31.03.2008

RA BİLGİLERİ
Cilt : 2

AKAŞA YAYINLARI

Celse : 27 (21 Şubat 1981)

Soru- Sonsuz zekanın tarifini yapar mısınız?
Ra- Var olan tek şey Birlik’tir. Birliğin potansiyeli ve devinimi vardır. Potansiyel sonsuz zekadır, kullanıldığı zaman “iş” doğar, bu iş’e biz zeki enerji deriz. İş’in nasıl bir şey olacağı özgür irade sapmasına bağlıdır. Bu sapma (özgür irade) ise Bir’liğin potansiyelindeki zeki enerjinin doğasında bulunur.
Sonsuz zekanın bir ritmi ya da akış şekli vardır. Bu ritim Merkezi Güneşten kaynaklanan bir çeşit kalp atışına benzer, kutupsuz ve sonsuz bir var oluş gelgiti gibidir. Sessizce dışarı doğru yürek gibi atar, atar! Dışarda ve içerde odaklanır, tüm odaklanmalar tamamlanana kadar bu böylece sürüp gider. Sonunda odakların zekası ya da bilinci öyle bir noktaya erişir ki ruhsal doğaları ya da kütleleri onları içeri dönmeye zorlar, ta ki hepsi birleşip bir oluncaya kadar içeri dönerler. Bu Gerçeğin ritmidir!

Soru- Sonsuz zekada işin kutuplaşmadığını ya da potansiyelde farklılaşma olmadığını söylüyorsunuz öyle değil mi?
Ra- Birlik’te farklılık olmaz, ne potansiyel ne de devinimsel. Sonsuz zekanın temel ritimlerinde hiçbir sapma yoktur. Ritimler bir esrar perdesine bürünmüşlerdir, çünkü onlar Varlığın kendisidir. Buna rağmen saptırılmamış Birlik’te zeki enerjiyle ilgili bir potansiyel vardır. Bu açıdan zeki enerji terimini iki yönlü kullanabilirsiniz. Terim bir yönüyle Varlığı “saptırılmamış birlik” ya da “herhangi devinimsel veya potansiyel yönü olmayan” diye tanımlıyor, ama öteki yönüyle odaklanmış enerjilerin kendisinden güç aldığı muazzam potansiyeli, yani zeki enerjiyi kastediyor.

Soru- Sonsuz Zekanın ilk sapmasının özgür irade sapması olduğu anlaşılıyor, bu sapmayı tarif edebilir misiniz?
Ra- Bir’in Yasasının özgür irade sapmasında Yaradan’ın kendini tanıyacağı (bileceği) bildiriliyor.

Soru- O halde, Bir’in Yasasının ilk sapmasının Sonsuz Zeka Yasası olduğunu, yaratılışın deneyimlerini oluşturan diğer tüm sapmaların ondan kaynaklandığını kabul ediyorum, doğru mu?
Ra- Hem doğru hem de değil. Madde aleminizdeki tüm deneyimler özgür irade yasasından kaynaklanır.

Soru- Şimdi ikinci sapma olan sevgiye geçiyorum, sevgiyi tanımlar mısınız?
Ra- Sevgiyi tanımlamak için ardındaki sonsuz zekayı ya da Birliği veya ilk sapma olan özgür irade sapmasıyla Tek Yaradanı bir arada göz önüne almak gerekir. O zaman sevgi terimini bir odak olarak, zeki enerjinin sonsuz zekanın potansiyelinden oluşmasına neden olan son derece yüksek bir enerji çeşidi olarak görmek mümkün olur. Bazılarınız bunu bir faaliyet değil de bir hedef olarak görebilir, bu son derece güçlü enerji odağına sanki Yaradanmış gibi tapınabilirsiniz.

Soru- Sevginin titreşim diyebileceğimiz bir tezahürü var mıdır?
Ra- Sevginin titreşimi ya da yoğunluk derecesi derken, bu terimi ikinci sapma olan sevgi yerine kullanmamak gerekir. Sevgi sapması, sonsuz zekayı kullanarak çeşitli varlıkların yaratılmasında büyük rol oynayan en temel birlikte-yaratandır. Oysa sevgi titreşimi “sevme” faaliyetini yapmayı öğrenenlerin bunu belirgin bir çarpıtma olmaksızın yapacakları, ışık ya da bilgeliğin yollarını arayacakları yoğunluk derecesidir (dördüncü yoğunluk). Böylece titreşim olarak sevgi ışığa katılır, ışığı kullanır ve onu kendi sapmaları içinde yönetebilme gücüne sahiptir. Bu yolla titreşimsel bileşimler yaratılışı tersine çevirerek Bir’liğe geri dönerler, bunu yaparken de kalp atışına benzer bir ritim sergilerler.

Soru- Fizikçi Dewey Larson’a göre her şey devinimden meydana gelir, ki buna titreşim diyoruz. Bu saf titreşimdir, maddi bir şey olmadığı gibi şekli ve yoğunluğu da yoktur. Bu titreşimin ilk ürünü foton dediğimiz ışık parçacığıdır. Bu fiziksel açıklamayla sevgi ve ışık kavramı arasında bir benzetme yapmaya çalışıyorum, dediklerim sevginin ışığı yarattığı tezine uygun mudur?
Ra- Evet uygundur, ama ilk hareket ettiricilere (ana güçlere) sevgi adını veriyorsanız uygundur, çünkü her sevgi aynı frekanstan gelir, bu frekans Birliktir. Biz onu frekanstan çok bir güce benzetiriz, sonsuz bir güce. Sonlu nitelikler ise sevgi denen asli devinimin doğasına uygun olarak yine kendisi tarafından seçilmiştir.

Soru- O halde saf devinimden ibaret bu titreşime saf sevgi denir, o henüz herhangi bir yoğunluk derecesi oluşturacak kadar yoğunlaşmamıştır. Sevgi daha sonra titreşim süreci yoluyla foton dediğimiz şeyi yaratır ki bu ışığın yapı taşıdır. Foton da sonunda titreşimler ve dönme hareketinin eklenmesiyle deneyimlediğimiz yoğunluk derecelerine ait parçacıklar halinde yoğunlaşır. Söylediklerim doğru mu?
Ra- Evet doğru.

Soru- Daha sonra yoğunluk derecelerini şekillendiren ışık renk dediğimiz özelliği kazanır. Renk yedi bölüme ayrılır, renklerin bu sıralanışının özel bir nedeni var mıdır?
Ra- Evreninizin titreşimsel modeli, sevginin ilk malzeme olan ışık üzerinde odaklanmasıyla meydana gelmiştir. Sevgi kendini tanımak ve bilmek amacıyla belli yoğunluk dereceleri yaratmak için zeki enerjiyi kullanır. Bu yüzden renkler sevginin isteğine bağlı olarak düz, dar ve gerektiği gibidirler. (Işın demetini andıran düz ve dar bantlardır) (Sayfa: 8- 13)

Celse : 28 (22 Şubat 1981)

Soru-
Dewey Larson’a göre sonsuz zeka her yerde dışarı doğru genişlemekte ve bu genişleme ışık hızıyla olmaktadır. Larson buna uzay/zaman (madde) adını veriyor. Bu kavram doğru mudur?
Ra- Bu kavram sonsuz zeka hakkındaki tüm diğer kavramlar gibi yanlıştır. Yaradanın doğal yasalarını ifade etmek için kullanılan noktalardan biri için, yani belli bir Logos (yaratıcı prensip) ya da sevgi için doğrudur.
Tek, farklılaşmamış, kutuplaşmamış ve bütün olan sonsuz zeka gizemle kaplı var oluşun makrokozmosudur. Bu yüzden Birlik fiziksel olarak nitelendirilemez, ancak özgür iradenin katalizörlüğüyle faaliyete geçirilmiş ya da potansiyel kazandırılmış sonsuz zeka olarak anlaşılabilir. Bunu kabul etmek zor olabilir, ama sizinle paylaşmak istediğimiz idrakin gizemle başlayıp gizemle bittiğini unutmamak gerekir.

Soru- Işık titreşimin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor, titreşim de sevginin bir sonucu. O halde ışığın yoğunlaşarak maddeye, yani kimyasal elementlere dönüşmesi titreşimsel dönüşlerin en küçük (kuantum) birimler halinde oluşundan ya da açısal hıza bağlı aralıklarla titreşmesinden kaynaklanıyor. Bu doğru mu?
Ra- Evet doğru.

Soru- Peki dönme hareketini başlatan katalizör nedir? Işığın yoğunlaşarak fiziksel ya da kimyasal elementlere dönüşmesini sağlayan dönme hareketi nereden kaynaklanıyor?
Ra- Sevgi olarak bilinen odağın başlatıcı gücünü gözden kaçırmamak gerekir. Bu enerji yönlendiricidir, giderek çoğalan biçimde büyükten küçüğe doğru düzen oluşmasını emreder. Böylece sevginin evreni tamamlandığında her ayrıntının gelişme tarzı canlı ışığın doğasında mevcut haldedir, bu yüzden belli bir programa uygun olarak gelişecektir.

Soru- Peki bireyselleşme ya da bilincin bireyselleşmiş bölümü ne zaman ortaya çıktı? Bireyselleşmiş bilinç hangi noktada temel ışık üzerinde çalışmaya başladı?
Ra- Bu noktada söyleyeceklerimizle aklınızı iyice karıştırmak zorundayız, çünkü özgür iradenin potansiyel sonsuz zekayı odaklanmış sonsuz zekaya dönüştürme süreci uzay/zaman (madde) sürekliliğinin dışında yer alır.
Maddenin var olması ya da deneyimlenebilmesi, ancak Logos ya da Sevginin bireyselleşme süreci tamamlandıktan sonra mümkün olabilmiştir. Daha sonra madde evreni yoğunlaşarak bir araya toplanmış ya da dışarı doğru devinirken içeri doğru da büzülmeye başlamış, güneş dediğiniz cisimlerin sıraları gelince zamandışı (çok uzun) kaosları yoğunlaştırıp bunları gezegenlere dönüştürmeleri ve bu zeki enerji girdaplarının çok uzun bir süre birinci yoğunluk derecesinde kalmaları gerekmiştir. İlk yaratılış sizin anladığınız şekilde maddenin bir parçası değildir.

Soru- Bireyselleşmiş bir bilinç birimi, içinde milyonlarca yıldız bulunan bir galaksi meydana getirebilir mi?
Ra- Olabilir, olasılıklar sonsuzdur. Bir Logos bir yıldız sistemi yaratabildiği gibi, milyarlarca yıldız sistemi de yaratabilir, çünkü birçok Logos varlığı ya da yaratılmışı vardır.

Soru- Örnek olarak üzerinde bulunduğumuz gezegeni ele alalım. Yaratılmış alemlerin ne kadarı bu gezegeni yaratan Logos tarafından yaratılmıştır?
Ra- Bu gezegenin Logosu güçlü bir Logostur, yaklaşık olarak 250 milyar yıldız sistemi yaratmıştır. Bu yüzden bu Logosun tüm alemlerinde aynı fizik yasalar geçerlidir.

Soru- Birden sekize kadar bir oktav meydana getiren sonsuz sayıda yoğunluk oktavları olduğunu mu söylüyorsunuz?
Ra- Biz ancak kendi deneyimlerimizi anlatabilir ve sınırlı bir biçimde öğretebiliriz. Ama tüm yaratılmışlar, tüm alemler için kesin bir şey söyleyemeyiz. Yoğunluk oktavlarının sonsuz olduğunu biliyoruz, öyle olduğunu kabul ediyoruz. Öğretmenlerimizin bize anlattığına göre yaratılış gizemle kaplı bir birliğe sahip. Tüm bilinç belirli aralıklarla toplanıp birleşmekte, sonra yeniden başlamaktadır. Bu yüzden evrimin sonsuz olduğunu kabul ediyoruz. Evrim devreler halinde ilerlemektedir.

Soru- Başlangıçta elektrik yüklerinde olduğu gibi bilinçte de bir kutuplaşma var mıydı?
Ra- Evet. Madde aleminizin başlangıcından beri her şey potansiyel olarak mevcuttu. Bilinç bileşimlerinin fonksiyonu fiziksel malzemeleri deneyim kazanmak için kullanmaya başlamak, sonra da metafizik anlamda kutuplaşmaktır. Bunun için gerekli potansiyelleri yaratansa deneyimleyen varlık değil zeki enerjidir. (Sayfa: 14- 22)

Celse : 29 (23 Şubat 1981)

Soru- Güneşimiz bir alt-Logos mu? Gezegen sistemini ve tüm yoğunluk derecelerini bu alt Logos mu yarattı?
Ra- Güneşinizin bir alt-Logos olduğu doğrudur, ama ana galaksinizin her yanında geçerli tüm koşulları ve titreşim frekanslarını yaratan o değildir. Sadece ana Logosun harekete geçirdiği zeki enerji kalıpları içindeki bazı deneyimsel unsurları farklılaştırmıştır. Kısaca Güneşiniz ana galaksinin Logosunun bir alt-Logosudur. Güneşinizin alt-alt Logosları da vardır. Örneğin akıl, beden, ruh bileşiminiz böyledir. Logos tüm yoğunluk derecelerini, hem uzay/zaman (madde) hem de ona eşlik eden zaman/uzay (madde ötesi) yoğunluk derecelerini yaratır.

