel form içinde dönecektir, bu olayın zamanı İbrahim Peygamber’in kitabında yazılıdır, ama bu bilgi size kadar ulaşan kitapta yer almamaktadır. Tüm ışık noktaları ve koşulları gezegene sağlamca demir atana dek bu tarih açıklanamaz. Üstadı koruyan ışık güçleri ve melekler onun dönüşü için yolu hazırlamaktadır, ancak plan tamamlandığında İsa’yı fiziksel form içinde görebileceksiniz!


Soru- Yükselmiş Üstatlar kimlerdir? Yedinci ışının anlamı nedir?

Cevap- Yükselmiş Üstatlar yedinci ışın ve onun üstündeki titreşim frekansına ulaşmış ruhlardır. Işık, dünyalı bilim adamlarının ölçümlerine göre yedi renk frekansından oluşur. Her bir renk farklı bir hızda titreşir. Menekşe rengi, tüm renklerin birliği olan beyaz ışık tarafından massedilmeden önceki en yüksek frekanstır ve yedinci ışına denktir, dünya katındaki en yüksek titreşimdir.


Soru- İnsanlar, dünyanın sonunun gezegenin yıkımı anlamına geldiğini söylüyorlar. Bu konuda bir yorum yapabilir misiniz?

Cevap- Bize göre bu, evrenin fiziğinin dünyanızı kuşatan enerjiyi artık desteklemeyeceği anlamına gelir. Eğer gezegeniniz yıkıma uğrarsa, Tanrı ile iletişim kuracak yer kalmayacağı anlamına gelir. Gezegene fiziksel anlamda ne olursa olsun, Tanrının asla yok edilemeyeceğini söyleyebiliriz. Ayrıca, Tanrının şu anda yıkıma izin vermemek üzere çalışan bir zekaya sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Bu gezegenin büyük bir kadere, muhteşem bir geleceğe sahip olduğunu, ama durumun düzelmeden önce daha da kötüleşeceğini de söyleyebiliriz. Sonuç tamamen dünyadaki ruhlara bağlıdır, gezegenin halkı sevgili Terra’yı havaya uçurmayı seçtiğinde, müdahale etmemiz için bize ilahi bir emir verildiğini bilmelisiniz. Dünya’yı hiçbir güç yok edemeyecektir, bu konuda size garanti verebiliriz. (Sayfa: 227-283)


GELECEK

Size yüzlerce yıl önce gönderilmiş bir mesaj, hızla yaklaşmakta olan yeni çağ için rehberlik ararken kullanabileceğiniz en güçlü araçlardan biridir. Onu bir kez daha aktarmak ve Arkturuslu Büyüklerimizin bu mesajı yorumlayışını size sunmak istiyoruz.

23. Mezmur

Tanrı benim çobanımdır ve ben hiçbir şey istemeyeceğim.

Tanrı dediğiniz muhteşem varlık ışığa dönüş yolunda olan ruhların tüm ihtiyaçlarını karşılar. Ruhlar dikkatlerini bu varlığa çevirdiklerinde artık hiçbir şey istemezler, çünkü ihtiyaçları tüm düzeylerde karşılanır.


O beni yeşil çayırlara yatırdı.

Yeşil renk insanın enerji sistemindeki dördüncü çakraya denktir ve kalp merkezini temsil eder. İnsanlardaki en güçlü merkezdir, ayrıca insanların en çok ihmal ettiği merkezdir. Bir anlamda en kolay incinen ve birçok kişi tarafından en hızlı kapatılan merkezdir. Eğer insan bilincini Tanrı bilincine bağlarsa, o zaman ruh kalp merkezinden hareket ediyor demektir. Bu hal içinde çayırlar (kalp) çok bereketli ve yeşil hale gelir ve bireye bahşedilecek gücün tüm unsurlarını içerir.


O beni durgun suların yanına götürdü.

İnsan kalp merkezini gerçek bilgelik kaynağı olarak kabul ettiği ve davranışları yüksek bilinç hallerinden kaynaklandığında, birçok insanın yokluğunu hissettiği sükuneti kazanır. Çünkü bunu takip eden şey zihnin sessizleşmesidir. Zihin huzursuz olduğunda ruhu ve kalbi de sıkıntıya sokar. İnsan durgun suya benzediği, sükunet dolu bir zihin ve ruh hali içinde olduğunda hiçbir konuda savaşmaz, kendinin efendisi olur.


