7.10.2009


---Dr. Karl Nowotny---
BİR DOKTORUN RUHSAL
DÜNYADAN MESAJLARI

(Üçüncü Cilt)

RUH VE MADDE YAYINLARI


RUHSAL ENERJİLER ÖLÇÜLÜ KULLANILMALIDIR

Ruhsal enerjiler her durumda rehberlik edici ve destekleyicidir. Negatif anlamda ne kadar baskı varsa, ruhsal etkilerden faydalanılması için bir o kadar da pozitif anlamda imkan vardır. Şimdi, enerjinize ilave olarak dışardan bir enerjinin bedeninize nüfuz ettiğini düşünün, bu enerji sizinkiyle karışır, sinir sisteminizi kullanır ve onu kontrol altına alır. Eğer enerji bunu dikkatle yapar, mevcut imkanları ve sağlığınızı göz önünde bulundurursa fayda sağlayıp güçleneceğinizden emin olabilirsiniz. Ama sağlığınız dikkate alınmadığı takdirde, günün birinde bedeninize verdiği zararın ortaya çıkacağını ve bunu hiçbir doktorun teşhis edemeyeceğini bilmelisiniz.
Ruhsal bir etkinin pozitif veya negatif oluşu, etkiyi gönderen ruh varlığının iyi veya kötü, olgun veya geri kalmış olduğunu göstermez. Daha çok etkiyi gönderen varlığın enerjisinin kişinin enerjisiyle etkileşimini, organizma üzerindeki etkisinin pozitif ya da negatif olduğunu gösterir. Olağanüstü başarılar kazanmış bazı ünlülere bakınca bunu görmek mümkündür. Bazıları kendilerini aşırı derecede zorlamışlardır. Örneğin Beethoven işitme duyusunu o denli zorlamıştır ki, maddi ton ve vibrasyonları alamaz hale gelmiştir. Bu yeteneğini kaybetmiş olmasına rağmen ruhsal bir varlığın zihninde ürettiği tonları işitebilmiştir. Organik yönden özürlü oluşu, ona ilham veren ruhsal varlığı engelleyememiştir. Bu olayda, doğanın insanlar için koyduğu sınırların aşıldığını görüyoruz.
Elbette dış etkilerin aşırı baskısı altında kalmayan sanatçılar da vardır. Goethe böyle bir sanatçıydı, en iyi eserlerini dünyayla ilişkisini kesmeden kısa bir süre önce verdi. Ruhsal enerji dengesini kurmayı iyi biliyordu. Schumann’ın hayatı farklı bir konudur. Onun çok iyi yardımcıları vardı, sonsuza kadar değer taşıyacak eserler üretti. Ama beste yapmaya duyduğu aşırı tutkuyu fizik bünyesiyle dengeye getiremedi. Bu yüzden kısa zamanda sağlığı bozuldu, zihinsel güçleri tükendi ve kendisiyle ilgilenen varlıkların ilhamlarını alacak yeteneği kalmadı. Sanatçı beyin gücünü yitirdiği zaman ruhsal yardımcıları geri çekildiler, ama o çalışmaya devam etmek istiyor, yaratıcı yeteneğinin sona erdiğini kabullenemiyordu. Eğer beste yapmaktan vazgeçecek olsaydı yakınları buna tepki göstereceklerdi. Acil yardım çağrıları sadece canını sıkan geri düzeyli varlıkları cezbediyordu. Sonunda kafası karışmış bir halde obsesyona yenik düştü.
İnsan dünya enkarnasyonu sırasında zaman ve mekanla sınırlanmıştır, normal ve sağlıklı bir hayat sürmek istiyorsa bu kısıtlamaları kabul etmek zorundadır. Defalarca söylediğim gibi geceler uyumak içindir, çünkü bu saatlerde insan bilmediği alemlerden gelen enerjilerle şarj edilir. Bunu unutmayın ve her türlü medyumik bağlantıyı önce bu ölçüye göre değerlendirin. İyi bir sanatçının bazen çalışmaktan vazgeçerek içindeki çağrıya nokta koyması gerekir, çünkü aşırı taleplerle sonuna kadar başa çıkamaz. (Sayfa: 29-35)

CİNSELLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Her insanda, kısmen şimdiki hayatında taşıdığı ruhsal olgunluktan, kısmen de genetik mirasından gelen cinsel eğilimler vardır. Birbirini tamamlaması gereken bu unsurlar bazen birinin, bazen de ötekinin lehine bozulabilir. Materyalist yönü baskın insanlar bir eşle cinsel ilişkiyi ruhsal uyumdan, yani diğerinin ruh ve canıyla bir olma duygusundan daha önemli sayarlar. Madde geçici olduğundan ona bağlı tüm zevkler de geçicidir, çözülüp dağılmaya mahkumdur. Oysa ruhsal bağlılık sonsuza kadar sürer, yani ölümün de ötesine geçer.
Bunu hisseden bazı insanlar cinsel arzuya karşı koyma eğilimi gösterir, onu ilkel ve değersiz bulurlar, ama bu insanlığın çok küçük bir yüzdesi için geçerlidir. Maddeye egemen olmak, akla yakın bir gelecekte gerçekleşmeyecek bir rüyadır. Cinsellikte, hem davranış tarzında, hem de ortaya çıkan sonuçların değerlendirilmesinde bir orta yol bulunmalıdır. Herkese uygulanacak kurallar koymak zordur, ayrıca insanın kendine tanınan imkanları kullanarak evrimleşmesi elinden alınamayacak bir haktır. Ama ne var ki toplum hayatı sınırlayıcıdır, uygarlığın genel kabul görmüş normlarına uyum sağlamayı gerektirir, bazı hallerde insan istediği sonuçları elde edemez. Kısaca, cinsellik konusundaki toplumsal normlar insanın kendine uygun bir yol çizmesini engeller. Ayrıca, ruhsal olgunluğun zekayla ve bilgiyle eşanlamlı olmadığını da unutmamak gerekir, bunlar sadece maddi plandaki gelişmenin temelleridir. (Sayfa: 139-144)

İNTİHAR VE SONUÇLARI

Bireyin yaptığı her hareket kendi kararının bir yansıması ve iradesinin ürünüdür. Bir insan neden kendini öldürür? Çünkü dünyadaki görevlerini başaracak irade gücü kalmamıştır, en azından onun görüşü böyledir. İnsanın iradesi tükendiği zaman sonuç razı olma, duygusuzluk ve pasifliktir. Yaşama iradesini kaybettiğine inanan birinin, yaşadığı hayattan kurtulmak için daha az iradesi kalmıştır, çünkü doğa yasalarına göre herkesin arzusu dünyada mümkün olduğu kadar uzun süre yaşamaktır. Her insanda bulunan bu içgüdünün varlığı inkar edilemez.
Hayatı sona erdirmek hiçbir şekilde hür iradenin işi değildir. Elbette ilgili kişi bu fiili gerçekleştirmektedir, ama pasif haldeyken iradesi o kadar zayıflamıştır ki diğer enerjiler onu ele geçirip kullanacak hale gelmişlerdir. Özgüvenlerini büyük ölçüde yitirmiş insanlar çoğu zaman tüm güçleriyle intihar düşüncesine karşı direnirler. Direnirken çaresiz kalacaklarından korkarlar, bunu yapmak istemediklerini söylerler, ama daha ileri gitmeleri için baskı yapılıyormuşçasına devamlı yönlendirilirler.
Obsesyonun nedenlerine ve egemen ruh enerjisinin tipine göre çok çeşitli etkiler ve baskı türleri vardır. Problemin temelinde her zaman kişinin başarısızlığı yatmaktadır. Bu kendinden kaynaklanan bir kabahat dolayısıyla olabilir, hayata yanlış bakışından kaynaklanabilir, aşırı fiziksel ıstıraptan ya da fiziksel özürlerinden dolayı da olabilir. Bunlar duygusallık içinde her şeyden vazgeçmesine yol açar ve kişi negatif enerjileri almaya istekli hale gelir.
Her insanın ölüm anının önceden belirlendiğini biliyoruz. Öyleyse önceden belirlenmiş dünyadan ayrılış gününe kadar yaşamak neden bu kadar önemli? Canı istediği zaman hayatını sona erdirmek insanın hür iradesine bırakılmamış mıdır? Dünyaya gelmek için de hür irademizi kullanmıyor muyuz? Evet ama o işlemde öte alemdeki spiritüel normlar geçerlidir, yani varlığın hür iradesi hiçbir zaman kozmik yasaların üstünde değildir, insan bu yasaları çiğneme özgürlüğüne sahip olsaydı kaos yaşanırdı. Bu spiritüel normların neler olduğunu size açıklayacak kelime bulamıyorum. İlahi düzen gereği her insan onlara uymak ve olgunlaşmak için kendine ayrılan zamanı kullanmak zorundadır. Eğer dünyadan zamansız ayrılacak olursa ruh varlığı tamamen maddeye bağlı vaziyette kalır, ama maddeden yeterli derecede yararlanamadığı için çok ıstırap çeker. Ayrıca önceden belirlenmiş dünyadan ayrılma vakti gelinceye kadar ruhsal aleme ve onun canlandırıcı enerjisine de uyum sağlayamaz. Bu tür varlıklar zaman ve mekana bağlıdırlar, sadece bu bile sonsuz ıstırap çekmelerine neden olur.
Aklından intihar düşüncesi geçen bir hastayı tedavi eden psikiyatristin en zor görevi, bunları hastasına açık seçik anlatabilmektir. Hasta yakınlarına da onu anlayıp hoşgörmeyi öğretmek büyük önem taşır. (Sayfa: 144-149)

ÖFKE MANTIKLI BİR REAKSİYONDUR

Şimdi çevre tesirleri karşısında duyulan ve aniden insanı hükmü altına alarak pişman olacağı şekilde hareket etmesine ve konuşmasına sebep olan öfke hakkında konuşacağız. Aslında insanın yetişme tarzı dürüst duygularını bastırmasına sebep olmasa, bu tür kontrol edilemeyen reaksiyonların çoğu gayet doğal ve makul kabul edilebilirdi. Ama bazen bu hal, hesapçı bir zihnin soğukkanlılığıyla deneyimlediği olaylara dürüstçe tepki vermesini engelleyen cesaretten yoksunluk halidir. Böyle bir kişi öfkesini dışa vuracak cesaretten yoksundur, ama karşısındakine için için düşmanlık besler. Eğer insanlar bu gibilerin gerçek yüzlerini görebilseler dehşete düşerlerdi. Bu öyle bir çirkinliktir ki, çoğu zaman öfke nöbetine tutulmuş birinin kızarmış suratından daha kötüdür.
Bizler ruh aleminden içteki kişiliği, yani maskelerin ardında gizlenen şeyleri görebiliriz. Oysa dünyada yaşayan biri genellikle içten pazarlıklı soğukkanlılığa güvenmeyi tercih eder. Bu tür çirkinliğin, çoğu zaman öfke ve nefretin dürüstçe ifade edilmesinden daha tehlikeli olduğunu söylerken size yeni bir şey söylemiş olmuyorum. Gerçekle sahte olanı ayırt edebilmek için deneyimli bir görüşe ihtiyaç vardır. Dürüst bir insanı ayırt etmek kolaydır, çünkü hoşuna gitmeyen insanlara fazla dostluk gösterisinde bulunmaz, çoğu zaman da dünyanın en kibar ve görünüşte en hayırsever insanlarından daha fazla sempati toplar.
Ruh varlığının ışığı daima dışına vurur, bunu fark edip anlamak insanlarla ilişkilerimizin en önemli tarafıdır. Karar verirken kesin bir sonuca varmadan önce dikkat edin, bir insanın kişiliğini toplumun uyguladığı ölçülerden farklı bir ölçüyle değerlendirmeye çalışın. Övgüler sıralayan bir nezaketin, dürüstçe ifade edilmiş sempati veya nefretten daha üstün olduğunu söyleyerek çocuklarınızı yanlış yönlendirmeyin. Eğer samimiyetsizliği yücelten bir tarzda yetiştirilmişseniz, lütfen yeni bir düşünce tarzını benimseyerek dürüstlüğe aykırı olan her şeyden uzak durun. Deneyimsiz küçük bir çocuk gibi tepki verin. Aklınızdan geçen her şeyi söyleyin demiyorum, dürüst olmak için vicdanen nereye kadar gidebileceğinizi düşünmeniz yeterlidir.
Geleneksel nezaketiniz ruh aleminde takdir toplamaz. Dünyada haklarında pek iyi düşünülmeyen yontulmamış diyebileceğiniz pek çok genç, iyi öğrenim görmüş ikiyüzlü bir insandan çok daha değerli ışınlar yaymaktadır. Meselenin can alıcı noktası, günlük hayatın her yönünde içtenlik göstermektir. Zorlamalar, baskılar düşüncelerinizi saptırıp sizi vicdanınıza zıt bir şekilde hareket etmeye yönlendirdiği zaman kendi içinize dönün. Birçokları için bu gayet nahoş bir deneyim olacaktır, ama bu idrak kendinizi takdir etmenize değecek yeni bir kişiliğe atılan ilk adımdır.
Sinir nöbetleri, saplantıdan doğan çılgınlıklar, kontrolsüz taşkınlıklar, isteklerini hiçbir şekilde tatmin edemeyen ve olayları böyle zorlayabileceğini düşünen olgunlaşmamış varlıklardan gelen tesirlerin sonucudur. Bu noktada, her aşırı öfke nöbetinin bir çeşit obsesyon olmadığını söylemeliyim. İnsani özellikler dış etkiler olmaksızın da abartılabilir, bazı aşırı tepkiler o insanın içindeki halle doğrudan ilişkilidir.
Kendilerini aşağı ve sosyal düzenin sınırlarının ötesinde görenler ya da çevrenin gereksinmelerini karşılayamadığını düşünen zayıf kişiler bazen bir güç gösterisi içinde bu duygularını maskelemektedirler. Kendileri için kritik bir anda sakin kalmakta zorluk çeker, abartılı şekilde tepki verirler. Cahilin akıllı olduğunu ispatlamaya çalışması gibi, bazen bir korkağın da aşırı cesaret sergilemesi mümkündür. Öfke ve sinir nöbetleri çoğu zaman korkunun karşı ucunda yer alır, depresyon da abartılı kahkahalarla ve sahte neşe haliyle gizlenmeye çalışılır! (Sayfa: 150-157)


RUHSAL FENOMENLERİN YANLIŞ DEĞERLENDİRİLMESİ

Eğer insanlar kötü kişilik özelliklerinin ruh aleminde nasıl devam ettiğini ve nasıl sonuçlandığını görebilselerdi, ruhsal alemle bağlantıları coşkuyla kabullenmek şöyle dursun onlara kuşkuyla bakarlardı. Tüm yeteneklerini dünyadaki görevlerini başarıyla yürütmekte kullananların, bu işi hayatın amacı olarak görenlerin ayakları yere sağlam basar, bilinmeyen alemlerle ilgilenmek türünden bir arzuya kapılmazlar.
Dünyadaki görevleriyle başa çıkmakta kendini yetersiz hissedenlerse çektikleri zorlukları unutturacak bir sığınak arar ve dış ruhsal etkilere hasretle kucak açarlar. Kendilerini hiç kimsenin bilmediği, anlamadığı tamamen yabancı enerjilere bırakırlar. Hayatlarında yeni bir destek bulduklarına inanarak çevrelerine yabancılaşır ve gerçeklerden uzaklaşırlar. Bu tavır onları hayat planından da uzaklaştırır, izlemeleri gereken yoldan saparlar, canları ve ruhları dengesiz durumdadır. Yüce olduklarını söyleyen güçlerin empoze ettiği inançlar sağduyularını ve mantıklarını reddetmeye kadar varır, yücelere çekildiklerini sansalar da aslında giderek alçalmaktadırlar. (Sayfa: 169-171)


