AKAŞA YAYINLARI
BİZ KİMİZ, BURAYA NEDEN GELDİK ?
Biz Hathorlarız. Buraya sevgiyle, dünyanız için yeni bir rüya realitesini seslendirmek için geldik. Eğer yeni dünyayı kurmaya hazırsanız bizimle bir kalp yolculuğuna çıkmaya davet ediyoruz sizi. Biz ağabey ve ablalarınızız! Dünyadaki evriminize çok uzun bir süre boyunca eşlik ettik. Yazılı tarihinizin kaydedemediği dönemlerde bile buradaydık. Boyutlar arası bir varlık grubuyuz, buraya başka bir evrenden geldik. Evreninize bir tür giriş kapısı olan Sirius yoluyla girdik, şimdi Venüs’ün eterik alemlerindeyiz. Geçmişte dünyanızda Mısır’ın bereket tanrıçası “Hator” olarak biliniyorduk. Ayrıca Tibet Budizminin gelişim döneminde Tibetli lamalarla temas kurduk. Lamaların sesi kullanmayı içeren bazı özgün uygulamaları bizim öğretilerimize dayanır. Biz galaksiler arası bir uygarlığız.
Yorumlarımıza enerji konusuyla başlayacağız, dünyanızdaki bilinç ne yazık ki üç boyutlu bir düzeyde kilitlenip kalmıştır. Fizikçilerinizin de farkında olduğu gibi elektromanyetik tayfın ancak % 1’inden azını görebiliyorsunuz. Biz ve diğer birçok alem algılayamadığınız
% 99 enerji tayfı içinde yer almaktadır. Diğer alemlerde ne kadar aziz tutulduğunuzu bir bilseniz şaşardınız, yüzyıllardır insan türünü tutsak etmiş prangaları kırıyorsunuz! Evet şimdi sorularınızı sorabilirsiniz.
Soru- Hathorları okurlarımıza tanıtmak istiyoruz. Bu bilgileri sunan grup kaç kişiden oluşuyor? Lütfen ilgi alanlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Cevap- Biz 10 kişilik bir grubuz, aslında 13 kişiyiz, ama diğerleri bilgi aktarımına katılmıyorlar. Birkaç milyon varlıktan oluşan bir uygarlığı temsil ediyoruz. İçimizde bir fizikçi, bir bilim adamı ve birkaç öğretmenle tarihçi var, bir diğeri de sizin deyiminizle bir mistik ya da filozof, aslında hepimiz nitelik olarak bu son kategoriye giriyoruz. Anlayacağınız farklı perspektiflere sahip bir grubuz.
Soru- Hathor isminin ima ettiği dişi prensibi, yani yaratıcı ve doğurgan niteliği açıklayabilir misiniz?
Cevap- Tüm ikiliği bütünleyen asli oktava ulaşana dek evrendeki her şey devresel ve ikili bir yapıya sahiptir. İnsani bir deyişle bu ikilik dişi ve erkek ya da negatif ve pozitif elektrik yükleridir. Mısır kozmolojisinin gelişme döneminde tanrıça Hator gökyüzüyle ilişkiliydi, daha sonra doğurganlık ve bereket tanrıçası olarak tanımlandı. Onun adının bizimle aynı olması bir rastlantı değil, bu ilk dişi gizem sembolünü Mısır uygarlığına biz sunduk ve gelişimine yardımcı olduk.
İnsan bilinci iki kutuptan geçmiştir. Dünya ana bilinci ve erkek baba bilinci, ama bunlar bir türlü bir araya gelememiştir. Oysa erkek ve dişinin dengede olabilmesi için her insanın bu iki kutupla uzlaşması gerekmektedir. Farkındalığa sahip varlıklar bu kutupların dengelenmesi gerektiğini bilirler. Dişi tekrar küllerinden doğup yükselirken Mısır’ın kadim gizemleri de geri dönmektedir. Bu bilgilerin geri dönüşü sadece bir yardımdır, insanların bu bilgiyle ne yapacakları özgür iradelerine kalmıştır. Artık dişi prensibin uyanma zamanıdır, ama bu sefer dişi prensibin öncekinden farklı biçimde döndüğünü söylemeliyiz.Tümüyle dişi olarak değil, her iki kutbu da içeren (androjen) dengeli bir prensip olarak geri dönmektedir.
Soru- Venüs gezegeni hakkındaki metafizik öğretilerde Sanat Kumara adından çok söz ediliyor, onun hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Cevap- Kardeşimiz Sanat Kumara hakkında konuşmayı düşünmüyorduk, ama onu çok iyi tanırız, çünkü bizi bu evrene çağıran odur. Sanat Kumara Büyük Beyaz Kardeşlik olarak bilinen galaksiler arası konseyin üyesi kadim bir ruhtur. Beyaz sözcüğü bu varlıkların derilerinin rengini değil, ulaştıkları saflık düzeyini ifade etmektedir. Yükselmiş bir üstat olarak Sanat Kumara güneş sisteminin yükselişiyle ilgili sayısız sorumluluk üstlenmiştir ve bin yıldır bu görevi sürdürmektedir. Olağanüstü mizah duygusu yüzünden ondan çok hoşlanırız. Eğer fiziksel bir yer zikretmek gerekiyorsa onun yuvası Venüs’tür, ama varlığı birçok boyuta uzanır.
Soru- Venüs deneyiminizin Sirius B gezegeniyle ve diğer galaktik bölgelerle bir ilişkisi var mı? İsis ve Osiris gibi kavramlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Cevap- Venüs ve Sirius arasında bir bağlantı var, çünkü biz bu evrene Sirius yoluyla girdik ve Venüs’e geldik. İsis ve Osiris gibi Mısır tanrıları en doğru şekilde güç alanları olarak tarif edilebilir. Bu enerjiler kadim Mısırlılar tarafından insan şeklinde ifade edilmiştir. Denebilir ki Mısır panteonu evrende devinim halindeki güç alanlarının bir tablosu gibidir. Bu yüzden Mısır panteonunu eskiden olduğu gibi değerlendirmemenizi, onun o devirdeki düşük bilinçli insanlara sunulmuş bir öğreti olduğunu bilmenizi isteriz. O devirde bu öğretiler düşük bilinçli varlıklar tarafından tanrılar olarak bilinirken yüksek rahipler tarafından devinim halindeki enerjilerin güç alanlarının sembolleri olarak algılanıyordu. İsis ve Osiris enerjisi hala aktiftir ve herkese açıktır. Bu tüm panteon için geçerlidir, tanrılar tek Kaynaktan çıkan bilinç veçheleri ya da akımlardır. Bu yüzden, panteon tanrılarının uyumlanılabilecek yararlı güçler olduklarını, ama Allah olmadıklarını bilmek önemlidir. Onlar tümüyle ikilikten arınmış ya da kutupsuz en yüce Kaynak değildir.
Soru- Kadim Mısırdaki Hator öğretisiyle ilgili bir tarih verebilir misiniz? Yirmi bin, elli bin ya da yüz bin yıl önceye mi dayanıyor?
Cevap- Daha da eskiye dayanır, ama Mısır tarihinde kalan izler açısından bakıldığında firavunlar öncesi döneme kadar gitmeniz gerekir. Heliopolis öncesine, Hator’un gökyüzü tanrıçası, Horus’un da gökyüzü tanrısı olduğu zamana gitmelisiniz. Bu da yaklaşık olarak 12 bin yıl önceye dayanır.
Soru- Mısırdaki Büyük Piramidi yapanlarla ilginiz var mı?
Cevap- Hayır yok. Piramitler bazı tarihçi ve arkeologlarınızın sandığı gibi sadece firavun mezarı değildi, aslında enerji osilatörü (salıngaç) olarak işlev görüyorlardı. Piramitlerin yüzeyleri ta başta cilalı parlak granitten yapılmıştı, bu onların enerji titreşimlerini yaymasını ya da emmesini sağlıyordu. İnisiyeler piramitlerin belli matematiksel oranlara göre oluşturulmuş kısımlarında belli bir süre geçiriyor, burada büyük gizemle ilgili bilgilere vakıf oluyorlardı. Piramidin işlevlerinden biri buydu.
Piramitlerin enerji düzeyinde de işlevleri vardı. Yerkürenin ızgara biçimindeki enerji ağını oluşturacak ve bu enerji çalışmasını mümkün kılacak biçimde belli matematiksel oranlara göre konumlandırılmışlardı. Nasıralı İsa adlı öğretmen işe başladığında, piramitler tarafından oluşturulan enerji ağı yeni titreşimi destekledi ve bugüne kadar desteklemeyi sürdürdü. Gördüğünüz gibi piramitler çok yönlü ve çok amaçlı yapılardır.
Soru- Piramitlerin yapımında uzaylılardan da yardım aldık mı? Onlar buraya ne zaman geldiler?
Cevap- Evet, Pleiadeslilerden ve Siriuslulardan yardım aldınız. Onlar farklı zamanlarda geldiler, bazen de arka arkaya sökün ettiler. Tarihinizde Siriusla ilgili ilginç bir gariplik var. Afrika’daki Dogon adlı kabile Sirius ve onun küçük “kızkardeşi” hakkında ayrıntılı bilgiye sahiptir. Garip olan şu ki bu küçük yıldız 1960’lara kadar astronomlarınız tarafından keşfedilmemişti, ama Dogonlar onu binlerce yıldan beri biliyorlardı. Siriuslular gezegeninizde yaptıkları bir araştırma gezisinde Dogonlarla ilişki kurmuşlardı. Siriuslular o zamanlar son derece ileri bir uygarlığa sahiptiler.
Soru- 12 bin yıl önce buraya geldiğinizi söylediniz, bu tarih Atlantis’in çöküşünün sonrasına mı rastlıyor?
Cevap- Evet, Atlantis’in çöküşünden sonra Mısır’da Hator arşetipik imgesini kullanarak aktif biçimde çalışıyorduk. Ayrıca hem Atlantis hem de Lemurya’da son derece yetenekli kahinlerle çalıştık. Atlantis ve Lemurya’nın batacağını anladığımızda bu varlıklardan bazılarının Mısır’a gitmesini sağladık. Bu operasyon büyük simya çalışmasını korumak, hem inisiyelerin hem de bilgilerinin yok olmasını önlemek için yapılmıştı. Mısır uygarlığının tohumlarını eken tek galaksiler arası uygarlık biz değiliz. Arkturuslular ve Pleiadesliler de o sıralarda bazı inisiyelerini kuzey Afrika’ya yönlendirdiler.
Soru- Merkür, Venüs ve Mars’taki yerleşimlerin geçmişi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Cevap- Mars’ta inşa edilmiş yapıların kalıntılarını görebilirsiniz. Uzay araçlarınız tarafından fotoğrafı çekilen “Mars’taki yüz” dediğiniz şey geçmişte var olmuş bir yapıdır. Venüs’te de yapılar vardı, hatta Marstakinden daha eskiydiler. Eğer Venüs’e bir üçüncü boyut yolculuğu yaparsanız gaz ve kumdan başka bir şey göremezsiniz. Mars aslında farklı toplumların ileri bir karakoluydu. Dünyadaki yaşamı incelemek için birçok uygarlık özellikle Mars ve Venüs’te karakollar kurmuştu. Ayrıca saf enerjiden oluşan ve hiçbir forma sahip olmayan varlıkların da Jüpiter ve Satürn gibi gezegenlerde karakolları vardı. Onlar yeni oluşan yıldızlara çekilen, oralarda gaz ve ışıkla beslenen varlıklardı. Nerede yeni bir yıldız doğsa ışığa koşan pervaneler gibi oraya koşarlardı. Uydunuz Ay’ın üzerinde de bazı yapılar vardır.
Soru- Mısır tapınaklarındaki yapıtlarda kulaklarınızın büyük ve sese çok duyarlı olduğu açıkça görülüyor, ses nasıl oldu da sizin için bu kadar önemli hale geldi?
Cevap- Ses dediğiniz şey alemdeki ana titreşimdir, sadece işittiklerinizle sınırlı olmayan bir şeydir, biz ses derken boşlukta meydana gelen titreşimi kastederiz. Fizik biliminizin tanımladığı ses, ancak titreşimi taşıyan bir vasıta varsa meydana gelebilir, oysa bize göre titreşimden oluşan tüm realitenin esas doğası ve temelidir. Başka bir deyişle madde belli bir armonikteki titreşimdir, insanoğlu armonikleri değiştirdiğinde maddelikten çıkıp enerji haline geçebilir. İnsan bunun mekanizmasını anladığında iki boyut arasında özgürce gidip gelebilir. Uzayı keşfetmek ve güneş sisteminize girmek için başlangıçta kullandığımız gemiler sese ya da titreşime dayalıydılar. (Sayfa: 15-34)
BİR ENERJİ SİSTEMİ OLARAK İNSAN
Bizler dördüncü boyut dediğiniz bir başka frekans alanında yaşıyoruz. Sizi birbirinin içine nüfuz etmiş enerji alanları olarak algılarız. Bu alanların ilki, trilyonlarca hücreye sahip çeşitli kimyasal, biyokimyasal ve elektriksel işlemiyle bilinen fiziksel bedendir. Fizik bedeninizi genelde bir uzay gibi, yıldızlardan oluşan bir galaksi gibi görürüz, çünkü her bir atomun çekirdeği bir merkezi güneş, elektronlar da onun çevresinde dönen gezegenler gibidir. Kısaca, her bir atomunuz bir güneş sistemine benzer. Mısır geleneğinden gelen Hermetik simyacıların savunduğu evrensel bir yasa vardır. Bu yasaya göre “yukarda nasılsa, aşağıda da öyledir.” Bu, yaratılışın her bir düzeyinin, altındaki ve üstündeki düzeyin bir kopyası olduğu anlamına gelir. Bu yüzden güneş sistemindeki gezegenler merkezi güneşin etrafında dönerken, atomda da elektronlar merkezi çekirdek etrafında dönerler. Güneş sisteminizin büyük kısmı uzaydan (boşluktan) oluşmaktadır, bedeninizin (atomların) büyük kısmı da boşluktan oluşmaktadır. Biz bedenlerinizi katı bir madde olarak değil, uzay (boşluk) olarak görürüz. Sizi yürüyen, hareket eden bir yıldızlar galaksisi olarak görürüz.
Fizik bedene nüfuz eden ikinci enerji alanına biz “Ka” deriz. Siz bunu pranik beden olarak adlandırabilirsiniz. Prana, kadim yogilerin dediği gibi oksijendeki yaşam gücüdür, hem fizik bedene hem de bizim Ka dediğimiz pranik bedene nüfuz eder. Ka aslında fizik bedenden geçen yaşam gücünün kaynağıdır. Fizik bedenin ve onun enerji alanlarının bir kopyası olduğu için Ka’ya bazen spiritüel beden ya da eterik ikiz de denir. Ka ölümsüz ruh olmamakla birlikte, fizik bedenin ölümünden sonra bir süre daha varlığını sürdürebilen enerji ikizidir. Bedeninizden geçen ve Ka’yı çoğaltan prana olmasaydı yaşayamazdınız, o yaşam gücünün ta kendisidir.
Siz duygusal, kozal ve astral bedenlere de sahipsiniz, ama biz öncelikle Ka üzerinde odaklanacağız, çünkü beden yüksek bilince geçerken Ka size muazzam bir ivme kazandıracaktır. Bedeniniz iki kutuplu bir mıknatıstır, bu mıknatısın merkezi sütununa çeşitli kadim ezoterik gelenekler tarafından bazen merkezi kanal, orta sütun, pranik tüp ya da antakarana denmiştir. Biliminizin de onayladığı gibi tüm iki kutuplu mıknatıslar üç boyutlu, “tüp kavala” benzeyen bir enerji alanı yayarlar. Bu alan bedenin çevresinde üç boyutlu olarak hareket eder.
Bir enerji sistemi olarak dikkat etmeniz gereken en önemli alan Ka’dır, yani pranik bedendir. Yaşam gücünü (pranayı) nasıl içinize çektiğiniz ya da çekemediğiniz, organlarınızın ve beden sisteminizin ne kadar enerjiye sahip olacağını belirler. Ka düşüncenizin berraklığını, gücünü ve etkisini belirler, ayrıca duygunuzun niteliğini de belirler. Eğer Ka’nın düzeni bozulursa diğer alanların da düzeni bozulur ve fizik beden daha düşük bir enerji düzeyinde çalışır, düşünce gücü zayıflar ve duygular altüst olur. Peki, Ka’ya nasıl daha fazla prana sevk edebilirsiniz ki fizik bedeninize ve diğer süptil bedenlere daha fazla ışık yayabilsin. Yanıtlamak istediğimiz asıl soru budur.
Burada anahtar, bedeninizin ortasında boylu boyunca uzanan pranik tüpte yatmaktadır. Bu pranik tüp aşağı yukarı yogilerin “sushumna” dedikleri yola tekabül eder. Sushumna, kundalini enerjisinin ya da yaşam gücünün omurganın tabanından yükselip bedenin enerji merkezlerinden (çakralardan) geçerek en üst merkeze ulaştığı yoldur. Burada tepe çakrasıyla buluşur ve insan bilincini kozmik bilince ya da Tek’e bağlar. Bu gerçekleştiğinde son derece yüksek bir bilince ulaşırsınız. Yaşam gücü enerjisi sushumna denen yol boyunca yukarı çıkar, ama beden üzerinde fiziksel bir inceleme yaptığınızda bu yolu göremezsiniz. O süptil bir enerjidir ama vardır, dünyanızdaki herhangi bir şey kadar gerçektir, duyularınızla algıladığınız realitenin dışındaki bir frekans alanındadır. Ancak pranik tüp sushumnadan farklı olarak omurga yolunu izlemez, başın tepesinden girip perineden (üreme organlarıyla makat arasındaki orta noktadan) çıkan düz bir çizgi oluşturur.
