31.03.2009

ÖLÜMSÜZ ÜSTATLARIN
YAŞAM VE ÖĞRETİSİ
(Birinci Cilt)
AKAŞA YAYINLARI

Üç ciltten oluşan bu eser, yazar ve bilim adamı Baird T. Spalding’in 1894 yılında on bir kişiden oluşan bir bilim ekibiyle Uzakdoğu’da yaptığı araştırma gezisi sırasında kaleme alınmıştır. Ekibin üstatlarla karşılaşmalarını, onlarla geçirdikleri yılları ve bu sırada yaşadıkları olağanüstü deneyimleri anlatmaktadır. Yayımlandığı dönemde büyük ilgiyle karşılanan ve birçok dile çevrilen bu eserde üstatların olağanüstü öğretileri de yer almaktadır.

BÖLÜM : 1

Emil adını verdiğim üstatla Hindistanda bir pazar yerinde karşılaştık ve arkadaş olduk. Mükemmel İngilizce konuşan, 40 yaşlarında biriydi. Bir gün onunla kent dışında kırlık bir yerde yürüyüşe çıkmıştık. Bir süre sonra üzerimizde daireler çizen bir güvercin belirdi, Emil güvercini işaret ederek kuşun kendisini aradığını söyledi. Sonra hareketsiz durdu, gerçekten de kuş gelip yana uzattığı koluna konuverdi. Güvercinin kuzeydeki bir arkadaşından haber getirdiğini, arkadaşının henüz telepatik iletişim kurabilecek ustalığa erişemediği için bu yöntemi kullandığını söyledi. Daha sonra üstatların birbirleriyle düşünce aktarımı yoluyla, elektrikten ya da telsizden çok daha süptil bir güçle anında iletişim kurabildiklerini öğrendim.
Bu olaya tanık olduktan sonra Emil’e sorular sormaya başladım. Bana anlattığına göre sessizce kuşları çağırabiliyor, onlar havadayken uçuşlarını yönlendirebiliyor, önlerinden geçerken çiçek ve ağaçlar başlarını eğerek kendine selam veriyorlardı. Daha sonra bana vahşi hayvanların korkusuzca nasıl yanına geldiklerini de gösterdi. Yemek için parçaladıkları küçük bir hayvan için kavga eden iki çakalı ayırdığına da tanık oldum. Emil onlara yaklaştığında hayvanlar kavga etmeyi bıraktılar, şaşkın bakışlarım altında başlarını yana açtığı iki eline tam bir teslimiyetle dayadılar, sonra sessizce avlarını yemeye koyuldular. Emil bu vahşi hayvanlardan birini elime almam için bana uzattı ve şöyle dedi: “Tanık olduğun bu işleri yapabilen benlik ölümlü benlik değildir, daha derin ve gerçek bir benliktir. Bunları yapan içimdeki Tanrıdır, benim vasıtamla çalışan her şeye kadir Tanrı. Ben tek başıma fani benliğimle hiçbir şey yapamam. Ancak dışsal benlikten kurtulup gerçek benliğin iş görmesine ve Yüce Tanrının ortaya çıkmasına izin verdiğimde bu şeyleri yapabilirim. Tanrı sevgisinin senin kanalınla her şeye akmasına izin verdiğinde hiçbir şey senden korkmaz, hiçbir şey sana zarar veremez. Hayvandan korkmayı bırakıp Tanrı-Benliğini yansıttığında ortama barış ve uyum egemen olur.”
Artık Emil’den ders almaya başlamıştım. Bu arada beni çok şaşırtan bir şey oldu, Emil geceleri birden odamda belirmeye başladı, yatmadan önce kapımı kilitlediğim halde birdenbire karşımda beliriveriyordu. Başlarda bu durumdan rahatsız olduysam da sonradan alıştım. Gördüğüm kadarıyla bu üstatlar işlerini gösterişsiz bir biçimde sadelikle yapıyorlardı. Bazen bir köyü vahşi hayvanların saldırısından korumak için bedenlerini uzunca bir süre köyün girişinde bırakıyorlardı! Gerekirse suyun üzerinde yürüyor, yangının içinden geçiyor, görünmez alemde yolculuk ediyor ve olağanüstü birçok mucize gerçekleştiriyorlardı. Yiyecek, giysi ve para da dahil tüm günlük ihtiyaçlarını direkt Evrensel Öz’den sağlıyorlardı! Ölümü o kadar uzun zaman önce yenmişlerdi ki, halen yaşayan birçoğu nüfus kayıtlarının kesin şekilde kanıtladığı gibi 500 yaşın üzerindeydi! (Sayfa: 9-15)

BÖLÜM : 3

O gün doksan mil uzaklıktaki küçük bir köye, Asmah’a gitmek üzere yola çıktık. Emil kendinden daha genç iki adamı bize eşlik etmekle görevlendirmişti. Jast ve Neprow adını vereceğim bu adamlar (üstatların gerçek adlarını açıklamamak için onlarla bir anlaşma yapmıştık) her bakımdan işlerinin ehli kimselerdi. Ayrılırken Emil bizi şu sözlerle uğurlamıştı: “Doksan mil uzaklıktaki yeni durağınıza varmanız yaklaşık beş gün sürecek. Ben burada bir süre daha kalacağım, çünkü bu mesafeyi katetmek için bu kadar zaman harcamam gerekmiyor, ama sizi karşılamak üzere orada olacağım. Sizden, sözlerimi doğrulaması için arkadaşlarınızdan birini burada bırakmanızı istiyorum.”
Gideceğimiz köye yolculuğun beşinci günü akşam üstü vardık. Gerçekten de Emil bizi köyde karşıladı, yaşadığımız şaşkınlığı hayal edebiliyor musunuz? Kuşkusuz hepimiz bir ağızdan sorular sormaya başladık. Emil merakla beklediğimiz şu yanıtı verdi: “Ben az önce beş gün önce ayrıldığınız o köydeydim, bedenim hala o köyde yatıyor! Köyde bıraktığınız arkadaşınızla görüştüğünüzde birkaç dakika öncesine kadar kendisiyle konuştuğumu ve saat dörtte sizi burada karşılayacağımı söylediğimi doğrulayacaktır. Evet bedenim hala orada, arkadaşınız şu anda hareketsiz olan o bedeni görmektedir! Bunu, bedenimizi bırakıp istenilen yere vaktinde yetişebileceğimizi kanıtlamak için yaptım. Size eşlik eden iki arkadaşım da bu yolculuğu benim gibi yapabilirlerdi. Ama sıradan insanlar olduğumuzu kanıtlamak için sizinle geldiler. Bedenim bu akşama dek orada kalacak, sonra onu buraya getireceğim! Arkadaşınız da yola çıkıp belirlenen zamanda buraya ulaşacak.” Sonra Emil gözlerimizin önünde bir anda ortadan kayboldu!
O akşam tüm grup konuk evinde toplanmıştı, Emil yine ansızın odada beliriverdi. Bizleri selamladıktan sonra konuşmaya başladı: “Bakın, böyle aniden belirivermemde hiçbir sihir yok. Şimdi yapacağım deneyi görmek için bana yaklaşın, elimde az önce çeşmeden doldurulmuş bir bardak su var. Bardağın ortasında oluşmakta olan bir buz parçacığı görüyorsunuz, giderek çevresine daha fazla buz toplanacak ve sonunda bardaktaki tüm su donacak. Burada olan şey nedir? Buz oluşana dek suyun merkezi atomlarını Evrensel’de tuttum, başka bir deyişle onlar buz haline gelene ve çevresindeki diğer parçacıklar donana dek titreşimlerini düşürdüm. Siz bunu bir bardak suya, bir küvet suya, bir göle, denize, hatta dünyanın tüm su kütlesine uygulayabilirsiniz. Ne olacaktır? Hepsi donacaktır öyle değil mi? Ne amaçla? Hiçbir amaçla! Bunu hangi güç ve yetkiyle yapabildiğimi sorabilirsiniz, ben de mükemmel bir yasayı kullanarak derim. Ama bu işte bir amaç yok, burada hiçbir hayır elde edilmemiştir ya da edilemez. Eğer bu işlemi sonuna kadar sürdürseydim ne olurdu? Nasıl bir tepkiyle karşılaşırdım? Ben yasayı biliyorum, ifade ettiğim şey, ifade ettiğim kadar kesin bir şekilde bana geri döner. Bu yüzden sadece hayırlı olanı ifade ederim ben, hayırlı olan da bana hayır olarak geri döner. Eğer suları dondurmayı ısrarla sürdürseydim sonuca ulaşmadan çok önce soğuk bana tepki gösterir, ektiğimi biçerek soğuktan donardım. Oysa hayırlı olanı ifade edersem hayrın hasadını sonsuza dek biçerim. Bu köyde belirivermem de bu şekilde açıklanabilir. Ben o köydeki odada titreşimlerini yükselterek bedenimi Evrensel’de tuttum ve onu Evrensel’e (tüm maddenin potansiyel olarak mevcut olduğu Evrensel enerji) geri döndürdüm. Sonra BEN’İM ile, yani Mesih bilincimle titreşimleri düşüp bu odada şekillenene dek bedenimi zihnimde tuttum, işte siz şimdi o bedeni görüyorsunuz. Burada herhangi bir gizem var mı? Ben Baba’nın sevgili Oğlu vasıtasıyla verdiği gücü ya da yasayı kullanmıyor muyum? Bu Oğul siz, ben ve tüm insanlık değil mi? Gizem nerede yatıyor? Hiçbir yerde, çünkü gizem diye birşey yok. Mesih de bu şekilde doğmuştu. Büyük Ana Meryem ideali algıladı, ideal zihinde tutuldu, sonra Meryem’in ruhunun toprağında döllendi, orada bir süre tutuldu, sonra o kusursuz Mesih Çocuk dünyaya geldi. Bakışlarınızdan sizi hipnotize ettiğimi düşündüğünüzü anlıyorum. İsa da tıpkı benim gibi kapıları kapalı bir odada belirmedi mi? Ben hepinizin yapabileceği bir şeyi yaptım o kadar.” (Sayfa: 20-26)

BÖLÜM : 4

Güneş batmadan yarım saat evvel bir köye vardık, yaklaşık iki yüz kişinin yaşadığı bir köydü. Jast’ın yanımızda olduğunu duyan köylüler, hatta köyün hayvanları bile bizi karşılamaya geldiler. İlginin odağı elbette Jast’tı, köylüler ona büyük bir saygı gösteriyorlardı. Jast kendisiyle gelip gelmeyeceğimizi sordu, birkaç köylüyle onu izledik, köyü kuşatan açıklığa doğru yürüdük. Sonra ormana daldık, az ilerde yerde ölü gibi yatan bir adama rastladık. İlk bakışta onun ölmüş olduğunu sanmıştık, ama biraz daha yaklaşınca adamın çok dingin bir uykuda olduğunu anladık. Dikkatle bakınca şaşkınlıktan donakaldık, yerde yatan adam Jast’ın ta kendisiydi! Jast yerde yatan adama doğru yürürken yerdeki beden birden canlandı ve ayağa kalktı! Beden ve Jast bir an yüz yüze durdular, sonra birden yanımızdaki Jast gözden kayboldu, şimdi karşımızda tek bir beden duruyordu!
Herşey çok kısa bir süre içinde olup bitmişti, bu mucize karşısında adeta donup kalmıştık. Sonradan öğrendiğimize göre Jast uzunca bir süre önce bedenini ormanda bırakmıştı. Üstatlar yağmacı eşkiyalardan ve vahşi hayvanlardan köylüleri korumak için bunu sık sık yapıyorlardı. Aradan bir hayli zaman geçtiği çok belliydi, çünkü Jast’ın bedenindeki saçlar uzamış ve fırça gibi olmuştu, saçların arasına o bölgeye özgü küçük kuşlar yuva yapmışlardı. Olay hepimizi o kadar etkilemişti ki o gece hiçbirimiz uyuyamadık, ama Jast sanki hiçbir şey olmamış gibi mışıl mışıl uyuyordu. Aramızdan kimileri rüya görüp görmediklerini anlamak için kendilerini çimdikleyip durdular, kimileri de gidip Jast’ın uyuduğu yere bakıyor, sonra tekrar yataklarına giriyorlardı. (Sayfa: 27-30)

BÖLÜM : 5

Ertesi sabah Emil geldi. Onu karşımızda görünce peşpeşe sorular sormaya başladık. En çok sorulan soru insanın ölümü yenip yenemeyeceğiyle ilgiliydi. Bir banyan ağacının altına oturduktan sonra Emil söze başladı: “Size Sidha’nın (Buda’nın) sözleriyle yanıt vereyim. İnsan bedeni, daha az gelişmiş kardeşlerimiz olan bitki ve hayvanların bedenleri gibi tek bir hücreden gelişir. Bu tek hücre bedenin mikroskobik birimidir. Birçok kez tekrarlanan bir gelişme ve bölünme süreciyle bu hücrenin çekirdeği milyonlarca hücreden oluşan insan bedenine dönüşür. Bu beden hücreleri de farklı işlevlerde uzmanlaşırlar, ama kaynaklandıkları o tek hücrenin özelliklerini taşırlar. O tek hücre canlı yaşamının meşale taşıyıcısıdır, çünkü sınırsız yaşam özelliğine sahiptir. Bu, beden denen grup hücreleri için de geçerlidir, çünkü grup hücreleri de birçok kez tekrarlanan o tek hücreden meydana gelmişlerdir ve onun özelliklerini taşırlar. Tıpkı o tek hücre gibi grup hücrelerinin de yavaş yavaş canlılığını yitirip ölmeleri gerekmez. İnsan için bedenin kazaya uğraması dışında ölüm ya da bozulmayla ilgili doğal bir yasa yoktur, öyleyse ölüm sakınılabilecek bir kazadır. Hastalık, her şeyden önce bedende ruh huzurunun yokluğudur. Yaşlanmaya bağlı bozulma, zihnin ve bedenin hastalık durumlarıyla ilgili cehaletidir. Kazalar bile doğru zihinsel tutumla önlenebilir. Sidha’nın dediği gibi, beden veba ve grip gibi bulaşıcı hastalıklara bile doğal olarak kolayca direnebilir.
“Gençlik, Tanrısal insan formuna ekilen Tanrının sevgi tohumudur. Gerçekten de gençlik insanın içindeki Tanrısallıktır, gençlik ruhsal yaşamdır, güzel yaşamdır. Yaşlanma ise ruhsal değildir, fanidir, güzel ve gerçek değildir. Korku, acı ve üzüntü düşünceleri yaşlanma denen olumsuzluğu yaratır. Sevinç, sevgi ve ideal düşünceleri ise gençlik denen güzelliği yaratır. Yaşlılık, içinde gençlik mücevherinin yattığı bir kabuktan başka bir şey değildir. Ondan kurtulmak için önce içinizdeki çocukluk bilincini uyandırmaya çalışın, her gece yatmadan önce içinizde bir mutluluk bedeni bulunduğunu, kusursuz bir bedene sahip olduğunuzu kendinize tekrarlayın. Bu onaylamanın ruhsal gücüyle içinizdeki simyacı ölü ve yıpranmış hücrelerin dağılıp gitmesini, kalıcı sağlığa ve güzelliğe sahip bir cildin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Ebedi gençlik gösteri halindeki Tanrısal Sevgidir.” (Sayfa: 31-35)

BÖLÜM : 6

Gezilerimizin birinde Sessizlik Tapınağı adı verilen bir tapınağa gittik. Tapınak çok güzeldi, kırsal alana yüksekten bakan bir tepeye kurulmuştu. Yaklaşık altı bin yıllıktı ve beyaz mermerden yapılmıştı, işin inanılmaz yanı asla onarım görmemişti. Tapınağın bir parçası koparıldığında kendiliğinden yenileniyordu, hepimiz buna tanık olduk! Tapınağa girince Emil şöyle dedi: “Burası Sessizlik Tapınağıdır, Güç Yeri de denir, çünkü zihinde sessizlik yerine ulaştığımızda güç yerine de ulaşmış oluruz. “Sessiz ol ve benim Tanrı olduğumu bil” sözünün anlamı budur. Dağılmış güç gürültüdür, konsantre olmuş güç ise sessizliktir. Konsantrasyon yoluyla tüm gücümüzü bir noktaya yönlendirdiğimizde sessizlik içindeki Tanrıyla temasa geçer, onunla birlikte oluruz.
“Eğer insan büyük yabancıyı, yani kendini tanıyacaksa bırakın kendi küçük tapınağına girip kapıyı kapatsın. Orada en tehlikeli düşmanını bulacak ve ona hakim olmayı öğrenecektir. Orada kendi gerçek benliğini bulacaktır. Orada en gerçek dostunu, en bilge öğretmenini, en güvenli danışmanını, yani kendini bulacaktır. Orada Tanrının sonsuz ateş olarak, tüm iyiliğin ve gücün kaynağı olarak bulunduğu sunağı, yani kendini bulacaktır. Tanrının, sessizliğin en derin yerinde bulunduğunu bilecektir, kendi içinde Kutsalların Kutsalının bulunduğunu görecektir. Her arzusunun Tanrının zihninde bulunduğunu, dolayısıyla Tanrının arzusu olduğunu hissedecek ve bilecektir. Tanrıyla insanın, Babayla Oğlun ilişkisinin yakınlığını hissedecek ve bilecektir. Tıpkı ruhunun ve bedeninin iki ayrı şey olarak görünmesi gibi, iki ayrı şey gibi görünen Tanrıyla insanın ayrılığının sadece bilinçte olduğunu, ama aslında onların Bir olduğunu idrak edecektir.
“Tanrı yeri ve göğü doldurur. Eyüb’e sessizlik içinde gelen büyük vahiy buydu. O maddiyat taşı üzerinde uyumuştu, sonra birden ilahi bir aydınlanmayla dıştakinin sadece içte tutulan imgenin ifadesi olduğunu gördü. Bundan o kadar etkilendi ki şöyle haykırdı: “Kesinlikle Rab bu yerdedir, (bedende ya da toprakta) ben bunu bilmiyordum. Bu Tanrının evinden başka bir şey değildir ve cennetin giriş kapısıdır” İnsan Eyüb’ün yapmış olduğu gibi cennetin gerçek giriş kapısının kendi bilinci olduğunu idrak edecektir.
“Eyüb’e yerden göğe yükselen bir merdiven gösterilmişti. Tanrının meleklerinin o merdivenden inip çıktıklarını, yani Tanrının fikirlerinin Ruhtan forma indiklerini ve tekrar Ruha yükseldiklerini görmüştü. Bu, “gökler ona açıldığında” İsa’ya gelen aynı vahiydi. İsa da o sırada Tanrısal Zihindeki fikirlerin form olarak tezahür ettiklerini görmüştü. Bu yasa üstada o kadar mükemmel bir biçimde gösterilmişti ki, bir anda tüm formun bir bilinç değişimiyle dönüşüme uğratılabileceğini anlamıştı. İsa aç insanları doyurmak amacıyla taşları ekmeğe dönüştürmek için dayanılmaz bir istek duymuştu. Ama bu ifade yasasının açıklanmasıyla birlikte tüm görünen formlar gibi taşların da Evrensel Zihin Özünden, yani Tanrıdan kaynaklandıkları, istenen her şeyin yaratılmaya hazır olarak Evrensel Zihin Özünde bulunduğu anlayışı da gelmişti. Böylece ekmeğin ya da diğer her türlü ihtiyacın yaratılacağı Özün sınırsız bir biçimde el altında olduğu anlaşılmıştı. Evrensel Tanrı Özünde her arzuyu gerçekleştirecek sınırsız bir güç vardır. Yapmamız gereken tek şey, Tanrının bizim için yaratmış olduğu şeyi kullanmayı öğrenmektir.
“Tanrının Sonsuz Zihnindeki ve insandaki bilinç, zihinde tutulan kavram ya da inanç tarafından belirlenir. Bedenin yaşlanıp ölmesine sebep olan şey Ruhtan ayrı olduğumuz inancıdır. Ruhun her şey olduğunu ve formun sürekli olarak Ruhtan ifade edildiğini gördüğümüzde, Ruhtan doğmuş ya da üretilmiş olanın Ruh olduğunu da anlayacağız.
“Form ister kusurlu isterse kusursuz olsun formun varlığı kusursuz Tanrı gücü ve zekasıdır. Bizim değiştirmek istediğimiz şey formun varlığı değil, varlığın üstlenmiş olduğu formdur. Bu zihnin yenilenmesiyle ya da kusurlu kavramdan kusursuz kavrama, insanın düşüncesinden Tanrının düşüncesine doğru bir değişimle yapılmalıdır. O halde Tanrıyı bulmak, Onunla temas kurmak, Onunla “Bir” olmak ve Onu ortaya çıkarıp ifade etmek son derece önemlidir. Evrensel Zihnin kişisel zihne akışı, dışardaki engin havanın uzun süre kapalı kalmış kirli havayla dolu bir odaya akışı gibidir. Tanrıdan ayrılık günaha, hastalığa, yoksulluğa ve ölüme neden olmuştur. Tanrıyla birleşmekse insanın bütünlenmesine ya da bütün olmanın bilincine varmasına sebep olur.
“Sevgili dostlarım, bir parça yonttuğumuzda hemen kendini onaran bu tapınak beden tapınağını simgeler. Bu büyük Üstadın sözünü ettiği dünyada oluşturacağımız elle inşa edilmemiş, semavi alemde ebedi olan tapınaktır.” (Sayfa: 36-44)