Soru- Yer çekiminin nasıl meydana geldiğini söyleyebilir misiniz?
Ra- Yer çekimi dediğiniz şey içsel ışık/sevgiye doğru bir itiliş, Yaradana doğru ilerleyen spiral ışık hattına yöneliştir. Bu ruhsal bir olayın tezahürü ya da var oluşun bir şartıdır. Aslında metafizik ve fizik birbirinden ayrılamaz. Yer çekimini açıklamaya çalışan biri, birçok nesnenin çekim gücünü farklı fiziksel özelliklerine (kütle gibi) bağlı olarak hesaplayabilir. Ama biz yer çekiminin aynı derecede önemli olan metafizik doğasından da söz etmenin şart olduğuna inanıyoruz.

Soru- Venüs gezegenindeki yer çekimi Dünya’daki yer çekiminden fazla mıdır?
Ra- Yer çekimi Venüs adını verdiğiniz varlığın yüzeyinde ruhsal olarak daha fazladır. Bunun nedeni de Yaradanı arayışta daha büyük başarı gösterilmiş olmasıdır. Bu nokta, ancak yaratılışın tümü ruhsal kütleye eriştiğinde tüm yaratılışın birleşeceğini, tam bir birliğin meydana geleceğini anladığımızda önem kazanmaktadır. Yani ışık kaynağını aramakta, onu bulduğunda yaratılış sona ermekte ve yeni bir yaratılış başlamaktadır. Bu olay kara delik olarak kabul ettiğiniz noktalarda gerçekleşir. Sonsuz büyüklükte bir kütleyi sıfır noktasında (hiçlik noktası) toplayan, tüm ışık massedildiği için tamamen karanlık noktalardır bunlar. Kara delik, ruhsal ya da metafizik halin maddesel bir tezahürüdür. Gezegeniniz dördüncü yoğunluk derecesine geçtiğinde daha şiddetli bir ruhsal çekim olacak, bu da daha yoğun bir illüzyon meydana getirecektir. (Sayfa : 23- 29)

Celse : 30 (24 Şubat 1981)

Soru- Akıl, beden ve ruhu ayrı ayrı tanımlayabilir misiniz?
Ra- Beden, belirli bir madde ya da madde ötesinde deneyimlediğiniz yoğunluk derecesinin maddesidir. Bu katta fiziksel tezahür denen olayı gerçekleştirebilmeniz için emrinizde olan maddesel bir bileşimdir.
Akıl, ruhun içeriye ve bedenin yukarıya doğru akıttığı şeyleri yansıtan bir bileşimdir. Akılda hisler, duygular ve entelektüel düşünceler bulunur. Akıl ağacının köklerine doğru biraz daha yaklaşırsak sezgiyle karşılaşırız. Sezgi, aklın tüm varlık bileşimiyle daha sıkı temasta olan ya da daha uyum içinde olan doğasıdır. Akıl ağacının köküne daha çok inersek bu kez de bilinç aşamalarıyla karşılaşırız. Bu tedricen kişiselden ırksal belleğe ve giderek kozmik akımlara dönüşür ve ruh adını verdiğimiz mekikle direkt temas kurar.
Ruh, çeşitli evrensel, gezegensel ve kişisel içe-akımların onun vasıtasıyla bilincin köklerine gönderilebileceği bir kanal gibidir. Bu kanal aynı zamanda bilincin, beden ve aklın dengeli zeki enerjisi yoluyla sonsuz zekanın kapısına ulaşmasını da sağlar.
Akıl, beden ve ruh birbirlerine çözülmez bağlarla bağlanmışlardır, biri olmadan diğeri varlığını sürdüremez. Bu yüzden her biriyle ayrı ayrı uğraşmak yerine yalnızca akıl, beden, ruh bileşiminden söz ederiz, çünkü deneyimleriniz sırasında yaptığınız iş bu unsurların yalnızca biri vasıtasıyla değil, her üçünün karşılıklı birbirini etkilemesiyle yapılır.

Soru- Öldükten sonra hala akıl, beden, ruh bileşiminden söz edilebilir mi? Beden yitirilince akıl ve ruh bundan bir zarar görür mü?
Ra- Akıl bileşimi büyük bir kayba uğrar, çünkü nasıl kimyasal beden bileşiminiz illüzyondan ibaretse, bu madde dünyasındaki zihinsel faaliyetinizin çoğu da illüzyondur. Öte yandan önemli şeylerin hiçbiri yitirilmez, karakter, yani duygu ve önyargıların, sapma ve bilgeliklerin süzülmüş saf biçimi ilk kez apaçık hale gelir, çünkü bunlar yaşam deneyimi sırasında ya yok sayılmış ya da küçümsenmiştir. Ruhsal açıdan, üçüncü yoğunluk derecesinin bir zorunluluğu olan unutma karakteristiğine artık gerek kalmadığı için bu kanal iyice açılır.

Soru- Akıl, beden, ruh bileşimlerinin ilk kez nasıl meydana geldiklerini öğrenmek istiyorum, başlangıç nasıl oldu, ruh aklı, akıl da bedeni mi şekillendirdi?
Ra- Siz evrimi geriye doğru izlemeye çalışıyorsunuz. İlk yoğunluk derecesinde devinimsiz, rastgele bir şey olarak ilk var olan şey bilinçtir. Buna ne isim verdiğinizin önemi yok, biz ona akıl, beden bileşimi diyoruz. Bu bileşimin en küçük zerresinde bile Sonsuz Yaradanın tümüyle var olduğunu biliyoruz. Bu akıl, beden bileşimi daha sonra ikinci yoğunluk derecesinde gelişmeyi keşfederek ışığa doğru döner ve ruh bileşimini uyandırır. Bu da Sonsuz Yaradanın sevgi ve ışığına doğru spiral çizerek yükselişi yoğunlaştırır.
Ruh bileşiminin akıl, beden bileşimine katılması gerçek olmaktan çok görünüşte olur, maddenin başlangıcından beri potansiyel olarak var olan ruh bileşimi kendini kusursuzlaştırarak üçüncü yoğunluk derecesine geçişi sağlar. Akıl, beden, ruh bileşimi kendine ya da diğerlerine hizmet olanağını fark ettiğinde akıl, beden, ruh bileşimi faaliyete geçirilmiş olur. (Sayfa: 34- 37)

Celse : 31 (25 Şubat 1981)

Soru- Cinsel ilişki sırasında ortaya çıkabilecek enerji tıkanıklıklarından söz edebilir misiniz?
Ra- İlk enerji aktarımı kırmızı ışındır, bu sadece üreme sisteminizle ilgili rastgele bir aktarımdır. Turuncu ve sarı ışınların cinsel ilişki kurma girişimleri, varlıklardan yalnızca biri bu alanda titreşmekteyse bir tıkanıklık yaratır, böylece cinsel yönden bu alanda titreşen varlığın cinsel ilişkiye asla doymayan bir istek duymasına neden olur. Bu titreşim düzeylerinin gereksinimi yeşil ışın faaliyetidir. Turuncu ya da sarı ışın enerji aktarımı olanağı da vardır, bu negatife doğru kutuplaşmadır. Yani karşısındaki benliği bir insan gibi değil bir nesne gibi, kendini ise zorla sahiplenen biri gibi görmektedir.
Yeşil ışında iki olasılık vardır. Birincisi, eğer iki taraf da yeşil ışın alanında titreşiyorsa karşılıklı enerji aktarımı güçlenir. Dişi, enerji merkezleri yoluyla varlığının köklerinden enerji çeker ve fiziksel olarak canlanır. Erkekse kendi enerji aktarımında akıl, beden, ruh bileşiminin ruh bölümünü besleyen ve doyuran bir ilham bulur. Bu enerji aktarımı varlıklardan biri ya da ikisi sahiplenilmekten veya sahiplenmekten korkuyorsa engellenir. Diğer yeşil ışın olasılığı varlıklardan birinin yeşil ışın enerjisi sunması diğerinin sunmamasıdır. Bu yeşil ışına sahip olmayanın enerji akımının tıkanması demektir. Bu da sinirliliği ya da iştahı artırır, çünkü yeşil ışın diğerlerine hizmet eğilimini az da olsa artırmaktadır.
Mavi ışın enerji aktarımına şu anda insanlarınız arasında çok az rastlanmaktadır. Bu enerji aktarımı, kendini açık ve korkusuz biçimde ifade edebilme yeteneğine yardımcı olması açısından çok faydalıdır.
Çivit rengi ışın aktarımı ise insanlarınız arasında hemen hemen hiç rastlanmayan tipte bir aktarımdır. Bu bedenin kutsal bölümüdür, buradan sonsuz zekayla menekşe rengi ışın aracılığıyla temas kurulabilir. Son iki düzeyde artık enerji tıkanıklığı söz konusu olamaz, çünkü zaten her iki birey de enerji için hazır değilse enerjiler görülemez, ne aktarım ne de tıkanıklık olabilir. Bu durumda sanki güçlü bir makinenin distribütörü çıkarılmış gibidir.

Soru- Bir çiftin çocuk sahibi olup olmamasını belirleyen metafizik bir prensip var mıdır, yoksa bu iş tamamen rastlantısal mıdır?
Ra- Bunun belli sınırlar içinde kalan bir rastlantı olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bir varlık kendi yaşam deneyiminin ana yapısını kendisi seçecek bir evrim düzeyine erişmişse, üreme yeteneği bulunmayan bir bedende enkarne olmayı seçebilir. Bu yüzden kısırlığı tercih etmiş bazı varlıklarla karşılaşabiliriz. Bazıları da özgür iradeleriyle bazı yöntemler kullanarak kısır olmayı garantiye alabilirler. Bu koşullar dışında olay rastlantıya dayanmaktadır.

Soru- Cinsler arasında manyetik çekimden söz etmiştiniz, bu terimi açıklar mısınız?
Ra- Bu terimi iki cinsli doğanızın kutupluluğuna işaret etmek için kullanmıştık. İki cinsli mekanizmanın gücü bundan kaynaklanır. Cinsel olarak zıt kutupta bulunan birine çekim hissetmeye kendi iradenizle karar veremezsiniz. Bu çekim önüne geçilmez biçimde kendiliğinden ortaya çıkar ve enerjinin özgürce akması için bir yol açar. Bu yol bazen varlığa bu çekimin istenmediğini bildiren bir koşullanma tarafından kapatılabilir. Ama ana mekanizma aynen bir mıknatısla demir arasında olduğu gibi fonksiyon yapar.

Soru- Günümüzde gittikçe artan sayıda eşcinsel eğilime sahip varlığın enkarne olduğunu görüyoruz. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz?
Ra- Bu durumdaki varlıklar daha önce erkek ya da dişi olarak geçirdikleri pek çok enkarnasyondan ötürü büyük bir sapma yaşarlar. Eğer gezegeniniz şu anda çok zor titreşimsel bir evre içinde bulunmamış olsaydı bu gibi eğilimler aktif bir eşcinsel davranışla sonuçlanmazdı. Nüfusu fazla olan ülkelerin kalabalık kentlerinde aura ciddi biçimde zedelenmektedir, bu koşullar altında karışıklık ortaya çıkar. Bir erkek ya da dişi geçmiş enkarnasyonlarının % 65’ini karşı cinste deneyimlemişse, bu enkarnasyonunda kentsel alanların negatif etkisine açıktır, yani eşcinsel eğilime sahip olabilir.