TRANSANDANTAL MEDİTASYONUN ZARARLARI

Transandantal Meditasyon, insanın psişesi zarar görmeden uygulanması pek mümkün olmayan bir sistemdir. İnsanın ruhsal evrimini ileri götürmez, karakterini geliştirmez. Kişinin kendi kapasitesine aşırı değer vermesine sebep olur, çevresindekilere karşı terbiyesi kıt bir hale getirir. Giderek yükselen kademeleri deneyimleme isteği kişinin sağlıklı bir yaşam tarzına dönmesini güçleştirir. Ancak izlenen yolun tehlikeleri açığa çıktığı, garip ve anlaşılmaz rahatsızlıklar görüldüğü zaman tüm bu etkilerden kurtulma arzusu duyulur.
Bazı ruhsal varlıklar pohpohlayıcı sözlerle meditasyon yapan kişilere sokulmaya çalışırlar, her istediklerini yerine getirmesi için onları zorlarlar. Bu isteklerin yüksek düzeyli varlıklardan geldiğini düşündükleri için istekleri yerine getirmekten mutluluk duyarlar. Bu tür rahatsızlıklar işitme halüsinasyonları şeklinde ortaya çıkabilir. Arada o kadar yoğun bir telepati işleyebilir ki, etki altındaki kişi düşüncelerin kendine ait olduğunu zanneder. Ancak kendi fikirleriyle bunlar arasında bir tutarsızlık olduğunu, inandığı kavramlarla çeliştiğini fark edebilirse dış enerjiler tarafından obsede edildiğini anlayabilir. Kişi hür iradesinden mahrum olmak istemiyorsa bu etkilere karşı koymalıdır.
Saldırılara karşı koyma gücünü elde edebilmek için, obsedör ruhun etki derecesini anlamakta göz önüne alınacak bazı kriterler vardır. Bu kriterlerin en önemlisi yüksek düzeyli bir ruhun maddi şekilde, örneğin işitme şeklinde dikkati üzerine çekmeyeceğidir, çünkü işitme halüsinasyonları insan bedenindeki enerjiyi alıp götürür. Hür iradenin tıkanmasından başka bir anlama gelmeyen baskı da aynı şekilde zarar verir ve dünyasal görevleri yapmak için ihtiyaç duyulan enerjiyi azaltır. Yüce bir varlık asla emirler vermez, insanı bir şey yapması için zorlamaz. (Sayfa: 172-175)


TUTKU ZİHİNSEL BİR RAHATSIZLIKTIR

Tutku, etkisi altında bulunan insan tarafından meydana getiriliyor değildir. Bu gibi durumlarda insan isteklerini sınır tanımaksızın şiddetlendiren sadece negatif ruh enerjileri değil, daha çok bu ruh enerjilerinin dünyadaki eski alışkanlıklarını devam ettirme isteğidir. Bu amaçla hayatta kendilerine en yakın kimselere ya da aynı zayıflık belirtilerini gösterenlere bağlanırlar.
Böyle bir obsedör varlık mutlaka o tutkuyu artırma isteğinde değildir, çünkü dünyadaki insanı ne kadar hükmü altına alırsa alsın kendine istediği zevki veremeyeceğini defalarca fark etmiştir. Engellenmediği için obsede etmeye, tatmin olamadığı için de dünyadaki kurbanına sıkıntı vermeye devam eder. Bunların, öldükten çok sonra bile dünyaya bağlı kalan ruh varlıkları olduğunu açıklamalıyım, onlar sizin gibi maddenin tadını çıkaramazlar. Ya dünyadan çok erken ayrıldıklarından ya da hala orada faaliyet gösterip dünyanın tadını çıkaracaklarına inandıklarından daha yüksek ruh alemlerine geçemezler veya bunu istemezler. Bu tür obsesyon altında kalan insanların yardımımıza ihtiyaçları vardır.
Istırap, kefaretin, cezanın veya nefretin karşılığı değildir. Telafi etmek daha doğru bir ifade şeklidir, her kim yanlış bir şey yapmışsa iyi işler yaparak bunu telafi edebilir. Beden önemsizdir, önemli olan ruhun evrimidir. Bu yargı kulağınıza sert gelebilir, ama bulunduğum yerden bakıldığında durum kesinlikle budur. Size ruhsal olgunluk gibi görünen özellik, çoğu zaman eğitimin sonucundan başka bir şey değildir. (Sayfa: 190-197)


RUH ALEMİNDE KİŞİSEL İLİŞKİLER

Dünya insanının bakış açısına göre insan madde alemini terk ettiği zaman kişisel ilişkiler de biter, oysa durum hiç de öyle değildir. Ruh ve can dünyada kalanlarla ilişkilerini keserek özgürlüklerine kavuşur, ruh aleminde yeni ufuklar ararlar, ama bunun tam bir kopma olması şart değildir. Ruh varlıkları enkarne oldukları zaman genellikle aynı çevreye dönerler, çünkü herhangi bir nedenle geçmiş hayatlarında kendilerine yakın olmuş insanlarla yeniden ilişkiye girmek isterler ya da vaktiyle yapmış oldukları hataları telafi etmeyi düşünürler. Elbette bu istek dünyaya birlikte getirdikleri hayat planının sınırları içinde kalır. İki insan bazen birbirlerini uzun zamandır tanıyormuş gibi bir duygu hissederler, bu durumda her iki ruh da birbirlerine tanıdık gelen ışımaları fark etmişlerdir. Dünyadan öte aleme göç eden her varlık geride kalanlarla bağlantısını kesmeyebilir, bazen onlarla bağlantısını devam ettirir. Bunun pek çok nedeni vardır, ama en önemlisi dünya hayatının nasıl bittiğiyle ilgilidir.
Eğer dünyadan ayrılma anı sonsuz yasalara uygunsa, ruh varlığı iradesini kullanarak ilerleyeceği yolu bulmakta özgürdür. Ama hayattan ansızın koparılmışsa, ilahi emirlere uygun bile olsa ayrılış için gerekli hazırlığı henüz yapamamış demektir. Bu durumda geldiği yeni ortam onu şaşkınlığa düşürür, o kadar şaşkındır ki kendini hala dünyada zanneder. Bu varlık olgunluk düzeyine göre er ya da geç bu durumu idrak edecek ve ruh aleminde yolunu bulacaktır.
Karanlık varlıkların dünyadakilerle ilişki kurmasının tek yolu zayıf iradeli insanlara ulaşabilmekten geçer, özellikle de ruh alemini tanımak isteyenler seçilir. Bu tür insanlar dünya hayatının kıymetini bilmedikleri için o hayatın üstüne çıkmak ister, bu tutkuları yüzünden kendilerini negatif enerjilere teslim ederler. Sonunda hayallerinde var olan bir yücelikten en koyu, en kasvetli derinliklere gömülürler. Aslına bakılırsa dünyalı bir insanın böyle ışıklı yüceliklerin deneyimini yaşaması zaten mümkün değildir. (Sayfa: 216-219)


SORULAR VE CEVAPLAR

S- Ruh ve canın hangi özellikleri irsiyetle geçer, ruh varlığı hangi özelliklerini bir önceki hayatından getirmiştir?

C- Bizler ruhsal özelliklerin irsiyet yoluyla geçmediğini düşünürüz. Can ve ruh bölünmez bir şekilde birbirine bağlıdır ve sonsuza kadar dış etkilerden bağımsız olarak varlığını sürdürecektir. Beyin ve organ gelişmesi büyük ölçüde ana babaya bağlıdır. Beceri ve yetenekler bu yüzden ana babanınkine benzer, hatta aynen onlar gibi olur. Sanatçıların ve üstün yetenekli bilim adamlarının enkarnasyonuna çoğu zaman bu yolla karar verilir, ama hiç şüphesiz hür ve bağımsız şekilde gelişebilmelerine de olanak tanınır. Ruhsal anlamdaki evrim ana babadan geçmez, tamamen varlığın kendi isteklerine bağlıdır, aksi takdirde uzun ömürlü olmaz. Bir varlığın ruhsal olgunluğu, ruhunun derinliklerinde yatan hayat planına göre artar. Bu şuurdışı bir özelliktir, dış baskıların etkisinde kalmaz.


S- Reenkarnasyon hangi şartlar altında isteğe bağlı, hangi şartlar altında zorunludur?

C- Reenkarnasyon sonsuz yasalara göre düzenlenir, hiçbir dünyasal güç onların düzenini bozamaz. Bu yasaların nasıl yapıldığını açıklamaya izinli değilim, ama onların her ruh varlığı tarafından iyi bilindiğini söyleyebilirim. Her varlık olgunlaşmaya ihtiyaç duyar, hür iradesi ve kendi arzusuyla er ya da geç dünyaya dönmek isteyecektir. Yeryüzündeki bir insan, öldükten sonra tekrar dünyaya dönmek niyetinde olmadığını söylese bile bu asla onun son kararı değildir. Bu tür insanlar olgunlaşmak için çok büyük bir itilim duyarlar, ruh dünyasında maddenin ağır baskısı altında olmadıkları için bu kararı daha kolay verirler.


S- Hayvanlar ve bitkiler de enkarne olur mu? Onların da dünya öncesi ve sonrası bir yaşamı var mı?

C- Hayvanların bizi anlayabildiğini biliyoruz, onlar da sevgi ve benzeri duygular taşıyorlar. Bu yüzden, hayvanların da bir can ve ruh taşıdığı, daha doğrusu bir ruh varlığı tarafından yönetildiği sonucuna varabiliriz. Ruh ve can işgal ettikleri yere bağımlı değildir, onlar ölümsüzdür. Bitkilerin gelişimi çok düşük seviyededir, evrimleşerek belli bir düzeyin üstüne asla çıkamazlar, aynı şekilde hayvanlar da kendi sınırları içinde kalacaklardır. Bitki nasıl bitki olarak kalıyorsa, bir hayvan da evrimleşerek insan olamaz. Bu konuda ciltler dolusu kitap yazılsa bile yine de bu konuları idare eden gerçek ilke ve nedenler hakkında bir anlayış kazanamazsınız.
Bir köpeğin canının dünya hayatı sona erdikten sonra yaşamaya devam edeceğinden ve ruh dünyasındaki yerini alacağından hiç kuşku duymayın. Hiçbir can yok olmaz, eğer canlı bir varlık bir ruh tarafından işgal ediliyorsa, beden dağıldığında ruh yok olamaz. Çok ilkel hayat formları bile ruha sahiptir, ama onların gelişerek diğer hayat formlarına geçeceğini ya da daha yüksek bireyler haline geleceğini asla düşünmeyin. Bir maymun asla insan olmayacak, bir kedi köpek, bir köpek de fil olmayacaktır. Hayvanlar ancak kendi hayat formları içinde daha yüksek bir olgunluğa erişebilirler. İyi eğilimleri olan iyi huylu hayvanlar, iyi muamele gördükleri takdirde hem duygusal açıdan, hem de zeka açısından şaşırtıcı bir ilerleme gösterebilirler, insanlar için de durum aynıdır. Birçok hayvanın kişiliğine, bir insan kişiliğinden daha fazla saygı gösterdiğimi söylersem bana inanın!
Bir hayvan nasıl insan olamıyorsa, insan da geriye gidemez, yani daha düşük düzeyli bir hayat formu haline gelemez. Yanlış bilgiler veren öğretiler olduğunu biliyorum, insanları korkutarak itaate zorlamak için bu saçmalıklarla tehdit ederler, ama ileri sürdükleri savlar tüm evrim yasalarıyla çelişmektedir.


S- Ruh ve can nasıl olgunlaşır?

C- Olgunluk tam bir kendini adama ve iyi niyet ister. Başlıca şartı bilgi değil bilgeliktir, her şeyi kucaklayan sevgi ve bilginin özüdür. Ruh ve canın ışık enerjisi olduğunu ve yüksek evrimin ışık gücünün artmasıyla meydana geldiğini bilmek gerekir. Olgun bir cana ve ruha sahip varlıkların, daha düşük düzeydekilere oranla daha güçlü ışımaları bunu göstermektedir. Dünyada benzerleri olmadığı için bu ışın tiplerini tarif edemiyorum. Bunlar dünyanızdaki maddi ışınlara benzemez, bu yüzden frekanslarının artması da fizik yasalarına tabi değildir. (Sayfa: 251-270)



17.09.2009

---Dr. Karl Nowotny---
BİR DOKTORUN RUHSAL
DÜNYADAN MESAJLARI

(İkinci Cilt)

RUH VE MADDE YAYINLARI


GEBELİĞE SON VERMEYE ÖTE ALEMİN BAKIŞI

Gebeliğe son vermek, yani doğmamış bir çocuğu “öldürmek” konusunda da bir şeyler söylemeliyim. Katı düşünecek olursak bu iş ruh ve cana tesir etmeyen, sadece madde üzerinde yapılan bir operasyondur. Öldürmekten söz etmemek gerekir, çünkü bu kelimenin dünyasal anlamı ruh varlığının maddi bedenden göç etmesi veya ayrılması tarzındadır. Enkarnasyon ancak doğumun son safhasında vuku bulur, bu yüzden ilk safhalarda gebeliğe son vermek organik bir operasyona benzetilebilir.
Eski kuşaklar evlilik dışı doğan bir çocuğa sahip olmayı günah sayarlardı. O zamanki uygarlığın ve kilisenin hükmü böyleydi. Oysa gebeliğe son vermek tıbbın karar vereceği bir konudur, sosyal bir mesele değildir. Gebe kadının sağlığının, çocuğun gelişmesine uygun olup olmadığına ancak bir doktor karar verebilir ve çok ciddi vakalarda koruyucu bir operasyon önerebilir. Böyle bir kararın sosyal faktörlerle ya da ana babanın bencil istekleriyle hiçbir ilgisi olmamalıdır. Bir kadın isteyerek ya da kazara gebe kalmışsa sonuna kadar gitmesi, kaderinde yazılan görevleri üstlenmesi ve elinden gelenin en iyisini yapması doğru olur.
Dünyadaki bir doktor buna açıklık getiremez, çünkü enkarnasyon insanın garip ve anlaşılmaz bulacağı yasalara göre tezahür eder. Gebeliğin sona erdirilmesinin bir insanın öldürülmesi değil de, anne bedeninde operasyon yapılması şeklinde algılanması büyük önem taşır. Böyle bir operasyon yapmaya hakkımız olup olmadığını lütfen hatırdan çıkarmayalım. Bugünkü yasalarda ve toplum yargılarında olduğu şekliyle ciddi bir suç sayılmasa da, ruh varlığının gelecekteki gelişimi üzerinde etkili olabilir. (Sayfa: 39-44)


