30.05.2007

SPİRİTOLOJİ, PARAPSİKOLOJİ, UFOLOJİ
TEMEL ALT YAPI KİTAPLARI

CİLT : 8
BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI

MU - Tarih Öncesi Evrensel Uygarlık

Ölçüsüz büyüklükteki Allah maddi değerleri ölçmek için kullanılan “Bir” ile izah edilemez, çünkü ‘Bir’ maddeyi sayma gereksiniminden doğmuştur. Manevi değerler dünyevi değerleri ölçmek için kullanılan ölçülerle ölçülemezler.
Ne var ki, Allah’ın tüm maddi ölçülerin üzerindeki varlığını kavrayabilmek için O’nu önce maddi ölçülerle açıklamak bir zorunluluk olmuştur. Bu zorunluluk tek tanrılı dinlerin doğmasına yol açtı. Aslında Allah için kullanılan “Bir” sıfatı bir sınırlamadır. İnsan Bir’in sınırlama olduğunu anladığı zaman kendini ‘Tek Allah’ prensibine dayanan dinlerin üzerindeki bir görüşe hazırlar. Tek Tanrılı dinler, aslında birçok evrim aşamasından geçmiş ‘tek bir dindir.’ (Sunuş)

Büyük Okyanus’taki Carolin Adalarının en büyüğü olan Ponape eski Mu Uygarlığının kalıntılarını barındırmaktadır. Ponape, Mu’nun 7 büyük kentinden birinin yakınındaydı. Bugün adada bazalt bir tapınağın yanı sıra kanallar, teraslar ve yıkıntılar vardır, ayrıca yer altı geçidi girişlerine de rastlanmıştır. Ada yakınında dalış yapan inci avcıları su altında midye ve mercanlarla kaplanmış caddelere, taş anıtlara, ev kalıntılarına ve yazılı taş levhalara rastlamışlardır.
İnci avcılarından sonra adada araştırma yapan Japonlar su altından inciler, gümüşler ve bol miktarda platin çıkarmışlardır. Japonların söylediğine göre, ölüler evi dedikleri binada su geçirmez platin tabutlar içinde cesetler yatmaktadır. O kadar çok platin çıkarılmıştır ki, adanın ihraç malı olan tropik ürünler yerlerini platine bırakmak zorunda kalmıştır! İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte Japonlar adayı terk etmişlerdir.
Ponape yakınında küçük bir ada olan Nan Madol’da, çoğunun ağırlığı 10 tona varan bazalt sütunlar bulunmakta ve bu sütunlardan kurulu yapı ada dışında deniz altında da devam etmektedir.
Paskalya Adalarında ise kimi 50 ton ağırlığında ve 33 metre boyunda dev heykeller bulunur. Adaya dağılmış 600 heykel dışında Rana Raraku volkanının ağzında yarım kalmış yüzlerce heykel figürü bulunmuştur. ABD deniz kuvvetleri, ada yakınında deniz dibinde yükselen bir dağ keşfetmiştir. (Sayfa: 25-28)

Mu Uygarlığı konusunda geniş araştırmalar yapan İngiliz Albayı James Churchward’a göre Mu Kıtasında 10 ayrı kabileden oluşan 64 milyon insan yaşıyordu. Kabilelerin fizyolojisi farklı olmakla birlikte dilleri ortaktı, kolonileşme arttıkça dillerde de farklılaşma meydana geldi. Egemen ırk beyaz ırktı. Bunlar çok güzeldiler, iri koyu renk gözlü, düz siyah saçlıydılar. Sarı, siyah ve kızılderili ırklar da vardı. Tamiller siyah derili ve düz saçlıydılar, Habeştiler. Negroidler ise siyah derili, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı zencilerdi. Mu’nun güneydoğusunda, bugünkü Paskalya Adasının bulunduğu yerde beyaz bir ırk olan Karyenler ya da Karalar yaşardı. Mu’da 7 büyük kent vardı, bunlar ilmin ve kozmik kökenli dinin merkezleriydiler. Bu kentlerden biri bugün Ponape Adasının bulunduğu yerdeydi.
Kabileler ayrı yönetimlere sahip olmakla birlikte tek bir federatif çatı altında toplanmışlardı. Başlarındaki hiyerarşik şefe Mu denirdi. Ra diye bilinen güneş Tanrının en yüce sembolü olduğu için şefe sonradan Ra-Mu adı verildi. Ülkeye ise Güneş İmparatorluğu denirdi. Ra-Mu Tanrının yeryüzündeki temsilcisi sayılır,‘Tanrının Ağızlığı’ olarak nitelendirilirdi.
Mu’lular denizcilikte çok ileriydiler. Dünyanın en uzak köşelerine deniz yoluyla gider, her yerde ticari koloniler kurarlardı. Churchward, kolonileşmenin Mu’nun batışından 70 bin yıl önce başladığını söylemektedir.
Mu Uygarlığı, günümüz uygarlığıyla kıyaslanamayacak derecede bilim ve teknikte ilerlemişti. MS. 8. yüzyılda yazılan Mahavira’da Puşpaka denen uzay araçlarından bahsedilmekte, bu taşıtların başkent Ayodha halkını taşıdıkları, gece seferi yaparken bir yıldız gibi parladıkları yazılmaktadır.
Mu’nun hem bilgin hem de rahipleri olan Naakaller bilgilerini Hint halkına öğretmişlerdi. Hint yoga sutraları Naakallerin spiritüel bilimde çok ileri olduklarını, irade gücüyle maddeleri ufaltıp büyütebildiklerini, cisimleri havada durdurabildiklerini, düşünce nakli yapabildiklerini, gaz, sıvı ve katı cisimlerin içinden geçebildiklerini, maddenin özelliklerini değiştirebildiklerini, başka bir bedene girebildiklerini ve görünmez olabildiklerini yazmaktadır.
25-30 bin yıl önce Naakaller derinin rengini neyin değiştirdiğini biliyorlardı. Eski bir metin bu konuda şöyle diyor: “Sebepler çeşitlidir, ama en önemlisi, yaşam gücüyle deriyi meydana getiren elementer yapı taşları arasındaki dengenin bozulmasıdır. Salgı bezlerinde gizlenmiş olan yaşam gücü yenilen yemeğin cinsine bağlıdır. Salgı bezindeki ifrazat çok olursa hücreler daha hızlı çalışır, ifrazat az olursa hücrelerde bozulmalar meydana gelir. Bozulmalar yüzünden bedendeki saç rengi değişebilir. Yemeğin karakteri ve biraz da iklim şartları deri değişikliğine yol açar.”
Churchward’a göre Mu alfabesi 16 harften meydana gelmektedir, iki seslinin birleşmesinden oluşan harfler de vardır. Mu’da sadece rahiplerin kullandığı ezoterik anlamlar taşıyan bir yazı dili daha vardı. Mu alfabesiyle Maya ve eski Mısır alfabeleri arasında büyük benzerlikler vardır. (Sayfa: 31-37)

Hintliler Venüs’ten gelenlere “Göğün Süvarileri” anlamında Nasatyalar ya da Açvinsler diyorlardı. Sanat Kumara adında birinin liderliğinde Gobi Denizindeki Ak Ada’ya inen Venüslüler insanlığa uygarlığı öğretmiş, Ak Ada’yı yer altı galerileriyle karaya bağlamışlardı. Eski bir Hint yazıtında bu olay şöyle anlatılıyor: “Ulaşılmaz yüksekliklerden hızla inerken çıkardığı gök gürültüsü gibi sesiyle, göğü ateş dilleriyle yalayan alevlere bürünmüş olarak Ateşin Oğullarının, Parlak Yıldızdan gelen Alev Senyörlerinin arabası göründü. Gobi Denizinin göz kamaştırıcı, yemyeşil ve mis kokulu çiçeklerle bezeli Ak Adası üzerinde durdu.”
Churchward’a göre günümüzdeki dinlerin hepsi tek bir kaynaktan, Mu dininden çıkmıştır. 70 bin yıllık bir geçmişe dayanan Mu dini Naakaller vasıtasıyla dünyanın dört bir yanındaki kolonilere taşınarak oralardaki halka öğretilmiştir. Doğulular vahye dayanan bu metinlere Altın Çağın Kitapları veya İlahi Sırlar diyorlardı. Mu’da kutsal metinleri okuma hakkı sadece rahiplere ve Ra-Mu’ya aitti.
Mu dininde kainatın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır: “Yaradan’dan çıkan “Dört Büyük Güç” ilk olarak kaos içindeki kainatta düzeni ve yasayı meydana getirdi. Sonra verdiği buyrukla tüm şeyleri yarattı ve onlar üzerinde idareci oldu. Kutsal Dörtlü, Yaratıcının verdiği 7 emri yerine getiriyordu. Yaratıcının isteği üzerine Kutsal Dörtlü Mu kıtasını okyanusun altından su yüzüne çıkarttı.” Mu’lulara göre Tanrı her şeyi yaratandır, ortağı yoktur, erişilmez olandır. Tanrı Göksel Babadır, O Adsız olandır, adı rastgele ağza alınamaz. O önce insanların bedenlerini yarattı, sonra da bedene ruhu koydu. Beden eski haline dönünce ruh serbest kalır, bu serbestlik yeni bir beden edininceye kadar sürer. Reenkarnasyon vardır, Göksel Baba sevginin ta kendisidir, sevgi ne kadar asilleşirse Baba’ya o oranda yaklaşılmış olunur. Her şeyi Göksel Baba yarattığına göre tüm insanlar kardeştirler.
Mu’nun son zamanlarında, kutsal sırların koloni rahiplerinin eline geçmesiyle Mu dini dejenere olmuştur. Mısırlı rahipler dini meslek ve geçim vasıtası haline getirmişler, sembolleri putlaştırmışlardır. Eski Mısır’a Mu dinini bir rahibin oğlu olan bilge Thoth (Hermes) getirmiş ve Osiris dini olarak vazetmiştir. Osiris, 18-20 bin yıl önce yaşamış Atlantisli bir öğretmen olup gençliğinde Mu’ya giderek kozmik bilimlere ilişkin öğrenim görmüş, sonra Atlantis’e dönerek rahiplerin bozduğu Mu dinini öğretmeye başlamıştır. Daha sonra ülkesinin ruhani lideri olmuş, kendini çok seven halk onu kral yapmak isteyince kardeşi tarafından katledilmiştir. Ona bağlı olan rahipler öğretilerine Osiris dini adını verdiler. Bu din Mısır’a M.Ö.16 bin yılında girdi ve MÖ. 5 bine, Menes zamanına kadar devam etti. Horus’a bağlı son Horus rahibi Menes’in tahta çıktığı dönemde yaşamıştır.
Churchward’a göre, Musa yaydığı dinin Osiris dini olduğunu çok iyi biliyordu. O derin bilgi sahibi bir üstattı, Tevrat’ı doğru şekilde yazmıştı, fakat İsrailoğullarının Mısır’dan çıkmalarından 8 asır sonra Ezra tüm eski tabletleri bir araya getirerek İsrail’in tarihini yazmaya çalışmış, Mısır hakkında derin bilgisi olmadığından birçok hata yapmıştı. Oysa Musa Tevrat’ı Naakallerin Mısır’a getirdiği belgelerden yararlanarak kaleme almıştı. Ezra anlamadığı sembollere rastlayınca araya tarihi hikayeler ve efsaneler sokuşturdu.
Churchward Rig Veda’nın kaynağının, binlerce yıl önce Naakaller tarafından Hindistan’a götürülmüş anavatan edebiyatının çevirisi olduğunu söyler. Rig Vedaların bir Naakal tarafından yazıldığını, ama Aryenler tarafından çalındığını ileri sürer, çünkü Aryenler o çağda Rig Veda’yı yazacak kadar gelişmiş değillerdi. MÖ. 1.500 yıllarında yazılmış olan Dzyan Dörtlükleri Mu metinlerinden aktarılmış, fakat asıllarından çok saptırılmışlardır. Mu dini tek Tanrıya inanıyor, reenkarnasyonu, ruh beden ayrılığını ve ruhun evrimini kabul ediyordu. (Sayfa: 39-53)

Chuchward, Mu kolonizasyonunun Mu’nun batışından 70 bin yıl evvel başladığını söylemektedir, çünkü Naakal tabletleri Kutsal Kardeşlerin din ve bilimleri doğuya 70 bin yıl evvel getirdiğini yazmaktadır. Mu kolonizasyonu doğu ve batıya olmak üzere başlıca iki yoldan ve deniz yoluyla olmuştur. Mu’lular çok usta denizcilerdi. Kıtadan göç eden ve koloniler oluşturan beş ırk vardı. Siyah ırk, Nagalar, Beyaz ırk, Kişe Mayalar ve Moğollar. Siyah ırktan olan Tamil’ler Habeşlerdir. Dravid’ler Hindistan’a yerleştiler. Negroid’ler, yani zenciler Afrika’yı mesken tuttular, bunların bir kısmı da Malenezya yerlileridir. Nagalar önce Birmanya’ya, sonra Hindistan’a gittiler, oradan da bilimlerini Babil ve Mısır’a taşıdılar. İlk Hint İmparatorluğunu kuranlar Nagalar’dı ve krallarına Ra-Ma denirdi. Beyaz ırk üçe ayrıldı. Birinci grup Karyenler veya Karalardır, Atlantis yoluyla Balkanlara yerleştiler, bunlar günümüzdeki Greklerin atalarıdır. Beyaz ırkın ikinci grubu Uygurlardır. Asya’da çok büyük bir uygarlık kuran Uygurlar Aryenler olarak bilinir ve Avrupa halklarının büyük çoğunluğu Uygurların torunlarıdır. Uygur Aryenlerinden olan halklar; Keltler, Slavlar, Tötonlar, Brötonlar, Basklar, Ermeniler ve eski İrlandalılardır. Aryenler açık tenli, mavi gözlü ve sarı saçlı beyaz insanlardı. Beyaz ırkın üçüncü grubu ise Quetzallardır, kuzey ve orta Amerika’ya yerleşen ilk insanlardır, onlardan geriye gelenekleri dışında hiçbir şey kalmamıştır. Dördüncü ırk Kişe Mayalar olup günümüz Japonlarının atalarıdır. Beşinci ırk ise Moğollardır, Amerika Kızılderilileri ve Sarı Moğollar (Çinliler) bu ırktandır.
Mu kolonilerinde komünist bir toplum düzeni egemendi. Ürünler eşit şekilde dağıtılıyor, para kullanılmıyordu. Topraklar devlete aitti, halk toprağı eker, ürünün belli bir yüzdesini devlete verirdi. Ürünün belirli bir kısmı tapınaklara gider, geri kalan da komüne ait zahire ambarına kaldırılırdı. (Sayfa: 54-71)

Tibet’teki bir Budist tapınağında bulunan Lassa Belgesi, Bal Yıldızının kıtanın üstüne düşmesi sonucu Mu’nun sulara gömüldüğünü yazar: “Bal Yıldızı şimdi yalnızca deniz ve göğün olduğu yere düştüğünde yedi kent altın kapıları ve saydam tapınaklarıyla fırtınadaki yapraklar gibi sallandı ve saraylardan ateş ve duman yükseldi. İnsanların çığlığı ortalığı kapladı, tapınaklara koşarak kurtuluş aradılar, bilge Ra-Mu kalktı ve onlara şöyle dedi: “Size bunları önceden haber vermedim mi?” Kıymetli taşları ve süslü parıltılı elbiseleriyle erkek ve kadınlar pişmanlıklarını ifade ederek “Kurtar bizi Ra-Mu” diye yalvardılar. Ra-Mu onlara şöyle dedi: “Hepiniz öleceksiniz..Servetiniz, hizmetçileriniz, mallarınız hepsi yok olacak. Sizin küllerinizden yeni bir nesil doğacak ve o nesil sizden üstün olacak. Fakat üstünlüğün üzerlerine giydikleri şeylerden değil, feda ettikleri şeylerden geldiğini unuttukları zaman sizin başınıza gelen onların da başına gelecek.” Ateş ve duman Ra-Mu’nun sözlerini yarıda kesti. Kıta ve üzerinde yaşayanlar paramparça olup suların derinliklerine gömüldüler.”
Churchward’a göre Mu kıtasının altında kalbur şeklindeki granit bloklara volkanik gazlar dolmuş, basıncın artmasıyla meydana gelen patlama koca kıtayı sulara gömmüştür. Birçok araştırmacı gibi Churchward da Mu’nun yaklaşık 12 bin yıl evvel sulara gömüldüğünü ileri sürmektedir. (Sayfa: 74-75)

Yılanlar ırkından olan Nagaların üstün bilgelikleri eski Hint kaynaklarında anlatılmıştır. Son derece güzel insanlar olan Nagalar kıymetli taşların aydınlattığı yer altı kentlerinde yaşarlar. Başkentleri Bhogawati’dir. Dışarı çıktıklarında havada uçabilirler. İnsan ırkından sadece kral, kraliçe ve ermişlerle evlenirler. Spiritüel olmayan insanlarla ilişki kurmak istemezler. Krişna’nın müridi Arjuna’nın ve Mahayana’nın kurucusu Nagarjuna’nın Nagaların yer altı kentini ziyaret ettikleri söylenir. Birçok Hintli ve Tibetli, uzun tünellerle birbirine bağlanan bu mağaralara girme ayrıcalığına sahip olmuştur. (Sayfa: 81-82)