BÖLÜM : 7

Konakladığımız köyde birçok yabancının toplanmış olduğunu gördük. Üstatlarla birlikte bir tür hac yolculuğuna hazırlandıklarını öğrendik. Gidecekleri yer 225 mil uzaklıktaki bir köydü. Onlara katılıp yola çıktık, insanların büyük bölümü hasta ve sakattı. Yolda şiddetli bir fırtına çıktı, üç gün boyunca yağmur sağanak halinde yağdı. Hepimiz elimizdeki erzak bitecek diye korkuyorduk. Emil yanımıza gelip bir avuç mısır tohumunu göstererek şöyle dedi: “Ben şimdi bu tohumları eksem uzun süre mısırların büyümesini beklemek zorunda kalırız. Öyleyse Tanrının sunduğu daha mükemmel ve kısa bir yasayı neden kullanmamalı? Yapmam gereken tek şey sessizleşip büyümüş mısırları gözümde canlandırmak olacaktır. Böylece kurutulmuş hazır mısırlara kavuşacağız.”
Gerçekten de karşımızda kurutulmuş mısırlar peydah olmuştu! Biz mısırlara şaşkın şaşkın bakarken Emil sözlerine devam etti: “Peki neden daha mükemmel bir yasayı kullanıp mısır unundan yapılmış ekmeği meydana getirmemeli? Bu yasayı kullanarak ihtiyacımız olan somunları yaratacağım.” Biz büyülenmiş gibi ona bakarken Emil’in elinde iri bir somun beliriverdi! Sonra önümüze tam kırk somun ekmek koyana dek ekmek üretimini sürdürdü! Emil, şaşkınlıktan iri iri açılmış gözlerimizi görünce gülümseyerek, “Gördüğünüz gibi herkese yetecek kadar ekmek var, eğer yetmezse daha fazlasını da üretebilirim” dedi. Kendimize geldikten sonra bu somunları afiyetle yedik, ekmeklerin tadı mükemmeldi. Demek İsa da Galile’de ekmeği böyle çoğalttı diye düşünmekten kendimizi alamadık.
Bu arada, Emil’in elinde duran bir somunun yok olduğunu ve yerinde bir toz yığını bıraktığını gördük! Üstat şaşkın bakışlarımıza aldırmaksızın konuşmaya başladı: “Elimdeki ekmeğin yok olduğunu gördünüz. Ne oldu? Ben düşüncemi tezahür ettiren yasayı kötüye kullandım ya da doğru kullanmadım. Yasayı kötüye kullanmakta ısrar etseydim yasa sadece yarattığım şeyi değil beni de yok ederdi. Ekmek gerçekten yok olmuş mudur? Sadece form değiştirdi, çünkü ekmeğin yerinde şimdi bir toz yığını var. Aslında o kaynaklandığı Evrensel Öze geri döndü, şimdi tezahür etmemiş formda tekrar tezahür ettirilmeyi bekliyor. Yanan, çürüyen, yok olan tüm formlar için de aynı şey geçerlidir, onlar da Tanrıya geri dönerler. “Gökten inen her şey göğe yükselmelidir” sözünün anlamı budur.
“Yaptığım şey, diğer esaretlerden olduğu gibi ticari esaretten de kurtulmayı ima etmez mi? Gördüğüm kadarıyla önümüzdeki yıllarda ticari esaret esaretlerin en büyüğü olacak. Şimdiki hızında ilerlerse insana, bedene ve ruha hükmedecek. Yaratmak için kullanılan güç, yok edecek güç haline gelene dek maddeciliğin ona nüfuz etmesine izin verilmiştir. Eğer doğru biçimde kullanılmazsa yaratmak için kullanılan güç daima yok eder.
“Tanrı Prensibi, Evrensel Zihin Özünden dünyayı yaratmayı arzuladığında Tanrı sessizdi ve derin düşünceye dalmıştı. Başka bir deyişle Tanrı ideal bir dünyayı gördü, oluşacak dünyanın özünü, onun titreşimini düşürecek kadar uzun süre zihninde tuttu. Sonra sözü söyledi (ol dedi) ve dünya oluştu. Başka bir deyişle, Tanrı dünyayı oluşturmak için gerekli özün içine akabileceği zihinsel bir kalıp imgeledi ve dünya bilinçte tutulan kalıba uygun mükemmel bir form olarak ortaya çıktı. Tüm bu şeyler Tanrı, yani Sonsuz Güç tarafından düşünülebilirdi. O belirsiz bir zaman boyunca onların oluşmalarını ve görünür hale gelmelerini istemiş olabilir. Eğer söylenen belirli söz formsuz eteri harekete geçirmeseydi hiçbir şey yaratılamaz ya da görünür forma dönüştürülemezdi. Her şeye kadir Yaradan’ın bile düşünce ve arzularını tezahür ettirmek ve gerçekten düzenli formlar oluşturmak için o belirli “Ol” sözünü söylemesi gerekmiştir, bu yüzden bizim de o adımı atmamız gerekir.
“Maddi hiçbir şeyin bulunmadığını, her şeyin aslında Ruhsal olduğunu yeterince idrak etmeliyiz. Bizim için maddi bir evren yoktur, görünen evren Ruhun tezahürüdür, bu yüzden de Ruhsaldır ve Ruhun yasasıyla yönetilir. İşte üstatlara güç veren de bu bilgidir, bireysel gücün tüm sırrı burada yatar! İnsan Tanrının suretinde yaratıldığı için Tanrı insana kendinin yarattığı gibi yaratma gücü vermiştir. Tanrı insanın o gücü kendisi gibi özgürce kullanmasını beklemektedir. Önce ihtiyacı algılayarak, sonra bilinçte tuttuğumuz Evrensel Özden kalıbı dolduracak ideali düşünüp hayal ederek, sonra da “Ol” diyerek. Ve de öyle olacaktır!” (Sayfa: 45-55)

BÖLÜM : 8

Aşağı yukarı yedi yüz metre genişliğinde bir nehre ulaştık. Yağan yağmurlardan ötürü sular yükselmişti, nehir coşkun akıyordu. En yakın köprü dört günlük yoldaydı, nehir kıyısında konaklayıp suların çekilmesini beklemeye karar verdik. Ertesi sabah uyandığımızda nehrin karşı kıyısından gelen beş yabancıyla karşılaştık, doğal olarak adamların bir sandalla bu tarafa geçtiğini düşündük, ama görünürde sandal filan yoktu. Emil, Jast ve Neprow yeni gelen yabancılarla bir süre konuştuktan sonra nehri geçip karşı kıyıdaki kampa gitmeye karar verdiler. Bu işi nasıl yapacaklarını çok merak ediyorduk.
Jast bizden ayrılıp yabancıların yanına gitti, tepeden tırnağa giyimli bu 12 kişi hep birlikte nehir kıyısına yürüyüp sakin bir şekilde suya adım attılar! Elbette adamların suya gömülmelerini bekleyerek nefesimi tuttum. Ama onların suyun üzerinde sakin bir şekilde yürüdüklerini görünce hayretten ağzım bir karış açık kaldı, adamlar nehrin yarısını geçene dek hepimiz nefesimizi tutup bekledik. Onların karşı kıyıya adım attıklarını gördüğümde sanki üzerimden tonlarca yükün kalktığını hissettim. Gördüklerimiz sözlerle ifade edilemeyecek bir şeydi. Karşı kıyıya geçenlerden yedisi öğle yemeği için tekrar suyun üzerinde yürüyerek bizim bulunduğumuz tarafa geçti, yine şaşkındık ama ilki kadar değil! (Sayfa: 56-60)

BÖLÜM : 9

Gittiğimiz köyde ünlü Şifa Tapınağı vardı. Anlatıldığına göre, sekiz yüzyıllık tapınakta kurulduğu günden bu yana sadece yaşam, sevgi ve barış sözcükleri yankılanmıştı. Tapınağın titreşimleri o denli güçlüydü ki içinden geçen herkes çok kısa sürede şifa buluyordu. İçerde uyumsuz ve olumsuz hiçbir söz söylenemiyordu, söylense bile hiçbir etkisi olmuyordu. Sırf denemek için uyumsuz ve olumsuz sözcükler kullanmaya çalıştık ama başaramadık, o sözcükleri söyleyemediğimizi hayretle gördük! Şifa bulmayı isteyen insanların hepsinin orada şifa bulduklarına da tanık olduk.
Aşırı kireçlenmeden mustarip bir adamın tapınağa kucakta taşındığını ve tamamen iyileştiğini gördük, adam bir saat içinde şifa bularak yürümeye başladı! Daha sonra bu adam dört ay boyunca grubumuza hizmet etti. Elinin parmaklarını kaybetmiş bir başkasının tapınağa girdikten sonra parmaklarının yeniden çıktığını gördük! Dört yaşındaki Müslüman bir çocuğu hiç unutamam. Bu çocuğun kolları ve bacakları kurumuş, bedeni çarpılmıştı, onu kollarıma aldığımda bedeninin hiç ağırlığı olmadığını fark ettim. Ama çocuk 20 dakika içinde iyileşti, annesinin şaşkın bakışları arasında tapınaktan koşarak çıktı! Cüzzamlıların, körlerin, sağırların bir anda iyileştiğine tanık olduk. Sonraki üç yıl içinde bu tapınakta şifa bulmuş insanların bazılarıyla karşılaşma fırsatı bulduk ve şifaların kalıcı olduğunu gördük. Eğer şifa kalıcı olmamışsa, bunun bireyin gerçek ruhsal idrakten yoksun oluşundan kaynaklandığı söylendi. (Sayfa: 61-64)

BÖLÜM : 11

Hava çok yağmurluydu, hepimiz iliklerimize kadar ıslanmıştık. Küçük bir köye vardığımızda çok konforlu bir konutun bizim için ayrıldığını gördük. Dayalı döşeli bir salonu vardı, ev sıcacıktı. Isının nereden geldiğini araştırdık, ortada ne bir soba ne de bir ısı kaynağı vardı. Artık sürprizlere alışık olduğumuzdan durumu pek yadırgamadık. Tam akşam yemeği için masaya oturmuştuk ki Emil dört adamla birlikte salonda beliriverdi. Salonun hiçbir girişinin olmadığı bir bölümünde ortaya çıkmışlardı. Sessizce masaya oturdular, Emil onları tanıştırdı. Daha biz farkına varmadan masa et hariç birçok güzel yiyecekle dolmuştu! Bu insanlar et yemiyorlardı, aslında pek az yemek yiyor, yemeği bir sosyal ilişki vasıtası olarak kullanıyorlardı. Uzun günler boyunca hiç yemek yemeden sadece prana (nefes) enerjisiyle beslendiklerine çok şahit olmuştuk. Bildiğimiz kadarıyla çok az uyuyor, uyku süreleri iki saati geçmiyordu, ayrıca iki saatlik uyku boyunca bizim gibi bilinçlerini yitirmiyorlardı. Söylediklerine göre, insan evrensel enerjiden kendini soyutlamazsa uzun süre uyumadan işlev yapabilirmiş!
Yemekten sonra bizlerden biri salonun nasıl ısıtıldığını sordu. Emil şöyle açıkladı: “Salonda hissettiğiniz sıcaklık hepimizin kullanabileceği bir kaynaktan gelmektedir. Bu güç sizin her tür mekanik gücünüzden daha yüksektir, insan onunla temasa geçerse ısı ve ışık kaynağı olarak kullanabilir. Biz ona Evrensel Güç ya da Tanrı Gücü diyoruz, bu güç her tür mekanik aleti çalıştırabilir, yakıt kullanmadan ulaşımı sağlayabilir, her yerde mevcut bir güçtür. Masadaki yemekler de aynı güçten sağlanır, daha evvel bu gücü kullanarak nasıl ekmek ürettiğimi gördünüz.”
Daha sonra Emil bizi yanındaki adamların köyüne davet etti. İki yüz mil uzaklıktaki bu köyde Emil’in annesi de oturuyordu. Emil şöyle dedi: “Annem bedenini o kadar mükemmel hale getirmiştir ki ölümü tatmadan yükselip görünmeyen alemlerde yaşayabilmektedir. Bunu kendi iradesiyle başardı ve bize çok yardımcı oluyor. Annem sizin deyiminizle İsa’nın bulunduğu semavi alemlerdedir, bu yere yedinci cennet de denir. Size göre büyük bir gizem olan bu olayda aslında hiçbir gizem yoktur, çünkü orası bilinçte bir yerdir. Bu bilince erişenler fani görüş açısının dışındadırlar, ama geri dönüp istekli insanları eğitebilirler. Bedenlerini o denli mükemmelleştirmişlerdir ki istedikleri her yere bedenleriyle gidebilir, enkarne olmaksızın dünyaya dönebilirler. Oysa sıradan insanlar enkarne olmak zorundadırlar.” (Sayfa: 76-78)

BÖLÜM : 12

Himalayaların eteklerinde küçük bir köye varmıştık. Köylüler Emil ve Jast’a çok saygılı davranıyorlardı. Jast daha önce vahşi kar adamlarının tutsak ettiği üç köylüyü kurtardığından yine aynı işi yapması için bir çağrı almıştı. Kar adamları dağların karlı bölgelerinde yaşıyor, tüm uygarlıkla temaslarını yitirdikleri için vahşi ve savaşçı varlıklar olarak biliniyorlardı. Bazen ellerine düşen talihsiz köylülere işkence de yapıyorlardı. Bir kurtarma grubu oluşturulacağını duyunca sevindik, kar adamlarını görmeyi umut ediyorduk. Ama Emil ve Jast’ın köylüleri kurtarmaya yalnız gideceklerini öğrenince hevesimiz kursağımızda kaldı.
Birkaç dakika sonra Emil ve Jast gözden kayboldular. Geceyi dostlarımızın gelmelerini bekleyerek geçirdik, ama onlar ancak ertesi akşam dönebildiler, yanlarında kurtardıkları dört köylü vardı. Adamlar biraz dinlendikten sonra kendilerini tutsak eden kar adamlarıyla ilgili inanılmaz bir hikaye anlattılar. Söylediklerine göre vahşi kar adamları tamamen çıplak dolaşıyorlardı, bedenleri vahşi bir hayvanınki gibi tüylerle kaplıydı. Yüksek dağların şiddetli soğuğuna dayanabiliyor, çok hızlı hareket edebiliyorlardı. Kar adamlar üstatlara “Güneşten gelen adamlar” diyorlarmış. Üstatlar yanlarına gidip köylüleri bırakmalarını söylediklerinde hiç direnmemişler, çünkü onlardan çok korkuyorlarmış. Ne kadar ısrar ettiysek de Emil ve Jast’a kar adamlarıyla ilgili pek bir şey anlattıramadık. (Sayfa: 79-83)

BÖLÜM : 13

Bir tapınağı ziyaret etmek için Emil, Jast ve ben yola çıkmıştık. Birden bir fırtına çıktı, şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü. Düşen yıldırımların birkaç yerde otları tutuşturduğunu fark ettik. Daha ne oluyor demeye fırsat kalmadan yangın dört bir yanımızı sarıverdi. Ben paniğe kapılmıştım, oysa Emil ve Jast gayet sakindiler. İki kaçış yolu olduğunu söylediler. Birincisi, beş mil ötedeki kanyonda akan bir dereye ulaşıp orada yangının sönmesini beklemek. İkincisi, yangının içinden geçip gitmek!
Bu insanların acil durumlarda neler yapabildiğini bildiğim için bir anda korkularımdan kurtulup kendimi onların korumasına bıraktım ve aralarına girdim. Yangının en şiddetli olduğu yere yöneldik. Sanki önümüzde üstü kemerli bir geçit açılmıştı, dumandan, sıcaklıktan ve ayaklarımızın altında yanan dallardan hiç etkilenmeksizin yangının içinden geçmeye başladık, çevremizde yangın yokmuş gibi sakin bir şekilde yürüyorduk. Küçük bir dereyi geçene kadar bu böyle devam etti, sonunda tamamen yangının dışına çıktık.
Yangının içinden geçerken Emil bana şöyle dedi: “Biz şimdi bedenlerimizi yangından daha yüksek titreştiriyoruz, bu durumda yangın bize zarar veremez. Başka bir deyişle, titreşimimizi yangınla aramızda hiçbir çatışmanın olmayacağı düzeye yükselttik, onunla mükemmel bir uyum içine girdik. Eğer dışardan insanlar bize bakıyor olsalardı gözden kaybolduğumuzu sanırlardı, oysa her zamanki kimliğimizle buradayız. Bu bizimle teması yitiren fani duyguların algısıdır. İsteyen herkes yaptığımız şeyi yapabilir.” (Sayfa: 84-88)

BÖLÜM : 14

Oraya vardıktan az sonra köyün çok ilginç bir yer olduğu ortaya çıktı. Çünkü iyi korunmuş bazı eski kayıtlar Vaftizci Yahya’nın bu köyde beş yıl kaldığını gösteriyordu. Daha sonra söz konusu kayıtları gördük, yazılar dilimize çevrildiğinde Yahya’nın bu ülkede on iki yıl kaldığını, aslında Yahya ile hemen hemen aynı yolu izlediğimizi öğrendik.
Ulaklar kar adamları tarafından kaçırılan dört köylünün kurtarıldığı haberini etrafa yaymış, çevre köylerden birçok insan şifa için köyde toplanmıştı. Ayakları donmuş yirmi yaşında genç bir kadının ayakları gözlerimizin önünde tamamen iyileştirildi, kadının ayağa kalkıp yürüdüğünü gördük! İki kör adamın gözlerinin açıldığına da tanık olduk,.bize söylendiğine göre adamlardan biri doğuştan kördü. (Sayfa: 89-92)