YANLIŞ HAYAT VE ÖLÜM KAVRAMLARI CANA ENGELDİR

Canın öte alemle bağlantısı sizi uzun zaman meşgul edecek bir konudur. İnsan canı dünyasal hiçbir kavrama uymayan bir organdır. Evet can bir organdır, çünkü insan bedeni içinde işlevi olan her şey görünmez de olsa organiktir. Tıp bilimi organik ve psişik hastalıklar arasında kesin fark gözettiği için bu size karışık gelebilir. Tıp psişenin gerçekten var olduğunu düşünür, insan bedeni içinde elle tutulamayan, ölçülemeyen unsurların varlığını kabul eder. Ama buna aldanmayalım, çünkü tıp can ve ruhun faaliyetini sadece organik olarak tespit edilen temel unsurların etkisi diye yorumlar, ona göre her şeyin başı beyindir.
Uzun süre canın kalpte yer aldığı düşünülmüştür. Kalp tüm canlılık işlevlerinden sorumlu motordu. Bu pek de sebepsiz değildi, çünkü prensipte hayatı ve hayatın tezahürlerini yönlendiren ve devam ettiren bu motordur. Ama kalp oldukça normal ve sağlıklıyken bazen hayatın başka bir organın işlevini yitirmesi yüzünden sona erdiğini düşünürsek, canın yani hayati enerjinin kalpte toplanmadığı, ama tüm bedene yayıldığı aşikardır.
Hasta bir organ canın engellendiğini veya hasta olduğunu gösterir. Tüm organik rahatsızlıkların, (kalıtımsal olmadığı ve bedensel tesirlerden kaynaklanmadığı sürece) uygunsuz bir hayat tarzının, hayatın anlamını yanlış değerlendirmenin ya da günlük işlerin baskısının sonucu olduğunu bilmeli ve bunların tümünün hayat planıyla uyuşmadığını anlamalısınız.
Üzüntüye sebep olan duyguları dikkatle ele almak gerekir. Onları analiz ederek, anlayış göstererek canın üstündeki yük kaldırılmalıdır. Kendini suçlama hiçbir zaman evrimin anahtarı değildir, bir hata işlenmişse bir daha tekrarlanmaması için açıkça itiraf edilmeli ve zihinsel olarak değerlendirilmelidir. İnsanoğlu canın yükünü hafifletmek için dünyada son kez bulunmadığını, gelecekte yine yaşayacağını ya da öte alemde şimdi yapmayı ihmal ettiği şeyleri tamamlama imkanını bulacağını kabul etmelidir.
Yanlış bir hareket vicdanınızda ağır bir baskı yapıyorsa cesaretiniz kırılmasın, aksine yanlışlarınızdan doğruyu öğrenin, gelecekte daha iyisini yapmaya karar verin, nefret, kıskançlık ve diğer negatif düşüncelerden uzak durun. Ezici yükün kıskacından ancak o zaman kurtulabilirsiniz. Yanlış taktiklerde, hatalı nefs murakabelerinde ısrar edecek olursanız canınıza binen yük daha da ağırlaşacaktır! (Sayfa: 87-90)


BENCİLLİK İLE ELCİLİK ARASINDAKİ SINIR

En önemli prensip insanlığa özveriyle hizmet etmektir, bu da bencilliğe yer vermez. Elcilik aslında insanın kendini hiçe saymasına yol açmamalıdır, kendine kabul edilebilir ölçüde saygısı olmadıkça hayatta hiç kimse olgunlaşamaz. Kibir ve küstahlığa meyletmeden kişiliğinize karşı bu temel tavrı çocukluktan başlayarak uyandırmalı, kişiliğinizin sınırlarına özen göstermelisiniz. Bunlar zaten önceki hayatlarda edinilen ve ruhta biriktirilip saklanan bilgilerdir.
Hayatın devamı tehlikeye girdiğinde, kişiliğin korunması gerektiğinde, entelektüel standartların geliştirilmesi söz konusu olduğunda bir çağrıyı yerine getirmek için özel değerlere dayalı hedefler izlenecekse egoizm hoşgörüyle karşılanabilir ya da gerekli hale gelebilir. Böyle durumlarda çevredeki insanlar başka isteklerde bulunsalar da, spiritüel düzeyinizin çok altında bir yol izlemeniz için sizi zorlasalar da boyun eğmeyi asla aklınıza getirmeyin.
Elcilik, kelimenin tam anlamıyla çıkarı olmaksızın bir başkasını koruyup gözetmek, iyi davranışlarda bulunmak ve nefsini düşünmeden fedakarlık yapmaktır. Bir annede bu meziyet vardır, o, kendini feda etmek istemediğini çoğu kere itiraf etmekten utanan eşi ve çocukları için örnek alınacak bir kimsedir, bu yüzden annelik elciliğin en saf örneğidir denebilir. Eğer bu kaynak kuruyacak olsaydı dünyanın sonu gelirdi! (Sayfa: 140-143)


RUHSAL VARLIKLARIN AMAÇSIZ DOLAŞMASI

Dünyayı terk edip öte aleme geçen bir varlığın, bedensiz alemde doğru yolu bulacak ve kendini idare edecek kadar bilgili olması çok nadir rastlanan bir şeydir. Öte aleme giren cahil ve hazırlıksız varlık, dilini ve adetlerini bilmediği yabancı bir ülkeye gelmiş insana benzer. Nereye gideceği, ne yapacağı hakkında hiçbir fikri olmadan kendine yardım edecek, tavsiyelerde bulunacak birine rastlamayı ümit ederek amaçsızca dolaşır durur.
Tıpkı dünyada olduğu gibi burada da dolaşıp durmanın sonsuz varyasyonları vardır. Ama koşullar dünyada alıştığı koşullardan o kadar farklıdır ki gelen varlık başlangıçta sistemi kavrayamaz. Oysa gelişmiş ruhsal varlıklar burada akıl almaz bir düzenin varlığını hemen fark ederler. Kabul etmeliyim ki insanın başlangıçta kendini içinde bulduğu koşullar çok şaşırtıcıdır, ölüm öyle kolayca kabul edilebilir bir geçiş olmadığı için işler daha da karışır. Herkes bu hali fark edeceğine inanmıştır, ama fark edemez. Öyle dolaşıp durmaktansa kendini güvende hissedeceği dünyaya bir an evvel dönmeye çalışır. (Sayfa: 158-162)


ENKARNASYONUN İŞLEYİŞİ

Ruhsal varlığın ana rahminde gelişmediğini, çocuğun ana babasından kalıtım yoluyla gelmediğini unutmayalım. Ruh, kendi olgunluk düzeyinde ayrı bir varlık (antite) olarak ana rahminde gelişmesini tamamlayan bedene girer. Bir yetişkinde, hatta yeni doğmuş bir çocukta her hareket beyin tarafından yönlendirilir, başka bir deyişle her hareket ruhsal varlık ve candan gelen bir emirdir. Ana rahmindeki hareketler reflekstir, anneden gelen uyarılar bu refleksleri meydana getirir, hepsi istem dışıdır, hiçbir zaman şuurlu bir ifade şekli değildir. Bunu anlamak kolaydır, embriyo halindeki çocuk rahim içinde serbestçe hareket edemez, bir kordonla annesine bağlıdır, gelişmesi için gerekli tüm gıdayı bu yolla alır. Kordon kesildiği anda kaybolan enerjiyi yerine koyacak bir vasıta bulunmadığı için beden ölüme mahkumdur. Ruhsal varlığın dünya hayatına girişi enkarnasyon anındadır.
Gümüş kordonun kopması ve maddenin tutsaklığından kurtulan ruhsal varlığın dünyadan ayrılmasıyla, öte alemde çocuğun doğumuna benzer bir işlem tekrarlanır. Spiritüel “kordon” kozmosun sonsuz enerjileriyle bağlantı halindedir, ruhsal varlık bedenden kopunca dünya hayatının tüm anılarını yitirir, ama sadece hafızası ve elde ettiği olgunluk hali kendisinde kalır.
Tıp bilimi bu önemli temelden, yani ruhsal varlığın enkarne oluşundan yola çıkmalıdır. Çocuk doğarken hiçbir annenin bu enkarnasyon olayını izleyemeyeceği açıktır. Çocuğun ilk çığlığıyla birlikte canlı olduğu anlaşılır, ruhsal varlık böylece bedenin organlarını kullanabileceğini, barınacağı yerin hakimiyetini ele geçirdiğini gösterir. Elbette öte alemde kendisine tanınan özgürlükle kıyaslandığında yeni mekanı gayet sınırlıdır.
Öte alemde güven ve mutluluk vardır, varlık orada enerjilerini faydalı işlere harcayarak ruhunu temizler. Gelişmenin devam ettirilmesi isteniyorsa, yücelerden dünyaya dönme kararı verilinceye kadar dünya zamanıyla çok uzun bir süre geçecektir. Bu düzeydeki her ruh dünyada kendini nelerin beklediğini bilmektedir. Ama öte alemdeki sonsuz var oluşla kıyaslandığında dünyada geçireceği zaman o kadar kısadır ki, gönülden arzu ettiği evrim yolunda çalışabilmek için bu fırsatı sevinç ve şükranla kabul eder. (Sayfa: 162-166)


DÜŞÜNCE NAKLİ – MATERYALİZASYON VE TELEKİNEZİ

Düşüncenin yaydığı etki fiziksel enerjilerin etkisinden farklıdır, ayrıca madde temelinde elde edilmiş güçlerden kaynaklanmaz. Sadece spiritüel, görünmez ve kontrol edilemez şekillerde tezahür eder. Bilim düşünceleri fiziksel biçimde kaydedebileceği noktaya henüz gelememiştir. Düşünceler elle tutulamayan esrarlı ışınlardır, sadece söz konusu süjeye etki ederler. Bu olay düşünce nakli diye bilinir. Düşünceleriyle bağlantı kuran insanların auraları birbirine ne kadar çok benziyorsa nakil o kadar iyi gerçekleşir.
Düşük evrim düzeyindeki varlıklar değersiz düşüncelere karşı yükselmiş olanlardan daha fazla ilgi duyarlar. Geri düzeyli düşünceler ne kadar şiddetli olursa, benzer evrim düzeyindeki ruhsal varlıkları o kadar güçlü şekilde kendine cezbeder. Bu varlıklar maddeyle ilişki kurmak için düşük düzeyli düşüncelerin gücünden yararlanırlar.
Şimdi ülkenin birinde pek çok insanın yaşam koşullarından hoşnut olmadığını, savaş veya ihtilal yoluyla bunları düzeltmeyi düşündüklerini varsayalım. Çoğu zaman halkı uyandırmalarına ve bir harekat planı yapmalarına gerek kalmaz, çünkü başkaldırma kendiliğinden derhal huzursuzluğa dönüşür ve en uzak bölgelere kadar yayılır. Genel kanı, böyle bir girişimin dikkatlice planlanarak bir takım kişiler tarafından tüm ülkeye yayıldığı yolundadır. Oysa gerçek şöyledir: Öte alemin düşük spiritüel enerjileri kendilerine uygun düşünceler tarafından cezbedilmiş, sonra huzursuz halkla ittifak kurulmuş, böylece kinlerini ve kana susamışlıklarını tatmin etme fırsatı bulmuşlardır. Bu yüzden herkesin kötümser düşüncelerine karşı koyması, evrene sadece saf ve iyi düşünceler göndermesi önemlidir. Çünkü pozitif düşünceler insanların olgunlaşmasını isteyen ve kendilerini insanlıkla özdeşleştiren iyi enerjileri cezbederler. Dünyada olup bitenler ne insanların hatalarından, ne de güç kazanma hırslarından kaynaklanır, aslında öte alemin iyi ve kötü ruhsal varlıkları arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir. Bu görünmez güçlerin kötü etkilerine karşı koymak, onları durdurmak ve geri çevirmek elinizdedir. Ama insan zihni bu kadar çok negatif düşünce, intikam duygusu, güç kazanma hırsı ve kötü niyetle dolu olduğu sürece evrenin negatif güçleri uğursuz faaliyetlerini sürdüreceklerdir.
Materyalizasyon (cisimleşme) fenomeni çok iyi bilinmektedir. Bu olay öte alemden fizik aleme geçişe örnek olarak verilir, oysa öte alemde buna çok geri düzeyli bir olay gözüyle bakılmaktadır. Oradan bakıldığında materyalizasyon halka açık bir gösteriye benzetilebilir, öyle bir gösteri ki varlığın kişisel arzusunu tatmin etmekten başka işe yaramaz. Bu tür olaylar ölümden sonra hayat olduğunun çarpıcı bir kanıtıdır, ama ruhsal anlamda bu gösteriyi izleyen insanlara bir şey katmaz, onların spiritüel olgunluğunu değerlendirme standardı da olamaz. Sinirsel enerjisini korumak isteyen kişiler bu tür gösterilerden uzak durmalıdır.
Savaşta genç yaştaki oğullarını yitiren aileler, bazen hiçbir neden yokken ölen oğullarının resminin duvardan düştüğüne şahit olurlar. Peri masalı denerek bu tür olayların üzerinde pek durulmamıştır. Oysa olaydan o ailelere teselli verecek sonuçlar çıkarılabilir, çünkü ölmüş oğulları o anda oradadır, sevdiği kişilerin dikkatini çekmek istemektedir! Bu cisimleri hareket ettirme (telekinezi) olayına bir örnektir. (Sayfa: 181-184)


MEDYUMSAL BAĞLANTILARIN İYİ VE KÖTÜ SONUÇLARI

Ruhsal alemle karşılaştığınızda düşüncelerinizin kelimelere dökülmesi önemli değildir. Biz öte alemdekiler tüm düşüncelerinizi okuyabiliriz, bu yüzden arzu ve amaçlarınızın neler olduğunu kesinlikle biliriz. Bunu ancak düşüncelerinizden etkilenirsek ya da bizim hakkımızda iyi veya kötü düşündüğünüzü görürsek yaparız. Bu durumlarda nasıl tepki verdiğimizi görseniz şaşar kalırdınız, çünkü yüksek alemlerde sadece pozitif reaksiyonlar vardır. Bu demektir ki, size göre koşullar endişe verici ya da üzücü olsa bile bizim canımız asla sıkılmaz. Zihninizdeki her düşünceyi okuyabildiğimiz için bağışlamayı ve anlayış göstermeyi öğrendik. Zahmetimize değeceğine inansak düşünce akışınızı daha iyi hale getirmeye de çalışırız.
Şunu iyi bilmelisiniz ki ruhsal varlıkların tümü iyi kalpli değildir. Birçoğu nefretini, huzursuzluğunu, kötü niyetini dördüncü boyuta taşımıştır. Değişmeye, kötülük yerine iyiliği hakim kılmaya hiç niyetleri yoktur. Nefretlerini ifade etmeye konsantre olur, bunu dünyadaki insanlar kanalıyla yapabileceklerine inanırlar, çünkü bu insanlar ruhlarının dalga boyuna uygundur, onlar kanalıyla bir kere daha kendilerini göstermeleri ve isteklerini yerine getirmeleri mümkün olur. Obsede olan insanın ille de kötü veya kriminal (suça eğilimli) davranışlara yönlendirilmesi gerekmez, ruhsal varlıkların onlara sımsıkı sarılmaları, sinir sistemlerini yıpratmaları, kendi çıkarlarına alet etmeleri, inanılmaz karışıklık ve zararlara sebep olmaları yeterlidir.
Öte yandan, kendi dalga boyunuzdaki ruhsal ikizinizi bulmak sadece bir istek meselesi değildir. Sonsuz yasalara göre ilahi izin gerekir, insanın aracılığı olmaksızın gerçekleşen ilahi izin! İşte o zaman bu alemle öte alem arasında veya hala ayrı olan ruhlar arasında en saf şekliyle spiritüel bağlantı kurulabilir. (Sayfa: 196-200)