Profesör Rameau de Saint Sauver’e göre Mu’nun beyaz ırkı Berenis’in Saçı adıyla bilinen bir takımyıldızdan gelmişti. Yeryüzünün ilk sakinleri olarak Atlantalılara kendi bilimlerini öğrettiler. Mu’nun başkenti Shalmali II idi, beyaz ırkın anavatanındaki Shalmali I’e atfen bu isim verilmişti. Gondwana veya Lemurya kıtasının başkenti Bakhrana’ydı ve siyah ırkla meskundu. Gondwana 25 bin yıl önce Pasifikte battı, kurtulanlar Uygur ülkelerine sığındılar. Büyük bir olasılıkla Gondwana, Lemurya ve Mu tek bir kıtanın üç ayrı ifadesidir. O zamanlar Hyperborea adlı bir kıta daha vardı, başkenti Thule idi. Atlantis kıtası ise kuzey Atlantikte üç adadan oluşuyordu. Eski Çin efsanelerinde, Gobi Çölünden orta Avrupa’ya kadar uzanan topraklarda MÖ.16 bin yılında kurulan Büyük Uygur İmparatorluğu’ndan bahsedilmektedir. Uygurlar beyaz ve sarı ırklardan meydana geliyordu. (Sayfa: 83-84)

İsabel Buell, Mu’dan çok evvel var olan Muraya Uygarlığından bahseder. Muraya’nın tarihi 4 milyon yıl öncesine kadar uzanır. Bir ada kıtadır ve Aden Bahçesini andırır. Hem iyi hem de kötü insanlarla meskundur. Lemurya Uygarlığını başlatanlar da onlardır. Adada ısı 25-30 derece arasında değişir.Tekerleği kullanmalarına karşın makineleşmiş değillerdir. Kozmik güçleri kullanmayı yıldızlardan gelen Ağabeylerden öğrenmişlerdir. Astral bedenleri ile seyahat edebilirler. Nüfus fazlalığı gibi bir sorunları yoktur. Evleri daire biçimindedir, ama onlar toprakta uyumayı tercih ederler. Adada yırtıcı hayvanlar yoktur, sürekli bir uyum ve huzur içindedirler. (Sayfa: 88-90)

Teozofistlere göre yaşam 7 devirde evrimleşir. Bu devreler çember (round) olarak da ifade edilir. İnsanlık 7 kök ırk halinde bu devrelerden geçer. Her kök ırkın 7 alt ırkı vardır. Birinci Kök Irk bir tür astral deniz anasıdır. Sonsuza dek yaşayan ülke olarak bilinen yerde yaşadı. İkinci Kök Irk, bir zamanlar arktik bir kıta olan Hyperborea’da yaşadı. Üçüncü Kök Irk, maymun cinsinden hermafrodit ve yumurtlayıcı Lemuryalılardı. Bunlardan bazıları dört kolluydu ve kafalarının arkasında gözleri vardı. Dördüncü Kök Irk, insan tipinde Atlantislilerdi. Beşinci Kök Irk, bugün yaşayan biz Aryenleriz. Altıncı Kök Irk ise yakında sahneye çıkacaktır.
Hyperborealılar Asya ve Avrupa’nın kuzeyinde, Riphaner Dağlarının arkasında yaşadı. Çok ılımlı bir iklimleri vardı ve insanlar bin yıl yaşardı. Pan veya Mu ise 24 bin yıl önce kayboldu. Fakat bu kıta yakında yeniden yükselecek ve kozmik ırk tarafından iskan edilecek. Bu kozmik ırk şimdiki tüm insanların birleşiminden meydana gelecek. Altın Çağ 1980’de başlayacak. (Sayfa: 91-92)

Eski bir bilgelik kaynağı olan Dzyan Dörtlükleri, dünya üzerindeki ilk ırkın Ethereanlar, güneşten gelen tek hücreli türler olduğunu belirtir. İkinci ırk Jüpiter’den gelen bilinçsiz canavarlardı. Üçüncü ırk Lemuryalılar Venüs ve Mars’tan gelen sürgün meleklerdi. Bunlar çağlar boyunca erkek ve dişi (hünsa) olarak yaşayan, sonradan ikiye ayrılacak tek cinsiyetli türlerdi. Dördüncü ırk Ay ve Satürn’den gelen Atlantislilerdi. Beşinci ırk da günümüz insanlığı olup Merkür’den gelmiştir. Bu bilgi Hermes Trismagistus tarafından doğrulanmıştı. (Sayfa: 93-94)

Lemurya Uygarlığı, bugün Hint Okyanusu olarak bilinen yerdeki Lemurya ile Pasifik’teki Mu kıtaları üzerinde gelişti. Lemurya’nın ilk insanları çift cinsiyetli devlerdi. Milyonlarca yıl içinde erkek ve dişi olarak ikiye ayrıldılar, boyları da giderek 3,5 metreden 2 metreye indi. Maviye çalan derilerine rağmen Kızılderili ırkını andırıyorlardı. İleri fırlamış alınlarının ortasında psişik gücü simgeleyen üçüncü göz gibi bir yumru vardı. Venüs’ten gelen öğretmenler bilimlerini bunlara öğreterek doğu bilgeliğini oluşturdular.
Cinsiyet spiritüel bir birlikteliği, evlilikse kutsal bir bağı oluşturuyordu, boşanmak söz konusu değildi. Ölüm daha yüce alemlere yükselmek anlamına geliyor, bu yüzden Lemuryalılar istedikleri zaman ölebiliyorlardı. Yaşam onlar için mükemmel olmaktan çok uzaktı. Üzerinde yaşadıkları kıta afetlerle tahrip oluyor, volkanik patlamalar ülkelerini sarsıyordu. Sonunda kıtaları sulara gömüldü.
Devasa saraylar ve tapınaklar inşa ettiler. Altın ve gümüş camdan daha değerli değildi. Lemuryalılar Sümerce ve Çince’nin kökü olan Mayax dilini kullanıyor, sağdan sola doğru yazıyorlardı. Beyaz ırk koyu tenli Lemuryalılardan yazıyı öğrendi ve soldan sağa doğru yazmaya başladı. Lazer ışınını biliyor, lambalarını çağlar boyu yanan soğuk ışıkla aydınlatıyorlardı. Gemileri ve uzay araçları nükleer güçle çalışıyordu.
Kıtaları parçalanınca afetten sağ kurtulanlar MA-NU ya da diğer adıyla İlahi Yol Göstericinin liderliğinde denizden yeni yükselmiş olan Atlantis kıtasına yerleştiler. Oradan da Amerika, Hindistan ve Çin’e göç ettiler. Kaliforniya’da Shasta Dağı çevresinde yaşayanlar batık kıtanın neslinden geldiklerini söylerler. Naakaller denilen Kutsal Kardeşlerin gizli öğretilerini Mu’dan Hindistan’a MÖ. 70 bin yıllarında getirdikleri sanılıyor. Yukarı Mısır ve Sümer’de kültler kuran Lemurya bilgelerinin Babil ve Sümer majlarını etkiledikleri, hatta Eski Ahit’e de esin kaynağı oldukları bilinmektedir. (Sayfa: 94-97)

Lemurya’nın batışını hazırlayan afetler aynı zamanda Atlantis’in ortaya çıkmasına da yol açmıştı. Okült kaynaklarda Birinci Irk’ın Dhyan Chohanlar denen uzaylılar tarafından yaratıldığı söylenir. Bunlar biçimi ve zihni olmayan fantomlardı. Giderek yoğunlaştılar, hem erkek hem dişi olan bu varlıklar sonradan iki farklı cinse ayrıldılar. Büyük uygarlıklar meydana getirdiler. Bolivya’daki Tiahuanako’nun Lemurya uygarlığının bir ürünü olduğu söylenir. Cinsiyetin farklılaşmasından sonra bu varlıkların başlarının arkasındaki spiritüel göz yavaş yavaş işlevini yitirdi, iyice başın içine gömüldü ve gözden kayboldu. Bugün Tibet’te yapılan ameliyatlarla bu gözün uyarıldığı söylenir. (Sayfa: 99-103)

ÇAĞRI

GALAKSİLER ARASI KONFEDERASYONDAN MESAJ : “Deneyimlediğiniz şiddetli fırtınalar korunmanız içindir. Biz daha az şiddetli bir metodu tercih ederdik, ama tüm ricalarımızı anlamazlıktan geldiniz. Hem atmosferinizdeki döküntüleri yok etmek ve kontrol altına almak, hem de sizi uyarmak istiyoruz. Büyük Sıkıntı’dan geçmek pahasına yerinizde olmayı çok isterdik. İlerde bu Sıkıntı’yı pişmanlıkla değil, sizi şaşırtan bir soğukkanlılıkla hatırlayacaksınız! Şimdiye kadar olan şeyler ilerde olacakların yanında hiç kalır! Fizik bedenlerinizin frekansını yükseltmek için bir şoka başvurmak zorundayız. Birçoğunuz planetin üzerindeki alemlerde alıkonacak, birçoğunuz öteki planetlere götürüleceksiniz. Temizlikten sonra dünyanız oturulabilir hale geldiğinde evriminizi işinin ehli öğretmenlerle sürdürmek üzere tekrar geri getirileceksiniz. Adonai.” (Sayfa: 10-11)

ASHTAR Komutasından Dünya Liderlerine Mesaj : “Ashtar komutası planetinizin her yanında hazır ve nazırdır. Komutamız altında binlerce ve binlerce gemi var. Biz eterik varlıklarız ve uzay programını yönetme otoritesine sahibiz. Önümüzdeki 10 yıllık dönemde, söz cambazı resmi görevlilerinizin inkar edemeyeceği işaretler alacaksınız. Size dostluk elimizi bir kere daha uzatıyor ve silahlarınızı bırakmanızı istiyoruz. Enerjilere ilişkin büyük keşifleri saptırmaktan vazgeçin ve onları insanlığın yararına olacak şekilde kullanın. Yıllar önce ABD resmi yetkililerine yaptığımız başvuru reddedilmiştir. Aranızda asla fark edemeyeceğiniz bir sürü elemanımız var. İstesek meclis kürsülerinizin ardında aniden belirip size hitap edebiliriz, ama tarafınızdan çağrılmayı tercih ediyoruz. Tüm hükümetlerden gündemlerinde bize yer ayırmalarını talep ediyoruz. Ortam hazırlandığında sözcümüz ortaya çıkacaktır.” (Sayfa: 11-13)

Komutan ASHTAR ve UZAY MUKTEDİRLERİ MİSYONU’ndan Mesaj : “Öteki boyutlardan gelerek dünyanın titreşimini yükseltmek isteyen canlar fizik bedenlerde enkarne olmuşlardır. İlahi Planın bu uygulaması binlerce yıldan beri devam etmektedir.
“Aranızda her şeye rağmen karanlığı seçenler var. İnsanlar böyle bir karar alınca biz onların tercihlerine karışamayız, çünkü dünyada irade özgürlüğü var. Diğer planetlerde böyle bir düzenleme yoktur, kalpler Tanrı ışığı ve bilgisiyle uyum içinde olunca irade özgürlüğünün bir anlamı kalmaz! Artık o canın her sözü, her hareketi kainatla uyum içindedir.
“Sabırsızlıkla dünyaya toplu inişimizi bekliyorsunuz. İstesek şimdi bile bunu gerçekleştirebiliriz, ama aldığımız talimatlar bu yola başvurmamızı engellemektedir. Toplu inişimize sizin de hazır olmanız gerekiyor. Evrensel yasaları çiğnemek, tüm ayrıcalıklarımızı kaybetmek anlamına gelir. Fizik planla eş zamanlı olarak astral planda da bir savaş olduğunu unutmayın. Ölen dünyalıların hala yaşadıklarını ve yardıma ihtiyaçları olduğunu unutmuş görünüyorsunuz!
“Zor da olsa ülkeniz Amerika mucizevi bir şekilde kurtarılacaktır. Lusifer, kendini izleyenleri insanları tuzağa düşürmeleri için kullanmaktadır. Ustaca hazırlanmış planlarla karanlık güçleri dünya sakinlerinin üzerine salmaktadır. Ölümlü insanlar kendilerini ispat etmeli, Armageddon’daki savaşı kazanarak Altın Çağ’a layık olmalıdırlar. Yeryüzündeki herhangi bir yeri ya da kişiyi gözlemek için elimizde bulunan imkanlar idrakinizin ötesindedir. Yeni Çağa uyum sağlayabilecek her canı kurtarmak için emir aldık. Bazılarınız bir süreliğine görünmeyen planlar tarafından planetinizden alınabilirsiniz. Bu sözlerimle, bize yardım etmek için astral aleme geçen insanları kastediyorum.” (Sayfa: 13-17)

Venüslü Bayan Komutan ATHENA’dan Mesaj : “Tanrının çocukları geçsin diye denizin ikiye ayrıldığı gün olanlar, gelecekte olacaklarla kıyas edildiğinde çok sönük kalacaktır. Sizi izleyen koruyucularınızın sayesinde tıpkı İlya ve İsa gibi bazılarınız göğe alınacaksınız.
“Kaçınılmaz değişiklikler gerçekleştiğinde dünya nüfusunun sadece onda birinin kalacağı söylenmektedir, ama ille de böyle olması gerekmez. Tüm kehanetler insanın irade ve seçimlerine bağlıdır. Şu anda bile kişisel pozisyonlar değiştirilebilir ve insanlar kendilerini ışığın prensipleriyle uyumlu hale getirebilirler. Yüce bir Üstat bir zamanlar bunu şu şekilde ifade etmişti: “Kime hizmet edeceğinize dair seçimi bugün yapın.”
“Sonun başlangıcındayız. Her birey ışık için yapılan savaşta seçimini kendi yapacaktır. Artık vakit gelmiştir, geriye ne kadar zaman kaldığını biz de bilemeyiz. Kainattaki her şey alarm halinde beklemektedir.
“Dünya’nın ilk sakinleri ruhtan yoğundular, ama fizik bedenlere henüz bürünmemişlerdi. Yoğunluk sonradan geldi, o dönemde ruhlar Yukarıyla bağlantı halindeydiler. Ardından benliğin kendini ispat etme çabaları geldi. Yasak meyve sembolizmi, insanın yaşam alanına irade özgürlüğünün girişini temsil eder. Kaygısızlığın yerini o dönemde hayatta kalma çabası almıştı. Yukarıyla bağlantı bir süre daha devam etti ve sonra hepten kesildi. İnsan kendi isteğiyle güzelim bahçesinden atıldı.
“O siklustan beri yeryüzüne birçok görevli varlık geldi. Onlar da sizin gibi dünyanın kısıtlılıklarından paylarını aldılar ve karmalar edindiler, evrimleşmiş canlarla birlikte karmik borçlarını ödemiş olacaklar. Ancak kendilerini Tanrıya eş koşanlar ve bunda direnenler ertelenen evrimlerini sürdürmek için başka gezegenlere götürülecekler. Şimdi hasat zamanıdır!
“Artık doğumların azaltılması ve enkarnasyonların kapatılması söz konusudur. Felaketlerin getireceği temizliğe ilave olarak bu da başka bir temizliktir. Geçtiğimiz yıllarda temizliğin hazırlıkları yapılmış ve tüm canlar mühürlenmiştir. Alınlardaki bu mücevher gelecek günlerde ışığın çocukları tarafından görünür hale gelecektir. Alından yayılan bir ışık halinde, aynı güneşin ışımasına benzer şekilde parlayacaktır. Bu aynı zamanda kurtarılacak canları belirlemede bizim için bir kimlik belirleme metodu olacaktır. Kutsal metinlerde yazılı olan kehanet işte böyle gerçekleşecek, “tarlada çalışan iki kişiden biri alınıp öteki bırakılacaktır.” Alınan kişi elbette alnındaki mühürden (ışımadan) tanınacaktır.
“O gün gökte o kadar çok filo olacak ki, gece mi gündüz mü olduğunu anlamak zorlaşacaktır. Bekleyenlere basit talimatlar verilecektir. O gün gelip çatmadan gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Daha önce Amerika’da büyük sıkıntılar olacak, savaş ve ekonomik zorluklar yaşanacaktır. Işık işçilerinin dünyadan alınması, dünyanın nükleer bir savaşın eşiğine geldiği günlere ayarlanmıştır, seçilmişlerin buna katlanmasına izin verilmeyecektir. Birçok Dünya Öğretmeni ve ışık işçisi ana gemilere yerleştirilmiş olacak, kalanlar diğer planetlere götürüleceklerdir. Giderek dünyanın titreşimi o kadar yükselecektir ki, aydınlanmış kişiler yüksek varlıklarla sürekli temasta olacaklardır. Bu değişim, sürekli dua ve meditasyon yanında Yukarıya bağlılıkla oluşur. Işık işçilerinin bedenlerinde kalabilecek fizik yoğunluklar, gemilere alındıktan sonra özel kabinlerde ışık bedenlere dönüştürülecektir.
“Evrende ışıktan yana olmayan ve ışık güçlerini sürekli engellemeye çalışan bir örgüt olduğu unutulmamalıdır. Onları sürekli izlemekte ve gözaltında tutmaktayız. Ana gemilerimizdeki büyük ekranlarda, dünyadaki her canın faaliyetini izleme imkanına sahibiz. Ben Komutan Athena’yım, Venüs’ün sesi olarak geldim!” (Sayfa: 18-22)