Soru- Bir varlığın DNA programına daha önce geçirdiği cinsel deneyimlere ait cinsel önyargılar kaydedilir mi? Orion grubu cinsel önyargıları kullanarak negatif kutuplaşmalara yol açıyor mu?
Ra- Masturbasyon dediğiniz olayın daha sonraki deneyimler üzerinde etkili olabilecek izler bıraktığına pek rastlamıyoruz. Aynı şekilde bu yaş grubundaki gençlerin kendi aralarında yaşadıkları eşcinsel ilişkiler de nedeni merak olan masum arayışlardır. Ama bir varlığın yoğun şekilde katıldığı ilk deneyimin yaşamı boyunca o varlık üzerinde bir iz bıraktığı da kesindir.
Nasıl biz Konfederasyon üyeleri olarak cinsel tercihler de dahil her fırsattan yararlanarak sevgi ve ışığımızı size göndermeye çalışıyorsak, Orion grubu da her fırsatı kullanmaktadır. Eğer araştırır ve gözlemlerseniz insanlar arasında cinsel uygulamaların tüm yelpazesini görebilirsiniz. Örneğin bazıları başkalarına hükmederek, üzerlerinde baskı uygulayarak doyuma ulaşırlar. Bu tür olaylar ırza tecavüz ya da başka yollarla yapılan cinsel özellikteki bir enerji tıkanıklığıdır. Ancak her cinsel sapmanın nedeni Orion grubu değil, insanlarınızın özgür iradeleriyle yaptıkları seçimlerdir. Cinsel enerji aktarım ve tıkanıklıkları çok daha önemli bir şeyin tezahürleridir. İnsanlar kavgacılık ve sahip olma hırsına açık hale gelince, cinsel sapmalar da akıl ağacı yoluyla süzülüp bedensel ifadelere sızmaya başladı. Bu yüzden, cinsel enerji tıkanıklıkları her ne kadar Orion grubu tarafından yoğunlaştırılmışsa da aslında insanların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçimdir. (Sayfa: 45- 51)

Celse : 32 (27 Şubat 1981)

Soru- Turuncu ışınla sarı ışının faaliyete geçirilişi arasındaki farkı söyleyebilir misiniz?
Kırmızıdan menekşe rengi ışına kadar tüm seri hakkında bilgi vermenizi rica ediyorum.
Ra- Turuncu ışın, akıl, beden ve ruhun gücünü bireysel bir temel üzerinde ifade ettiği etki ya da titreşim kalıbıdır. Bireyler üzerinde güç sahibi olmak turuncu ışın olarak ortaya çıkar, insanlarınız arasında çok etkindir. Bu ışının etkisindeki kişiler diğer insanlara sanki insan değillermiş gibi, bir köle ya da mal gibi davranır onlara hiçbir statü tanımazlar.
Sarı ışın çok güçlüdür. Varlığın birey olarak topluluklarla ilişkilerini belirler. Sarı ışın titreşimi bir grup varlığın diğer gruba hükmetmesine, onları iradeleri önünde eğilmeye zorlamasına sebep olur. Negatif yol da kendi kutuplaşma modellerinde sarı ve turuncu ışınların bir karışımını kullanır. Bu ışınlar eğer kararlı biçimde kullanılırsa sonsuz zekayla bağlantı kurulmasını sağlarlar. Eğer taraflardan biri esas itibariyle sarı ya da turuncu ışın titreşim kalıbındaysa bu cinsel ilişkide bir enerji tıkanıklığı yaratır ve tıkanıklıktan ötürü doymak bilmez bir açlık hissedilir. Eğer bu alanda titreşen iki varlık varsa cinsel ilişki yoluyla kutuplaşma potansiyeli doğar. Bu ilişkide bir taraf aşağılanma ve köleliğin, diğer taraf da başka bir varlık üzerinde hakimiyet kurmanın zevkini deneyimler. Bu yolla, negatif kutbiyete sebep olan bir cinsel enerji aktarımı deneyimlenmiş olur.

Soru- Sanırım yeşil ışın üzerinde yeterince durduk, yeşil ışını atlayıp mavi ışına geçiyorum. Mavi ve yeşil arasında ne fark olduğunu mavi ışın üzerinde daha fazla durarak anlatabilir misiniz?
Ra- Mavi ışın enerji aktarımıyla birlikte diğer tüm deneyim biçimlerinde olduğu gibi cinsel deneyimde de büyük dönüm noktasına gelinir. Artık yeşil ışın dışa doğru döndürülebilir, bu da varlığın alıcıdan çok verici duruma geçtiğini gösterir. Yeşil ışın ötesindeki ilk vericilik kabulün ya da özgürlüğün verilişidir. Mavi ışın enerji aktarımında bulunan varlık, enerjinin alıcısı olan varlığa kabul gördüğü duygusunu tattırmış, böylece onu kendine (vericiye) ifade etmesi için özgür bırakmış olur.
Bir kez yeşil ışın düzeyine erişildi mi varlık artık mavi ışına geçme yeteneğine kavuşmuş demektir. Artık geçiş sadece bireyin gerekli çabayı göstermesine bağlıdır. Çivit rengi ışın ise ancak sıkı bir disiplin ve uygulama sonunda elde edilebilir. Bu ışını faaliyete geçirebilmek için kendini sadece kutuplaşmış dengeli bir varlık gibi değil, Yaradanın bir parçası, sonsuz değere sahip bir varlık olarak da algılamak gerekir. Bu algı çivit rengi ışını faaliyete geçirecektir.

Soru- Mavi ve çivit rengi ışın aktarımı arasında ne fark vardır?
Ra- Çivit rengi ışın Yaradanı kendiniz olarak fark etme (farkındalık) ışınıdır, yani çivit rengi ışın titreşimleri faaliyete geçirilmiş bir varlık Yaradandan yaratana enerji aktarımında bulunabilir. Bu, iki cinsli üreme faaliyetinin kutsal yapıya girmesinin başlangıcıdır. Çivit rengi ışın da tıpkı kırmızı ışın gibi cinsel deneyim sırasında mutlaka vardır. Diğer varlık tarafından deneyimlenmesi saptırılabilir, yok sayılabilir ya da farkına varılmayabilir. Ama çivit rengi ışın akıl, beden, ruh bileşiminin toplamı ve yapısının özü olduğu için bir varlığın her türlü eylemini kuşatır.
Enerji aktarımı ancak dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk derecelerinde meydana gelir. Bu yoğunluk katları hala kutupluluk taşıyan türdendir. Ama bu yoğunluk derecelerindeki varlıklar bireyler arasındaki uyumu görebildikleri için kendileriyle uyumlu eşler seçer, böylece kesiksiz ve sabit bir enerji aktarımı sağlarlar. Yedinci yoğunluk derecesinde ise, artık beden bileşimlerini yeniden kullanma gereksinimi ortadan kalktığı için bu özel enerji alışverişi yapılmaz.

Soru- Dünyamızda enkarne olan dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk derecesindeki gezginler bu ışınlardan nasıl etkilenirler?
Ra- Dördüncü yoğunluk derecesinden gelen gezginler sevgiyle dolu olan ya da sevgiye gereksinimi olan varlıkları seçme eğilimindedir. Seçimlerini yaparken diğerlerine duydukları merhametten kaynaklanan hatalar yapma olasılığı çok yüksektir.
Beşinci yoğunluktan gelen bir gezgin diğer varlıklardan gelen çeşitli ışınların uyarımlarından pek etkilenmez. Bu tür varlıklar evlilik dediğiniz geleneksel faaliyetten uzak dururlar, genellikle çocuk doğurmaktan ve büyütmekten pek hoşlanmazlar, çünkü gezegenin titreşimi onların titreşimine uymaz.
Altıncı yoğunluk derecesi gezgininin cinsel birleşme yöntemi füzyon dediğiniz olguya çok benzer. Bu varlık bildiğiniz şekliyle cinsel ilişkide bulunmak yerine cinsel enerji aktarımının füzyon niteliği taşıyabileceği varlıkları arar. Cinsel faaliyeti sadece bedene ait bir faaliyet olarak nitelemek yapay bir şeydir, aslında akıl, beden ve ruh eşit olarak cinseldir, hepsi de varlığın kutbiyetinin parçalarıdır. Cinsel füzyonda, cinsel ilişki olmaksızın yapılacak bir birleşme her iki varlığın akıl, beden ve ruhunun tam anlamıyla birbirinin içinde eriyip kaynaşmasını sağlar. Bu tür füzyonda her varlık diğerinin varlığında erimenin verdiği haz ve zevkin sonsuz orgazmını yaşar. (Sayfa: 52- 58)

Celse : 33 (1 Mart 1981)

Soru- Varlıkların daha hızlı evrimleşebilmesi için bazı katalizörlerin önceden programlanması mümkün mü?
Ra- Enkarnasyon sürecinin bilincine varmış bir varlık deneyimlerini kendisi programlar ve ne kadar katalizör kullanacağını kendisi seçer. Başka bir deyişle, bir enkarnasyon sırasında deneyimleyeceği ve öğreneceği derslerin sayısına kendisi karar verir. Bu her şeyin önceden belirlendiği (mukadder kılındığı) anlamına gelmez. Daha çok programa uygun olarak olayların ana plan dahilinde kalacak şekilde yönetilmesi demektir. Bu yüzden, eğer bir fırsat kaçırılmışsa bir başkası ortaya çıkacak ve deneyim yapan varlık kendine bir ders verildiğini fark edip onu öğrenmeye başlayıncaya kadar bu fırsatlar ortaya çıkmaya devam edecektir.

Soru- Hem pozitif hem de negatif yönden dördüncü yoğunluk derecesine geçmek üzere olan varlıkların menekşe rengi ışın faaliyeti ya da parlaklığı (şiddeti) arasında bir fark var mıdır?
Ra- Evet vardır. Pozitif dördüncü yoğunluk varlığının menekşe rengi ışınında yeşil, mavi, çivit rengi enerjilerin de izleri bulunur. Bu izler bir gökkuşağında olduğu gibi son derece net hatlarla bellidir. Dördüncü yoğunluk derecesinde bulunan negatif bir varlığın aurasında ise kırmızı, turuncu, sarı ışınların izleri bulunur, ancak bunlar net değil bulanıktır.

Soru- Beşinci ve altıncı yoğunluk derecelerinin ışınları neye benzer?
Ra- Beşinci yoğunluk derecesi titreşimlerin son derece beyaz olmasıyla tarif edilebilir. Altıncı yoğunluk derecesinin beyazlığında ise altına benzer bir nitelik vardır. Bu renkler dördüncü yoğunluk derecesinde öğrenilmiş şefkat, merhamet ve sevecenliğin beşinci yoğunluk derecesine ait bilgelikle kaynaştığını, altıncı yoğunluk derecesinde ise bilgeliğin bilgelikle gözden geçirilip kaynaştığını gösterir. Bu altın rengi sizin tayfınızda bulunmaz, o canı olan bir renktir! (Sayfa: 62- 69)

Celse : 34 (4 Mart 1981)

Soru-
Karmayı tanımlar mısınız?
Ra- Bizim anlayışımıza göre karmayı atalet olarak tanımlayabilirsiniz. Varlıklar tarafından başlatılan eylemler, yönetici ya da daha yüksek bir prensip tarafından durduruluncaya ya da frenleninceye kadar dengeleme yollarını kullanarak devam ederler. Eylemin ataletinin durdurulmasına bağışlama ya da bağışlanma olgusu yol açar. Bu iki kavram birbirinden ayrılamaz.

Soru- Bir varlık enkarnasyonu sırasında bir karma geliştirirse bu karmayı hafifletecek bir programlama var mıdır?
Ra- Genelde evet, ama hem varlığın kendisi hem de olaylara katılan diğer varlıklar idrak, kabul ve bağışlama süreci vasıtasıyla herhangi bir anda bu kalıpları düzeltebilirler. Bu, enkarnasyonun herhangi bir noktasında gerçekleşebilir, yani bir eylemi başlatmış olan varlık kendini bağışlayabilir ve aynı hatayı bir daha asla yinelemez. Bu aynı zamanda karmayı da durdurur ya da frenler.

Soru- Tezahür etmemiş benliğin öğretici katalizörler yaratmasından söz edebilir misiniz?
Ra- Özellikle acı katalizörüne duyduğunuz ilgiyi gözlemledik, acı çekme insanlar arasında çok sık rastlanan bir deneyim. Bu bedensel bir acı olabilir, ama en sık rastlananı zihinsel ve duygusal acılardır. Tek tük de olsa ruhsal diye sınıflandırılabilecek acılar da vardır. Acı çekmek öğrenim için bir potansiyel meydana getirir, öğrenilecek derslerse sürekli değişir. Ama hemen her zaman bu dersler arasında sabır, hoşgörü ve hayatı hafife alma (kendini hiçbir şeyle özdeşleştirmeme) gibi şeyler de vardır. Ama çoğu kez duygusal acı katalizörü tam tersi bir sonuca varır, yani katılık, sabırsızlık, sertlik ve genel bir hırçınlık olarak ortaya çıkar. İşte bu yolunu şaşırmış bir katalizördür. Bu gibi durumlarda tezahür etmemiş benliğe kendinin her şeye gücü yeten Yaradan olduğunu keşfetmesi için yeni katalizörler sunulur.

Soru- Benliğin toplumsal benlikle (toplumla) ilişkisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Toplum ve benlik arasındaki karşılıklı ilişki genellikle ikinci ve üçüncü enerji merkezlerinde toplanır. Bu yüzden toplumu değiştirmek veya yeniden yapılandırmak için en çok çaba gösterenler, kendilerinin en dürüst kişiler olduklarına ya da gücün daha doğru kullanılmasını sağlayacak çözümlere sahip olduklarına inananlardan çıkar. Bu alanda negatiften pozitife dek tüm eğilimlerle harekete geçilebilir. Bunların her ikisi de bu enerji merkezlerini faaliyete geçirecektir.
Topluma yardım etmek isteyenlerin küçük bir bölümü ise yeşil ışından ya da daha üst düzeydekilerden çıkar. Bu varlıkların bu kadar az olması, onların özgürce verilen evrensel sevginin birçok itibarlı konumdan daha arzu edilir bir şey olduğunu idrak etmelerinden kaynaklanır. Bu dördüncü ışın idrakidir.