Pranik tüp aslında yerküreye uzanır. Bilinç gelişiminize göre ya yerkürenin yüzeyine hafifçe bağlantılı olacak ya da yüzeyin beş-on santim altına inecektir, bazı insanlarda ise yerkürenin ta çekirdeğine kadar uzanabilir! Pranik tüp, yine varlığın bilinç haline bağlı olarak başın üzerinde göğe doğru birkaç kadem boyunca ya da birkaç mil boyunca uzanabilir. Pranik tüpün genişliği genellikle baş ve işaret parmaklarınızın uçlarını birleştirdiğinizde ortaya çıkan halka kadardır. Tüp omurgayla birlikte eğilmez, başın tepesinden direkt olarak perineye kadar uzanır. Pranik tüpe odaklanmak için Ka’yı aktive ederek fizik bedendeki prana akışını artırmanız gerekir. Şimdi size Ka’yı geliştirmek için üç özel yöntem sunacağız ve hayatınızdaki bazı şeyleri artırmanızı, bazı şeyleri de azaltmanızı tavsiye edeceğiz.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI (1) Yerküreye bağlı pranik tüpten yukarı doğru nefes alın. Topraktan yukarı doğru soluk alıp rahatlayın ve soluğunuzu bırakın. Sonra başınızın üzerinden tüpe doğru soluk alın, semavi enerjiyi aşağıya, bedenin pranik tüpüne indirin ve soluğunuzu bırakın. Tüpe bir enerjinin açıkça aktığını hissedene dek birkaç kez bunu tekrarlayın. İlk adımda yaptığınız şey yerküreden yukarı pranik tüpe, sonra semavi alemden aşağı pranik tüpe akan süptil enerji akışını (pranayı) hissetmeye başlamaktır. Bu alıştırma özellikle dışarda, doğanın saflığı içinde yapıldığı zaman daha etkili sonuçlar verir. Ka, yükselen bilinç sarmalı içindeki titreşiminizi yükseltme süreci için çok önemlidir, yaşam gücü Ka yoluyla üretilir. Hayatınızda yaşam gücünüzün düşük olduğunu hissettiğiniz zamanlar olmuştur, fizik bedeniniz çok iyi işlev yapamaz. Böyle durumlarda olan şudur.
Ka öylesine tükenmiştir ki fizik, duygusal ve zihinsel bedenlere ışık yayamaz, onları besleyemez. Bu yüzden Ka ile, yani pranik bedenle yaşam gücünüzü artıracak şekilde ilişki kurmanızı tavsiye ederiz.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI (2) Alıştırmanın ikinci bölümünde yapmanız gereken şey pranayı tüpe çekmek ve onu fiziksel beden içinde deveran ettirmektir. Daha önce yaptığınız gibi soluk alırken pranayı yerküreden yukarı pranik tüpe çekin. Soluğunuzu bir an içinizde tutun, sonra bırakın. Dikkatiniz pranik tüpün üzerinde olsun. Daha sonra soluk alırken pranayı başınızın üzerinden, yukardan pranik tüpün içine çekin. Dikkatinizi pranik tüpten ayırmadan bir an soluğunuzu tutun, sonra soluğunuzu verirken dikkatinizi fizik beden üzerine kaydırın. Dikkat yasası gereği enerji farkındalığı izleyecek ve prana pranik tüpten çıkıp bedeninize akacaktır. Pranik tüpten fizik bedeninize bir enerji akışı olduğunu hissedene dek bu alıştırmayı yapın. Alıştırmaya ilk başladığınızda bedeninizin bazı bölgeleri prana akışına diğer bölgelerden daha duyarlı olabilir, ama sonunda prananın bedene akışının verdiği farklı fiziksel duyumu hissedeceksiniz. Bırakın prana bedeninize ve oradan da dışarı yayılsın. Bu Ka’yı artırmanızı ve pranik bedeni yoğunlaştırmanızı sağlayacaktır. Bir kez prananın devinimini hissettikten sonra yapılacak iş farkındalığınızı göğsün ortasında ve pranik tüpün hemen önünde bulunan kalp merkezine yöneltmektir. Farkındalığınızı bu merkezde tutarak koşulsuz kabul ve koşulsuz sevgi duygusunu hatırlayın. Kalp merkezi ya da kalp çakrası fiziksel kalple aynı şey değildir. Kalp çakrası göğsün ortasında bulunan ve son zamanlarda bilimsel olarak da ölçülen bir enerji vorteksidir (girdap). Gerçekten de bilimsel incelemeler çakraların hem ses hem de renk yaydıklarını kanıtlamıştır.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI (3) Şimdi farkındalığınızı kalp merkezine yöneltin, koşulsuz sevgi ve kabul duygusunu hatırlayın. Bu duyguyu hissettiğinizden emin olun, onu sadece düşünmek işe yaramaz. Farkındalığınızı kalp merkezinde tutup koşulsuz sevgi ve kabulü hissetmeyi sürdürürken soluk alın ve solukla birlikte pranayı yerküreden yukarı doğru pranik tüpe çekin. Pranik tüp üzerinde odaklanırken soluğunuzu bir an tutun, bu arada sevgi ve kabulü hissetme halini sürdürün. Soluğunuzu verirken farkındalığınızı fizik bedene kaydırın ve “nitelik kazandırılmış prananın” tüpten çıkıp tüm bedene akmasına izin verin. Sonra farkındalığınızı tekrar kalp merkezine çevirin ve bir kez daha koşulsuz sevgi ve kabulü hissederken soluk alın, solukla birlikte pranayı başınızın üzerindeki boşluktan aşağı pranik tüpe çekin. Bir an soluğunuzu tutun, bir yandan sevgi ve kabulü hissederken bir yandan da pranik tüp üzerinde odaklanın. Soluğunuzu verirken farkındalığınızı fizik bedene kaydırın ve “nitelik kazandırılmış prananın” pranik tüpten çıkıp tüm bedene akmasına izin verin. Böylece semavi ve dünyevi enerjiler önce pranik tüpe sonra kalp merkezine akacaktır. “Nitelik kazandırılmış enerjiler” daha sonra beden içinde deveran ederler. Bazı okurlar şimdiye kadar koşulsuz sevgi ve kabulü deneyimlememiş olabilirler, onlar şimdilik alıştırmanın üçüncü bölümünü bir kenara bırakıp ilk iki bölüm üzerinde çalışmalarını sürdürsünler. Enerjiye nitelik kazandırma konusunda şimdilik endişelenmesinler, zaman içinde koşulsuz sevgi ve kabulü hissetmeyi çok daha kolay başaracaklar.
Size Ka’yı güçlendiren ve azaltan şeylerden söz edeceğimizi söylemiştik. Söyleyeceğimiz ilk şey cinsellik olarak ifade ettiğiniz yaşam gücüyle ilgilidir. Cinsel enerji aslında Ka’nın alt merkezler yoluyla tezahür etmesidir, yani üreme organları yoluyla döllenme ve cinsel zevk olarak ifade edilir. Ancak Ka’yı güçlendirirken yaşam gücünüzü tüketmeden cinsel esrime ve vecit halini deneyimlemenizi sağlayacak yöntemlerle bu enerjiyi yükseltmeniz gerekir. Bununla ilgili yöntemler Taocu Yoga, Tantrik Yoga ve Kundalini Yoga üzerine yazılmış kitaplarda vardır. Eğer pranik yaşam gücünü sadece cinsel sıvıların ve enerjinin bir boşalımı olarak algılarsanız prana alt merkezlerden dışarı boşalıp yukarı yükselemez ve Ka üzerinde uzun süreli ve olumlu bir etkiye sahip olamaz. Eğer cinsel enerjinizi alıkoymaz ve onun yukarı tırmanmasına izin vermezseniz, cinselliğinizi sık sık cinsel boşalım yoluyla ifade edip Ka’yı tüketirsiniz. Bu da fizik organlarınızı, bağışıklık sisteminizi tüketecek ve enerji azalmalarına yol açacaktır. Size cinsel hazzı yasaklamıyoruz, yogiler tarafından geliştirilen yöntemleri kullanmanızı öneriyoruz. Bu yöntemlerle derin cinsel esrime ve vecit halleri yaşanabilir.
Ka’yı etkileyen bir başka şey de yediğiniz yemek ve içtiğiniz sıvı türüdür, çünkü yaşam gücü birçok alandan gelir. Genelde “canlı” yiyeceklerle beslenmek Ka’yı artırır, ama bunu dengeli olarak yapmanız gerekir. Eğer canlı yiyecekler, yani pişmemiş sebze, meyve ve filiz vermiş tahıllar yemeye alışık değilseniz buna yavaş yavaş alışmaya çalışın. Uygun biçimde hazırlanmadan beslenme programınıza çok fazla canlı yiyecek katmak toksinden arınma krizine yol açabilir. Her şeyde olduğu gibi ılımlı olmak en iyisidir. Bu paradoks gibi görünebilir, ama belirli bir bilinç aşamasına eriştiğinizde olumsuz etkilerine maruz kalmadan her şeyi yiyebilirsiniz. Son tahlilde yiyeceğin ruhsal evrimle pek ilgisi yoktur, ancak biz burada Ka’yı güçlendirmek için tavsiyede bulunuyoruz. Fast food’larınız ölüdür, kolay yemek dedikleriniz genelde Ka’yı tüketir, bu ölü yiyecekleri sindirmek için çok fazla sindirim enzimi gerekir. Pranik bedenin büyük tüketicilerinden biri de sindirim işlemidir, özellikle eti sindirmek için çok fazla prana gerekir. Bu durumda prana Ka alanından çekilerek bedenin salgıbezleri sistemine ve birçok enzimi gerektiren sindirim işlemine iner. Bu durum enerjinizi zorlar ve gerilime sokar. Saf su içmek ve egzersiz yapmak da çok önemlidir. Ayrıca her fırsatta doğaya çıkmak, kirli havadan uzaklaşıp temiz hava solumak ve kendinizi güvenli biçimde güneş ışınlarına vermek de çok yararlıdır.
Ka’yı, yani pranik gücü artırdıkça, bilincinizi yükseltme gücüne sahip oldukça çok değerli şeyler hakkında sezgiler ve iç görüler edinmeye başladığınızı göreceksiniz. Buna gnosis denir, gnosis bilgi demektir, bir his ve ani bir biliş olarak gelir. Öyleyse gnosis, Ka güçlendikçe hisseden yanınızın da arınıp gelişmesi anlamına gelir ve bu size daha derin bir ruhsal bağlantı sağlar. Şimdi sorularınız varsa sorabilirsiniz.
Soru- Ka’nın artışına başka nelerin yardımcı olacağını anlatabilir misiniz? Bu konuda muazzam bir bilgi hazinesine sahip olduğunuzu hissediyorum.
Cevap- Birçok insanda kendini fiziksel sınırlarının ötesinde zorlama eğilimi var.Yorgunken kahve, sigara, içki, ilaç gibi yapay uyarıcılar kullanarak kendinizi çalışmaya zorladığınızda Ka’nız tükenebilir. Fizik bedenin yedek kuvveti tükendiğinde, bu fiziksel hastalıklara götüren çok olumsuz koşullara yol açar. Ka tükenirse yükseliş sarmalı boyunca yukarı tırmanamazsınız. Öyleyse dinlenme, egzersiz ve hareket arasında bir denge kurulmalı, yeme içme konusunda akıllıca seçimlerde bulunulmalı, bilinçli olarak olumlu düşünceler ve eylemler sürdürülmelidir. İlişki kurduğunuz insanlar da Ka’nız üzerinde bir etkiye sahiptir. Olumlu, canlı ve ruhen yükseltici insanlar Ka’nızı güçlendirir. Olumsuz, kötümser ve enerjileri tükenmiş insanlar sizi tüketebilir.
Soru- Şifa enerjilerini başkalarıyla paylaşan insanlar hakkında konuşabilir misiniz?
Cevap- Burada en yetkin şifacılara bile küçük bir uyarıda bulunmak istiyoruz. Çok saf olmadıkça başka insanların enerjileriyle çalışmanın açık bir tehlikesi vardır. Örneğin, yeterince arınmamış bir şifacı hastayla çalıştıktan sonra kendini tükenmiş hissedebilir ya da kendisi için şifa gerektiren bir rahatsızlıkla karşı karşıya kalabilir. Eğer bir insanın enerjiye ihtiyacı varsa bunu bilinçli ya da bilinçsiz olarak birinden çekecektir. İki insanın enerji alanları birbirine bağlandığında enerjiye ihtiyaç duyan kişi enerjiye sahip kişiye enerji halatları atar. İhtiyacı olan kişi enerjiyi bir kuyudan su çeker gibi kendine çeker. Bu genelde bilinç dışı bir şeydir, çünkü benliğin bir başka düzeyinde kendiliğinden vuku bulur.Vampir sözcüğünün sembolik anlamı budur, böylece yaşam enerjiniz emilir gider. Bazı doktor ve hemşirelerin kendilerini sıkça tükenmiş hissetmelerinin nedenlerinden biri de budur, çünkü onlar genellikle şifa bulmak için Ka’larını emen hastalarla çevrilidirler.
Eğer prana enerjisi için kanal olduğunuzun, şifa enerjisinin sizden değil sizin kanalınızla Kaynaktan geldiğinin bilincindeyseniz kendi enerjinizi vermez, daha yüksek bir kaynaktan gelen enerjiye kanallık edersiniz. Eğer enerji içinizden sınırlayıcı güdülerin engelleriyle karşılaşmadan akarsa, bu bazı şifacıların deneyimlediği yorgunluk ve tükenmenin çoğunu ortadan kaldırır. İnsan bir başkasına vermek için kendi enerjisini kullanmak zorunda değildir, her zaman daha büyük bir kaynaktan enerji çektiğinizin bilincinde olun. Diğer bir nokta da Ka’nızın ve yaşam gücünüzün farkında olmaktır, böylece enerjiniz çekildiğinde bunu hissedebilirsiniz. Ne yazık ki çoğu insan tükenene kadar enerjisinin emildiğinin farkında olmaz.
Bir başka insana şifa verirken kendinizi korumanız için basit bir yöntem önerebiliriz. Şifa sırasında dikkatinizin bir kısmını bedeninizin ortasından geçen pranik tüpe yöneltin. Bu tüp sizi hem semavi aleme hem de dünyaya bağlar. Her iki alemi bedeninizde birbirine bağladığınızda, her yerde her zaman mevcut olan şifa enerjisi içinizden akacak, daha çok köklenmiş, daha çok dengelenmiş ve daha çok farkında olacaksınız. Prana fizik maddeden daha süptil olsa da en süptil enerji değildir. Titreşim olarak Kaynağa daha yakın enerjiler vardır, bu enerjiler daha güçlü şifa özelliklerine sahiptir. Bu yüzden bir insan titreşim olarak ne kadar yükselirse bu süptil enerjileri çekebileceği Kaynağa o kadar yaklaşmış olur. Ne kadar saf hale gelirseniz şifalarınızdan o kadar güçlü sonuçlar elde edersiniz. Son olarak şunu söyleyeceğim. Şifacı, hastanın ıstırap çekme hakkı olduğunu da bilmelidir. Kendi isteklerinizi başkalarına kabul ettirmeye çalışmayın, onlara kendi süreçlerinde daha büyük farkındalığa geçme fırsatı verin.
Soru- Eşcinsel denen ve sayıları giderek artan insanlar cinsel ilişkiyi bilinç gelişiminde nasıl kullanabilirler? Bir erkek bir erkekle nasıl uygun biçimde cinsel ilişki kurabilir. İki kadın ersuyunu paylaşmadan cinsel ilişkiyi bilinçlerini geliştirmek için nasıl kullanabilir?
Cevap- Eğer cinsel enerji yükseltilmişse, Ka açısından eşcinsel ya da sevici yaşam tarzı sınırlayıcı değildir. Eğer iki erkek kurdukları cinsel ilişkide kadim Taocu ve Tantrik yöntemleri uygulayarak ersularını dışarı boşaltmadan cinsel haz duymayı başarabiliyorlarsa Ka’yı güçlendirip cinsel enerjiyi üst çakralara yükseltebilir, daha yoğun haz düzeylerini deneyimleyebilirler. Genelde bir kadının Ka’sı erkekten daha güçlüdür. Kadınlar hamileyken Ka’larını bebeklerine ödünç vermek zorunda oldukları için genetik açıdan bunun böyle olması gayet doğaldır, cenin gelişebilmek için annenin Ka’sından beslenir. Anneyle çocuğun birbirine güçlü bağlarla bağlanmasının nedenlerinden biri de budur. Birbirleriyle ilişki kuran kadınlar, orgazm sırasında orgazm enerjisini pranik tüpe çekip orada yükselterek tüm bedene aktarabilirler. Bedende deveran eden enerji de bilinci genişletmekte kullanılabilir. Enerji açısından tüm insanlar hem erkek hem de dişidir, yani süptil enerji ve bilinç düzeyinde sizler potansiyel olarak hem erkek hem de dişisiniz, varlığınızın cinsel kutupları arasında dengedesiniz. Kısaca, simyasal bakımdan cinsel enerjinizi yükseltmek için ille de bir eşe ihtiyacınız yoktur.
Soru- Dini ya da başka nedenlerle cinsel ilişkiden uzak duran okurlarımız için bekarlığın yükselişle ilişkisi hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Cevap- Cinsellik bir eş olmadan da içsel olarak deveran ettirilebileceğinden, yüksek bilinç hallerine erişmek için ille de cinsel ilişki kurmanız gerekmez. Eğer kişi bekarlığı uygularken yaşam gücünü cinsel merkezlerden yukarı doğru harekete geçirebilirse esrime ve vecit halini deneyimleyecektir. Alt çakralardan salınan enerji omurga boyunca yukarıdaki yüksek merkezlere çıkarken bir yandan da insanı yüksek farkındalık ve bilinç hallerine açar. Gerçek bekarlık cinselliği bastırmak değil, yaşam gücünü yükseltmektir. (Sayfa: 35-59)
HİSLERVE İNSANIN EVRİMİ
Evriminizi hızlandıracak bir kavramı sizinle paylaşmak istiyoruz. Bu his dediğiniz şeyle ilgilidir. Biz his ve duyguyu birbirinden ayırırız. His sözcüğü deneyimlediğiniz fiziksel duyumları içerir, yani hem duyusal dünyanın fiziksel duyumlarını, hem de içsel ya da süptil dünyaların fiziksel duyumlarını. Biz duyguyu, hislerle bu hisler hakkındaki düşüncelerin bir bileşimi olarak tanımlarız. Örneğin eğer hava serin ve kapalıysa hisseden yanınız çevre hakkındaki bu bilgiyi size bildirecektir. Hisseden yanınız bu bilgiyi bedenin sinir sistemi vasıtasıyla alır, ayrıca süptil bedenler de size his olarak yansıyan bilgiler alırlar. Eğer serin hava hakkında olumsuz bir düşünceye sahipseniz, bu ne kasvetli bir gün diye yargıda bulunur ve bir sıkıntı hissedersiniz. Bu durumda nötr bir hisse yargılayıcı biçimde karşılık vermişsinizdir. Oysa bir başkası serin havadan hoşlanabilir, bu konudaki yargısı da olumlu olabilir.