Komutan HATONN’dan Mesaj : “Kitlesel bir tahliye için eyleme konmaya hazır bir planımız var, Yüce Meclis bu tahliyenin gerekli olduğu sonucuna varmıştır. Gemilerimiz uyum ve barış ortamlarıdır, vibrasyon o kadar yüksektir ki, daha aşağı düzeydeki vibrasyonları yok eder. Planetinizdeki canların alnında ışıyan yıldız bizim için bir kimlik kartıdır. Bu İncil’inizde Yuhanna’nın Vahyi’nde de belirtilmiştir. Olayın bizim kişisel tercihlerimizle ilgisi yoktur, bu vibrasyon meselesi olup Tanrı sevgisinin bir tezahürüdür. Yukarıdaki düzeylerle birleşme ve uyum sağlama noktasıdır. Ancak sevginin bu kavuşma noktasında bir araya gelebilir ve sizi kurtararak gemilerimize kabul edebiliriz. Kusursuz sevgi korkuyu dışarı atar. Varlığınızda korkunun bulunması Büyük Sıkıntı günlerinde tahliye edilmenizi engelleyecektir. Sevgi olmadıkça üst düzeylerin frekanslarında barınamazsınız.
“Hemcinslerinize söylediklerinize ve yaptıklarınıza dikkat ediniz. Onlara hangi ölçüyle davranıyorsanız size de aynı ölçüyle davranılacaktır. Sevgi dolu tavrınızı sadece çevrenize değil tüm insanlığa yayın, özellikle önünüzdeki on yılda (1981-1991) öyle bir sevgi parıltısı yükselmelidir ki, biz bundan yararlanarak kitlesel bir tahliyeyi gerçekleştirebilelim.
“Dünya bir temizlik döneminden geçmek zorundadır, temizlik yapılırken insanoğlunun dayanamayacağı büyük bir kargaşa yaşanacaktır. Nükleer patlamalar meydana gelirse, tahliye operasyonumuz olmadan dünyadaki hiç kimse kurtulamaz. Önce ışık işçilerini tahliye edeceğiz, seçilmiş olan bu kişilere özel talimatlar verilecektir. Kitlesel tahliyelerde büyük bir olasılıkla fizik bedenleri araçlara ışınlayan kozmik ışınlar kullanılacaktır. Bu ışınlara sadece sevgi ve uyanışın yüksek frekanslarını taşıyan kişiler yanıt verebilirler. Hz.İsa ve Hz.İlya’nın göğe alınması da bu yolla gerçekleştirilmişti, onlara dair öyküler kutsal metinlerinizde yer almaktadır.
“Sevginizi genişletin, planetinizin çevresine sevgi yayın, bu sizleri kurtarmak için bize bir iniş alanı sağlayacaktır. Unutmayın ki bu bir frekans sorunudur, korkunun giderilmesiyle ilgili bir olaydır. Ben Işıyan Kişi’nin adına konuşan Hatonn’um. Adonai.” (Sayfa: 23-26)

Komutan SOLTEC’den Mesaj : “Uzay Federasyonundan olan bizler, bu yüzyılın başından beri elçi ve habercilerimiz vasıtasıyla sizin için çalışmaktayız. Artık çabalarımız 80’li yıllarda odaklanmıştır. Doğada faaliyet göstererek onun titreşimini yükselttik. Dünyanın güç alanını etkileyen vibrasyonlarda bir değişim söz konusudur. İyonosferinizdeki bozulmayı giderdik, kendinizi yok etmenizi engelledik.
“Büyük yıkım ve can kaybına yol açacak iklim hareketlerine müdahale ettik. Dünya liderlerinin düşüncelerini değiştirmek, onları yumuşatmak için üzerlerine ışınlarımızı yansıttık, barışın gerçekleştirilmesi yönünde etkilemeye çalıştık.
“Işığın etkisine giremeyenler onun etki alanı dışında kalmak zorundadır. Bu karanlık değildir, sadece ışığın yokluğundan meydana gelen bir tepkidir. Önünüzdeki 10 yılda bilimsel prensiplerde benzeri görülmemiş bir ilerleme öngörülmüştür. Bilim çevreleri, Yüce Varlıklardan mesaj alabilsinler diye ağır ışın bombardımanına maruz kalacaklardır. Bu ışınlar zihni melekeleri güçlendirecektir. Elektronik biliminde kaydedilecek gelişmeler, hayatı köklü değişikliğe uğratacak birçok yeni araç vasıtasıyla spiritüel prensipleri dile getirecektir. Elektronik bilimi tıp alanını işgal edecek, insanın fiziki form içinde spiritüel bir varlık olduğunu inkar edilemez şekilde kanıtlayacaktır. Planetiniz gerek temizlik döneminde, gerekse sonrasında nice nimetlere tanık olacaktır.
“Yeni kader yörüngesine geçiş için tüm unsurlar tamamlanmış, geriye sadece dünya sakinleri kalmıştır. Gelecek öylesine görkemli olacaktır ki, yapılan tüm fedakarlıklara değecektir. Dünyanızı çepeçevre saracak şekilde devriye gezmekte, sizi korumakta, aynı zamanda tüm düşüncelerinizi kaydetmekteyiz. Size nefesiniz kadar yakınız, tüm hareketlerinizi gemilerimizdeki ekranlarda görüyoruz. Her nerede olursa olsun tüm yardım çağrılarınızı alıyor ve anında yanıt veriyoruz.
“Bu günler kritik günlerdir. Olayların ne zaman meydana geleceğini söyleyemeyiz, ama her ihtimale karşı sürekli alarmdayız! Önümüzdeki 10 yılı, bir gezegenin tüm bünyesiyle yeni bir ışık yoluna adım attığı bir dönem olarak düşünün. Adonai.” (Sayfa: 26-29)

Komutan KADAR MONKA’nın Mesajı : “Ben dünyanın koruyucusu, Yüce Meclislerde dünyanın temsilcisi Kadar Monka’yım. Yüksek Konseylere aracılık eden uzaylı dostlarımızla dünyadaki canlar arasında kurulan bağlantıyla ilgileniyorum. Felaketler belirmeden uzaylı dostlarla aranızda bir bağlantının kurulması gerekiyor. Vibrasyonlarınızın bizimkilerle uyum içinde olması şart, bunu duygusal dengenizi kurarak sağlayabilirsiniz. Denge sağlanmadan araçlarımıza binmeniz mümkün değildir.
“Negatif duygu ve düşüncelerinizi tamamen kontrol altına almalısınız. Evrensel yasalara göre izniniz olmadan yaşamlarınıza giremeyiz. Güneş Haçı Federasyonu temsilcilerinin insanlara yardım etmek için hazır beklediğini bilmelisiniz. Ne var ki frekanslarınızı harmanlayabilmemiz için davet edilmemiz, düşüncelerinize, sakin anlarınıza ve Yukarı doğru uzanışınıza çağrılmamız gerekmektedir.
“Göklerde büyük bir temizlik yapılmış, karanlık güçler dizginlenmiştir, bu operasyon kısa süre önce tamamlandı. Gönderilen ışınlar sayesinde duygusal düzeyde artık daha hassas hale geleceksiniz. Kendi iradeleriyle değişmeyi reddedenler bizden yardım alamazlar, onlar için bir şey yapamayız. Onlar bir bekleme yerine alınacaklar ve orada benzerleriyle birlikte değişimi kendi arzularıyla isteyene kadar bekleyeceklerdir. Ama onlar dünyanın gelecekteki programına dahil edilmeyeceklerdir. Eğer dünyada yeterince can sevgi vibrasyonunu güçlü bir şekilde yayarsa, Yeni Çağı başlatacak geçiş pürüzsüz bir şekilde gerçekleşebilir. Işıyan Kişinin ışığında ben Kadar Monka’yım.” (Sayfa: 29-32)

Komutan KORTON’dan Mesaj : “Son aylarda planetinizi çevreleyen vibrasyonlar öylesine artmıştır ki, göklerin tümü sevinç içindedir. Ama gençlerinizin büyük kısmı maalesef Lusiferyan güçlerin ışık maskesi altında faaliyet gösteren kültleri tarafından ayartılmıştır. O kadar çok genç aldatılmıştır ki, karanlığın kalelerinin yıkılması için Yüce’den emir aldık. Ben Korton, Işıyan Kişi’nin ışığında herkesi selamlarım.” (Sayfa: 33)

Komutan MATTON’dan Mesaj : “Dünyanın güneş sisteminin bir üyesi olmayı hak edeceği o günü görmenin hayali ve özlemiyle yaşadık. Dünyanın Galaktik Pakta üye olacağı ve Yüce Dokümanı seve seve benimseyeceği o an gerçekleşmek üzere. Sapı samandan ayırmak ve buğdayı Baba’nın ambarında toplamak için gelecek olan melekleriz biz!
“Aramızda takımyıldızlardan, galaksilerden, hatta kainatlardan gelenler var. Göklerinizde devriye gezen bizlerin, tıpkı sizler gibi Yüce Yaratıcının tezahürleri olduğunu unutmayın. Yaklaşmakta olan olaylar sizi bunaltmasın, sükunetinizi koruyun ve O’na güvendiğinizde Baba’nın sizi asla terk etmeyeceğini bilin. Ben başka dünyalardan gelen bir kardeşinizim, evet öyleyim!” (Sayfa: 35-36)

Komutan MARİUS’dan Mesaj : “Yukarıyla temas için kendinizi zorlamayınız. Temas kişinin hiç ummadığı, sükunet içinde olduğu, zihnin rahatladığı anlarda kurulur. Dolayısıyla ümidinizi yitirmeyin, size daha fazlası verilecektir. Daima meditatif halde kalmanız gerektiğini düşünerek kendinizi zorlarsanız bu doğru olmaz.
“İnsanlık Atlantis’ten bu yana yıkıcı güçlere bu kadar maruz kalmamıştı. Şimdi iyilik güçleriyle kötülük güçleri karşı karşıyadır. Savaş tüm şuur düzeylerinde reklam, radyo ve televizyonlarla sürdürülmektedir. Karanlık güçlerin majisyenleri ışığın çocuklarına karşı savaşmaktadır. Onlar ışık güçlerine diz çöktürmek için planetinize enkarne oldular, onlar çok iyi yetiştirilmişlerdir, şuuraltlarınızı etkilemek için sürekli yayın yaparlar. Rab Mikail’in ordusuna gerçekten katılmak isteyenler beden mabetlerini temiz ve yüksek enerjilere adamalıdırlar.
“Planetiniz bir başka boyuta geçme aşamasında gerilimlere maruz kalmıştır, gezegenin yüzeyi çatlamakta, depremlere ve volkanik patlamalara yol açmaktadır. Dünyanın ekseni önceden kararlaştırılmış kaderine doğru yol almaya ve azıcık yan yatmaya başlamıştır. Ekseni tekrar hizaya getirmek bizim görevimizdir.
“İlahi enerjiler boyutunuza çarptığında dünya halkları tarafından üretilen ve siyah bir mürekkebe benzeyen negatif enerji duvarıyla etkileşir. Bu negatif enerji güçlü bir hale geldiğinde insanın içinde ve fizik dünyada fırtınalar oluşturur, doğal afet dediğiniz tepkiler giderek çoğalır. Eğer insanlık kendi hataları yüzünden doğayı suçlamaktan vazgeçip sorumluluklarını yüklenebilseydi bu olaylar meydana gelmezdi. Tehlikede olan sadece Kaliforniya değildir. Bu siyah akışkan enerji yeryüzünün her yanındaki fay hatlarına takılıp kalmaktadır. Baba’nın kudret kalkanı sizinle birlikte olsun, öyle olsun!” (Sayfa: 36-40)

Komutan ARCTURUS’dan Mesaj : “Ben Rab Arcturus’um. Sevgili dünyalı dostlarım, gelecek olaylar sırasında yalnız başınıza ayakta kalamazsınız. Sevgi ve ümit dolu rehberlik teklifimizi geri çevirmeyin, Yüce Konseyin emriyle insanlığın gereksinimlerine yanıt verebilmek için hazır bekliyoruz.
“Bu, her ulusun her ilinin her ilçesinin sistematik olarak gözlendiği anlamına gelir. Bu, güneş sisteminizin Yüce Rablerince oluşturulan kozmik ışınların dünyaya yönlendirildiği anlamına gelir. Bu, İlahi Baba’nın ve Yüce Merkezi Hükümetin iradesine karşı olan tüm muhalefetin ortadan kaldırıldığı, işlemez hale getirildiği anlamına gelir!
“Gerekirse kitlelere en hızlı yoldan ulaşmak için frekanslarımızı televizyon ve radyo yayın sistemlerinizin üzerine bindirmeye de hazırız. Telefonlarınıza bile uzanabilir, kısa mesajlar iletebiliriz, ama ondan sonra onlar kullanılmaz hale gelirler. Teknolojinizin hayal bile edemeyeceği bir güç ve volümle çalışan küçük boy ufolarımızdaki hoparlörlerimizle istersek anında birçok kişiye ulaşabiliriz.
“Bu mesajda size önce çocukları kurtaracağımızı söylemeliyim, çünkü onlar suçsuz ve masumdur, onlar kendilerini çevreleyen deliliğin kurbanlarıdır! Gemilerimizde ilk önce onlara yer ayıracağız. Çocuklarınızın binlercesi yeni dünyanın şafağında ilerlemek ve ona katkıda bulunmak için enkarne olmuş özel canlardır! Kurtarılmanız gerektiği anda göklerinizi dolduracağız, “Yukarı bakın, çünkü kurtuluşunuz yakındır” sözü o gün için söylenmiştir. Size derim ki, felaket kapınızı çaldığında bakışlarınızı göklere çevirin, çünkü biz ordayız. Ben Arcturus’un Rabbi Arcturus’um. Arcturus Yüce Uzay Donanmasının Başkomutanıyım.” (Sayfa: 41-44)

HAVARİ JAMES’in Mesajı : “Ben Hz. İsa’nın kardeşiyim. Amerika’nın kuzeybatısında meydana gelen volkanik olaya dikkatinizi çekerim.Yakında bu tür olaylar o kadar çoğalacak ki, televizyon haberleriniz bunlarla dolacak. Devasa dalgalar, iklim anormallikleri, volkanların püskürmesi öylesine birliktelik arz edecek ki, insanlar kaçacak yer arayacak, kurtulmak için Tanrıya yalvaracaklar. İşte böyle bir anda gökleriniz uzaylı kardeşlerinizin gemileriyle dolacak!
“Bir nükleer felaket olasılığı her zaman mevcuttur. Fakat böyle bir olay meydana gelmeden önce hassasiyetlerini yüksek frekanslara ayarlayabilmiş olanlara Yüksek Eterlerden bir uyarı yapılacak ve seçilmişler hemen toplanacaklardır. Bu uyarı bir ses, bir rüya, bir vizyon olabilir. O anın ne zaman geleceği hiç kimse tarafından bilinmiyor. Karar anı ile eylem anı arasında çok kısa bir süre olacak, o kısa sürede gökler gemilerle dolacak ve misyonlarını yerine getirecekler!
“Uzaylı dostlarımız şimdiye kadar planetinize mesajlar yağdırmış, birçok medyum kullanmışlardır. Tehlike anındaki tahliye üç etapta gerçekleştirilecektir. İlk etapta kendini ışığa adamış olan seçilmişler toplanacaktır. Bunlar gizli bir yere çağrılacak ve önceden hazırlanmış bir başka yere götürüleceklerdir. İkinci etapta ışıktan yana olanlar, imanlılar toplanacaktır. Operasyonun bu aşamasında kapsam sanıldığından geniş olacak ve çok sayıda kişiyi kapsayacaktır. Bunlar, kendilerine rehberlik edenleri izleyerek küçük gemilerle uzaydaki yörüngede bulunan devasa platformlara taşınacaklardır. Üçüncü etapta ise ilk önce çocuklar, sonra da olup bitene kendiliğinden inananlar toplanacaktır. Planet yenilendiğinde kurtarılmış olanlar tekrar geri getirilecek ve Yeni Çağda yeni bir hayata başlayacaklardır.
“İçsel barışı geliştirin, içsel kulakla dinleme sanatını öğrenin. Dualarınızın sonuna geldiğinizde bir süre öylece bekleyin, içsel varlığınızla kainatın nabzına kulak verin. Ben Hz. İsa’nın havarisi James’im!” (Sayfa: 44-47)

HAVARİ FİLİPUS’un Mesajı : “Durum acil ve zaman dardır, son yaklaşmaktadır. Sizin nesliniz uzun zamandır beklenen şeylerin yerine geldiğini görecektir! Dünyanın petrol kaynaklarını kontrol edenleri ilgiyle izlemekteyiz, ekonomiden kaygı duyuyoruz. Gözlemcilerimiz nükleer silah stoklarını ve fay hatlarındaki hareketlenmeyi haber veriyorlar. İnsanlık kısa bir süre sonra doğanın saldırılarından sağ kurtulma mücadelesiyle karşı karşıya kalacaktır.
“Kitlesel tahliyeye güvenmek yetmez, planetinizi yok olmaktan da kurtarmalıyız. Temsilcilerimiz sizlere görünmeden konseylerinizde yer almakta ve hükümetlerin gizli planlarını izlemektedir. Nükleer bir savaşı önlemek için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Bir füzenin yönünü değiştirip geldiği yere göndermeye muktediriz. Öylesine dehşetli olaylar, o kadar yakın ve kelimenin tam anlamıyla kapınızdadır ki, birbirinizi yok etmeye uğraşmanız için zamanınız bile yok! Dünyanızı çevreleyen acillik aurasını artık idrak edin. Ben Havari Filipus’um.” (Sayfa: 48-49)

Dünyadaki milyarlarca insanın bin yıllar boyunca negatif faaliyetler sonucunda oluşturduğu karanlık ve eterik astral bulut gezegeni örtmüştür. Kozmostaki şer güçleri, yeryüzündeki saltanatlarını işte bu karanlık örtü vasıtasıyla sürdürürler. Teozofistlere göre düşünceler sadece düşüneni etkilemekle kalmayıp o varlığın yaşadığı eterik çevrede de kesin değişimlere sebep olurlar. Nefsaniyetle beslenen negatif düşünceler, çıkarcı güdüler ve korku, tüm insanlık ailesinin üzerinde devasa bir düşünce formunun oluşmasını sağlar. Düşünce sözle ifade edilmese bile atmosferi karartır. Hayırlı düşünceler ise uyumlu bir vibrasyon yaratır. Düşüncenin gücü insanların anlayamayacağı bir düzeydedir. Bütün bir ulus başka bir ulusa aşırı derecede nefret duyduğunda, tüm atmosfer eterik koyu renkli nefret bulutlarıyla kaplanır. (Sayfa: 50-53)


Dünyanın ve insanlığın geleceğiyle ilgili olarak Yüksek Rehber Varlıklar şunları söylüyor:

Sadıklar Planı: “Her Din Günü, dünya insanının dünya üstü insan olması için önünde açılan bir rahmet kapısıdır! Sikluslara dikkat ediniz, bunlar kuyruklu yıldızlar gibidir, gelir, alır ve tutunabilenleri götürürler! Kalanlar o kuyruklu yıldızın geri dönüşünü beklemek zorundadır.”