Soru- Benliğin savaşla ilişkisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Benlik ve savaş ilişkisi, olgunlaşan varlığın en temel idraklerinden birini oluşturur. Hangi yöne gitmek isteniyorsa onu büyük oranda hızlandırma şansı doğar. İnsan hangi nedenle olursa olsun kavgacı tutumlara girdiğinde negatif yönde kutuplaşabilir ya da kendini savaşın içinde bulabilir. Diğer varlıkları korumak için yapacağı kahramanca eylemlerden dolayı turuncu, sarı, sonra da yeşil ışınların faaliyete geçirilmesiyle pozitif yönde kutuplaşabilir. İnsan en sonunda evrensel sevgi prensibini, kavgacı davranışlara katılmayı tümüyle reddederek ifade edebilir ve üçüncü ışına doğru başarıyla kutuplaşabilir. Bu yolla varlık çok kısa bir zamanda bilinçli bir varlığa dönüşebilir. Buna travmatik bir evrim diyebilirsiniz, ama unutmayın ki insanların evrimini sağlayan en büyük katalizör travmadır. (Sayfa: 70-76)

Celse : 36 (10 Mart 1981)

Soru- Akıl, beden, ruh bileşimini tarif edebilir misiniz?
Ra- Zamanın hükmetmediği bir boyut vardır. Sadece bu boyutta şimdi’nin sonsuz dansını yapan akıl, beden, ruh bileşimi bütünlük içinde görülebilir. Varlık ancak o boyutta kendi isteğiyle Yaradanın birliğine karışmadan önce kendini kendi bütünlüğü içinde idrak eder ve tanır. Akıl, beden, ruh bileşimi, yüksek benlik dediğiniz benliğin kaynağı olarak fonksiyon yapar. Yüksek Benlik ise üçüncü yoğunluk derecesi deneyimlerinden süzülüp gelenleri inceler ve daha ileri deneyimleri programlar. Bu aynı zamanda dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk dereceleri için de geçerlidir. Akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğü yedinci yoğunluk derecesinde bilinç kazanır.

Soru- Üçüncü yoğunluk derecesindeki varlığın içinde bulunduğu koşullar değiştiğinde duruma uygun yeni katalizörleri programlayan akıl, beden, ruh bileşimi midir?
Ra- Hayır değil. Varlığın tüm deneyimlerinin idrakinde olan yüksek benlik öğrenilmemiş deneyimleri düzeltme, daha sonraki yaşam deneyimlerini programlama konusunda varlığa yardımcı olur. Nasıl akıl, beden, ruh bileşiminin bir üstünde yüksek benlik kavramı varsa, onun da üstünde akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğü kavramı bulunur. Birincisinde uzay/zaman (madde) sürekliliği içinde planlı bir durum söz konusudur. Buna göre varlığın edindiği tüm deneyimler ve bu yoğunluk derecesinde öğrenilmesi gereken derslerin tüm idraki yüksek benliğin kullanımına hazırdır. Akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğü ise inişli çıkışlı bir kumsal gibidir, bir anlamda varlığın birbirine paralel evrimlerinin bir toplamıdır. Bu bilgi yüksek benliğe açıktır, dolayısıyla yüksek benlik geleceğe ait yaşam programlamasına daha iyi yardımcı olabilmek için bu planlanmış olanak/olasılık girdaplarını kullanabilir.

Soru- Eğer gerekiyorsa yüksek benlik ya da evrensel ruh birçok parçaya ayrılabilir ve aynı anda birçok farklı tipte katalizörü deneyimleyebilir, sonra da bunları gözden geçirir ve toparlar, yanılıyor muyum?
Ra- Bu bizim doğru ya da yanlış diyemeyeceğimiz bir açıklama, çünkü sizin zaman dediğiniz olguda bazı karışıklıklar var. Gerçek eşzamanlılık ancak her şey aynı zamanda vuku buluyorsa mümkün olabilir, bu da sözünü ettiğiniz kavrama gölge düşürüyor. Bir varlığın çeşitli bölümlerinin değişik deneyimleri aynı anda yaşaması, bunların gerçek bir eşzamanlılıkla vuku bulduklarını düşündüğünüz için doğru değildir, çünkü durum böyle değildir. Olay evrenler arasında cereyan etmektedir, öyle ki paralel var oluşlar yüksek benlik tarafından programlanabilir. Bunun için de akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünün kritik noktalardaki olanak/olasılık girdapları hakkında vereceği bilgilere gerek vardır.

Soru- Yüksek benlik tarafından yapılmış bu programlamanın paralel var oluşlar yoluyla nasıl eğittiğini bir örnekle anlatabilir misiniz?
Ra- İki benlik eşzamanlı var oluyor görünse de, aslında bu aynı zaman/uzayda (madde ötesi) var olan tek bir benliktir, yani evrensel ruh ya da yüksek benlik yardım ettiği akıl, beden, ruh bileşimiyle aynı zamanda var oluyor gibi görünür, ama gerçekte eşzamanlılık söz konusu değildir. Çünkü yüksek benlik, söz konusu akıl, beden, ruh bileşiminin evrimi açısından bakıldığında onun geleceği olarak kabul edilebilecek bir konumda bulunmakta ve ihtiyaç duyulduğunda söz konusu varlığa yönelmektedir.

Soru- O halde yüksek benlik bizim anladığımız şekliyle gelecekte bulunuyor ve oradan fonksiyon görüyor. Yani yüksek benliğim bana gelecekte neler olacağını bildiği için, şimdi neye gereksinim duyduğumu da bilme açısından çok büyük bir avantaja sahip öyle mi ?
Ra- Yüksek benliğin gelecekte bulunduğu madde aleminiz açısından doğrudur. Ama şimdiki gereksinimlerinizi bilmede avantaja sahip olduğu doğru değildir, çünkü bu özgür iradenin ortadan kaldırılması demek olur. Yüksek benlik altıncı yoğunluk derecesinde öğrenilen derslerin bilincindedir, varlığın evrim hızı da onun tarafından çok iyi anlaşılmaktadır. Yüksek benliğe erişmek için yapılması gereken seçimler akıl, beden, ruh bileşiminin kaynağında zaten vardır. Bu yüzden yüksek benliği ulaşılacak yeri gösteren bir haritaya benzetebiliriz, yollar ise çok iyi bilinmektedir, bu yolları sonsuz zeka zeki enerji vasıtasıyla çizmiştir. Ama yüksek benlik sadece dersleri programlayabilir, geriye kalan ise her varlığın özgür iradesiyle yaptığı seçimlerdir. Bilinenle bilinmeyen arasında kusursuz bir denge vardır.

Soru- Yüksek benliğin de fiziksel bedenimiz gibi bir aracı olup olmadığını öğrenmek istiyorum.
Ra- Yüksek benlik altıncı yoğunluk derecesinde oldukça ilerlemiş, yedinci yoğunluk derecesine doğru gitmekte olan bir varlıktır. Yedinci yoğunluk derecesinde bir hayli yol aldıktan sonra akıl, beden, ruh bileşimi artık öylesine bir akıl, beden, ruh bütünlüğüne ulaşır ki ruhsal kütle toplamaya başlar ve oktav yoğunluğuna (sekizinci yoğunluk derecesine) yaklaşır. Bu noktada artık geriye bakış sona erer. Her varlığın yüksek benliği altıncı yoğunluk derecesindedir, yedinci yoğunluğa yaklaşırken bu varlık için bir onur/görev olur. Yüksek benliğin kendisi de zaten akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünün bir projeksiyonu ya da tezahüründen ibarettir. Bu tezahür, bir devrenin enkarne olunmadığı döneminde (madde ötesi alemde) veya enkarnasyon sırasında akıl, beden, ruhla iletişim kurabilir, kurabilir diyoruz çünkü bu ancak akıl ağacının köklerine giden uygun yollar ya da kanallar açıksa mümkün olabilir.

Soru- Negatif yolu seçmiş bir varlığın yüksek benliği altıncı yoğunluk derecesinin negatif kutbunda mı yer alır?
Ra- Yüksek benlik aşamasına erişebilmiş hiçbir negatif varlık yoktur. Negatif eğilimli akıl, beden, ruh bileşimleri bu açıdan büyük bir zorlukla karşı karşıyadırlar. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu zorluğu aşan negatif eğilimli bir varlığa daha hiç rastlanmamıştır. Beşinci yoğunluk derecesini bitiren varlıkların bilgelik kazanmaları yetmemekte, daha fazla ilerleyebilmek için bu bilgeliği eşit ölçüdeki bir sevgiyle dengelemeleri gerekmektedir. İşte zorluk buradadır, yani bilgelik sevgiyle dengelenmedikçe negatif eğilimli varlık ilerleme kaydedemez. Eğer negatif yolu izlemekteyseniz bu sevgi/ışığı birleştirmeniz çok ama çok zor bir şeydir. Bu yüzden negatif eğilimli toplumsal bileşimler bu yönelimlerinden vazgeçerek altıncı yoğunluk derecesinin pozitif yoluna atlamayı seçerler. Bu durumda yüksek benlik daima pozitif yolu gösterir, ama yine de bireyin özgür iradesi her şeyden üstündür. Varlık negatif ya da pozitifi seçmekte özgürdür.

Soru- Altıncı yoğunluk derecesi pozitif varlıklarının bir gezgin olarak dünyamızda enkarne olduğunu biliyoruz. Acaba bunu altıncı yoğunluk derecesi negatif varlıkları da yapabilirler mi?
Ra- Negatif eğilimli bir varlık bilgelik yoğunluğunda belli bir aşamaya bir kez erişince, artık onun unutma riskini göze alma olasılığı çok azdır, çünkü negatif kutuplaşma hiç de özverili olmayıp aksine çok bencildir, ayrıca eriştiği bilgelik sayesinde gezginlik olayının tehlikesini sezebilir. Bu durumdaki çok az varlık gezgin olmayı seçebilir, bu alışılmadık bir şeydir. (Sayfa: 85-93)

Celse : 37 (12 Mart 1981)

Soru- Yüksek benlik de birinciden başlayıp sırayla yoğunluk derecelerinden geçerek evrimleşir mi? Her yüksek benliğin kendinden daha ilerde olan bir yüksek benliği var mıdır?
Ra- Yüksek benlik, altıncı yoğunluk derecesinin sonuna yaklaşmış olan akıl, beden, ruh bileşimine gelecekteki benliği tarafından armağan edilmiş bir tezahürdür. Varlığın yedinci yoğunluk derecesinin ortalarındayken Yaradanın birliğine dönmeden önce yaptığı son hareket, bu kaynağı altıncı yoğunluk derecesinde bulunan kendi benliğine vermektir. Altıncı yoğunluk derecesinin sonlarına yaklaşmış olan bu benlik hem deneyim, düşünce ve eylemlerden oluşan canlı bellek bankasının tümünü, hem de geride bıraktığı akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünün kaynaklarını kullanarak sonsuz düşünce formu üretme onur/görevine sahip olur. Bu yolla kendinizi, yüksek benliğinizi ve akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünüzü bir daire üzerindeki üç nokta olarak görebilirsiniz. Tek fark içinde bulunduğunuz zaman/uzay (fizik ötesi) sürekliliğinden kaynaklanmaktadır, yoksa hepsi aynı varlıktır.

Soru- Her varlık ayrı bir akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğüne sahip midir, yoksa bu bütünlüğü birkaç varlık birden mi paylaşır?
Ra- Uygun zaman/uzay (fizik ötesi) koşullarında söylediklerinizin her ikisi de olabilir. Her varlık kendi bütünlüğüne sahiptir, ama bir gezegendeki varlıklar toplumsal bellek bütünlüğüne dönüştükleri zaman, bu varlıklar birliğinin bütünlüğü aynı zamanda hem kendi evrensel ruhunun hem de toplumsal bellek bileşimi bütünlüğünün kaynaklarına sahip olur. Spiritüel olarak söyleyecek olursak, bütün daima parçalarının toplamından büyüktür. Bu yüzden bir toplumsal bellek bileşiminin evrensel ruhu, onun üyesi olan varlıkların evrensel ruhlarının (yüksek benliklerinin) toplamına eşit değildir. Bu bizim kare alma dediğimiz kavrama uygun olarak işler.

Soru- Ruhsal kütleyi açıklayabilir misiniz?
Ra- Ruhsal kütle, dışarı ve ileri doğru giden titreşimsel salınımı Büyük Merkezi Güneşin kaynağına, özüne ya da sonsuz evrenlerin Yaradanına doğru çekmeye başlayan şeydir. (Sayfa: 95-97)

Celse : 38 (13 Mart 1981)

Soru- İlham mekanizması nasıl işler?
Ra- İlham, belli bir alanda bilgi edinmeyi şiddetle arzu etmenin yanı sıra, kendini sezgi dediğiniz şeye açmayı ve ona güvenmeyi de içerir.

Soru- Dengeli bir varlıkta kırmızıdan menekşeye kadar renkler nasıl görünür?
Ra- Örneğin bir gezginde kırmızı, turuncu ve sarı ışınlar son derece düzgün görünürler. Yeşil ışın ise çok parlaktır ve daha sönük bir çivit rengi tarafından dengelenmiştir. Bu ikisi arasında kendini ifade edişin ve iletişimin mavi ışını normalin üstünde bir güçle parlar. Menekşe rengi ışında hem bu benzersiz renk yelpazesi, hem de tüm renkleri kuşatan saf menekşe rengi görülür. Bu da akıl, beden ve ruhun bütünlenmesini ifade eden kırmızı ve menekşe rengini birleştiren ışın tarafından sarılır. Bu bileşim de varlığın bulunduğu gerçek yoğunluk derecesinin titreşimsel kalıbı tarafından kuşatılmıştır. Tüm potansiyeli faaliyete geçirilmiş bir varlıkta ışınlar birbiri üzerine eşit titreşimsel parlaklıkta gelirler, öyle ki bunları çevreleyen renk beyaz olarak görülür. Buna üçüncü yoğunluk derecesinde gerçekleştirilmiş kusursuz denge diyebilirsiniz.