FARKLI AMAÇLARI OLAN BAĞLANTILAR

Beyninizi kullanma zahmetine katlanmadan önlerine koyduğunuz sorulara ruhsal varlıkların yanıt vermeye yetkili olduğunu düşünmemelisiniz. Biz ancak irade gücüyle doğru yolu bulmak için gayret gösterdiğinde size gizlice yardım edebiliriz. Uzun süre boşuna gayret ettikten sonra probleminiz veya göreviniz için doğru bir çözüm olduğunu aniden fark etmeniz hepinizin başına sıkça gelen bir şeydir. Probleme özellikle konsantre olmadığınız bir anda birdenbire aklınıza bir çözüm gelir, kelimenin tam anlamıyla yanıt sanki beyninizin içine düşüverir! Hayata ve görevlerine karşı doğru bir yaklaşıma sahip olduğu takdirde herkes bu yardımı talep edebilir.
İstenilen veya korkulan bir olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği asla sorulamayacak bir sorudur, çünkü yanıt mutlaka doğru çıkmayabilir. Bir ruhsal varlık bile göz önüne alınacak tüm unsurları bilemez, aslında gelecekten haber vermek yasaktır. Ayrıca ruhsal varlıkların yanılmaz olmaları da gerekmez. Ruhsal bir varlığın yetenekleri, bir önceki hayatından ve evrimleştiği ortamdan edindiği bilgeliğe bağlıdır.
Ruhsal varlığın spiritüel olgunluğuyla, enkarne hayatta sebat ve çalışmasıyla gösterdiği mental evrim arasındaki farkı bilmek çok zordur, sizin ikincisine bakışınız sanırım daha kolay olabilir. Bu yüzden öte alemdeki büyük bir düşünce adamı, genellikle son enkarnasyonunda akademik çalışma alanında hiçbir zaman aktif olmamış bir varlıktır. İnsan genellikle belli bir görevi yerine getirmek veya geçmiş hayatların birinde yapmayı ihmal ettiği bir davranışı telafi etmek için dünyada özel bir hayat tarzı seçer. Her şeye rağmen bilgili bir ruh olma özelliği devam eder, aurası da gelmiş olduğu düzeyin kanıtıdır. (Sayfa: 205-209)


RUHSAL VARLIKLARIN DİKKAT ÇEKME YOLLARI

Geri ruhsal varlıklarla, uyuşturucu bağımlılarıyla, intihar etmiş olanlarla bağlantı kurulmamalı, zararlı etkileri düşünülerek bağlantı kabul edilmemelidir. Ne yazık ki insanlık ruhsal varlıkların mevcudiyetinden ve onların çeşitli yollarla dikkatleri kendi üzerlerine çektiklerinden hala şüphe ediyor. Bazı düşünürler bunun farkındalar, ama kabul edecek cesareti gösteremiyorlar. Madde aleminden ayrıldıktan hemen sonra neredeyse her ruhsal varlık hala insan olma arzusu duyar, bilgisizliğinden ve dünyaya bağlılığından ötürü kendine yardım ve destek arar.
Ben de başlangıçta ne yapacağımı bilmiyordum, kendimi şaşkın ve terkedilmiş hissediyordum. İyi olduğumun farkındaydım, ama bulunduğum yeri beğenmiyordum. Yanıma sokulmaya çalışan ruhsal varlıkları o andaki ruh halimle hoş karşılamadığımı anladım. Dostlarımla iletişim kurmayı çok istiyordum, gürültü yaparak dikkati üzerime çekmeyi denedim. Görülmüyor, işitilmiyor olmayı bir türlü anlayamıyordum. Eşyaları hareket ettirerek, devirerek zorla dikkat çekme imkanı vardır. Spiritüel yardımcılarımın bunu yapmama izin vermediğini, isteklerimi saygılı bir şekilde geçiştirdiğini fark ettiğim anda başka hedeflere yönelmem ve nereye ait olduğumu öğrenmem gerektiğini anladım. Zor kullanmak bana yakışmazdı, bu iyice açıklığa kavuştuğunda önümde inanılmaz güzellikte bir yol açıldı.
Birkaç medyumla bağlantı kurmaya çalıştığımı itiraf etmeliyim, ama sadece Budapeşte’de Bertha sözlerimi açık seçik tekrarlayabildi. İyi otomatik yazı medyumları daha güvenilir oluyorlar. Eğer medyum kendi düşüncelerini yazıya dökmeye kalkışırsa düşünce nakli anında kesilir, düşünce akışı engellendiği anda kalemin hareketi de durur. Dürüst bir medyum bu durumda asla devam etmeye çalışmaz, zaten el yazısında da bir hayli farklılıklar görülür.
Fizik terimlerle ifade edecek olursak ruhsal varlıklar ışınlardan ibarettir. Bu ışınlar en üst düzeyde yoğunlaştığı zaman materyalizasyon denilen olay gerçekleşir. İnsanlar bu fenomeni o kadar olağanüstü bulurlar ki diğer olguların hepsinin üstünde bir değer verirler, bu bir hatadır. Materyalizasyon aslında enerji ve düşünce konsantrasyonundan ibarettir. Bize göre maddeye inmek alçalmaktır, yüksek spiritüel bölgelere ve gerçek ilahi aleme doğru evrimleşmek değildir. Buna itiraz edebilir ve diyebilirsiniz ki en seçkin ruhsal varlıklar bu şekilde tezahür etmişlerdir. Tamamen yanıldığınızı söylemem gerekiyor, hiçbir yükselmiş ruh bu şekilde insan formuna girmez, bu tür deneyimler için saf ruhsal ışınların kullanılmasına izin vermez. Önemsiz bir varlık materyalize olmak istiyorsa ya da bu yolla dünyaya dönebileceğini düşünüyorsa, sevgi, itibar veya korku uyandıracak bir tarzda görünme hevesine kapılabilir. Bu konuda haklı olduğuma kimse inanmak istemeyecektir, çünkü insanlar sansasyon meraklısıdır! Bir spiritüel toplulukta böyle bir olaya şahit olursanız, materyalize varlıktan yayılan radyasyonun odanın içindeki her şeyi etkileyeceğini hesaba katmalısınız. Böyle bir olaydan sonra havada garip bir kokunun kaldığı da bilinir, hatta şeytan yokladı denir! Kısa bir süre sonra materyalize olan ışın beden çöker ve bitkin bir halde madde dünyasına sırt çevirir. (Sayfa: 209-213)


RUHSAL DOKTORLAR”IN YARDIMIYLA YAPILAN AMELİYATLAR

Doktor olmayan, ameliyat için alışılagelmiş hazırlık ve teknikler hakkında kesinlikle hiçbir bilgisi bulunmayan bir kimsenin, hiçbir alet kullanmadan ve hastanın durumunu dikkate almadan bedenindeki bir organı veya dokuyu kesmeye kalkışması size mucize gibi gelebilir. Oysa bana garip gelmiyor, bu olayın nasıl gerçekleştiğini görebiliyorum. Medyumun yazı yazmasını veya bilgisiz bir kimsenin ameliyat yapmasını sağlayan güç temelde aynıdır. Aradaki fark ameliyatı öte alemden yaptırtan ruhsal varlıktır.
Yeryüzü farklı bölgelere ayrılmıştır, her birinin özel bir radyasyonu vardır ve özel varlıklar tarafından belli bir işin yapılmasına tahsis edilmiştir. Bu yüzden bu görevlere özel medyumlar verilir, medyumik yetenekleri olan her insanın bu işleri yapabileceğini düşünmek yanlıştır. Büyük medyumlara yeteneklerini diğer medyumlara aktarması için yetki verilmiş olabilir. Dünyadaki doktorlar ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar bu tür çalışmayı öğretemezler. Bu gücü kimin kullanacağına spiritüel düzeyde karar verilir. Karar verilirken ruhsal doktor ve hastanın medyumun yanlış hareketleri yüzünden güçlük çekmemesi için çok dikkat edilir.
Ameliyat öte alemden gelen ışın ve akımların etkisi altında yapılır. Bu ışınlar hastanın hassasiyetini ortadan kaldırır ve ameliyata dayanacak gücü verir. Şifacı medyum, (operatöre böyle denebilir) örneğin benim medyumum çalışma yaptığı zaman tamamen pasif haldedir. Ne yaptığını, elinin nasıl yönetildiğini bilmez, hastanın durumuna teşhis koyması da gerekmez, çoğuna zaten daha önce teşhis konmuştur. Hastaya daha evvel bakan doktorun söz konusu tümörün veya ülserin ne kadar ciddi olduğundan haberi yoksa bunun da bir sakıncası yoktur. Bu medyumların yeteneklerine artık hile ve sahtekarlık damgasının vurulmamasını temenni ediyoruz. Şimdiye kadar uzak adalarda sessiz sedasız çalışmış o insanlar çok akıllıca davranmışlar ve yeteneklerinden pek çok insan yararlanmıştır.
Böyle bir ameliyatta neler olup bittiğini aynen nakletmeye yetkili değilim. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki ameliyatlarda dünyada çalışmaya yetkili operatör ruhlar tarafından bazı ışın ve akımlar kullanılmaktadır. Ortodoks tıbba dayalı açıklamalar aramayın, bunu dünyada kullanılan metotlarla kıyaslamayın, can sıkıcı testlerle medyumu rahatsız etmeyin. Böyle bir ameliyatı hak ettiği saygı ve şükranla karşılayın. (Sayfa: 216-219)



ŞİFA MEDYUMLARI YETENEKLERİNİ BAŞKALARINA AKTARAMAZLAR

Öte alemdeki güçlerle bağlantı kurulduğunda tedbirli davranmak ve dikkatli olmak akıllıca olur. Şifa medyumları sıkı bir eğitimden geçmiştir, onlar yeteneği olan herkesin öğrenebileceği bir sihirbazlık gösterisi yapıyor değiller. Hiçbir cerrah, ne kadar ünlü olursa olsun aynı şekilde ameliyat yapamaz, çünkü onlar hijyene bağlı kalmayı gerektiren kurallarla eğitilmiş, gırtlaklarına kadar bu kurallara gömülmüşlerdir! Oysa öte alemden gelen yardımlarla çalışan şifacılar bu tür kurallara pek aldırış etmezler. Zaten onlar hiçbir şekilde tıp eğitimi görmemişlerdir, ruhsal varlıklarla çalışırken pasif halde kalabilmeleri için tıp eğitimi almamış olmaları gerekir. Çünkü şifa medyumunun ruhsal varlığın yaptıracağı ameliyata yatkınlığı varsa kendi düşünceleriyle operasyonun akışını bazen kesebilir, ameliyat hakkında hiç bilgisi olmayan bir medyum ise bağlantıyı direnç göstermeden sürdürür.
Uzak adalarda faaliyet gösteren bu insanların bildiklerini başkalarına da öğretmeleri gerektiğini düşünenler olabilir. Böyle düşünenler, buna sadece öte alemdeki ruhsal varlıkların karar verebileceğini bilmiyorlar demektir. Onlar ruhsal rehberlerinin yardımı olmaksızın bildiklerini başkalarına aktarmayı asla başaramazlar, çünkü şifa medyumları bedenli öğretmenler tarafından eğitilemez, eğitilmelerine de izin verilmez. Onları sadece öte alemdeki ruhsal varlıklar eğitebilir. (Sayfa: 219-222)


BEDEN DIŞI DENEYİMLER

Ruhsal varlık elle tutulur bir madde değildir, bir yerde toplanabilecek bir enerji akışı da değildir. Ben ona basitçe insan bedeni içindeki hayat gücü diyorum, onsuz hayat olamaz. Bu hayat gücü çocuğa doğumda verilir. Ruhsal varlığı fani kalıbına bağlayan gümüş kordon ölümle kesilip onun boyut değiştirmesine sebep oluncaya kadar ruhun bedene hizmet etmesi değişmez bir yasadır. Binlerce yıl evvel ruhsal varlıklar dünya bedeninde sürekli kalabiliyorlardı, ama gelişmiş değillerdi. Bu varlıklar öte alemde de evrimleştiler, binlerce yıl boyunca pozitif enerjilere maruz kalmaları dünyadaki görevlerini daha iyi yapmalarını sağladı.
Ruhsal varlıkların öte alemden giderek daha çok ayrı kalmaları bir evrim belirtisidir. Bugün hayat gücü sadece beden uykudayken, yani şuursuz haldeyken yenilenir. Bu durum her varlığı kapsar, elbette yükselmiş ruhsal varlıkları da. Yükselmiş ruhsal bir varlık gelişmemiş bir uygarlıkta da enkarne olabilir. Ayrıca dünyadaki görevlerini yapmakta çok zorlanan ruhsal bir varlık, yabancı ruhsal varlıkların bedenine girmesine izin verebilir, böylece davetsiz misafirlerin bedenini obsede etmesine yol açar. Görevleriyle yüzleşmekten korkan bir varlığın sık sık fizik bedeninden ayrılması da mümkündür, böyle kişiler daha çok ilkel insanlar arasında bulunur. Onlar her iki aleme gidip gelebilmelerini doğal bir şey olarak kabul ederler, onlara göre bu alemler ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdır. Tamamen yanlış bir inanç olan ve insan başarısının zirvesi sayılan, aynı anda iki alemde birden yaşama isteği gelişmiş uygarlıklarda da giderek artmaktadır.
Yeryüzünde her bölgenin kendi radyasyonu olduğunu, dolayısıyla öte alemden buna uygun ışınlar aldığını biliyorsunuz. Bu aynı zamanda dünyanın her yerinde hayat tarzının farklı olmasının, hayatın amacının farklı anlaşılmasının, dini anlayışların birbirinden geniş farklarla ayrılmasının da nedenidir. Olağandışı şeyler gerçek değerlerini fazlasıyla aşan ölçüde ilgi çekerler, gerçeğe ulaşma yerini nerdeyse sansasyona bırakmıştır. Ama artık böyle olmayacak, dünya bir değişim yaşamakta, farklılıklar giderek aşınmaktadır. Dikkatler artık birey için iyi, faydalı, uygun ve hoş olana çevrilmek zorundadır. İki alem arasında sınırların olmadığı, görünenle görünmeyenin birbirinin içine girerek bir bütün teşkil ettiği daha yaygın şekilde bilindiği zaman, dördüncü boyutla bağlantılara gösterilen sansasyonel abartmalar da azalacaktır. Tutulacak en akıllıca yol, öte aleme geçiş vakti gelinceye kadar sabırla beklemektir.
Bazı kişilerin ruhsal varlığı beden dışına çıkarmak için bilinçli olarak enerjilerini tükettiklerini, bunun için insanüstü bir güce ihtiyaç duyduklarını söyleyecek olursam, beden dışı deneyimlere girişmiş kimseler bana pek karşı çıkmayacaklardır. Böyle deneyimler bazen ani bir sonla biter, çünkü ruhsal varlık yeniden bedene giremez. Bu işlerin tehlikeli olduğu artık anlaşılmalıdır. Ayrıca her ruhsal varlığın öte alemden getirdiği bilgi doğru değildir. Beden dışı deneyimin çok tekrarlanması, ruhsal varlığın dünyadaki görevlerini yürütebilmek için sürekli kullanmak zorunda olduğu beyinde organik zararlara yol açar. (Sayfa: 222-226)


OBSESYONDAKİ İNSANLARIN TEDAVİSİ

Bana göre obsesyon olaylarındaki duygusal stres, hayati enerjiyi güçlendirmek ve ruhsal etkilere inanmasa bile hastaya negatif düşüncelerle mücadele etmeyi öğretmek suretiyle tedavi edilebilir. Obsesyonun, ilahi ilhamdan başlayarak adi yaltaklanmalara ve suça teşvike kadar varan bir yelpazede gerçekleşebildiğini bilmelisiniz. Öte alemin de yasaları vardır, ama bazı ruhsal varlıkların bu yasalara uymayabileceğini hesaba katmalısınız. Örneğin, çocuğun attığı her adımı izlemeleri gerektiğine inanan ana babalar öte aleme geçtiklerinde de bu işi devam ettirir, hala dünyada yaşayan çocuğu yönetmek için her çareye başvururlar. Tamamen onlara bağımlı yetişmiş çocuğun uysallıkla onlardan gelen etkilere itaat etmesi işlerini daha da kolaylaştırır.
Aşırı bir sevgiyle çocuğun üzerine düşülmesi hayatta ona kolaylıklar sağlayabilir, hatta bazı güçlüklerden koruyabilir. Ama böyle bir rehberlik çocuğun ruhsal gelişimine asla hizmet etmeyecek, dünyaya getirdiği hayat planını uygulamasına katkıda bulunmayacaktır. Öte yandan, ölmüş ana babalar için yas tutmaktan bir türlü vazgeçemeyen insanlar bazı enerjileri üzerlerine çekerler, bu enerjiler ruhsal gelişmelerine engel olduğu için negatif sayılmalıdır.
Öte alemdeki varlığın kurbanının beynini kullanabildiğini unutmamalısınız. Bu yüzden, varlığın obsede ettiği kişiyle konuştuğunuz gibi bu varlıkla da konuşabilirsiniz. Davetsiz misafirden kurtulmanın, onu yanlış davrandığına ikna etmenin tek yolu budur. Obsesyonun her türüyle bu şekilde mücadele edip ondan kurtulmak mümkündür. İyi ruhsal varlıklar yardıma çağrılmak üzere daima iş başındadır. Obsede eden varlığa da mümkün olduğu kadar yardım edilmesi, aklının başına getirilmesi gerekir. Bedenli düzeydeki girişimler onu yerinden sökmeyi başaramıyorsa biz kendi cephemizde radikal bir ihraç hareketi düzenleyebiliriz!
Eğer obsesyon altındaki kişi bizimle işbirliği yapmayacak olursa onu asalak varlığından kurtarmak kolay değildir. Başlangıçta başarılı olmamız mümkündür, ama direnci zayıf olduğu takdirde olayın tekrarlanması kaçınılmaz olur. Tek bir müdahale kurbanı kurtarmaya yetmeyebilir. (Sayfa: 251-254)