Uzaylı Gabriel: “Pek uzak olmayan bir sabah vakti uyanacak ve dünyanın iskeleden ayrılıp bir başka limana girdiğini göreceksiniz. Büyük sevinç olacak, çünkü dünya tüm ihtişamıyla yeni yapılmış bir güneş gibi parlayacak ve yaratılış amacına ulaşacaktır. Yeryüzü bir başka planet için bir güneş haline gelecektir, çünkü dünya bunun için hazırlanmıştır, siz de planetin yeniden doğmasına yardımcı olmak üzere hazırlandınız.”

Uzaylı Avalon: “Dünya, evrimlerini geçirmesi ve gelişmesi gereken o planet için parıldayan bir yıldız, parıldayan bir güneş haline gelecektir, çünkü gelen vibrasyonlara uyum sağlayamayanların götürüleceği yer orasıdır. Arkada kalması gerekenler bir başka siklusa hazırlanmak üzere o planete götürüleceklerdir, onlara da bir yer hazırlanmıştır. Birçokları eceliyle ölecektir, ama dünya iyileştirildikten sonra onlara dünyada enkarne olma hakkı tanınmayacaktır. Hz İsa’nın “Siz ne kadar kutlusunuz ki dünyayı miras olarak alacaksınız” dediği kimseler, sadece onlar dünyada kalacaklar.”

Rehber Joshua: “Yeryüzünün titreşimleri değiştirilip yükseltilecekse insanlığınki de yükseltilmelidir. İnsanlar bunu yapmaya yanaşmadıklarından, 1982 yılında sapı samandan ayırma işini biz yapacağız. Bu, bizim işimizi bitirmemizden önce çok sayıda ölüme yol açacaktır. Çünkü negatiflikleri yüzünden bu ışığa dayanamayanlar dünyayı terk etmeyi tercih edeceklerdir. Bunların sadece 1982 yılında olacağını söylemiyoruz, bir kısmı 1980’in sonlarına yakın bir zamanda olacaktır, tıpkı güçlü bir dalganın yavaşça sönüp gitmesi gibi! Tanrı enerjisi Şiva Işını hükmünü icra ettikten sonra ışıktan yana olmayan hiç kimse ayakta kalamayacak, artan vibrasyonlara yönelmektense planeti terk etmeyi tercih edecektir, çünkü bu planet Tanrıya yönelik varlıkların yurdu olacaktır!”

Sanat Kumara: “Yeni bir dünya olacak ve onun kıyılarında barış, sevgi ve uyum içinde yeni bir insanlık yürüyecektir. Onun üzerinde pislik ve karanlık olarak yer alanlar doğal olaylarla ortadan kaldırılacak ve kendileri için uygun bir yere götürüleceklerdir.”

Rehber Ruh Goethe: “Gelecekler, geliyorlar, her gün, her saat, her an! Siz onları görmüyorsunuz, fakat onlar sizi görüyorlar. Onları gördüğünüzde telaş ve korkuyla saklanacak yer arayacaksınız! Rab şimdilik bunu erteledi, erteliyor. Siz yine de anlamıyor, anlamamakta ısrar ediyorsunuz. Anlatılacak, öğretilecek ve siz artık terbiye edileceksiniz! Sizi uyarıyorum, vakti gelmedi mi sanıyorsunuz? Yakındır, işaret bekliyorlar. Onlar mahvetmeyecek, onlar zararlıları alıp götürecekler. Islahhanelere, ıslah gezegenlerine sürecekler. Oralarda sapkınlıkta kalmanız mümkün olmayacak!”

Uzaylı Raymore: “Dördüncü boyuta geçerken bildiğiniz şekliyle bir zaman ve mekan olmayacaktır. Yüce ışık varlıklar bir kez daha dünyaya inecek ve kadim bir kötülüğün karşısında saf saf dizileceklerdir. Bu son dönemde insanların ruhlarında görkemli bir savaş olacaktır. Terra denilen bu gezegen bir kez daha doğru frekans bandına getirildiğinde artık onu dejenere bir ırk değil, ışıkla dolu bir ırk iskan edecektir. İşte o zaman insanlık yüce öğretmenlerinizden çoğunun getirmeye çalıştığı realiteleri idrak edecektir.” (Sayfa: 50-59)


SPEKTRA VE URİ GELLER –Hoova Planeti Misyonu (1. Kitap)

Samanyolu Galaksisinin dışındaki bir galaksiden, Hoova gezegeninden gelen uzaylı varlıklar Dr. Andrija Puharich ve Uri Geller’in sorularını yanıtladılar. Hoova gezegeni dünyadan 16 bin kere daha büyük bir gezegen ve 20 bin yıldır dünyayla ilgileniyor. Hoovalılar soruları yanıtlıyor, yanıtlar tespit edildikten sonra teyp kaydı kendiliğinden siliniyor. 1973 yılında sorulan sorulara verdikleri yanıtların özeti şöyle:

“Biz insanların işlerine ilk kez 20 bin yıl önce karıştık, buraya bir misyonla geldik. İlk indiğimiz yer İsrail’de Hebron’daki Mamre Çınarıydı. Abraham’la ilk kez orada temas kurduk. Tanrılara uzanan merdiven efsanesi bizden kalmadır. Aracımızdan merdivenli bir mekanizmayla iniyorduk. Biz aşağı yukarı her 6 bin yılda bir insanlığa öğüt veririz. En sonuncusu 6 bin yıl önce Mısır’da İmhotep döneminde olmuştur. Şimdi Alaska dediğiniz yerde, Çin’de ve Hindistan’da da bulunduk. O zamanlar insanların görebileceği şekilde inmiştik, ama sefilce bize tapınmaya başladılar, buna tahammül edemedik.
“Ruh vardır, o var oluşun içinde değişik zaman ve yerlerde ikamet eder, fizik bedene girerek dünyaya da gelebilir. Ruhları gidecekleri yerlere kanalize eden yüksek varlıklar vardır. Tüm varlıkların amacı Kadir-i Mutlak’a doğru evrimleşmektir. Hiç kimse Tanrıyı tam olarak bilemez. Biz ona sadece fikir olarak uzanabiliriz, fizik olarak değil.
“Fizik bedenlerimizi her seferinde bir milyon yıl kullanabiliriz. Ama kompüterlerimiz ölmezler, onların ruhları yoktur. Kadir-i Mutlak’a tırmanırken en az yüz bin yaşam geçiririz. Geçmişte insanlara göründük, ama şimdi bunu göze alamıyoruz, bize tapınmalarından, panikleyip tepki göstermelerinden çekiniyoruz. Başka gezegenlerden gelenler de var, ama onlar geri dönerler, oysa biz kalıcıyız. Teyp kaydı siz dinledikten sonra kendiliğinden silinecektir. Allahaısmarladık.” (Sayfa: 19-21)

SPEKTRA GEMİSİ Soruları Yanıtlıyor :

“Uzay aracımızın adı Spektra’dır. Bu araç sizin kentleriniz kadar büyüktür. Bizi ancak bizimle bağlantı kuran grup görebilir. İsraille ilgileniyoruz, çünkü orası yeryüzünde ilk indiğimiz yer. Grubunuz günün 24 saati bize hizmet ediyor, ama bundan haberiniz yok. Zihninizi kullanıyoruz, yorgunluk ve rahatsızlıklarınız bu yüzdendir. Fakat bu çok uzun sürmeyecek. Bilgi Kitabı zamanı gelince indirilecek, ama bu yıllar alabilir. O indirildiğinde insanlığın tanık olacağı en tarihi olay olacak. Gördüğün o şahin senin muhafızındır, (Uri Geller’in muhafızı) değişik bir biçimde korunuyorsun. İsrail’deki elektrik kesintisi bizden kaynaklandı, sebebi şu anda anlayacağınız bir konu değil. Gemimize binip binemeyeceğinizi soruyorsunuz, bir gün evet diye yanıt verebiliriz.
“Uri ve Andrija bizi dikkatle dinleyin. Birkaç yıl içinde gezegeninize inmeyi düşünüyoruz. Sizler dünyayı kitle halinde inişimize hazırlamalısınız. Üç bin yıl önce Güney Amerika’ya indik, şimdi yine inmeliyiz. Sizlerden öykümüzü anlatmanızı istiyoruz. Yapacağınız gerçek çalışma ilerde olacak, esas çalışma Bilgi Kitabı’dır. Kitabı Shipi bulacak, sonra Uri, sonra sen! Andrija uzun yıllar üzerinde çalışacak, sonra onu ortaya çıkaracaksın.
“Bilim adamlarınızdan Einstein bizim hakkımızda bilgi sahibiydi, ölmeden az önce sırra vakıf olmuştu. Çalışmayı sen sürdüreceksin, sonra yüzyıllar boyunca bir diğeri ve bir diğeri, ta ki insan sonsuzluğu bulana dek! ABD ve Rus hükümetleri varlığımızdan haberdardır. Fazla bilgi veremiyoruz, sadece ufoların gerçek olduğunu biliyorlar. Uri’nin kurşunu altına dönüştürmesini biz sağladık, daha büyük şeyler de yapabilir, onu böylece sınamış olduk.
“Andrija, dünyaya neden inmek istediğimizi açıklayayım. Dünyanızda yakıt ikmali yapmanıza benzer bir işlemi gerçekleştirmek zorundayız. Gemimizin şarj olması için dünyanın barometrik ve kozmik tabakalarına ihtiyacımız var. Bu işlem 2-3 hafta sürebilir, sonra tekrar görünmez olacağız. Büyük kitlesel inişi ise henüz planlamadık. Planetinize el koymayı düşünmüyoruz. Bizim gezegenimiz sizinkinden 16 bin kere daha büyüktür!” (Sayfa: 29-43)

BİLİM VE URİ GELLER (2. Kitap)

Fizikte “Bell Teoremi” ya da “Kuantum Bağlantısı” denen bir teori vardır. Bu teoriye göre, fizik olarak birbirinden ayrı olan olaylar birbiriyle etkileşmektedir. Dolayısıyla, kainatın görünürde birbirinden ayrı kısımlarının daha büyük bir bütünün parçaları olarak birlikte faaliyet gösterebileceği öngörülmektedir. Paranormal sanılan olayların varlığını bu teori de doğrulamaktadır. O fizik bir teori olmaktan çok, mistik bir metinden alıntı gibidir. (Sayfa: 9)

Rehber Varlık TOM’dan Mesaj : “Hoova Uygarlığının dışında evrensel uygarlık olarak üç uygarlık daha vardır. Ashand Uygarlığı yaratıcıdır, İskandinavlar bu kökenden gelirler. Aragon Uygarlığı şifacılıkla ilgili bir uygarlıktır. Altea ise Atlantis’i kuran uygarlıktır. İnsanlığın kurtarılmasıyla ilgilenen üç uygarlık ise, Hoova, Aragon ve Altea’dır.
“Uri Geller de bu planete gelmeyi seçenlerdendir. Biz onun vasıtasıyla bilimsel çevrelerde paranormal güçlerin tezahür ettirilmesini istiyoruz. İnsanlara, başka varlık ve zekaların da var olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Hoova yüzyıllardan beri uygulamakta olduğu politikayı değiştirdi. Durum kritikleştiği için bir hazırlık aşamasından sonra uzay gemilerinin dünyaya inişini kapsayan bir şok politikasını benimsedi. Hazırlık devresinde bir peygamber göndermek yerine, Hoova yeteneklerine sahip birçok kişinin ortaya çıkması sağlandı. İşte Uri onlardan biridir. İnsan idrakinin genişletilmesi için 1971 yılından beri faaliyet halindeyiz. 1974 yılında bu işe ivme kazandırıldı. Uri’den sonra paranormal yeteneklere sahip birçok çocuğun dünyanın dört bir yanında ortaya çıkması bu ivmenin bir belirtisidir. Daha birçokları ortaya çıkacak, onlar sadece dokunmak suretiyle örneğin hayvanları uykuya sokacak yeteneklerle donatılmış olacaklar!” (Sayfa: 36-37)

Dr. Andrija Puharich, 1975-1978 yılları arasında Uri Geller benzeri uzay çocuklarıyla karşılaştığını ve paranormal yeteneklere sahip 34 çocuğu incelediğini söylemektedir. Bu çocuklar Danimarka, Kanada, İngiltere, Japonya ve Meksika gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşamakta, olağanüstü fenomenler sergilemekte, psikokinezi, şifacılık, ışınlama, materyalizasyon ve demateryalizasyon türünden olayları gayet rahatlıkla başarmaktadırlar.
Andrija’nın incelediği bir çocuk elini hastanın üzerine koyarak şifalar gerçekleştiriyordu. Bir keresinde kendisine üçüncü dereceden yanıkları olan birini getirmişlerdi. Çocuk beş dakika süreyle ellerini yaraların üzerinde tutmuş ve yanık yerlerde yeni deriler oluşmuştu. Bir diğeri babasına gerçek kimliğini açıklamış, onu inandırmak için bahçede hiç yoktan bir salkım söğüt peyda etmişti. Söz konusu çocuklar aniden ortadan kaybolup bir başka yerde tezahür etmekteydiler. Puharich bir keresinde televizyonunun havalanarak odadan dışarı uçtuğuna tanık olmuştu. 11 yaşındaki bir diğeri golf topunu profesyonellerden daha uzağa, 300 metreye atabiliyordu. Bazıları ise evde ders çalışırken mesajlar alıyor, örneğin “Einstein geldi, konuşmak istiyor musun?” diye yanlarındaki kişilere soruyor ve sanki ders notu tutar gibi mesajları kağıda aktarıyorlardı. İngiltere’deki bir çocuk ise altıncı boyut geometrisiyle ilgili matematik formülleri almakta ve bunları Puharich’e postalamaktaydı. Andrija, 1976 yazında Ossining’deki evinde yürütülen çalışmalar sırasında, iki hafta içinde tam beş çocuğun evine ışınlandığına tanık olmuştu.” (Sayfa: 37-40)

VİMANA- Tarih Öncesi Uzay Araçları

Kadim Hint metinlerinde uçan araçlardan, Vimana’lardan söz edilmektedir. Bir Budist rahibin, MS. 4. yüzyılda Seylan’dan Java’ya Vimana’yla giderek kralı Budist yaptığı söylenir. Ramayana Destanında iki ve ikiden fazla motoru olan uçan araçlardan söz edilir. Mahabbarata Destanında ise, akıl almaz büyüklükteki çok motorlu Vimana’lardan söz edilmektedir. Bu tarif uzaylıların ana gemilerine uymaktadır. Mahabbarata’nın kahramanı Arjuna, cennete yaptığı yolculuk sırasında havalanan ve yerde duran Vimana’lardan bahseder. (Sayfa: 7-12)

Halkatha adlı kadim Babil metni, uçan makinelerin en eski miras ve kendilerine yükseklerden gelenlerin bir armağanı olduğunu yazar, bu makinelerle birçok hayatın kurtarıldığından bahseder. İngiliz yazarı W.Scott Elliott’un 1895’de yazdığı ‘Atlantis’in Öyküsü’ adlı kitapta kadim Atlantis’in sahip olduğu uçan araçlardan söz edilir.Yazara göre bu araçlar ahşap ve metalden yapılıyorlardı. Ağaç olanlar çok ince tahtadandı ve ağırlık yapmayan bir madde püskürtülerek tahtanın deri gibi sertleşmesi sağlanıyordu. Metal olanlarsa genellikle alaşım oluyor, beyaz ve kırmızı metallerden yapılıyordu. Sevk ve dümen donanımları her iki uçta da kullanılabiliyordu. İlk zamanlarda sevk edici güç olarak vril, yani kişisel vibrasyonları yükselten levitasyon prensibi kullanılıyordu. Sonraları eterik nitelikteki güçler kullanıldı. Maksimum hızları saatte 150 km idi. (Sayfa: 13-15)