BÖLÜM : 15

Üç gün sonra Vaftizci Yahya’nın kayıtlarını incelediğimiz köyden on iki mil uzaklıktaki bir başka köye ulaştık. Akşam üzeri bir üstat geldi ve geceyi bizimle geçirdi. Anlattığına göre bu köyde doğup büyümüş, söz konusu kayıtları da ataları tutmuştu, o zamandan beri kayıtlar ailesinin elindeydi. Üstat, kayıtları tutan kişiden sonraki beşinci kuşaktandı ve ailenin hiçbir üyesi ölümü deneyimlememişti. Hepsi de bedenleriyle yükselmişlerdi, istedikleri zaman geri dönebilirlerdi. Ona Vaftizci Yahya’nın kayıtlarını tutan kişinin gelip bizimle konuşmasının mümkün olup olmadığını sorduk. Bunun mümkün olduğunu, hatta görüşmeyi o akşam yapabileceğimizi söyledi.
Akşam yerlerimize oturduktan birkaç dakika sonra beklediğimiz varlık odada belirdi. Aşağı yukarı otuz beş yaşlarında görünüyordu, tanıştırılırken hepimizle ayrı ayrı tokalaştı. Doğrusu görünüşü hepimizi şaşırtmıştı, çünkü çok yaşlı birini bekliyorduk. Orta boyun biraz üzerindeydi, yüz hatları sertti, ama gördüğüm en anlamlı ve şefkatli ifadeye sahipti. Hareketleri karakterinin gücünü yansıtıyor, varlığı ışık saçıyordu. Bir süre sonra konuşmaya başladı: “Evet, söylendiği gibi bu kayıtlar benim tarafımdan tutulmuştur. Vaftizci Yahya ile ilgili kayıtlar, burada bizimle geçirdiği yılların gerçek olaylarını yansıtmaktadır. Kayıtlar onun engin bilgiye sahip olağanüstü akıllı bir adam olduğunu gösteriyor. Öğretimizin doğru olduğunu anladı, ama onu gerçekten idrak edemedi. Eğer bunu yapabilseydi ölümü asla deneyimlemeyecekti. Bu odada oturup babamla Yahya’nın konuşmalarına tanık oldum, öğretinin büyük bölümünü burada aldı. Babam bu odada semavi aleme yükseldi ve Yahya onun gidişini gördü.
“Ailemde yükselirken bedenini birlikte götürmemiş tek bir varlık bile yoktur. Bu yükseliş, bedenin ruhsal olarak mükemmelleştirilmesi anlamına gelir. Hepimiz ışığa ulaşmaya çalışanlara yardım ediyoruz, sürekli olarak Evrensel Zihne yolladığımız mesajlar dünyanın her yanındaki Tanrı çocukları tarafından alınıp yorumlanmaktadır. Beni farklı gördüğünüzü biliyorum, ama yanılıyorsunuz, hiçbirimiz birbirimizden farklı değiliz.
“Çiçeğin ideal imgesi en küçük ayrıntısına kadar tohumun içindedir. Aynı şekilde Tanrı her çocuğa ait imgeyi, kendini onun vasıtasıyla ifade etmek istediği kusursuz imgeyi zihninde tutar. Eğer Tanrının kendini bizim vasıtamızla ifade etmesine izin verirsek, bu ideal ifade biçiminden daha çok şey elde edebiliriz. Ancak işleri kendi elimize aldığımızda sorunlar ve zorluklar başlar. Bize sizden farklı olmadığımız öğretilmiştir, bu sadece anlayışta bir farklılıktır.
“Tüm farklı izm’ler, mezhepler ve inançlar hepsi iyidir, çünkü onlar eninde sonunda takipçilerini gözden kaçırdıkları derin bir gerçeğin idrakine götürecektir. İnsanı her şeye sahip olmaya götürecek şeyin bu olduğunu biliyoruz. Kişinin sahip olmadığı, ama olabileceği bir şeyin bulunduğunu bilmesi onu o şeye sahip olmaya zorlayacaktır, her şeyde ilerleme böyle kaydedilir. Fikir önce Tanrının bilincinden insanın bilincine aktarılır, ne var ki insan bir yanılgıya düşüp fikrin geldiği kaynağı tanıyamaz, onun tümüyle kendi fikri olduğunu sanır ve Tanrıdan uzaklaşır. Tanrının insan için öngördüğü mükemmelliği Onun vasıtasıyla ifade etmek yerine kendi bildiği gibi ifade eder. Böylece kusursuz biçimde tezahür etmesi gereken şeyi kusurlu bir biçimde tezahür ettirir.
“Eğer insan her fikrin Tanrının mükemmel bir ifadesi olduğunu idrak etse, fikir gelir gelmez onu kendi ideali yapsa, ondan fani ellerini çekebilse ideal kusursuz bir biçimde tezahür eder. İnsan mükemmelliği ifade etmeyi böyle öğrenecektir. Bilmesi gereken tek şey, zihin gücünün tamamen dışına çıkıp direkt Tanrıdan geleni ifade etmektir.” (Sayfa: 93-97)

BÖLÜM : 16

Sabah kahvaltı masasına oturduğumuzda karşımızda dört adam vardı. İlki bu dünya üzerinde 1000 yıl yaşamıştı. Bedenini o denli mükemmelleştirmişti ki onu istediği her yere götürebiliyordu. Fizik yapısı hala 35 yaşındaki bir adamın canlılığına sahipti. Yanında oturan onun beşinci kuşaktan torunuydu, 700 yılı aşkın bir süredir dünyada yaşıyor, ama en fazla 40 yaşında görünüyordu. Üçüncüsü dünyada en az 500 yıldır yaşayan Emil’di, o da ancak 40’ında görünüyordu. Dördüncüsü ise 40 yaşındaki Jast’tı.
Kahvaltıdan sonra arkadaşlarımızdan biri hesabı ödeme girişiminde bulundu. Emil bizim misafir olduğumuzu söyleyerek onu engelledi ve hizmet eden kadına hesabı ödedi. Bu adamların yanlarında asla para taşımadığını biliyorduk, para gerektiğinde onu da Evrensel Özden hemen tezahür ettiriyorlardı.
Akşama kadar dağda bayırda dolaştığımız halde dostlarımızın elbiselerinde toz ve kir olmadığını hayretle fark ettim, oysa bizim üstümüz başımız toz ve kirden görünmez haldeydi. Kayıtları tutmuş olan dostumuz aklımdan geçenleri anlamış olacak ki şöyle dedi: “Bu size olağandışı bir şey gibi görünebilir, ama Tanrının yarattığı bir tozun istenmediği ve ait olmadığı bir yere yapışması söz konusu değildir.” Sonra birden giysilerimizin onlarınki gibi tertemiz olduğunu fark ettik. Bu arada yorgunluğumuz da gitmiş, sabah uykudan yeni uyanmış zinde insanlara dönmüştük! (Sayfa: 98-101)

BÖLÜM : 24

31 Aralıkta sadece üstatların katılacağı bir tören yapılacağından söz ediliyordu. Her gün yeni gelen yabancılarla tanıştırılıyorduk, çünkü törene biz de davetliydik. O akşam toplantıya gittik, salonda iki yüz kişi kadar vardı. Birçok konuşmacı sırayla konuşmalarını yaptıktan sonra sıra son konuşmacı olan Emil’in annesine geldi. Grubumuzdan biri, düşünce ve sözlerimizin yaşamlarımız üzerinde bir etkisi olup olmadığını sordu. Kadının ileri uzattığı elinde küçük bir taş belirdi ve kusursuz bir İngilizceyle konuşmaya başladı: “ Şimdi bu çakıl taşını su dolu kaba atıyorum. Gördüğünüz gibi genişleyen halkalar kabın kenarına çarptıktan sonra taşın suya düştüğü noktaya geri dönüyorlar. Aynı şey her düşünce ya da söz için de geçerlidir. Onlar da belirli titreşimleri harekete geçirerek yayılır, sonra onu çıkaran kaynağa geri dönerler. Bu geri dönüş Kutsal Kitabınızda sözü edilen Hüküm Günüdür. Yollanan söz ya da düşüncenin olumlu ya da olumsuz olmasına bağlı olarak hüküm de olumlu veya olumsuz olacaktır. Her düşünce ya da söz tohum haline gelir, bu tohum zihinde tutulur, daha sonra da fizik formda ifade edilecek bir kavram ya da görüş olur. Kusursuzluk düşünceleri kusursuzluğu, kusurluluk düşünceleri ise kusurluluğu meydana getirir.
“Ruh insanın çağrısına bu şekilde yanıt verir, insan söz ya da düşüncesiyle istediği şeyi alır. Sizi cennetten ayıran tek şey, cennet çevresinde yaratmış olduğunuz maddi düşünce sisidir, bu da Tanrısallığı kuşatan gizeme neden olmuştur. Ama bu gizem perdesi şimdi yavaş yavaş bir kenara çekilmekte ve hiçbir gizemin olmadığı görülmektedir. Farklı kilise örgütlerini kuranlar Tanrıyla ilgili her şeyi gizemle kuşatmayı uygun görmüşlerdir. Her tarafta kabul edilmiş dini esaslara aykırı ne kadar çok örgütün ortaya çıktığına bir bakın. Ama hepsi de sonunda birleşmek ve bir olmak zorundadır.
“Üç olaya dikkat etmemiz gerekir. Bunlardan biri uzun zaman önce meydana gelen ve insanda Mesih bilincinin doğuşunu simgeleyen olaydır, yani bebek İsa’nın doğumudur. İkincisi, büyük ulusunuz (Amerika) Mesih bilincini kabullenip idrak ettiğinde gerçekleşecek olaydır. Üçüncü ve son olay ise ihtişamların en büyüğüdür. Herkes içindeki Mesih bilinciyle yaşayıp beyaz zambaklar gibi açtığında gerçekleşecek olan Mesihin İkinci ve Son Gelişidir. Bu Kurtuluştur, bu Birliğe erişmektir.” (Sayfa: 150-157)





13.03.2009

---BARTHOLOMEW---
% 51 ZARARSIZLIK
AKAŞA YAYINLARI

HER İKİ DÜNYAYA AYAK BASMAK (24 Şubat 1985-Albuquerque, New Mexico)

Size bedenin yeni enerjileri alabilmek için yeni sistemler inşa etme sürecinde olduğunu söylemiştim. Yeniyi kabul etme zorluğunun sebebi fizik bedende yatmaktadır, yeni içsel yolların yaratılmasına ihtiyaç var. Fiziksel, duygusal, hatta zihinsel düzeyde karşılaştığınız zorlukların çoğu, bedenin şu anda hayatınızda meydana gelen değişimleri alma ve onlarla birlikte hareket etme yatkınlığını gösteremeyişinden kaynaklanmaktadır. Daha önce size hoş gelen ilişkiler artık doyurucu gelmezler ve içsel berraklığa bir türlü ulaşamazsınız. İnsan psişesi boşluktan korkar, sizi asıl varlığınıza açan engin harikadan korkarsınız, böylece günlerinizi ve gecelerinizi dış olaylarla doldurursunuz, bu yüzden yeni enerji sizi kucaklarken ona yer bulunamaz. Hayatınıza artık güç vermeyen düşünce ve eylemlerle dolusunuzdur. Şu halde biz yeniden söz ederken, yeniyi yaratmak için eskiyi bırakmak zorunda olduğunuzu söylemek istiyoruz.
Bu yeni enerji dünyaya doluyor ve taşıp geçiyor. Harikaya gark olacak yalnızca bu küçük gezegen değildir, evrenin bu bölgesinde yükseltilecek muazzam bir alan var. Evet o başka bir anlayış düzeyine yükseltilecek, dünya değişimin eşiğindedir. Fiziksel değişiminiz dış tezahürleri, psişede ve fizik bedende olmakta olan ve olacak olan içsel değişiklikleri yansıtmaktadır. Onlarla birlikte size hayatınızı değiştirebilecek çok önemli ve yararlı bir araç sunulmaktadır, bu gücün sürekli ve bilinçli alıcısı olma fırsatınız var. Sürekli olarak şöyle bir çağrı gönderebilirsiniz: “Beni doldur, beni bütün kıl. Canlı ve farkında hale gelebilmem için bu bedenin ihtiyacı olan değişimi gerçekleştir. Bana yardım et.” Aksi takdirde hayat boyunca sendelemeye, sürekli çözülüp kopan alanları birbirine bağlamak için didinmeye devam edersiniz.
Her birinizin psişesinde inanılmayacak kadar güçlü derin bir arzu kazılıdır. “Olmak istiyorum. Özgür olmak istiyorum, Tanrıyla bir olmak istiyorum, şefkat ve merhamet duygusuyla dopdolu olmak istiyorum, seven olmak istiyorum.” Ne istediğinizi biliyorsunuz, eğer bu isteği bir kez berraklaştırabilirseniz ve bir odak halinde koruyabilirseniz aradığınızı bulacaksınız. Bir yandan fani dünyanın koşulları içine gömülmüş, dünya katının yönlendirmeleriyle mıhlanmış haldeyken, bir yandan da bu gücün alıcısı olamazsınız.
Şimdi seçim zamanıdır, yaptığınız seçimler önemlidir. Psişenizin en derin arzusuyla bir değişim geçireceksiniz, öteden beri vaat edilen budur. Lütfen telaşımı ve çaresizliğimi anlayın, çünkü aranızda dikkat ve ilgilerini dünyevi hayattan ayırmak istemeyenler kendilerini zorluklar içinde bulacaklar. Bedenleriniz travma, zihinleriniz karmaşa içine düşecek.
Birçoğunuz hayatınızı sadece yüzeysel olarak değiştirmekten usanmış haldesiniz, varlığınızın derinliklerinden gelen bir değişim istiyorsunuz. Enerji geldiğinde dış şekiller zayıflamaya, geri çekilmeye başlayacaktır. Kalıcı görünen şeyler hayatınızdan kolayca çıkıp gidecekler, korktuğunuz için buna karşı direnmeye, onları tekrar yerlerine koymaya ya da onların yerine başka şeyler koymaya çalışacaksınız. Her gün kendinize karşı uyanık ve canlı olmalı, farkındalığınızı bir başka tarafa yöneltmelisiniz. Şimdi zamanı kendinizi dinlemek için kullanmalı, ilham perinizin size ne söylemeye çalıştığına kulak vermelisiniz!
Fizik beden içinde enerjinin yer değiştirdiğini hissettiğiniz her seferinde, bunu kabul ve tasdik edin, zaman varlığınızı güçlendirme zamanıdır. Yirmi yıl öncesiyle şimdi arasındaki fark, enerjinin şimdi burada oluşudur ve o gitgide güçleniyor. Öyleyse bırakın her şey gözlerinizin önünde dağılıp değişsin. Sizi terk eden şey ne denli önemli olursa olsun, bilin ki bu değişim yerli yerindedir.
Geçmiş dönemlerde dünya örgütlerini ve kurumlarını otorite kabul ederek kendini güçlü hissetmek mümkündü, ama şimdi örgütler ve kurumlar çöküyor, hükümetler artık pek kusursuz görünmüyorlar, dinler sizi Tanrısal güçle doldurabilmekten aciz kalıyorlar. Bunların hepsi tamamen olması gerektiği gibi olmaktadır. Eğer hayat karmakarışık hale gelirse umutsuzluğa düşmeyin, fakat şunu hatırlayın, hayatınız sorumluluğunuzdadır. Lütfen şunu bilin ki, yüksek benliğinize açılabildiğiniz zaman sizi iç ve dış dünyanızda güçlendirecek bilginin her an size ulaşabileceğini bilerek bu yolculuğa başladınız. Öteki dünya tümüyle gözenekli (geçirgen) bir dünyadır, her şeyin içinden geçer. Onun bilgeliği her zaman hazır, her zaman ulaşılabilirdir. (Sayfa: 21-30)

ZARARSIZLIK (16 Aralık 1985- Albuquerque, New Mexico)

Kavramlarla bir anda aydınlanamayışınızın nedeni, titreşim frekansınızın birbirine uymayan enerji alanları içermesindendir. Kısaca anlatmak gerekirse, yeniyi istiyorsunuz fakat eskiyi terk etmeye de hazır değilsiniz. Bu yüzden, yeni bir kavramın aura alanınıza nüfuz etmesine izin vermeden önce o yeni kavramı tekrar tekrar işitmek zorundasınız. Sizler nüfuz edilebilir varlıklarsınız ve her an daha da nüfuz edilebilir hale gelebilirsiniz. Kendinize bir armağan vermek istiyorsanız, şimdi nüfuz edilebilir olmayı seçin.
Bugün aktaracağım en yüce gerçek, bir başka farkındalık düzeyine, varlığın bir başka ifadesine geçmek için tam bir aydınlanmaya gerek olmadığıdır. Bir avatar olmak ya da sadece sevecen, yüceltici, harikulade düşünceler taşımak veya bir ermiş gibi davranmak zorunda değilsiniz. Ama mutlaka bulunması gereken bir şey var ki o da % 51 zararsızlık halidir.
Neden zararsızlık, neden sevgi değil? Sevme kapasitenize tüm saygımı sunarak diyorum ki, daha öğreneceğiniz çok şey var. Varlığınızın tüm bölümlerini açma yolundasınız, o halde lütfen fark ediniz ki dünya katında sevgi adını verdiğiniz solgun ve silik kopyanın gerçeği, şimdiki fikirlerinizin alabildiğine ötesindeki uçsuz bucaksız kudret enginliklerine uzanır gider. Yolda olduğunuza şükredin. Eğer şimdi hissettiğiniz sevgiden hoşnutsanız, gerçek sevgi hali içinde olduğunuz zaman neler hissedeceğinizi bir düşünün!
Zararsızlığı anlamak için biraz semboloji kullanalım. Zihinlerinizde kritik kütle adını verdiğiniz bir noktanın farkındalığına sahipsiniz, yani potansiyel olarak istikrarsız iki unsura sahipsiniz. Bir başına çok küçük ve önemsiz bir parça eklediğiniz zaman, o bütün şey muazzam bir patlayıcı haline gelir. Beklediğiniz bilinç patlaması, kritik kütleyi yaratacak o küçük şeyin eklenmesiyle gerçekleşir. Zararsızlık işte o eklenecek küçük şeydir!
Öyleyse neden % 51? İşte gerçek zararsızlığa ulaşmanız için size destek olacak bu ekstra % 1’dir. Diğer bilinç katlarında zihin bir olay yarattığı zaman anında tezahür eder, bu yüzden yarattığından derhal sorumlu olur. Bir tek düşünceyle başkalarını yok edebileceğiniz, sonra bu yaptığınızı şu ya da bu şekilde “ödemek” üzere geri dönmek zorunda kalacağınız için, bazı kurallar konmuş ve siz onları kabul etmişsinizdir. Kendinizi ve başkalarını incitmemeyi öğreninceye kadar, düşüncenin anında tezahür ettiği bu yaratma alanlarına serbestçe girememeyi kabul etmiş bulunuyorsunuz. Kendiniz için zor bir “karma” biriktireceğiniz o bilinç alemlerinde oyun oynamanın bir yararı olmazdı. Size yararlı olacak şey, giriş koşullarını bildirmek ve bu koşulları karşılamaya kesinlikle muktedir olduğunuzu, çünkü onların yaratılmasına yardım ettiğinizi hatırlamaktır.
Öyleyse nasıl zararsız hale gelirsiniz? Önce kendinize zararsız olmakla başlarsınız. Çoğunuz başkalarının ne istediklerini anlamak, bulmak ve onların gereksinimlerini karşılamak üzere eğitilmişsiniz. Fakat uyanacağınız, bu değiş tokuşlar yüzünden ne istediğinizi ya da kim olduğunuzu bilemediğinizi fark edeceğiniz bir gün gelecek. O idrakle gelen tepkilerden bazıları sizin için ve başkaları için zararlı olur. Asıl benliğinizin zararsızlığını görüp tanıyıncaya kadar, bir başkasına karşı zararsız olup olmadığınızı kestiremezsiniz. Gerçekten de korkacak bir şey olmadığını derinlemesine idrak ederek bu işi ele alabilirsiniz. Korkacağınız hiçbir şey olmadığı zaman savunmaya da, saldırmaya da ihtiyacınız yoktur, başkalarının sizi kusursuz görmelerine de ihtiyaç duymazsınız, kendi gerçeğinizi söylemekte, kendi gerçeğiniz olmakta, kendi gerçeğinizi yaşamakta serbest olursunuz. Başkalarının seçimleri yüzünden tehdit altında olmadığınızı bilene dek kendinizi güvenlikte hissedemezsiniz.
Böylece mesele dünyaya zarar vermeyecek şekilde hareket etmektir. Çözüm içinizde yattığı için, onu keşfetmek üzere kendinizle baş başa sessizce oturun, içinizdeki ve çevrenizdeki enerjileri asla yargılamaksızın hissedin. Bunu her gün yaparsanız, kendi enerjinizin güvenirliliğini ve gücünü hissetmeye başlayacaksınız. Amaç, zararsızlığın varlığınız içinde derin ve net biçimde dans etmesini sağlamaktır, bu mümkündür. Çoğunuz için % 51 pek uzak bir şey değildir, fakat % 50, % 51 değildir. Buna hemen hemen yakın olmak yeterli değildir. Eğer aranızdan yeterli sayıda kişi % 51 zararsız hale gelirse, dünya için kritik kütleyi oluşturmuş olacaksınız.
Dünyanın geleceği önceden bilinemez, çünkü % 51 zararsızlığa herhangi bir anda ulaşılabilir, bu oran da gezegende yaşayanların bilinçleriyle değişecektir. Kritik kütle bir anda gerçekleşebilir, sizin işiniz hangi tarafta olduğunuzdan emin olmaktır. Örneğin, bu ve diğer ülkelerin her yanında sürüp giden korkunç açlığın kritik kütleye ulaşmanızda bir yardımı olup olmadığını kim söyleyebilir? Siz henüz dünyayla ilgili daha geniş planı görüp anlayacak bir idrak içinde değilsiniz!
Kendiniz için kritik kütle, zararlı gördüğünüz her şeyi fark etmeniz, tanıyıp belirlemeniz, sonra da terk etmenizle oluşur. Dünya çapında zararsızlık hali ise, bu zararsızlık alanlarının bir araya gelişiyle üretilen gücün dünya için kritik kütle noktasına ulaşmasıyla gerçekleşir. Dostlarım, bu gezegenin kritik kütle yaratacağı konusunda size garanti veremem. Ama eğer bu gerçekleşmezse, en azından insanların % 51’i istemediği için böyle olduğunu söyleyebilirim. Bireysel olarak kritik kütleye ulaşanlarınıza söz veriyorum ki, farkındalık haliniz hiçbir şekilde zarar görmeyecek, bu gezegeni terk etmenin bir yolunu bulacaksınız.
Eğer hayat farkındalıkla yaşanacak olursa, bunun anlamı korkuların, suçluluk duygusunun, sınırlamaların ve sizi alışkanlık kalıplarının içine hapseden, her anı özgür ve içinizden geldiğince yaşamanıza izin vermeyen fikirlerin terk edilmesi demektir. Durmaksızın davranış kalıpları öneren zihne başvuracağınız yerde içteki enerjiye yönelin, ona dahil olun. Daha önce yaşamış olduğunuz aynı kalıpları tekrarlayarak bu enerjiyi tüketmeyin. Öğretmenin içte olduğuna, sizinle anlayabileceğiniz dilde konuşabildiğine inandığınız zaman aydınlanma bir adım ötenizdedir! (Sayfa: 31-41)