ÖTE ALEMDEN DİNSEL MESAJLAR

Görünüş çoğu zaman aldatıcıdır. Gösterişli coşkun sözler, ağırbaşlı ve hayata uygun ifade tarzlarından daha fazla itibar görür. Tamamen anlaşılabilir ve gerçekçi mesajlar alındığında, bunlara verilen tepki mutlaka geri bir ruhsal varlıktan geldiği yönündedir. Mesaj ne kadar karışık ve birbirini tutmayan sözler içeriyorsa onu alan insanları o kadar çok cezbeder! Öte alemden gelen mesajların sadece dini olabileceği görüşü Tevrat’tan kaynaklanmaktadır. İlahi rehberliğin sadece yönetici sınıfa bahşedilmiş olduğu inancı, o dine inansın ya da inanmasın herkesçe kabul görmüştür.
Yanlışlık, dördüncü boyuttan gelen tüm mesajların otomatikman hem doğru, hem de ilahi olması gerektiği inancındaydı, bugün de öyledir. Ruhsal varlıkların insanların bilgisizlik ve deneyimsizliğinden yararlanmaları son derece kolay olduğundan, dini mesajlar özellikle büyük bir dikkat gösterilerek ele alınmalıdır. Bu varlıklar kendilerini ön plana çıkarma heveslerini tatmin için her yola başvurabilirler, bu amaçla çeşitli hikayeler uydururlar. İlahi yasalara kesinlikle saygı duymayan ruhsal varlıklar en yüksek perdeden konuşarak insanları aldatır, ilahi haberciler gibi davranıp kafalarını karıştırırlar. Sebep oldukları dinsel mani, tedavisi son derece güç bir hastalıktır.
Gerçekten dine bağlı ve ilahi emir almış ruhsal varlıklarla karşı karşıya olup olmadığınıza karar vermek aslında pek zor değildir. İnsan iradesi dışında bir şey yapmaya zorlandığını veya buna teşvik edildiğini hissettiği anda aziz olduğunu iddia eden, ama dindar olmaktan bile uzak ruhsal varlıklarla bağlantı kurmuş demektir. Olgunlaşmış hiçbir ruh varlığı emirler yağdırmaz, tahakküm etmez. Bu durum insanın dünyaya gelişindeki temel nedene aykırı düşer, çünkü insanın özgür iradesi hiçe sayılmıştır. (Sayfa: 293-296)


4.08.2009


---Dr. Karl Nowotny---
BİR DOKTORUN RUHSAL
DÜNYADAN MESAJLARI

(Birinci Cilt)

RUH VE MADDE YAYINLARI


Dr. Karl Nowotny, (1895-1965) Viyana Üniversitesi’nde psikiyatri ve nöroloji dersleri veren bir profesördü. Birçok bilimsel makale de yayınlayan doktor, ölümünden birkaç ay sonra medyum Grete kanalıyla bu kitapta okuyacağınız ruhsal mesajları vermeye başladı. Mesajlarında açık ve basit bir dille ötealem hakkında bilgiler vermekte, dünyada yaşayanlara sağlıklı bir hayat felsefesi için öğütlerde bulunmaktadır.

DÜNYAYLA ÖTE ALEM ARASINDAKİ İLİŞKİ – RUHSAL VARLIĞIN ROLÜ

Ben sadece can ve ruhtan söz etmek istiyorum, çünkü beden maddedir ve herhangi bir şekilde öte alemle ilgisi yoktur. Maddi olan her şey gibi beden de ölümlü ve geçicidir. Ancak bu yargı bile zamana bağlı bir yorumdur, çünkü gerçeklik açısından hiçbir şey geçici değildir, sadece zamanın akışı içinde başka bir form kazanmaktadır.
Can ve ruh ölümsüzdür. İnsanlar ölen biri için “ruhunu teslim etti” dediklerinde, söylemek istedikleri şey artık onun zeka yönünden aktif olma ve beş duyusunu kullanma yeteneğinin kalmadığıdır. İnsanlar için can ve ruhu birbirinden ayırmak kolay değildir, çünkü her ikisi de gözle görülemez ve beden içindeki yerleri hiçbir zaman idrak edilemez.
Bedeni hissetme ve kontrol etme yeteneğinin genellikle beyne ait olduğu düşünülür. Eğer zekayla insanın düşünebilmesi, çalışabilmesi ve çevreyle iletişim kurabilmesi kastediliyorsa bu mümkündür. Ama ben bu zekayı kastetmiyorum, ben her insanda mevcut ruhsal varlıktan söz ediyorum. Bu yalnız beyinde değil bedenin tümünde yer alır ve beyni sadece aktif olabilmek, iradesini ifade edebilmek için kullanır.
Bu ruhsal varlık bedenin uzuvlarıyla doğrudan bağlantılı değildir, canın içinde yer almıştır. Bir cevizi göz önüne alalım, her şeyden önce cevizin bir içi vardır. Yaşam, devamlılık, çoğalma ve sürekli evrimi sağlayacak her ne varsa cevizin içindedir. Bu yumuşak ceviz içi narin bir kılıf olan zarla kaplanmıştır. Can, tüm bedeni dolduran, ceviz içini saran, onu ceviz kabuğundan koruyan zara benzetilebilir. Can ruh varlığının evriminde koruyucu rol oynar, onun özgür olması ve faaliyeti sırasında herhangi bir engelle karşılaşmaması için gerekli korumayı sağlar. Canı ve ruhu barındıran cevizin sert kabuğu ise bedene benzetilebilir. Kabuk (beden) her zaman rahat ve hoş değildir, ama can ve ruhu içinde barındırmak için tüm normlara ve doğa yasalarına uygun donanıma sahiptir.
Şimdi ruh ve canın ilişkisini ele alalım. Söylediğim gibi ruh değerli özdür, can ise onun örtüsü ya da giysisidir. Ruh veya ruhsal varlık bireyin kişiliğidir, her şeyi o yönetir. Hayatın tezahür etmesi için kişinin serbest iradesi yoluyla bir kıvılcım tutuşturan aktive edici tesir odur. Ruhun canla nasıl bağlantı kurduğunu açıklayamıyorum, çünkü beşer lisanında gerekli kelime dağarcığı bulunmuyor. Ruh maddi açıdan hissedilir bir şey değildir, ancak aktivitesi yoluyla tanınabilir. İnsanlar, ruhun ortaya çıkardığı ve beşeri beş duyunun kullanımı altında olan bazı yaşam belirtilerini ruhla karıştırırlar. Kısaca, ruh varlığıyla ruhsal aktivitenin aynı şey olmadığını vurgulamak istiyorum. Ruhsal aktivite, daha çok evrimleşmek isteyen ve evrimleşmesi gereken ruh varlığının ifadesidir.
Dünya insanı için ruhsal aktivite sona erdiği zaman ruh varlığı yok olmaz. O tahrip edilemez ve sadece bedeni ilgilendiren ölümle bertaraf edilemez, aksine yeniden doğar. Ruh varlığı için asıl hayat mezarın ötesindedir. Dünyaya dönmek, ruh için maddi beden içinde geçirilmesi gereken zindan hayatı demektir. Ölüm, dünyanın ötesindeki yüksek bir aleme doğuş veya orada yeniden diriliştir, çünkü hiçbir ruh varlığı evriminde çok geri kalmadıkça aşağı doğru giden bir evrim yolunu izlemez. Tek bir yol vardır o da devamlı yükselen yoldur, sonu gelmeyecek kadar uzun ve çetin bir yoldur. Ama yükselme eğilimi, her ruhu kendisi için belirlenmiş hedefe doğru gayretle ilerlemeye teşvik eder.
Şu bir gerçektir ki yeni doğan her çocukta aşağı yukarı olgun bir ruh enkarne olur. Enkarnasyonun maddi anlamda bir hapishaneye benzediğini söyleyebilirim, çünkü doğum anında ruhun öte alemle her tür şuurlu bağlantısı kesilir ve oradaki yaşamıyla ilgili tüm anıları silinir. Ruh yeniden öğrenip gelişmeye başlar, elbette bir önceki hayatta öğrenilen ve başarılan şeyler kaybolmamıştır. Bu deneyimlerin yanı sıra, iyi ve değerli özelliklerle kazanılmış evrim düzeyi de insanın yaşama tarzında açıkça görülür. Dünya hayatının bitiminde ruh geldiği yere, zirveye giden yokuşlu yolda daha çok ilerleme gösterebileceği alemlere döner.
Bu yüzden çocukların gelişmesinde benzerlikler görülmez. Ana babaların çocuklarının gelişimini kendilerininkine benzetme çabaları genellikle boşuna zaman kaybıdır. Eğer çocuğun büyüklerinin tayin ettiği yolu izlediği görülürse, bunun sebebi o yolun takdir edilmiş olmasıdır. Çünkü hayat yolunda hangi temel prensipler ve imkanlarla, hangi güçlüklerle karşılaşacağı kaderinde planlanmıştır, böylece ruh varlığı geçmiş hatalarını iyi deneyimler haline getirecektir. (Sayfa: 18-22)

KALITIM VE ENKARNASYON

Ruh anlamında kalıtım söz konusu değildir. Beden annenin bir parçasıdır, onu geliştiren tohum nedeniyle babanın da bir parçasıdır. Ana babayla arasında benzerlik bulunması akla yakındır ve doğrulanmıştır. Birçok organik rahatsızlık doğumla birlikte intikal etmiştir, bilinmese de hiç şüphesiz bunlar bedende mevcuttur. Ruh başka bir konudur. İlahi yasa gereğince yaşayan ruh, bedene enkarne olurken tamamiyle yabancı bir unsur gibi ona girer. Bu olay evrenin sonsuz yasalarına tabidir, en son detayına kadar tüm olaylar böyle tertiplenmiştir. Ruh, daha fazla evrimleşmesi için kendine temel gereksinimlerini sağlayacak belirli bir çevreye, bir önceki ana babasından bağımsız olarak tohumlanır.
Yeni enkarne olmuş bir ruh ana babanın yolunu izlemek zorunda kaldığında, uygun temel gereksinimler orada mevcut olduğu için özellikle o aileye doğmuş demektir, çocuk sadece mevcut olan prensipleri izleyecektir. Çoğu zaman ileri bir ruh mütevazi ve yoksul koşullar içinde dünyaya gelir, amaç eksik kalan arınmanın deneyimini yaşamak ya da ilerlemiş düzeyiyle ana babanın evrimine ve gelişimine yardımcı olmaktır. Hiçbir ruh varlığı diğerlerinden fazlasına katlanmak ya da fazlasını başarmak zorunda değildir. Ayrıca tüm ruhsal varlıklar aynı hızla evrimleşmezler, çünkü bunu yapmaya zorlanmazlar. Her varlık istek ve iradesi doğrultusunda kendine sunulan fırsatlardan yararlanıp yararlanmamakta serbesttir.
Yeri gelmişken şunu da belirtmekte yarar var. Bir ruh dünyadan ayrıldıktan sonra kayıtları kontrol eden, övgüler yağdıran, cezalandıran ya da intikam alan bir Tanrı yoktur. Çünkü her eylem ortaya çıkabilecek sonuçları kendi içinde taşımaktadır. Bir insanın, yaşamı süresince ya da dünyayı terk ettikten hemen sonra kötü bir eylemin, bir suçun bedelini ödemesi önemli değildir, çünkü hiç kimse kötü bir eylemin sonuçlarından kaçamaz. Hayatta dikkat çekmemiş, etkili olmamış gibi görünen iyi eylemler de aynı şekilde ödüllendirilir. Telafi yasası budur. İnsanlar şunu anlamalıdırlar ki bir insanın hak etmediği halde daha iyi maddi koşullarda yaşaması, diğerinin iyilik uğruna sabahtan akşama kadar köleler gibi çalışan bir zavallı olması adaletsizlik değildir. Fizik dünyada böyle bir yaşamın sebepleri geçmiş hayatlarda aranmalıdır, çünkü dünyaya geri dönen her ruh varlığı yaptıklarını kendi iradesiyle yapmakta, yani buna zorlanmamaktadır.
Bu konuları daha üstün bir bakış açısından düşünmek gerekir. Dünya malı kullanılmak ve rahat etmek için verilmiştir, abartılması yanlıştır, bundan özenle kaçınmak gerekir. Her şeye sırt çevirip sadece öte alem için hazırlanmak da aynı derecede yanlıştır. İnsanların sandığı kadar zor olmayan bir orta yol bulunabilir. (Sayfa: 22-25)

HASTALIĞIN NEDENİ HASTA BİR CANDIR – ÖZGÜR İRADE VE KİŞİLİK

Tıp kökten değişecektir. Her hastalığa hasta bir canın sebep olduğu kanaati yerleşince, hastalar artık birer vaka olarak ele alınmayacaklardır. Bunun yerine kişilik tümüyle incelenecek, tedavi (bedensel hasar dışında) ruh ve can üzerinde yoğunlaşacaktır. İnsan denen varlığın merkezi çekirdeği ruhtur. Ruh insanın özgür iradesini, bu yüzden de kişiliğini kendinde toplamıştır. Tüm davranışların asıl harekete geçiricisi olan irade, ruh varlığının gelişmişlik ölçüsüdür.
Ruhla can arasında tahrip edilemez bir kordon vasıtasıyla yakın bir ilişki vardır. Ruh iradesinin her bir tezahürü derhal onun koruyucu örtüsü olan cana iletilir. Ruhun teşvik ve talimatıyla uygun organların istenen şeyi yerine getirmesini sağlayan candır. Sağlıklı bir can, iradenin uyarısını onu yerine getirme fonsiyonuna sahip organa kolayca iletecek durumdadır, hasta bir can bunu yapamaz. Bir canın ne zaman sağlıklı olduğunu saptamak çok özel bir iştir, bunun ölçüsü sadece fizik organların iyi durumda olması değildir, çünkü canın fonksiyonu entelektüel faaliyet denen düşüncelerin denetimini de kapsamaktadır.

CAN HAYATİYETTİR

Yaşayan her şeyin bir canı olduğu hep söylenmiştir. Doğrudur, can saftır ve binlerce farklı formda tezahür eden hayatiyetten ibarettir. Beden ve ruhu ayakta tutar, onları birbirine bağlar. Beşeri can, dünyasal varlıklar içinde kudret bakımından en evrimleşmiş, en olgunlaşmış, bu yüzden de en etkili olanıdır. Sonsuz sayıda telleri olan bir enstrüman gibidir, onu çalabilecek tek varlık ruhtur. Tüm insan canları aynı ölçüde gelişmiş değildir, bu yüzden insanları ince ruhlu, katı kalpli diye sınıflandırırlar. Böyle nazik bir enstrümana layık olduğu özeni göstermek gerekir.