Gerçek hisler ne olumlu ne de olumsuzdur, onlar enerjiye karşılık veren tarafsız raporlardır, bir tür barometredir. Hisseden yanınız, Ka’ya yakından bağlı duygusal bedeninizin bir niteliğidir. Duygusal beden, fizik bedeninizi kuşatan ve ona nüfuz eden bir enerji alanıdır. Bir şey duygusal bedeni harekete geçirdiğinde belli hızlarda titreşmeye, fizik bedenin içinden ve çevresinden geçen enerji akımları oluşturmaya başlar. Eğer akımlar yeterince güçlüyse bedenin dokularında fiziksel olarak hissedilebilir. Bu yüzden, hissi karşılık ne kadar güçlüyse fiziksel duyumu da o kadar güçlü olur. Enerji açısından yükseliş sürecinin anahtarlarından biri, enerji alanlarınızın açılıp özgürce devinmelerine izin vermektir. Hisseden yanınızı geliştirerek daha fazla enerjiyi devindirme yeteneği kazanabilir ve bu enerjiyi olumlu biçimde devindirmede ustalaşabilirsiniz.
Duygularınız sağlığınız üzerinde etkilidir, biliminiz de bunu açık şekilde kanıtlayıp belgelemiştir. Bir insan belli türde bir duygu hissettiğinde meydana gelen çok önemli ve olumlu bir rezonans vardır, bu koşulsuz sevgi ya da koşulsuz kabul denen duygusal titreşim alanıdır. Bu, hücreler arasında DNA’yı olumlu biçimde etkileyip güçlendiren, bilgiyi daha kusursuz kodlamasına yardımcı olan bir rezonans oluşturur. Bu olumlu rezonans koşulsuz kabul ya da sevgi duygusunu hissettiğinizde ortaya çıkar. Duyguyu daha fazla hissettikçe DNA’dan bedene, duygusal bedenden pranik bedenin güçlenmesine ve esenlik duygularına kadar varlığınızın tüm düzeyleri bunun yararını görür. Koşulsuz kabul ve sevgi enerjisinin duygusal bedende devinmesine izin verdiğinizde derin bir şifa ve denge sürecini başlatmış olursunuz.
Tüm hisleri ve duyguları deneyimlemenize izin vermeniz, enerjinin Ka bedeninde olumlu biçimde devinmesini sağlar. Ancak birçok insan zor durumdayken bunu kötü olarak etiketler ve ortaya çıkan duygulara direnir. Hislere ya da duygulara direndiğinizde duygusal bedeniniz uygun biçimde titreşemez, ya donar ya da kilitlenir. O uygun biçimde devinemediği ya da titreşemediği zaman zihnen daha az farkındalık içinde olursunuz, düşünceleriniz donuklaşır, karışıp bulanıklaşır.
İnisiyasyon elde etmek için gitmeniz gereken hiçbir yer yok, her nerdeyseniz orada hayat tarafından inisiye ediliyorsunuz. Burada önemli olan yaşadığınız durumlar karşısında hissettiğiniz duygusal tepkilerin farkında olmak, tepkileri yadsıyıp bastırmamak, böylece kendinize onları fark edip dengeleme fırsatı vermektir. Duygusal beden ve Ka enerji olarak birbirine bağlı olduğu için Ka’yı güçlendirerek, duygu ve hislerinizi olumlu bir farkındalık alanında tutarak evriminizi hızlandırabilirsiniz. Duygusal beden kendine has bir rezonansa sahiptir, Ka’dan farklı biçimde devinir. Farklı titreştiği için gelen bilgiye de farklı biçimde karşılık verir, onu farklı biçimde alıkoyup barındırır. Şimdi varsa sorularınızı alalım.
Soru- Fiziksel bedenin dışındaki diğer süptil beden alanlarının şekli ve büyüklüğü hakkında pek fazla bir şey söylemediniz. Güçlü enerjilere sahip olduğumuzda bu bedenlerin nasıl göründüklerini tarif edebilir misiniz? Enerjilerimiz uygun biçimde işlemediği zaman bu bedenler nasıl görünürler?
Cevap- Fizik beden hariç, birbirine nüfuz eden alanlar parlak yumurta şekilli ışık alanları gibidir ve birbirinin içine gömülüdür. Ka aslında karmaşık bir enerji alanıdır, şekli fizik bedenin şekline benzer, ama ondan az daha büyüktür. Mısır simyasında ona “eterik” ya da “spiritüel ikiz” denmesinin nedeni budur. Ka çevrede dolaşabilir, hatta aynı zamanda iki ayrı yerde görünebilir, ayrıca Ka’nın çevresinde pranik beden denen aurasal bir enerji alanı vardır. Ka’nın çevresindeki bu aura yükseliş sürecinde belirli bir anda tutuşup yoğun bir altın ışık alanı haline gelebilir. Tabii bu çok ileri enerji halleriyle ilgili bir durumdur.
Genellikle çoğu insanın pranik bedeni fizik bedenin beş-altı santimle birkaç kadem uzağına kadar yayılır. Bir sonraki beden duygusal bedendir ve pranik bedenden az daha büyüktür. Zihinsel beden de duygusal bedenden az daha büyüktür ve fiziksel bedenin çevresindeki boşlukta holografik olarak belleği barındırır. Zihinsel bedenden sonra gelen astral beden, ondan çok az daha büyük olduğu için zihinsel bedene bir tür süptil kılıf oluşturur. Astral bedenden sonra eterik beden dediğimiz parlak yumurta şekilli alan gelir. En sonunda hepsinden daha az yoğunluğa sahip olan kozal beden bulunur. O diğer parlak yumurtaların üzerinde yer alan bir ışık noktasıdır. Tüm bu süptil bedenler ışık ve ses yayarlar. Frekansları fiziksel olarak görülemeyecek ya da işitilemeyecek kadar yüksektir, ama psişik olarak görülüp işitilebilirler. Biz insanların evrim düzeylerini bu alanların yaydığı ışık ve sesin niteliğinden anlarız. Doğru biçimde işlerken bu alanların yaydıkları ses ve ışık uyumludur, ama sınırlayıcı bir duygusal kalıp ya da inanç barındırıyorsanız renkler ve sesler uyumsuz ve düzensiz hale gelirler. Şiddetli kendini sınırlama hallerinde bir ya da daha fazla bedenin deveranı bozulabilir, yalpalayıp bocalayabilir, kapanıp kilitlenebilir, hatta donabilir. Aşırı durumlarda süptil bir beden parçalara bile ayrılabilir.
Soru- Enerji alanlarının kişiye bağlı olarak değişiklik gösterdiğini söylüyorsunuz. Şimdiye kadar gördüğünüz en küçük ve en büyük enerji alanının ölçüsünü söyleyebilir misiniz?
Cevap- İsa gibi bir varlığın ya da bir avatarın enerji alanı birkaç mil öteye, bazı durumlarda yüzlerce mil öteye uzanabilir. Tam anlamıyla yükselmiş bir varlığın eterik bedeni bilinen tüm evreni içerir, yani o tüm düzeyleri, tüm bilgiyi içine alacak kadar genişlemiştir. Böyle bir varlık her şeyi bilir, çünkü bedenini evrensel bedenle birleştirmiştir. En küçük alan ise, hastalık anındaki Ka’nın aura alanı kadardır. Aşırı hastalıkta Ka’nın canlılığı düşer ve alanı çekilip büzülür, o kadar büzülür ki bedenin yüzeyinde hiçbir pranik güç kalmaz.
Soru- Siz insanların öfkeliyken, üzüntülüyken, sevinçliyken ya da sevgi duyarken paylaştığı ortak kalıplar bulunduğunu mu söylüyorsunuz? Yoksa her birimizin kalıpları farklı mı?
Cevap- Bazı ortak yanlar vardır, ama ortak kalıp içinde yer alan birçok kendine özgü kalıp da vardır. Birçok insan üzüntü ve kederi önce göğüs bölgesinde, sonra yüz bölgesinde hisseder ve bu bir aşağı çekilme hissine neden olur. Enerjiler yüzden ve gözlerden aşağı doğru çekilirken insanlar genelde ağlamak isterler, çünkü bu bir boşalımdır. Ama asıl üzüntü kalıbı genelde kalpte ve akciğerlerde yer alır.
Aynı şekilde sevinç hissi de kalp merkezinde hissedilir. Ama esrime hissi tüm bedene yayılan hücresel bir olaydır. Esrimede Ka çok yüksek bir hızda titreşmeye başlar, armonikler beyni ve merkezi sinir sistemini uyaracak biçimde açılır, bu sistemler de hücreleri bir esrime hissine sokacak şekilde uyarmaya başlarlar. Esrime daha sonra tüm bedende hissedilir ve insanın her hücresinden dışarı yayılır.
Öfke hissi ise bedenin dış yüzeyine, derinin hemen altına, sık sık da kollara ya da bacaklara yönelir, bazen insanda vurma ya da tekmeleme arzusu yaratır. Korku ve dehşet hissi de deri yüzeyinin hemen altında hissedilir ve bedeni tepeden tırnağa sararak adeta bir girdabın içine çeker, sanki tümüyle korku tarafından yutulmuşsunuzdur. Enerji açısından korkunun insanlar için bu kadar zor bir duygu olmasının nedeni de budur, tüm bedeni kaplayıp etkilediği için net düşünmenizi engeller.
Soru- Genelde hayatımızı iki şeyin yönettiği söylenir, korku ve sevgi. Bu sizin tarif ettiğiniz şeye benziyor mu?
Cevap- Evet, bize göre de duygu olarak ya sevgi vardır ya da korku. İnsan bir duruma sevgiyle de karşılık verebilir korkuyla da, yani bu karşılık bir seçimdir. Zor bir anda sevgiyi, olumlu yolu seçmek olanaksız görünebilir, çünkü duygusal bedenin enerji kalıbı eğer çok güçlüyse zihinsel bedeni ezip geçecektir.
Soru- Ben daima yılanlardan korkmuşumdur, bir yılan gördüğümde ilk tepkim korku oluyor. Ama bu hayatımda hiçbir yılanın saldırısına uğramadım, demek ki düşünce sürecim olumsuz biçimde etkileniyor.
Cevap- Burada önemli olan duygusal bedenle Ka’nın birbirine çok yakın olduğunu idrak etmektir. Korku ortaya çıktığında duygusal beden çok hızlı titreşmeye başlar ve korku duygusuyla özdeşleşirsiniz, böylece korku daha da büyür. Korku kalıbının ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak telkinde bulunup kendinizi korku duygusundan kurtarmanız mümkündür. Ama duygusal beden tam bir korku saldırısı halinde titreştiği zaman zihinsel bedeni ezip geçecektir. Bu durumdan düşünerek kurtulamazsınız, korkudan felç olmuş halde kalakalırsınız, ama Ka’ya başvurursanız korkuyu hızla dönüşüme uğratabilirsiniz. Burada çözüm yine merkezi sütuna (pranik tüpe) yönelmekte yatar. Şiddetli bir duygu hissettiğinizde önce onun bedenin neresinde yer aldığını saptayın, çünkü bu referans noktasına ihtiyacınız olacak. Sonra Ka’ya, pranik tüpe yönelin ve farkındalığınızı bedenin ortasından geçen tüpün merkezinde tutun. Başka bir deyişle farkındalığınızı Ka’ya kaydırın, o zaman duygusal beden değişmeye başlar. Pranik tüpün kararlılığıyla salınıp titreşmeye başladığınızda korku giderek daha süptilleşecek, başa çıkılabilir hale gelecektir.
Soru- Ka enerjisini güçlü tutmanın mutlak bir öneme sahip olduğunu mu söylüyorsunuz?
Cevap- Evet, Ka’nın esas beden olduğunu anlamalısınız. Ka, fizik beden öldükten sonra bile varlığını sürdürebilir, bu süre birkaç bin yıl kadar uzun olabilir. Ka’yı geliştirdiğiniz zaman çok yüksek bir potansiyele sahip olursunuz, çünkü Ka eterik ve kozal bedenler hariç diğer bedenlerden çok daha hızlı titreşir ve hücrelerin yapı taşlarını sağlar. O, zihinsel ve duygusal bedenler için gerekli enerjileri sağlamakla kalmaz, aynı zamanda astral bedene de destek ve güç verir. Eğer Ka’yı ortadan kaldırırsanız sözünü ettiğimiz bedenler de eriyip yok olurlar. Eğer fiziksel, zihinsel ve astral bedenleri ortadan kaldıracak olsaydınız Ka yine de varlığını sürdürürdü. Bu yüzden Ka daha düşük titreşimli bedenlerin efendisidir.
Soru- Bizi bir enerji sistemi olarak gördüğünüze göre, enerji sistemimizin ve DNA sarmallarımızın nasıl çalıştığını açıklayabilir misiniz?
Cevap- Halihazırda insanların kullanabilecekleri genetik bilginin üçte birinden de azını kullandıklarını söyleyebiliriz. Çoğu insan kullanılabilecek kodon’ların (genetik düzeydeki belleğin gerçek birimleri ya da moleküler kapıları) üçte birinden de azını kullanmaktadır. Böylece, diğer DNA sarmallarını eklemeden mevcut genetik potansiyelin bile üçte ikisi kullanılmamaktadır. Bir başka deyişle, insanların halen sahip oldukları çift sarmalın sadece üçte biri aktive edilmiş haldedir. Yükseliş sarmalına tırmanırken daha büyük yeteneklere ve daha büyük bir duyarlılığa ihtiyaç duyacaksınız. Bu ihtiyaç ortaya çıktığında DNA bu ihtiyaca karşılık olarak kodon’ları kendiliğinden açacaktır. O zaman genetik potansiyelinizin giderek daha çoğunu aktive ettiğinizi göreceksiniz. Bu yüzden diğer DNA sarmallarına sahip olmadan önce atılacak ilk adım, sahip olduğunuz iki sarmalı tamamen aktive etmektir.
Soru- İnsanların bir zamanlar sahip oldukları on iki sarmallı DNA zincirini yitirmelerinden kaynaklanan öfkeyle ilgili bir yorumda bulunabilir misiniz?
Cevap- Öfke birçok nedenden ötürü nafile bir duygudur. Her şeyden önce öfke uyumsuz bir duygudur. Duygusal beden öfkeyi tuttuğu sürece, insanoğlu yükseliş sarmalında yukarılara tırmanmasını sağlayacak rezonansı yapamaz. İnsan bir durumla ilgili öfkesini sürdürdüğü sürece gelişimini engeller. Bu öfke ister diğer insanlarla ilişki düzeyinde, isterse Yaradan’la ilişki düzeyinde olsun evrimi sekteye uğratır. Öte yandan öfke boşa harcanmış bir enerjidir. DNA’larının çalınmasına öfkelenenlere önerimiz oldukça basittir, geçmişi bağışlayın! Bırakın gitsin, bırakın öfke dağılıp gitsin, şimdi önünüzde olanla ilgilenin. Öfke gelişmenizi önlemekten başka bir işe yaramaz. Sevgiyi, kabulü ve hizmeti benimseyip kucaklamanız, geçmişi şifalandırmak için yapabileceğiniz her şeyden daha çok işe yarayacak ve sizi geliştirecektir. Sevgi dokunduğu her şeyi iyileştirir, kapalı kapıları açar! (Sayfa: 60-78)
AÇILMA KORKUSU
İnsanların en merak uyandırıcı yönlerinden biri, en çok istedikleri şeyden en çok korkmalarıdır. Daha büyük bir realiteye, daha büyük duygusal özgürlüğe, daha büyük ruhsal farkındalığa açılmayı hem çok ister, hem de ondan korkarlar. Kalbi sevgiye açma korkusu birçok farklı nedenden kaynaklanır, bunlardan biri de çocukluğunuzda nasıl yetiştirildiğinizle ilgilidir. Biz toplumumuzda Hathor çocuklarına çok büyük özgürlük tanırız. Onlara sınırlarıyla ilgili bir anlayış verir, neler yapıp neler yapamayacaklarını anlatırız, ama bu sınırlar içinde muazzam bir özgürlüğe sahiptirler.
Daha önce de belirttiğimiz gibi duygusal beden Ka’ya çok bağlıdır, adeta birlikte dokunmuş gibidirler. Eğer derin hisleri deneyimlemenize izin verirseniz, Ka’nın da yüksek bir hızda titreşmesine izin vermiş olursunuz. Bununla aşırı duygusal ya da isterik hale gelmeyi kastetmiyoruz, sadece ister ifade edilsin ister edilmesin derin biçimde hissetme kapasitesinin Ka’nın daha yüksek bir hızda titreşmesini sağladığını söylüyoruz.
Çakraların düzeni de his düzeyleriyle ilişkilidir. Enerjiler kalp çakrasına, yani göğsün ortasındaki büyük dönüştürücüye ulaştığında hissetme enerjisi tam uyumlu frekanslarına ulaşmış olur. Kalp bölgesi aynı zamanda alt ve üst çakralar arasındaki orta noktadır, bu yüzden ona büyük dönüştürücü denir. O bedenin merkezi güneşidir, tüm hareketin enerji olarak bütünlüğe ve yüksek bilinç hallerine yöneldiği köprüdür. Kalp merkezi taç yapraklarına benzer, aslında tüm çakralar süptil alemde çiçeğe çok benzeyen enerjisel bir yapıya sahiptir. Kalp çiçeği her ne zaman açılırsa hislerde bir artış olur. İnsan daha fazla his deneyimledikçe kalbin yaprakları da açılır ve genişler. İnsan giderek daha az duygu hissettikçe, içine daha çok kapandıkça ve hislerinden habersiz hale geldikçe bu yapraklar da kapanmaya başlar.