CHALLENGER VE MEYDAN OKUMA (23 Şubat 1986 – Albuquerque, New Mexico)

28 Ocak 1986’da Amerika en hırslı uzay araştırmasını başlatarak Challenger’ı (meydan okuyan) uzaya fırlattı. Bildiğiniz gibi beş erkek ve iki kadından oluşan bu uzay gemisi havalandıktan bir süre sonra infilak etti. Bu konuda bir açıklama yapmam için birçok rica aldım. Challenger gibi olaylar meydana geldiği zaman siz bu olayları doğrusal (lineer) bir biçimde değerlendirirsiniz. Neden ve sonuç doğrusal bir yönde hareket eder, fakat yaratılış doğrusal değildir, o ışınsaldır, her yönde ilerleyen bir patlama gibidir. Bu yüzden, Challenger gibi bir olayı alıp bunun ne anlama geldiğini sorduğunuzda, yaratılışın topyekün patlamasını ve her bir olayın nasıl engin olduğunu da sormuş oluyorsunuz. Hayatınızda yer alan olayların birçok nedeni vardır, eğer dünyanın sadece tek bir karmik realite çizgisi izlediğini söylerseniz, yaratılışın çok düşük düzeyli bir modeline bakıyorsunuz demektir. Karmik realite sınırlı bir tarzda doğrudur, fakat o tek ve tüm gerçek değildir.
Şunu idrak etmelisiniz ki, engine doğru yaptığınız bir dış yolculuğun, engine doğru bir iç yolculukla dengelenmesi gerekir. Uzay, aradığınız şeyin dıştaki göze görünür umududur, ama sonuçta asıl bakılması gereken yer içinizdeki uzaydır. Hepiniz biliyorsunuz ki, Challenger’ı uzaya fırlatma girişimine karşı birçok uyarı sinyali gönderilmişti. Görevli kimselerin sezgileri, bu operasyonun yapılmamasını söylüyordu, işaretler açık ve güçlü bir şekilde ortadaydı. Fakat baskılar nedeniyle sezgilerine kulak tıkadılar ve Challenger’ı uzaya salıverdiler.
Daha önce de söylediğim gibi, hiç kimse bu gezegeni terk edemeyecektir, ta ki dünyanın gidişatı zararsız hale gelinceye dek. Çünkü şu anda bu misyonla görevli insanların eylemlerinin doğasında zararlılık var, onlar bu tür enerjileri uzayın derinliğine göndermeye kalkıştığınızda oluşabilecek temel sorunları anlamıyorlar. Zincirleme reaksiyon diye bir şey var. Diyelim ki siz orada bir koloni kurdunuz, bir terslik sonucu o koloni bir patlamayla mahvoldu, bir reaksiyon modeli hemen harekete geçer ve başka patlamaları tetikler. Uzaya güvenli bir şekilde çıkmayı bilmediğiniz sürece, bu uzay için de sizin için de güvenli olmaz. Hazır olduğunuz, yaptığınız şeylerin güven verici olduğunu anladığınız zaman uzay sizi kabul edecektir. Diyelim ki Sovyetler Birliği uzayda bir koloni kurdu, ne olurdu? Buradaki nefret oraya da taşınmış olmaz mıydı? Dünyada uyum sağlanmadıkça uzaya çıkmanız doğru olmaz, buradaki deneyiminizi uzaya da yaymanın yararı olmaz!
Uyumsuzluklarınızı burada halletmediğiniz sürece, uzaya çıkarak yeni dünyalar kurma hakkını kazanamayacaksınız. Challenger olayı perdenin öbür tarafından, görünmeyen dünyadan gelen bir uyarıydı ve şöyle diyordu: “Lütfen kendi dünyanızda kalın ve oradaki işleri düzene koyun. Dengeye ve uyuma ulaştığınız zaman tüm uzay size kapılarını ardına kadar açacaktır. O zaman bilgiyi paylaşmak için sizleri biz davet edeceğiz. O zamana kadar bu bölgeyi kapalı tutmak hem sizin, hem de uzay için daha güvenli olacaktır.”
İçinizde doğru eylemin nasıl bir duygu verdiğini bilen bir güç vardır. O sizin “bilen” olarak adlandırılabilecek yanınızdır. Onun işi çağrılana dek beklemek, sonra da bildiklerini size söylemektir. Zararsızlığı o bilir, sizler tüm yaşam evrelerinden geçerken zararsızlığın ne olduğu hakkında içsel bir bilgi biriktirmiş bulunuyorsunuz. Sezgileriniz güvenliğin yolunu gösterecektir, içinize dönerek ve sizin için en iyi olanın ne olduğunu sorarak güvende olabilirsiniz. Alçakgönüllülükle “bana öğret” dediğinizde, sel gibi akıp gelmeye hazır olan yardımın büyüklüğünden hiç haberiniz yok, yardım her zaman sizi çepeçevre sarmıştır.
Biraz da yeni çağ enerjilerinden söz edelim. Bedeninize bir anda giren enerji aşırı yüksek gerilimdeyse devrelerinizi yakar. Yola engel olan yedikleriniz değildir, inanç sisteminizdir. İnanç sistemlerinizle öyle bir tıkanıklık yaratmışsınız ki, enerji içinizde harekete geçtiği zaman size acı veriyor. Bazen sarsıntılar, titremeler, seğirmeler ya da bedeninizin çeşitli yerlerinde ağrı ve sızılar hissedersiniz. Daha yüksek frekanslarla bağlantı kurduğunuzda, birikmiş inanç sistemlerinin oluşturduğu eski tortuların kalıplaşmış engeliyle karşılaşırsınız. Onlar enerjinin akışını zorlaştıran bir ızgara gibi iş görürler. (Sayfa: 42-52)

SONSUZ GÖKYÜZÜ (22 Haziran 1986- Albuquerque, New Mexico)

Dünya katında, beşeri bir bilinç olarak biriktirmiş olduğunuz her düşünce ve her eylem hala mevcuttur. Tüm toplumsal olaylar, kendinize ait tüm kişisel olaylar, hepsi gezegeninizin çevresinde dönüp duran bir güç, bir enerji girdabı oluşturacak şekilde hareket halindedir. Hareket halindeki enerji diye bir şey vardır, gezegeninizin çevresinde dönmeye devam eder. Bu yüzden, “Dünya karması” ya da “Dünya fikri” diye bir şeyin var olduğunu söyleyebilirsiniz. İnsanoğlunun bu gezegendeki yolculuğunun ta en başından beri, devirler boyunca bugüne dek gelmiş tüm pozitif, negatif fikir ve eylemler, tüm kurallar ve düzenler hepsi hala oradadır!
Spiritüel bir yola başlarken, kendi enerji alanınızı da manyetize etmeye başlarsınız. Bunu yaparken o belli sistemle ilişkili tüm birikmiş gerçekleri ve gerçek dışılıkları da kendinize çekersiniz. Ne yazık ki, gerçek olmayanları süzüp yalnızca gerçeğin tek başına parlamasını sağlamanın bir yolu yok. Enerji enerjidir, ona kurallar koyamazsınız. Böylece belli bir gelenek yoluyla bir zirveye tırmanmaya başladığınızda, kendinizi o belli bilinçle uyumlu kılmak üzere manyetize edersiniz. İnsanlar farklı gelenekleri izler, farklı yollarla farkındalığa ulaşır ve uyanırlar. Şu halde işiniz, bütün bunları sevgiyle geride bırakarak sadece engin gökyüzünden sevmenin yolunu bulmaktır.
Her bireyin içinde onu farkındalığa ulaştıran bir geçit vardır, onun kapısı ya açık ya da kapalıdır. Açık olduğu zaman, bu gezegenin içinden, çevresinden geçen ya da içinde dolaşan her şey içinizden gelip geçmesi için kabul görecektir. Buna izin verin ve uygulamasını yapın, o zaman kendi içinizde bir boşluk duygusu geliştirmeye başlayacaksınız. Fizyolojik düzeyde biliyorsunuz ki, hücrelerin içinde ve çevresinde bir hayli boşluk var, yani siz boşluklarla dolusunuz. İşte o boşluk, o Engin Gökyüzünün idrakini yansıtır. Güzel bulutlar kadar fırtına bulutlarının da içinizden gelip geçtiğini izlemek heyecan vericidir, çünkü zihinsel olarak değil deneysel olarak idrak edersiniz ki, orada bulutların hareketinden başka bir şey de vardır. O duyguyu sınıflandırarak kendinizi tuzağa düşürmeyin, bu “başkalığı” Tanrı olarak etiketlemeyin. Çünkü tapınabilesiniz ve güvencede olasınız diye, zihnin yakalayıp size yorum ve görüş halinde iade etmekten hoşlanacağı bir şey her zaman vardır. Ama bir başka şeye taptığınız anda düalite hazırdır, çünkü tapınma iki’yi öngörür, tapılan ve tapan. O ayrılık düşüncesi zihninizde belirir belirmez yolun dışına düşersiniz!
İçinizde yükselmeye başlayan bu diğer duyguya, bu biliş haline, bu farkındalığa gelince, eğer ona sürekli biçimde dikkatinizi verirseniz, tüm bilmeniz gerekenleri direkt olarak söyleyecektir. Tanrısallığa giden yol sabırdan geçer, insanların her zaman bir şeyler yapmakla meşgul oldukları bir gezegende çok zor bulunan bir niteliktir bu! Sadakatle sürdürülen meditasyonlar bazı yararlar sağlar. Bedeninizin ve psişenizin içindeki boşlukta bir güç ve farkındalık vardır, ona dikkatinizi verdiğinizde tüm sisteminizi yatıştırarak sükuna kavuşturmaya, ıstırabınızı hafifletmeye, içinizde tatlı bir duygu uyandırmaya başlar. Ona “inanç” denir, Tanrısal olanı hissedinceye dek yalnızca inanmaya çalışırsınız. İçinizdeki bu uzaysal niteliğin devinmesine farkındalıkla izin verdiğiniz anda, “bu doğru, Tanrı var ve Tanrı benim içimde” diyen umudu hissedersiniz. Bunu yeterince yaptığınızda Tanrı bir realite haline gelecektir, çünkü o boşluk zihninizdeki kavramdan çok daha engindir.
İşte bu noktada karmaşa başlayacaktır. Tanrının sizi sevip kabul etmesi için neyi istediği, neyi gerekli kıldığı hakkındaki tüm kavram ve kökleşmiş inançlar Tanrının ne olduğu gerçeğine çarparak paramparça olacaktır. Şimdi siz inanıyorsunuz, ama bir yandan da korku duyuyorsunuz. Ya doğru değilse ne olacak? Ya Tanrı orada değilse ne olacak? O anda korku öylesine baskın çıkar ki, insanların çoğu kural ve nizamların onları güvenceye alacağı umuduyla dine dönerler.
Kendinizi Engin Gökyüzü olarak duyumsamayı deneyin ve içinizden gelip geçen sonsuz bulutları gözlemleyin. Düşüncelerinize dikkat ettiğiniz zaman, onların ortaya çıktıklarını ve kaybolduklarını göreceksiniz. Bu arada iki düşünce arasında bir boşluk olduğunu da fark edeceksiniz. Siz sürekli koşup duran bir zihin değilsiniz, boşlukları aradığınız ve dikkatinizi bulutlara verme konusundaki nevrozlu eğiliminizi terk ederek kendinizi Gökyüzüyle özdeşleştirmeye başladığınız zaman, bilincinizin ne denli engin olduğunu anımsamaya başlayacaksınız. Gökyüzünü görebilmek için tüm bulutları yok etmek zorunda değilsiniz. Yapmanız gereken tek şey Gökyüzü olduğunuzu anımsamayı sürdürmektir, bunu yapabilirsiniz, çünkü bu gerçektir. Düşünerek kendinizi yanlış tanımlamışsınız, yine düşünerek o tanımlamayı sona erdirebilirsiniz. Olduğunuzu sandığınız tüm o kutbiyetler siz değilsiniz, evet onlara bir ölçüde sahipsiniz, ama onlar içinizden gelir geçerler.
Bulutlarınızı hiçbir zaman tam anlamıyla ortadan kaldıramayacaksınız, tam anlamıyla ulaşamadığınız bir küçük karanlık nokta daima bulunacak. Öyleyse ne yapmalı? Kendinizi Engin Gökyüzü olarak duyumsamaya devam edin ve bırakın bulutlar ne yaparlarsa yapsınlar. Karma rüzgarları mutlaka esecektir, önerim onları istediğiniz şekilde estirmeye kalkışmamanızdır. Karma, kendi göğünüzdeki bulutları sürükleyen bir enerji formudur. Yapmanız gereken şey, sınırlı kutbiyet mahkumu bir bilinç olduğunuz inancını terk ederek kendinizi yeni baştan tanımlamak ve Engin Gökyüzü olduğunuza derinlemesine yoğunlaşmaktan ibarettir.
Siz icra ettiğiniz eylemler değilsiniz, nasıl ki sinema perdesi üzerine projekte edilen görüntüler perdenin kendisi değilseler. Perdeye en inanılmaz yıkım ve ölüm sahneleri yansıtılabilir, ama perde hiç değişmeden kalır. Siz değişmez olansınız, siz ebedisiniz, gerisi yarattığınız illüzyonlardır! Aslında kim olduğunuz üzerinde yoğunlaşın, bileceksiniz! Başka bir çözüm yoktur dostlarım, bulutlarınızı tam anlamıyla ortadan kaldıramazsınız, buna ihtiyacınız da yok. (Sayfa: 67-75)

GÜVENLİK İÇSEL BİR İŞTİR (28 Eylül 1986- Albuquerque, New Mexico)

Temeli su olan bir gezegende yaşıyorsunuz, gezegenin büyük kısmını su oluşturduğu gibi, bedeninizin büyük kısmını da su oluşturur, öyleyse bilincinizin suya dayalı olduğunu da söyleyebiliriz. Aradığınız şeyi içinde barındıran da bu sudur. Tanrısal olan, hayatınızı daha berrak, daha gerçek kılmak ve daha büyük olmasını sağlamak için sizi güçle bombardıman ediyor. Bu muazzam güç alanı hücrelerinizin içindeki suda yer almıştır. Hücreleriniz birer akümülatördür, ihtiyacınız olanı, sizin için gerekli olanı toplar ve biriktirir.
Hücrelerinizin iki seçeneği var, onlar ya genişler ya da kasılıp büzülürler. Hücreler genişlerken içlerinde toplanmış Tanrısal enerjiyi salıverirler ve kendinizi bir genişleme hali içinde hissedersiniz. Genişlediğiniz ve tüm enerjinizi hayata kattığınız zaman, çevrenizde cereyan eden şeyler her ne olursa olsun kendinizi canlı hissedersiniz. Fakat çoğunuz enerjinizi dünyadan geri çekmişsiniz, içinde bulunsanız bile ondan değilsiniz. Hayata katılmıyor, bu yüzden kendinizi canlı hissetmiyorsunuz. Acı duyma korkusu yüzünden büzülüp kalmış durumdasınız. Hücreleriniz kasılıp büzüldüğü zaman, depolanmış Tanrısal enerjiye ulaşmanız mümkün değildir. Acı duyduğunuz için dünyadan el etek çekmek iyi bir duygu vermez. Kalbiniz tam anlamıyla açık olmadığı zaman ağrır, ağrıyan bir kalbiniz varsa, sebebi birinin sizi incitmiş olması değildir, sebep kendi kabuğunuza çekilmiş olmanız, bu yüzden hücrelerinizin kasılıp büzülmüş olması, dolayısıyla fiziksel acı üretmeleridir. Bir kalbin ağrıması psişik değil fiziksel bir fenomendir, beden üzerindeki bir baskıdır, siz onu sanki kalbiniz parçalanıyormuş gibi hissedersiniz.
Güvenlik kasılıp büzülmüşlük içinde bulunmaz. Bir şey yanlış ve çarpık gelişti, kasılıp büzülmenin size güvenlik sağlayacağına inandınız, şimdi de bunun tersini uygulayın. Korkutucu bir durumda solunum yoluyla genişlemeye başlayın. Doğal soluk alma eylemi ciğerlerinizi havayla doldurur, omurganızı dikleştirip göğsünüzü genişletir. O zaman kalbiniz size rehberlik eder, çünkü kalp sevgiyi hissettiğiniz yerdir. Eğer yol sevgiyse, herhangi bir durumda sevgi vermenin sizi incitebileceğini nasıl düşünebilirsiniz? Sizi güvenlikte tutan beden hücrelerinizden çıkan sevgidir. Genişlemeyi seçtiğinizde, sevginizin çevrenizi değiştirme gücü vardır. Meditasyona oturduğunuzda hücreleriniz gevşeyip açılabilir.
Başladığımız yerde bitirelim. Siz denizden çıkıp karaya ayak bastığınızda, hücreleriniz hala denizin suyunu taşıyorlardı. O hücre suyu, ışık toplayıcısı (kolektörü) olan parçanızdır. İki seçeneğiniz var: Açılmak, uzanmak, genişlemek sevgi getirir, kasılıp büzülmek korkunuzu artırır. Bu zamanda enkarne olmanın avantajı, dünyayı baştan başa geçen Tanrısal Gücün frekansının büyük ölçüde yükselmiş olmasıdır. Tanrısal Gücün miktarı değişmez, fakat frekans yükseldiğinde uzanıp onu kucaklayabilir ya da kasılıp büzülerek dışlayabilirsiniz! (Sayfa: 76-81)