RUHLA BEDENİ BAĞLAYAN UNSUR CAN - IŞIMA RUH GRUBUNU BELİRLER

Canın ruhtan gelen irade uyarısını (impuls) organlara naklettiğini söylemiştik. Bu nakil işlemi, insan bedeninin en mükemmel organı olan sinir sistemi vasıtasıyla gerçekleşir. Sinir sisteminin merkezi ise beyindedir, her türlü faaliyet oradan idare edilir. Tıpta bu durum çok iyi bilinmekte, ama beynin canın yardımı olmaksızın sinir sistemini kullanamayacağı bilinmemektedir.
Ruh, iradesi yoluyla, can da duygusal hayatın ifadesi yoluyla tezahür eder. His sadece duyarlılık değil genel bir algılamadır. İradenin cana nakli elektriksel ya da manyetik bir akım gibidir. Aracı rolünü oynamak her zaman cana aittir, mental isteğin yerine getirilip getirilmeyeceği, bunun nasıl yapılacağı onun takdirine bırakılmıştır. Ruh olmasa insan organlarını çalıştıramaz, çünkü can emir almamaktadır. Aynı şekilde cansız bir beden hayat belirtisi gösteremez, çünkü ruhla bedeni bağlayan güç eksiktir. Aslında böyle bir durum söz konusu olamaz, çünkü ruh ve can ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdır.
Buna rağmen can ve ruhun farklı evrim yolları izlemiş olmaları mümkündür. Çok olgun bir ruh varlığının, aynı derecede evrimleşmiş bir canla birlikte olması şart değildir. Çok sık rastlanan bu farklılıklar insanların tek yönlü gelişmesine yol açar, ya aşırı duyarlı ya da duygusuz olurlar, oysa zihni yetenekleri çok gelişmiştir. Gelişimini denetlemek, ruhuyla canını eşit derecede beslemek her insanın görevidir, ama bu çoğu insanın başaramadığı zor bir iştir. Eninde sonunda olgunlaşarak Yaradan’ın istediği gibi dengeli bir kişiliğe, yani ideal forma kavuşacaklardır. Hasta birine yardım etmek isteyen doktor, ruhla can arasındaki bu dengesizliği fark etmek zorundadır.
Hiç şüphesiz, ister dünyada isterse öte alemde olsun bir insanı tüm özellikleriyle tanımak bizim için kolaydır. Burada her ruhun kendi aurası vardır, auradan hangi evrim düzeyine kadar ilerlediği, hangi ruhsal varlıklar grubuna ait olduğu kesinlikle bellidir. Bizler dünya insanlarının auralarını da görebiliriz, dünyada yaşayan bazı kimseler de bu beceriye sahiptir. Burada hiçbir ruh varlığı dünyada olduğu gibi kendini gizleyemez, aurasından hemen tanınır. Ruhsal varlık gruplarına örnek olarak sanatçıları ve bilim adamlarını verebilirim, ama dünyada bilim adamı diye bilinenlerin hepsi bu gruba dahil değildir. Onların pek çoğu, dünyada kendilerinden çok geride olan kişilerin burada önlerine geçtiğini görerek hayretler içinde kalırlar. Hiç şaşmaz bir ölçü bunu belirler, örneğin bilim adamlarının başlarının çevresinde yeşil bir parıltı vardır, dışa doğru bu renk daha açık bir hal alarak azalır. Renk açık yeşil ve parlaksa evrim düzeyi yüksek demektir. Sadece dünya ilmine saplanıp kalmış, gerçeklerden uzak bilim adamları ise çoğu kere başlarının çevresinde gri renkli bir bulut taşırlar.
Bilinmesi gereken önemli bir nokta da, her insanın dünyaya veda edip bu aleme geçerken tüm dert ve sıkıntılarını, tüm yanlış düşüncelerini birlikte getirdiğidir. Bu tür insanların doğruyu bulmaları öte alemdeki tavır ve inançlarına bağlıdır, bu da biraz zaman alır. İlerlemek ya da yardıma ihtiyacı olan ruhlara hizmet etmek ruhsal bir güç gerektirir. (Sayfa: 29-32)

CAN, RUH VE BEDENİN İŞBİRLİĞİ

Canın başardığı şey gayet sade bir işlemdir. Canla bağlantı kurulması birkaç şekilde mümkün olur. Bu ruhun iradesinin ifadesiyle ya da dışardan gelen ve beden aracılığıyla cana yöneltilen bir izlenim yoluyla olabilir. Ruhta oluşan iradenin ifadesi ortaya çıktığı anda cana tesir eder. Canın ne durumda olduğu, iradenin ifadesini kısıtlamadan kendine çekerek beyne sevk edip etmeyeceği son derece önemlidir. Ancak bu yapılabildiği takdirde beyin uyarıyı, yani canın hayatiyetini kaydeder. Daha sonra eylem beyinde olgunlaşacak ve işlevi yerine getirecek organa nakledilecektir.
Can çok ince dallara ayrılmış hassas bir sinir sistemi vasıtasıyla organlarla bağlantı kurar. Bu bağlantının kurulabilmesi için sinir sisteminin sağlıklı olması gerekir, böylece beden makinesi bir engelle karşılaşmadan işlevini yürütür. Can sinir sisteminden çok daha hassas bir araçtır, sinir sistemi o denli cana bağlıdır ki her anormal eğilim ona nakledilir. Eğer engeller ve anormal eğilimler uzun süreliyse, rahatsızlık veya engelin türüne ve şiddetine bağlı olarak sinir sisteminin hastalanmasına ve organ fonksiyonlarının engellenmesine yol açabilir. (Sayfa: 32-35)

CAN ÜZERİNDEKİ DIŞ ETKİLER – OBSESYON VE TEDAVİSİ

Öte alemden gelen etkiler çok çeşitli olabilir. Şunu unutmayınız ki her bireyin yanında iyi bir ruhsal rehber vardır. Bu rehber kişinin spiritüel olgunluğuna uygun bir varlıktır, onun düşüncelerine yön vermeye ve doğru yolu göstermeye çalışır. Rehberlere dilediğiniz adı verebilirsiniz, bazıları koruyucu melek der, bazıları vicdan ya da vicdanın sesi der. Gözeten, koruyan, yol gösteren, nasıl davranacağımız hakkında öğüt veren her zaman ruhsal rehberdir.
İnsanın yanında sadece ruhsal rehberi bulunmaz, çoğu zaman çevresinde daha başka ruh varlıkları da vardır. Bunlar şefkat ya da sevgilerinden veya başka sebepler yüzünden madde dünyasından ayrılmak istemezler. Öte yandan dünyada var olmanın değerini ya da değersizliğini bilecek kadar olgunlaşmamış, mutluluğun maddi zevk, seks ve servetten geçtiğine inanmış pek çok varlık vardır. Ölümlerinden çok sonra bile bu tür insanlar dünyaya bağlanır, maddi dünyadan ayrıldıklarına inanmak istemezler. Dünyasal servetlerini elde tutamamaları, kimsenin onlara kulak asmaması, tutkularını tatmin edememeleri onlara büyük acı verir. Can sağlığı iyi durumda olan sağlam iradeli varlıklarla pek bağlantı kurmazlar, en fazla onları bir süre rahatsız eder, ama üzerlerinde hakimiyet kuramazlar. En çok tehlikede olanlar henüz kendi içinde bütünlük kazanamamış zayıf karakterli insanlardır. Bu tür insanlar parazit ruhlara direnç göstermekten uzaktırlar. Aslında bu parazit varlıklar da yardıma muhtaçtır, ama canları doğruya yönelme gücünden yoksundur.
Parazit ruhlar tarafından taciz edilen zavallı insanları psişik tedaviyle kurtarmak mümkündür. Ama psişik bilimin genel kabul görmesi için daha yıllara ihtiyaç var. Zamanı geldiğinde psikolojide müthiş bir devrim yaşanacak ve insan hayatının hedefi şimdikinden epeyce farklı bir şekilde ele alınıp incelenecektir. (Sayfa: 44-48)

RUH VARLIĞI VE ÖZGÜR İRADE

İrade her ruh varlığında değişik derecelerde gelişmiş bir fonksiyondur. Eğer irade bastırılmazsa insan bu hayatında kendisi için hazırlanan ödevleri yerine getirebilir. Eğer ruh emirlerini gerektiği gibi iletemeyen hasta bir canın içine gömülmüşse kendisi için tayin edilen hedefe varamayacaktır. İrade her zaman başarıya yönelmez, sık sık ters doğrultudaki bir yolu tutması gerekebilir. Böyle bir durumda iradenin uyarısı yerine gelmiştir. Büyük haz ve mutluluk veren şeylerden uzak durmak çoğu kere hiç de kolay değildir, bunu yapmak büyük irade ister. Feragat, kararlı bir insanda çok değerli olabilen hayatın büyük erdemlerinden biridir.
İnsan için ideal görüşü içeren bir plan bulmak çok zordur. Bir insanın yapabildiği şey diğerine yasaklanmıştır, hiçbir insan beyni bunun nedenine inemez. Bir insanı kendine uymayan bir planı uygulamaya zorlamak da mümkün değildir, ya ondan vazgeçecek ya da mahvolacaktır. Eğer bir insanın öte aleme çağrılmadan önce programını tamamlaması mümkün olmamışsa, evrimi üzerinde çalışmaya orada da devam edebilir, etmesi de gerekir. Unutmayınız ki, insan kendini yargıladığı zaman görevini nerede ve neden yerine getiremediğinin de farkında olacaktır. Cezasını bizzat kendisi verir, yapılacak daha ne gibi görevleri varsa kararlaştırır, dünyada hile yapılabilir, ama burada kimse hile yapamaz! (Sayfa: 52-55)

OBSESYON HAKKINDA BİLİMSEL GÖRÜŞ – ŞİFA METOTLARI

Eğer insan yaşamında doğru yolu tutmuş ve iyi niyetle hareket etmişse henüz gelişmemiş bir varlığı cezbetmeyecek, kendinin ve insanlığın yararına olan görevleri gerçekleştirmesine zemin hazırlayacak uygun bir varlıkla temas kuracaktır. Eğer tesirler doğrudan doğruya ruh varlığından geliyorsa bu ayrı bir konudur. Bu tür kötü tesirler karşısında insanlar da doktorlar da aciz kalırlar. Aslına bakarsanız bunlar tesir değil, varlığın doğasından gelen iradi hareketlerdir.
Kötülük eğiliminden sadece söz edip geçemeyiz. Bilinmelidir ki kötü bir kimsenin içinde herkes gibi daha yüksek bir düzeye çıkma eğilimi de vardır. Ona sevgiyle yol gösterilmesi gerekir, cezalandırılıp aşağılanması değil. Bir insanın ceza ve yaptırımlardan korktuğu için suç işlemiyor olması aslında bir gelişme değildir, gerçek gelişme ve değişim ancak mental düzeyde gerçekleşir.
Akıl hastalıkları ise sıklıkla organların gelişmesi sırasında oluşan bir hatadan kaynaklanır. Eğer beyin uygun şekilde gelişmemişse, ruh varlıklarının en sağlıklısı bile iradesini uygulayamaz, çünkü uyarılar yeterince güçlü bir şekilde cana ulaştırılamaz, can da kusurlu bir beynin etkisi altındaki organları aktive edemez. Şunu da belirtelim ki hasta şekilde enkarne olan hiçbir ruh varlığı yoktur. Öte alemde hastalık, anormallik diye bir şey yoktur, sadece az evrimleşmiş ve çok evrimleşmiş ruhlar vardır. Demek ki, akıl hastası diye bilinen bir kimsede tamamiyle sağlıklı ruhsal bir varlık bulunmaktadır.
Tıbbın akıl hastası olduğunu söylediği kişilerin aslında normal şekilde gelişmiş bir beyni olabilir. Elbette bu sadece ölümden sonra teşhis edilebilir. Burada esrarlı bir olayla karşı karşıyayız, ama akıl hastalıklarının temelinde yabancı tesirlerin bulunabileceğini kabul edecek cesarete sahip değiliz. (Sayfa: 56-59)

İNSAN GÜCÜNÜN SINIRLARI - RUHSAL EVRİMDE ZAMAN HESABI

İnsan gücünün sınırlarını tanımaya çalışmak bireysel psikolojide büyük öneme sahiptir. Bu sınırlar genel kurallara göre belirlenemez, çünkü hepsi kişiselleşmiştir. Az çok etkisi olan tüm faktörleri göz önüne almak gerekir. Sonuçlar kuramın ve uygulama yolunun doğruluğunu gösterir, ama sebep sonuç ilişkisinin yorumlanması farklı bir konudur. Çeşitli hareketlerimizin sebeplerinin, hatırlamadığımız ve hakkında yargıya varamayacağımız bir zamandan kaynaklandığına hiçbir bilim adamını inandıramazsınız. Büyük bilgelikle düzenlenmiş bir sistemdir bu, çünkü bir insanın geçmiş hayatlarının tümünün incelenmesi onun yararına olmazdı, incelenebilseydi kafası çok karışırdı. Şimdilik, insanoğlunun dünyaya gelirken belirlenmiş bir programa uygun yetenekleri beraberinde getirdiğini bilmekle yetinelim. Ancak bu yeteneklerin hiçbir şekilde atalarından miras kalmadığına da dikkat çekelim.
Bir iyi insan, bin kötü insandan daha değerlidir. Aslında her insanın içinde gizli bir iyilik vardır, ama onu uyandırmayı bilmek gerekir. Bu öte alemde bulunan bizler için çok kolaydır, insanların ışımalarından onların içsel değerlerini ve ruhsal olgunluklarını tam olarak görürüz. Böylece uyarıcı gücün tam olarak nereye uygulanacağını da biliriz. Öte alemle iletişim bilimin bir parçası haline geldiğinde, bu ışımayı kaydedecek makineler üretmek mümkün olacaktır. O zaman bilim adamları bu kayıtları inceleyerek doğru değerlendirmeler yapabileceklerdir. Işımanın şiddetine, belki de rengine göre her bireyin evrimini tamamlaması için neye gereksinim duyduğu anlaşılacaktır. Öyle bir zaman gelecek ki büyük hatalar, iğrenç suçlar ta en başından engellenebilecektir. O zaman insanoğlu en yüce değerleri maddi başarıda aramayacak, barışa ve gerçek özgürlüğe uygun davranışlarla dünyadaki yaşantısının hakkını verecektir.
Biz öte alemde zaman birimleriyle düşünmeyiz. Burada güneş hiç batmaz, bizler zaman kavramına sahip değiliz. Tek bildiğimiz bazı ruh varlıklarının birkaç yüzyıl sonra dünyaya geri döndükleri. Aslında bu aralıklar da değişkendir, tamamen bireyin iradesine bağlıdır, ne zaman ve niçin dünyaya döneceğine kendisi karar verir, çünkü seçim özgürlüğüne sahiptir. Bizler için bir yıl gayet kısa bir andır, çünkü yüksek bir düzeyde sonsuz zamanı görmekteyiz. Onu dünya zamanıyla ölçemezsiniz, bize göre ruhun ölümsüz oluşu, zamanın da ölümsüz ve sonsuz oluşunun kanıtıdır. Buna rağmen evrim yolunda bir hayli ilerlemiş bizler bile bizi bekleyen her şeyi bilemeyiz. Ruhsal evrimde sadece ileri gidiş olduğunu bilmek çok önemlidir. İnsanoğlu aslında zavallı, vasat bir varlıktır, ilahi anlamda mükemmelliğe ulaşıncaya dek daha uzun bir süre öyle kalacaktır! (Sayfa: 59-64)