Soru- Üçüncü yoğunluk derecesindeki bir gezegende bir toplumsal bellek bileşimi oluşturmak mümkün müdür?
Ra- Bu ancak üçüncü yoğunluk derecesinin son yedinci bölümünde, varlıklar uyum içinde mezuniyete hazırlandıkları sırada mümkün olabilir. Toplumsal bellek bileşimi fenomeni aslında dördüncü yoğunluk derecesine ait bir fenomendir.

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde olan kendine hizmet eğilimli negatif bir gezegendeki koşulların ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ra- Dördüncü yoğunluk derecesi negatifine geçen varlıklar, kırmızı, turuncu ve sarı ışın enerjilerini kullanarak bilinçli bir şekilde sonsuz zekayla temas kurmayı başaran varlıklardır. Bu yüzden dördüncü yoğunluk derecesi negatifinin gezegensel koşulları, varlıkların egemen birleşik enerji kalıpları oluşturabilmek için sürekli olarak kendilerini ayarlamalarını ve yeniden ayarlamalarını içerir.
Dördüncü yoğunluk derecesinin başlangıcı çok yoğun bir mücadeleyle geçer. Her varlık güç yapısında kendine uygun yerde bulunduğuna inanıncaya kadar savaştıktan ve gerekli otorite düzeni kurulduktan sonra toplumsal bellek bileşimi başlayabilir. Güç yapısının en tepesinde bulunan varlıklar dördüncü yoğunluk derecesine ait özellikleri, yani telepatiyi ve düşünceleri okuyabilme yeteneğini kendi çıkarları için kullanmaya çalışırlar. Bu da dördüncü yoğunluk derecesindeki negatif varlıkların daha ileri düzeyde kutuplaşmalarını engeller ya da geciktirir, çünkü daha ileri negatif kutuplaşmaya ancak toplu çabalar sonucunda erişilebilir. Dördüncü yoğunluk derecesi varlıkları birleştikleri zaman, Orion’dan gelen Haçlılar örneğinde olduğu gibi kendilerine hizmet ederek kutuplaşma derecelerini yükseltebilirler. (Sayfa: 99-103)

Celse : 39 (16 Mart 1981)

Soru- Bedendeki enerji merkezlerinin evrimini izleyerek kendi evrimimizi de izleyebiliriz diye düşünüyorum. Bu enerji merkezleriyle ışınların ilişkisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Daha önce bu bilgi kısmen verilmişti. Bu yüzden birinci ve ikinci yoğunluk katında hangi ışınların bulunduğu konusunda verdiğimiz bilgileri yinelemeyeceğiz. Kırmızı ışın ana enerjisinin her yoğunluk derecesi için ana güçlendirici ışın olduğu söylenebilir. Ruhsal evrim açısından bu ışının daha az önemli ya da daha az üretken olduğu söylenemez, çünkü temel ışındır.
İkinci ana ışın olan sarı ışın büyük bir atlama taşıdır. Bu ışında akıl ve beden en dengeli halini almak üzere potansiyel kazanır. Güçlü kırmızı, turuncu, sarı üçlüsü bir sıçrama tahtası rolü oynayarak varlığı merkezdeki yeşil ışına doğru fırlatır. Yeşil ışın da ana ışınlardan biridir, ama birincil bir ışın sayılamaz, ruhsal çalışmanın kaynağıdır. Yeşil ışın faaliyete geçirildiğinde üçüncü ana ışın olan mavi ışının potansiyel kazandırmaya hazır hale geldiğini görürüz. Bu gerçek anlamda ruhsal diye nitelendirebileceğimiz ilk ışındır, çünkü bu ışının tüm enerji aktarımları bütünleşmiş bir akıl, beden, ruh özelliği taşır. Mavi ışın, ruhun her yoğunluk derecesinde öğrenip öğrettiklerini akıl, beden bileşimine yerleştirerek bütünü canlandırır, diğerlerine de var oluşun bu bütünlüğünü iletir.
Çivit rengi ışın çok değerli olmakla birlikte ancak ustası tarafından faaliyete geçirilip kullanılabilir. Bu sonsuz zekaya açılan kapıdır ve zeki enerjiyi bu kapıdan geçirerek getirir. İçsel, gizli ve okült dediğimiz enerjiler bu enerji merkezi üzerinde çalışırlar, çünkü bu ışın sonsuz olanaklara sahiptir. Bildiğiniz gibi Yaradan için şifa verenler, öğretmenlik yapanlar, aydınlık ve dengeli görünecek şekilde çalışanlar çivit rengi ışına has faaliyetler içindedirler. Menekşe rengi ışın sabittir, ışınların faaliyete geçirilişiyle ilgili bir tartışmaya dahil edilemez, çünkü o varlığın işareti, sicili, kimliği ve gerçek titreşimidir.
Eşit güçte kutuplaşmış negatif ya da pozitif varlıkların arasında kırmızı ışın konusunda hiçbir fark yoktur. Negatif ışın modeli, kırmızı, turuncu ve sarının, yeşil ışını atlayarak doğrudan doğruya maviye gittiği modeldir. Sonsuz zekayla temas kurmak için bu model kullanılır. Pozitif eğilimli varlıklarda ise bu ışınların görünüşü dengeli, billur gibi berrak ve yedi ışın modelindedir. (Sayfa: 107-108)

Celse : 40 (18 Mart 1981)

Soru- Alt-Logos olan güneşten beyaz ışık yayınlanır, beyaz ışıksa kırmızıdan menekşe rengine kadar olan frekanslardan oluşmuştur. Ben bu beyaz ışığın tüm yoğunluk derecelerine ait deneyimleri içerdiğini kabul ediyorum. Sekizinci yoğunluk derecesine geçerken bir kara deliğe gireriz. Bu kara delik öteki tarafta yeni bir Logos ya da güneş oluşturur ve yeni bir deneyim oktavı başlatır. Bu söylediklerim doğru mu?
Ra- Alt-Logosun beyaz ışığının prizmatik olarak ayrışması ve son bölüme gelindiğinde yeniden massedilerek bir araya toplanması temelde doğrudur. Ama işin içinde bazı incelikler var. Işıyıp yayılarak adı geçen alt-Logosu şekillendiren beyaz ışık metafiziksel olarak “karanlık” gibi görülebilecek bir şeyden kaynaklanır. Işık bu karanlığa gelir, onu değişime uğratır, o zaman kaos düzene girer ve yansıtan ya da ışın yayan bir özellik kazanır. Böylece boyutlar oluşurlar.
Metafizik bir yaklaşımla açıklarsak, kara deliğin mutlak karanlığı sistematik bir biçimde Tek Yaradanla birleşmek üzere massedilen beyaz ışığın yoğunlaşmasından kaynaklanır. Tek Yaradana doğru gerçekleşen bu massedilme, sonsuz sayıdaki tüm yaratılmışlar Büyük Merkezi Güneşi bir kez daha şekillendirmek için yeterli ruhsal kütleye erişene dek sürer. Bunu sonsuz zekanın özgür irade tarafından potansiyel kazandırılmayı bekleyişi olarak da düşünebilirsiniz. Onun için oktavdan oktava geçiş hayal bile edilemeyecek kadar sonsuz bir süreçtir. Sizin zaman ölçülerinizle bu süreci ölçmeye kalkışmak hiçbir sonuç vermez. Bu yüzden, en yüksek ruhsal çekim kaynağı olan kara delikten geçerek bir sonraki oktava girme kavramı, bu sürecin sonsuzluğunu gözden kaçırdığı için eksiktir.

Soru- Birinci yoğunluk derecesinin kırmızı renge, ikincinin turuncu renge, üçüncünün sarı renge tekabül ettiğini, böylece tüm yoğunluk derecelerinin belirli renkleri karşıladığını düşünüyorum. Yani tüm atom parçacıklarının çekirdeğini oluşturan fotonun temel titreşiminin, ait olduğu yoğunluk derecesinin rengiyle ilişkisi olduğunu ve söz konusu renklerin titreşim dereceleri yükseldikçe ikinci, üçüncü ve dördüncü yoğunluk derecelerine çıkıldığını düşünüyorum. Bu varsayımlarım doğru mu?
Ra- Sandığınızdan çok daha fazlası doğrudur. Birincisi, her yoğunluk derecesinin çekirdeğinin bir kuant (en küçük enerji birimi) olduğu varsayımınız doğrudur. Bu kuantların bir renge tekabül eden (belirli bir rengi oluşturan) titreşimsel yapılar olduğu varsayımınız da doğrudur. Ayrıca, düşündüğünüz ama sormadığınız bir şey var ki o da doğrudur. Her yoğunluk derecesi kendini meydana getiren ışının metafizik karakteristiğine sahiptir. Böylece birinci yoğunluk derecesinde olup biten her şeyin temeli kırmızı ışındır. İkinci yoğunluk derecesindeki turuncu ışın bireyin gelişimi ve devinimiyle ilgilidir. Bu ışın hem bireysel hem de toplumsal olarak benlik bilincine sahip tezahürlerle ilgili sarı ışına, yani üçüncü yoğunluk derecesine ulaşmak için çabalar, bu böylece sürüp gider. Her yoğunluk derecesi esas olarak kendi ışınından oluşur, ama bir sonraki yoğunluk derecesinin ışını da onu ileri doğru, evrimin bir ileri aşamasına doğru çeker ve bir dereceye kadar bu yoğunluk derecesinin rengini kendi rengiyle gölgeler.

Soru- Eğer bir insan birinciden başlayarak sekizinci yoğunluk derecesine kadar düz bir çizgi izleyip evrimleşirse, bedenindeki tüm enerji merkezleri (çakralar) tamamen faaliyete geçirilmiş olur mu?
Ra- Kuramsal olarak söylediğiniz doğrudur, ama uygulamada tamamen faaliyete geçirilme durumuna çok az rastlanır. Bireylerin uyum ve dengeleri çok önemlidir. Yoğunluk derecelerinden sırayla geçerek sonuca ulaşabilmek için ana enerji merkezlerinin sonsuz zekayla temas kuracak, o saf ışığın değerini takdir edebilecek ve bu halin hazzını yaşayabilecek şekilde işlemeleri gerekir. Ancak, tüm enerji merkezlerini tam olarak faaliyete geçirecek ustalığa erişebilen çok az sayıda varlık bulunmaktadır, çünkü her merkezin değişken bir dönüş ya da faaliyet hızı vardır. Tüm enerji merkezleri asgari düzeyde faaliyete geçirildiklerinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta merkezler arasındaki uyum ve dengenin korunmasıdır.

Soru- İkinci yoğunluk derecesinden üçüncüye geçiş ne kadar zaman aldı? Üçüncüden dördüncüye geçiş ne kadar zaman alacak?
Ra- İkinciden üçüncüye geçiş yaklaşık 1350 yıl aldı, yani bir buçuk kuşakta tamamlandı. O devrede insanların 900 yıl yaşadığını unutmayın. Üçüncüden dördüncüye geçiş kuraldışı özellikler taşıdığı için bir tahmin yürütmek çok zor. Bu uzay/zaman (madde) noktasında, dördüncü yoğunluk derecesine ait çalışmalara başlamış enkarne varlıklar bulunmaktadır. Ama gezegensel bilincin üçüncü yoğunluk derecesine ait iklimi bu süreci yavaşlatıyor. Bu noktada olanak/olasılık girdapları 100-700 yıl arasında bir geçiş dönemini işaret ediyor. İnsanların bu dönemdeki uçarılıkları daha hassas bir tahmin yapılmasını önlüyor. Fotonun titreşimi şimdiden yükselmiştir, bu düşüncelerin “şeylere” dönüşmesine neden olan etkidir. Buna örnek olarak öfke düşüncelerinin dönüşüm geçirerek fiziksel bedenin kontrolden çıkan hücrelerini meydana getirişini gösterebiliriz. Siz bu olguya kanser diyorsunuz. Titreşimlerin hızlanmasının ilk belirtileri 45 yıl önce (1936) başladı ve 40 yıl boyunca yoğun bir şekilde devam etti.