TANRISAL İLİŞKİ (22 Şubat 1987- Albuquerque, New Mexico)

Tanrıyla ilişki kurmanızı engelleyen en büyük etken suçluluk duygusudur dostlarım. Dünya deneyiminizin başlangıcında size rehberlik edecek tek bir kuralınız vardı, hatırlarsanız onun üzerinde daha önce konuşmuştuk. O hala yol gösterici kuraldır, zararsızca yaşamak, elinizden geldiğince hiç kimseye zarar vermeden yaşamak. Neyin zararsız olduğunu hissetmek için yaratılıştan gelen yetenekle o zamanlar birbirinizi açık seçik görebiliyordunuz. Fakat sonra din adını verdiğiniz kurallar, nizamlar ve farklı yasalar ortaya çıktı. Yeterince iyi olabilmek için birçok “özel şeyler listesi” oluşturdunuz. Belli tür yiyecekler, belli davranışlar, düşünceler, eylemler, duygular ve saire ve saire. Böylece, Tanrıyla ilişkiye geçme girişiminde bulunduğunuzda engeller ortaya çıktı, suçluluk duygusu araya girdi, yüksek benliğinize giden yolu açmaya korktunuz.
Farkındalığınıza suçluluk duygusunun girişiyle Tanrı korkusu ortaya çıktı. Size daha önce de söyledim, çoğunuz Tanrıdan korkarsınız, çünkü yarattığınız Tanrı ürkütücü biridir. Bu imaj sadece insan zihninin bir projeksiyonudur, kesinlikle doğru değildir. Eğer beklenilen nitelikte olamazsanız, helak olacağınız fikri belleğinize derin şekilde kazınmıştır. Güya karanlık bir yere gönderilmekle cezalandırılacak, sihirli bir neden zuhur edinceye kadar da orada kalacaksınız! Şunu bilin ki, içinizde ta derinlerde bir yerin bu inanca verdiği karşılık korkudur. Öyleyse çözüm nedir?
Kendi karanlığınız içinde kalarak kendinize yardım edemezsiniz. Öğrenmeniz gereken şey, gerçekten neyi istediğiniz hakkında yüksek benliğinize açık ve net mesajlar göndermeniz gerektiğidir. Yüksek benliğiniz bir enerji girdabıdır, tarafınızdan uyarılmayı, harekete geçirilmeyi beklemektedir. Kendi hayrınız için ona yönelmenizi sonsuz bir sabırla bekler, ama istediğiniz şeyi açık ve net olarak belirtmelisiniz. Gerçeğin ne olduğunu öğrenmek mi istiyorsunuz, o halde açıklamayı ondan isteyin.
Aydınlanmanın sihirli bir tarafı yoktur. Asla! Işık orada içtedir ve patlamayı beklemektedir, ışık orada dıştadır ve içte olanla birleşmeyi beklemektedir. Aradaki tek engel sizsiniz, iç doludur dış da dolu, ama ışığın size kavuşmasını önleyen şey ara yerdeki suçluluk duygusunun örmüş olduğu duvardır! İçsel gücünüzü bugünden itibaren geliştirmeye başlayın, böylece sonunda suçluluk engelini gerçek bir patlamayla aşarak Tanrıyla bağlantınızı yeniden deneyimleyebilirsiniz. İyi olmak zorunda değilsiniz, sadece kötü olduğunuza inanmaktan vazgeçin. O inancı kim olduğunuzu deneyimleyerek değiştirebilirsiniz. Mükemmel olmaya çalışmayın, bunu asla başaramazsınız, fiziksel bir beden içinde mükemmel olamazsınız, çünkü fizik beden her şeyi düalite içinde görür.
Sizden vazgeçmenizi istediğim bir başka şey, alt benliğin en çok sevdiği şeydir. Bu haklı olma arzusudur, hayal ürünü alt benlik haklı olmaya bayılır, çünkü haklı olmak demek kusursuz olmak demektir, kusursuz olmak kendinizi bir süre güvende hissetmenizi sağlar. Öyleyse uyanık olun, yüksek benlikle ilişkinizde ortaya çıkabilecek tek sorun şudur: Gerçeği yansıtmak için her şeyi bırakmaya istekli misiniz? Gerçek; Işık, Sevgi, Güç ve aslında kim olduğunuz hakkındaki realitedir. Bir kardeşinizin bu gerçeği görmesine yardım ettiğiniz her seferinde, kendinize yardım etmiş olursunuz, başka türlü olması mümkün değildir. Unutmayın ki, insan bilincinin derin bölgesi, özgürlük için inanılmaz bir özlem içindedir! (Sayfa: 82-89)

SORULAR VE CEVAPLAR

S- Hata yapar mıyız?

C- Sorunun direkt ve açık oluşunu sevdim. Kısaca hayır diyebilirdim, ama daha geniş görüş açısından bakmak için bir örnek vereceğim. Bir yolcu uçağıyla bir yerden bir yere giderken, uçak nadiren tam rota üzerindedir. Her zaman biraz sapar ve pilot sürekli düzeltmeler yapar, ama sonunda inmesi gereken yere iner. Dünyadaki yolculuğunuza lütfen bu gözle bakın, belli sınırlar vardır ki ondan öteye geçemezsiniz. Bilmek istediğiniz daha derin soru şudur: Canınızın istediği her şeyi yapabilir misiniz? Hayır yapamazsınız, sınırlar vardır, o sınırlar içinde belli bir hareket, belli bir devinim gerçekleşir, böylece kendi içinizde o pilot gibi düzeltmeler yapmanın keyfini duyarsınız. Lütfen buna hata yerine düzeltme olarak bakın.
Menzile mutlaka ulaşacaksınız. İsabetsiz olamazsınız, güzergah saptanmıştır, bunu size bilgimin tüm gücüyle söylüyorum. Yuvaya, Kaynağa geri dönüş için güzergah çoktan oluşturulmuştur. Aramakta olduğunuz şeyi bulamamanız mümkün değildir, yeter ki yol boyunca bazı düzeltmeler yapılması gerektiğini kabul edin. Bunu olabildiğince neşe ve keyifle, olabildiğince az şarlatanlık ve ikiyüzlülükle yapın!


S- Sınırların ne olduğunu anlamamız için daha geniş bir açıklama yapabilir misiniz?

C-Size belli sınırları aşamayacağınızı söyledim. İçinde hayatınızı yaşadığınız sınırların yaratılmasından egonuz sorumlu değildir. Eğer öyle olsaydı, çoktan birbirinizi öldürmüş olurdunuz. Ego öfkelenir ve “dilerim ölürsün, neden geberip gitmiyorsun ki? ” der. Ama sınırları koyan yüksek benliktir. Yüksek benlik, rota üstünde kalabilmeniz için içinden geçmek zorunda olduğunuz zorlukların sınırlarını bilir. Bunlar kişiden kişiye değişirler, işte karmaşaya neden olan da budur. Siz tek bir kurallar dizisi olsun istersiniz, sanırsınız ki kurallardır sınırları koyan. Fakat sınırlar bireyseldir, içinde kendinizi rahat hissettiğiniz sınırları bilirsiniz. Kendinize ait bir sınır duygusuna sahipsiniz, kendinizi rahatsız hissetmeye başladığınız zaman sınırlarınızı zorlamakta olduğunuzu anlarsınız.


S- Bize sık sık kurallar olmadığını söylediniz. Eğer kurallar yoksa hayatımı hangi kıstaslara göre yaşayacağım?

C- Dünya katına ilk gelişinizden bu yana, yüksek benlik dediğiniz parçanız deneyimlerinizi kaydetmeye, değerlendirmeye, dışlamaya ya da bağrına basmaya başladı. Tüm hayatlarınızı yaşayıp geçerken, ruhunuz doğal yasaya uygun o doğru deneyimlerinizi saklar, diğerleriyse ortaya çıkar, sonra giderek silikleşir, kaybolup giderler. Birçok hayat boyunca içinizde koruduklarınız, doğal düzene ve Tanrısal yasaya uygun olduğunu deneyimleriniz yoluyla öğrendiklerinizdi. Bir şey yaparken, onun iç yasanıza uygun olup olmadığının söylenmesine ihtiyacınız yoktur. Komşunuzu öldürmenin iyi bir fikir olmadığını idrak etmeniz için, bir elin bunu size göstermesine ihtiyacınız yoktur. Öyle bir tarafınız var ki, muazzam bir “doğru eylem” koleksiyonunu kayda geçirmiş durumdadır, biri size bunları söylediği için değil, siz “yanlış eylemi” yaşamış ve ondaki uyumsuzluğu fark etmiş olduğunuz için. Bunu en derin düzeyde idrak ettiğiniz an, “yanlış eylem” deneyimi iptal edilir. Artık doğru eylem, hayatınızı ona göre yaşadığınız standart haline gelir.
Bir hayatı bırakıp bilincin bir başka alanına geçtiğiniz zaman, bir başka kişi ya da bir başka bilinç için zararlı olabilecek hiçbir şeyi birlikte götüremezsiniz. Bunu gerçekten anladığınız zaman o deneyimleri geride bırakırsınız. Götürdüğünüz, biriktirmiş olduğunuz zararsız düşünceler, duygular ve eylemlerdir. Onlar ufak şeyler ya da çok büyük şeyler olabilir, fakat yüzyıllar boyunca sizi temin ederim ki birikiminiz büyük olmuştur.


S- Kendimi nasıl huzur içinde hissedebilirim?

C- İnsanın kendini huzur içinde hissetmesinin bildiğim tek yolu, “Tanrı cennetindedir ve benim dünyamda her şey yolundadır” şeklinde derin bir içsel duyguya sahip olmasıdır. Durum ne kadar kötü görünürse görünsün, her şeyin her an uyum içinde olduğu duygusudur bu. Bu duyguyla birlikte garip, harika şeyler yapma cesareti gelir. Kendinize günde yüz kere “huzur istiyorum” deyin. “Onu şimdi içimde duymak istiyorum, hiçbir şey bunun kadar önemli değil, haklı olmaya, işitilmeye ihtiyacım yok, barış ve huzura ihtiyacım var şimdi” deyin. Sonra farkındalığınızı dış dünyadan ayırıp içinize, huzurun olduğu yere yönelin ve onu hissetmenize olanak sağlayın. O her zaman orada hazırdır, onu barış ve huzur gücü haline dönüştürmek için harekete geçirmenizi bekler. Bu, bu kadar basittir.


S- Dua hayatımda çok önemli hale geldi. Ama dua etmenin birçok yolu var, nasıl dua edileceği konusunda öğütlerde bulunan birçok insan var. Dua konusunda bir şeyler söyler misiniz?

C- Birincisi, ister doğru ister yanlış şekilde dua ettiğinizi düşünün, yeter ki herhangi bir şekilde dua edin. İkincisi, duanın hedefi aralıksız duada olmak, herhangi bir şekilde sürekli dua etmektir, böylece dua hayatınızın bir parçası haline gelir. Basit olarak dua bilincinizi içe yöneltmek ve daha yüksek bir titreşimi başlatmaktır, bunu ne kadar çok yaparsanız titreşim o kadar güçlenir. Bunun içindir ki, ne için dua ettiğinize ya da nasıl dua ettiğinize aldırmam. Dua eylemiyle birlikte artan bir titreşim oluşturursunuz, sonunda, örneğin son bir saat içinde şu ya da bu şekilde dua etmemiş olduğunuz için üzüntü duyarsınız. Kısa zamanda şunu fark edersiniz ki, bir yanınızla yüzünüzü her an Tanrısal olana çevirebileceğiniz bir yaşam biçimine ihtiyacınız var. Bunun ötesinde olup bitenler önemli değildir.
İyi dua ile kötü dua arasındaki tek fark, kalbinizle mi yoksa zihninizle mi dua ettiğinizdir. Eğer kalbinizle yapıyorsanız, titreşimin harekete geçirildiğini hissedersiniz, eğer otomatik zihinsel bir süreçse fazla bir şey olmaz. Tanrısal olanla bir diyalog istiyorsanız, buna tüm varlığınız katılır, onu duyumsadığınız yer göğüs bölgesidir, yani kalp dediğiniz yerdir. Dua zihinsel bir işlem ya da başkalarının sözlerini düşünmeden tekrarlamak değildir, dualarınızı hissedin. Dua titreşim frekansını yükseltmek içindir, titreşim frekansını başka yollardan yükselttiğinizde duayla yapılan aynı şeyi yapmış olursunuz.


S- Tanrıyı bulmakla, para kazanmak arasında bir seçim yapmak zorunda mıyız?

C- Yüzyıllar boyunca, arayış içindeki varlıklar maddi zenginlikten uzak durmak istediler, çünkü onlara paranın Tanrıyı uzaklaştırdığı öğretilmişti, buna yeterince uzun süre inandınız. Gelecekteki deneyimleriniz, derin bir Tanrı özlemiyle birlikte maddi zenginliğe de sahip olunabileceğini hepinize keşfettirecek. O zaman para ve Tanrı birbirinden ayrı şeyler gibi hissedilmeyecek, üstesinden gelinmesi gereken şey akışın dengelenmesi olacaktır. Çoğunuz maddi kazançları kendinize saklamayacaksınız, birçoğunuz parayı bir elinizle alırken diğer elinizle vereceksiniz. İşte farklı olan da bu olacak, servetin yeni sahipleri onun yeni dağıtıcıları olacaklar.
Uzun bir zaman boyunca, arayış içindeki varlıklar maddi şeylerden uzak yaşadılar ve bir yoksulluk bilinci geliştirdiler. Bu tür bilinci şöyle söyleyerek tersine çevirmeye çalışın: “Bu evrenin bana vermek istediği tüm bolluk ve bereketi ayrım yapmaksızın kabul etmeye ve almaya istekliyim. Onu sorumluluk duygusuyla paylaşmak için elimden geleni yapacağım.” Eğer bu fikri psişenize derin bir biçimde ekerseniz, paranın kötü olduğu ya da onu hak etmediğiniz yolundaki o eski inançların üstesinden geleceksiniz. Evrenin size sel gibi akıtacağı her şeye kendinizi açmak için istekli olun. Almaya hazır olun, sonra vermenin sevincini tadın, bu tadın benzeri yoktur!


S- Bir dostum için soru sormak istiyorum. O çok yakınlarda kanser olan karısını kaybetti. Hayatındaki en önemli kişiyi kaybetmenin acısıyla nasıl başa çıkacağını bilmek istiyor.

C- Dostunuza bir anda verebileceğim bir yanıt yok. İnsan olmanın zorluklarından biri de, diğer realitelere açılan kapıların fiziksel doğumla kapanmasıdır. Arkadaşınızın içinde bulunduğu durum açıktır, o karısının sadece bir beden olduğuna inanıyor, ruhsal kanalları karısının iyi durumda olduğunu hissedecek kadar açılmış değil. Lütfen arkadaşınıza yasına sahip çıkmasını ve onu dolu dolu yaşamasını söyleyin. Kaybetme acısının içinde acının bir panzehiri bulunur! Acıyı hissetmeyi sürdürdükçe, bir gün gelir içinizdeki hazine gün ışığına çıkar.
Eğer kendi kaderinizin efendisiyseniz, neden ölümü içeren bir yaşam seçersiniz? Bu çok cüretli bir sorudur ve yanıt kısmen şudur: Amaç, yüzyıllar boyunca dünya deneyimlerinin tadını çıkararak koşuşturmak değildir, buraya sadece bir beden olmadığınızı anlamak için gelirsiniz. Ölüm bunu hatırlatmak için vardır, ıstırap, hastalık ve kayıp hepsi de daha yüce bir amacın bulunduğunu hatırlatmak içindir. Fakat acı çeken birine, her şeyin kendi iyiliği için gerçekleştiğini söylemenin bir yararı olmaz, bu kalbin duymak istediği birşey değildir. Kalp acı çekmektedir, acısına saygı gösterilmelidir. Zamanla acı azalır ve yeni idrakler, yeni farkındalıklar gelmeye başlar. Ölümle sona eren bu hayat bozyapın çok küçük bir parçasıdır. İnsan psişesinin hissetme ve başka bilinç hallerine geçebilme kapasitesiyle kıyaslanacak olursa çok küçük bir bölümdür.


S- Kişi öldükten sonra, yani ruh bedeni terk ettiğinde derhal enkarne olur mu, enkarne olurken niçin belli bir an’ı seçer?

C- Siz ve bu an, hayran olunacak bir güzellik oluşturmaktasınız. Hem dünyevi hem de dünya ötesi, hem geçmiş hem de gelecek olaylarla her yönden bombardıman edilmektesiniz. Tüm bunlar zaman ve mekan dediğiniz şeyin dışında cereyan eder. Birlikte inanılmayacak kadar zengin bir goblen meydana getirmektesiniz. Tüm parçalarınız canlıdır, küçük bir parçanız da fizik bedeninizdir ki, onu kendiniz olarak kabul ediyorsunuz. Ama dostlarım o goblen çok daha geniş ve büyüktür!
O ufak parçanız, o uçsuz bucaksız goblenin bir köşesinde küçük bir dram oynamakta, sonra da ölüm dediğiniz şeyi meydana getirmektedir, aslında böyle bir şey yoktur kuşkusuz. Ruh bedeni terk eder mi diye sordunuz, evet gerçekten terk eder, çünkü geldiği gibi geri döner. Doğduğunuzda ruhunuz gelip bedeniniz içine kilitlendi, öldüğünüz zaman da kilidi açarak çıkıp gider, fizik beden içine hapsedilmekten kurtulduğu için genişler. Sizi temin ederim ki bu harika bir duygudur, tıpkı şişe içindeki cine benzer, bir anda şişenin tıpası fırlar ve cin dışarı çıkıp göğü doldurur. İşte öldüğünüz zaman ruhunuzun hissettiği böyle bir duygudur.
Bedeni terk ettikten sonra çevrenize bakmaya ve son dünya hayatınızın olaylarını inceleyip ayıklamaya başlarsınız. O yeni idrakinizle, son hayatınızda gerekeni idrak edememiş olduğunuzu anlarsınız, çünkü dünya katına idrak etmek için geldiğiniz şey Tanrısal olduğunuz bilgisidir. Siz çeşitli deneyimler içinden geçen tanrısınız ve bu ayrılıklar dünyası bir illüzyondur. Eğer bunu idrak edememişseniz, fark edersiniz ki bunu başarıncaya dek belli bir farkındalık düzeyinin üstüne çıkamayacaksınız. Böylece yeniden enkarne olmaya karar vereceğiniz bir noktaya gelirsiniz. Zamanı, yeri ve en uygun insanları seçip enkarne olursunuz. Temelde bu iş bu kadar basittir, basittir çünkü siz öylesine enginsiniz ve bu kararı vermek için gerekli sınırsız bilgiye ulaşma olanağına sahipsiniz. Olanaklar sonsuzdur, hepsi de bilgisayarınızda mevcuttur. Sadece elinizdeki verilere dayanarak kararınızı verip geri dönersiniz.