“Mu’nun Çocukları” kitabının yazarı James Churchward, Hindistan’da rahiplerin kendine bazı kadim metinler gösterdiklerini ve bunların Hint uygarlığından evvelki bir uygarlığa ait olduğunu söylediklerini yazar. Metinlerin hava gemilerinin yapımıyla ilgili bilgileri, motor çizimlerini ve talimatları barındırdığından bahisle, motorun bir kez çalıştırılması halinde yatakları aşınana kadar çalışabileceğini, araçların yakıt olarak havayı kullandıklarını, 1.500-4.500 km süren uçuşlar yapabildiklerini belirtiyor. (Sayfa: 22-23)

İngiliz yazar Desmond Leslie George Adamsky ile birlikte yazdığı kitapta ufoları sevk eden gücün yaşam gücü, yani biyokozmik güç olduğunu söylemekte, bu savını şöyle açıklamaktadır: “Yaşam gücünü ufolarda kullanabilmek için operatörün spiritüel açıdan oldukça evrimleşmiş olması gerekir. Çünkü operatör (pilot) bu gücü kendi benliği vasıtasıyla akümülatörlere ve sevk edici mekanizmaya kanalize edemiyorsa hiçbir sonuç elde edemez. Ele geçirildiği söylenen ufoların uçurulamaması bu yüzdendir. İnsandaki yaşam gücü belkemiğinin tabanında yerleşik olup ‘kundalini’ adıyla bilinir. Tıpta bir asanın çevresine dolanmış çift yılanla (pozitif ve negatif) gösterilen sembol kundalini enerjisini temsil eder. “Caduceus” denilen “Hermes’in Asası” da bu şekildedir. Kundalini yükselmeye ve yedi spiritüel çakrayı tırmanmaya başladığında kişi üstat (Adept) olur.
“Bu merkezler yedi titreşim hızına ya da var oluş düzeyine tekabül ederler. İnisiyasyonun bu aşamasında üstadın kişisel atomları öylesine arınmış ve güçlenmiştir ki, bedeni bir iletken gibi faaliyet gösterir. O artık ilahi gücün yürüyen bir santralidir. Şifa verebilir, yaratabilir ve yok edebilir. Bu güç, inanılması zor bir dakiklikle devasa taş blokları ayna gibi yontabilir ve yerine koyabilir.
“Edgar Cayce’ın tarif ettiği Atlantis’in Alev Evindeki güç santralleri, inisiyelerden alınarak depolanan bu yaşam gücüyle çalışıyorlardı. Atlantisliler biyokozmik güç sayesinde kent ve mabetleri inşa edebiliyor, ortamlarını aydınlatabiliyor ve uzay araçlarını çalıştırabiliyorlardı. George Adamsky’nin bindiği ufonun kubbesindeki kristalle, döşemedeki daha büyük kristalin metal bir kolon ya da manyetik direkle birbirine bağlanması, insan bedeninin mekanik kopyasından başka bir şey değildir. Aşağıdaki kristal belkemiğinin tabanındaki kundalinidir, manyetik kolon omuriliktir, yukarıdaki kristal ya da güç bobini ise baştaki yüksek merkezlerdir. Ufo pilotlarının tam alın hizalarında duran ufak bir cihaz, doğrudan başın beyin epifizi hizasına denk gelir ki, burada yedinci merkez ya da çakra yer alır. İki büyük kristalin ortasına rastlayan bu cihaz kristal ve platinden yapılmadır. Pilotun zihni cihazla tam bir uyum içinde ve rezonans halindedir. Pilotlar kozmik enerjiyi kendi varlıkları kanalıyla bu teçhizata yönelterek ufoyu evrenin her yanına götürebilirler.” (Sayfa: 33-35)

Vimanaları sevk eden mekanizmanın harekete geçirilmesinde sesin de kullanılmış olduğunu kadim Hint metinleri bize bildirmektedir. Samarangana Sutradhara’da vimanaların melodi ve ritimlerle hareket ettirilebileceği belirtilerek, “Zihin vimanayı ayakta tutan zemin haline geldi, sözler onun üzerinde yürüyeceği yollar haline geldi. Ve arabanın önüne yerleştirilen Om hecesi onu güzelleştirdi” denmektedir. Amerikalı mucit John Worrell Keely, 1890’da dünyanın kutupları arasında akmakta olan manyetik güçleri araştırırken madde korpüsküllerinin titreşimle bölünebileceğini ve bu prensibin bir motorun çalışmasına uygulanabileceğini keşfetti. Bu titreşimi kemanla çaldığı belirli bir notayla sağlıyor ve harekete geçirdiği esrarengiz güce ‘Dynaspheric Güç’ adını veriyordu. Titreşimin oluşması için Keely’nin kişisel vibrasyonuna ihtiyaç vardı, bir başkası onun motorunu çalıştıramıyordu. Keely sonradan 4 kg’lık metal bir hava aracı yapmış, esrarengiz ses titreşimiyle aracı havada asılı tutmuş, yere indirmiş ve hareket ettirmişti. (Sayfa: 35-37)

RADYESTEZİ – Maddi Tesirler Bilimi

Radyestezi’nin tarihi çok eskidir. Elimizde MÖ. 6 bin yılından kalma bir kanıt var. Büyük Sahra’nın kuzeyindeki Tassili yakınında yer alan bir mağara resminde, güttüğü hayvanların arkasında elinde çatal çubuk taşıyan bir çoban görülmektedir. Ayrıca, Güney Afrika Buşmanlarına ait bir mağarada da aynı resimler yer alır. Kadim Mısır’da ise radyestezinin uygulandığı kesindir, orada da elinde çatal çubuk tutan bir rahibi gösteren rölyefler bulunmuştur. Kabala metinlerinde de radyestezinin varlığına işaret eden belgeler vardır. 17. ve 18. yüzyıllarda radyestezi özellikle maden arama işlerinde kullanılmış ve saygı gören bir meslek olmuştur. Su bulmak için sistemli bir şekilde kullanılması ise ilk kez Fransız bir Barones tarafından gerçekleştirilmiştir. (Sayfa: 7-12)

Radyestezi, su ve maden gibi maddelerin yaydıkları ışınımları ya da güç alanlarını bir alet aracılığıyla zaptetme ve yerlerini bulma yeteneğidir. Radyestezi, ışınım hassasiyeti anlamına gelir. Radyestezi çubukları arasında en klasik olanı çatallı daldır. Genellikle fındık ağacından yapılır, bu ağacın majik özellikler taşıdığına inanılır. Bazen çatal çubuk yerine L şeklinde metal çubuklar da kullanılır. Çatal çubuk avuçlar yukarıya bakacak şekilde, çatallı dalın her iki kanadı dışarıya doğru açılarak çok sıkmadan tutulur. Çubuğu yere paralel ve ileriye bakar durumda tutabileceğimiz gibi, ucunu yukarıya kaldırarak da tutabiliriz. Önemli olan çubuğun ucunun yukarı kalkarak ya da aşağıya eğilerek tepki vermesidir. Çatal çubuk nötr hale kendiliğinden dönmez, tepkiden sonra tekrar düzeltilmesi gerekir.
L şeklindeki metal çubuklar en basit şekliyle tel askılardan bile yapılabilir. Çubuklar her elde birer tane olmak üzere ikisi birlikte kullanılır. Dirsekler gövdeye yapışıktır, kollar paralel olarak ileriye bakar. Baş parmaklar üstte kalacak şekilde çubukların kısa kenarları elde tutulur, uzun kenarlar yatay ve birbirine paralel şekilde ileriye bakarlar. Radyestezist hareket halindeyken çubuklardan üç değişik tepki gelebilir, ya içeri doğru dönüp birbirlerini keserler, ya dışarı doğru dönüp geniş açı oluştururlar ya da paralelliklerini koruyarak ikisi birden aynı yöne dönerler.
Radyestezi çubukları bazen çok şiddetli tepki gösterirler. Tepkinin şiddeti çatallı dalın kabuğunun soyulmasına, çubuğun kırılmasına, radyestezistin kollarının bükülmesine, hatta dengesini kaybetmesine yol açabilir. Çalışma esnasında aranan maddenin bir örneği amaca ulaşmaya yardımcı olsun diye kullanıldığında, bu örnek maddeye tanık denir.(Sayfa: 24-28)

Çek bilim adamlarına göre tüm canlılar bir tür enerjiyle dolup taşmaktadır. Onların psikotronik enerji adını verdiği bu biyoenerji sanki psikokinezik olayları oluşturuyor gibidir. Radyestezinin esasını da aynı şey sağlıyor olabilir. Biyokozmik enerji kavramı yeni olmayıp Çinliler ona Chi, Hindular Prana, Polinezyalılar Mana, Kızılderililer ise Orenda diyorlardı. Biyoplazmik enerjinin, fizik bedenin ötesine ışınımlar yayan bir enerji alanı ya da biyoplazmik bir beden oluşturduğunu Sovyet ve batılı bilim adamları ortaya koymuşlardır. Fizik ve enerji bedenleri arasında atomik, moleküler ve plazmik düzeyde bir ilişki olduğu söylenmektedir. Bir canlının enerjisi, fizik hücrelerin yanı sıra daha hareketli olan biyoplazmasından oluşur. Tüm canlılardaki hücreler, yüksek frekanstaki ışınımları yayımlayabilen ve soğurabilen elektromanyetik bir rezonatörden başka bir şey değildir.
Biyoplazmik beden, radyestezi ve diğer olağandışı yetenekleri izah edecek eksik bağlantının ta kendisidir. Su ve mineral gibi maddeleri mahiyeti henüz bilinmeyen güç alanları çevrelemekte, bazı kişiler de bu güç alanlarını hissedebilmektedir. İnsan bedeninin güç alanı radyestezik hedeflerin alanlarıyla etkileşmektedir. Sovyet bilim adamları, radyestezi çubuğunun bir mekanizmaya tutturularak arazi üzerinden geçirilmesi halinde hiçbir tepkinin oluşmadığını, radyestezik sistemin en hayati parçasını insanın teşkil ettiğini söylemektedir. Aranan maddeyi tespit eden esas cihaz radyestezistin ta kendisidir!
Amerikalı Dr. Harvalik, göbekle göğüs kemiği arasındaki bölge izole edildiğinde radyestezi yeteneğinin zayıfladığını ya da kaybolduğunu tespit etti. Güneş sinirağı (göbek) bölgesindeki manipura çakrası, biyoplazmik bedendeki radyestezik hassasiyet merkezlerinden biridir. Harvalik, böbrek bölgesindeki adrenal bezlerin sezici yeteneğe sahip olduklarını, bu bezleri ameliyatla alınan radyestezistlerin yeteneklerini kaybettiklerini söylemektedir. Harvalik’e göre diğer bir hassas nokta da hipofize denk düşen bölgedir, bu üçüncü göze, yani ajna çakra’ya tekabül eder. Her iki hassas bölgenin izole edilmesi halinde, biri ya da diğeri izole edildiğinde alınan sonucun tam tersine radyestezi yeteneği tekrar ortaya çıkmakta, üstelik bu kez daha güçlü bir şekilde tezahür etmektedir. Bu da Harvalik’in tespit ettiklerinin dışında bedende başka hassas bölgeler olduğunu gösteriyor. Chadwick ve Jensen adlı araştırmacılar, yer altı sularıyla ilgili radyestezik tepkilerle manyetik alan değişimleri arasında bir bağlantı olduğunu söylüyorlar.
Alman Profesör J. Walther, hassas bölgeler üzerinde radyestezistlerin parmaklarındaki kılcal damarlarda kan akımının çoğaldığını ve derideki nemin arttığını gözlemledi. Amerikalı bilim adamı Jastram ise, radyestezi yeteneğiyle alfa dalgaları arasında bir bağlantı olduğundan bahsetmekte, rahimdeki fetustan 18 aylık bebeğe kadar delta dalgalarının, 18 aydan 4 yaşına kadar theta dalgalarının, 3-4 yaşından 12 yaşına kadarsa alfa dalgalarının hakim olduğunu söylemektedir. Buna göre, 3-12 yaş arasında daha çok theta ve alfa dalgalarına açık olan çocukların yaratıcı ve öğrenmeye yatkın oldukları ortaya çıkıyor. Eğer ebeveynleri müdahale etmezse çocuklar bu dönemde daha fazla psişik yetenek sahibi olabiliyor.
Çağdaş araştırmacılar radyestezik bölgelerin canlıları etkilediğini söylemektedir. Uzun süre bir su yatağının üzerinde yatılması ya da oturulması insanların eklem iltihabına ya da kansere yakalanmasına yol açmaktadır.
Radyestezide su deyince akla akarsu gelmelidir. Yer altındaki bir su birikintisi ya da göl radyestezik olarak tespit edilemez, alet durgun suları ölçmez. Yeşile boyanmış bir sarkaçla su üzerinden geçildiğinde sarkaç akıntı yönüne dikey olarak salınım yapar ki, bu akıntının yönünü gösterir. Sarkaç akıntının kenarına geldiği anda durur. Eğer çubuk kullanılıyorsa, kaynak yönüne yüründüğünde çubuk elde dönmeye başlar, ağız yönüne gidildiğinde çubuk hareket etmez. Suyun debisi, çubuğun hareketindeki şiddetin azlığı ya da çokluğuna, sarkacın ise çizdiği dairenin çapına bakılarak tespit edilir.
William Burgoyne adlı bir İngiliz radyestezist suçluları nasıl bulduğunu şöyle anlatıyor: “Hepimiz yürürken arkamızda vibrasyonlar bırakırız. Aradığım kişiye ait bir objeyi çubukla birlikte elime aldığımda, o objenin vibrasyonları sayesinde sahibinin yürüdüğü yerin vibrasyonlarının içine girebilirim. Çubuğun dönmesi durduğu anda yanlış yönde olduğumu anlar, ileri geri yaparak yönü bulabilirim.”
Vücut üzerinde sarkaçla muayene yapılırken sarkacı tutan sağ elin işaret parmağı anten olarak kullanılır. Önce başın ön tarafından başlanır, sonra başın arka tarafına geçilir ve yavaş yavaş vücudun her yanı muayene edilir. Sarkacın hareketsiz olup olmadığına ya da ne gibi bir hareket verdiğine dikkat edilir. Sarkaç sağlıklı uzuvlar karşısında daima aynı hareketi verir, hastalıklı bir uzuv karşısında ise bu hareketin tersini verir. Radyestezi çubuğu ise hasta bir uzva rastladığında aşağıya ya da yukarıya doğru şiddetle hareket eder veya sıçrar. Sarkaç kullanırken anten görevi yapan parmağın, çubuk kullanırken de çubuğun ucunun radyestezik tepki sırasında vücudun dış yüzeyinden uzaklığı, hasta uzvun vücut içindeki yerinin uzaklığını verir. (Sayfa: 28-52)

EVRİM-ÜRETİM (Tez ve Antitez Teoriler)