Soru- Öfke içeren düşüncelerin kansere neden olduğunu söylediniz. Bu mekanizmanın bir katalizör olarak nasıl işlediğini açıklayabilir misiniz?
Ra- Dördüncü yoğunluk derecesi bilgilerin açığa çıktığı kattır. Varlığın benliği artık ne kendinden ne de diğer varlıklardan gizlenemez. Bu yüzden yıkıcı nitelikteki dengesizlikler ya da sapmalar artık daha belirgin bir biçimde açığa çıkar. Beden, varlığın benliğini açığa çıkarmak için bir eğitim kaynağı haline gelir. Kanser gibi hastalıklar, birey yıkıcı etkilerin işleyiş biçimini kavradıktan sonra kendine şifa verme yöntemine çok iyi yanıt verirler. Kısaca, kanser ruhsal şifa yoluyla kolayca iyileşebilir, bu yüzden çok iyi bir eğitim vasıtasıdır. Bireyin öfke duyduğu kişiyi bağışlaması işin bir kısmıdır, diğer kısmı ise kendini bağışlamak ve öz saygısını artırmaktır. (Sayfa: 109-115)

Celse : 41 (20 Mart 1981)

Soru- Güneşimiz hakkında bilmemiz gerekenleri anlatabilir misiniz?
Ra-Metafizik açıdan güneş, ancak dördüncüden yedinciye kadar olan yoğunluk derecelerinde bir anlam kazanır. Bu yoğunluk derecelerindeki varlıklar artık güneşin “diğer benlikleri” olduğunu kavrayabilecek evrim düzeyine erişmişlerdir. Bu yüzden, altıncı yoğunluk derecesine gelindiğinde zaman/uzayda (madde ötesi) bulunanlar güneşi ziyaret edebilir, orada oturabilirler. Hatta evrim sürecinde ilerleyen altıncı yoğunluk derecesi varlıkları tarafından güneş bir andan ötekine kısmen yaratılabilir. Bu yoğunluk derecesinde bulunan ve füzyon yoluyla üreyen bazı varlıklar, deneyimlerinin bu bölümünü güneşin bir parçası olarak yaşamayı tercih ederler. Bu yüzden size gelen güneş ışınlarını altıncı yoğunluk derecesi sevgisinin bir ürünü olarak kabul edebilirsiniz. Altıncı yoğunluk derecesinin son bölümlerinde yaşanan bu deneyim yedinci yoğunluk derecesine ulaştıracak deneyimler olarak da görülebilir. Bilmeniz gereken bir şey daha var. Alt-Logos, yani güneş tüm oktavı temsil eder, sizler gibi öğrenme/öğretme deneyimleri geçiren bir varlık değildir.

Soru- Sezgisel olarak birinci yoğunluk derecesinin girdap şeklindeki bir enerji tarafından oluşturulduğunu düşünüyorum. Bu girdap ışıktan oluşan titreşime bir dönme hareketi veriyor ve titreşim birinci yoğunluk derecesine ait maddeleri şekillendirmek için yoğunlaşmaya başlıyor. Söylediklerim doğru mu?
Ra- Sezgileriniz doğru, ancak şu noktaya işaret etmekte yarar var. Logos, birinci yoğunluk derecesinin uzay/zaman (madde) sürekliliğine girmeden önce yapısında oktava ait tüm yoğunluk derecelerinin planını potansiyel olarak içermektedir, yani enerji merkezleri tezahür etmeden önce zaten vardır. Tezahür etmiş en basit varlık ışık ya da sizin foton adını verdiğinizdir. Enerji merkezleri açısından bakıldığında fotonun varlığın birbirine bağlı tüm enerji alanlarının merkezi ya da temeli olduğu görülür.

Soru- Birinci yoğunluk derecesi oluştuğunda ateş, hava, toprak ve su ortaya çıkar. Devrenin bir yerinde ilk hareket ya da yaşamın kendi kendine hareket edebilen ilk bilinçli bölümü doğar. Bunun yaratılış sürecini anlatabilir misiniz?
Ra- Birinci yoğunluk derecesi ya da kırmızı ışın yoğunluğu her ne kadar evrimleşmek isterse de farkındalık kıvılcımının çakması için gerekli koşulları sağlayacak titreşimlere sahip değildir. Titreşimsel enerjiler kırmızıdan turuncuya doğru ilerlediği zaman, titreşimsel ortam daha önce atıl bulunan kimyasal elementlerin harekete geçip birleşmelerine neden olur. Bu elementlerin birleşmesiyle sevgi ve ışık evrim fonksiyonuna başlar. Sizin tek hücreli varlıklar dediğiniz, örneğin terliksi hayvan hakkındaki tahmininiz doğrudur. Mekanizma yukarı doğru spiral çizen ışığa çekilme şeklinde işler. Ne bu, ne de evrimin herhangi bir bölümü rastlantısal değildir.
Herhangi bir metabolizma hücresinin hangi baza dayanacağı, tamamen meydana geldiği yörede hangi kimyasal elementlerin bulunduğuna bağlıdır. İkinci yoğunluk derecesindeki bir hayvanda tüm enerji merkezleri vardır, ama faaliyete geçirilmemiştir. Logosun iradesi evrimleşen varlığın hangi potansiyellere sahip olacağını belirler. Evrimleşen varlığın iradesi ise, çeşitli enerji merkezlerinin faaliyete geçirilmesi ve dengelenmesindeki hız ve titizliğin tek belirleyicisidir.

Soru- Enerji merkezlerinin değişken dönme hızlarından ve değişik ölçülerde faaliyete geçirilmesinden söz ettiniz. Bunun anlamı nedir?
Ra- Her enerji merkezinin geniş bir dönme hızı yelpazesi vardır. Daha iyi anlayabilmeniz için renkle ilgili bir terimle söylersek değişken bir parlaklığa sahiptir. Varlığın iradesi bir enerji merkezi üzerinde ne denli güçlü yoğunlaşırsa ve onu ne denli saflaştırır ya da arındırırsa, enerji merkezi o denli parlak, dönme eylemi de o denli faal olur. Benlik bilincine sahip bir varlığın enerji merkezlerinin sırayla faaliyete geçirilmesi gerekmez. Bu yüzden, varlıklar menekşe rengi ışın açısından oldukça dengesiz oldukları halde son derece parlak enerji merkezlerine sahip olabilirler. Menekşe rengi ışının dengesiz olmasının nedeni, varlığın deneyimlerini bütünleştirerek ele almaya yeterince dikkat göstermemiş olmasıdır.
Dengenin anahtarı, varlıkların deneyimlere hazırlıksız, doğal ve dürüst şekilde karşılık vermelerinde, dengeleme çalışmaları yaparak menekşe rengi ışın tezahürünün en arınmış tayfını elde edebilmelerinde yatar. Bu yüzden hasata uygunluk açısından bakıldığında bir varlığın enerji merkezlerinin dönüş hızı ya da parlaklığı o varlığın dengeli halinden üstün olamaz, çünkü özellikle ana ışınlar açısından dengesiz olan varlıklar, sonsuz zekanın ışığının etkisini hasat için gereken ölçüde sürdürmeyi başaramayacaklardır.

Soru- Bana uzay/zaman (madde) ile zaman/uzay (madde ötesi) arasındaki farkı söyleyebilir misiniz?
Ra- Sizin sözcüklerinizi kullanırsak fark gözle görülenle görülemeyen ya da fizikle metafizik arasındaki farktır. (Sayfa: 117-125)

Celse : 42 (22 Mart 1981)

Soru- Kusursuz dengeye sahip bir varlık başka bir varlığın saldırısına uğradığı zaman tepkisi ne olur?
Ra- Kusursuz varlığın tepkisi sevgi olur. Denge; duygusuzluk, umursamazlık, ilgisizlik ya da tepkisizlik demek değildir. Gözlemcinin ayrılık duyguları tarafından körleştirilmemiş olması, tam tersine tümüyle sevgi dolu olmasıdır.

Soru- Ra’nın dördüncü yoğunluk derecesinde kazandığı yoğun merhameti dengelemek için beşinci yoğunluk derecesinde çok zaman harcadığını söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?
Ra- Daha önce de söylediğimiz gibi dördüncü yoğunluk derecesi varlığı merhamet doludur. Ama bilgeliğin (beşinci yoğunluk derecesi) gözleriyle baktığınızda bu merhamet bir çılgınlık ve budalalıktan başka bir şey değildir. Gerçi üçüncü yoğunluk derecesinin kurtuluşu sevgi ve merhamettir, ama bu merhamet varlığın nihai dengesinde bir uyumsuzluk ya da bozukluk yaratır.
Biz de dördüncü yoğunluk derecesi toplumsal bellek bileşimi olarak merhamete eğilimliydik, bu bazı hallerde başka varlıklara yardım için kendimizi feda etmeye kadar varmaktaydı. Hasat sonucu beşinci yoğunluk derecesine geçtiğimizde, böylesine tek düze ve aralıksız sürdürdüğümüz merhametin kusurlarını görmeye başladık. Bu yüzden, Yaradanın sevgiyi bilgelikle nasıl donatabileceğini düşünerek çok zaman harcadık.

Soru- İrade ve imanın gelişmesi için ne yapmamız gerekiyor?
Ra- İrade ve imanın gelişmesi ya da beslenmesi için tek bir teknik vardır, o da dikkati bir noktaya odaklamaktır. Dikkat sürekli olarak odaklandığında irade güçlenir, ama bu faaliyet ancak iman varsa yapılabilir, ancak o zaman bu disiplinden bir sonuç almak mümkün olabilir. (Sayfa: 132-136)

Celse : 43 (24 Mart 1981)

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde fiziksel acı katalizörü deneyimlerin dengelenmesinde bir araç olarak kullanılmakta mıdır? Dördüncü yoğunlukta ortalama ömür ne kadardır?
Ra- Fiziksel acı dördüncü yoğunluk derecesi enkarnasyonunun bitiminde asgari düzeyde hissedilir. Bu tür fiziksel acı dördüncü yoğunluk derecesinde önemsenmeyecek düzeydedir, daha çok zihinsel ve ruhsal acı katalizörleri kullanılır. Dördüncü yoğunlukta bir ömür sizin zaman ölçünüzle ortalama 90 bin yıldır.

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde bir deneyim devresinin uzunluğu kaç yıldır?
Ra- Varlıkların daha önce hasat edilebilir hale gelememeleri halinde bir deneyim devresi yaklaşık olarak 30 milyon yıldır. Bu yoğunluk derecesindeki hasatlar tamamiyle toplumsal bellek bileşimlerinin hazır olmasına bağlıdır. Oradaki hasat sizinkine benzemez, çünkü sonsuz Yaradanın daha saydam bir sapmasıyla ilgilidir. Üçüncü yoğunluk derecesinin sonunda varlık kendi bireysel menekşe rengi ışınının fonksiyonuna göre hasat edilirken, dördüncü yoğunluk derecesinde tüm toplumsal bellek bileşiminin menekşe rengi ışınının hasat edilebilir durumda olması gerekir. Ancak dördüncüden beşinci yoğunluğa geçen varlıklar isterlerse toplumsal bellek bileşimi, isterlerse akıl, beden, ruh bileşimi olarak varlıklarını sürdürmeyi seçebilir, bu koşullar altında altıncı yoğunluk derecesine yükselebilirler, çünkü bu bilgelik katı son derece özgür bir yoğunluk derecesidir. Oysa bilgeliğe götürecek sevgi, şefkat ve merhamet derslerinin öğrenilebilmesi için mutlaka başka varlıklarla bir arada bulunulması gerekir. Altıncı yoğunluk derecesi hasadı ise tam anlamıyla toplumsal bellek bileşimi özelliğindedir.

Soru- Beşinci yoğunluk derecesinde besin maddeleri yemenin gerekli olmadığını düşünüyorum, doğru mu?
Ra- Hayır değil, ancak beden orada düşünce gücüyle hazırlanabilecek besinlere gereksinim duyar. Siz bu tip besine nektar (tanrıların içkisi- abıhayat) ya da ölümsüzlük iksiri dersiniz. Bu, altın parıltıları olan beyaz renkli bir içecektir. Benzer anlayıştaki varlıklar için bu içeceği paylaşmak üzere bir araya toplanmak, ellerini ve yüreklerini fiziksel bir faaliyette birleştirmek rahatlatıcı bir şeydir. Bu, beslenmeden çok bir rahatlama ve tesellidir. Altıncı yoğunluk derecesindeki besin ise ışıktan oluşur, ama onu size tarif etmemize olanak yok!