S- Aids denilen hastalığın dünyayı böylesine dehşet verici biçimde sarması ne anlama geliyor?

C- Bir varlık ölüm için en uygun anın geldiğini fark ettiğinde ölmeyi seçer. Her şeyin dengelendiği ve ölümün en iyi şey olduğu bir zaman vardır. Yapılması gerekli şeyin yapılması için moment azami dereceye ulaşmıştır. Zihinsel, fiziksel ve duygusal açıdan varlık hazır ve gönüllü olduğu anda gitme zorunluluğu doğar. Bu içten seçim derin bir düzeyden gelen istek ve iradeyle yapılır. Biri sokakta yürürken başına bir tuğla düşer, bunun yersiz ve anlamsız bir kaza olup olmadığını merak edersiniz. Ama hayır, o eylemin yerli yerindeliği ve uygunluğu hakkında içsel bir biliş vardır. Olay geride kalanlar için kasvetli ve zor görünür. Bununla birlikte insanlar seçenekler dağarcığından bulabildiklerini seçerler. Varlığın bütünü gitme vaktinin geldiğini söylediğinde, kişi çevresine şöyle bakıp bir yol seçer. Kalmak gerekli olmaktan çıktığı zaman, kalış uygun olmaktan çıkar. Acı verici ama doğru!
Birinin diğerine yardım etmek için öldüğünü asla söylemeyin, bu doğru değildir. Bir bilinç ölür çünkü zamanı gelmiştir. Ölmeye başladığınızda bunu bileceksiniz. Diyeceksiniz ki, “ben sadece o kişi için ölmüyorum. Ben ölüyorum çünkü buna ihtiyacım var, çünkü mekanizmamda belli şeyler bana zamanın geldiğini söylüyor. Kalkış rampası hazır ve ben gidiyorum.” Çevrenize bakar seçiminizi yaparsınız. Orada ne varsa, neye ulaşabilirseniz, size ne öğretici olacaksa onu alırsınız. Aidsten ölen birçok insan muazzam bir güçle, zaferle ölüyor. Bu fırsatın gücü ve yoğunluğu artık kullanışlı olmaktan çıktığı zaman bir çare, bir tedavi bulunacak. Eğer konuya olumlu yönden bakacak olursanız, göreceksiniz ki insanlar bu gezegeni terk etmek için yeni ve yaratıcı seçimler yapma ihtiyacındalar.


S- Hastalık ve ölüm konusunda kendi seçimimi yaptığımı hissediyorum, fakat hayvanlar için ne diyeceğim? Yakalandıkları hastalıkları nasıl açıklayacağım? Onlar seçimlerini kendileri mi yaparlar, yoksa hastalıkları sahiplerinden mi kaparlar?

C- Yaban doğada doğmayı seçen bir hayvanın bilinciyle, evcilleştirilmeyi ve insanlarla birlikte yaşamayı seçen hayvanın bilinci arasında bir fark vardır. Hayvanların sizinle birlikte yaşayarak yapmaya çalıştıkları şeylerden biri de, hissetme kapasitelerini genişletmek, başkalarının duygularını anlayıp paylaşmaktır. Evcilleşmiş hayvanların empatik deneyimleri, farklı kararlar almaları gereken vahşi doğadaki hayvanların deneyimleriyle aynı değildir.
Sizinle yaşayan bir hayvan varsa, ondan neler almakta olduğunuzu hayal bile edemezsiniz. Siz onları eğitirken, onlar tarafından eğitilirsiniz de! Bu insan bilincinin bir yöne, hayvan bilincinin bir başka yöne gidişi tarzında değildir. Onlar birbirlerinden öğrenirler, bazen hayvan daha istekli bir öğrencidir. Bu empati deneyiminin bir yan ürünü olarak hayvanlar insan arkadaşlarındaki inançların bazılarını yankılandırırlar, bu da insan psişesinin hastalıklarına maruz kalmaları demektir. Eğer yabanıl hayatta olsalardı bu hastalıklara yakalanmayacaklardı. İnsana karşı duydukları empati nedeniyle, kimi zaman insan hastalıklarından bazılarını kendi bedenlerine almak için bilinçli kararlar verirler. Bir hayvanın bedeni hastalığa ve acıya insandan farklı davranır. Onlar bu zorlukları doğal şekilde kabul ettikleri için insanlara oranla daha az acı çekerler.


S- Çocuklar neden özürlü doğarlar? Onları iyileştirmeye çalışmalı mıyız?

C- Hepinizin Bir olduğunu, tüm hayatın Bir olduğunu deneyim yoluyla anlamanız için, insani durumların sunduğu belli bazı büyük verilerle güreşmeniz gerekir. Bunlardan biri de özürlü doğmak ya da yaşarken özürlenmektir. Sizinle aynı fikirde değilim, bir özürlü çocuğun ya da kişinin geçmişte yanlış bir şey yaptığı için şimdi bunun bedelini ödemek zorunda olduğu şeklindeki zannınıza katılmıyorum. Bana göre bu özürlü varlıklar dünyaya daha çok sevgi, ışık, güç ve güzellik getirme kararlılığıyla gelirler. Başarıya ulaştıklarında, zafer kazanmış kahramanlar gibidirler, ihtiyaç duymadıkları tek şey merhametinizdir! Onlara acımaya nasıl cüret edebilirsiniz ki, inanılmaz bir kısıtlanmışlık içinde, İsa’nın temsil ettiği nitelikleri dünyaya verebileceklerini göstermek için bir savaşçı olarak gezegene gelmişlerdir. Kanımca onlar alkışlanmaya layıktırlar.
Onları iyileştirmeye çalışmalı mısınız? Mutlaka. Kimileri, belli dertlerin onlara karmaları gereği verildiğini, dolayısıyla bu konuda bir şey yapılmasına gerek olmadığını söylerler. Eğer hayatınızda özürlü biri varsa sizin karmanız ne oluyor? Hiç kimse hayatınıza nedensiz yere öylesine düşüvermez, bunların uygun bir nedeni daima vardır. Bir özürlü çocuk varsa şu soru sorulmalıdır: “Bu olayın benimle ilgisi ne?” Genellikle bu soru, o varlığa bir neşe ve kabul hali içinde şefkat ve kararlılıkla bakma yeteneğinizle ilgilidir. Lütfen anlayın, gözünüzle gördüğünüzden çok daha fazlası cereyan etmektedir. Eğer bedenden fazla bir şey olduğunuzu anımsayabilirseniz, onların da öyle olduklarını anımsayacaksınız!
Hiçbir fiziksel dert, kendini farklı ve hayatın dışında hissetmek kadar acı vermez, en büyük acı budur. Size düşen, farkındalığınızı onlarınkiyle birleştirerek ayrılık duygusunu gidermektir. Onları içinize kabul edin, utanıp uzağa itmeyin, yüzlerine, gözlerinin ta içine bakın, doğruca varlıklarının derinliğine bakın. Ve bırakın sizi görsünler, bu anlar kendinizi tümüyle verdiğiniz anlardır. Buna karşılık onlar da bilecekler ki, siz Bir Olanın varlığını fark etmektesiniz, siz kendi payınıza düşeni yerine getirirken, onlar da kendi paylarına düşeni yerine getireceklerdir.


S- Ecstasy ( esrime) adlı ilaç ruhsal gelişme ve uyumlu ilişkiler için kullanılabilir mi?

C- Öyle sanıyorum ki Ecstasy tamamen yeni bir şey ve yaratıcı ilaç kategorisinin oluşturulmasına yardımcı olmuş, yani belirli bir amaç için yaratılmış. Dünyada ilk uyanışınızdan ve buraya saplanıp kaldığınızı hissedişinizden bu yana, ölmeden bedenin kısıtlamalarından kurtulmanın yollarını arayıp durdunuz. Kiminiz hayatlar boyu kolay çıkış yolunu seçme alışkanlığına hizmet ettiniz. Tütün, alkol, seks ve uyuşturucu gibi yollar, bedenin sınırlamalarından kolay kaçış çareleri sağladılar, böylece yaygın yöntemler haline geldiler.
Bir ilaç deneyimi sırasında neler olduğuna bir bakalım. Böyle bir ilacı bünyenize aldığınız zaman, uzun bir süredir korku yüzünden kapalı olan alanları açarsınız. Korku sizin için başlıbaşına bir sorunken, korkunuzu daha da artıracak bir ilacı almanın pek anlamı yoktur. Bu ilaçlardan bazıları kesinlikle korku üreticidir. Olabildiğince çok sayıda merkezi zorla açmak ve oralardaki gizli malzemeyi karşı konulmaz bir deneyim halinde bir seferde ortaya dökmek onların işidir. Bu tezahüre “negatif gezi” adını vermeniz şaşırtıcı bir şey değil!
Bazı ilaçların etkisi ise belli bir merkezin yumuşak ve nazik biçimde açılması şeklinde olur, Ecstasy de bunlardan biridir. Şimdi bu onun tamamen zararsız olduğu anlamına mı gelir? Hiçbir şey tamamen zararsız değildir dostlarım. Onu önerir miyim? Onu ne önerir, ne de mahkum ederim. Şunu anlamanızı istiyorum ki, bu ilaçlar enerji alanınızın bir bölümünü birdenbire ve zorla açarlar, oysa bu konuda kararlı olsaydınız bu işi kendi başınıza da yapabilirdiniz. İlaçların getirdiği zorluk tembellik vermelerindedir, onları yutarak yükselme deneyimleri yaşamak kolaydır, ama sizi tembelleştirdikleri de bir gerçektir. Eski günlerde, inisiyasyon törenlerinin bir bölümü bedene belli doğal maddeler almaktı. İnisiyenin farklı bilinç düzeylerini anlaması için, şaman ona bu maddeleri kullandırırdı. Fakat biz kontrollü bir kullanımdan söz ediyoruz, o maddeyi veren ya da töreni yöneten kişi neyin olacağını tam anlamıyla bilirdi. İnisiyeyi izler, gerek duyduğunda müdahale ederdi, bugünlerde böyle şamanlar yok. Öyleyse bu işlevi siz üstlenmeli ve kendinizi güvenebileceğiniz bir çevreyle kuşatmalısınız.
İlaç bünyenize darbe etkisi yaptığında bazı merkezleri açar ve bir an için sizi farklı bir realiteyle yüz yüze getirir. Bu noktada durum zorlaşır, zihniniz ilacın bir deneyim yaşattığını ve bunu ilaçsız olarak tekrarlamanın mümkün olmadığını söyler. Bu doğru değildir! Çünkü o haldeyken deneyimlediğiniz şeye, o anda açılan kapıya doğal halinizdeyken de ulaşabilirsiniz. Lütfen anlayın, bu deneyimler sadece bedeninize dıştan bir şey aldığınız zaman yaşanmaz. Bir merkezi açtığınız ve orada olanı gördüğünüz zaman yaşamış olduğunuz deneyimin gerçek olup olmadığını anlamak, onu kendi başınıza harekete geçirerek keşfetmek artık size kalmıştır. İşte bunun için geçmişte insanların çoğuna kutsal törenler için izin verilmezdi, çünkü onlar o bilinç halini hayatlarına dahil etmek için günbegün çalışmaya istekli değildiler.
Bu ilacı kullananlar değişik bilinç hallerinden hoşlanırlar, fakat bu hali gerçek anlamda hayatlarına dahil etmek için gerekli disiplinden geçmek istemezler. İlaç aldığınızda yapılması gereken tek dua, aynı deneyimi normal zamanda nasıl tekrarlayabileceğinizin size gösterilmesini dilemektir. Bırakın o deneyim size rehberlik etsin, ilaca bağlı olmayan yolu bulun ve hayatınıza devam edin. Size bilgi verildiğinde onu idrak etmiş gibi hareket etme sorumluluğunuz var! İlaç deneyimi karmaşa ve şaşkınlık yaratıcı olabilir, çünkü çoğunuz o sorumluluğu kabul etmezsiniz.
Eğer bu ilacı kullanmayı seçerseniz, bilin ki önemli olan niyetinizdir. Onu daha alt düzeydeki merkezleri uyarmak için kullananlarınız, daha alt düzeydeki deneyimleri yaşayacaklardır. Her ne yaparsanız yapın önemli olan niyetinizdir. Aradığınız deneyimleri sağlaması için kendi dışınızdaki bir şeyden medet ummayın. Salt yaşama sevinciyle, anbean yaşanan keyifle, sadece yaşayarak yükselmenin mümkün olduğunu öğreninceye kadar kimse bu gezegeni (boyutu) terk edemez. Bunu yapabildiğinizde, bu her yönüyle kendinizi Yaradan’a açtığınız ve Tanrısal olanın içinizden akıp gittiği anlamına gelir.


S- İlişkilerde bir kişinin amacı diğerininkinden daha önemli olabilir mi?

C- İlişki ne hakkındadır? İlişki farklı frekanslara sahip ama birbirine çekilecek kadar da benzerlikleri olan iki kişi arasındadır. Eğer birbirinize çok güçlü ve yoğun biçimde çekilirseniz, aşık olmak dediğiniz deneyimi yaşarsınız. Ne zaman bir kıskançlık, sahiplenme, gıpta, öfke ya da benzeri bir duyguya kapılırsanız, bünyeniz alarm vermek zorundadır. Bilmelisiniz ki, o anda henüz tamamlamamış olduğunuz alanlarınızdan biriyle karşılaşmışsınızdır, düzeltilmesi gereken o alanlarla hemen yüzleşmeye başlamalısınız. İlişkilerin düzeltilmesi, pürüzsüz ve akıcı hale getirilmesi basit bir şekilde yapılabilir. İlk adımda % 100 sorumluluk üstlenin. Eğer kıskançlık duyuyorsanız sizi kıskançlığa sevk eden şey dışarda bir yerde değildir. Dışta bir olay cereyan etmiş olabilir, fakat gerçek şu ki içinizde bir şey buna yanıt vermiştir, çünkü kıskançlık isteyip de sahip olamadığınız bir şeye başkasının sahip olduğunu gösterir. Çözüm onu edinmektir, öbür kişinin onu size vermesini talep etmek değil. Ben burada maddi nesnelerden söz etmiyorum, huzur, güven ve mutluluk gibi içsel konulardan söz ediyorum.
Psişenizin çözümlenmesi gereken birçok farklı bölümü vardır. O bölümlerden kaynaklanan projeksiyonları karşınızdaki kişiden uzaklaştırıp tekrar kendi içinize yöneltirseniz, istediğiniz şeyi elde edebileceğinizi göreceksiniz. Öyleyse yana yakıla ihtiyaç duyduğunuz şey kendi içinizdedir. Şimdi aldığınızdan daha fazlasına layık olduğunuza inanmadığınız sürece hiçbir şey değişmeyecektir. Hayattaki amacınız bütün olmaktır.


S- İnsan uzun yıllar güvenmiş olduğu biri tarafından ihanete uğradığını hissettiği zaman içinde kabaran duygularla nasıl başa çıkabilir?

C- Yapılacak ilk iş öfkenizi ve acınızı kabul ve teyit etmektir. Geçmişteki koşullanmalar yüzünden öfke, düşmanlık ya da ihanet kabul edilemez olarak yargılanır. Ne hissediyorsanız onu hissettiğinizi dürüstçe kabul etmelisiniz. Fizik bir beden içindesiniz ve bir duygu bedenine sahipsiniz, duygu bedeninin işi de duyguları hissetmektir. Duygusal tepkilerinizi kabul ve teyit etmek, onların doğrultusunda hareket etmek değildir. Kendinize duygu ve heyecanlarınızı hissetme olanağı verirseniz, genişlediğinizi hissetmeye başlarsınız, kendinizi daha çok kabullenmeye, daha bütün hissetmeye başlarsınız ve zamanla o olaya ilişkin duygularınızda dengeye gelebilirsiniz.


S- Korku konusunda bir şeyler söyler misiniz?

C- Korkuya düştüğünüzde korkunuzu artırıcı biçimde davranırsınız, çünkü karşınızdaki kimselerin de aynı şekilde korkuyla hareket etmelerine neden olacak tüm o paranoyakça şeyleri yapmaya başlarsınız. Bu da korkunuzla ilgili inancınızı körükler, bu böylece devam edip gider. Şimdi bunu nasıl durdurmalı? Bu süreci gerçekten durdurabilecek tek bir yol vardır, o da ona yakın bir dikkat göstermekle ve onu bedeninizde gerçekten hissetmekle başlar.
Eğer korkuyu yıldırıcı ve dehşet verici bir şey değil de, gerçek ve yardımcı bir şey olarak kabul ederseniz, sorunun çok büyük bir bölümünü çözmüş olacaksınız. Enerji sizinle konuşacaktır, o size rüyalar, imgeler, semboller aracılığıyla; vizyonlar, fikirler, dürtüler aracılığıyla seslenecek, anlayabileceğiniz bir biçimde sizinle konuşacaktır. Onu temel bir ikilemi çözmek için yaklaşmakta olan bir enerji gibi görebilirsiniz. Onun değerini takdir edecek, yaklaşmasını sevgi ve özenle kabul edeceksiniz. Sonra çok garip bir şey olur. Korkuyu deneyimlemek istersiniz, bu deneyimi istemeye başladığınız zaman oyun hemen hemen sona ermiştir, çünkü şimdi içinizdeki sona ermemiş süreci sona erdirmek için hazırsınız demektir. O an geldiğinde işler yoluna girmiştir.


S- Cinsel ilişkinin en yüksek amacı nedir? Eğer herşey Yuvaya dönüş içinse cinsel eylemin yardımını nasıl kullanabiliriz?

C- Cinsel ilişki enerji alanınızı değiştirir, eşinizin enerjisiyle derin bir düzeyde birleşip kaynaşır. Öyleyse cinsel ilişkiye girmeden önce kendinize sormanız gereken ilk ve son soru şudur: “Ben bu kişinin özünü kendi hayat deneyimimin, duygu tonumun bir parçası olarak istiyor muyum?” Eğer yanıt evetse, o zaman bunun tadını çıkarmanızı, eğer yanıt hayırsa, o zaman bir kez daha düşünmenizi öneririm.
Bir cinsel birleşmede birbirinizin özünden içinize aldıklarınız, beşeri kattaki bir başka yoldan aldıklarınıza oranla çok daha fazladır, onun bu kadar çekici olması da bu yüzdendir. Cinselliğin çekiciliği sadece zevk açısından değildir, o çekicidir çünkü zaman/uzayın birkaç anı boyunca siz bir başka insanla birleşebildiğinizi bilirsiniz. Kendinizde bir çoğalma, bir dolgunluk hisseder, enginleşirsiniz, artık yalnız değilsinizdir. Birleşim iki insan birbirine önem verip özen gösterdiği zaman gerçekleşir. Cinsel enerji her zaman cinsel eylemle gelmez. Cinsellik doğru şekilde kullanıldığında çok güçlendirici bir aygıttır, yani farkındalıkla kullanıldığında demek istiyorum, ustalıkla değil! Bilinçli seçimleriniz sayesinde cinsellik sizi Yuvaya götüren yol olabilir.


S- Dünya insanları arasındaki barış ve sevgiye ne oldu?