Bu gezegende olan şu ki, artık daha kısa zaman süreleri içinde çok daha fazla deneyim yaşanıyor. Bunun sonucunda daha fazla tepki, daha fazla duygusal ve hissi durum ortaya çıkıyor. Aslında bunlar hızlandırılmış evrim için bir fırsattır. Sizi yüksek bilinç hallerine eriştirecek yakıt, hayatta anbean deneyimlediğiniz duygu ya da hislerin yoğunluğu ve gücüdür. Dünyanız yüksek bir bilinç oktavına geçtiği için zaman hızlanıyor, daha kısa zaman süreleri içinde giderek daha çok olay ve deneyim yaşanıyor. Bunlar da daha fazla hisse ve duyguya neden oluyor. İçinizden geçen duygu ve his enerjileri dönüşüm yaratan ateşlerin yakıtlarıdır.
Şimdi size kalp merkezinizin açılıp daha derin hisler deneyimlemenizi sağlayacak çok basit bir alıştırma vereceğiz. Hayatta en güçlü şeylerin genelde en basit ve uygulanması en kolay şeyler olduğunu lütfen unutmayın.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI: Farkındalığınızı pranik tüpe yönelterek tüpün içine doğru soluk alıp verin, soluğunuzu bir an tutup soluk verirken prananın tüm fizik bedene yayılmasına izin verin. Bunu bir iki dakika yaptıktan sonra farkındalığınızı göğsün ortasındaki merkezi güneş denen kalp merkezine yöneltin. Farkındalığınızı kalp çakrasında tutarak hem yerküreden yukarı doğru, hem de gökyüzünden aşağı doğru pranayı içinize çekin ve soluk verirken prana enerjisinin kalbin çevresinde deveran etmesini sağlayın. Bu deveranı ille de görmeniz gerekmez, sadece enerjinin kalbe yöneldiğini imgelemeye ve hissetmeye çalışın. Sizden istenen kalbin enerjisinin bir çiçeğin yaprakları gibi açıldığını, giderek tüm bedeninizi kapladığını hissetmenizdir. Bu açılışın sizi rahatsız etmeyecek şekilde ileri uzanmasına izin verin. Sonra durun farkındalığınızla kalbin açılmış çiçeğinde dinlenin.
Bu basit alıştırmada yaptığınız şey hem duygusal bedeni hem de Ka’yı aktive etmektir. Duygusal beden aktive oldukça pranik bedenle Ka rezonansa girer. Kalbin açıldığını hissettiğinizde gerçekten de kalpte elektromanyetik bir açılış yaratmış olursunuz. Bu gerçekleştikten sonra yumuşak biçimde fiziksel duyumlar ve enerji devinimleri hissedeceksiniz, böylece kişiliğiniz açık olma hissine giderek daha çok alışacak. Bu basit yöntemi uyguladıktan kısa bir süre sonra kalbi açma yeteneğinizin büyük ölçüde arttığını ve açılma korkunuzun büyük ölçüde azaldığını göreceksiniz. Çünkü hayalinizde bir imge olarak tuttuğunuz şeyle, zihinsel ve duygusal bedenlerde olanlar arasında bir enerji bağlantısı vardır. Son derece karmaşık bir şeyin çok sadeleştirilmiş anlatımıdır bu. Şimdi sorularınızı sorabilirsiniz.
Soru- Size bir uygarlık ya da toplum diyebilir miyiz? Aranızda bireysel farklılıklar var mı? Bize biraz kendi tarihinizden söz eder misiniz?
Cevap- Bizi bir frekans bandı olarak düşünebilirsiniz. Bu bant içinde belli tutumlara ve duygusal kalıplarımızda belli bir uyumluluğa sahibiz. Uyumluluğa sahip olmasak bu titreşim bandında kalamayız. Bizim de aramızda farklılıklar var, biz de fikir farklılıklarına, yaklaşım ve yöntem farklılığına ve farklı kişiliklere sahibiz. Çırpılıp tek tip hale getirilmiş bir krema değiliz. Biz sevgi ve mutluluk titreşim frekansında yaşıyoruz, bu frekans bandına insanlar dünyada ortaya çıkmadan çok önce ulaştık.
Uygarlığımızda birkaç milyon varlık var. Eğer farkındalığımızı bedenimizin fizikselliğine yöneltirsek Mısır tapınak oymalarında Hator olarak bilinen formu alırız. Erkek ve dişi olmak için farkındalığımızı bu formlardan birine yöneltmemiz yeterlidir. Onun dışında parlak ışık bedenler olarak varlığımızı sürdürürüz. Binlerce yıl önce Sirius kapısı yoluyla evreninize girdik. Bir zamanlar Venüs ile Dünya arasında bir gezegen vardı, bazılarımız fizik bedenler içinde orada yaşadı. Ama sonunda bu gezegen büyük bir patlamayla havaya uçtu, orada yaşayan insanlarımız öldüler, yani fizik bedenlerimiz yok oldu ve tekrar daha süptil bedenlere dönmek zorunda kaldık. Bu deneyimden sonraki ilk keşfimiz bilincin sürekliliğiyle ilgiliydi. Bir insanın görünüşte öldüğünü, ama aslında süptil düzeyde geriye bir şeylerin kaldığını öğrendik.
Maldek denen gezegen havaya uçtuğunda öyle bir duygusal karmaşa yaşandı ki, toplumumuzun en gelişmiş yüksek rahipleri bile sevdiklerinin izini sürmek için çare bulmakta zorlandılar. Böylece yaratılışın çeşitli düzeyleri olduğunu ve bilincin asla ölmediğini keşfettiler. O felakette ölenlerin bazıları pranik beden düzeyinde varlıklarını sürdürecek kadar güçlü Ka’lara sahiptiler. Rahiplerimize fizik bedensiz var olmanın mümkün olduğunu anlatanlar da onlar oldu. Böylece Ka’ları çözülüp ortadan kaybolmaya başladığında rahip ve rahibeler onları süptil alemlere kadar izleyebildiler. Bizler ise bilincin sürekli olduğunu ve çeşitli süptil bedenler arasında ilişki bulunduğunu böylece öğrenmiş olduk. (Sayfa: 79-91)
DENGE PİRAMİDİ
Kare tabanlı bir piramit düşünün, piramidin sivri tepesi ulaşabileceğiniz bilinç yüksekliğini simgeliyor olsun, tepenin tabandaki dört nokta tarafından desteklendiğine dikkat edin. İşte bu dört noktadan her biri dengeli bir yüksek farkındalık haline erişmek için gerekli veçheyi temsil eder. Bu dört nokta şunlardır. 1- Fiziksel bedeniniz ve Ka da dahil olmak üzere diğer süptil bedenlerinizle ilişkiniz. 2- Kendinizle ve diğer insanlarla ilişkiniz. 3- Evrene, dünyaya ve toplumunuza verdiğiniz hizmetle ilişkiniz (bu genelde mesleğinizdir). 4- Yaşadığınız dünyayı oluşturan kutsal ana unsurlarla ilişkiniz. (toprak, hava, su, ateş)
Bilinciniz yüksek düzeylere çıkmaya başladığında, eğer fizik beden o enerjiye dayanamaz ve onu taşıyamazsa aşağılara düşersiniz, o halde kalamazsınız, çünkü beden sizi aşağı çekecektir. Bu yüzden yükselişin dört temelinden ilki, fiziksel beden de dahil olmak üzere Ka ve diğer bedenlerin güçlü olmalarını gerektirir.
İkinci temel ise kendini bilmek ve başkalarıyla uyumlu ilişkiler kurmaktır. Eğer kişi ilişkilerini olumlu biçimde kuramıyorsa bilinci yükselmeye başladığında olumsuz ilişkiler bir engel haline gelir ve kişi sonunda düşük enerji hallerine geri yuvarlanır. Bilincin kendini ilişkiler yoluyla ifade etme biçimi, insanın gelişmemiş veçhelerini gösteren güçlü bir aynaya sahip olmasını sağlar. Ama kişi ilişkiler kurmaya başlar başlamaz eğer kendine karşı dürüstse sevecen ve şefkatli olmayan yanlarını açıkça görecektir.
Piramidin üçüncü temeli dünyada zamanınızı nasıl geçirdiğinizle, yani dünyadaki işinizle ve başkalarına hizmetinizle ilgilidir. İşiniz ya da hizmetiniz gerçek benliğinizi ifade ediş biçiminizdir. “İş, tezahür ettirilen sevgidir” diye bir deyiş vardır, buna biz de katılıyoruz. Meşgul olduğunuz iş sevginizi, farkındalığınızı, bilincinizi ve ustalığınızı tezahür ettirme yoludur. Kişisel ifadenize, bulanık ya da karışık yanlarınıza aynalık eder. Bu yüzden, eğer yaptığınız iş size doyum vermiyorsa o alemdeki niyetlerinizi açıklığa kavuşturmanızı öneririz. Burada sorun yaptığınız iş değil, dünyayla nasıl meşgul olduğunuz ya da meşgul olmaya direndiğinizdir.
Piramidin dördüncü temeli insanın ana unsurlarla, yani kutsal dörtlüyle bilinçli ilişkisidir. Biz burada toprak, hava, su ve ateşin mecazi olarak süptil hallerinden söz ediyoruz, kimyasal yapılarından değil. Bu bazı insanlar için yeni bir bilgi olabilir, ama kutsal unsurlar bilinçli varlıklardır. Bu var oluş katındaki her şey bilinçlidir ve her şey gerçek bir mucizedir, çünkü bu dört engin varlık bir araya gelerek fizik bir bedene sahip olmanızı sağlamıştır. Bu varlıklarla şükran dolu bir ilişki oluşturmak, Yaradan’ın yerel düzeydeki enerjisinin kozmik ve evrensel bir anlayışını yaratmaya başlar. İnsan onların kutsallığını kabul ederse yaşadığı dünyaya zarar veremez. Sizler bu ana unsurların şefkati, sevgisi ve hizmeti sayesinde evrimleşebilirsiniz. Eğer yerkürenin ve bedeninizin kutsallığını görüp hissedebilseydiniz aradığınız o huzur yerini bulabilirdiniz. Şimdi varsa sorularınızı yanıtlayalım.
Soru- Bu dört ana unsurla baş melekler arasında bir ilişki var mı? Örneğin baş melek Mikail ile ateş arasında ya da devalarla ateş arasında?
Cevap- Baş melek Mikail ateşle bağlantılıdır, ama o dünyadaki ateşten farklıdır, eterik ateştir. Birçoğunuzun aşina olduğu deva terimi dünya katında devinen ve bitkilerin büyümelerini sağlamak gibi farklı hizmetlerde bulunan varlıkları ifade eder. Yaratılışın her yanında devik güçler vardır, birçok deva vardır. Ayrıca bu dört ana unsurun bilincine de “devik bilinç” diyebilirsiniz. Ateş olan bir devik bilinç, su olan bir devik bilinç vardır.
Soru- Mevcut bilimsel düşünce ve bilim adamları ana unsurların sadece kimyasal doğasını inceliyor, bunu ne zaman aşacak ve sizin gibi onlara bilinç düzeyinden bakmayı öğrenecekler?
Cevap- Biliminizin yaptığı ana unsurların atomik tarifi doğrudur, ama daha süptil bilinç alemlerine ilerledikçe her şeyin daha mecazi hale geldiğini göreceksiniz. Gezegenin yüzeyindeki bir kaya parçasını yerden kaldırdığınız zaman, paradoksal şekilde toprağı yerden kaldırmak için toprağı kullanıyor olursunuz, çünkü fizik bedeniniz aslında geçici bir sabit dalga kalıbı içindeki topraktır! Fizik bedeni oluşturan tüm silisler, kalsiyumlar ve karbonlar topraktan gelir. Bu bir anlamda toprağın kaya parçası biçimindeki kendini yerden kaldırışıdır! Eğer o kaya parçasının yapısına ya da kendi bedeninizin yapısına girmeniz mümkün olsaydı atomik tablonun parçalarını inceleyebilir, hem kaya parçasını hem de fizik bedeni oluşturan çeşitli kimyasal ana unsurları görebilirdiniz. Eğer atomik yapıya daha derinlemesine girecek olursanız fizikçilerinizin kuantum alanı dedikleri şeye ulaşırsınız. Eğer kuantum alanının daha derinlerine inerseniz bilincin kendine ulaşırsınız! Kuantum alanının temelinin bilinç olduğu yakında keşfedilecektir, yani fiziksel ana unsurlar en derin düzeydeki bilincin maddeye yansımış halleridir. Bilincin daha derin, daha süptil katmanlarına indikçe kadim insanların Dört Kutsal Ana Unsur olarak bildikleri şeyle temas kurarsınız. Onlar bilinç içindedir, onlar kavramdır, ama salt zihinsel kavram değildir, onlar canlıdır, o düzeye indiğinizde ne yazık ki kullandığınız dil son derece sınırlı kalır.
Ateş unsurunun bilinçli bir varlık olduğunu düşünün, ona “bir zeka alanı” demek daha doğru olabilir. Bu zeka alanı en süptil madde alemlerinde, bilincin kendini maddeye doğurduğu o sınır dünyada bulunur. Bu zeka “maddenin yer altı dünyasından” fizik dünyaya oksitlenme süreci olarak uzanır. Koşullar uygun olduğunda oksijen, ısı ve yakıtın etkileşimi sonucunda ateş kendiliğinden ortaya çıkar. Biliminiz yanmayla ilgili kimyasal olaylar hakkında epey şey bilmektedir, ama henüz kuantum alanında ya da maddenin yer altı dünyasında neler olup bittiğini anlamamaktadır.
Soru- Bilinç sözcüğünden ne anladığınızı açıklayabilir misiniz? Bizim batı dillerinde bu sözcük belli belirsiz bir anlama sahip.
Cevap- Bu konuya önce Hermetik önermeyi kullanarak başlamak isteriz.“Yukarda nasılsa aşağıda da öyledir.” Bu basit olarak herhangi bir bilinç düzeyinin kendi üstündeki ve altındaki düzeyleri yansıttığı anlamına gelir. Bu bir faaliyet alanı ya da boyut meselesidir. İnsanın sinir sistemine baktığınızda onun kendinin bilincinde olma imkanına sahip olduğunu görebilirsiniz. Bu yüzden insanlar sadece çevrelerinin farkında değil, ama belli zihin hallerinde farkında olduklarının da farkındadırlar! Bu öz farkındalıktır, fiziksel bakımdan mümkün kılınmıştır, çünkü beyin sinirsel olarak kendine başvurabilecek şekilde oluşturulmuştur. Evet bu öz farkındalıktır ya da kendinin bilincinde olmaktır. İnsan uyanık olduğu ya da çevresinde neler olup bittiğinin farkında olduğu zaman bilinçli olduğunu söyleyecektir.
Ancak insan olarak genelde algılanabilecek realitenin sadece yüzde birinden de azının farkında olduğunuzu söylemeliyiz. Bunun nedeni, beynin algılarınızı beklentileriniz doğrultusunda süzgeçten geçirmesi ve beş duyunuzun çok dar bir realite frekans bandı sağlamasıdır. Bu dar bant içinde bile elbette araştırılacak zengin bir dünya vardır, ancak orada olanın çok küçük bir yüzdesidir. Odada oturmuş kitap okurken zihninizde neler olup bittiğinin farkındasınızdır, ama yüz mil ötede neler olup bittiğinin farkında olamazsınız, çünkü sinir sisteminiz o kadar mesafeye uzanamaz. Beş duyunuz çok sınırlı bir yerden size haber aktarabilir.
Şimdi biliminizin de doğrulamaya başladığı gibi, belli bilinç hallerinde odada oturan bir kişi yüzlerce mil ötede neler olup bittiğinin farkında olabilir. Bu olaya uzaktan görme denir ki bu ancak süptil sinir sistemi sayesinde mümkündür. Fiziksel sinir sistemi (beyin, omurilik ve periferik sinirler) son derece kısıtlı duyusal bilgi bantlarını hisseder, oysa süptil sinir sistemi fiziksel sinir sisteminden daha güçlüdür ve bilincin asıl kuantum alanına daha yakındır. Süptil sinir sisteminiz geliştikçe farkındalığınız kuantum alanına uzanabilir ve yerel olmayan bilgiyi çekebilir. Beyin bu izlenimleri fiziksel sinir sistemi vasıtasıyla alır, ama izlenimlerin kaynağı sanıldığı gibi duyusal değildir.
Bilincin derinliklerine indikçe daha büyük farkındalık alemleriyle bağ kurarsınız. Bilincin en derin düzeylerinde her şeyin farkında olursunuz, buna her şeyi bilen olma denir. İnsanlar bu hale erişme fırsatına sahiptir. Kısıtlı tarihinizde bile süptil bilinç durumuna erişerek her şeyi bilen ve yaratılışın hikmetini kavrayan varlıklar hakkında bilgi vardır. Fakat farkındalığınızı fiziksel duyularınızın ötesine geçirmedikçe her şeyi bilmek mümkün değildir. Bu bir farkındalık alanı sorunudur.
Soru- Farkındalık alanıyla neyi kastediyorsunuz?
Cevap- Farkındalık alanı, insanın farkında olduğu alan demektir. Örneğin, bu sayfadaki sözcüklere odaklanmışsanız çevrenizin farkında olamazsınız. Eğer çevrenize odaklanırsanız farkındalık alanınız değişir, daha önce farkında olmadığınız şeyleri de görürsünüz. İşte bilinç de böyledir. Eğer beş duyunuza odaklanırsanız sadece onların aktardığı şeyleri görürsünüz. Eğer süptil sinir sisteminizi geliştirirseniz diğer farkındalık düzeylerini de hissetmeye başlarsınız. Beş duyunuza odaklandığınız için süptil izlenimler gölgede kalır. İşte bu yüzden farkındalık alanı dikkatinizi hangi frekans alanına yönelttiğinizle ilgilidir. (Sayfa: 92-103)
YÜKSELEN SARMAL
Yükselen sarmal, bilincin bilinçli olarak yükseltilmesi sürecini tarif etmek için kullandığımız bir terimdir. Bu sarmal boyunca yükselmeye başladığınızda bedeniniz, ilişkileriniz ve hizmet yollarınız da yükselir, hatta fizik bedeninizi oluşturan ana unsurlar bile yükselir. Bizim anlayışımıza göre sadece zihin değil her şey yükselir.