Soru- Dünyada hasat tamamlandıktan sonra dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk derecesinden gelen varlıklar gezegende enkarne olacaklar mı?
Ra- Olasılık girdapları hasattan sonra dördüncü yoğunluk derecesinden varlıkların burada enkarne olacağını işaret ediyor. Ama beşinci ve altıncı yoğunluk derecesindeki varlıklar sizin zaman ölçülerinize göre oldukça uzun bir süre bu gezegende bulunmayacaklar, çünkü dördüncü yoğunluk varlıklarının hasattan sonraki deneyimi kendi aralarında geçirmeye ihtiyaçları var. (Sayfa: 140-145)

Celse : 46 (15 Nisan 1981)

Soru- Öfke negatif bir varlık üzerinde pozitif varlıkta yaptığı aynı fiziksel etkiyi mi yapar? Bir katalizör olarak bu varlıkta da kansere sebep olabilir mi?
Ra- Katalitik mekanizmalar bir varlığın seçmiş olduğu kutuplaşmaya değil, katalizörün nasıl ve hangi amaç için kullanılacağına bağlıdır, yani öfke deneyimini bilinçli olarak pozitif ya da negatif yönde kutuplaşmak için kullanan bir varlık bunun bedensel etkilerini yaşamaz, bu katalizörü daha çok zihinsel anlamda kullanır.
Pozitif yönde kutuplaşmakta olan bir varlık öfkeyi algılar. Eğer bu katalizörü akıl yoluyla kullanıyorsa öfkeyi sever ve kutsar. Sonra bu öfkeyi bilinçli olarak zihninde yoğunlaştırır. Bunu kırmızı ışın enerjisini sadece bir çılgınlık olarak değil, kullanılan enerjinin rastgeleliği nedeniyle ruhsal entropiye maruz bir enerji gibi algılayıncaya dek yapar. Böylece pozitif eğilim öfkenin anlaşılması, kabul edilmesi ve akıl, beden, ruh bileşimiyle bütünleştirilmesini içeren bu yoğun zihinsel deneyimi sürdürmek için gerekli irade ve imanı sağlar. Bu yolla öfkenin hedefi olan diğer varlık kabullenilir, anlaşılır ve uzlaşma sağlanır. Bunların hepsi öfkenin doğurduğu büyük enerji kullanılarak bir araya getirilir.
Negatif eğilimli bir varlık da öfkeyi aynı şekilde bilinçli olarak kullanır. Öfkenin kontrol altında olmayan rastgele enerjisini kabullenmeyi reddeder ve bunun yerine irade ve imanla bu enerjiyi öfke duygusunun negatif yönünü açığa çıkaracak elverişli bir vasıtaya kanalize eder. Bunu da diğer varlık üzerinde kontrol elde etmek ya da öfkeye neden olan durumu kontrol altında tutmak için yapar.
Katalizörleri negatif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilmenin anahtarı kontroldür. Katalizörleri pozitif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilmenin anahtarı ise kabuldür. Bu iki kutup arasında ise rastgele ve yönlendirilmemiş enerjinin dokularda kanserli ur yaratma potansiyeli vardır.
Kutuplaşmaya bağlı ilk kabul ya da kontrol kendini kabul ya da kontrol edebilmektir. Öfke de benliğin bir parçası olarak kabul edilmesi, sevilmesi ya da kontrol altına alınması gereken birçok şeyden biridir. Eğer varlık çalışıp bir iş çıkaracaksa bunlardan birini yapmalıdır. Negatif yönde kutuplaşan bir varlığın öfkesini ya da öfke anında kendisini kontrol altında tutamaması kansere neden olabilir. Negatif kutuplaşma çok fazla kontrol ve bastırma gerektirir. Özellikle duygusal olguların negatif eğilimli varlığa yararlı olabilmesi için bastırılması, sonra da düzenli bir kullanım içinde yeniden yüzeye çıkarılması gerekir. Oysa pozitif eğilimli bir varlık duyguyu bastırmak yerine dengeleyecektir, bu da onu birlik yoluna götürür. (Sayfa: 148-151)

Celse : 47 (18 Nisan 1981)

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesi negatifinde mavi ışının bulunmadığı doğru mu?
Ra- Her varlık tüm titreşim oranlarına sahip olma potansiyelini taşır, yani yeşil ve mavi ışın merkezlerinin faaliyete geçirilmesi potansiyeli doğal olarak sevginin her yaratığında vardır. Ama negatif yönde kutuplaşmış bir varlık hasata uygunluk özelliğini kırmızı, sarı ve turuncuyu son derece başarılı ve etkili bir şekilde kullanarak kazanır. Bu varlık doğrudan doğruya çivit rengi ışının kapısına ulaşır ve bu zeki enerji kanalıyla sonsuz zeka akımlarının içeri akmasını sağlar.
Pozitif ve negatif kutbiyet altıncı yoğunluk derecesinde artık tarihe karışır. Dördüncü yoğunluk derecesinin negatif eğilimli varlıklarının büyük bir yüzdesi dördüncü yoğunluk derecesinden beşinciye geçerken de negatif yolu izlerler, çünkü bilgelik olmadan sevecenlik, merhamet ve başkalarına yardım arzusu tam anlamıyla gelişemez. Bu yüzden dördüncü yoğunluk derecesi deneyimi sırasında negatiften pozitife geçiş yapan varlıklar aşağı yukarı yüzde ikilik bir kayıp yaratırlarsa da, beşinci yoğunluk derecesine geçiş yapanların yaklaşık yüzde sekiz kadarının negatif eğilimliler olduğunu biliyoruz.

Soru- Ezoterizmde birçok bedenden söz edilir. Fiziksel beden, eterik beden, duygusal beden ve astral beden. Sıraladığım bu bedenlerin doğru olup olmadığını söyleyebilir misiniz?
Ra- Mikrokozmostan makrokozmosa kadar her şeyde “yedi” sayısının yinelendiğini görüyoruz. Bundan yedi ana beden bulunduğu sonucu kolaylıkla çıkarılabilir. Bunları kırmızı ışın bedeni, turuncu ışın bedeni vs şeklinde isimlendirmeniz iyi olur, ayrıca söz konusu bedenlerle renkler arasında bağlantı kurma isteğinizin de farkındayız. Bu akıl karıştırıcı bir konudur, çünkü her öğretmen kendi anlayışını değişik terimlerle sunmuş, her biri bedenlere değişik isimler vermiştir.
Kırmızı ışın bedeni kimyasal bedeninizdir, ama madde aleminde kullandığınız beden değil, henüz yapılanmamış beden malzemenizdir, yani şekli olmayan elementer (bileşik olmayan) bedendir. Bu biçimlenmemiş maddesel bedeni anlamak, idrak etmek çok önemlidir, çünkü fizik bedendeki elementleri kullanarak yapılabilen şifa yöntemleri vardır.
Turuncu ışın bedeni fiziksel beden bileşimidir. Bu da içinde bulunduğunuz beden değildir, benlik bilinci (kendini fark etme) olmadan meydana getirilen, ruh ve aklın içine girmesinden önceki ana rahmindeki bedendir. Bu beden akıl ve ruh bileşimleri içine girmeden de yaşayabilir, ama bunu pek seyrek yapar.
Sarı ışın bedeni şu andaki bildiğiniz şekliyle fiziksel bedeninizdir, onun içindeyken katalizörleri deneyimlersiniz. Bu beden akıl, beden, ruh özelliklerine sahiptir ve madde alemi dediğiniz şeye eşittir.
Yeşil ışın bedeni, bir seans esnasında ektoplazma adını verdiğiniz şey ortaya çıktığında görülebilen yoğun canlılığa sahip hafif bir bedendir. Bazı öğretilerde buna astral beden denir, bazıları da eterik beden demeyi yeğler. Ama eterik beden demek doğru olmaz, çünkü eterik beden zeki enerjinin akıl, beden, ruh bileşimini yoğurup şekillendirebildiği geçiş kapısındaki bedendir.
Işık beden ya da mavi ışın bedenine devaşanik beden adı da verilebilir. Bu bedene özellikle Hint Sutraları (özdeyişleri) ya da yazılarında birçok isim verilmiştir, çünkü bu halkın içinde bu alanları araştırıp keşfetmiş ve devaşanik bedenlerin çeşitli tipleri hakkında bilgi sahibi insanlar vardır. Her yoğunluk derecesinde çoğu sizinkine benzeyen çeşit çeşit beden tipi vardır.
Çivit rengi ışın bedeni (ki biz buna eterik beden demeyi tercih ediyoruz) geçiş kapısı bedenidir. Bu bedende artık şekil yoktur, yani şekil artık özdür, onu ancak ışık olarak görebilirsiniz, ama bu ışık istediği şekle girebilir.
Menekşe rengi ışın bedenine sizin deyiminizle Buda bedeni ya da mükemmel beden dersek belki onu daha iyi anlayabilirsiniz.
Bu bedenlerin hepsinin akıl, beden, ruh bileşiminiz üzerinde etkisi vardır. Bedenler arası ilişki ve etkileşimler çok çeşitli ve karmaşıktır. Burada bir noktaya işaret etmemiz iyi olur. Çivit rengi ışın bedeni şifacı tarafından eğer bilincini eterik hale geçirebiliyorsa şifa için kullanılabilir. Menekşe rengi ışın bedeni ya da Buda bedeni de şifacı için aynı derecede yararlıdır, çünkü bu bedende var olan her şeyle bir olmaya çok yaklaşmış bir bütünlük duygusu hüküm sürer. Bu bedenler her varlığın bir parçasıdır, onları doğru olarak idrak etmek ve uygun biçimde kullanmak her ne kadar üçüncü yoğunluk derecesi için henüz çok uzak bir hedefse de, işin ustaları için yararlı olur.

Soru- Öldükten sonra yeşil ışın bedeniyle mi tezahür edeceğiz?
Ra- Hemen değil, ölümden sonra ilk faaliyete geçen beden “şekil verici” ya da çivit rengi ışın bedendir. Ka adını verdiğiniz bu beden etere nüfuz edinceye ve akıl, beden, ruh bütünlüğü bunu idrak edinceye kadar kalır. Bu başarıldığında faaliyete geçirilmesi gereken uygun beden yeşil ışın bedeniyse o gerçekleşir.

Soru- Dünyaya bağımlı ruh ya da hayalet dediğimiz şeyi hangi uyarıcılar yaratır?
Ra- Bunun için gerekli uyarıcı irade gücüdür. Eğer sarı ışın akıl, beden, ruhu’nun iradesi fizik ölümün evrimleştirici ve bundan sonrasını idrak ettirici etkisinden daha güçlüyse, bu irade çözülünceye kadar akıl, beden, ruh bileşimi tutsak halde kalır. Başka bir deyişle, eğer irade geçirilmiş son deneyim üzerinde yeterince yoğunlaşmışsa tutsaklık durumu ortaya çıkar. Varlığın sarı ışın kabuğu artık faaliyette olmamakla birlikte faaliyeti tamamen durdurulamamıştır. Bu olgu ani ölümlerde, başka bir varlık ya da başka bir şey için aşırı endişe ve ilgi duyulduğu hallerde ortaya çıkar.

Soru- Dünya nüfusunun büyük bölümü fizik ölümden sonra hangi bedeni faaliyete geçirir?
Ra- Normal süreç şöyle işler. Sarı ışın bedeninden öte tarafa uyumlu geçiş yapan varlık akıl ve ruh bileşimini eterik ya da çivit rengi bedeninde dinlendirir. Bu dinlenme, varlık eterik enerjinin faaliyete geçireceği bir beden içinde deneyim yapmaya hazır oluncaya kadar sürer. Çivit rengi beden zeki enerji olduğu için, sizin deyiminizle yeni ölmüş varlığa geçirdiği son yaşam deneyimini gözden geçirebileceği bir bakış açısı ve bir yer sağlar. (Sayfa: 155-162)

Celse : 48 (22 Nisan 1981)

Soru- Bir sonraki enkarnasyonda gereksinimlerin saptanmasını kim denetler, enkarnasyon için öncelik sırasını kim belirler?
Ra- Bu iki yanıtı olan bir sorudur. Birincisi, Koruyucuların emrinde enkarnasyon düzeninden sorumlu varlıklar vardır. Bu varlıklar, ruhsal evrim sürecinin bilincinde olmaksızın enkarne olanları denetlemekle görevlidirler. Onlara isterseniz melekler diyebilirsiniz, melekler gezegeninize ait yerel varlıklardır.
Titreşim kıdemliliği, çeşitli yoğunluktaki sıvıların aynı bardağa konulmasına benzetilebilir. Bu sıvıların bazıları üste çıkarken bazıları da bardağın dibine çökecektir, ikisi arasındaki varlıklar ise tabaka tabaka birbirlerini izlerler. Hasat yaklaştığında ışık ve sevgiyle en dolu olanlar doğal olarak hiçbir denetime gerek kalmadan enkarnasyon deneyimi için öncelik kazanacaklardır.
Bir varlık ruhsal evrim mekanizmasının farkına vardığında, unutma süreci başlamadan bu enkarnasyonda kendini en fazla evrimleştirecek ve kutuplaşmasını en çok artırabilecek dersleri ve varlıkları kendisi düzenler. Bu tür kıdemli varlıkların enkarnasyon deneyimlerini özgür iradeleriyle seçmelerinde bir tek sakınca vardır. Bazı varlıklar bir enkarnasyon deneyimi sırasında o kadar çok şey öğrenmeye kalkışırlar ki, katalizörün aşırı derecede yoğun olması kutuplaşmış varlığı karmaşaya uğratıp düzenini bozabilir. O zaman da bu enkarnasyon amaçlandığı gibi fazla yarar sağlayamaz. (Sayfa: 168-169)

Celse : 49 (27 Nisan 1981)

Soru-
Daha evvel sağ ve sol kulak tonlarından söz etmiş, sağ ve sol beyin bölümlerinin kendine hizmet ve başkalarına hizmet kutbiyetleriyle ilgili olduğunu söylemiştiniz, bunu biraz daha açar mısınız?
Ra- İnsan beyninin iki lobu kullanımları açısından zayıf elektrik enerjisine benzetilebilir. Kutbiyet açısından bakıldığında sezgiler ve düşüncesiz dürtüler tarafından yönetilen bir varlığın, rasyonel analiz tarafından yönetilen bir varlıktan hiçbir farkı yoktur. Beyin lobları da hem kendine hizmet hem de başkalarına hizmet için kullanılabilir. Rasyonel ya da analitik zihne sahip bir varlığın negatif yolu izlemeye daha yatkın olacağı düşünülebilir, çünkü bizim idrakimize göre aşırı düzen özünde negatiftir. Ama soyut kavramları alıp onları bir bütün olarak düşünebilme, yapılandırma ve deneyimsel verileri analiz etme konusundaki bu aynı yetenek hızlı pozitif kutuplaşmanın anahtarı da olabilir. Analiz yetenekleri yüksek olanların, kutuplaşma için üzerinde çalışabilecekleri daha çok malzemeleri olduğu söylenebilir.
Sezginin işlevi zekayı bilgilendirmektir. Madde aleminizde sezgiler gem vurulmamış şekilde egemense, bu sezgisel algının sapmalarının varlığın daha çok kutuplaşmasını engelleyeceği söylenebilir. Gördüğünüz gibi deneyimsel katalizörün net sonucunun kutuplaşma ve aydınlanma olabilmesi için bu iki tip beyin yapısının dengelenmesi gerekiyor. Sezgi yeteneğinin rasyonel zihin tarafından kabul edilmemesi durumunda ise aydınlanmaya yardımcı olacak yaratıcı yönler boğulup kalacaktır.
Sağ ve sol ile pozitif ve negatif arasında bir bağlantı vardır. Bedenlerinizi çevreleyen enerji ağı karmaşık kutuplaşmalar içerir. Başın sol tarafıyla omuzun yukarı bölümü manyetik olarak genellikle negatif bir kutuplaşma, sağ tarafsa pozitif bir kutuplaşma gösterir. Sözü edilen sağ ve sol kulak tonlarının sizin için farklı olmasının nedeni budur.