Evrim teorisini savunanlara göre, yüksek ve daha karmaşık yapılı hayvan ve bitkiler jeolojik zamanlar boyunca evvelce mevcut ilkel atalardan köklenerek, değişip gelişerek meydana gelmektedir. Bu teze göre tüm canlı formları ortak bir evrim ağacına sahiptir, aralarında az veya çok bir yakınlık vardır. Bir türe ait birey ve popülasyonlar içinde yaşadıkları ortama uymuşlardır, buna adaptasyon denir. Kara hayvanlarında akciğer solunumuna, suda yaşayanlarda solungaç solunumuna has organlar gelişir.
Evrimcilere göre insanla yüksek hayvanlar, bilhassa insansı maymun arasında genel yapı bakımından olduğu kadar kimyasal bileşim bakımından da ileri derecede benzerlik vardır. İnsanı insansı maymundan ayrı bir grup yapma çabası insanın gereksiz gururuna dayanır. İnsanın atası kuyruksuz bir maymun türüdür. Tüm canlılar ilkel bir canlıdan türemiş ve ortak bir atadan meydana gelmişlerdir.
Evrimcilerin teorilerine göre tüm canlı formları yalnızca tesadüfen ve doğal yasaların faaliyeti sonucunda oluşmuştur, tüm yaşam süreçleri fizyoşimik etkileşimlerden ibarettir. Eğer bu doğruysa, Tanrıya ya da aşkın bir amaca olan inancın hiçbir temele dayanmaması gerekir. Oysa üretim teorisini savunanlar biyolojik formların maddenin kendiliğinden değil, üstün bir zekanın sevk ve idaresi altında kendini düzenlemesinden meydana geldiğini savunmaktadırlar. Evrim teorisi tüm türlerin tedrici olarak evrimleştiğini ve evrim sürecinde atlamalar olmadığını söylerken, üretim teorisi aksine türler arasındaki değişimlerin tedrici ve sürekli olmadığını savunur. Üretimcilere göre idare eden Yüksek Zeka kesikli bir üretim yapmaktadır, çünkü mevcut türleri birbirine bağlayan hiçbir ara form yoktur. Fosil kayıtları evrimcilerin tezlerini doğrulamamakta, ara formların varlığına ilişkin hiçbir delil sunamamaktadır. Başlıca organizmalarda bacaklar, kanatlar ve tüyler fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkmaktadır. Evrim teorisyenleri bile fosil kayıtlarındaki bu gerçeğe dikkat çekerek teorilerindeki açmazı dile getirmişlerdir.
Evrimciler, fosil kayıtlarına göre milyonlarca yıl önceki form içinde hala yaşamakta olan varlıklara bir açıklama getirememektedir, bu canlılar milyonlarca yıl evrim geçirmeden nasıl kalabilmişlerdir? Örneğin coelacanth denilen balık 200 milyon yıl süresince hemen hiç değişmeden kalabilmiştir. 1938 ve 1956 yıllarında nesli tükendi sanılan bu balığa Hint Okyanusu’nda rastlanmıştır. Ayrıca mürekkep balıklarının ve bazı istiridye türlerinin 500-550 milyon yıl önce aniden ortaya çıktıklarını ve günümüze kadar hemen hiç değişmeden yaşamlarını sürdürdüklerini biliyoruz.
Darwin, türler arasındaki ara formların yokluğunu, ancak karaların durgunlaşıp yatıştığı devrelerde fosil yataklarının oluşabildiğine, bunun dışındaki devrelerde fosil meydana gelmediğine bağlıyor. Ona göre tüm evrim bu karmaşık dönemlere rast gelmiş! Elbette bu görüş evrimcilerin en büyük açmazlarından biridir.
Evrimcilerin maymundan insana geçişe örnek gösterdikleri üç örnek fosil vardır. Java Adamı, Piltdown Adamı ve Pekin Adamı. Bunlardan ilk ikisi şebek ve şempanzelere ait fosillerdir, oysa evrimciler tarafından maymunsu insan gibi sunulmuştur. Bazı antropologlar bu fosillerin bir kanıt olduğuna inanmamaktadır. Bunlardan sadece Pekin Adamı insan özelliklerine sahiptir.
Dünyadaki birçok bilim adamı evrim teorisini güvenilir bulmuyor. Onların ortak kanısına göre hiçbir değişiklik göstermeden yaşamını sürdüren canlı türleri var. Örneğin günümüz yosunları 400-600 milyon yıl öncekinden pek farklı değiller. İstiridyeler, yengeçler ve sürüngenler dünyada belirdiklerinden bu yana şimdikilerle tıpatıp aynılar. Türler aniden ortaya çıkmakta, hep aynı kalmakta ve o halleriyle yok olmaktalar. Bir türün diğerine dönüştüğüne dair hiçbir yerde işaret yoktur, değişim ancak türlerin içinde mevcuttur. Bilim adamlarına göre, türler arasındaki geçişi gösteren fosil kayıtlarının yokluğu evrimcilerin tezlerini çürütmektedir. (Sayfa: 7-27)

Okült öğretiye göre ilk insana ait eterik formlar, Ruhsal Hiyerarşi içinde yer alan Evrensel İnşaatçılar (Dhyan Chohanlar) tarafından yaratıldı. Bitki ve hayvanlara ait sayısız formların her bir kök türü ise Yaratıcı Güç Merkezlerince meydana getirildi. Bu yaratılış, Evrensel Yasanın çizmiş olduğu genel plan dışında bir yaratım olmadığı gibi özel bir yaratım da değildi, bir tasarım projesiydi. Tasarımcılar elbette her şeye kadir olan Kadir-i Mutlak değillerdi. Onlar, Kadir-i Mutlak’ın yasalarının verdiği yetkiyle faaliyet gösteren varlıklardı. Dünyanın içinde bulunduğu ‘Büyük Devre’ düzeyinde çalışabilen, başka düzeylerde çalışma imkanına sahip olmayan yetkililerdi.
Organizmaların evrimindeki ikinci dereceden sebeplerin çoğu tamamiyle fizikidir, iklime, beslenmeye vs aittir. Ama bu ikinci dereceden sebeplerin altında daha derin bir prensip yatar. Bilinçsiz hücrelerin kendilerini organlar halinde düzenlediğini söylemek insan zekasına hakarettir! Gerçek şudur ki, evrimin farklılaştırıcı sebepleri ilksel kök hayvan tiplerinin astralden fizik dünyaya geçişlerinden sonra başlar. İnsan, hayvan ve bitkiler astral maddeden örülmüş tasarımlar halinde fizik dünyaya inerler, evrimcilerin savunduğu farklılaşma ancak fizik dünyaya inişle başlar. Ama bu farklılaşma tasarımcıların esas ana planını ve astral prototiplerin yapısını bozamaz, ancak ikinci dereceden değişimler yapabilir. Bunun kanıtı spiritüel celselerdeki materyalizasyon olayıdır, çünkü bu olaylarda astralin fizikiye tam, ama geçici olarak karıştığını görüyoruz. Doğal ayıklanma neyi etkilerse etkilesin yapısal projenin özünü asla bozamaz, sadece ikinci dereceden değişiklikler meydana getirebilir.
İnsanın kökeni kendinden çok üstün bir prototipten gelmektedir. Bu prototip kozmik insandır. Orangutan, goril ve şempanzeler ise hayvansallaştırılmış insanın Dördüncü Kök Irkından gelmişlerdir.
Okült evrim-yaratım teorisi şöyle özetlenebilir: Güneş sisteminde varlığını sürdüren ve Ay’ı iskan ettikleri sanılan bir uzaylı ırk ya da ırklar (Dhyan Chohanlar) bildiğimiz yaşam formlarının hiçbirine benzemiyorlardı. Onlar herhangi bir hayvan ya da bitkinin evriminden meydana gelmemişlerdi, enerji desenlerinden oluşuyor, belki de güneşten besleniyorlardı. Bu ırk yeryüzünde zeki bir yaşam oluşturmaya çalışıyordu. Yaklaşık 20 milyon yıl önce projelerini gerçekleştirmek üzere dünyamıza geldiler, yeryüzündeki mevcut yaşam formlarını inceleyip bu formların zekanın evrimi için uygun olmadığına karar vererek onları ortadan kaldırdılar. Gezegenin düzenlenişi sırasında oluşan jeolojik hareketler yeni kara parçaları oluşturdu. Uzaylılardan 7 kişi yeni bir dünyasal ırk yaratmak için ilk adımı atarak kendi suretlerinde prototipler meydana getirdiler. Bu prototipler maddi değillerdi, uzaylılardan pek farklı olmayan enerji desenlerinden oluşuyorlardı. Bilinçli ve zeki değildiler, henüz tamamlanmamışlardı, ama giderek evrimleştiler. Öyle ki insanlık kendine özgü ve yapay bir yaratıydı. (Sayfa: 28-39)

Dünyayı yöneten Dünya Rabbi’nin sağ kolu olan Sadıklar Planı, çeşitli tarihlerde yapılan celselerde evrim-üretim ve yaratılış konusunda aşağıdaki mesajları vermiştir:

SADIKLAR PLANI (Celse 13. 5. 1965) : “Bitki, hayvan, insan sıralaması sabit değildir. Form, İdareci Mekanizma’nın ezelde, yani devre başlangıcında takdir ettiği bir biçimdir. Biçim asli değildir, esas değildir, birey hiç değildir! Bu biçim, düzen ve sıra sabit değildir. İdareci Mekanizma evrimin gerektiği gibi yürümesi için yeryüzündeki maddelerin bir kısmına form vermiştir. Ama bu form görünen obje halinde değil, mikro-öz (eterik) halindedir. Bu mikro-öz şuur kaymaları yapacak varlığa verilir. Varlık artık bitki, hayvan ve insan tarzında tezahür edebilir. Fakat o mikro-öz bitki, havyan ve insan değildir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 7. 8. 1970) : “Dünyada insanın yaratılması hayvanların tedrici evrimiyle olmamıştır. Kainatlardaki tüm varlıklar Yüksek Ruhsal Organizasyon tarafından birer tez olarak meydana getirilmişlerdir. Yüksek kainat yasalarını ve ilahi prensipleri benimsemiş bir varlık, maddeyi her türlü varyasyonu içerisinde kullanabilir ve onu çeşitli bileşim ve sentezlerle düzenleyebilir. Onlar sizin hayal gücünüzün üstündedir, organik bedenlerin yapı taşlarını çok iyi bilirler ve organik bedenler meydana getirebilirler. En küçük bedenden başlayıp en karmaşığına kadar her şeyi yaratabilirler. İnsan bedeni yaratılmıştır, bileşik haline getirilmiştir. Kadir-i Mutlak bunu yapan Aşkın Zeka’ya izin vermiştir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 7. 8. 1970) : “Dünyada var olan tüm organizmalar insana hizmet etsin diye meydana getirilmemiştir. Dünyanın en önemli işlevi, kendi kainatı içinde bir laboratuvar görevi yapmasıdır, yani dünya Yüksek Ruhsal Kudretlerin bir deney yeridir. Yeryüzünde birçok organizmalar meydana getirilmiş veya yok edilmiştir. İnsan sürekli olarak kontrol ve değişim içinde bulundurulmaktadır. Her biriniz Yüksek Bilginler Kurulunun laboratuvarlarında çalışan laborantlar gibisiniz, aynı zamanda kobaylar gibisiniz!”

SADIKLAR PLANI (Celse 14. 8. 1970) : “Dünyaya evrimleşmek için gelen ruhların tek hücreden, bitkiden ve hayvandan insana doğru ruhsal enkarnasyonlar geçirdiği şeklindeki görüş yanlıştır. Böyle bir sıralama olması gerekmez, böyle bir koşul ve yasa da yoktur, çünkü insan ruhunun evrimi tamamiyle maddeye bağlı değildir. Siz maddi boyutun kapsamını anlayacak durumda değilsiniz. Bir ruh evrimini sadece bilinen kalıplar içinde sürdürmez. Maddenin bileşimi, maddenin kombinasyonları sonsuzdur. Maddi sıralanış, sizin indi sıralayışınızdır. Varlığın şuur kapasitelerine göre sıralanışını yapacak bilgiye sahip değilsiniz. Sizin bu konudaki bilginiz, yaşam imkanlarının sadece dünyaya has olduğu, evrimin sadece dünyanın bir noktasından başlayıp bir başka noktasında bittiği düşüncesine dayanır.”

SADIKLAR PLANI (Celse 11. 9. 1970) : “Bir bitki, bir hayvan organizmasını kullanmak için ille de kurt olmak ya da mısır tarlasında enkarne olmak gerekmez! Bu bir şuur kavrayışı ve bilgidir. Siz deney yapan varlıklarsınız. Sırf deney yapmak için kendinizi daraltarak, karartarak kaba bir organizmanın içine nüfuz edebilir ve oradan başka sırlar alabilirsiniz. Eğer gerekiyorsa bir aslanın ya da bir maymunun içine girebilir, onların deneyimleri hakkında bilgi edinebilirsiniz. Bu durum bir enkarnasyon değildir, gerileme hiç değildir, mekanizma bu kadar basittir! Sizlerden çok yüksek varlıklar bir medyumunuza nüfuz edip sizin üzerinizde deneyim yapmıyor mu? Bu gerileme değildir. İdareci Mekanizmalar sizi nasıl idare ediyorlar sanıyorsunuz? Kuran’daki “Size şahdamarınızdan daha yakınız”ın anlamı işte budur. O İdareci Yüksek Varlıklar organizmanızı kullanarak sizinle görür, sizinle işitir, sizinle konuşurlar!”

SADIKLAR PLANI (Celse 2. 10. 1970) : “Dünyadaki bitki, hayvan ve insanlar bir prototipe sahiptirler. Bunların farklılık göstermesi gayet doğaldır, çünkü hepsi evrimlerinin seyri içinde tedriç düzenine bağlı olarak elde ettikleri melekelerinin maddi görünüşlerini ifade ederler. Ama bu farklılık sonuç olarak prototipten ancak %5 ila %10 oranında olabilir. Bu fark o prototipin ruhsal potansiyeline en ufak bir zarar getirmez. Evrim yapmakta olan ruh kendi bedeni üzerinde iradesinin ve deneyimlerinin genişliği oranında tasarrufta bulunur. Bir varlık, gerçek benliğinin kişileşmesini sağlayıncaya kadar bağlanmış olduğu maddi organizmayı değiştirebilir.”
“Bitkiler ve hayvanlar grup ruhları tarafından sevk ve idare edilirler. Grup ruhu bir hayvan türünü “egemen tür” olarak ele alır ve bu kalıp içinde oraya enkarne olmuş olanları sevk ve idare eder. Grup ruhları birey ruhlarından ayrı bir ruhsal antitedir. İnsanda grup ruhu yoktur, çünkü insan kişilik kazanmış, egosunu meydana getirmiştir. Bitki ve hayvanlardaki türlerin farklılaşmasını sağlayan unsur grup ruhudur. Bir kedi, prototip olarak o varlığa özgü bir yapıdır, ölünce toprağa karışır, bu yapının evrimi sözkonusu değildir. Evrimleşen, kediye egemen olan grup ruhudur. Grup ruhu organizatör bir ruhtur, bir plandır. Kedideki fizik farklılıklar, o bedeni kullanan varlıkların gereksinim ve yeteneklerine bağlı olarak ortaya çıkar. Bu bağlılığın derecesi %99’dur. Maddi bedeni kullanan ruhsal kudretin nasıl bir evrim geçirdiği hiçbir bilim adamınızın bilgisi dahilinde değildir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 2. 10. 1970) : “Bir ruhun, özellikle insan bedenini idare edecek düzeye gelmiş bir ruhun şuuraltında maddi evrimin bütün maket ve kopyaları vardır. Varlık bu maket ve kopyaları kullanarak en basit hücreden en karmaşık vücuda kadar çıkar. Evrimi içinde bu aşamaları, bu görgü ve deneyimi geçirmiştir. Ancak bu durum, dünyada ve başka planetlerdeki varlıkların da aynı aşamadan geçtiğinin sağlam bir kanıtı olamaz.”

SADIKLAR PLANI (Celse 2. 10. 1970) : “Maddi varlıklar kendiliğinden bir enerjiye, bir kudrete, bir zekaya ve inisiyatife sahip değillerdir. Organik maddelerin yapı taşı hücre değildir. Hücre de, daha gelişmiş topluluklar da hiçbir şey ifade etmezler. Onlara ruhun dışında özel bir kişilik, bir zeka veremezsiniz!” (Sayfa: 40-49)

EVRİM ÜSTATLARI –Venüs Planeti Misyonu

Yüksek Rehber Ruh WHİTE EAGLE’dan Mesaj : “Venüs Dünyadan daha ince ve seyreltik bir maddeden yapılmıştır, o gezegende yaşayanların bedenleri de aynı seyreltik cevherdendir. Onlar henüz ulaşamadığınız spiritüel bir bilgiye sahipler. Geçmişte birçok Venüslü bilge insani form içinde Dünyaya gelmiştir. Bir gün Venüslü bedenleriyle yine gelecek ve beraberlerinde yüce spiritüel bir güç getirecekler. Onları sadece gelişmiş dünyalılar anlayabilecek, kitlelerse etkilenmeyecekler. Tanrının biricik yaratıkları olmadığınızı artık idrak edin, hayal gücünüzün ötesinde birçok dünyalar var.” (Sayfa: 8)

Bir Venüs ana gemisine götürülen Amerikalı George Adamsky’nin aramızda yaşayan uzaylılara ilişkin bir sorusuna Kalna adlı Venüslü bayan şu yanıtı verdi: “İki bin yıldır aranızda başka planetlerden gelen varlıklar bulunuyor. Ancak onların da Hz. İsa gibi çarmıha gerilmemesi için değişik bir yol izliyor, kimliklerini kimseye açıklamıyoruz. Onlar dünyalı kardeşleri gibi yaşıyor ve topladıkları bilgileri bize aktarıyorlar. Dünyanın 78 milyon yıllık tarihini biliyoruz. Bu süre zarfında, bugün yaptığınız gibi birçok uygarlıkları yok ettiniz, eski tarihiniz de böylece yok oldu.” (Sayfa: 27)

Bir Venüs ana gemisine götürülen Adamsky, Venüs’e ait canlı görüntüleri ekrana ihtiyaç duymayan bir projeksiyonla ve hologram tekniğiyle izledi. Görüntüler direkt olarak gezegenden alınıyordu, çok net ve gerçektiler. Adamsky bu görüntüleri daha sonra şöyle anlattı:

“Venüs yüksek tepeleri, karlı dağları, çıplak dik yamaçlarıyla dünyamıza çok benziyor. Sık ormanlarla kaplı dağları ve yükseklerden şelaleler oluşturarak akan suları var. Bana, gezegenlerinde sayısız göl ve yedi okyanus olduğunu, bunların birbirine yapay su kanallarıyla bağlandığını söylediler.
“İrili ufaklı birçok kent gördüm, sanki periler diyarından alınıp getirilmiş gibiydiler! Yapıları çok güzel, hemen hepsi dairesel bir mimariye sahip, rastgele bir yapılaşma yok. Caddelerde işine giden insanlar var, ama bizde olduğu gibi aceleci davranmıyorlar. İnsanların en uzun boylusu 1,95 cm, boy ortalaması ise 1,70 cm. Ulaşım ana gemilerin minyatür tipleriyle sağlanıyor. Caddelerdeki bordürler rengarenk çiçeklerle süslenmiş. Köpekler, kuşlar dünyadakilerin aynı, sadece renk ve boyları farklı. Atmosferlerindeki yoğun nem yüzünden Venüslüler gökyüzünü bizim kadar rahat göremiyorlar.
“ Yaşamdaki ahlak kuralları arkadaşlık üzerine kurulmuş. Kullandıkları enerji uzay gemilerindeki aynı enerji, kir ve duman oluşturmuyor. Her ev ve binada uçuşan toz partiküllerini emen aygıtlar var, bunlar dolunca fabrikalara götürülüp temizleniyor. Elbise yapımında erkek ve kadın desinatörler görev yapıyor. Venüslüler işlerinin kendilerine bir yük olmasına asla izin vermiyor, yaptıkları işten zevk alıyorlar. Ağır işleri yapan robotlar sayesinde hayatın olanaklarından yararlanabiliyorlar.
“Venüslülerin inançlarına göre, yaratıcı güç ve zekanın birimi olan kozmik insan fizik bedeni meydana getirerek kendini ifade edebilmektedir. İnsan ebedi parçasının ( yüksek benliğinin) içinde kaldığı sürece ne ihtiyarlar, ne de gerilim yaşar. Ama akılcı zihin ya da kişilikçi ego bedene egemen olduğunda işin içine yargılama girer ve bölünmeler başlar, bu da insanın düşüşüne yol açar! Onlara göre Adem ve Havva öyküsü insanlığın tarihini anlatmakta. Açgözlülük ve kıskançlık gibi nitelikler ruha egemen olduğunda, insanın Aden Bahçesinden çıkarılıp ego tarafından oluşturulan zorluklar dünyasına gönderilmesi gerekir. İncil’de anlatılan savurgan çocuğun yuvasına dönüşü, gerçek benliğini idrak eden kişiyi sembolize ediyor.
“Venüs’te öğrenim yıllarla sınırlı değil, yaşam boyu sürüyor. Öğretimin büyük kısmı bizdeki radyo ve televizyona benzer sistemlerle yapılıyor. Sınıflar yaşa göre değil, kişilerin ilgi alanlarına göre düzenleniyor. Bizdeki cami ve kiliseler gibi kutsal binaları yok. Günlük yaşamları ibadet diyebileceğimiz davranış tarzlarını da kapsıyor. Venüslüler yaşa bakılmaksızın devasa uzay gemileriyle seyahat edebiliyor, kozmosun başka yerlerine gidebiliyorlar. Bedensel hastalığın ne olduğunu bilmiyorlar, bedenlerini ilahi yaratının mabedi olarak kabul ediyor, bakımını sevgiyle yerine getiriyorlar. Geçmişi unutup şimdiki zamanda yaşamaya alışmışlar. Yüzlerce yıl yaşıyorlar, onlar için ölüm bir evden diğerine taşınmak gibi. Ölen için yas tutmuyor, seviniyorlar. Onlara göre gerçek sevgi ayrılığın ne olduğunu bilmez! Venüs’te şefkat ve sevgi en çok öğrenilen dersler. Zehirli spreylerle, suni gübrelerle doğayı ve atmosferi kirletmiyorlar, Venüslü çiftçiler suni gübre kullanmıyor, onun yerine doğal gübreler kullanıyorlar.” (Sayfa: 31-40)

1956 yılında Venüslülere ait bir uzay gemisine binen Howard Menger, ekrana yansıyan Venüs’ü şöyle anlatıyor:

“Bu planet hayal edilemeyecek kadar güzel. Beni kentlerden çok banliyölerin güzelliği etkiledi. Yapılar büyük ağaçların arasına gizlenmiş ve büyük bahçelerle çevrelenmiş. Sonra ormanlar, göller, nehirler, parlak ve pastel renkli elbiseler giymiş insanlar gördüm. Pek tanıyamadığım dört ayaklı hayvanlar da vardı. Görünürde yol yoktu, ama araçlar sanki dalgalanarak dolaşıyorlardı. Venüslülerin ciltleri berrak, gözleri ışıl ışıldı. Uyanık tavırlı ve sağlıklıydılar. Bildiğimiz hastalıklar onlarda yoktu.
“Venüs’te pırıl pırıl tahıl tarlaları uzanıyor. Hububat taneleri bizimkilerden en az üç misli büyük, lahanaları ise bizimkilerin beş misli. Tarlalarındaki yabani otları yolmuyor, gübre olmaları için öylece bırakıyor, toprağı ilaçlamıyorlar. Orada bulaşıcı hastalıklar yok. Besinleri bekletmeden tazeyken tüketiyor, buzdolabı kullanmıyorlar. Ekmekleri çok besleyici. Sebze ve meyve suyu içiyor, et yemiyor, süt içmiyorlar. Hayvanlar başıboş dolaşıyor. Tatlılarını doğal meyve şekeriyle yapıyorlar. (Sayfa: 44-47)

Porto Rico’lu bir üniversite öğrencisi olan Lester Rozas, 1967 yılında bir Venüs uçan dairesinde tanıştığı iki Venüslüyü şöyle anlatıyor:

“Lean Deeka 20 yaşında bir erkek, nişanlısı Sharanna ise 19 yaşında güzel bir kız. Her ikisi de çok genç olmalarına rağmen davranışları yaşlı insanları andırıyor. Lean’ın yüzünde hiç tüy yok, her ikisinin de alınları geniş, gözleri hafif çekik. Erkeğin gözleri yeşil, kızınkiler mavi. Güldükleri zaman gözleri ışıl ışıl yanıyor. Sesleri sanki müzik gibi hayat dolu bir ifade taşıyor. Elbiseleri soluk portakal renginde, bellerinde sarı bir kuşak var.
“Dünyamıza çeşitli zamanlarda farklı planet ve kültürlerden uzaylıların geldiğini söylediler. Uçaklarımızın saldırganlığından yakınarak Venüslülerin barışsever olduklarını, saldırganlığın Yaratıcının yasalarına aykırı olduğunu belirttiler. Verdikleri altın sarısı içki kayısı suyu lezzetindeydi. Meyve salataları bizim elma, üzüm, kiraz ve şeftalimizi andırıyordu. Sadece bitkisel gıdalarla beslendiklerini, bal hariç hayvansal besinler yemediklerini söylediler. Anlattıklarına göre Venüs’te hastalık yok, senelerce gençliklerini koruyabiliyorlar. Her birimiz özel bir tip manyetizmle şarj edilmiş haldeymişiz, fakat bu gücü şifacılıkta kullanmayı bilmiyormuşuz, oysa bazı üstatlar Lao Tse, Budha ve İsa doğuştan bu güce sahipmiş.” (Sayfa: 52-54)

Lester Rozas bir başka Venüslü olan ve daha evvel George Adamsky ile de ilişki kuran Orthon’un 1968 yılında kendisine anlattıklarını şöyle özetliyor:

“Orthon’un söylediğine göre dünyadaki her şey elektrokimyasal bir yapıda olup manyetik tesirlerden etkilenmekteymiş. Dünyanın manyetik kutupları sürekli değiştiğinden, değişen vibrasyonlara uyum sağlamakta zorlanan sinir sitemimiz yüzünden devamlı uyumsuzluk içindeymişiz. Hatta kendileri bile dünyadayken bu değişimlerden etkileniyor ve saldırgan niyetler taşıyabiliyorlarmış. Öteki planetlerde durum bunun tersiymiş, orada insanlar planetin stabil (kararlı) manyetik kutuplarıyla uyum içindeymiş. Ama durum yakında lehimize dönecek, biz de barışsever ve birbirini seven insanlar olacakmışız. Şu anda bu değişimi yaşamaktaymışız, bunlar kutsal kitaplarımızda yazılı imiş.
“Orthon yaşının 215 olduğunu söyledi. Venüslü ihtiyarlara göre o ergenlik çağında sayılırmış, Venüslülerin 900 yıl ve daha fazla yaşayabildiklerini söyledi. Oysa Orthon, 23 yaşında olan benden daha yaşlı göstermiyordu. Uzun yıllar önce kutsal kitapta adı geçen Enok olarak yaşamış ve bir uçan daireyle alınıp götürülmüş! Venüs’e bedeniyle yükselmiş ve hayatının kalan kısmını orada tamamlamış.
“Orthon’un söylediğine göre Atlantis zamanında insan ömrü daha uzunmuş, çünkü dünyanın manyetik alanı uyum içindeymiş, bugünkü gibi sık sık değişiklikler olmuyormuş. Ayrıca o zaman dünyanın çevresinde bugün Venüs’te olduğu gibi bir sis tabakası varmış, güneşin zararlı ışınlarını engellemek insanın ömrünü uzatıyormuş. Orthon Atlantis’in, bugün bizim yaptığımız gibi atom enerjisini kötü maksatlarla kullanmaktan battığını söyledi. Mu’ya karşı savaşmışlar, her ikisi de yok olmuş. Atalarının o zamanlar dünyalılara uzay gemileri yapmayı ve manyetik prensipleri öğrettiğini, ama şimdi bu bilgiyi dünyalılara vermek istemediklerini, çünkü eskiden olduğu gibi kendimizi yok etmemizden korktuklarını söyledi.
“Orthon’a göre Marslıların ömrü 300-500 yıl civarındaymış, aralarında 700 yıl yaşayanlar da varmış. Mars, Venüs gibi bir sis tabakasıyla korunmadığı için insanların ömrü daha kısaymış. Söylediğine göre uzun ömrün bir nedeni de evrensel sevginin planetlerinde yaygın oluşu. Nükleer deneylerimizin yaydığı radyasyonun ömürlerimizi kısalttığını ve dejenere nesiller yarattığını söyledi. Ayrıca, beslenmemizin iyi olmadığını, et yemememiz gerektiğini, alkol ve tütünün genetik dejenerasyona sebep olduğunu da ekledi. Ağrı gidericiler ile DDT’nin zararlı olduğunu, kendi planetlerinde bitkilere doğal gübreler verdiklerini anlattı.
“Venüslüler nüfus planlaması uyguluyor, nüfusu planetin doğal kaynaklarıyla dengede tutuyorlarmış. Para kullanmıyor, parasız bir ekonomik sistem uyguluyorlarmış. Venüs’te hiç fakir yokmuş, özel mülkiyet varsa da bir üstünlük aracı değilmiş. Aile toplumun temel ünitesiymiş. Manyetik enerji kullandıklarından gezegenleri kirlenmiyormuş. Tanrının yasalarına göre yaşadıklarından ibadethanelere ihtiyaç duymuyorlarmış. Orthon, George Adamsky’nin şimdi Venüs’te enkarne olduğunu da söyledi.” (Sayfa: 55-59)

Venüs Planeti Yöneticisi VENÜS’ten Dünyaya Mesaj : “Uygarlığımızın temeli, tüm yaşamın tek yüce Kaynağına, tanrıların üzerindeki tek Tanrıya duyulan güçlü bir sevgiye ve inanca dayanır. Tanrı en küçük ot parçasından, evrenlerin evrenine kadar her yerde, her şeydedir. Tanrı uzak bir cennette oturup çocuklarını günahları için cezalandıran bir varlık değildir. Böyle bir Tanrı hiçbir zaman mevcut olmadı. Her şey Onda, O her şeydedir. Tanrı “O” diyebileceğimiz bir varlık değildir, tüm yaşamın yüce kaynağının formu yoktur, her yerde olanın bir formu olabilir mi ? O her yerdeki şuurdur, biz de o şuurun içinde yaşarız, biçimleniriz, varlığımızı sürdürürüz. Formların sebebinin formu yoktur.
“İnsan kalbi, insan zihninin ifade edemediğini sevebilir, ona ibadet edebilir. Bizim teleskoplarımız dünyada neler olup bittiğini görecek kadar gelişmiştir. Evlerinizin içine, özel yaşamlarınıza girmeyiz, ama açıkta olan her şeyi görebiliriz. Biz de beceri ve maharet isteyen oyunlar oynarız, ama sizin gibi savaşa dönüşen oyunlarımız yoktur, Venüs’te ufacık çocuklar bile çekişmezler. Bizde gecekondular yoktur, yoksulluk da yoktur, aşırı gerginlik de yoktur. Tüm insanlar hoş bir çevre içinde konforlu bir yaşam sürerler. Çocuklar için bolca oyun sahaları vardır, sokak ve kaldırımlarda oynamazlar.
“Barış ve sevgi atmosferi öyledir ki, hayvanlar ve kuşlar tarafından bile hissedilebilir. Yüz ve bedenlerimiz sizinkilere benzer. Biz çok uzun boyluyuz, bir seksenin altında kimse yoktur, çoğunluk onun da üstündedir. Hepimiz mavi gözlü, sarı saçlıyız. Sizdeki gibi sarışın, esmer, kızıl saç çeşitliliği bizde yoktur. Biz Venüslüler dış görünüşe değil, içsel ifadeye önem veririz. Ben Venüs halkı adına konuşanVenüs’üm. Şimdi Dünya’ya veda ediyorum.” (Sayfa: 62-66)

BİLGİ KİTABI EVRENSEL MİSYONU

Kadim Mısır Kahinler Okulu Başkanı ELİHU : “Bu karanlık çağ sevginin ve saflığın işlerini pek anlamayacaktır, fakat tek kelime bile kaybolmamıştır. Çünkü Tanrının kayıt kitabında her düşüncenin, her işin, her kelimenin bir kaydı vardır. Dünya almaya hazır olduğunda Tanrı Kitabı açması ve onun kutsal sayfalarından tüm saflık ve sevgi mesajlarını kopya etmesi için bir Haberci gönderecektir. O zaman yeryüzündeki her insan Hayat Kelamını kendi ülkesinin diliyle okuyacak ve ışığı görecektir. Ve insan tekrar Tanrı ile birlikte olacaktır!” (Sayfa: 4)

Dünya Rabbi, güneş sistemini yöneten Üçlü Mekanizmadan “Bilgi Kitabını” talep etmiştir. Üçlü Mekanizma bu kitabın bilgilerini İlahi Yüksek Tesirden süzüp alacak durumda olmadığı için, bağlı olduğu Tek denen Yüce Önder Mekanizmadan istemiştir. Tek bu bilgileri çekip alarak kitabı Dünya Rabbi’ne iletmiştir. Bilgi Kitabı artık Dünya Rabbi’nin tasarrufundadır. Dünya Rabbi Bilgi Kitabı’nın açığa çıkarılmasını girift ve karmaşık bir icra ile gerçekleştirmektedir. Dünya Rabbi’nin sağ kolu olan Sadıklar Planı, 10 yıl boyunca gönderdiği mesajlarla Bilgi Kitabının anlaşılması için ortamı hazırlamıştır. Bilgi Kitabı Altın Çağ’ın kurucu kitabıdır, bin edilmiş yönü Tek bir yön haline getirecektir. Dünya insanının
kainattaki yeri ve zamanı anlatılacak, evrensel gerçekler açıklanacaktır. (Sayfa: 6-7)

Tibetli rahip Lobsang Rampa ‘Hermit’ adlı eserinde uzaylılar tarafından alınıp Himalaya Dağlarının içinde bir uzay üssüne götürülen yaşlı bir Hermitin başından geçenleri anlatır. Hermite astral bedeniyle kozmik bir seyahat yaptırtan bu varlıklar şöyle derler: “Eğer dünya halkı durdurulmazsa kendilerini yok edecek bir teknoloji geliştirecek ve uzayı öyle kirletecekler ki, bu gruptan olan öteki dünyalar da bundan etkilenecekler. Biz bu dünyanın bahçıvanlarıyız, burada ve benzer dünyalarda insan ve hayvan eker, yetiştiririz. Bu dünyalar deneme alanlarıdır, öteki dünyaları tehlikeye atmanıza izin veremeyiz. Siz sandığınız gibi yaratılışın merkezi değilsiniz, bunu anlayacağınız günler gelecek. Şu anda bini aşkın dünyanın merkez dünyasındasın. Sizinki de içinde olmak üzere tüm bu gruptaki dünyalar buraya bağlıdır. Hepiniz onun üstadına şükran borçlusunuz. Burası kendine özgü kainatın merkezidir, kültür ve bilim yuvasıdır. Bu kainatta ondan daha yücesi yoktur.” (Sayfa: 10-11)

Dr. Bedri Ruhselman evrim serisi dünyalar hakkında şunları söylüyor: “Dünyamızda bitki, hayvan ve insan serisinde meydana gelen evrim, ruhların olgunlaşmak için izleyecekleri yollardan sadece biridir. Herhangi bir evrim yolunu tutmuş olan ruhlar, hep o yolda gelişen evrim serisini izlerler ve ancak o serideki maddi varlıklara uygun dünyalara enkarne olurlar. Mars’ın evrim şartları Dünya’ya benzer, onlar da bitki, hayvan ve insan serisinde evrimleşirler. Güneş sistemimizde olduğu halde aynı evrim serisini izlemeyen gezegenler de vardır. Mesela Güneşte enkarne olan ruhlarda bitki, hayvan, insan serisi yoktur. Buna bakarak oradaki varlıkların geri olduğu söylenemez. Jüpiter ve Satürn’deki varlıklar da bitki, hayvan ve insan şeklinde değillerdir. Onların olgunluk dereceleri insandan biraz daha ileridir. Kainatta meskun olmayan hiçbir yer yoktur, her yerde o yerin şartlarına ve yasalarına uygun olarak evrimleşen ruhlar vardır. Dünyanın dahil olduğu grup oldukça geri bir düzeydedir. O kadar ki dünya, hemen hemen hayvanların insanlığa yeni ayak bastığı yerlerden biridir.” (Sayfa: 12-15)

Evrim serisi dünyalar konusunda Sadıklar Planıyla çeşitli tarihlerde yapılan celseler aşağıda sunulmuştur:

SADIKLAR PLANI (Celse 12. 4. 1964) : “Bugün içinde bulunduğunuz alemin üçte ikisini meydana getiren ve ruhsal yapılanma bakımından bir orijinallik gösteren varlıklarınız, İdareci Mekanizma tarafından yeni bir Din Günü’ne sürüklenmektedir. Bu değişiklik güneş sisteminin üç gezegeninde olacaktır. Bunlar Dünya, Mars ve Satürn’dür. Uzaya açılma hamleniz Din Günü’ne hazırlanışınızın belirtisidir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 31. 12. 1964) : “Bugün güneş sisteminizde üç tür değişiklik olmaktadır. 1- Maddenin titreşim düzeyinde bir miktar gerileme. Bu iklim değişikliklerine, bazı hastalıklara ve sinir bozukluklarına yol açacaktır. 2- Varlıklar sisteminin şuurlu ve otomatik bağlantı kuşaklarında artış. Varlıklar arasındaki bu şuur birleşmeleri sizin değil Yukarı’nın yardımıyla, yani tesir şebekeleri ve ağlarıyla gerçekleşecektir. 3- Dünya, Mars ve Satürn’ün karşılıklı etkileşimlerinde artış. Bu etkileşim tamamen fiziki tesirlerden oluşacaktır.”