Çok evrimleşmiş olduğunuzu düşündüğünüz halde ilişkileriniz sizi zorluyor ve bir dert kaynağı haline geliyorsa kendinizi aldattığınızdan emin olabilirsiniz. Bazılarınızın, yükseliş sürecine girdikten sonra insanlarla ilişkilerini keserek kendilerini onların sunduğu öğrenim fırsatlarından yoksun bıraktıklarını görüyoruz. Onlara yükselip yükselmediklerini gösterebilecek çok güçlü bir aynadan yoksun kaldıklarını söylemek isteriz. Yükseliş sürecinde her zaman kendini aldatma tehlikesi vardır.
Kendini aldatma spiritüel ego denen şeyden ötürü gerçekten artabilir. İnsan yukarı doğru yükselen sarmalı kat ettikçe yetenek ve güçlerinde de bir artış olacaktır. Eğer kontrol edilmezse spiritüel ego kendini beğenme ve şişinme eğilimi gösterir. Ayırt etme yeteneğinden ve alçak gönüllülükten yoksunluk tehlikeli şeydir, çünkü başkalarını hor görür, kendinizden ayrı tutarsınız, böylece yüksek farkındalık hallerinden geri yuvarlanırsınız. Bu yüzden, insan yükseliş sarmalına tırmanmaya başladığında ortaya çıkan bu spiritüel ego gerçekten sorun yaratabilir. İlişkilerin bu sürecin önemli bir parçasını oluşturmalarının sebebi de budur.
Aslında yükseliş sarmalı denge piramidinin dört taban noktasının herhangi birinden ya da hepsinden başlayıp yükselebilir. Örneğin bu sarmal sürecine başkalarıyla olumlu ilişkiler geliştirerek ya da yüksek bir hizmet vizyonuyla girebilirsiniz. Veya yaşam gücünüzü geliştirerek ya da toprak, ateş, su ve hava gibi kutsal ana unsurlarla ilişkinizi belirleyerek de girebilirsiniz. O halde dört olası sarmala sahipsiniz, bunlar bağımsız olarak da, birlikte de hareket edebilirler. Birlikte hareket etmeleri elbette en güçlü sonuçları doğurur. Eğer dört sarmalın aynı zamanda yukarı yükselmesinin yarattığı güçlü sinerjiyi kullanabilirseniz bilinçte muazzam bir gelişme sağlayabilirsiniz. Yükselen sarmal asla son bulmaz, yükseliş sarmalı sonsuzluğa uzanır ve erişebileceğiniz yüksekliklerin bir sınırı yoktur. Ancak, sarmal içindeki dört veçheyi kullanarak bilinçli şekilde yükselme hızı her zaman dengeli olmalıdır. Örneğin sadece Ka’yı geliştirip yükseltmişseniz ya da ana unsurları yükseltmişseniz veya hizmeti geliştirip yükseltmişseniz, ama başkalarıyla ilişkinize hiç dikkat etmemişseniz işi berbat etmişsiniz demektir. Çünkü dengeli ve sağlam olması gereken sarmal tehlikeli biçimde bir yana yatmıştır. Bu yüzden sarmal yukarı doğru fazla yükselemez, çünkü piramidin o köşesinde bulunması gereken temel orada değildir. Sağlam bir şekilde gelişmek istiyorsanız piramidin bu dört noktasını da yükseltmeniz gerekir.
Sarmala tırmanarak yüksek alemlere ulaşmak enerji ister. Yüksek bilinç hallerine giden yolun çok kolay olduğunu ve çalışma gerektirmediğini, sadece düşünmenin yeterli olduğunu söyleyen bazı insanlar olduğunu biliyoruz. Ancak binlerce yıllık deneyimimize dayanarak bunun doğru olmadığını söyleyebiliriz. Yükselmek gerçekten çaba gerektirir, sarmal boyunca yukarı tırmanmanızı sağlayacak şey Ka enerjisidir. Ancak yeterince Ka’ya ve yeterince yaşam gücüne sahip olursanız düşüncelerinizi arındıracak, duygularınızı dengeleyecek güce sahip olabilirsiniz. Kısaca, Ka’yı ve yaşam gücünü artırmak zorundasınız. Bu konudaki sorularınızı yanıtlamaya hazırız.
Soru- Piramidin dört köşesinden başlayıp tepesine doğru yükselen bileşik enerji sürekli sarmal hareketi mi yapar?
Cevap- Evet, piramit sürekli olarak yukarı doğru genişler. Biz aslında tam böyle olmayan bir şeyi bu modelle anlatmaya çalışıyoruz, yani piramidi bir mecaz olarak kullanıyoruz. Siz yükseldikçe piramit de genişlemeye başlar, bu yüzden asla tepeye ulaşamazsınız. Size hizmet ederken alçak gönüllü olmamızın nedeni budur. Sarmalın sonsuza dek uzandığını ve bizden çok daha gelişmiş varlıklar bulunduğunu idrak ettik. Bu durumda sizi yargılamamız gülünç ve saçma bir enerji israfı olurdu, çünkü size yardım etmek için ne kadar fazla farkındalık, üstatlık, şefkat ve sevgi kullanırsak sarmalda o kadar yukarılara yükseliriz. Böylece hem sizi hem de kendimizi yükseltmiş oluruz.
Soru- İnsanlar kendilerine benzer titreşim frekansına sahip spiritüel topluluklara girdiklerinde aynı titreşimde olmayan insanları yargılamaya başlıyorlar, bu doğru bir davranış mıdır?
Cevap- Spiritüel bir topluluk insanın yükselişinde güçlü bir vasıta olabilir. Ama bu topluluktan herhangi biri kendine benzemeyen insanları küçük görerek “şu insanlara bak, ne kadar da farkındalıktan yoksunlar, bizim bilincinde olduğumuz hiçbir şeyin farkında değiller, bizler seçilmiş varlıklarız” derse bu bir yargılama olur. Bu spiritüel egodur ve tehlikeli bir şeydir, çünkü yargılayan varlık yükseliş sarmalında aşağılara kayar.
Soru- Yükseliş sarmalı DNA’yı ve genetik yapıyı etkiler mi?
Cevap- Genetik yapı değişkendir. Bu değişim, Ka, duygusal beden ve fizik beden arasındaki etkileşimle gerçekleşir. Ka’nın içindeki yaşam gücü yeterince güçlüyse ve duygusal beden belli bir rezonansı, yani koşulsuz sevgi ve kabul uyumluluğunu barındırıyorsa rezonans fizik bedene, yani DNA kalıbına geçer ve genetiği değiştirebilir. Giderek daha çok insan kendini sevgi ve kabul hallerine teslim etmeyi öğrendikçe biliminiz bu değişimin daha çok meydana geldiğini görecektir. Önümüzdeki yıllarda genetik düzeyde bazı ilginç şeyler meydana gelecek, bu bilim adamlarınız için çok merak uyandırıcı bir olgu olacak.
Soru- Amerika’da genetik haritayla ilgili araştırmalar var. Bu araştırmalar bizi olumlu mu yoksa olumsuz mu etkileyecek?
Cevap- Bu araştırmalar diğerleri gibi her iki yöne de gidebilir. Genetik haritayı çıkarma işi, genetik bilginin yönlendirilmesini sağlayan dışsal bir teknolojidir. O ne iyi ne de kötüdür, sadece teknolojidir. Eğer insan olumlu bir arzuyla genetik yapıyı değiştirmek istiyorsa bu yaşamı güçlendirici bir gereç olur. Ama yaşamı bastırmak, kontrol altına almak, yönlendirmek ve başkalarını yönetmek için kullanıyorsa yaşama aykırı bir şeydir. Bu durumda uygarlık olarak berbat bir durumla karşı karşıya kalırsınız.
Soru- Fiziksel olarak genetik yapının değiştirilmesi bilincin de yükselmesini sağlar mı?
Cevap- Hayır. Kişisel bir evrim göstermeden sadece genlerle oynayarak ya da kimyasal bir madde yoluyla bilincin yükseltilebileceği inancı spiritüel bir maddecilik olur. Kadim simyacılar bu konuyla ilgilenmişler, bazıları sihirli iksirler bularak bilinçlerini değişime uğratabileceklerini sanmışlar, ama aldanmışlardı. Sihirli hap, sihirli iksir, şimdi de sihirli genetik! Hayır, tüm bilincin yükseltilmesi gerekir, sadece bedenle uğraşarak bir yere varamaz, dengesiz olmaya devam edersiniz!
Soru- Bazı insanlar uzaylı varlıkların dünyaya ineceklerini ve bizi uzay gemilerine ışınlayacaklarını söylüyor. Bazıları da foton kuşağı yoluyla yükselme olasılığından söz ediyor. Bu inançlarda doğruluk payı var mı?
Cevap- Kurtarıcı olmadığımızı ta başta söylemiştik. Bize göre birinin ya da bir şeyin sizi kurtaracağı umudu, kişiliğinizde hiçbir değişim yapmak zorunda olmadığınız, bu konuda hiçbir sorumluluk taşımadığınız anlamına gelir. Hiçbir çaba göstermeden birilerinin sizi dönüşüme uğratacağı inancı pek gerçekçi değildir. Gezegeninize bazı uzaylı gruplar inebilir, çünkü böyle gruplar kesinlikle vardır. Ama hiçbir çaba göstermeden bu varlıklar tarafından yükseltileceklerine inananlar düş kırıklığına uğrayacaklar! Yükseliş tüm düzeylerde erişilen bir öz farkındalık ve kendine hakimiyet sürecidir, insanın tüm düzeylerini yükseltmesini gerektirir.
Soru- Gerçekten foton kuşağıyla ilişkide miyiz?
Cevap- Evet, şimdi daha fazla ışık parçacığı var, ama en azından bizim görüşümüze göre foton kuşağı bazı insanların düşündüğü etki ve sonucu yaratmayabilir. Evet, foton kuşağı hayırlı bir fenomendir, ama bazı insanlar üzerinde altüst edici bir etki yapacaktır. Şöyle ki, ışığın yoğunluğu arttığında, Ka’nın ışığı içeri çekip fizik ve diğer süptil bedenlerle bütünleştirme fırsatı doğar. Bu da yükseliş sarmalına ivme kazandırır, çünkü bu durumda daha fazla enerjiye ve farkındalığa sahip olursunuz. Ama insan bu sarmal boyunca yükselmeye karar vermemişse gelen ışık duygusal bedeni rahatsız edip o insanın daha mantıksız ve duygusal davranmasına yol açar. Işık şiddetlendikçe bazı insanların daha farkında, daha dengeli ve daha şefkatli hale geldiklerini, ama bazılarının daha mantıksız, daha şiddet dolu ve kasılmış hale geldiklerini göreceksiniz. Işık yaratıcı ateşi ya da yıkıcı ateşi körükler, bununla ilgili seçimi her birey kendi içinde yapacaktır.
Soru- Foton kuşağının güneş sistemimizdeki faaliyetiyle ilgili bir tarih verebilir misiniz? Bunu tanımlayacak bilimsel veriler var mı?
Cevap- Biz olayı şöyle görüyoruz. Her şey armonik bir ilişkiye sahiptir, evren var olduğunda Kaynak tarafından başlatılmış bir armonik itici güç var. O devresel bir doğaya sahiptir, çeşitli zaman çizgilerinde belli şeylerin harekete geçmesini ya da belli yönelimlerin meydana gelmesini emreder. Bu, yaratılışın itici gücü tarafından başlatılmış temel bir ses tonu ya da temel bir dalga gibidir, yani yaratılışın itici gücü tarafından başlatılmış temel bir dalgaya sahibiz. Bu dalga içinde her bir alem kendi dalgalarını yayınlar. Böylece belli fenomenleri var etme ya da yok etme eğilimi gösteren dizi dizi armonik dalgalara sahipsiniz. Foton kuşağı da bu fenomenlerden biridir.
Foton kuşağı daha büyük farkındalıklar, daha büyük ruhsal fırsatlar sunar. Kısaca o bir fırsat kapısıdır, insanoğlu bu fırsatı kullanabilir de kullanmayabilir de. Bir Venüslü de bu konuda seçme hakkına sahiptir, ama herkesin bu fırsatı kullanacağına dair size garanti veririm. Bu fırsat kapısı ışığın şiddetinin, yoğunluğunun artmasıyla ilgilidir ve yoğunluk artmaya başlamıştır. Dünyaya baktığınızda insanların duygusal dengelerini yitirdiklerini, birbirlerine akıl dışı ve korkunç zararlar verdiklerini görüyorsunuz. Ama bu arada mucizeler de olmaktadır. Bunları televizyon ve gazete haberlerinde pek göremezsiniz, çünkü haberlerin çoğunda sevinç, hizmet ve yükseliş değil, işkence, şiddet ve acı vurgulanır. Oysa harika mucizeler meydana gelmekte, insan hastalıklarıyla ilgili büyük şifalar gerçekleşmektedir.
Işığın yoğunluğu sadece foton kuşağı yüzünden artmamakta, galaktik çekirdek de son zamanlarda fizikçilerinizin keşfettiği gibi yüksek enerji parçacıkları yayınlamaktadır. Fizikçileriniz bu parçacık artışını ölçebilmekte, ama onların yüksek bilinç halleri için tohumlar taşıdığını kavrayamamaktadır. Başka bir deyişle, bu parçacıklara evrenden gelen armağanlar olarak bakabilirsiniz. Eğer isterseniz bu armağanlar yükseliş sarmalında yukarılara tırmanmanıza yardımcı olabilirler. Eğer kişi yükselişi seçmemişse aynı armağan bir karışıklık ve dengesizlik kaynağı haline gelebilir. Güneş sisteminde bulunan her şey bu süreçten geçmektedir. Bu süreç tahminimize göre 2000’li yılların ilk 10 ila 20 yılı arasında, en geç 2020 yılında enerjisel bir kreşendoya ulaşacaktır. Fotonlar ve diğer parçacıklar sizi, bizi ve diğer yüksek boyutları da etkilemektedir, sadece üçüncü boyutunuzu değil, güneş sistemindeki tüm boyutları etkilemektedir.
Soru- Dünya gezegeninin 2020 yılına kadar yükselmesini bekliyor musunuz? İnsanlığın ne kadarı yükselmeyi başaracak?
Cevap- Gezegeninizde olan bitenleri ilgiyle izliyoruz. Sonucu şimdiden kestirmek pek mümkün değil, ama o kadar ilgi çekici şeyler meydana geliyor ki başka boyutlardan varlıklar olan biteni izlemek için güneş sisteminde toplanıyorlar. Olayları gözlemlemeye gelenler yüzünden galaksinin bu bölümü şimdi çok kalabalık durumdadır. Şu anda olan şey bundan önce asla meydana gelmemiştir. Şimdiye kadar yaptığımız gözlemlere dayanarak dünyanın bütünüyle yükselme olasılığı var diyebiliriz. Dünya eğer yükselmeyi seçerse bunun 2000-2020 yılları arasında gerçekleşme olasılığı çok yüksek. Ama yükselmeye hazır ve gönüllü olmayan varlıklar buradan ayrılıp başka yerlere gidecekler, çünkü tüm gezegenin bir oktav yükselmesi enerji açısından çok şiddetli bir fenomen olacak. Ayrıca dünyanın kaderinden bağımsız olarak yükselen bazı varlıklar da olacak. (Sayfa: 106-121)
KAOS İÇİNDE DENGEYİ KORUMA
Dünyanız muazzam bir dönemden geçiyor, insanlık tarihinde enerjilerin böyle düzensizlik gösterdiği bir dönem asla olmamıştır. Bu yeni bir titreşime geçmekten kaynaklanıyor. Dünya eskiden yeniye geçerken kendini yeniden organize ediyor. Bu değişimlerin çoğu kaotik yapıda olup duygusal bedeninizi zorlayacaktır. Dünya bu kaotik aşamayı atlatana dek durum devam edecektir. Her ne zaman bir sistem daha yüksek bir düzene geçecek olsa huzursuzluk, rahatsızlık ve karışıklığın arttığı bir kaos dönemi yaşanır. Gezegeninizde şimdi bu durum yaşanmakta, atomik, moleküler, biyolojik, jeolojik, sosyal ve ekonomik düzeyler büyük değişim geçirmektedir. Elbette içsel realiteniz ve özellikle çevrenizdeki insanlara verdiğiniz duygusal tepkiler de bundan etkilenmektedir. Bu kaotik devrede duygularınıza tam anlamıyla hakim olabilmeniz için bazı yöntemler var, şimdi sizinle özellikle değerli bulduğumuz bir yöntemi paylaşmak istiyoruz.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI : Bedeninizin ortasından geçip yerkürenin merkezine uzanan bir ışık tüpü, bir enerji kanalı imgeleyin. Şimdi bu ışık tüpünün başınızın üzerinde sizin için uygun olduğu ölçüde yükseldiğini imgeleyin. (Bazıları tüpün başının biraz üstüne çıktığını hissederken, bazıları evrenin diğer boyutlarına kadar uzandığını hissedebilir) Sonra farkındalığınızı kalp merkezine yöneltin, orada odaklayarak soluk alıp verin. Kalpte odaklanırken bir yandan da yukardan semavi enerjinin, aşağıdan ise dünyevi enerjinin geldiğini, bunların kalbinizde buluştuklarını imgeleyin ve prananın yukarı ve aşağı doğru akışını hissetmeye çalışın. Bu alıştırmanın hedefi, aşağıdan ve yukardan gelen enerjilerin akışını açık biçimde hissetmektir.