O benim ruhumu iyileştirdi.

Yukardaki unsurlar gerçekleştiğinde ruh artık tüm karmik borçlarını iptal edip onlardan kurtulur, böylece Tanrısal aleme girmeye hazırlanır.


O, O’nun adı aşkına beni doğruluk yollarına götürdü.

Tüm karmik borçlardan kurtulduğunda ruh artık yüksek alemlere götürülmekte özgürdür. Siz buna ermişlik ya da Yükselmiş Üstatlara giden yol diyebilirsiniz, bizse beşinci boyut frekansı deriz. Çünkü bu hal içindeki insan, Büyük Merkezi Güneşin sıvı ışığını kontrol edecek güce sahip olur.


Evet, ölümün gölgeli vadisinden geçsem de hiçbir kötülükten korkmayacağım, çünkü sen benimle birliktesin.

Dünya bir vadiye benzer, çünkü insanların bilinci çok düşüktür. Bu yüzden yüksek alemdekiler tarafından gölgeler ve illüzyonlar vadisi olarak görülür. Ölüm bir illüzyondur, bir bilinç halinden bir başka bilince, bir karmik sorumluluktan bir diğerine geçiştir, ruh olan eterik bedene yeniden bağlanmaktır, o gerçek yaşamdır. Dünyadaki bir başka illüzyon da kötülüğün varlığıdır. Kötülük ve dehşetin sizin için realite olduğunu gözlemliyoruz. Oysa anlamadığınız şey bu süreçleri zihin gücünüzle yarattığınızdır. Bu yüzden, bir ruh her şeyin Yaradanı Tanrıyla birlikte yüksek katlarda yürüdüğünde, artık kötülükten ve ölümden korkmaz. İnsanın bilinci bu illüzyonları aştığında artık onları alıkoymaya ihtiyaç kalmaz. Her insan içsel dünyasının gücüyle kendi realitesini yarattığı için, bir kez kötülük ve korkudan kurtulduğunda bu nitelikler artık dünya katında ya da bireyin çevresinde tezahür etmeyecektir. Sevgili kardeşlerim siz aslında çok güçlüsünüz.


Sen düşmanlarımın huzurunda bana bir sofra hazırladın.

Her şeyin tek Yaradanı ayrım yapmaz, Tanrı tüm ruhları bir ana babanın eşit sevgisiyle sever. Bu yüzden, insan illüzyoni yolda her ne yapmış olursa olsun Tanrı cezalandırmaz, tüm çocukları için bir ziyafet sofrası hazırlar.


Sen benim başımı yağ ile meshettin.

Hepimiz Tanrının seçilmiş çocuklarıyız, hepimiz zayıflığımızdan kurtarıldık. Sizi Baba’dan ayrı tutan şey sadece egodur. Tanrı hepimizi Yükselen Kurtarıcının işaretiyle mesheder, bu buluşmayı kabul ya da reddetmek egonuza ve seçiminize bağlıdır.


Benim bardağım taştı.

Tanrının inisiyasyonunda tüm çocuklara bolluk sunulur. Bu tüm karmik borçlardan kurtuluşun ödüllerinden biridir. Evren yoksulluk değil bolluk evrenidir, sınırlı bolluğa sahip olan sadece insanın bilincidir. Sizi yoksulluk içinde tutan zihniniz ya da bilginizdir.


Elbette iyilik ve inayet hayatımın tüm günlerinde beni yalnız bırakmayacaktır.

İyilik ve inayet içinde olanlar, halim olanlar dünyayı miras olarak alacaklardır. Bilinçlerini yükseltmeyi seçen tüm ışık çocuklarının ödülleri rahatlık, mutluluk ve huzur olacaktır.


Ve ben Tanrının evinde ebediyen kalacağım.

Tanrının alemi ebedidir, bunun sonsuz bir yolculuk olduğundan kuşku duymayın. Her uygarlık ve insan türü evrimleşirken daima deneyimlenecek yeni zorluklar, serüvenler, umutlar ve esrime halleri vardır. Dünya insanları temel korkularını ve sınırlılıklarını aşmayı öğrendiklerinde, diğer realite boyutlarını keşfetmekte özgür olacaklardır. (Sayfa: 285-290)