Soru- Negatif ve pozitif kutuplaşmalar ve bunların bireylere, gezegenlere nasıl uygulanabileceği konusunda biraz daha açıklama yapar mısınız?
Ra- Sizin yapınızdaki varlıkların enerji alanlarıyla gezegenlerin enerji alanları arasında karşılıklı bir ilişki olduğu doğrudur, çünkü tüm maddeler manyetik alanın dinamik gerilim altında bulundurulmasıyla (manyetik alana hareketi sağlayacak bir gerilim farkı uygulanmasıyla) meydana gelmişlerdir. Her iki durumda da alan çizgileri örülmüş bir saçın iç içe geçmiş spiral çizgilerine benzer. Böylece hem insanların hem de gezegenlerin enerji alanlarında pozitif ve negatif birbirine dolanıp örgü gibi sarmallaşarak geometrik şekiller meydana getirir.
Negatif kutup güney kutbu ya da alt kutuptur, üst ya da kuzey kutbu ise pozitiftir. Bu spiral enerjilerin çapraz hatlar çizerek birbiri içinden geçmesi ve birbirini kesmesi ise birincil, ikincil ve üçüncül enerji merkezlerini meydana getirir. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal beden bileşimlerindeki birincil enerji merkezlerini zaten biliyorsunuz. Merkezlerinizden birkaç tanesinin çevresinde, pozitif ve negatif merkezleşme eğilimli enerjilerin kesişmesinden doğan ikincil bazı merkezler dönmektedir. Örneğin sarı ışın enerji merkezinin dirsek, diz kapağı ve varlığın göbek bölgesi civarında elmas şekli çizerek dönen bu ikincil enerji merkezleri bulunur.
Her enerji merkezini bu tür ikincil merkezlerin bulunup bulunmaması açısından inceleyebiliriz. Bazı insanlar bu enerji merkezleri üzerinde çalışıyorlar, siz buna akupunktur diyorsunuz. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, çoğu kez bu enerji merkezlerinin saptanmasında anormallikler ortaya çıkmaktadır, bu yüzden bu uygulamanın bilimsel kesinliğini sorgulamakta yarar var. Kesin sonuçlara varmak isteyen birçok bilimsel çaba gibi, burada da her yaratılmışın kendine özgü nitelikler taşıdığı göz ardı edilmektedir.
Enerji alanı konusunda kavranması gereken en önemli nokta, alt ya da negatif kutbun evrensel enerjiyi kendine doğru çektiğidir. Bu noktadan giren evrensel enerji, varlığın içinde yukardan aşağıya doğru spiral çizerek ilerleyen pozitif enerjiye rastlar ve reaksiyona girer. Bir varlığın ışın faaliyetinin ölçüsü, güney kutuptan giren dış enerjinin içsel spiral çizen pozitif enerjiyle hangi noktada kesiştiğidir.
Varlığın kutuplaşma derecesi arttıkça bu kesişme noktası yukarı doğru çıkar. Bu fenomene siz kundalini adını verdiniz, ama buna kozmikle içsel titreşimsel idrakin kesişme alanı demek daha doğru olur. Bu fenomenin temelindeki manyetizmanın metafizik prensiplerini idrak etmeden bu alanı yukarı çıkarmaya çalışmak çok büyük bir dengesizliği davet etmek demektir.

Soru- Kundaliniyi uygun şekilde faaliyete geçirmenin yolu nedir?
Ra- Bunu çöreklenmiş bir yılanın çağrıya uyarak yukarı doğru bir spiral çizmesi gibi düşünmelisiniz. Bu işlemi akla uygun biçimde yapabilmenin yöntemi şudur. İlk iş, varlığımıza güney kutbu yoluyla çekilen deneyimlerin benliğimize yerleştirilmesidir. Her bir deneyim gözlemlenmeli, yaşanmalı, dengelenmeli, kabul edilmeli ve bireye mal edilmelidir. Varlık kendini kabullenme ve katalizörlerin bilincine varma konusunda geliştikçe deneyimlerin rahatça yeni bir renk düzeyine yükselmesi doğaldır. Deneyim önce kırmızı ışın bölgesine yerleştirilecek ve burada hayatta kalma açısından yararı incelenecektir.
Evrimleşen ve arayan akıl, beden, ruh bileşimi, her deneyimi birbirini izleyen bir seri şeklinde idrak eder. Bir varlık her deneyimi önce hayatta kalabilme açısından, sonra kendi kişisel kimliği açısından, daha sonra toplumsal ilişkiler açısından algılar ve idrak eder. Daha sonra bu deneyimin nasıl özgür iletişim doğuracağını ve nasıl evrensel enerjilerle birleştirilebileceğini idrak eder. En sonunda da her bir deneyimin kutsal olduğunu kavrar. (Bir deneyimin yedi bilinç düzeyinden algılanıp idrak edilişi)
Bunlar olurken Yaradan içimizdedir. Kuzey kutbunda taç çoktan başın üzerine oturmuştur ve varlık potansiyel bir tanrıdır. Enerjinin ortaya çıkması için varlığın meditasyon yoluyla böyle bir enerjinin varlığını anlaması, alçakgönüllülükle ve güvenle kabullenmesi, kendi benliğini ve Yaradanı düşünmesi, bunlar üzerinde tefekküre dalması gerekir.
Bu enerjilerin kesiştiği nokta, yılanın boylu boyunca yukarı doğru uzanarak erişebildiği noktadır. İşte spiral bir yay gibi boşanıp açığa çıkan bu enerji evrensel sevgiye dönüştüğünde varlık hasada uygunluk noktasına yaklaşmış demektir.

Soru- Meditasyon yaparken zihni olabildiğince boşaltmak mı, yoksa bir konu ya da nesne üzerinde konsantre olmak mı daha yararlı sonuçlar doğurur?
Ra- Her iki tip meditasyon da yararlıdır. Zihnin tamamen boşaltılmasını içeren pasif meditasyon, yani akıl faaliyetinin özelliği olan zihinsel karmaşanın boşaltılması, Yaradanı dinleyebilecekleri içsel bir huzur ve sessizliğe kavuşmak isteyenler için uygundur. Bu yararlı bir yöntemdir ve tefekküre dalma ya da dua etme yöntemleriyle kıyaslandığında genelde en yararlı meditasyon tipidir.
Hayalinde canlandırma ya da imgeleme diyebileceğimiz meditasyon tipinin hedefi meditasyonun kendisi değildir. Bu yöntem ustaların aracıdır. Zihinlerinde görüntüler canlandırabilen ve bunları akıllarında tutabilenler içsel bir konsantrasyon gücü geliştirmektedirler. Bu güç can sıkıntısını ve huzursuzluğu aşmalarını sağlar. Bu yetenek bir kez bir ustada gelişip sabitleşti mi, artık o ustanın dışsal eylemler olmadan da bilinçte kutuplaşması mümkündür, böylece gezegensel bilinci de etkilememiş olur. Beyaz Büyücü denen varlıkların var oluş sebebi budur, onlar gezegenin titreşim düzeyini bilinçli olarak yükseltmek için bu yöntemi kullanırlar.
Meditatif bir halde ilham verici bir imaj ya da metin üzerinde düşünmek ve tefekküre dalmak ya da dua etmek de oldukça yararlıdır. Bu tür faaliyetin gerçekten yararlı olup olmayacağı tümüyle dua eden kişinin niyet ve amacına bağlıdır. (Sayfa: 171-176)

Celse : 50 (6 Masyıs 1981)

Soru- Deneyimlerin varlığa güney kutbu yoluyla çekildiğini söylediniz, bunu biraz açar mısınız?
Ra- Güney kutbu ya da negatif kutup kendine çeken kutuptur, manyetik alanına kapılanları çekerek içine alır. Bu akıl, beden, ruh bileşimi için de böyledir. Burada göz önüne alınması gereken bir nokta var. Kırmızı ışın enerji merkezi (ki bu temel enerji merkezidir) fizik bedenin en alt ya da kök enerji merkezi olduğundan her deneyime tepki verme konusunda daima ilk önceliğe sahip olacaktır. Gerek aklın gerekse bedenin her bölümünde ilk temel fonksiyonu yapma fırsatına sahiptir, bu da hayatta kalma fırsatından başka bir şey değildir. Bunun en güçlü içgüdü olduğunu anlamalısınız. Bu içgüdü dengelendikten sonra artık arayış içinde olan varlığın önüne birçok şey serilir ve birçok yol açılır. O zaman güney kutbu deneyimsel verilerin önünü kesmez, akımı tıkamaz, akıl ve bedenin daha yüksek enerji merkezleri de bedene çekilmiş deneyimleri kullanma fırsatı bulurlar.

Soru- Görsel imajları zihinde tutabilme yeteneğinin gezegensel bilinci nasıl etkilediğini anlatabilir misiniz?
Ra- Bu işin inceliği önce sessizliği sağlamak, sonra da düşünceyi tek konu üzerinde konsantre etmektir. Bir imajın birkaç dakika süreyle içsel gözün önünde tutulabilmesi ustanın düşüncesini yoğunlaştırma gücüne katkıda bulunur. Pozitif eğilimli usta kendi içinde sonsuz zekayla bağlantı kurmayı başardığında bağlantıların en güçlüsünü kurmuş olur, çünkü bu tüm akıl, beden, ruh bileşimi mikrokozmosunun makrokozmosla bağlantı kurması demektir. Bağlantı, madde ötesindeki gerçek yeşil ışının madde aleminizde tezahür etmesini sağlar. Yeşil ışında düşünceler varlıklardır, madde aleminizde ise bu genelde böyle değildir.
Ustalar bunu başardıktan sonra artık ışık ve sevginin canlı kanalları olurlar ve söz konusu ışımayı doğrudan doğruya gezegenin enerji ağına kanalize edebilirler. Ayin her zaman Yaradana şükranlar sunularak enerjinin topraklandırılması ve gezegene salıverilmesiyle sona erer.

Soru- Meditasyon sırasında her birimiz başımızın değişik yerlerinde bir enerji hissediyoruz, bunun anlamı nedir?
Ra- İçeri doğru akan enerji akımları faaliyete geçirilmeye gereksinim duyan enerji merkezleri tarafından hissedilir. Söz konusu uyarımı menekşe rengi ışın düzeyinde hissedenlerin enerji merkezleri faaliyete geçirilmeye hazır demektir. Bu akımları alnında, iki kaşının arasında hissedenlerse çivit rengi ışını deneyimlemektedirler. Bu varlıklar bu enerji merkezinin faaliyete geçirilmesine gereksinim duyan ve buna hazır olan varlıklardır. Karıncalanma hisseden ve görsel imajlar deneyimleyenler ise faaliyete geçirilmiş enerji merkezlerinde bir enerji tıkanıklığı yaşamaktadırlar. Bu yüzden elektriksel beden bu enerjiyi dışarı atmakta ve etkilerini dağıtmaktadır. Söz konusu enerjiyi gerçekten istemeyen varlıklar bile onu hissedebilirler.

Soru- Aynı anda iki uyarım almak mümkün müdür?
Ra- Ustalar için en normal iki uyarım şudur. Şifacılığa, büyüyle ilgili çalışmaya, ibadetkar meşguliyete, varlığın ışımasına açılan ve büyük geçiş kapısını faaliyete geçiren çivit rengi ışın uyarımı ve yaratandan Yaradana ruhsal bir alışveriş olan menekşe rengi ışın uyarımı. Her ikisi de çok istenen bir durumdur. (Sayfa: 177-183)



2 yorum:

Adsız dedi ki...

Hello. This post is likeable, and your blog is very interesting, congratulations :-). I will add in my blogroll =). If possible gives a last there on my blog, it is about the Celular, I hope you enjoy. The address is http://telefone-celular-brasil.blogspot.com. A hug.

Adsız dedi ki...

Yazar cok tesekkurler...

Selamlar Burcu