C- Enerji arttığı zaman, bu ister bir titreşimin güçlendirilmesi olsun, ister bir yardım çağrısına yanıt olsun, gezegensel sistemin sadece pozitif yönlerini artırmaz. Eğer böyle olsaydı işler çok daha kolay olurdu. Fakat enerji gezegen ortamına girdiği ve orada kaldığı sürece, her şeyi eşit ölçüde aktive eder. Güneş nasıl her yerde parlarsa, enerji de öylece her şeye nüfuz eder. Böylece, gölgede gibi görünenler daha koyulaşırken, ışıkta gibi görünenler daha aydınlık gözükeceklerdir.
Dostlarım, karanlığın arttığını gözlemlediğiniz zaman yapılacak fazla bir şey yoktur. Sadece gitgide artan bir güçle günbegün kendi ışıklı yanınızı aktive etmeyi sürdürün. Kutbiyetlerin artışını durduramazsınız, onlar birlikte artarlar, fakat bu umutsuzluk verici bir açıklama değildir, bu bir özgürlük sözüdür. Kendi içinizdeki gücün artışına ne kadar çok hizmet ederseniz, durum ne denli zor görünse de zamanla her şeyin doğru yönde ilerlemekte olduğunu o kadar iyi anlayacaksınız. (Sayfa: 173-235)


6.03.2009

---BARTHOLOMEW---
RÜYADAN UYANIŞ
AKAŞA YAYINLARI

RÜYADAN UYANIŞ (21 Mayıs 1989 – Albuquerque, New Mexico)

Yaratma süreci dünya katında nadiren bir anda gerçekleşir. Zaman/uzayla (maddeyle) ilgili inanç yapısının dışına bir kez çıktığınızda birçok şey anında tezahür edebilir. Ama biz sınırlılık içeren fiziksel bir katta çalışıyoruz, sınırlardan biri de zaman ve uzay hakkındaki kesin inancınızdır. Şu anda gelecekte neyi tezahür ettirmek istediğinize karar verme ve tezahür edinceye dek o düşünce formuyla bağlantınızı sürdürme kapasitesine sahipsiniz. Bunu o düşünce formunu sürekli ve düzenli biçimde farkındalığınızda tutmak suretiyle yaparsınız. İnsan bilincinin zorluğu ve zevk verici yanı çok değişiklik ve çeşitlilik arz etmesidir. Bu da tezahür ettirmek istediğiniz herhangi bir şeyi uzun süre hayalinizde canlı tutmanızı zorlaştırır. Bir arzudan diğer bir arzuya atlar durursunuz, çünkü zihnin yaratacağı heyecan verici birçok şey vardır. Sizin işiniz kendinizi ve zihninizi tek hedefe doğru disipline etmektir, bu yüzden de seçiminize çok dikkat etmeniz gerekiyor.
Siz aydınlanmış değilsiniz, çünkü zaten aydınlanmış olduğunuzun farkında olmamayı seçiyorsunuz. Meydana gelen, sonra da yıkılıp giden şeyler yaratarak mutluluğa ve aydınlanmaya ulaşamazsınız. Mutluluğa ancak tek başınıza yaratmaktan vazgeçtiğiniz ve ışığın bulunduğu alandan yaratmaya başladığınız zaman ulaşabilirsiniz.
Yaratma sürecinde, bedenin yaratma gücü olduğuna inanma hatasına düştünüz. Bu yanlış inanç yüzünden beden hücrelerinizin kendiliğinden çılgınlaşabileceklerini ve her türlü korkunç hastalığı yaratabileceklerini sanıyorsunuz, hücreleri tedavi yolunun sadece fizik katta mümkün olduğu fikrine kapılmışsınız. Eğer inancınız buysa, fiziksel alana yönelmeniz ve hastalığı o düzeyde elinizden geldiğince tedavi etmeniz yararlı olur. Fakat gerçek şifa o düzeyden gelmez, çünkü hastalığı beden yaratmamıştır ve beden tedavi edemez. Bedeninizin istemediğiniz şeyleri her nasılsa yaratabileceğinden korkuyor ve yaratılanların düşünceleriniz ya da duygularınızla bir ilgisi olmadığına inanıyorsunuz. Bu ne garip bir iş ki fizik beden size hiç danışmadan kendinize zarar verecek bir şeyler yaratabiliyor!
Çözüm basittir. Fizik bedene sonu gelmez mesajlar verenin zihin olduğunu idrak etmelisiniz, fizik beden o mesajları izleyerek belli rahatsızlıkları ve hastalıkları yaratır. Bu nedenle hastalıklar fizik bedende iyileştirilemez, gerçek şifa zihin düzeyinde gerçekleşir. Bu yüzden korkularınızla o düzeyde yüzleşmeli, yaratıcı gücünüzü toplayarak onu fizik bedene yöneltmelisiniz, o zaman fizik beden verilen yeni direktifler doğrultusunda bir şeyler yaratmaya başlar. Unutmayın hayatınızı düşüncelerinizle şekillendiriyorsunuz. Yaratılmış olanların yaratıcısı dönek bedeniniz değil, dönek zihninizdir. Her ne yaratıyorsanız sınırlı inanç sisteminizle yaratıyorsunuz.
Eğer bilinçle yaratmıyorsanız, yaratma işini sizin adınıza bilinçaltınız yapacaktır, ama ego kökenli bilinçaltınız Tanrı değildir. Dikkat eksikliği bilinç dışı yaratmayla sonuçlanır. Neden her öğretmen “hep an içinde kalın” der? Çünkü an içindeyken yaratma sürecinin dizginlerini elinizde tutarsınız ve dönek bilinçaltınız kontrolünüz altında olur. An dışına çıktığınızda dönek çılgınlaşabilir ve geçmişi yeniden canlandırarak ya da gelecekle ilgili fanteziler üreterek artık istemediğiniz şeyleri yaratır durur. Dostlarım, zihnin olağanüstü gücünü ciddiye almanızı istiyorum. Zihninizin yarattığı şeylerden sorumlu olmaktan korkuyorsunuz, bu yüzden düşüncelerinize dikkat etmemeye çalışıyorsunuz, ama dikkat etmediğiniz halde bilinçaltınızın karanlık kısmından yaratmaya yine de devam ediyorsunuz. Bunu anladığınızda an’da kalmayı ve gerçekten yaratmak istediğiniz şeyin ne olduğunu hatırlamayı seçebilirsiniz. Bu size bilinçli olarak seçme yeteneği verir, böylece yaratmayı seçtiğiniz şeyi yaratırsınız.
Hepiniz o başlangıçtaki patlamanın güzelliğini derinden derine hatırlamaktasınız. O lekesiz saflığı, bol ışığı ve Tanrıdan fışkırarak sizi oluşturmuş berrak bilinci hatırlamaktasınız. Bir tarafınız bunu asla unutmadı, size durmadan, “ayrılık taslayan o korkulu farkındalığını benimle kıyasla, onu bana ait o anıyla kıyasla” diyen taraf işte bu taraftır. Kendinize bunu hatırlama izni verin, çünkü bir tarafınız bunu asla unutmadı. Zafer erişebileceğiniz bir yerdedir. Lütfen günahkar olmadığınıza, saf ışık ve güçten başka bir şey olmadığınıza kendinizi inandırın.
Siz uykudasınız, kim olduğunuzu bilmiyorsunuz, ama uyanabilirsiniz, hemen bugün uyanabilirsiniz, çünkü Tanrısallık aleminde zaman/uzay (madde) diye bir şey yoktur, sadece odak ayarında bozukluk var, merceklerin hafifçe ayarlanmasıyla mucizevi şekilde her şey odağa gelir, her şey berrak biçimde görünür. Siz rüyadan uyanacaksınız, ya şimdi ya daha sonra! Neden şimdi olmasın? (Sayfa: 17-25)

HAYATINIZ MÜKEMMELDİR (11 Şubat 1989- Taos, New Mexico)

Bu düalitenin geçerli olduğu (ikilik prensibine ait) bir gezegendir, onun fonksiyonu, düalite enerjilerinin etkileşimlerini anlamanız için çeşitli fırsatlar sunmaktır. Düalizmin en acı verici yanı, kendini siz ve başkası şeklinde göstermesidir. Ego kökenli bilincin işi sizi kutbiyet dansı içinde devingen tutmak, bu dansla ilgelenmenizi, ondan keyif almanızı sağlamaktır. Fakat bir düzeyde hepiniz bilirsiniz ki o tür devinimin güvenilir bir yanı yoktur.
Bir gün sevgi içinde uyanırsınız, fakat karşılaştığınız bir olay sizi korku, öfke ve kırgınlığa sürükler.
Düalitenin oyununda muazzam ölçüde heyecan vardır, ta ki onların içeriklerine dikkatinizi verinceye kadar. Bunu bir kez yaptığınızda tekrarların farkına varacaksınız. İçeriğin büyük bölümü geleceğe ya da geçmişe dayalıdır, tekrar yapmak, tekrar söylemek ya da tekrar düşünmek gibi. Düalite kutupları arasında salınırken, onlarda temel oluşturacak bir gücün olmadığını anlarsınız. Temele sahip olmak “an” içinde olur, temel size derin bir cesaret ve güven duygusu verir. An içinde olmamak ıstırap çekmektir, ıstırap zihinden başlar ve devam eder. Farkındalıkta umut vardır, çünkü onu odaklamak elinizdedir. Ne tür düalite oyunu oynuyor olursanız olun, onda belli ölçüde ego kökenli bir güç vardır, ama varlığınızda düaliteyle hiçbir ilgisi olmayan bir başka katmanın varlığını idrak edip oraya atladığınızda, tutarlı bir sevecenlik (devamlı sevecen olma) yolunda olduğunuzu fark edeceksiniz.
Güvenilir sevginin bulunduğu sadece bir tek yer vardır, o da içinizdeki farkındalıktır. Bilinç halinizin durumu sizin sorumluluğunuzdadır. İçsel gücünüzün farkına varabilmek için dışınızda sessizliği ve sükuneti sağlamanız gerekir. Başkalarıyla etkileşim halindeyken düalite projeksiyonlarına daha kolay düşersiniz. Bu elbette suç değil. İşte bunun için dünya realitesinin kutbiyetlerinden geçip kalpte huzur bulmaya kendinizi gerçekten adayıp adamadığınızı soruyorum. Bunu yapmak için tekrar tekrar sessizlik ve sükuneti uygulamak zorundasınız.
Istıraplarınızı Tanrının yarattığı doğru değildir, onları siz yarattınız. Istırap, dikkatinizi dış dünyadan iç dünyaya çevirmek için kullandığınız yöntemlerden biri haline geldi, fakat tek yolun bu olması gerekmez. Istırap tarih boyunca çok etkili olagelmiştir, ama kim olduğunuzu ıstırap tarafından dürtülmeksizin keşfetmeyi yeğlemez misiniz? Diğer seçeneklerin neler olduğunu bir kez derinlemesine anlarsanız, ıstırabı kullanmanıza gerek kalmaz. Ego kökenli zihninizin temel kuralı asla tam bir doyum sağlamamaktır, yani sizi daima bir sonraki hazineyi arar halde tutmak, bir sonraki arzunuzu gerçekleştirme çareleri aramanızı sağlamaktır. Arzularınızın gücünü anlamanız önemlidir. Onlar bağımlılıktır, bir şeye bağımlı olmak demek, bütün olmanız için sizde olmayan bir şeye ihtiyacınız olduğunu hissetmek demektir. Bütünlüğü yanlış yerde arıyorsunuz.
Hayatınız, şu temel nedenden dolayı tam da olduğu gibidir. Varlığınızın enginliği, ışıkla bağlantınızı nasıl derinleştireceğinize karar vermeniz için size yardımcı olacak mükemmel senaryoyu bilir. Bütünlüğünüzün tek bir hedefi vardır, kendi Tanrısal benliğinize uyanmak. Siz saf ve bilinçli farkındalıksınız, başka türlü tanımlanmanız yanlış olur. Dikkat edin, farkına varacaksınız ki, sizi ışıktan ayıran kendi aleyhinizdeki, diğer insanlar ve dünya aleyhindeki yargılarınızdır. Bir anlayış patlamasıyla, gerçek kimliğinizin bilincine varma olanağı potansiyel olarak her an mevcuttur. Bütünlüğü deneyimlemek için iyi, saf ve kutsal olmak zorunda değilsiniz. İyilik diye bir şey yoktur, çünkü iyilik kötülüğün gerekli olduğu anlamına gelir. Bunlar yargı sözcükleridir! Siz ya saf bilinç farkındalığına sahipsinizdir ya da ego kökenli karmaşanın farkındalığına. Başka alternatifler yoktur dostlarım, başka seçimler yoktur. Farkındalığınızın kendi kontrolünüz altında olduğuna karar verin. Bilinciniz her an sizin tarafınızdan bir yere konur, öyleyse her an bir seçim yapma durumundasınız. Ya gördüklerinizin bir kamuflaj olduğunu hatırlar ve onun ardına geçersiniz ya da kendi düalistik vizyonunuzun kapanı içinde hapsolursunuz.
En derin düzeyde olup bitenlerde yanlış hiçbir şey yoktur. Hayatınız mükemmeldir, çünkü onu siz seçtiniz. Her şeyi yoluna koyduğunuzda, artık mutluluk içinde yaşayacağınızı söyleyen peri masallarına inanmayın, çünkü asla her şeyi yoluna koyamazsınız! Düalitenin egemen olduğu bir dünyada sonsuza dek mutluluk içinde yaşayamazsınız. Bütünlüğünüz, inanılmayacak kadar çok dert ve sıkıntıdan geçerek sizi tam da yaşadığınız an’a, olduğunuz yere getirmiştir. Bulunacağınız en iyi yer, bulunduğunuz yerdir! (Sayfa: 26-34)

BEN KİMİM ? (19 Şubat 1989- Albuquerque, New Mexico)

Siz saf ve bilinçli farkındalıksınız, işte bu kim ya da ne olduğunuzdur. Başka herhangi bir şey, düalitedeki bir fikir ve inanç tezahürüdür. Başka herhangi bir şey, sizi bitiş ve başlangıç kavramlarına bağlar. Başka herhangi bir şey, sizi bu gezegenin kutbiyetini oluşturan pozitif ve negatif kutuplar arasında insafsızca devindiren bir inanç yapısı yaratır. Sınırlılık, ayrılık bilincinin yarattığı başlangıç ve bitişin farkında olan küçük zihne aittir. Bir başlangıcı ya da bitişi olan herhangi bir şey siz değilsiniz. İçinizde ve çevrenizde, tüm bu gezegende, tüm yaratılış içinde, bir baştan bir başa olup biten şey devinim halindeki enerjidir, hepsi bundan ibarettir!
Siz zihninizde mevcut değilsiniz, çünkü o kalıcı bir şey içermez, o çoğu zaman sıradandır. Düşünce, her ne olursa olsun gerçek kimliğinizin duygusuna kıyasla tümüyle sıradandır (bayağıdır). Başkalarını ve kendinizi sürekli yargılayan bir düşünce bayağılığına hapsolup kalmışsınız. Bu vizyonu, sınırsız olduğunuz beyanıyla bağdaştırabilmeniz nasıl mümkün olabilir ki? (Sayfa: 35-42)

HAWAİ SEMİNERİ (25-26-28 Şubat 1989- Maui, Hawai)

Bilinçli farkındalığı kendi üzerinize çevirdiğiniz zaman olan şey aydınlanmadır. Saf bilinçli farkındalık kendi üzerine odaklandığında genişler, büyür ve güçlenir, üzerinde konsantre olduğunuz şey aydınlanır. Bilinçli farkındalığınız dışınızdaki şeyleri aydınlatmayı kesip, içinizde zaten var olan ışığın üzerinde parladığı zaman öyle inanılmaz bir güç üretir ki, bir beden olduğunuz illüzyonunu bir hamlede yarıp geçebilecek hale gelirsiniz. Fakat farkındalığınızı içteki ışık üzerinde odaklamanız, bunu tekrar tekrar yapmanız gerek. İşte irade gücünüz size burada yardım edebilir.
Ramana Maharshi diyor ki, “aydınlanmanızın en büyük engeli, zaten aydınlanmış olduğunuza inanmamanızdır.” Düşünce ve duyguları geçerek zihninize, duygularınıza ve bedeninize nüfuz eden, her zaman var olan tanığa ulaşın. Bu sizin Ben’iniz, farkındalığınızdır. Dostlarım siz ışıksınız, ışıktan geliyorsunuz ve her zaman ışığın uzantısı olacaksınız. Bir şekle bürünmeyi seçmedikçe formunuz yoktur. Işık olarak her şeyi bilen ve her yerde olansınız. Sizin hiçbir şeye ihtiyacınız yok, çünkü siz her şeysiniz!
Korku saldırıya yol açar, sevgi ise uyum yaratır. Bu ikisi arasında gidip geldikçe her zaman korkarsınız, başkalarına zarar vermekten ya da zarar görmekten korkarsınız. Korkunun ayrılığa düşürdüğü bilincin gerçeğidir bu. İnsanlık korkudan kurtulmanın yolunu buluncaya kadar, zarar vermeye ya da zarar görmeye devam edeceksiniz! (Sayfa:43-78)

ENERJİ, MUCİZELER VE TANRIÇALAR (19 Mart 1989- Albuquerque.N.Mexico)

Bilinç düzeyinizi yükseltmek için yıllardan beri çalışıyorsunuz. Fakat şimdiki zamanda enkarne olmakla akıllıca bir seçim yaptığınızı söyleyerek sizi yüreklendirmek istiyorum. Seçiminiz akıllıcadır, çünkü dünya katının üzerinden muazzam bir enerji kaynağı geçmektedir. Siz cesaret, güç, aydınlanma, bilgelik, sevgi ve anlayış istiyordunuz, derin bir özlemle istediğiniz zaman görünmeyen alem buna yanıt verir. Bu yalnızca zihnin uydurduğu bir şey ya da bir umut kırıntısı değildir, bir realitedir. Kalbinizin gerçek arzusu içinizden taştığında, görünmeyen alem o enerji akışını sizin için güçlendirmek üzere hızla harekete geçer. Birçoğunuz bu enerji dalgasının çarpıcı biçimde geleceğini sanıyordunuz. Fakat o güç tüm gücüyle gelseydi birçok zorluk ortaya çıkardı. Oysa güç derece derece artırılarak gönderilir, böylece onu bedeninize sindirmeniz sağlanır.
Herhangi bir enerji dalgası belirli bir beden içine dolarken, birey bu duruma alışıncaya kadar bazı dengeler bozulabilir. Yıllardan beri hiç çekmediğiniz halde depresyon ve baş ağrıları ya da kısa süreli olağandışı hastalıklar yaşayabilirsiniz. Sinirli, gergin olabilirsiniz veya değişme arzusu duyabilirsiniz, oysa görünürde değişip dönüşeceğiniz bir şey yoktur. Hatta hayatlarınızın o vakte kadar hiç sorgulamamış olduğunuz bölümleri hakkında farklı şeyler hissetmeye başlayabilirsiniz. Bizim yanıtımız şudur, lütfen sabırlı olun, işi oluruna bırakın. Sadece enerji geldikçe onu elinizden geldiğince hoşnutluk ve neşe ile duyumsamaya ve farketmeye devam edin, bırakın enerji hayatınızda aheste ve dengeli düzenlemelerini yapsın.
Fizik bedene akan enerji, hücreler içindeki eski kalıplara dolarak zihin ve duygular üzerinde değişimler gerçekleştirir. Yeni enerjinin darbe ve zorlaması eskisini yerinden söker, yeninin şekillenmesine olanak verir. Bu süreç bazı dönemlerde rahatsız edici olabilir, çünkü yeni henüz sağlamca yerleşmemişken eskiyi bırakmak zordur. Eğer zihniniz belli düşünceler yüzünden gerginleşmişse ve bir köpeğin kemiği kemirdiği gibi o düşünceleri kemirip duruyorsanız, zihninize gevşeyip rahatlamasını, işleri oluruna bırakmasını söyleyin, o zaman üzerinize genel bir iyilik ve esenlik halinin çöktüğünü fark edeceksiniz. Bu sürece yardımcı olmak için, gün içinde sessiz kalıp enerjinin varlığını bilinçle hatırladığınız anların sayısını çoğaltın ya da meditasyon sürelerinizi uzatın. Yeni enerji hücresel yapınızı kucaklarken içte yatan özü serbest bırakır.
Mucizelerin çok uzun bir süre önce olup bitmediğini hatırlatmak isterim. Aziz Francis’in böğründe açılan stigmata işaretleri İsa’ya duyduğu eksiksiz sevginin belirtisiydi. İtalyan rahibi Padre Pio da stigmata işaretleri almıştı. Bu adamın yaralarının sargılarını şifa için kullanan insanlar da şifa buldular. Bu günde, bu çağda Tanrısal olanı tüm kalpleri ve ruhlarıyla özleyenler için mucizeler hala mümkündür.
Tanrıça imajı gezegenin bilinçaltına derin biçimde gömülüdür. Güya “erkek” diye adlandırılan her gücün yanı sıra bir de güya “dişi” diye adlandırılan güç vardır. Yeni çağın belirgin özelliklerinden biri de, tanrıça enerjilerinin “unutulmuş güçlerini” insanların farkındalık alanına geri getirmektir. Gezegenin hareketi, kadınsıdan ziyade erkeksi bilinç gelişimi yönünde olagelmiştir. Ama bugün erkeksi ve kadınsının dengelenmesine ihtiyaç var, artık erkeksi dinsel hiyerarşiye yeni bir yaklaşım bulmak zorundayız. Tüm tanrıça güçleri için yeni vahiylerin, yeni ifşaatların zamanıdır! (Sayfa: 79-88)