SADIKLAR PLANI (Celse 22. 1. 1966) : “Varlığın evrimine ait bu olaylar ezel ve ebet denilen iki siklus arasında meydana gelir. Bu olay sadece dünyayı ilgilendiriyor değildir. Aynı kaderi paylaşan diğer iki planetin, Mars ve Satürn’ün geleceği de Dünya’nın geleceğiyle ilgilidir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 1. 3. 1968) : “Dünya’nın evrimi, Mars’ın ve Satürn’ün kaderiyle aynıdır demiştik, ama şu farkla ki, Dünya bir aşamanın sonlarına gelirken, diğerleri bir aşamanın içine girmiş olacaklar. Yüksek İdare Planı, birini diğerinin yerine koyacak tarzda varlıkları kendi görev planına doğru çekmektedir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 7. 8. 1970) : “Yeryüzünde mevcut organizmalar, en küçüğünden en büyüğüne kadar insana hizmet olsun diye meydana getirilmemiştir. Yeryüzünün işlevi bir laboratuvar görevi görmesidir. Dünya Yüksek Ruhsal Kudretlerin deney yeridir. Çok çeşitli organizmalar meydana getirilmiş ve yok edilmiştir. İnsan da sürekli kontrol ve değişim içinde tutulmaktadır.Yani sizler Yüksek Ruhsal Bilimler Kurulunun laboratuvarında çalışan laborantlar ve kobaylarsınız. Sizin işiniz normal bir evrim içinde olanlardan daha zordur, fakat evriminiz onlara oranla daha hızlıdır.”

SADIKLAR PLANI (Celse 28. 1. 1972) : “Dünya okulu sizi iki bakımdan geliştirmektedir. 1- Genetik bir ayıklanmaya doğru gitmektesiniz. 2- Yeni bir realitenin idrak ve şuurunu sezmeye çalışmaktasınız. Bu şuur çok önemlidir. Dünya güneş sistemi içinde böyle yetiştirici bir önderliği yüklenmiştir. Böylece dünyanız diğer planetlerin büyük ve kutlu imkanlarından yararlanacaktır.”

SADIKLAR PLANI (Celse 14. 8. 1970) : “Dünya ve onunla aynı kaderi paylaşan diğer planetler belirli bir fizik yapının, belirli bir enerjinin yoğunlaşmasından meydana gelmiş organizmalardır. Kainattaki planetler fizik yapıları, enerjileri ve hizmetleri bakımından sınıflara ayrılırlar. Bu sınıflamayı belirtmek için o planetin “kendi kainatı” deyimi kullanılır. Dünya’nın kainatına giren planetler güneş sisteminin dışında da bulunabilir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 14. 8. 1970) : “Yeryüzündeki ırklar insan tipinin temsilcileridir, yani onlar evrensel tiplerdir. Dünyada olmayan 8 ırk daha vardır, hepsi 12 ırktır. Irklar birbirinden çıkmamıştır, tıpkı birbirinden çıkmayan türler gibi.”

SADIKLAR PLANI (Celse 14. 8. 1970) : “Dünya insanının enkarnasyon hayatı ille de tek hücreliden çok hücreliye doğru bir seyir izlemek zorunda değildir. Böyle bir şart ve yasa yoktur. İnsan ruhu tamamen maddeye bağlı olarak evrimleşmez. O, şuurunun barındırdığı kudretler oranında maddi bünyenin hakimi olur. Bu maddi mekan, bu bünye neden yalnız sizin dünyanızda bulunsun? Bu mekan neden bitkiye, hayvana veya insana benzesin? Siz maddi boyutun kapsamını ve miktarını bilemezsiniz. Bir ruh evrimini sadece bilinen kalıplar içinde yapmaz, maddenin kombinasyonları sonsuzdur. Gördüğünüz gibi bir ruhun dünyanız üzerindeki varlık biçimlerini aynen izlemesi gibi bir zorunluluk yoktur.”

ÖNCÜLER PLANI (Celse 14. 12. 1973) : “Birbiriyle temas imkanına sahip ortamlar tesir bakımından aynı olan, yani bir tesir koordinasyonu içinde bulunan ortamlardır. Ama bu, değişik koordinasyonlar içinde bulunan ortamlar arasında bağlantı olmayacağı anlamına gelmez. Güneş sistemindeki planetlerin hepsi aynı tesir koordinasyonunda değildir, onlar arasında değişik gruplaşmalar vardır. İçlerinden bazıları sisteminiz dışındaki planetlerle gruplaşabilir. Bu yüzden, sisteminiz dışındaki planetlerle temas kurmanız mümkündür. Ancak, aynı grup içindeki planetlerin size bu temas imkanını sağlaması daha kolaydır.”
(Sayfa: 16-21)

Şimdiye kadar dünyaya indirilmiş kutsal kitaplar konusunda çeşitli tarihlerde Sadıklar Planıyla yapılan celselerin dökümü aşağıda sunulmuştur:

SADIKLAR PLANI (Celse 9. 2. 1968) : “İlahi Planlardan indirilen kutsal kitaplardaki ayetler, ancak insanlığın anlayış ve idraki karşısında bir değer taşır, onlar sadece sizin içindir. Belirli bir boyut içindeki anlayışınıza perdah çekecek tarzda kurgulanmışlardır. Onları genellemeye ve tüm alemlere uygulamaya hakkınız ve yetkiniz yok. Unutmayın ki peygamberleriniz “Her şeyin en doğrusunu Allah bilir” demişlerdir. Buradaki derin sezgi ve bilgiyi kavramaya çalışın.”

SADIKLAR PLANI (Celse 22. 3. 1968) : “Bir planeti sevk ve idare eden Ruhsal Plan, o planetin her noktasıyla ilgilenecek bir organizasyona sahiptir. Sizler bu organizasyonu İlahlar, Rabler olarak bilirsiniz. Oysa bir İdare Mekanizması bu türlü kurumların birçoğunu kapsar. Kadir-i Mutlak’ın prensip ve bilgisini derece derece indirerek size verdiği kutsal metinler bu organizasyonlar tarafından hazırlanmıştır. Onlar İlahi Organizasyonlardır, yaratılışla birlikte aynı plana dahil olarak zuhur etmişlerdir. Her boyutta, her yerde, tüm kainatta bu organizasyonlar rol oynarlar.”

SADIKLAR PLANI (Celse 5. 4. 1958) : “Varlığın yoktan var edilmesi sadece Kadir-i Mutlak’a has, açıklanması imkansız ve şuurdışı bir olaydır. Kutsal metinlerinizdeki yaratılış, metni indiren Plan’ın düzeyindeki bir anlayıştır ve Planın amacına uygun bir açıklamadır. Bu açıklamaların hepsi bir üst düzeydeki Planın bilgi ve direktifiyle yapılmıştır, yani hepsi varlıklara ait açıklama ve nakillerdir. Hiçbir şekilde Kadir-i Mutlakla ilgili bilgiler değillerdir. Bunu böylece biliniz!”

SADIKLAR PLANI (Celse 17. 4. 1970) : “Kainatlara, tüm alemlere sahip olan ve onlardan yine onlar vasıtasıyla soyutlanmış olan Kadir-i Mutlak yaratıklarıyla kesinlikle ilgili değildir. Kadir-i Mutlak hiçbir şeyle anlaşılamaz, ifade edilemez, belirtilemez, eşya alemine dahil edilemez. Ne sizin dünyanıza ne de başka dünyalara Kadir-i Mutlak’tan bir kitap indirilmiştir, çünkü kitap indirmek varlıklara ait bir şeydir. Kadir-i Mutlak’a ait bir olay görece bir alemde mevcut olamaz, bu çelişkidir. Dolayısıyla, kainatlarda alınmış verilmiş her şey en fazla o alemin idarecisinden gelir, insanın idraki de ancak o düzeye kadardır. Yalnız şunu biliniz ki, dünya insanının sevk ve idaresini eline almış olan İdare Planı yeryüzünde her türlü olayı düzenleyecek derecede liyakat ve kudret sahibidir. Kadir-i Mutlak’ın rızasına da sahiptir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 23. 2. 1968) : “Dünyanız, diğer dünyalar, tüm sisteminiz, aleminizin Tanrısı, Rablerimizin Rabbi olan İlahi Plandır. Rablerin Rabbi olan bu İlahi Plan kendine bağlı olan tüm yaratılışın sahibidir. Kadir-i Mutlak, yaratıklarının gelişiminde yine yaratıklarını kullanır, yasası böyledir. Kutsal kitaplar Rablerin Rabbi olan İlahi Planın bir kıvılcımıdır!”

SADIKLAR PLANI (Celse 21. 5. 1966) : “Kutsal metinler tüm açıklığıyla ortada dururken insanlar asırlardır onları anlamaya çalışmamışlardır. Gerçeği ararken gördükleri şeyin esasını deforme etmişler, yüzlerce anlayıştan doğan mezhepler yaratmışlardır. Her ego bir mezhep gibidir ve birbiriyle çatışma halindedir!”

SADIKLAR PLANI (Celse 11. 9. 1970) : “Bir mesaj birçok transformasyondan geçip peygamberin sinesine düşünceye kadar zayıflamaktadır. Asla ilk çıkış yerindeki kudret ve etkiye sahip değildir. Öte yandan, mesajları insanların zaptedebilme yetersizliği de önemli bir faktördür. Hatırda tutma ve yanlış kaydetme esas anlamı saptırır. Kutsal metinler safiyetini koruyabilseydi üst üste birbirini düzelten kitaplar inmezdi.”

SADIKLAR PLANI (Celse 23. 4. 1966) : “Tüm dünya insanlığının şuur berraklığında yeni bir yoğunlaşma devresi yakındır. Bu yoğunlaşma imanla değil, bilgiyle sağlanacaktır. Bu hazırlık devresinde her insan nefsiyle mücadele edecek ve vicdan sesinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. İman devri artık bitmiştir. Bireylerin nefsin kontrolü altında düzgün çalışan bir vicdan kanalına girmesi zorunludur, buna hiçbir güç engel olamaz. Bu hem ruhsal, hem de kozmik bir devrimdir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 11. 12. 1970) : “Eğer hayatınızda vicdan kanalınızdan aldığınız bilgilerle kendinizi kontrol edebiliyor ve nefsinizi mağlup edecek şekilde davranabiliyorsanız dine ve mezhebe ihtiyacınız yoktur! Ama bu konularda aksaklığınız ve güvensizliğiniz varsa, ait olduğunuz dinin emir ve yasaklarını izleyerek kendinizi disiplin altında tutabilirsiniz.”

SADIKLAR PLANI (Celse 11. 1. 1974) : “İnsanlığın gireceği bu yeni devrede bireysel sınavlar ve çabalar büyük önem taşımaktadır. Artık mucizelerle dolu bir geçmiş geride kalmıştır. Başta din olmak üzere her türlü empozisyonlar ortadan kaldırılmaya başlanmıştır. İnanç dünyasını kendi başına kuracak ve yürütebilecek insanların devridir bu. Bu yüzden, tüm kararlarınızın her tür etkiden arındırılmış olarak sadece size ait olması gerekmektedir. Bu olmazsa olmaz koşuldur.” (Sayfa: 22-30)

Bilgi Kitabıyla ilgili olarak Dostlar Planı, Sadıklar Planı ve Spektra Gemisinden çeşitli tarihlerde alınan mesajları aşağıda sunuyoruz.

DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Toplum için şimdi ortak bir vicdan ölçüsüne ihtiyaç var. Fakat her birey buna uymayacaktır, çünkü düzeyi uygun değildir, ama uyacak kimseler bulunacaktır. Bu ölçü geri kalmış olanların da gelişmesine yardım edecektir. Herkesin aynı düzeyde olması dünyada zaten sağlanamazdı. Bu düzeyin küçük farklarla birbirine yakın olması idealdir. Bilgi Kitabında ortak vicdan ölçüsü hakkında ayrıntı verilmiştir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 24. 4. 1965) : “Güneş sistemini bir Trinite idare eder. O da daha büyük olan Tek’e bağlıdır. Trinite üç ayrı tesir mekanizmasıdır. Biri sağda, biri solda, biri ortada. İnsanlığın “aşama kaderi” ortadadır, bundan evvelkiler solda ve sağda olmuştu. Ortada olan bittikten sonra insanlığın “aşama kaderi” Tek’e devredilecektir. Üçte bir, birde üç! Tüm kitaplar Üç’ten, yani Üçlü Plandan verilmiştir, son kitap (Bilgi Kitabı) Bir’den, Tek’ten verilmiştir.”

SADIKLAR PLANI (Celse 28. 1. 1971) : “Haberin (Bilgi Kitabı) yayımlanması belli bir tarihe bağlı değildir. Ortaya çıkış tarihi zaman ve zemin göz önünde tutularak belirsiz bırakılmıştır. İnsanlığın belirli bir seyri ve ideali kazanması gerekir. Bu insanların kendi davranışlarıyla ilgili bir konudur.”

SPEKTRA GEMİSİNDEN : “Bilgi Kitabı zamanı gelince insanlığa indirilecektir, ama bu yıllar alabilir. Ancak kitap indirildiğinde insanlığın tanık olacağı en büyük olay olacak. Esas çalışma Bilgi Kitabıdır. Kitabı Shipi bulacak, sonra Uri, sonra Andrija. Üzerinde uzun yıllar çalıştıktan sonra ortaya çıkaracaklar. Kitap şimdiden bu kişiler tarafından bulunmayı bekliyor. Ancak henüz zamanı gelmedi.” (Sayfa: 31-35)

Mu Uygarlığının ve kıtasının ikinci yok oluşundan önce bin kişilik bir Yüksek İnisiyeler Grubu uzay gemileriyle dünya dışında bir yere götürüldü. Daha sonra bunlardan 360’ı Mısır’a getirildiler ve Büyük Piramit’i inşa ettiler. O ortama adapte olmaları için Tibet, Zimbabwe ve Agarta’dan gelen kadrolar inisiyelere yardımcı oldular. Bu varlıklar uzun boylu, beyaz tenli, düz siyah saçlı, ela ve yeşil gözlüydüler. Çeşitli spiritüel güçlere ve kozmik bilgiye sahiptiler. Mısır resimlerinde görülen beyaz tenli esrarengiz insanlar bu 360 kişilik gruptandır. Musa da bu bin kişiden biriydi. Gerçek Ben-i İsrail işte bu 360 kişilik kadroydu. Üçlü Mekanizmaya bağlı olarak o dönemde çok büyük işler yaptılar. O zamanın İsrailoğulları da bu çalışmalara katılmışlardır. Söz konusu kadronun başlattığı görev hala devam etmektedir, Altın Çağ kuruluncaya kadar da devam edecektir.
Sadıklar Planı tarafından verilen bir mesajda şöyle denmektedir: “Bir ulus, o siklusun amaçlarına uygun hareket ediyorsa görevli kılınır. Etmiyorsa mesele yoktur, görevi yapacak başka uluslar harekete geçirilir. Dünyanızın kuzeyinde yaşayan bir ulus önemli bir görev yapacakken bu hakkını kaybetmiştir. Onlar yeteneklerini başka bir noktada söndürdüler. Bir ulusun siklusun amacına uygun hareketinin ölçüsü ruhsaldır.”
Bu mesajdan da anlaşılacağı gibi Türkiye bu görev için Dünya İdare Mekanizması tarafından seçilmiş gibidir. Seçilme olayı kesinlik kazanmamakla birlikte çok güçlü bir olasılıkla ülkemiz bu siklusta önemli roller oynamaya aday bir ülkedir. Bu yüzden, Türkiye’nin ruhsal kanala girmesi ve görevi hak etmesi gerekmektedir.
Sadıklar Planının mesajları Bilgi Kitabı’nın bir yorumudur. Bu yorumun iyice bilinmesi Bilgi Kitabı’nı anlamada yardımcı olacaktır. Bilgiyi alabilmek yine bilgiyle mümkündür. Ancak çok geniş bilgi ve gözlem sahibi olunarak bir kainat kitabı olan Bilgi Kitabı anlaşılabilir. (Sayfa: 36-39)