SAĞLIKLI BİR CAN İÇİN TEMEL KURALLAR

Organlara dışardan gelen her aşırı yüklemenin canı etkileyeceğini, onu huzursuz edip zayıflatacağını söylemiştim. Eğer insan canının sağlıklı kalmasını istiyorsa, ne olursa olsun böyle bir halden sakınmalıdır. Maddi konularda ılımlı olmak gerekir. Öte yandan aşırı ılımlılığın sizi arzu ettiğiniz sonuca götürmeyeceğini de bilmelisiniz. Beden az beslendiği takdirde, can organları harekete geçirmek için gereken gücü üretecek durumda olmayacaktır, çünkü yorgunluk, açlık, kansızlık gibi haller organlarımızı huzursuz ettiği zaman ne tür bir mizaca sahip olduğumuzu biliyorsunuz. Organlar zafiyet ya da aşırı yüklenmeden daima can aracılığıyla rahatsız olurlar, çünkü can az çok elektrik akımına benzer şekilde duyguları organlar vasıtasıyla beyne sevkeder ve zihinde idraki gerçekleştirir. Bu yüzden, bedene ve zihne ulaşan her tesir aynı zamanda canı veya hayatiyeti de etkiler.
Organlarımız, beynimiz ve sinir sistemimiz için en uygun pasifite derecesini tespit etmek zorundayız. Uyanıkken beyin her zaman aktiftir, hiç kimse düşünce mekanizmasını tamamiyle durduramaz, ama hafifletebilir, bir yarı uyku hali oluşturup güç kazanabilir. Uyku ise bize derin bir pasifite sağlar, güç kazanmanın en iyi yoludur, deneyimlerimizden böyle olduğunu biliyoruz. Uyurken ruhumuzun ne yaptığı, nerede faaliyet gösterdiği tıp için meçhuldür, daha yakından incelenmeye değer bir konudur. Beyin çalışmadığı zaman ruhun bir meşgalesi kalmaz, bedenden ayrılarak başka alemlerde araştırma yapmaya başlar, ama hayatiyet sağladığı bedenle ilişkisini de korur. Ruh tekrar bedene girdiğinde onu uyandırır, ama insanlar bu gezintiler hakkında hiçbir şey anımsamazlar. (Sayfa: 64-69)

KADER VE HAYATTAKİ GÖRÜNÜMLERİ

Kader her zaman insanlara verebileceğini tam olarak veremeyebilir. Tanrının koyduğu yasalara göre ya bize iyi ve güzel gelen ya da zor gelen gerçekleşecektir. Kader, dünya yaşamı için insana bir temel olarak hazırlanır. İnsan da özgür iradesiyle ya dünya nimetlerinden yararlanmayı ya da ıstırap çekerek güçlükleri yenip spiritüel yolda olgunlaşmayı seçer.
İnsanın kaderinden kaçamayacağı söylenir, bu çok tekrarlanan bir laftır, ama boş bir laftır, yanlıştır! Eğer birbirini izleyen enkarnasyonlarda yaşamın seyrini hiçbir şekilde etkilemeden yaşıyor olsaydık hayatımızın ilginç bir yanı kalmazdı. Ama kaçınılmaz olanı da ıskalayamazsınız, maddi değerlere fazla bağlanmış bir insanın başka bir enkarnasyonda gerçek ihtiyaçlarını öğrenmek için belki de çok yoksul bir hayat yaşaması gerekecektir. Önceki hayatlardan birinin yoksul koşulları da, zenginlikleri de kaderde hesaba katılmıştır, bunlar ruh varlığının evrim yolunda üzerinde çalışacağı temeli belirler.
Bir insan dünya hayatında son derece zengin olabilir, ama servetini uygun şekilde kullanmayı bilmezse zenginlik ona pek fayda sağlamaz. Çünkü güçlük, sefalet ve hastalıklarla dolu bir hayatı şükranla demeyelim de asil ve kişilikli bir şekilde yaşayan kimseye oranla onun evrimi daha yavaş olacaktır. Pek çok kişi kara bahtından dolayı mutsuzdur, ancak manevi olgunluğa ulaştıktan sonra yaşadığı güçlüklerin değerini anlar. Ne yazık ki sadece zenginliğin mutluluk getirdiği kanaati hala yaygın durumdadır. Varlıklı kişi, maddi değerleri mütevazi imkanlara sahip kişiye oranla daha çok önemsediği sürece paranın kölesi olmaya devam edecek ve yüce değerlere sırt çevirecektir.
Dünya hayatındaki şanlar şerefler ve etkileyici mevkiler hiçbir şekilde ruhsal olgunlukla eşdeğer değildir. Ruhsal evrim düzeyinin dünyadaki entelektüel düzeyle aynı şey olmadığını da belirtelim. Evrim ruhsal varlığın olgunlaşmasıdır ve kalıcıdır, her şeyi kucaklayan sevgi ve bilgiyle aklın uzlaşmasıdır. Büyük bilim adamlarını, sanatçıları ve politikacıları gözünüzün önüne getirin, olgunluk kriterlerine kaçının sahip olduğunu düşünün, onlara pek azı sahiptir. Çoğu kendini maddi başarılarla sınırlamıştır, oysa tek yönlü bir hayat hastalık belirtisidir, günün birinde canın görevlerini unutmasına sebep olur. Zekanın aşırı gelişmesi, genellikle canın ihmale uğramasına ve sonunda ortaya bir dengesizlik çıkmasına yol açar. Çünkü zeka candan daha çabuk gelişir, bu durumdaki bir insan entelektüel aktivitesini duygusal hayatına uygun hale getirmek zorundadır. (Sayfa: 165-169)

KENDİNİ EĞİTME VE RUHSAL REHBERLER

Hayata yanlış bir bakış, hoş olmayan sonuçlar doğurup ilerlemeyi engelleyebilir. Çoğu kimse ruhsal evrim hakkında düşünmeyi istemez. Bu tür insanlar dünyada sadece bir kez yaşadıklarına inanmışlardır, öte alemdeki belirsiz bir hayat hakkında düşünüp tasalanmayı sadece gereksiz değil aynı zamanda uygunsuz bulur, dünya nimetlerinin tadını çıkarmaya bakarlar. Bunlar kelimenin tam anlamıyla materyalisttirler, zaten dünyaya var oluşun doruğu saydıkları için dönmek istemişlerdir.
Evrimi hedef alan bir programla dünyaya gelen, ama materyalist çevreleri yüzünden doğru yolu bulamayan insanlar için durum farklıdır. Bu çelişkiden dolayı ıstırap çekerler, hedeflerine erişip erişemeyecekleri iradelerinin gücüne ve ruh hallerine bağlıdır. İyi niyetlerle ve ruhsal evrim arzusuyla dünyaya gelen bir varlık, çevresinin kendine empoze ettiği görüşün beklentilerine uygun düşmediğini hemen keşfedecek ya da şüphe içinde kalacaktır. Maddeyi her yönden ölçüp biçecek, sonunda birlikte getirdiği hayat planına uygun bir çıkış yolu arayacaktır. Şunu unutmayınız ki kişinin kendi ruhsal standardını değerlendirmesine imkan yoktur, ayrıca insanlar aynı evrim düzeyinde değildir, birbirlerinden çok farklı ruhsal standartlara sahiptirler.
Öyleyse insan kendi hakkında doğru bir fikir edindiğini, davranışlarını doğru şekilde yargıladığını nasıl bilecek? Herkesin bir vicdanı vardır, içindeki o ses güvenebileceği bir yol göstericidir. Bu bilgi her insanın hayatında giderek büyüyen bir önem kazanmalıdır. “Sakin bir vicdan gök gürültüsü altında uyur” sözü boş laf değildir. Gerçekten de öyledir, insanın vicdan dediği rehber ruhsal varlığıdır, yani ruhudur. Herkesin yanı başında bir rehber varlık bulunur, içtenlik ve iyiniyetle sorulduğunda daima doğru cevabı verecektir. Öte alemde bu iş daha kolaydır, çünkü varlık orada rehberlerini ve yardımcılarını görür, ama yine de onlara güvenmek ya da önerilerini yerine getirmek kendi kararına bırakılmıştır. Kendini eğitmek demek, pozitif güçlere iman eden, ama negatif olan her şeyi reddeden sağlam bir irade demektir. (Sayfa: 169-174)

İNSAN DOĞASININ BİLGİSİ VE UYGULANIŞI

Bir çocuğun, ailesindeki standartlardan farklı yetenek ve özellikler göstermesinin ne kadar büyük güçlük doğuracağını kolayca tahmin edebilirsiniz. Çocuk ruhsal gelişmişlik açısından ailesinden daha yüksek bir potansiyele sahipse çok büyük bir karmaşa ortaya çıkacaktır, çünkü davranışlarının hiçbir açıklaması bulunamaz. Ayrıca çocuk her şeye rağmen kardeşlerinin standardına inemeyeceğinden bir hayal kırıklığı da yaşanacaktır.
Ruhsal özelliklerin kalıtımla geçmediği bir prensip olarak kabul edilmelidir, yalnız çevreden gelen arızi tesirler vardır, insan bunları tanıyıp öğrenmek zorundadır. Her şey bu tesirlerle karşı karşıya kalan canın gücüne bağlıdır, yani tesirleri uzaklaştırmak ya da onları kendine mal etmek. Psikoloğun bu konuda ne gibi güçlüklerle karşılaşacağı açıktır. İnsanlar bir kimsede görülen özelliği kendi özelliği sayma eğilimindedir. Bu özellik ona sonradan aşılanmış olsa da, yani kişiliğin doğasında mevcut olmasa da durum aynıdır. İkisinin arasındaki farkı görmek, yani neyin karakteristik bir özellik, neyin sonradan edinilmiş bir özellik olduğuna karar vermek çok zordur, pek çok durumda imkansızdır.
İnsanlık yeni doğmuş her çocuğun tam bir hayat planıyla donatılmış olarak geldiğini, ama bunu uygulayıp uygulamamada özgür bırakıldığını kabul edecek bir düzeye gelince, yetişkinlerin çocuğa üstünlüğü güneş altındaki karlar gibi eriyip gidecektir. İşte o zaman insan çocuğun beşiğinin yanı başında bir kaşif gibi onu inceleyecek, hür iradesinin ortaya çıkması için özel bir çaba harcayacaktır. (Sayfa: 182-189)

ÇAĞRININ İLAHİ ANLAMI

İlahi çağrı, bizim bile göremediğimiz spiritüel yüceliklerden gönderilen bir lütuftur. Temel özelliği belli bir alanda özel yeteneklerdir, ama tüm insanlığın hizmetine sunulacak yetenekler. Bunlar hiçbir zaman güç kazanma tutkusunu körükleyen konuları kapsamaz. İlahi çağrıda yüksek bir olgunluğa sahip olmak şart değildir, genel akışın üstündeki bir düzeye çıkanlara, ama hala yolun başında olanlara ihsan edilebilir.
Tüm büyük keşifler dünya ötesi alemlerden gelmektedir. Hiç kimse kendine yol gösteren yüce rehberi olmadan yeni bir şey keşfedecek durumda değildir. Mucitler nadiren şöhret ve servet sahibi olabilmişlerdir. Onlar başarının sadece kendilerinden gelmediğinin pekala farkındaydılar, yüce hayat felsefeleri icatlarını bir çıkar aracı haline getirmelerini önlemiştir. İnsanlar çoğu zaman yoksulluk içinde ölen bu insanlara acıma eğilimindedirler, oysa durum hiç de öyle değildir, onlar daha yüksek bir düzeye evrimleşmişlerdir.
Büyük inisiyeler ve Mesihler sürekli yeryüzünde kalmazlar. İlahi Takdir’in doğru zamanın geldiğine karar vermesiyle dünyaya gönderilirler. Büyük müzisyenlerin seyrek aralıklarla inmeleri ayrı bir lütuftur. Mesihlerin öte alemin büyük önderleriyle bağlantı kurarak onlardan yardım almaları gibi, büyük besteciler de evrenin doğaüstü güçleriyle bağlantıdadır, insanlığa ilettikleri müziği yüce alemlerden alırlar. Bu sanatçılar çok üstün ruh yüceliklerinden gelen ışınlara uygun alıcılardır, gönderilen ışınların gücü o harika eserlerin yaratılmasını sağlar. Hepsi de kelimenin tam anlamıyla birer medyumdur ve ruhlarının evrim derecesine bağlı olarak alemlerin en güzel ses tonlarını kullanabilirler. İyi müzik dinlediklerinde insanlar giderek spiritüel olgunluk kazanır, sonsuz gücü olan müziğin alıcısı ve yaratıcısı olurlar.
Zihni ve ahlaki gelişme, müzikle icra edilen şarkı sanatından ve şiirle ifade edilen sözlerden doğar. Kalıcı sanat yaratabilen şair çoğu zaman medyumluğa yönelmiştir. Bu alemdeki şair mizacını daha önceki bir hayattan getirir, öte alemden de yardım alır. İsteğine ve ruhsal gelişimine göre öte alemdeki uygun bir düzeyden etkili ışınlar kendisine ulaşır. Artık iyi ve değerli olan şey hakkında daha yüce bir bakış açısından hüküm verilmelidir. Az sayıda insanın ilgisini çekip hayranlık uyandıran bir esere oranla, daha çok kimsenin hoşuna giden bir eser sadece bu nedenle bir sanat eseri sayılamaz. (Sayfa: 213-221)

DÜNYADA VE ÖTE ALEMDE AKRABALIK

Dünya yaşamında akrabalık fiziksel çoğalmanın sonucudur. Baba ve annenin de evlenme yoluyla akrabalık kurduğu kabul edilebilir ve uygarlık çerçevesi içinde bu kesinlikle gereklidir. Ama bu gerçek akrabalık değil evlilik yoluyla yakınlaşmadır. Sadece dünya yasaları kadın erkek arasında aile ilişkisi arar, sonsuz hayatı yöneten öte alem yasaları değil. Enkarnasyon ilahi yasalar uyarınca gerçekleşir, keyfi ya da rastgele bir olay değildir. Ana babalarla çocuklar arasında benzer zihinsel yeteneklerden, kişilik benzerliklerinden sıklıkla söz edilir. Buradan çıkan sonuç çocukların mizacının açıkça irsi olduğu, iyi kötü tüm huylarından ana babaların sorumlu olduğudur. Bu sonuca varmak belki doğaldır, ama asla doğru değildir.
Gerçek evlilik, sonsuz yasalara göre zaman içinde bir düalitenin (ikiz ruhun) birleşmesine izin verildiği ve planlandığı zaman gerçekleşir. Bu tür birleşmede hiçbir kriter yoktur. Demek ki, birbirinin kaderine yazılmış iki ruhsal varlık için özel spiritüel bir olgunluk şart değildir. Eğer böylesine yakın iki ruh dünya yaşamında birbirlerini bulmuşlarsa gerçekten iyi bir dost, karı koca veya baba oğul şeklinde birleşmeleri mümkündür. Aralarındaki bağ daima uyumlu olacak, çevrelerindeki insanlar bu uyumu hissedeceklerdir. Her iki ruh da bunu tam anlamıyla hissetmeyebilir, dünyadaki yaşamın büyük sırrı işte budur!
İkiz ruhların dünyasal birliğine büyük eprövler de (deneyim) katılmış olabilir. Biri diğerinin görevini yerine getirmesine ve ruhsal evrimini gerçekleştirmesine yardım edebilir. Dünyasal anlamda fikir ayrılığı ve eşit olmayan standartlar bazen gelişmeyi ve huzuru bozuyor gibi görünse de, ikiz ruhlar hiçbir zaman eşlerinin gelişmesini engellemeyeceklerdir. Yeryüzündeki kavramlarla öte alemdekileri karşılaştırmak hiç de kolay değildir. Öte alemdeki her ruhsal varlık ikiz ruhunun nerede bulunduğunu tespit edecek durumda değildir. Eğer bir kimseye kozmik eşini bulma izni verilmişse bu özel bir lütuf sayılır. O zaman evrim hızlanır ve birlikte doğru yolu bulmalarına izin verilen ruhlar iki kat güçlenirler.
İkizlerine kavuşmalarına izin verilen yücelmiş ruhlar inanılmaz derecede evrimleşirler. Daha az evrimleşmiş canlar ve ruhlar da kendi ikizleriyle birleşebilirler. Ama bu lutfa layık olmadıklarını gösterecek bir şey yaptıkları takdirde yeniden ayrılacaklardır. Uyum için iyiniyet olmadığı, dünya malı edinme hırsı baskın çıktığı takdirde yine ayrılacaklardır. Öte alemde olacak olan da bunun aynıdır. (Sayfa: 244—248)