Alıştırmanın ikinci bölümünde yapacağınız şey aslında aynı şeydir, buna sadece bir adım eklenir. Farkındalığınızı kalp merkezinde tutup prananın aşağı ve yukarı hareketini hissederek aynı anda solunumunuzun da farkında olun. Soluk alış soluk veriş ve iki soluk arasında duruşunuzun farkında olun. Solunumun farkındayken prananın aşağıdan ve yukardan kalbe sürekli akışının da farkında olun. Prananın sürekli akışını hissederken tekrar soluk alıp verişinizin ritmine uyumlanın ki böylece iki ayrı akışı hissedebilin, yani durup hareket eden solunumun akışıyla, pranik tüpten hiç durmadan akan prananın akışını fark edin. Bunu bir dakika kadar yaparak solunumun ritmini ve prananın pranik tüp içinde kalbe sürekli akışını açıkça hissedin.
Alıştırmanın üçüncü bölümünde bir yandan prana akışını sürekli hissederken, bir yandan da üç farklı solunum şeklini uygulayın. Bunlardan birincisi çok hızlı bir solunumdur, ikincisi çok yüzeysel bir solunumdur, üçüncüsü ise sadece soluğunuzu tutmanızı gerektirir. Şimdi çok hızlı bir şekilde soluk alıp verirken bir yandan da prana akışını başınızın üzerinden aşağı ve yerküreden yukarı kalbinize getirin. Sonra yavaş bir soluk alın, bir an durarak soluğunuzu tutun. Bu üç solunum modelini uygularken bir yandan da prananın sürekli akışını hissedin. Şimdi normal soluk alıp verişinize dönün. Tekrar bir iki dakika boyunca bu üç solunum modelini uygulayın. Bu alıştırmayı uyguladıkça, hangi solunum modeli içinde olursanız olun prananın serbestçe akabileceğini keşfedeceksiniz. Bu, hangi solunum modeli ya da hangi duygusal hal içinde bulunursanız bulunun daha iyi bir duygusal denge ve istikrar içinde olmanızı sağlayacaktır.
Alıştırmanın dördüncü bölümünde farkındalığınızı birden bedenin pranik tüpüne yöneltin ve hayal gücünüzü kullanarak onu yerkürenin merkezine kadar uzatın. Bunu yaparken enerjinin bir çapa gibi sizi aşağı çektiğini hissedeceksiniz. Sonra prananın akmasına izin verin. Bunu yaptığınızda prananın başın üzerinden aşağıya kalbe doğru ve yerküreden yukarıya kalbe doğru akmasını sağlayarak pranik tüpü yerkürenin ta çekirdeğine bağlarsınız. Yapmanız gereken başka bir şey yoktur, onu oldurmaz, olmasına izin verirsiniz sadece. Prana derhal amacınız doğrultusunda akmaya başlar, burada önemli olan amaçtır, niyettir. Dünyevi ve semavi enerjilerin kalbe akmasına izin verme niyeti duygularınızı dengeler ve istikrara kavuşturur. Bu alıştırmayı da her seferinde bir ila iki dakika uygulamanızı tavsiye ederiz.
Her gün kendinizi içinde bulduğunuz duygusal durumda bu yöntemi uygulayın, onu sizi kızdıran, üzen, korkutan ve sinirlendiren durumlarda kullanın. Bu yöntemi uyguladığınızda daha önce asla deneyimlemediğiniz şaşırtıcı bir denge ve köklenmişlik duygusu yaratırsınız. Artık duygular size hükmedemez. Olumsuz duygulardan kurtulmak için bu öğrenilmesi gereken bir yöntemdir, çünkü gezegeninizde muazzam değişiklikler yaşanacak, dünyanızın bir yanında vuku bulan şeyler diğer bölgelerdeki enerjileri de etkileyecektir. Her ne zaman yerküre değişikliklerinden ya da katliamlardan ötürü birçok insanın ölmesi gerekse, bu elektromanyetik karışıklık dünyayı kuşatan enerji ağına yayılır. Evet, şimdi sorularınızı bekliyoruz.
Soru- Dünya kaos aşamasından yeni bir düzene geçerken insan duygularının değişkenliğinin süreceğini söylemiştiniz, bu yeni düzeni tarif edebilir misiniz?
Cevap- Yeni düzen zamanın ve uzayın yeni düzenidir, bireylerin üçüncü boyut bilincinden dördüncü boyut bilincine geçecekleri bir düzen. Yeni düzenin niteliklerinden biri anında tezahür ettirmedir. Aslında hayatınızdaki olayların giderek hızlandığı, bir şeyi düşündüğünüz an ile onun gerçekleştiği zaman arasındaki sürenin giderek kısaldığı boyut değişimine yaklaştığınızı söyleyebiliriz. Birçokları bunu şimdiden deneyimliyorlar. Dünya radikal bir değişim geçirecek ve daha bilinçli hale gelecektir. Varlıklar küresel düzeyde bir bağlılık içinde olacaklar. Tüm insanlık adeta birçok çeşitliliğe sahip tek bir zihin, tek bir bilinç haline gelecek, birbirlerine ve yerküreye bağlı olduklarını anlayacaklar.
Soru- Bu değişim dönüşüm sırasında hayvanlar ve bitkiler de insanlar gibi etkilenecekler mi?
Cevap- İnsanlara ne oluyorsa onlara da o olacak. Onların bedenlerindeki atomik faaliyet de değişecek ve daha hızlı titreşmeye başlayacaklar. Bir an gelecek, şimdiki varlıklarıyla gerçek kimlikleri olan saf enerji arasında ileri geri salınacaklar. Daha yoğun bedenlerden daha süptil bedenlere geçerken bu salınım hızlanacak ve bir noktada saf enerji formuna dönüşecekler.
Soru- Eğer bitki ve hayvanlar grup ruhuna sahipse bu nasıl mümkün olacak?
Cevap- Bizim anlayışımıza göre bir başka boyuta geçiş sadece ruhu değil, fizik beden de dahil tüm düzeyleri içerir. Bundan elbette ki ruh da etkilenir, çünkü ruh üçüncü boyuta nazaran dördüncü boyut realitesinde daha büyük özgürlük yaşar. Bitkiler ve hayvanlar daha hızlı titreşmeye başladıklarında üçüncü boyutta bulunanlar artık onları göremeyecekler, ama frekans uyumu nedeniyle dördüncü boyutta bulunanlar görebilecekler.
Soru- Boyut değiştirdiğimizde yaşadığımız sorunları ardımızda mı bırakırız?
Cevap- Dördüncü boyuta geçtiklerinde sorunlarını arkada bırakacaklarına inanan varlıklar var. Hayatın ikilemlerine bunun çözüm olacağını ve her şeyin mucizevi biçimde dönüşüme uğrayacağını sanıyorlar. Bu insanları bir sürpriz bekliyor! Hangi boyuta giderseniz gidin sorunlarınız bilincinizle birlikte gelir, sadece onları gittiğiniz yeni boyutta çözmek zorunda kalırsınız, o kadar. Bu yüzden insanlara vereceğimiz öğüt çok basittir. Hangi boyuta gideceğinize, hatta boyutların değişip değişmeyeceğine odaklanmayın, sevme ve bağışlama kapasitenize odaklanın. (Sayfa: 123-139)
KUTSAL ANA UNSURLAR
Bizim anlayışımıza göre Tanrı dünyayı ve evreni yaratmaktan ötedir, yaratılış sürecinin ta kendisidir. Tanrı evrenin fiziki maddesinin özünde mevcuttur, siz nerdeyseniz Tanrı da, yaratılış da ordadır! Fizik dünya deneyim tayflarından sadece biridir ve Tanrısal olanın bir parçasıdır. Bu bilinci deneyimleyebilmek için daha süptil farkındalık alemlerine erişmeniz gerekir. O daha süptil bilinç alemine, yani Kutsal Ana Unsurların canlı bilinç olarak titreştikleri o arşetipsel alana erişerek bilincin sürekliliğini çok daha derin bir biçimde hissedebilirsiniz. Bu arşetipsel alan Carl Jung’un tarif ettiği arşetiple aynı şey değildir, biz burada maddenin yer altı dünyasından, ta başlangıçtaki esas güçten söz ediyoruz. Bu daha çok kuantum alanına benzer ki, bilincin sürekli olarak maddeyi yeniden yarattığı kuramsal bir yerdir. Dört Kutsal Ana Unsur bu sürecin bir parçasıdır.
Bizim dünyamızda bu Dört Kutsal Ana Unsurun her biri için bir ses vardır. “EL” Topraktır, “KA” Ateştir, “LEEM” Sudur, “OM” ise Havadır. Dördü titreşimsel bir süreklilik oluşturur. Ana unsurların seslerini teganni ederek bulundukları arşetipsel aleme girmek mümkündür. Bu sesler algı kapısını açar ve arşetipsel alemin ana unsurlarının canlı oldukları bilinç alanına girmenizi sağlarlar. Gerçekten de o aleme girmek ve orada bir süre kalmak, bilincinizi ve algınızı fizik dünyanın derinliğini hissedecek şekilde değişime uğratır.
Bu çok güçlü bir uygulamadır. Aslında her seferinde en az dört kere dörtlü gruplar halinde “EL-KA-LEEM-OM” mantrasını tekrarlarsınız, sonra onu on altı kere tekrarlarsınız vs. Biz mantranın 256 kere tekrarlanmasını tavsiye ederiz. Bu size bilincin sakinleşip çeşitli hallerden geçtikten sonra ana unsurların arşetipsel alemine girmesi için zaman kazandırır. Orada kendini yerküre vasıtasıyla ifade eden bilincin canlılığını ve sürekliliğini direkt olarak algılarsınız. Bu mantraları evin dışında, ana unsurları direkt hissedebileceğiniz doğal bir ortamda tekrarlamak özellikle etkilidir. Ayrıca farkındalığınızı bedeninizin ortasından geçen pranik tüpe yöneltmek de çok güçlü bir uygulamadır. Farkındalığınızı pranik tüpte tutarak ana unsurların seslerini tekrarladığınızda tüpün içinden akan prananın ses tarafından arındırılıp canlandırılmasına ve bedeninizdeki ana unsurların aktive edilerek uyandırılmasına katkıda bulunmuş olursunuz. Bu, üzerinde konuşmaktan çok direkt deneyimlenmesi gereken bir şeydir.
Mantranın tekrarlanması konusunda bir noktanın iyi anlaşılmasını istiyoruz. Alıştırmayı yaparken bilinç yatışıp çok derin bir hale girdiği için sık sık bilinçaltından bazı şeyler ortaya çıkmaya başlar. İnsan bu durumda büyük bir can sıkıntısı ve yorgunluktan, yüksek esrime hallerine kadar tüm bilinç hallerini deneyimleyebilir. Buna insanın kendi “iblislerinin”, kendi olumsuz duygu malzemesinin farkındalığı da dahildir. Mantra tekrarlanırken hepsi aktive olabilir. Bu yüzden, bu süreçte ortaya her ne çıkarsa çıksın bunun arınma işleminin bir parçası olduğunu bilmek önemlidir.
Biz dünyayı kutsal bir yer olarak, arşetipsel bilinç aleminin kutsal ana unsurlarının maddedeki yansıması olarak görüyoruz. Biz dünyayı başka herhangi bir alem kadar Tanrıya yakın görüyoruz, çünkü süreklilik bir bütündür. İnsanın bakış açısı kişisel bilincinde tuttuğu bir şeydir. Dünyada bedenlenmiş haldeyken Tanrısal olanla derin bir birlik içinde olmak, kendini Yuvada hissetmek mümkündür. Yuvaya gidebilmek için dünyayı terk etmek gerekmez, çünkü Yuva dediğiniz şey aslında bir bilinç halidir, kendi içinizde ürettiğiniz bir birlik ve bağlılık halidir.
Biz bu zamanda özellikle teknolojik yönden gelişmiş ülkelerde tehlikeli bir durum görüyoruz. Bu insanın kendini doğadan ve ana unsurlardan ayırmasıdır. Modern toplum kendini doğadan yalıtmıştır. Batı toplumu, kutsal kitapta yer alan doğaya hükmetme ibaresini alıp son derece sorumsuz noktalara götürmüş ve doğaya zulmetmeye başlamıştır. Sadece zulmetmekle kalmamış, doğadan ayrı da düşmüştür. Bu yüzden bilincin sürekliliğiyle bağlantısını yitirmiştir. Sık sık doğaya çıkıp ana unsurlarla zaman geçirmenizi tavsiye ederiz, çünkü onlar arşetipsel modellerin maddeye yansımalarıdır. Ana unsurların isimlerini saygıyla tekrarlayın, sonunda hayal gücünüzün çok ötesinde bir iç dünya kapılarını size açacaktır. O iç dünyaya girdiğinizde dünyanın kutsal bir tapınak olduğunu, her nereye giderseniz gidin Tanrının orada olduğunu net bir şekilde anlayacaksınız. Şimdi sorularınızı yanıtlayabiliriz.
Soru- Doğaya dönüş birçok insana ilkelliğe dönüş gibi geliyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Cevap- Evet, bir anlamda bu ilkel olana geri dönüştür, ama ilkel olanda yanlış bir şey yoktur. İlkel denen şey bilincin kaynaklandığı köktür. İnsan bilinci kendi köklerinden öylesine kopmuştur ki, gezegeninizi kolaylıkla mahvedebilirsiniz. Doğal dünya birçok enerji alanından oluşmuştur, bu alanlar bilinçlidir, yani onlar içlerindeki ve çevrelerindeki değişikliklere zeka ile karşılık verirler. Çok sofistike hale geldiğinizde, soyutlamalar yapıp durduğunuzda zihinsel aleme o kadar dalarsınız ki var oluşunuzun biyolojik realitesinden koparsınız. Var oluşunuzun zihinsel olmayan biyolojik düzeyi, bilincin içine aktığı ve kendini ifade ettiği ana köktür. Daha süptil düzeylere, her şeyi bir arada tutan atomik kalıba inerseniz sonunda saf bilinç alanına girersiniz, çünkü bilinç ve madde aynı şeydir, onlar sadece farklı titreşim hızlarıdır. Atomik yapının başlangıcından bir önceki bilinç alanında genetiğin planı bulunur. İşte bizim sözünü ettiğimiz arşetipsel alem budur. Bu alem içinde atomik güçlere dönüşen güçlü enerjiler vardır.
Soru- Hava durumunun bu dört ana unsurla ilişkisini ve şu anda bu konuda neler olduğunu açıklayabilir misiniz?
Cevap- Hava durumu, ısı, nem, kuruluk ve basınç gibi fizik faktörler arasındaki karmaşık bir etkileşimdir. Bir bakıma onlar, dört ana unsurun süptil aleminin bilinç ve duyguyla birbirine bağlandığı düzeyle ilişkili fenomenlerdir. Basit olarak hava durumunuz, duygusal ve zihinsel yaşamınızın dışarı yansıyan tablosudur. Üç boyutlu bakış açısına sahip kişilere bu sözler garip gelebilir, ama diğer boyutlardan bakıldığında kasırga ve hortumlar insan bilincinin gezegensel bilinçle (bitki ve hayvanlar dahil tüm diğer bilinçler) karşı karşıya gelmesinin dışa vuran yansımalarıdır. Dikkat ederseniz bugünlerde hava koşullarının şiddetlendiğini görürsünüz. Bu, insanlar da dahil tüm gezegensel sistemin daha yüksek frekansta titreşmesinden meydana gelen kaosun bir parçasıdır. Duygular sürekli değişmekte, bu da bilinç ve biyolojinin buluştuğu biyosferi etkilemektedir. (Sayfa: 140-149)
SES BİR ANAHTARDIR
Tezahür etmiş evrendeki her şey titreşimsel bir doğaya sahiptir. Bir şeyin şekliyle titreşim frekansı arasında direkt bir ilişki vardır. Bizim perspektifimizden sizler, ışık ve ses de dahil olmak üzere birbirine bağlı bileşik enerji alanlarısınız. Bedeninizin organlarını ve sistemlerini oluşturan çeşitli hücreler, diğer hücrelerle uyumlu ses titreşimleri yayarak hücresel rezonanslara yol açarlar. Aslında bedeniniz yürüyen bir senfonidir, birçok gücün birlikte yarattığı bir sabit dalga kalıbıdır. Bedeninizi oluşturan bu sabit dalgalar dünyayla rezonans halindedir, ayrıca dünyanın geçirdiği değişikliklerden de etkilenmektedir.
Dünya büyük bir geçiş dönemindedir, rezonansları değişmekte, yeni bir denge haline doğru ilerlemektedir. Bu yüzden bedeninizin rezonans alanları da atom altı düzeyden hücresel düzeye kadar yeni bir denge haline geçmekte, bu da tüm organlarınızı etkilemektedir. Bu olay büyük bir içsel biyolojik gerilime sebep olmakta, bazen hastalık, bazen yorgunluk, bazen de çalkantılı haller şeklinde rahatsızlıklara yol açmaktadır. Duygusal alemde ise duygusal dengesizlik şeklini almaktadır. Duygular da sese ve titreşime sahiptir. Duygular kanın kimyasında değişikliklere sebep oldukları gibi, solunum modelinin ve kandaki oksijen düzeyinin değişmesine de yol açarlar. Yakında tüm duyguların bir ses ya da titreşim imzasına sahip olduklarını keşfedeceksiniz. Duyguların bastırılması bedenin kimyasında şiddetli bir geri itmeye neden olur.