SOLUK ALIN, SOLUK VERİN (4 Haziran 1988- Tres Piedras, New Mexico)

Meditasyon, hangi şekilde olursa olsun eğer hakkıyla yapılırsa daha çok güce, daha çok enerjiye ve daha çok farkındalığa ulaşabilmeniz için hayat gücünü bilinçli biçimde bedene çeker. Hayat gücü içinize girdiğinde enerjiyi nasıl kullanacağınızı size söylemez, onunla banka da soyabilir, Tanrıyı da bulabilirsiniz, bu tümüyle size kalmıştır. Meditasyon, istediğiniz her şeyi yapmanız için size güç veren o içteki ışığın sürekli olarak yeniden şarj edildiği bir haldir. Meditasyonda soluk alır, soluk verirsiniz, onun içinize girişini ve dışarı çıkışını gözlemleyen bir farkındalığa sahipsiniz.
Enerjinin düşünceyi izlediğini kaç defa söyledik. Soluk alıp verirken farkındalığınızı neye yöneltirseniz o tezahür eder. İşiniz onu giderek daha gerçek hale getirmektir, madde katında yaratma hilesi basittir. Bu katın üstünde bir başka alem vardır ki, biz ona geometrik mükemmellik dünyası deriz. İmgelediğiniz zaman bu geometrik alemi zihniniz ve iradenizle faaliyete geçirirsiniz. Yarattığınız vizyona konsantre olarak yeterince güç yüklediğinizde, vizyon o geometrik alemden dünyaya doğru projekte olur. Geometrik mükemmellik aleminde ahlaki yargılama yoktur, o bir güç kaynağıdır. Elektriği nasıl bir ampulü yakmak ya da bir insanı idam etmek için kullanıyorsanız, aynı şekilde bu gücün de kendisiyle ne yaratıldığı konusunda söyleyeceği bir şey yoktur. O sadece kullanılmak için hazırdır, istediğiniz gibi kullanmanız için bol bol güç sağlar.
Bugün kendi hakkınızda yarattığınız imaj, şimdi o geometrik dünyadaki bir yerde onu güçlendirdiğiniz ölçüde şekillenmektedir. Farkındalığınızı ne kadar ona çevirirseniz, o var oluş katına ait prensibi o kadar çok faal hale getirirsiniz. Onun hayatınızda nasıl tezahür edeceğini bilmeye ihtiyacınız yok dostlarım. Eğer nasıllar üzerinde endişe eder ve zihin yorarsanız kaybedersiniz, çünkü bir kez daha dünya katı bilincinin sınırlılığı içine hapsolup kalmış olursunuz. Bir düşünce ürettiğiniz her seferinde, düşünce bir yerlerde bir kalıbı faaliyete geçirir, öyleyse neyi faaliyete geçirmek istediğinize karar verin.
Açık bir kalp ve sevgiyle yaratmakla, intikam ve öfkeyle yaratmak arasındaki fark hissedilir, eylemlerinizi seçerken ayırt etmeye özen gösterin. Eğer herkes için en iyi olanı tezahür ettirmek konusunda bir kuşkunuz varsa, en yüce hayra yönelik olmadığı takdirde tezahür etmemesini dileyin. Bu güvenebileceğiniz sağlam bir korunmadır.
Eylem halindeyken egonuzun ne hissettiğini bilirsiniz. Eğer bilmiyorsanız birini yargılarken, kendinize acırken ya da öfke içindeyken bu duyguları deneyimlemek için bir dakika kadar durup bekleyin. Sonra sakinleşin ve daha üst düzeydeki bir enerjiyi davet edin. Ego enerjisi yatay yönde, Tanrısal enerjiyse dikey yönde hareket eder. Bu durumda, yatay yol boyunca hareket ederken, şimdi dikey Tanrısal hareketi çağırıyor olursunuz. O anda içinizde bir canlanma, bir uyanış ya da hareketleniş hissedersiniz. Sanki içinizde öze ait derin bir şey kımıldar gibidir. Yaratıcı cevher, yani hayat, zihninizde hangi formu sürekli tutarsanız onu dolduracaktır. Öyleyse en yükseğini tutun! (Sayfa: 89-105)

SIRADAN HAYATI YAŞAMAK ( 7 Mayıs 1989 – Sebastopol, California)

Kendinize sıradan olma izni verseydiniz hayatınız çok daha kolay, çok daha huzur dolu olurdu. En büyük mücadeleleriniz en iyi, en sevilen, en bilgili olmayı istediğinizde ortaya çıkar. Bu arzular sizi sürekli kemirir, gerçek doğanızdan uzaklaştırır ve unutkanlığa götürür. Unutkanlık yüzünden nasıl tümüyle sıradan olduğunuzu ve bunun ne kadar harika bir şey olduğunu hatırlamazsınız. Siz sıradansınız, çünkü sevgi mutlak surette sıradandır. O sıradandır, çünkü sizin ve herkesin olduğu şeydir. Sevmek istisnai bir durum değildir, yapılacak en kolay iştir, çünkü doğanızın ta kendisidir. Sevgiden gayrı bir şey olduğunuz inancına son verin, o zaman asıl doğanızı görecek, işitecek ve hissedeceksiniz.
Neyin üzerinde konsantre olursanız o realiteniz haline gelir. Sürekli içe dönmedikçe, dış dünyanın durmadan değişen iniş ve çıkışlarına tekrar tekrar yakalanacaksınız, gördüğünüz şey olduğunuza inanmaya devam edeceksiniz. İşte bu acıya, ıstıraba, çöküşe ve ölüme maruz olan bir bedendir. Ama bunların hiçbiri doğru değildir, beden vardır fakat siz beden değilsiniz, beden içindeki farkındalık ışığısınız. Kendi dışınızda güvenli bir yer yoktur, ne şimdi ne de herhangi bir zaman! Aradığınız güvenlik içtedir, neyin üzerinde konsantre olursanız hayatınızda o tezahür eder.
Çare sıradan olmaktır, an içinde sade olmak! Oluruna bırakmak, hapsolmuş enerjinizi serbest hale geçirip salıverir, kalan enerjiyse daha yaratıcı biçimde kullanılabilir. Bayağı ile sıradan arasındaki farkı görebiliyor musunuz? İsa tümüyle sıradandı, varlığının derinliklerinde biliyordu ki başkalarından, başkalarının da ondan hiçbir farkı yok, bu yüzden kendinden kardeşiniz olarak söz etti. Bilinçte asla hiyerarşi yoktur, asla!
Yalnızca Bir vardır. Eğer kendinizi olağanüstü hissediyorsanız, kendinizi bilincin olağan akışının üstünde bir yere koymak istiyorsunuz demektir. Ayrılığın ötesine geçen bir varlık ayrılık diye, “ben” diye bir şeyin olmadığını bilir. Bir Olan’dır, ışıktır, huzurdur. Olağanüstü olansa, kendini olağandan sıyırıp daha büyük olmaya uğraşan egodur. Hayatınızdan atmanızı istediğim şey işte bu olağanüstü olma arzusudur. Sıradan olmayı kabul ettiğinizde yaratıcı, dinamik ve canlı bir şeyin size katılmasını istiyorsunuz demektir. Sizi korku içinde tutan büyük olma arzusudur. Arzularınızın yarattığı enerji kaybı öylesine büyük ki, kim olduğunuzu bilişin o sakin yerine asla ulaşamayacaksınız. Farkındalığınızı her şeyin Tanrı ve mükemmellik olduğu düşüncesi üstünde odakladığınızda, enerjinizin titreşim hızını o kadar yükseltirsiniz ki, hastalık hücrelerinizden dışarı atılabilir. (Sayfa: 123-133)

DÖRDÜNCÜ BOYUT FARKINDALIĞI (18 Aralık 1988- Albuquerque, New Mexico)

Pek çoğunuz Tanrısal farkındalık denen harika dolu bilinci anlamak için uğraşıyorsunuz. Elle tutulan, gözle görülen, deneyim yoluyla algılayabileceğiniz bir şey olmadığı için onu kendinizden uzak bir yere, hatta zaman/uzay ötesinde bir yere koyuyorsunuz. Bu Tanrısal dediğiniz enerji acaba dünya katında kendini belli eder mi? Yanıt evettir, bunu yapabilir ve yapar.
Mesela Mesih’in gelişiyle dünyaya bir armağan ihsan edildi. Onun enerjisi büyük bir hızla dünyanın enerji alanına daldı. İki şey oldu. Birincisi, dördüncü boyut diyebileceğim alemle bu boyut arasında asla kapanmayan bir geçit açıldı. Böylece, deneyimlemek isteyenler için dördüncü boyutun tüm sihri, görkemi, şefkati ve bilgisi erişilebilir hale geldi. İkincisi, Mesihin enerji girdabının girişiyle dünyanın titreşimi hızlandı ve daha yüksek bir titreşim frekansına geçti. Mesih enerjisi harekete geçtiğinde, içlerindeki derin özlemin farkında olanlar kendilerini ona açarak bir başka boyutun değiştirici, yüceltici gücünü deneyimleyebilir hale geldiler.
Pekala bu dördüncü boyut nedir, diğer boyutlardan ne farkı var? Esas fark “birçok” olana karşı “bir olan”dır. Olağan farkındalık halindeyken düalite ve karşıtlar görürsünüz, dördüncü boyutta ise birlik. Dördüncü boyut karşıtların son bulduğu, her şeyin “Bir Işık” içinde görüldüğü yerdir. Her şey ışıktır, her şey Bir’dir. Bu, gözle görmenin son bulması değil, fakat ayrılık gözüyle görmenin son bulmasıdır. Ayrılık gözüyle baktığınızda, kalbiniz ne kadar sevgi dolu olursa olsun sizi korkutan şeyler görebilirsiniz. Hayatınız şu anda mükemmel olsa bile, geleceğe içinde her türlü dehşetin bekleyip durduğu bir zihinle bakarsınız, yani geleceğe yapılan projeksiyon korkuya yol açabilir. Korkunun olduğu yerde sevginin sürekliliği ve tutarlılığı kalmaz, bu durumda sevgiyle korku arasında sürekli gidip gelirsiniz. Her biriniz bu tür gidiş gelişlere tabisiniz, çünkü gözleriniz hala herşeyi düalite içinde görür.
Dördüncü boyutun görüşü böyle değildir, orada yalnızca gerçek olanı görürsünüz, yaratmış olduğunuz düalitenin ardındaki gerçeği görürsünüz. Aydınlanmış bir varlık, çevresinde sürüp giden dramı (oyunu) görür, fakat gördüğü hiçbir şey onu korkutmaz, tiksindirmez, tehdit etmez, çünkü dramların oluşturduğu perdeye nüfuz ederek onun ardında yatanı görür. Dramın ardında yatansa Tek Işıktır. İsa ve diğerleri bu gediği açmak için geldiler, böylece benliğinizin unutmuş olduğunuz tarafına geçebilesiniz diye geldiler.
Size baktığımda, gerçekten kim olduğunuzu görmemden endişe ediyor, olumsuz ve suç yüklü kimliğinizi görmemden korkuyorsunuz. Karanlık tarafınızı yakalayan kozmik bir casus olduğumu sanıyorsunuz! Evet, ben kozmik bir casusum, ama sandığınız gibi değil! Ben yararlı olabilirim, çünkü yapabileceğiniz hiçbir şey beni korkutamaz, irkiltemez, sizden yüz çevirtemez ya da nefret ettiremez! Durum nasıl görünürse görünsün aydınlanmış bir farkındalık sizin yalnızca ışık olduğunuzu bilir. Ve ışığa verilecek tek bir karşılık vardır, o da sevgidir, kişisel dramınızın hiçbir gölgesi önemli değildir. Bu ışığın ışıkla karşılaşmasıdır ve hepsi budur. Benim “Ben’im” sizin “Ben’inizle” karşılaşır ve var olan tek şey sevgidir.
İnsanlar neden bu zamanda gezegenin her yanında bu kadar çok psişik kişi (medyum) ortaya çıktığını soruyorlar. Çünkü dördüncü boyuta geri dönmek için hazır pek çok insan var ve daha çok gediğe ihtiyaç var da ondan! Siz ışık ve sevgi birliğinin yaşandığı o boyuta girme arzusundasınız, bu yüzden yeni çağda yükselmek ve genişlemek isteyenler için, gedikleri ulaşılabilir kılmak için daha çok varlık geliyor. Bir dördüncü boyut öğretmeni yaşam tarzınızı görmez ya da buna aldırmaz. Onlar sadece sevginizin tarzıyla ve farkındalığınızın odağıyla ilgilenirler.
Siz ancak yargının olmadığı bir alanda bir araya gelebilirsiniz, öyleyse yargıyı terk etmek için elinizden gelen her şeyi yapın. Acı verici şeylerin olduğunu inkar edecek değilsiniz, onlar oluyor, ama onlar inandığınız kadar gerçek değiller. Hatırlayın, dünya her şeyin göreli şekilde gerçek olabileceği görece bir kattır.
Eğer Tanrının varlığını hissetme ya da Tanrının sesini duyma veya onun ışığını görme arzunuzda samimiyseniz, bunlardan hangisini yapmak istediğinize karar verin. Birini seçin ve günün her saatinde onu arayın, fizik mekanizmanız buna elverişlidir. Eğer bir ermişin bedenini kesip biçecek olsaydınız, onda sizinkinden farklı bir şey bulamayacaktınız. Gizli düğmeler yoktur, gizli şalterler yoktur, gizli bataryalar, piller yoktur, hepiniz aynısınız! Binlerce insan kendi sessiz yöntemiyle şimdi Tanrıyı ya görüyor ya hissediyor ya da işitiyor. Belli belirsiz bir fikir olarak değil, ama iç gözüyle görüyor ya da inanılmaz bir bilinç patlamasıyla hissediyor veya varlığının derinliğinde işitiyor. Bu hayatta en çok istediğiniz şeydir, öyleyse tüm gününüzü bu niyete odaklanmış olarak düzenleyin. Saat be saat, günbegün, sabah kalktıktan sonra, gece yatmadan önce, bulduğunuz her boş vakitte Tanrıyı görmek, işitmek ya da hissetmek istediğinizi hatırlayın. Biliyorum, gazetelerin, dergilerin ve televizyonun daha ilginç olduğunu düşünüyorsunuz, ama size hatırlatırım ki Tanrı çok daha ilginçtir! En olağanüstü aşk ilişkisi bile Tanrının huzurunda olma duygusundan daha heyecan verici değildir. (Sayfa: 153-161)

JAMAİKA SEMİNERİ ( 7-12 Mart 1989)

Egonuz zihninizin eseridir, kendinin gerçek olduğuna inanır, ışığın içine dalmaya direnç gösterir, çünkü bunun ölümüne yol açacağını sanır! Böylece ortaya sizi birinden diğerine koşturacağı bir dizi arzu koyar. Durmadan uğraşmanızı, asla sessiz ve sakin kalmamanızı ister. Işıkla bir olabilme yolunda zafere ulaşmanızın tek çaresi egonuzla işbirliği yapmanızdır, bunu anlamanız son derece önemlidir. Aksi takdirde o tüm yol boyunca sizinle savaşacaktır, hem neden savaşmasın ki, neden ölümü seçmek zorunda olsun? Aydınlanmanın içinde onun da yer alacağını söylerseniz rahatlayıp gevşeyecektir.
Sizinle Tanrısal olan arasındaki en kolay, en hızlı köprü solunumunuzdur. O kararınıza bağlı değildir, kendiliğinden vaki olan bir şeydir. İçinize girip çıkan, olan herşeyi olduran Tanrı dediğiniz enerjinin devinimidir. Solunumunuzu hissetmek için bir an durun, onun bedeninizdeki iniş çıkışlarını hissedin. Bu basit teknik farkındalığınızı hemen bedeninize yerleştirecektir.
Sonuçta insanın ıstırabı yalnız olduğu inancından kaynaklanır. Sizi yalnızlığa hapsedenin zihniniz olduğunu anlayacaksınız. Çevrenizdeki dünya birliği ve birleşmeyi istiyor, size gelmek için davetinizi bekliyor, asla yalnız olmadığınızı bilin. Duyularınızı, zihninizin onlar üzerine koyduğu kısıtlamaları aşmak üzere genişletmedikçe yalıtılmış olarak kalırsınız. O zaman da duyular düşman olurlar, çünkü ayrılık inancını artırırlar. Duyularınızı dışa, fizik dünyanın içine doğru genişletme uygulamasına başladığınızda gevşeyip rahatlayacaksınız. Dışınızdaki şeylerle bağlantıda olduğunuzu anlayacak ve yalnızlığınızı yeneceksiniz.
Kendinizi düşüncelerinizden çekip duyularınıza vermenizi istememin nedeni şu, eğer zihniniz an’da gizlenen gizemi çözebilecek olsaydı çoktan çözmüş olurdu, ama çözemedi ve çözemez. Aydınlanmaya “düşünme” yoluyla ulaşamazsınız, içinizdeki mesajı yeniden programlamalısınız. Eski mesaj, “bakmaya devam et o dışarda, orada” idi. Yeni mesaj ise, “bu an odur, gizem yaşanan an’ın içindedir. Öyleyse sessiz ve sakin kalarak o gizemi bulmalıyım, o şimdi içimde, derinlerde” olmalıdır.
Tanrı bir düşünce değildir, Tanrı deneyimdir. Eğer hissetmenize olanak vermezseniz onun varlığını hissedemezsiniz. Öyleyse bırakın duyularınız Tanrının varlığını hissetmenize yardımcı olsunlar. Onlar “Olanı” duyumsamaktan korkmazlar, çünkü zihnin taşıdığı suçluluk duygusunu taşımazlar. Onlar ışığa kucak açarlar, Tanrıyı görmenize, işitmenize, hissetmenize, hatta kimi zaman koklamanıza yardım ederler. Kiminiz çiçek ya da tütsü kokularının mucizevi şekilde beliriverdiği anlarla kutsanmışınızdır. Gerçek olmayan sesler de duymuş, gördüğünüz yerde olmamaları gereken bazı şeyler de görmüşsünüzdür. Korkmayın, duyularınız yapmayı çok sevdikleri şeyi yapıyorlar, Tanrıyı direkt deneyimlemenize yardım ediyorlar, duyularınız dostlarınızdır onları kullanın! (Sayfa: 162-194)