DÜNYA İLE ÖTE ALEMİN KIYASI – ALİMLER HALKASI

Biz öte alemde gelişmemizi sürdürebilmek için dünyadaki gibi yiyip içmeye ve bakıma ihtiyaç duymayız. Gözle görülüp elle tutulmayan her şeyin sizce hayal veya gerçek dışı sayılması sağlıksız ve kısıtlayıcı bir tavırdır. Hayat okulu dünyayı terk etmekle sona ermez, dersler burada da kaldığı yerden devam eder!
Fizik bedenlerimiz olmasa da ışık bedenimizle tıpkı insanlar gibi göründüğümüzü söylemeliyim. Bunu kendi başımdan geçenleri anlatarak izah edeyim. Artık madde dünyasında yaşamadığımı kabullendikten sonra buraya geldim ve yüce bir varlık olan rehberim tarafından karşılandım. Bu alemde bedenlerimiz dünyadaki son haliyle değil, yaşlılık belirtileri ortadan kalktığı için daha genç görünür. Ben hayati enerjime tümüyle sahip olarak geldim, yani bunu sağlamak için zaman harcamadım. Tek engelim öte alemin varlığı konusundaki şüphelerimdi, rüya gördüğüme inandığım sürece öte alem mekanına giremiyordum. İşte o zaman bir alimler halkasına rastladım, dünyadakinin aksine burada çok içten ve sıcak karşılandım. Benden evvel bu aleme göçmüş meslektaşlarımı (doktorları) görüyor ve işitiyordum, ama konuşmalara katılamıyordum. Görme ve işitme derken bir konuşma organına sahip olduğumuz sanılmasın, biz konuşmaz ama düşünceleri okuruz. Bir süre sonra ben de tartışmalara katılmaya başladım.
Burdaki ve dünyadaki toplumsal çalışma arasındaki fark şu. Burada bencillikten uzak gerçek ekip çalışması yapılıyor, dünyada ise başkalarına üstünlük sağlama dürtüsü ağır basıyor. Elbette bu evrime zarar veriyor ve nice yeteneklerin, nice dehaların insanlık adına büyük kazançlar elde etmesini engelliyor. Burada her şey kesin kurallara göre düzenlenmiş, örneğin zamanı gelmeden dünyaya bilgi aktarmaya izin verilmiyor. İnsan dünyada ne kadar evrimleşmişse, burada gireceği halkanın düzeyi de o kadar yüksek oluyor. Bilgi ve eğitimin burada bir rolü yok. Halkanın düzeyini kişiliğin gelişme derecesi ve tezahürü belirliyor. İnsanın dünyada nerede hizmet gördüğü de bir önem taşımıyor, çünkü burada ruhsal evrim için hazırlanan görevler karşısına çıkıyor. (Sayfa: 248-255)


12.07.2009

---Albert Pauchard---
KADER BİLMECESİ

RUH VE MADDE YAYINLARI

BÜYÜK BİLİNMEZLİK

Ölüm, ruh alemine çağrılan kişiyi ne arındırır ne de kutsal kılar. Hiçbir dini ayin, hiçbir kasvetli tören bunu değiştiremez. Mantıklı değil mi? Yaratılışta mantıklı olmayan hiçbir şey yoktur. İnayetle kurtuluş yanlış yorumlanmış bir vaattir. Tanrının bize verdiği inayet, birbirini izleyen enkarnasyonlar boyunca tedrici bir evrimle olgunlaşmaktır. Bu dezenkarne bir varlık için geçmiş hayatını yeniden değerlendirmek ve gelecek hayatını tanzim etmek için verilmiş bir lütuftur. Yaşarken, ölürken ve ölümün ötesinde güvenilmesi gereken bir lütuftur. Eğer insan ölümün anlamını kavrarsa bu lütuf sonsuz hayata götüren bir yol, insana şuur sağlayan bir geçiştir.
Ölen bir varlığın Astral Aleme girişi çok farklı şekillerde tezahür eder. Öte alemin gerçekliğinden hiçbir zaman şüpheye düşmemiş insanın görkemli girişinden, öte aleme inanmayan birinin yabancı bir yere utangaç girişine kadar geniş bir yelpaze izler. Her yeni gelen ruhun yanında, ister görünsün ister görünmesin daima dost varlıklar vardır. Öte alemi inkar etmek, ruhun kendi durumunun farkında olmasını engeller ve onu sınırlar. Fakat bir süre sonra değişik yollarla aydınlatılır ve durumu anlamasına yardımcı olunur. Ölümün amacı insanı yücelik ve soyluluğa taşımaktır. Buna nasıl ulaşılır diyeceksiniz, düşünceyi spiritüel şeylere bağlayarak, ölmek için yaşayıp yaşamak için ölerek! (Sayfa: 100-102)

KADER BİLMECESİ

Kaderden, olayları yönlendiren tesadüflerden, kaçınılmaz alın yazısından söz edenler kelimeleri kullanıyor ama gerçeği tanımıyorlar. Reenkarnasyona inanan insanlar mesajımı açık ve akla yatkın bulacaklar, çünkü reenkarnasyon kaderin anahtarıdır. Hepimizin bir alın yazısı var. Bazıları için kendilerini nelerin beklediği, başlarına iyi ya da kötü nelerin geleceği bilinemez bir şeydir. Bundan kaygı duymaz, kendilerini olayların akışına bırakırlar, bu da bir kaderdir. Dünya hayatını olgunluğa doğru bir yol alma, sürekli bir ruhsal gelişme gibi görenler için kader tamamiyle başka bir şeydir. Kader ruhun çözmek, eritmek zorunda olduğu güçlükler bütünü ve uğraşacağı denemelerdir, daha önceki enkarnasyonunda yapmış olduğu hataları telafi ederek olgunlaşacağı zorunlu hayat koşullarıdır. Tüm önemli şeyler ezelde yazılmıştır, ama sanıldığı gibi kimilerine mutluluk ve refah, kimilerine hastalık ve yoksulluk, kimilerine de sayısız güçlük veren Tanrı tarafından yazılmamıştır. Kader yazılmıştır, çünkü her eylem, her düşünce yaşanır ve sonuçları bir enkarnasyondan diğerine yansır.
Bir örnek verelim: Bir köylü çorak bir arazide zahmet çekip yoruluyor, yıllar ona rahat yüzü göstermeden geçip gidiyor, ömrünün sonuna kadar bu zahmetli işi yapmak zorunda. Bu köylü mutsuz değildir, ama mutlu da değildir. Erken başlayıp geç vakit biten işleri ona ruhunu düşünecek boş zaman bırakmamaktadır. Bunun imrenilmeyecek bir kader olduğunu düşünüyorsunuz öyle değil mi? Sizinle aynı fikirde değilim, sebebine gelince bu adam monoton geçen hayatı boyunca sebat etmeyi öğrenmektedir. Geçen mevsimin kötü hava koşulları tüm ürünü yok ettiğinde, ilkbaharda ekime yeniden başlamak sağlam bir sebatın kanıtı değil midir? Kısaca, sebat demek ilerleme demektir, sadakat demektir. Şimdi bu köylü dünyayı terk ettikten sonra elbette dersini öğrenmiş olanların safında yer alacaktır. Mantıklı ve adil olursak, en kolay derslerin sevinçle yerine getirilmediği basit bir hayatı elbette yapılması güç görevlerle dolu yeni bir hayat izleyecektir. Bu konuda fazla bilgisi olmayanların gözünde sıkıntı çeken bu köylü ilerleme kaydetmişe benzemez, oysa hayattan öğrenmesi gereken dersi öğrenmiştir. (Sayfa: 103-104)

DUA YA DA YARATICI DÜŞÜNCE

Dua etkili bir güçtür, çoğunuzun bilmediği sınırsız bir gücü vardır. Ama dikkat edin, dua var, dua var! Gerçek yakarış sözde değildir, kalpten fışkıran bir coşkudur, ruhun yeteneğidir. En iyi duanın sözsüz dua olduğu sizi şaşırtır mı? Eğer kalpten söylenmiyor sadece dudaklarla okunuyorsa, ezberlenmiş ve kitaplardan okunmuş duaların hiçbir gücü yoktur. Gerçek dua bir düşüncedir. Söz, düşünce olmaksızın boş ve anlamdan yoksun bir sestir sadece. Madem ki her düşünce bir titreşimdir, o halde dua da bir titreşimdir, duaya kabul edilme izni veren güç bu titreşimde yatar. O halde kabul ediliş duanın kendi içindedir, yöneltilenin isteğine bağlı değildir. Tüm sır burdadır, dua eden ve duasının gücüne inanan davayı kazanmış demektir. İnançsız yapılan dua bir hiçtir, değersizdir. (Sayfa: 114-115)

DÜŞÜNCENİN ÖNEMİ

Sağlıksız düşünce güdüler tarafından telkin edilir, zihin tarafından ilham edilmez. Bizim bakış açımıza göre sağlıksız düşünceye koyu renk veren belirli bir materyal vardır, bu materyal onu yayan kimsenin çevresinde bir sis gibi sürüklenir. Aynı türden bir başka düşünceyle karşılaşır karşılaşmaz onunla birleşir ve bu birleşmeden bir güç doğar. Bu türden iki, üç, yirmi, yüz düşünce zaman ve uzayda bir araya gelerek zararlı bir güç yaratır, çünkü onları doğuran güdüyü tatmin etmek isteyen birileri tarafından massedilir, onlar insanı yenik düşüren ayartılardır. Ruh ve ışık alemine yükselen düşüncelerin aksine kötü ve zararlı düşünceler dünyanın çevresinde kalır, er ya da geç taşıdıkları kötülüğü aktaracak bir alan bulurlar. Oysa soylu ve başkalarını gözeten düşünce bir ışık parıltısı gibi yükselir ve hemen yöneltildiği aleme ulaşır, yayınlayanın ruhunu da ilhamla doldurur. (Sayfa: 117)

BİLGELİK ALEMİ

Bilgelik alemi tüm dünyevi eserlerin hazırlandığı yerdir. Sanat eserleri, herkesin faydalandığı eserler, hatta doğanın eserleri bile oradan ilham edilir. Bu alemin sakinleri dünyayla ilgileniyor ve insanlara yardım etmek istiyorlar. Dünyaya yakın olmak için bu alemi terk ediyor, spiritüel yolda ilerlemek isteyen insanlara yardım etmek için bu alemden ayrılıyorlar. Onlar rehber varlıklardır, artık enkarne olmaya ihtiyacı olmayan uyanmış ruhlardır. Görevleri sürekli değil geçicidir, verecekleri görevleri yerine getirecek insanları ararlar.
Her sanat eseri, topluma faydalı her kitap bir konsantrasyon anında verilmiştir. Birileri için bir tür coşku olan bu durum diğerleri için bir rüyadır, ama herkes esinlenme denen özel bir durumla karşı karşıya olduğunu hisseder. İster şuurlu isterse şuursuz olsun, Bilgelik Aleminden düşünce ve görüntülerin zihinlerde yer etmesi için esinlenme şarttır. Genellikle rehber varlıklarla uygulayıcılar arasında spiritüel bir varlıklar kümesi vardır. Düşünce, gerekli sayıda aracıya sahip mürşit tarafından dile getirilir, buna gereksinim duyulmayan durum pek nadirdir.
İnsan geliştikçe aracılar da azalır. Spiritüel olarak az gelişmiş bir ruh, çalışmak için hazırlanmış insana benzer, zamana ve ruhun durumuna bağlı olarak az ya da çok ilham almış biri gereklidir. Genellikle bilginler ve sanatçılar gerileme ve çöküşü hissederler, temas kurmanın imkansızlaştığı kısır günler ve aylar vardır. Bir hata ya da disiplinin gevşemesinin sonucu olan bu kopuş asla her zaman yardıma hazır olan rehber varlığa bağlanamaz. Yeni bir dönüş, spiritüaliteye doğru yeni bir istek gerekir, böylece çalışma devam edebilir. İnsanlık alemiyle Bilgelik Alemi arasında sürekli ve zengin bir alış veriş vardır. Bebek İsa’ya bağlılığını bildiren maj-krallar işte bu alemden yönlendirildiler! (Sayfa: 128-129)

MELEKLER

Melekler çok kalabalıktır, dezenkarne olmuş ruhlardan tamamiyle değişik bir özdedirler. Siz onları kanatlı görüyorsunuz, çünkü düşünce hızıyla yer değiştirirler. Onları güzel görüyorsunuz, çünkü saf sevgiyi yayarlar. Onları saydam görüyorsunuz, çünkü maddeden değil saf ruhtan oluşurlar. Düşüncelerinin her hareketiyle, her duyguyla görünüm ve renk değiştirirler.
Melekler vardır, onlara inanınız, onlar alemlerimizin nimetleridir, sizin için çalışırlar. Dünya iyi ve güzel olduğu zaman bunun temelinde daima bir melek vardır. Melek, şair, ressam, heykeltıraş ve müzisyenin ruhuna kadar ulaşır ve kalbine biraz güzellik koyar. Şimdi diyeceksiniz ki eserleri uyumsuz, karmakarışık sanatçılar var. Bu sanatçılar spiritüel alemle, yani meleklerin ilahi alemiyle temas halinde değillerdir. Onların kalıcı bir eser yaratma arzuları vardır, ama ilhamları ancak insanca bir muhakeme düzeyindedir. Doğayı örnek almak yerine zihni zırvalarını görülür ve işitilir kılmaya çalışırlar! (Sayfa: 132-133)

BAŞ MELEKLER

Baş melekler, Tanrının evreni yönetmek için yararlandığı kozmik güçlerin kişileştirilmiş halidir. Kutsal Kitapların bahsettiği baş melekler insanlık ve dünyayla ilgilenmekle görevlendirilmişlerdir. Kozmik güç deyince genellikle evrenin maddi yasalarını yöneten güçleri anlama eğilimindesiniz, oysa ruhsal yasalar onların üstündedir ve onlardan daha etkindir.
Mikail ruhsal yasaların ve iyiliğin baş meleğidir. Cebrail aydınlık ve gerçeğin baş meleğidir, her ilahi şeyin bir baş meleği vardır. Adalet ve sevgi kişileştirilmiş ilahi güçlerdir, onları görmüyoruz ama var olduklarını biliyor, ışınlarını hissediyoruz. Yüksek plandaki etkileri büyüktür, Tanrı iradesinin ilk gerçekleştiricileri onlardır. Hepsi de temsil ettikleri erdemin zafer kazanmasıyla görevlidir, erdemi geliştirmek isteyenlere rehberlik ederler. Baş melekler alemi vardır, bu alem Tanrı basamağıdır, tüm güçlerin haznesidir. Orası Tanrının kudretini doğrudan gösterdiği bir alemdir. (Sayfa: 134)