Duyguyu daha net bir şekilde anlamak için kendinizi bileşik rezonant bir enerji ve titreşim alanı olarak görmenizi ve duyguların ses imzalarına sahip olduklarını kabul etmenizi öneririz. Farkındalığınızın bedeninizin duyguları tutan bölgelerini kapsamasına izin verin, böylece onları salıvermeyi kolaylaştırabilirsiniz. Bu konuda bazı deneyler önereceğiz, böylece duyguların ses vasıtasıyla ifade edilip temizlenmesi yöntemine aşina olacaksınız. Vereceğimiz alıştırmaya hazırlanmak için sürekli hissettiğiniz bir duyguyu hatırlayın, bu öfke de olabilir, üzüntü de, sevinç de.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI : Belli bir duyguyu ve onun hissi tepkisini hatırlayın. Bu duyguyu hissederken ya da hatırlarken gevşeyin, farkındalığınızın fizik bedeninizin tepeden tırnağa tüm hücreler arası evrenini kuşatmasına izin verin. Şimdi bu duygunun bedeninizin neresinde hissedildiğine odaklanın ve onu hissedin. Bu süptil olabilir, ama duyguya tepki olarak bedeninizin bir yerinde rezonant bir titreşim hissedeceksiniz. Farkındalığınızı o duygunun bulunduğu bölgeye yöneltin ve sonra derin bir soluk alın, soluk verirken o duygunun sesini çıkarın. (o duyguyu sesle ifade edin)
Bu rasyonel bir düşünce işlemi değildir, tümüyle spontane, sezgisel, biyolojik ve fiziksel bir işlemdir, doğal olarak yapacağınız bir şeydir. Çocuklar genellikle duygularını ağlayarak, gülerek, bağırarak spontane bir şekilde ifade ederler, ta ki onlara bunu yapmaları yasaklanana kadar. Ama doğal itilim, özellikle güçlü bir duyguyu sesle ifade etmektir. Duygusal enerji bastırılmak yerine ses telleri vasıtasıyla ve bedensel hareketler yoluyla ya da ikisi birden kullanılarak temizlenebilir.
KENDİNE HAKİMİYET ALIŞTIRMASI : Sesi farklı bilinç hallerine ulaşmak için kullanma konusunda şöyle bir alıştırma yapabilirsiniz. Durun ve derin bir huzur hissetmeye çalışın. Sonra huzur duygusunu en iyi biçimde temsil eden bir ses çıkarın. Şimdi o sesi tekrarlayın ve ileride kullanmak için sesi aklınızda tutun. Gerilim altındayken bu huzur verici sesi çıkarabilir ve tekrar huzura odaklanabilirsiniz. Günlük yaşamınızda böyle yararlı farkındalık halleri hissettiğinizde farkındalığınızı bu bilinç halini hissetmeye yöneltin ve bu halden ortaya bir sesin ya da bir dizi sesin çıkmasına izin verin. Çıkardığınız sesleri dinleyin.
Bu farkındalık hali içinde çıkardığınız sesler ses imzasının bir yansıması olacak, istediğiniz zaman tekrar o hale erişmenizi sağlayacaktır. O halde belli farkındalık hallerine ulaşmanızı sağlayacak iki unsur vardır. Bunlar bu halin hissi ve ses imzasının bileşimidir. Ses titreşimi genetik düzeylere hatta atomik ve atom altı düzeylere dek hücreler arası rezonant alanları etkileyebilir. Burada anahtar niyet, farkındalık ve sesin doğru kullanımıdır. Bu üçlü takım kendini sesle ifade eden bilinç vasıtasıyla fizik maddeyi etkilemenizi sağlayacaktır. Sormak istediğiniz sorular var mı?
Soru- Bu bölümde ses imzası diye bir terim kullandınız. Bunun ne anlama geldiğini açıklar mısınız?
Cevap- Ses imzası kağıtlara attığınız imzalarla aynı şeydir. Tüm duygu, düşünce, inanç ve enerjiler bir ya da daha fazla titreşim frekansı içeren bir ses kalıbına sahiptir. Bu titreşimler ya da ses kalıpları, bir insan tarafından ses imzasının temel imzaya uyacağı şekilde ifade edildiklerinde bir rezonans elde edilir. O zaman o duygu ya da düşünce formu bilincin yüzeyine çıkar. Örneğin üzüntü duygusu çoğu insanın ağlama olarak tanıdığı bir ses imzasına sahiptir. Ama insan o anda üzüntüsünü ifade etmeyip bastırırsa, ses ya da titreşim enerji olarak alanın içinde çöreklenip kendini ifade etme fırsatı kollar. İlk fırsatta üzüntü çöreklendiği yerden çözülüp sarmal bir enerji şeklinde dışarı fırlar ve insan ağlamaya başlar. Nispeten uygunsuz zamanlarda, örneğin hislerinizi etkileyen televizyon programları ya da filmler izlerken ağlamaya başlarsanız aynı durumu yaşadığınızı bilin!
Gezegeninizdeki enerjiler arttıkça insanların duygularının tetiğine daha çok basılacaktır. Çoğu zaman bunların nereden geldiklerini ya da onların tetiğine neyin bastığını bile bilmezsiniz. Size önerimiz, bir duygu ortaya çıktığında uygun bir yer bulup o duygunun sesini çıkararak onun çıkıp gitmesine izin vermenizdir. Eğer içinizden ağlamak geliyorsa ağlayın, böylece o merkezi, bastırılmış o duygunun alanını arındırmış olursunuz. Bu da enerji olarak eskisinden daha dengeli olmanızı sağlar. Duygu ortaya çıktığında onun içinde bir ses olduğunu bilin. Eğer o sesi çıkarabilir ve o duyguyu hissetmenize izin verirseniz arındırma işinde kendinize yardım etmiş olursunuz. Bu süreçte söz konusu duygunun ne olduğunu da anlamaya başlarsınız.
Soru- Rezonans alanlarının muazzam biyolojik gerilim yaratan bir düzeyden geçtiğini söylediniz. Bu rezonans alanları nedir?
Cevap- Bedenin her bir organı, daha ince düzeye inersek bedenin her bir hücresi bir rezonans alanına sahiptir. Hatta hücreleri oluşturan atomların, moleküler yapıların bile rezonansları vardır. Ama hücresel düzeye çıktığınızda çok karmaşık armonik seslere ve rezonanslara sahip olmaya başlarsınız. Doku ve organları yaratmak için milyonlarca hücre bir araya geldiğinde ortaya gerçekten çok karmaşık ses kalıpları çıkar.
Bir rezonans örneğin böbreklerle kalp arasındaki ilişkidir, temel rezonans bu organlar arasındaki bağı dengeler. Biz burada işlevsel değil enerjisel bir bağdan söz ediyoruz. Böbrekler güçlü olduğunda kalp de güçlü olur, böbrekler zayıf olduğunda genelde kalp de zayıftır. Sağlıklı olmak demek uyum içinde olmak demektir. Sağlıklı kalmak için tüm farklı organlar tarafından yayınlanan rezonanslar, sesler ve frekanslar armonik bir ilişki içinde olmalıdır. Armonik ilişki bozulduğunda hastalık ortaya çıkar.
Şu anda gezegende meydana gelen şey tüm biyolojik sistemleri muazzam derecede zorluyor, çünkü gezegenin titreşimi arttıkça atomik ve moleküler düzeye kadar her şeyin titreşim hızı da artıyor. Bu yüzden organları oluşturan hücre ve dokular da çalkantı içindeler. Duygusal sorunlar yüzünden bazı organlar diğerlerinden daha hızlı bir geçiş yapacaktır. Örneğin karaciğer genelde bastırılmış öfkeyi barındırır, böbrekler genelde bastırılmış korkuyu barındırır, akciğerler genelde bastırılmış üzüntüyü barındırır. Tüm sistemin titreşim hızı artıp beden yükselirken farklı organların barındırdığı ifade edilmemiş duygular bu organları düşük titreşim düzeyinde tutacaktır. Farklı organlar arasında titreşimsel bir dengesizlik olduğunda bedenin armonik rezonansları arasında uyumsuzluk baş gösterir. İnsanların çok güçlü, çok derinlere inen, çok hızlı duygu patlamaları yaşamalarının bir başka nedeni daha vardır. O duyguları barındıran organlar bu titreşimsel geçişe yetişebilmek için patlama şeklinde duyguları boşaltmaktadır.
Soru- Geçmiş dünya uygarlıkları tarafından sesin nasıl kötüye kullanıldığını açıklayabilir misiniz? Bu durumun öncelikle Atlantis’te yaşandığı doğru mu?
Cevap- Ses birçok uygarlık tarafından kötüye kullanılmıştır. Atlantis serbest enerjiyle çalışıyordu ve ses bunun önemli bir parçasıydı. Bakış açıları çok zihinsel olduğu ve biyolojik köklerinden koptukları için dengesiz hale geldiler ve kendilerini yok ettiler. Mısır’da firavunlar devrinde rahipler de sesi kötüye kullandılar. Mısır uygarlığının çöküşünü hazırlayan sebeplerden biri buydu. Birçok toplumda ses kötüye kullanılmış ve bir savaş aracı haline getirilmiştir. İnsanların çoğunluğu bilmese de ses şimdi de bir savaş aracı olarak kullanılmaktadır. Yerküreye ve üzerindeki yaşama saygı göstermezseniz uygarlığınızın akıbeti Atlantis’e benzeyebilir! (Sayfa: 169-184)
KADERİ DEĞİŞTİRME
Kaderiniz sabit ve değişmez bir şey değildir, tümüyle önceden belirlenmemiştir. Kaderinizin bazı veçheleri bir kalıp olarak belirlenmiştir, ama bu kalıplar değişmez değildir. Kader veçheleri olasılıklardır, değişebilirler. Eğer hayatınıza yükselen ya da gerileyen bir enerji sarmalı olarak bakarsanız, hayatın enerji titreşiminizi ya yükselttiğini ya da düşürdüğünü görebilirsiniz, yani bilinç ya yükselir ya da iner. Kaderinizi değiştirmek farkındalığınıza, seçiminize ve titreşiminize bağlıdır. Her zaman bir seçiminiz olduğunu idrak edecek yeterli farkındalığa sahip olmanız gerekir. Hayatta bir piyon ya da kurban olmadığınızı ve seçeneklere sahip olduğunuzu idrak edecek kadar farkındalığınızı yükselttiğinizde gelecek özgür olur ve değişime açık hale gelir. Kısaca idrak değişikliği kaderinizi değiştirmenin anahtarıdır. Hayatınızda gelişen dışsal kalıpların, bilincinizde tuttuğunuz kalıpların ifadeleri olduğunu kabul ettiğinizde özgürlük yakındır. İnançlarınızın bazıları katılaşmış gibi görünse de değiştirilebilirler, ama onları sadece siz değiştirebilirsiniz.
Eğer bir şey istediğiniz gibi gitmiyorsa, içinde bulunduğunuz duruma güçlü bir tepki duyuyorsanız hoşnutsuzluğunuzun gücünü yapıcı biçimde kullanabilirsiniz. Yapacağınız tek şey meydana gelen olaylarda bir seçime sahip olduğunuzu hatırlamaktır. Dışarıdaki durumu değiştirmeniz mümkün olmayabilir, ama ona duyduğunuz içsel tepkiyi değiştirebilirsiniz. İçsel tepkinizi değiştirerek üzerinde kaderinizin gelişeceği ekseni yaratırsınız. Bir olayı nasıl deneyimleyeceğiniz konusunda yaptığınız seçim bu olaydan sonra kaderin nasıl gelişeceğini belirler. Her an gösterdiğiniz tepkiyle farkında olarak ya da olmayarak geleceğinizin tohumlarını ekiyorsunuz. Farkındalıkla sonuçları ve kaderinizi olumlu bir biçimde etkileyebilirsiniz.
En yüksek seçim şefkatin kullanılmasıyla ilgilidir. Bu, size ne yapılırsa yapılsın şefkat tutumunu sürdürebileceğiniz anlamına gelir, yani diğer insanların tepkilerini ve kendi tepkinizi kabulü içerir. Şefkatle davrandığınızda, her şeyin her an en iyi şekilde evrimleştiği anlayışıyla davranmaktasınızdır. Bu, insanların en iyi ya da en kötü seçimlerde bulunma özgürlüğünü kabul etmektir. Böylece düş kırıklığı, üzüntü, öfke ve suçluluk hissettiğiniz anlarda içinizdeki şefkat tutumu duygusal tepkileri kabul tutumuna dönüştürmenizi sağlar. Başkalarına ve kendinize şefkatle yaklaştığınızda titreşim alanınızı yükseltirsiniz. Kaderi değiştirmenin üç anahtarı vardır: Farkındalık, seçim ve titreşim. Kutsal kitabınızda İsa şöyle der: “O, ona zaten sahip olana verilecek, sahip olmayandan ise geri alınacaktır.” Burada İsa evrensel titreşim yasasını ima etmektedir. Eğer bir şeye sahip olmak, kaderinizde bir şeyi yaşamak istiyorsanız onu bilincinizde bir titreşim olarak tutmak zorundasınız. Eğer onun hissine ya da titreşimine sahip değilseniz o sizden geri alınır.
Eğer sevgi dolu ilişkiler istiyorsanız sevgi dolu ilişkilerin titreşimini bilincinizde tutmanız gerekir. O zaman manyetizm yasası gereğince (benzerin benzeri çekmesi) kendinize sevgi dolu insanları çekersiniz. Eğer sevgi dolu ilişkilere sahip değilseniz, düş kırıklığı, öfke, ayrılık ve yalıtılmışlık içindeyseniz, aynı yasa gereğince kendinize aynı duyguları çektiğinizi kabul etmelisiniz. Titreşiminizi değiştirmek için düşünce biçiminizi ve duygusal algılarınızı değiştirmelisiniz. Titreşim kaderi değiştirmenin anahtarıdır, daha büyük idrake, daha büyük yaşama ve daha büyük ödüllere giden kapıların anahtarı! Gelecekteki dışsal realitenizi değiştirmenin anahtarı yaptığınız seçimlerden kaynaklanır. Dünyalı kardeşlerime evrimin ve kaderi değiştirmenin üç anahtarını tekrarlıyorum: 1- Daima seçimlere sahip olduğunuzu fark edin. 2- Bu seçimleri uygulama yeteneğini geliştirin. 3- Daha yüksek bir titreşime ulaşmaya gayret edin. Bu konuda sormak istediğiniz sorular varsa sorunuz.
Soru- Karma diye bir şey var mı?
Cevap- İnsan hayatının ne yönde akacağı önceden belirlenmiştir, ancak duygusal düşünce ve his kalıbınızı değiştirerek onu da değiştirebilirsiniz. Karma vardır. Karma evrende yapılan eylemlerin sonucunu ifade eder. Tüm aksiyonlar reaksiyonlara ya da sonuçlara sahiptir, böylece insanın yaptığı her şey bir etkiye yol açar. Eğer eylemler şefkatli ve sevecense meyveleri, yani karmik sonuçları da olumlu olacaktır ya da bunun tam tersi olur. Sonuç olarak karma, insanın düşüncelerinin ve eylemlerinin olumlu ya da olumsuz sonuçlarını deneyimlemesidir. Herkes bu ya da diğer yaşamlarında yaptıklarının sonuçlarının farkında olmalı ve onları göğüslemelidir.
İnsanın önünde uzanan kader şu anda ektiği tohumların sonucudur. Bir insanın hissetmeyi ve deneyimlemeyi seçtiği şey sorumluluk içerir. Basitçe söyleyecek olursak, insanın seçtiği eylemler, evren yasasına göre gelecekte karmik sonuçlara dönüşecek tohumlardır. Bu da içinde bulunduğunuz anın geleceğinizi belirlediği anlamına gelir. Kader sizi pasif şekilde bekleyen bir şey değildir, aksine hayatınızın seçim yaptığınız her anında tarafınızdan yaratılmaktadır.
Soru- Dünyanın bilinci yüksek frekansa geçtiğinde gezegen güneş sistemindeki aynı yerinde mi kalacak, yoksa bazılarının söylediği gibi fiziksel konumu değişecek mi?
Cevap- Ne olacağını kesin olarak kimse bilmiyor, o yüzden bu kadar çok gözlem yapılıyor. Bilim adamlarımız diğer uygarlıkların bilim adamlarıyla bir araya gelip bu konuyu ayrıntılı bir şekilde tartışmış ve ortaya bazı kuramlar koymuşlardır. Şu anda iki kuram daha büyük olasılık taşıyor. Bunlardan biri, dünyanın güneş sistemindeki konumunun değişeceğidir. Diğer kurama göre ise gezegen aynı yerde kalacak, ama titreşim olarak farklı bir boyuta geçecektir. Bizim grubumuz ikinci kuramın gerçekleşeceğini düşünmektedir. Ancak güneş sistemi ve tüm galaksiler evrendeki merkezi bir noktaya doğru ilerlemektedir. Şu anda muazzam bir hareket var, galaksilerde bu hareketin giderek arttığını göreceğiz. Bu yüzden dünyanın güneş sistemi içindeki konumu şu anda kesin olarak bilinemez, çünkü birçok değişken var.
Soru- Dünyanın kaderiyle ilgili birçok kehanet var, bu kehanetler hakkında bir yorumda bulunabilir misiniz?
Cevap- Kehanet bir olasılıktır. Eğer olaylar şimdiki gibi gelişmeye devam ederse ne olabileceğiyle ilgili bir anlayıştır. Kehanetin tehlikesi şu ki, bu kehanetleri yapan kişiler onları bir olasılık olarak değil, gerçek bir olgu olarak kabul etmişlerdir. Ne yazık ki yerküreyle ilgili kehanetlerde bulunanlarda da benzer bir eğilim görüyoruz. Bize göre yerküre değişiklikleri açısından hiçbir şey kesin değildir. Gerçekleşmeleri insan bilincinde olan bitenlere bağlı olasılıklardır. Bu yüzden kehanetleri bir gerçek olarak değil, bir olasılık olarak değerlendirmeniz daha uygun olur.
Soru- Şu anda dünyada zaman, zamanın ölçüsü ve zamanın hızıyla ilgili birçok tartışma var. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Cevap- Zaman gerçek bir akıştır, toplumunuzun onu ölçtüğü doğrusal (lineer) biçimden çok daha karmaşık bir şeydir. Zaman aslında doğrusal bir çizgi değil bir sarmal çizer. Üç boyutlu değil çok boyutludur. Zamanın üç niteliği vardır. Birincisi biyolojik zamandır. Organik zaman bedeninizin ritimleri, solunumunuzun ritimleri, kalp atışınızın, rüzgarın ve suyun ritimleriyle ilgilidir. Ayrıca zamanı parçalar halinde ardışık olarak ölçmek için icat edilmiş saate sahipsiniz, böylece tüm insan toplumları yaşamlarını biyolojik bilgeliklerine göre değil, mekanik bir zaman ölçüsüne göre yaşamaktadır. Bu insanlar üzerinde yeterince fark edilmeyen muazzam bir gerilim yaratmakta, sizi biyolojik bilgeliğinizden koparmaktadır.
İkincisi Ay zamanıdır. Zamanın Aya göre, yani on üç ay olarak ölçülmesi batılı toplumların kullandıkları Gregoryen takvimden daha organik, daha doğru bir zaman ölçüsüdür. On iki aylık Gregoryen takvimi, insanları Aya ait organik zaman duygusundan koparmak için yaratılmıştır. Bu takvimi yaratanlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı, sizin deyiminizle bu bir hileydi, insan bilincini yerkürenin ana farkındalığından uzaklaştırıp soyut bir şeye bağlamak için kullanılan bir hile! Böylece insanoğlu zamanın gerçek akışıyla eşzamanlı olarak akmaktan alıkonmuş oluyordu. O organik bir ölçüm değildir, ne bedenin ne de yerkürenin ritimlerini yansıtır. Zamanın daha doğru bir duyumu Aya ait safhalara, fazlara geri dönmekle elde edilebilir.
Üçüncüsü galaksiler arası zamandır, galaksilerin Büyük Merkezi Güneşe göre akışını ve birbiriyle ilişkisini kapsar. Bu konuda çok az şey biliyorsunuz. Böylece gerçek zamanın üç düzeyi olduğunu söyleyebiliriz: 1- Biyolojik zaman. 2- Aya ait zaman. 3- Galaksiler arası zaman. İnsan, zamanı mekanik bir düzeye indirgeyerek başka bir zaman akışı yaratmıştır. Eğer zamanın evrenle uyumlu doğru bir tarifine ulaşmak istiyorsanız dikkatinizi kullandığınız saat ve takvimden alıp bedeninize, Aya ve Güneşe yöneltin.
Soru- Bu gezegende kaderini gerçekten anlamış ve bu konuda yüksek başarı elde etmiş bir uygarlık yaşadı mı?
Cevap- Lemurya uzun zaman boyunca bunu yapabildi. Atlantis de realite olarak düaliteyi benimseyip sevgi dengesini yitirecek hale gelene dek bunu başarmıştı. Mısır ve Yunan uygarlığının altın çağında insan bilinci muazzam bir ilerleme kaydetmiştir. Ayrıca Afrika’da da bu konuda başarılı bazı toplumlar yaşamıştı, ancak tarihiniz kaydetmediği için onların isimlerini bile bilmezsiniz. (Sayfa: 188-206)
GÜÇ ÇUBUKLARI
Güç çubukları terimi dört kavramla ilgilidir. Birincisi, kadim Mısırlılar tapınaklarında ve gizem okullarında metal çubuklar kullanırlardı. Çubuklar özellikle inisiyenin bedenindeki enerji merkezlerini, yani çakraları aktive etmek için kullanılırdı. Bir inisiyenin sırtına yerleştirilir sonra da bunlara vurulurdu, çubuklar diyapazon gibi ses çıkarır, ortaya çıkan ses kalıpları da omurgayı etkileyerek çakraları aktive ederdi. Böylece inisiyenin yüksek bilinç alemlerine girip o dünyaları keşfetmesine yardımcı olunurdu.
Güç çubuklarının ikinci anlamı pranik tüple ilgilidir. Pranik tüp insan evrimi için güçlü bir odak noktasıdır. Tüpün içinde her çakradan diğer çakralara giden belli enerji akımları vardır. Örneğin cinsel çakradan kalp çakrasına ya da güç (göbek) çakrasına bir enerji devinimi olabilir. Eğer cinsel merkezi güç merkezine bağlayan enerji akımı ya da güç çubuğu aktive edilirse cinsel ilişki güç kazanacaktır. Eğer insan cinselliği daha yüksek bir frekans alanı olan kalp yoluyla ifade ederse cinsel merkezle kalp arasındaki çubuk ya da akışlar aktive olur ve omurga boyunca ilerler.
Güç çubuklarının üçüncü bir anlamı daha vardır. Bu da kadim Mısır’da yüksek dereceli inisiyelerin kullandıkları çubukla ilgilidir. Çubuğun tepesinde kristal ve değerli taşlardan oluşan bir küme bulunur, taşların frekansı inisiyenin üçüncü gözünden yayılan düşünceleri güçlendirirdi. Çubuk inisiyenin üçüncü gözü hizasında ve bir kol boyu uzaklıkta tutulurdu, inisiye bir düşünce formüle edip kristale yönlendirir, kristal de düşünceyi büyütüp güçlendirirdi. Söz konusu çubuk çok güçlü bir aletti, ama bir o kadar da tehlikeliydi. Bu teknoloji Atlantis döneminde kötüye kullanılmıştır.
Güç çubuklarının dördüncü anlamı, “dördüncü farkındalık hali” denebilecek durumla ilgilidir. Dördüncü farkındalık halini açıklamadan evvel ilk üç farkındalık halini gözden geçirelim. Birinci farkındalık hali bitkisel farkındalıktır. Bu farkındalıkta bir insan olarak, bir benlik olarak var olmazsınız, sadece bedeniniz var olur. Örneğin yeni doğmuş bir bebeğin bedeni sadece kendinin içsel farkındalığına ve işlev görmeyi sürdürme ihtiyacına sahiptir. İkinci farkındalık hali, insanın bitkisel halden çıkıp fizik kalıbından ayrı bir benliğin ya da bilincin farkındalığına geçtiği haldir. Kadim insanların “tanık olmak” dedikleri bu farkındalığın yüksek hallerinde insan hem kendinin farkındadır hem de kendini izler. Bu farkındalık hali insanın kendi duygularını, dürtülerini, içgüdülerini ve düşüncelerini gözlemlemesiyle gelişir. Üçüncü farkındalık hali dış dünyadaki diğerlerini de kapsar, diğer insanların, diğer ilişkilerin, dış dünyanın ve diğer güçlerin farkındalığını içerir. Bu çoğu insanın gelişiminin gelip dayandığı düzeydir.
Dördüncü farkındalık hali ise bilinçte kişisel olandan kişi ötesi aleme geçişle ilgilidir. Bunun ötesinde de farkındalık düzeyleri vardır, ama onlar çoğu insana anlaşılamayacak kadar soyut gelebilir. Dördüncü farkındalık hali ben merkezci anlayıştan evrensel anlayışa bir geçiştir. İnsanın farkındalığının değiştiği, yaşamın kendini pek çok formla ifade edişinin bilincine varıldığı bir haldir. Dördüncü farkındalık düzeyi, insanın kendini, dünyayı ve yaşamı deneyimleyişinin engin biçimde ve ebediyen değiştiği derin bir spiritüel düzeydir. Gizem okullarının ve inisiyelerin amacı bu farkındalık düzeyine erişebilmekti.
İnsan dördüncü farkındalık düzeyine geçmeye başladığında, farkında olsa da olmasa da pranik tüp güçlü biçimde aktive olur. Aslında bedeniniz vasıtasıyla semavi alemle yerküre buluşmuştur. Parçacık halindeki semavi güçler pranik tüp yoluyla tepe çakrasından girip kalbe inerler, dünyevi güçler ve enerjiler de pranik tüp vasıtasıyla yukarı kalbe çıkarlar ve buluşma gerçekleşir, ayrıca semavi güçler bedenin her bir çakrasında buluşabilirler. Bu yüzden, insan dördüncü farkındalık düzeyine geçerken pranik tüp çok önemli hale gelir. Pranik tüp pranik yoğunlukla titreşmeye başladığında insan kişisel insandan evrensel insana ve evrensel yaşama geçer. Boyutlar arası dünyalar kendini gözler önüne serer ve insan çok farklı bir yaşam sürmeye başlar. Böyle bir insana dışardan baktığınızda diğerlerinden farklı bir şey göremeyebilirsiniz, oysa içsel olarak çok farklı bir realitede yaşamaktadır. Bu yola girip girmemek sadece bir seçim ve niyet meselesidir. Bu konuda sormak istediğiniz sorular var mı?
Soru- Başlangıç aşamasında hangi çakraları kullanmamız daha yararlıdır?
Cevap- Başlangıçta kalp çakrasını kullanmak yararlıdır, çünkü kalp ruhun yeridir. Biz ona Ku deriz. Ku, yani ruh kalp merkezinde yer alan tohum bilinçtir. Kalp merkezinin evrimi hızlandırmasının nedeni, kalbin sevgi duygusunu, olumlu hissi ve koşulsuz sevgi armoniğini üretmesidir. Kısaca, kalp merkezi en önemli odaktır. (Sayfa: 208-214)
SORULMAYAN SORU
Her insan bir durumla karşılaştığı zaman, “Bundan benim kazancım nedir?” diye sorar. Bu sorunun yanıtı sorunun kendisi kadar sınırlayıcıdır. Oysa sorulması gereken ama sorulmayan soru şudur: “Bu durumda bütünün hayrı için ne yapabilirim?” Kendi ihtiyaç ve arzularınızla ilgili farkındalığınızı bu soruya yönelttiğinizde bilinciniz gelişir ve çerçeve çarpıcı biçimde değişir. Çünkü sadece ihtiyaçlarınıza odaklanmak yerine hayatın birçok formunu kapsayacak şekilde farkındalığınızı genişletmişsinizdir. Hayatınızı hayata hizmet ederek yaşamak, hayatınızı sadece kendiniz için yaşamaktan farklı bir çerçevedir. Hayatınızı sizin ve diğerlerinin içinden akan hayat için, hayatı ifade etmek için yaşamak sizi diğer varlıkları aziz tutan seçimler yapmaya zorlayacaktır. Bilinç sarmal boyunca yukarı tırmanmaya devam ettikçe bütünün hayrını algılayışınız da değişecektir, çünkü yaşadığınız evrende hiçbir şey bağlayıcı değildir, her şey görecedir. Mutlak ve değişmez olan tek şey bilincinizin en derin, en hareketsiz merkezidir.
Bir başka insana ya da hayvana iyi davranma fırsatı çıktığında bırakın iyiliğiniz kendini göstersin! Bir başka insana şefkat gösterme fırsatı çıktığında bırakın şefkatiniz ortaya çıksın. Bir insanı dinleme fırsatı çıktığında bu erdemi gösterip onu dinleyin. Sizi kurtuluşa, aydınlanmaya götüren anahtarları elinizde tutuyorsunuz. Farkındalığınızı artırın, seçimler yapma yeteneğinizi geliştirin ve titreşiminizi yükseltin. Unutmayın ki neyle rezonansa girerseniz size gösterilecek olan da odur! Sormak istediğiniz sorular var mı?
Soru- Görece evrenin dışında ya da ötesinde değişmez mutlaklar var mıdır? Görece evren derken neyi kastediyorsunuz?
Cevap- Mutlak aslında görece evrenin içine gömülüdür ve ona nüfuz eder. Mutlak görece evreni barındırır ama paradokslu biçimde kendine ait bir yeri yoktur, çünkü aynı anda her yerdedir. Eğer bilimsel bir dil kullanacak olursak kuantum alanında bulunur diyebiliriz. Görece evren duyularınız yoluyla bildiğiniz her şeydir, çünkü olan her şey bir başka şeyle ilişkilidir, hiçbir şey gerçekten bağımsız değildir. Örneğin bu gezegendeki ağaçlar ve bitkiler grev yapıp oksijen üretmeseler, insan türü ve yarattığı uygarlık varlığını sürdüremez.
Soru- Uzaylı varlıklar buraya nasıl gelebiliyorlar?
Cevap- Bu ilginç bir fenomendir. Bazıları uzay ve zamanı katlayıp bükebilir, aslında kendileri fiziksel olarak gelmeseler de farkındalıklarının bir kısmını buraya yollarlar. Diğer uygarlıklar astral yolculuk dediğiniz yolla gelirler, bilinçleri burada ama bedenleri süptil alemlerdedir. Tabii uzay gemisi dediğiniz araçları kullanarak buraya fiziksel yoldan gelen uygarlıklar da var. Samanyolu galaksisinin bu bölgesinde önemli bir şeyin vuku bulduğu haberi etrafa yayıldığından beri civarda epey faaliyet var!
Soru- Bugün birçok medyum birçok ruhsal varlıktan bilgi aktarıyor. Bu bilgilerin doğru mu yanlış mı olduğunu nasıl anlayacağız?
Cevap- Her şeyden önce, bedensiz bir varlıktan geldiği için bilginin daha değerli olduğunu otomatik olarak kabul etmeyin. Bir varlığın bedene sahip olmaması onun bilge olduğu anlamına gelmez. Hem bedensiz hem de bilinçsiz birçok varlık vardır. Ama doğru bilgiyi ayırt etmek için sahip olduğunuz iki temel gücü kullanabilirsiniz. Bunlar kalbin gücü ve zihnin gücüdür, ya da kısaca ayırt etme gücüdür.
Soru- Başka bir evrenden geldiğinizi söylemiştiniz, evreniniz bizimkinden çok mu farklı?
Cevap- Üç boyutlu evreniniz birçok evrenden sadece biridir. Bizim kökenimiz fizik ötesidir, yani bizim evrenimiz temelde enerji, ışık ve sesten oluşur. Bizde buradaki şekliyle madde mevcut değildir. Bizim dünyamızı oluşturan parçacıklar sizin ölçünüze göre son derece geçicidir. Evrenimiz, % 99’u boşluktan oluşan dünyanızdan daha az katıdır. Size garip gelebilir ama evrenler geometrik şekillerden oluşurlar, her evren bir küre ya da simit şeklinde olmak zorunda değildir. Sarmallar şeklinde uzanırlar, eğer nasıl yapılacağını biliyorsanız farklı evrenlere girip çıkmak mümkündür.
Dünyanızda koordinatları tanımlanarak bedeninizin bulunduğu yer saptanabilir, oysa fiziksel olmayan dış uzay için bu geçerli değildir. Biz bir varlığın yerini uzaysal olarak değil, düşünce ve hissin bileşimi olan ince bir bilinçle saptarız. Başka bir deyişle, biriyle temas kurmak istiyorsak uzaysal bir koordinata ihtiyaç duymayız. O varlığı düşüncemizde tutar, kendimizi onun huzurunda hissederiz. Armonik rezonans yasası gereğince bilincimizin bir veçhesi onları bulacaktır. Siz de bu yeteneğe sahipsiniz, bu sadece o yeteneği geliştirme meselesidir.
Evreninizle bizimki arasında sadece iki yol biliyoruz. Ya fiziksel olmayan dış uzaydan dünyanıza Sirius kapısından ya da maddenin temelinden girebiliriz. Eğer zaman, uzay ve maddenin temeline girerseniz bilincin her yerde her zaman hazır olan veçhesiyle temas kurarsınız, yani o sadece üçüncü boyutu değil tüm boyutları kapsayan bir veçhedir. Evreninizin temeliyle, yani fizikçilerinizin kuantum alanı dedikleri şeyle temas kurma işlemi bilinç yoluyla yapılır. Eğer yöntemi biliyorsanız atom altı parçacıkların çevresinde bulunan küçük kapılar yoluyla bu dünyaya girip çıkabilirsiniz. Ancak biz bu kapıyı kullanmadık, birkaç istisna dışında hep Sirius kapısından evreninize girdik.
Soru- Bazı fizikçilerimiz evrenin holografik bir yapıya sahip olduğuna inanıyor, bu doğru mu?
Cevap- Evet öyledir, ama sizin holografi bilginiz henüz bebeklik çağında, işin sadece yüzeysel veçhelerini incelemektesiniz. Madde ve enerji birbirine dönüşebilir, aslında maddenin tümü kapana kısılmış ışıktır ya da düşük titreşime indirgenmiş ışıktır. Holografi, bir görüntüyü lazer ışınını kullanarak fotoğraflayıp üç boyutlu bir imge yaratabileceğinizi göstermiştir. Ortaya çıkan imgeye fotoğraflandığı aynı açıdan baktığınızda üç boyutluluk görüntüsünü elde edebilirsiniz.
Hayatınızın her anında size olan da budur. Bu kadar gerçek, bu kadar somut biçimde deneyimlediğiniz fizik dünya maddenin holografik doğasının yarattığı bir seraptır! Bilinciniz de aslında bir lazer ışınına benzer. Burada olan şu ki, sizler bilincinizin merceklerini hepiniz aynı şeyi görecek şekilde ayarlama konusunda anlaştınız. Ancak nevrolojik olarak eşyanın bu görüntüsüyle sınırlı değilsiniz, bilinç odağınızı değiştirerek dünyayı algılayış biçiminizi de değiştirebilirsiniz. Ama bu sadece düşünerek başarılamaz, farkındalık ve niyeti güçlü bir şekilde uyumlayarak başarılabilir. İkisi birlikte uzay ve zamanın dokumasını gerçekten çözebilir, o zaman çok farklı bir dünyayı algılamaya başlarsınız.
Kendinizi ve dünyanızı deneyimleyişiniz, bilincin en derin düzeylerinde bizzat tarafınızdan yaratılmıştır. Zihnin ve maddenin buluştuğu bu derin düzeyde maddenin holografik doğası beyniniz ve sinir sisteminiz tarafından ifade edilir, böylece dünyayı nesnel, dışsal ve gerçek bir üç boyutlu realite gibi deneyimlersiniz. Aslında realiteniz nesnel, dışsal ve üç boyutlu olmaktan öte bir şeydir. Bu illüzyonlar farkındalık odağınızı tutuşunuza bağlı olarak yaratılır ve sürdürülür. Aslında bu size çevreniz tarafından sonradan öğretilmiş bilinçsiz bir işlemdir, aynı şekilde değiştirilebilir de.
Biliminizin de doğruladığı gibi hologramlar bilgiyi içerme konusunda benzersiz bir niteliğe sahiptir. Örneğin bir hologramı alıp ne kadar küçük parçalara ayırırsanız ayırın bu parçalardan her biri tüm görüntüyü içerecektir, çünkü hologramlarda parça bütünü içerir. Evrenin doğası holografik olduğu ve siz de onun bir parçası olduğunuz için evreninizin tüm holografik realitesine kendi bedeninizde ulaşabilirsiniz. Aynı şekilde fiziksel olmayan boyutlara da ulaşabilirsiniz. (Sayfa: 222-236)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder