11.02.2008

---ECKHART TOLLE---
ŞİMDİ’NİN GÜCÜ

AKAŞA YAYINLARI

SİZ ZİHİN DEĞİLSİNİZ

Aydınlanma sözcüğü insanüstü bir başarıyı çağrıştırır ve ego bunun böyle olmasını ister. Oysa aydınlanma varlıkla Bir’liği hissetmenizden, yani doğal halinizden başka bir şey değildir. O ölçülemez ve yok edilemez bir şeyle, aslında siz olan ama yine de sizden çok daha büyük olan bir şeyle birlik halidir, ismin ve formun ötesindeki gerçek doğanızı bulmaktır. Birliği hissedememe hali, kendinizden ve çevrenizdeki dünyadan ayrı olduğunuz illüzyonuna yol açar. O zaman kendinizi bilinçli ya da bilinçsiz olarak tecrit olmuş bir parça gibi algılar, korkuya kapılırsınız, içinizde ve dışınızda yaşadığınız çatışma normal haliniz olur.
Varlık, doğuma ve ölüme tabi sayısız yaşam formunun ötesindeki sonsuz ve hep var olan Bir (Tek) Yaşam’dır. Bununla birlikte Varlık sadece her formun ötesinde değil aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun en içteki görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu, onun en derin benliğiniz ve gerçek doğanız olduğu, ona ulaşabileceğiniz anlamına gelir. Ama onu zihninizle kavramaya ve anlamaya çalışmayın, onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada mevcutken, dikkatiniz yoğun bir şekilde ŞİMDİ’de bulunurken Varlık hissedilebilir, ama asla zihinle anlaşılamaz. Varlığın farkındalığını yeniden kazanmak ve “hissetme idrakinde” kalabilmek aydınlanmadır.
Varlık sözcüğü hiçbir şeyi açıklamaz, Tanrı sözcüğü de öyle. Bununla birlikte Varlık sözcüğü açık bir kavram olma avantajına sahiptir, çünkü sonsuz ve görünmez olanı sonlu bir varlığa indirgemez, onun zihinsel bir imgesini oluşturmak da olanaksızdır. Hiç kimse Varlığa tek başına sahip olduğunu iddia edemez, o sizin ta özünüzdür. Ona kendi mevcudiyetinizin hissi olarak, Ben’im idraki olarak bir anda ulaşabilirsiniz, böylece Varlık sözcüğü varlık deneyiminden sadece bir adım uzaktadır.
Zihinle özdeşleşme, düşünmenin durdurulamaz ve istem dışı hale gelmesine sebep olur. Düşünmeyi durduramamak korkunç bir derttir, ama biz bunu fark etmeyiz, çünkü herkes bu derdi çekmektedir, böylece o normal bir durum haline gelir. Ardı arkası kesilmez zihinsel gürültü, Varlığa ayrılmaz biçimde bağlı o içsel sessizlik ve sükunet alemini bulmanızı engeller, ayrıca bir korku ve ıstırap gölgesi oluşturan sahte ve zihin ürünü bir benlik yaratır.
Filozof Descartes ünlü “Düşünüyorum öyleyse varım” bildiriminde bulunduğunda en temel gerçeği bulduğunu sanıyordu, oysa en temel yanlışı bulmuştu. Düşünmeyi Varlığa ve kimliği düşünmeye eşitlemişti. İstem dışı düşünür, aşikar bir ayrılık hali içinde sorunlardan ve çatışmadan oluşan delicesine karmaşık ve zihnin sürekli parçalanmasını yansıtan bir dünyada yaşar. Aydınlanma bir bütünlük, “Bir” olma, dolayısıyla huzur içinde olma halidir. O hem yaşamın tezahür etmiş veçhesiyle, yani dünyayla bir olmak, hem de en derin benliğinizle, yani Tezahür Etmemiş Yaşamla, Varlıkla bir olmaktır. Aydınlanma sadece ıstırabın, iç ve dışınızdaki sürekli çatışmanın sonu değil, aynı zamanda kesintisiz düşünmenin korkunç esaretinin de sonudur. Bu ne inanılmaz bir özgürlüktür!
Zihinle özdeşleşme, tüm gerçek ilişkinin önünü kesen donuk bir kavramlar, etiketler, imgeler, sözcükler, yargılar ve tanımlamalar perdesi yaratır. O sizinle sizin, sizinle diğer insanların, sizinle doğanın, sizinle Tanrının arasına girer. Ayrılık illüzyonunu, diğerlerinden tümüyle ayrı olduğunuz illüzyonunu yaratan bu düşünce perdesidir. Böylece fiziksel görünümler ve ayrı formlar düzeyinin altındaki her şeyle bir olduğunuz asli gerçeğini unutursunuz. Unutmaktan kastım artık bu Bir’liği aşikar bir realite olarak hissedememenizdir. Onun doğru olduğuna inanabilirsiniz, ama artık onun doğru olduğunu bilmezsiniz. Bir inanç rahatlatıcı olabilir, ancak sadece onu deneyimlediğiniz zaman özgürleştirici hale gelir.
Zihin eğer doğru biçimde kullanılırsa muhteşem bir alettir, ama yanlış biçimde kullanılırsa çok yıkıcı hale gelir. Sorunu doğru biçimde koymak gerekirse bu zihninizi yanlış biçimde kullanmanızdan değil hiç kullanmamanızdan kaynaklanır. O sizi kullanır, hastalık da budur. Siz zihin olduğunuza inanırsınız, yanılgı budur. Böylece alet sizi ele geçirir ve yönetir. Zihinle özdeşleştiğinizde onun kölesi olursunuz, hem de farkında olmadan. Özgürlüğün başlangıcı “düşünen” olmadığınızı fark etmektir. “Düşüneni izlemeye” başladığınız anda daha yüksek bir bilinç düzeyi hemen harekete geçer. O zaman düşüncenin ötesinde engin bir zeka aleminin bulunduğunu fark etmeye başlarsınız. Düşüneni izlemekten kastettiğim şey, “kafanızdaki sesi dinleyin, orada bir tanık olarak bulunun” demenin bir başka yoludur. Bu sesi tarafsız bir biçimde, yani yargılamadan dinlemelisiniz. İşittiğiniz şeyi yargılamayın ya da suçlamayın, çünkü böyle yapmak aynı sesin bu kez arka kapıdan girmesine neden olur. Çok geçmeden şunu fark edeceksiniz, ses vardır ve ben burada onu dinliyorum, izliyorum. Bu ben farkındalığı, bu kendi varlığınızı hissetmeniz bir düşünce değildir. O zihnin ötesinden yükselen bir şeydir.
Düşünceyi izlerken sadece düşüncenin değil kendinizin de farkında olursunuz, böylece ortaya yeni bir bilinç boyutu çıkar. Düşünceyi dinlerken onun ardındaki bilinçli mevcudiyeti, daha derin benliği hissedersiniz. O zaman düşünce üzerinizdeki gücünü yitirir ve hızla çekip gider, çünkü artık zihne güç vermemektesinizdir. Bu, kesintisiz düşünmenin sonunun başlangıcıdır. Bir düşünce çekip gittiğinde zihinsel akışta bir kesinti, bir düşünce boşluğu deneyimlersiniz. İlk önce bu boşluklar birkaç saniye kadar sürecek, ama sonradan yavaş yavaş uzayacaktır. Bu boşluklar ortaya çıktığında içinizde belirli bir sessizlik ve huzur hissedersiniz. Bu varlıkla bir olduğunuzu hissettiğiniz doğal halin başlangıcıdır. Uygulama arttıkça huzur duygusu da derinleşecektir, aslında bu derinliğin sonu yoktur. Ayrıca varlığınızın derinliklerinden süptil bir sevincin yükseldiğini de hissedeceksiniz, bu Varlığın sevincidir.
Sözünü ettiğimiz transa benzer bir hal değildir, burada bilinç hiçbir biçimde yitirilmez, tam tersi olur. Eğer huzurun bedeli bilincinizi zayıflatmaksa, eğer sessizliğin bedeli canlılığınızı ve uyanıklığınızı yitirmekse onlara sahip olmaya değmez. Bu içsel birleşme halinde son derece uyanık ve farkında olursunuz. Düşüneni izlemek yerine dikkatinizi şimdi’ye yönelterek de düşünce akışında bir kesinti, bir boşluk yaratabilirsiniz. Sadece içinde bulunduğunuz an’ın yoğun biçimde bilincinde olun, derin doyum veren bir şeydir bu. Bu yolla bilincinizi zihinsel faaliyetten uzaklaştırıp son derece uyanık ve farkında olduğunuz, ama düşünmediğiniz bir düşüncesizlik boşluğu yaratırsınız. Meditasyonun özü budur. Düşünce akışında bir aralık, bir boşluk yarattığınız her seferinde bilincinizin ışığı güçlenir.
Siz büyürken kendinizle, kim olduğunuzla ilgili bir imaj oluşturursunuz. Buna hayalet benlik ya da ego diyebiliriz. Ego için şimdiki an mevcut değildir, o sadece geçmişe ve geleceğe önem verir. Gerçeğin bu tersine çevrilişi egosal zihnin bozuk işlevli olduğunu gösterir. O daima geçmişi canlı tutmakla ilgilenir, çünkü geçmişiniz olmadan kim olduğunuz belli değildir. Ego, varlığını sürdürmek, bir tür rahatlık ve kurtuluş ya da doyum aramak için kendini sürekli geleceğe projekte eder. O şöyle der: “Bir gün şu ya da bu gerçekleştiğinde ben mutlu ve huzurlu olacağım.” Ego şimdi’yle, yani yaşanan an’la ilgileniyormuş gibi göründüğünde bile aslında ilgilendiği şey şimdi değildir. Yaşanan an’ı geçmişin gözleriyle gördüğünden onu tümüyle yanlış algılar ya da yaşanan an’ı hedefe götüren bir vasıtaya indirger. Bu hedef, daima zihnin projekte ettiği gelecekte yatan bir hedeftir. Zihninizi gözlemleyin bunun böyle işlediğini göreceksiniz. Şimdiki an özgürlüğün anahtarını barındırır, ama zihin olduğunuz sürece şimdiki anı bulamazsınız.
Zihnin egemenliği bilincin evriminde bir aşamadan başka bir şey değildir. Bizim acil bir durumdan ötürü bir sonraki aşamaya geçmemiz gerekiyor, aksi takdirde bir canavara dönüşmüş zihin tarafından yok edilebiliriz! Düşünme ve bilinç eşanlamlı değildir, düşünme bilincin sadece küçük bir veçhesidir. Düşünce bilinç olmadan var olamaz, oysa bilincin düşünceye ihtiyacı yoktur. Aydınlanma düşüncenin üzerine yükselme demektir, düşüncenin altındaki bir düzeye, hayvan ya da bitki düzeyine düşmek değil! Aydınlandığınız zaman eğer gerekiyorsa düşünen zihninizi yine kullanırsınız, ama bunu eskisinden daha odaklanmış şekilde yaparsınız. Zihninizi kullandığınızda, özellikle de yaratıcı bir çözüme ihtiyacınız olduğunda, birkaç dakikada bir düşünceyle sessizlik arasında gidip gelirsiniz. Düşüncesizlik hali düşüncesiz bilinçtir, ancak bu şekilde yaratıcı biçimde düşünmek mümkündür, çünkü ancak bu şekilde düşünce gerçek bir güce sahip olabilir. Düşünce çok daha geniş bilinç alemine bağlı değilse kısır, anlamsız ve yıkıcı hale gelir. Tüm gerçek sanatçılar farkında olsalar da olmasalar da bir düşüncesizlik yerinden, bir içsel sessizlikten yaratırlar. Daha sonra zihin bu yaratıcı dürtüyü ya da iç görüyü şekillendirir, ona form verir. Büyük bilim adamları bile yaratıcı hamlelerinin zihinsel bir sessizlik anında belirdiğini söylemişlerdir.
Bedeninizdeki yaşam mucizesi zihin yoluyla, yani düşünce yoluyla yaratılıp sürdürülmemiştir. Burada zihinden çok daha büyük bir akıl ve zeka iş başındadır. Nasıl olur da bir inç’in binde biri büyüklükte bir insan DNA’sı her biri 600 sayfadan oluşan bin kitabı dolduracak bilgi ve talimat barındırabilir? Beden hakkında daha çok şey öğrendikçe onun içinde işleyen zekanın ne kadar engin olduğunu fark ediyoruz. Zihin o zekayla bağlantı kurduğunda olağanüstü bir alete dönüşür.
Ben zihin derken sadece düşünceleri kastetmiyorum. O aynı zamanda duygularınızı ve tüm bilinçsiz tepkisel kalıplarınızı da içerir. Duygu, zihnin ve bedenin buluştuğu yerde ortaya çıkar, o bedenin zihninize gösterdiği tepkidir ya da buna zihninizin bedendeki yansıması diyebilirsiniz. Örneğin bir saldırı düşüncesi ya da düşmanca bir düşünce bedende öfke dediğimiz bir enerji birikimi yaratır. Beden hemen dövüşmeye hazırlanır, fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit edildiğiniz düşüncesi bedenin kasılmasına neden olur, işte bu korku dediğimiz şeyin fiziksel yanıdır. Araştırmalar güçlü duyguların bedenin biyokimyasında değişikliklere neden olduğunu göstermiştir. Biyokimyasal değişiklikler duygunun fiziksel ya da maddesel veçhesini temsil ederler. Kuşkusuz tüm düşünce kalıplarınızın bilincinde değilsiniz, genelde duygularınızı izleyerek onları fark edebilirsiniz. Düşüncelerinizle, yargı ve yorumlarınızla daha çok özdeşleştikçe, yani izleyen bilinç olarak orada daha çok mevcut oldukça, farkında olsanız da olmasanız da duygusal enerji birikimi daha güçlü olacaktır. Eğer duygularınızı hissedemezseniz, eğer onlarla bağlantınız kesilmişse en sonunda onları fiziksel düzeyde bir hastalık ya da hastalık belirtisi olarak deneyimlersiniz.
Eğer zihninizi gerçekten tanımak istiyorsanız beden size daima doğru bir yansıma verecektir, bu yüzden duyguya bakmanız ya da onu bedeninizde hissetmeniz gerekir. Eğer ikisi arasında belirgin bir çatışma varsa, düşünce yalanı duygu ise gerçeği söylüyor demektir. Bu kim olduğunuzla ilgili en yüksek gerçek değil, o sıradaki ruh halinizle ilgili görece gerçektir. Yüzeydeki düşüncelerle, bilinçsiz zihinsel süreçler arasında çatışma çok görülen bir durumdur. Bilinçsiz zihin faaliyetinizi düşünceler olarak fark edemeyebilirsiniz, ama o daima bedene bir duygu olarak yansıyacaktır ve bunu fark edebilirsiniz. Bir duyguyu bu şekilde izlemek, bir düşünceyi dinlemek ya da izlemekle aynı şeydir. Aradaki tek fark, düşünce kafanızda bulunurken duygunun güçlü bir fiziksel unsura sahip olması ve öncelikle bedende hissedilmesidir. O zaman onun tarafından yönetilmeden duygunun orada bulunmasına izin verebilirsiniz. Siz artık duygu değilsinizdir, izleyen, gözlemleyen varlıksınızdır. Eğer bunu uygularsanız bilinçsiz olan her şey bilincin ışığına çıkacaktır. Eğer bir duygu mevcut değilse dikkatinizi daha derinlere, bedeninizin içsel enerji alanına yöneltin, o Varlığa açılan kapıdır.
Benlik duygunuzu zihinle özdeşleşmekten, yani egodan almaktan vazgeçene dek acıdan kurtulamazsınız. Egoyla özdeşleşmeyi bıraktığınızda zihin iktidardan düşer ve Varlık gerçek doğanız olarak kendini açığa vurur. Kendinizi zihnin egemenliğinden kurtarana dek sevgi, sevinç ve huzur büyüyüp gelişemez. Onlar duygu değildir, duygunun ötesinde çok derin düzeydeki şeylerdir. Sevgi, sevinç ve huzur Varlığın derin halleridir, bu yüzden zıtları yoktur. Oysa diğer duygular ikilikçi zihnin parçası olduklarından zıtlar yasasına tabidirler. Bu basit olarak iyi olmadan kötüye sahip olamayacağınız anlamına gelir. Aydınlanmamış zihinle özdeşleştiğinizde bazen sevinç olarak adlandırdığınız şey çoğu kere sürekli değişen acı-haz döngüsünün kısa süren haz bölümüdür. Haz daima dışınızdaki bir şeyden alınır, oysa sevinç içinizden yükselir. Bugün size haz veren şey yarın acı verebilir. Çoğunlukla sevgi olarak görülen şey bir süre haz verici olabilir, ama ona bağımlı olduğunuzda bir anda zıddına dönüşebilir. Bu yüzden birçok sevgi ilişkisi başlangıçtaki esrime hali geçtikten sonra sevgiyle nefret, çekimle saldırı arasında gider gelir.
Tüm arzular, zihnin, Varlığın sevinci yerine dışsal şeylerde ya da gelecekte kurtuluş ve doyum aramasıdır. Zihin olduğunuz sürece arzular, gereksinimler, bağlılık ve nefretlersiniz, onlardan ayrı bir Ben’iniz yoktur. O hal içindeyken özgürleşme ve aydınlanma arzunuz bile gelecekte doyum bulacak ya da gerçekleşecek bir başka arzudur. Bu yüzden arzudan kurtulmuş hale gelmeye ya da aydınlanmaya çalışmayın. An’da var olun, orada zihnin gözlemcisi olarak bulunun.
İnsanlar inayet halinden düştükleri, (cennetten kovuldukları) zaman ve zihin alemine girdikleri ve varlığın farkındalığını yitirdikleri günden beri, yani binlerce yıldır acının pençesinde kıvranmışlar, kendilerini yabancı bir evrende Kaynak’tan kopmuş haldeki anlamsız parçalar olarak algılamaya başlamışlardır. Zihninizle özdeşleştiğiniz sürece acı kaçınılmazdır. Ben aslında fiziksel acının ve hastalığın da ana nedeni olan duygusal acıdan söz ediyorum. İçerleme, nefret, kendine acıma, suçluluk duygusu, öfke, depresyon, kıskançlık ve en hafif sinirlenme bile bir acı biçimidir. Her haz ya da duygusal yücelik içinde ayrılmaz zıddını ve zamanla tezahür edecek acının tohumlarını taşır. Kafayı bulmak için uyuşturucu kullanan herkes, o anda duyulan hazzın sonunda acıya dönüşeceğini bilir. (Sayfa: 32-51)

BİLİNÇLİLİK : ACIDAN KURTULUŞ YOLU

İnsanın çektiği acının büyük bölümü gereksizdir. Zihin hayatınızı yönettiği sürece acıyı yaratırsınız. Yarattığınız acı daima olanı kabullenmemekten, olana bilinçsiz biçimde direnmekten kaynaklanır. Direnme düşünce düzeyinde bir yargı biçimi, duygusal düzeyde ise bir olumsuzluk biçimidir. Acının yoğunluğu şimdiki an’a direnmenin derecesine ve zihninizle ne kadar özdeşleştiğinize bağlıdır. Zihin daima şimdiyi yadsımaya ve ondan kaçmaya çalışır. Başka bir deyişle, zihninizle ne kadar çok özdeşleşirseniz o kadar çok acı çekersiniz. Şimdiyi ne kadar çok onurlandırır ve kabul ederseniz acıdan ve egosal zihinden o kadar çabuk kurtulursunuz.
Zihin neden şimdiyi yadsıma ya da ona direnme alışkanlığındadır? Çünkü o geçmiş ve gelecek zaman olmadan işlev yapamaz, kontrolü elinde tutamaz. Zamansız ve sonsuz şimdiyi bir tehdit olarak algılar, zaman ve zihin aslında birbirlerinden ayrılmazlar. Bir an için dünyanın insan yaşamından yoksun olduğunu, sadece bitkilerin ve hayvanların yaşadığını hayal edin. Sizce dünya hala bir geçmişe ve geleceğe sahip olur muydu? Bu durumda zamandan söz edebilir miydik? Eğer orada “saat kaç? ” ya da “bugün günlerden ne? ” diye soracak biri yoksa bu sorular anlamsız olmaz mıydı? Meşe ağacı ya da kartal bu tür sorular karşısında şaşkınlığa düşerdi!
Şimdi’nin gücüne erişemediğiniz sürece deneyimlediğiniz her duygusal acı geride bir acı tortusu bırakır, geçmişin acısıyla da birleşerek zihninize ve bedeninize yerleşir. Bu birikmiş acı zihninizi ve bedeninizi işgal eden olumsuz bir enerji alanıdır, adeta kendi başına bir varlık gibidir, o yarattığınız duygusal acı bedenidir. Eğer acı bedeni geçmişinizden kaynaklanan bir acı kalıbıyla rezonanstaysa onu her şey aktive edebilir. Bazı acı bedenleri çevresindeki insanlara saldırırken bazıları size, yani ev sahibine saldırabilir. O zaman duygu ve düşünceleriniz son derece olumsuz ve yıkıcı hale gelebilir, hastalık ve kazalar çoğunlukla bu şekilde yaratılır, bazı acı bedenleri ev sahiplerini intihara bile sürükler.
Egonun karanlık bir gölgesi olan acı bedeni aslında bilincinizin ışığından ve keşfedilmekten korkar. Varlığını sürdürmesi onunla bilinçsizce özdeşleşmenize ve acıyla yüzleşme konusundaki korkunuza bağlıdır. Eğer yüzleşmez, eğer bilincinizin ışığını acıya yöneltmezseniz onu tekrar tekrar yaşamaya zorlanırsınız. Acı bedeni tehlikeli bir canavar gibi görünebilir, ama sizi temin ederim ki asılsız bir hayalettir o! Acı bedeni dediğiniz şey, zihinle özdeşleşme süreci sonunda genel enerji alanınızdan ayrılıp geçici olarak özerk hale gelen kapana kısılmış yaşam enerjisidir. Bu enerji kendi kuyruğunu kemirmeye çalışan bir hayvan gibi kendi üzerine kapanmış ve yaşamınızı tehdit eder hale gelmiştir. Uygarlığımızın neden bu kadar yıkıcı hale geldiğini bir düşünün! Nasıl karanlıkla savaşamazsanız acı bedeniyle de savaşamazsınız. Bunu yapmaya çalışmak bir içsel çatışma ve daha fazla acı yaratır. Onu izlemek, gözlemlemek yeterlidir.
Psikolojik korku hali herhangi ani ve somut bir tehlikeyle ilişkili değildir, huzursuzluk, endişe, sinirlilik, gerilim, korku gibi birçok şekilde gelebilir. Bu tür psikolojik korku şu anda olan bir şeyden değil olabilecek bir şeyden ve düşünceden kaynaklanır. Zihniniz gelecekteyken siz şimdi buradasınız, bu bir endişe aralığı yaratır. Eğer zihninizle özdeşleşmiş, şimdinin gücü ve sadeliğiyle temasınızı yitirmişseniz bu endişe aralığı değişmez refakatçiniz olur. Daima şimdiyle başa çıkabilirsiniz, ama bir zihin projeksiyonu olan şeyle başa çıkamazsınız, gelecekle başa çıkamazsınız!
Duygunun bedeninizin zihninize gösterdiği tepki olduğunu hatırlayın. Beden sürekli olarak egodan, sahte zihin ürünü benlikten hangi mesajı almaktadır? Tehlike, ben tehdit altındayım! Bu mesaj tarafından üretilen duygu nedir? Elbette korku. Korkunun görünüşte birçok nedeni vardır, kaybetme korkusu, başarısızlık korkusu, incinme korkusu vs. Ama nihai olarak tüm korku egonun ölüm, yani yok olma korkusudur. Egoya göre ölüm daima köşe başında beklemektedir. Zihinle özdeşleşme hali içindeyseniz ölüm korkusu yaşamınızın her veçhesini etkiler. Örneğin bir tartışmada haklı çıkmak, özdeşleştiğiniz zihinsel pozisyonu savunmak gibi görünüşte önemsiz ve normal bir gereksinim bile ölüm korkusundan kaynaklanır. Eğer zihinsel bir pozisyonla özdeşleşir sonra da haksız çıkarsanız, zihne dayalı benlik duygunuz ciddi biçimde yok olma tehdidi hisseder. Böylece ego olarak haksız çıkmayı, yanılıyor olmayı kaldıramazsınız, haksız çıkmak ölmektir. Bunun uğruna savaşlar yapılmış ve sayısız ilişki bozulmuştur.
Bir kez zihninizle özdeşleşmeyi bıraktığınızda haklı ya da haksız olmanız benlik duygunuz için hiçbir fark yaratmaz. Haklı çıkmak, duyduğunuz o zorlayıcı o çok bilinçsiz gereksinim artık var olmayacaktır. Bu durumda ne hissettiğinizi ya da düşündüğünüzü açıkça ve kararlı bir biçimde belirtebilir, ama saldırgan ya da savunmacı bir tutuma girmezsiniz, çünkü benlik duygunuzu zihinden değil içinizdeki daha derin ve gerçek bir yerden almaktasınızdır. İçinizdeki her türlü savunma güdüsüne dikkat edin, neyi savunuyorsunuz? İllüzyoni bir kimliği, zihninizdeki bir imajı, hayali bir varlığı! Bu kalıbı bilinçlendirerek, ona tanık olarak kalıpla özdeşleşmeyi bırakırsınız, o zaman bilincinizin ışığında bilinçsiz kalıp hızla eriyip yok olacaktır. Bu, ilişkileri kemirip aşındıran tüm tartışmaların ve güç oyunlarının sonudur. Başkaları üzerinde güce sahip olmaya çalışmak güç kılığına bürünmüş zayıflıktır. Gerçek güç içimizdedir, ona şimdi ulaşabiliriz.
Egosal zihnin ayrılmaz bir parçası olan duygusal acının bir başka veçhesi de derinlere gömülü bir yoksunluk, bir eksiklik, bir bütün olamama duygusudur. Bazı insanlarda bu bilinçli, bazılarında ise bilinçsizdir. Eğer bilinçliyse tedirginlik ve değerli olmadığını ya da yeterince iyi olmadığını hissetme şeklinde tezahür eder. Eğer bilinçsizse şiddetli bir arzu ve ihtiyaç olarak hissedilir. Her iki durumda da insanlar içlerinde hissettikleri bu boşluğu doldurmak için doyumun ve özdeşleşilecek şeylerin peşine düşerler. Böylece kendilerini iyi hissetmek için mal mülk, para, başarı, şöhret ya da özel bir ilişki uğrunda çabalayıp dururlar. Ama bunlara sahip olduktan sonra bile içlerindeki boşluğun hala orada olduğunu, aslında boşluğun dipsiz bir kuyu olduğunu anlarlar. O zaman başları gerçekten derttedir, çünkü artık kendilerini aldatamazlar. Eh, aldatabilirler de, ama giderek bunu yapmaları iyice zorlaşır.
Egosal zihin yaşamınızı yönettiği sürece rahat ve huzur içinde olamazsınız. İstediğiniz şeyi elde ettiğiniz, bir arzunuzu doyuma uğrattığınız o kısa süreler dışında doyum içinde olamazsınız. Ego dışsal şeylerden alınan bir benlik duygusu olduğu için dışsal şeylerle özdeşleşmeye ihtiyaç duyar. En yaygın ego özdeşleşmeleri mal mülk, iş, toplumsal statü, itibar, bilgi, eğitim, fiziksel görünüm, özel yetenek, kişisel ve ailesel geçmiş, inanç sistemleri, millici ve ırkçı eğilim gibi şeylerdir. Bunların hiçbiri “siz” değilsiniz, er geç onları bırakmak zorunda kalacaksınız. Bunu en geç ölümün yaklaştığı günlerde anlayacaksınız. Ölüm, siz olmayan her şeyin soyulup gitmesidir. Yaşamın sırrı “ölmeden önce ölmek” ve ölüm diye bir şeyin olmadığını bilmektir. (Sayfa: 53-66)

ŞİMDİ’YE DERİN BİÇİMDE GİRMEK

Zihnin sorunları zihin düzeyinde çözülemez. Bir kez temel işlev bozukluğunu anladığınızda öğrenmeniz ya da anlamanız gereken başka bir şey yoktur. Zihnin karmaşıklığını incelemek sizi iyi bir psikolog yapabilir, ama bunu yapmak tıpkı deliliğin incelenmesinin akıllılığı yaratmaya yetmediği gibi sizi zihnin ötesine götürmeyecektir. Bilinçsizlik halinin temel işleyiş biçimini zaten anladınız, bu zihinle özdeşleşmektir. Özdeşleşme sahte benliği, yani egoyu yaratır ve onu Varlık’ta köklenen gerçek benliğinizin yerine geçirir. O zaman İsa’nın dediği gibi “üzüm asmasından koparılmış bir dal” haline gelirsiniz. Zihin kendi başına işlev bozukluğuna sahip değildir, o olağanüstü bir alettir. İşlev bozukluğu kendinizi zihinde aradığınızda, onu gerçek benliğinizle karıştırdığınızda başlar. O zaman egosal zihin haline gelir ve tüm yaşamınızı ele geçirir.
Zihinle özdeşleşmekten kurtulmanın anahtarı zaman illüzyonunu sona erdirmektir. Zaman ve zihin birbirinden ayrılmaz, zihinden zamanı ayırırsanız zihin durur, onu kullanmayı seçmedikçe de öyle kalır. Zihinle özdeşleşmeniz zamanın kapanına kısılmanız anlamına gelir. Bu neredeyse yalnızca bellek ve beklentiyle yaşamaya zorlanmaktır. Bu, zihninizin geçmiş ve gelecekle sonu gelmez bir şekilde meşgul olmasına ve şimdiki an’ı kabullenme ve onun olmasına izin verme konusunda isteksizliğe yol açar. Bu zorlanma, bu dürtü, geçmiş size bir kimlik verdiği gelecek de bir kurtuluş, bir doyum vaat ettiği için ortaya çıkar. Bunların her ikisi de illüzyondur.
Zaman hiç de sandığınız kadar değerli bir şey değildir, çünkü bir illüzyondur. Değerli olan zaman değil, zamanın dışındaki tek noktadır. Şimdi! Gerçekten değerli olan şimdi’dir. Neden değerlidir? Birincisi o tek şeydir, var olan her şeydir. Ebedi şimdiki an içinde tüm yaşamınızın geliştiği yerdir, değişmez tek etkendir. Yaşam şimdidir, yaşamın şimdi olmadığı bir zaman asla olmamıştır ve olmayacaktır. İkincisi, şimdi sizi zihnin sınırlarının ötesine götürebilecek tek noktadır, sonsuz ve formsuz varlık alemine tek giriş noktanızdır.
Geçmiş olarak düşündüğünüz şey eski şimdinin zihinde depolanmış anısıdır. Geçmişi hatırladığınızda bir anıyı yeniden canlandırırsınız ve bunu şimdi yaparsınız. Gelecek ise hayal edilen şimdi’dir, zihnin bir projeksiyonudur. Gelecek geldiğinde şimdi olarak gelir, gelecek hakkında düşündüğünüzde bunu şimdi yaparsınız. Geçmiş ve gelecek aşikar biçimde kendi başına bir realiteye, bir gerçekliğe sahip değildir. Tıpkı Ay’ın kendi başına bir ışığa sahip olmayıp sadece Güneşin ışığını yansıtması gibi, geçmiş ve gelecek de sadece ebedi şimdi’nin ışığının, gücünün ve realitesinin solgun yansımalarıdır. Onların realitesi şimdi’den ödünç alınmıştır. Söylediğim şeylerin özü zihin tarafından anlaşılamaz. Onu kavradığınız anda zihinden Varlık haline, zamandan an’da mevcudiyete doğru bir bilinç değişimi olur. Şimdi’de, yani zamanın yokluğunda tüm sorunlarınız ortadan kalkar. Istırabın ise zamana ihtiyacı vardır, o şimdi’de varlığını sürdüremez!
Zen felsefesinin tüm özü şimdi’nin bıçak sırtındaki yürüyüşünden oluşur. Büyük Zen üstadı Rinzai öğrencilerinin dikkatini zamandan uzaklaştırmak için sık sık parmağını havaya kaldırarak şöyle sorardı: “Şu anda eksik olan nedir?” Bu zihin düzeyinde yanıtı gerektirmeyen güçlü bir soruydu ve dikkatleri şimdi’ye çekmek için tasarlanmıştı. Zen geleneğinde benzer bir soru da şudur: “Eğer şimdi değilse ne zaman?” Öte yandan İslam’ın mistik kolu olan Sufizm (tasavvuf) öğretisinin temelini de şimdi oluşturmaktadır. “Sufi an’ın çocuğudur” özdeyişi şimdiye verilen değeri vurgular. Sufizmin büyük şairi Mevlana Celaleddin-i Rumi şöyle der: “Geçmiş ve gelecek Tanrıyı gözümüzden saklar, her ikisini de ateşe atıp yakın.” 13. yüzyılın mistik öğretmeni Eckhart ise şöyle demişti: “Zaman ışığın bize ulaşmasını engelleyen şeydir. Tanrıyla aramızda zamandan daha büyük bir engel yoktur.”
Eğer şimdi’ye direkt olarak girmekte zorlanıyorsanız, işe zihninizin alışkanlık haline getirdiği şimdi’den kaçma eğilimini gözlemleyerek başlayın. O zaman geleceğin genelde şimdiki an’dan daha iyi ya da daha kötü olarak hayal edildiğini gözlemleyeceksiniz. Eğer hayal edilen gelecek daha iyiyse bu size umut ya da zevkli bir beklenti verir. Eğer daha kötüyse endişe yaratır, her ikisi de illüzyondur. Kendinizi gözlemleme yoluyla otomatik olarak yaşamınızda daha fazla mevcut olmaya başlarsınız. Kendi tepkilerinizle ilgilenin, ayrıca dikkatinizin ne kadar sık biçimde geçmişte veya gelecekte odaklandığına dikkat edin. Gözlemlediğiniz şeyi yargılamayın ya da analiz etmeyin. Düşünceyi izleyin, duyguyu hissedin, tepkiyi gözlemleyin, onlardan kişisel bir sorun çıkarmayın. O zaman gözlemlediğiniz bu şeylerden daha güçlü bir şeyi hissedeceksiniz, zihninizin içeriğinin ardındaki sessiz ve gözlemleyen mevcudiyeti, sessiz izleyiciyi!
Zihinle özdeşleşme ona daha fazla enerji verir, zihni gözlemleme ise ondan enerji çeker. Zihinle özdeşleşme daha fazla zaman yaratır, zihni gözlemleme zamansız ve sonsuz boyutu açar. Zihinden çekilen enerji mevcudiyete dönüşür. Bir kez mevcut olmanın ne anlama geldiğini hissedebildiğinizde, zamana pratik nedenlerden ötürü ihtiyaç olmadığında, zaman boyutunun dışına çıkmayı seçmek ve şimdi’ye daha derin bir biçimde girmek çok daha kolay olacaktır. Bu, pratik nedenlerden ötürü başvurmanız gerektiğinde zamanı (geçmiş ya da geleceği) ve zihninizi kullanma yeteneğinizi azaltmaz, aksine güçlendirir. Zihninizi kullandığınızda o daha keskin, daha odaklanmış olacaktır.
Zamanı yaşamınızın pratik veçhelerinde kullanmayı öğrenin, biz ona saat-zamanı diyoruz. Ama pratik sorunları hallettiğinizde hemen şimdiki an’ın farkındalığına dönün. Bu yolla, geçmişle özdeşleşmek ve geleceğe sürekli projeksiyon yapmak anlamına gelen psikolojik-zamanın birikimini önlemiş olursunuz. Geçmişe ve geleceğe başvurmadan yapamayacağınız pratik yaşam alanında bile “şimdi” esas etkendir. Geçmişteki herhangi bir ders bir konuyla ilgili hale geldiğinde “şimdi” uygulanır. Herhangi bir planlama ve belli bir hedefe ulaşma için çalışma “şimdi” yapılır. Aydınlanmış insanın esas dikkat odağı daima şimdi’dir, ama o çevresel olarak hala zamanın farkındadır. Başka bir deyişle saat-zamanını kullanmayı sürdürür, ama psikolojik-zamandan özgürdür.
Eğer kendiniz için daha fazla acı yaratmazsanız başkaları için de fazla acı yaratmazsınız. O zaman güzelim dünyayı, içsel yerinizi ve ortak insan psişesini de sorun yaratmanın olumsuzluğuyla kirletmezsiniz. Eğer bir ölüm kalım durumunda, öylesine acil bir durumda kalmışsanız bunun bir sorun olmadığını bilirsiniz. Bu durumda zihin gezinip onu sorun haline getirecek zamanı bulamamıştır. Gerçek bir acil durumda zihin durur ve şimdi’de tümüyle mevcut hale gelirsiniz. Son derece güçlü bir şey idareyi ele geçirir, işte bu yüzden sıradan insanların birdenbire son derece cesur eylemlerde bulunduğu durumlar yaşanır. Herhangi acil bir durumda ya sağ kalırsınız ya da kalamazsınız, her iki durumda da bu sorun değildir. Şimdi’de hiçbir sorun olmadığı gibi, hiçbir korku da yoktur.
Zamana bağlı bilinç tarzı insan psişesine derin bir biçimde gömülüdür. Ama bizim burada yaptığımız şey dünyanın ortak bilincinde meydana gelen çok derin bir değişim dönüşümün parçasıdır. Bu bilincin madde, form ve ayrılık rüyasından uyanışıdır, zamanın sona erişidir. Biz binlerce yıl insan yaşamına hükmetmiş zihin kalıplarını kırıyoruz, geniş ölçekte akla hayale sığmaz ıstırap yaratmış zihin kalıplarını! Kötü sözcüğünü kullanmıyorum, onu bilinçsizlik ya da delilik olarak adlandırmak daha doğru! (Sayfa: 67-87)

ZİHNİN ŞİMDİ’DEN KAÇMA STRATEJİLERİ

Herhangi bir eylem çoğunlukla eylemsizlikten daha iyidir, özellikle uzun süre mutsuz bir duruma saplanıp kalmışsanız. Eğer o eylem bir hataysa en azından bir şey öğrenmiş olursunuz, böylece o artık hata olmaktan çıkar. Eğer öylece saplanıp kalırsanız hiçbir şey öğrenemezsiniz. Korku eyleme geçmenizi engelliyor mu? Korkuyu kabul ve tasdik edin, onu izleyin, dikkatinizi ona verin, onunla tümüyle var olun. Böyle yapmak korkuyla düşünceniz arasındaki bağı keser. Korkunun zihninize yükselmesine izin vermeyin, şimdi’nin gücünü kullanın, korku ona üstün gelemez.
Eğer şimdi’nizi değiştirmek için yapabileceğiniz bir şey gerçekten yoksa ve o durumdan uzaklaşamıyorsanız tüm içsel direnci bırakarak şimdi’nizi tümüyle kabul edin. O zaman mutsuzluk ve içerleme hissetmekten, kendine acımaktan hoşlanan sahte benlik varlığını sürdüremez. Buna teslimiyet denir, teslimiyet zayıflık değildir, içinde büyük bir güç vardır. Sadece teslim olmuş bir insan ruhsal güce sahiptir. Teslimiyet yoluyla durumdan içsel olarak özgür olursunuz, durumun bir çaba göstermenize gerek kalmadan değiştiğini görebilirsiniz. Her iki durumda da özgürsünüzdür.
Beklemek zihinsel bir haldir. Temelde geleceği istediğiniz, şimdiyi istemediğiniz anlamına gelir. Elde ettiğiniz şeyi istememekte, elde etmediğiniz şeyi istemektesinizdir. Bu içsel bir çatışma yaratarak şimdiyi yitirmenize ve yaşam kalitenizi büyük ölçüde düşürmenize yol açar. Yaşamınızı iyileştirmeye çalışmanızda yanlış bir şey yoktur, yaşam durumunuzu düzeltebilirsiniz, ama yaşamınızı düzeltemezsiniz. Yaşam esas olandır, yaşam en derin içsel varlığınızdır, o zaten bütündür, tamamdır, kusursuzdur. Yaşam durumunuzsa koşullarınızdan ve deneyimlerinizden oluşur. Hedefler belirleyip onlara ulaşmaya çalışmakta yanlış bir şey yoktur, yanlış olan bunu yaşam duygusunun ve Varlığın yerine geçirmektir. Varlığa tek giriş noktası şimdi’dir, siz o yanlışı yaptığınızda yapının temeline hiç dikkat etmeyen, ama üst yapı üzerinde çok zaman harcayan bir mimar olursunuz.
Yaşam yolculuğunuzun bir dışsal bir de içsel amacı vardır. Dışsal amaç hedefinize ya da gideceğiniz yere ulaşmak, giriştiğiniz işi başarmak, şunu ya da bunu elde etmekle ilgilidir. Dışsal amaç yatay uzay ve zaman boyutuna aittir, içsel amaçsa Varlığınızın zamansız ve sonsuz şimdi’nin dikey boyutunda derinleşmesiyle ilgilidir. Dışsal yolculuğunuz bir milyon adım içerebilir, içsel yolculuğunuzsa sadece bir adım içerir, şu anda attığınız adım! Bu tek adımın daha derin biçimde farkında olurken, onun gidilecek yeri ve tüm diğer adımları zaten içerdiğini de bilirsiniz. Dışsal amacınızda tamamen başarısız olup içsel amacınızı tümüyle başarmak da mümkündür, ama bunun tersi de pekala mümkündür, aslında tersi daha sık görülen bir şeydir, dışsal zenginlik ve içsel yoksulluk, yani İsa’nın dediği gibi “dünyayı kazanıp ruhunu kaybetmek!” Kuşkusuz nihai olarak her dışsal amaç er ya da geç başarısızlığa mahkumdur, çünkü o her şeyin geçiciliği yasasına tabidir. Dışsal amacınızın kalıcı bir doyum veremeyeceğini ne kadar çabuk idrak ederseniz o kadar iyi olur.
Geçmişi anlamak ya da ondan kurtulmak için daha fazla zamana ihtiyaç duyduğunuzu, başka bir deyişle geleceğin sizi eninde sonunda geçmişten kurtaracağını düşünebilirsiniz. Bu bir illüzyondur, sadece şimdi sizi geçmişten kurtarabilir. Daha fazla zaman sizi zamandan kurtaramaz, şimdi’nin gücüne ulaşın, anahtar budur! Peki şimdi nedir? O, bilincinizin düşünce formlarından kurtulmasından başka bir şey değildir. Geçmişe daha fazla dikkat verdikçe onu daha fazla güçlendirirsiniz ve ondan bir benlik yaratma olasılığınız artar. (Sayfa: 103-111)

MEVCUDİYET HALİ

Mevcudiyet (Varlık) hakkında düşünemezsiniz, zihin onu kavrayamaz. Mevcudiyeti anlamak mevcut olmaktır. Yoğun bir mevcudiyet hali içinde olduğunuz sürece düşünceden özgürsünüzdür. Sessiz, hareketsiz, ama son derece tetiksinizdir. Bilinçli dikkatiniz belli bir düzeyin altına düştüğü anda düşünce hücum eder, zihinsel gürültü tekrar başlar ve sessizlik yitirilir, yine zamana geri dönmüşsünüzdür.
Kendi içinizde köklenmek, tamamen bedeninizde bulunmak anlamına gelir. Dikkatinizin bir kısmının daima bedeninizin içsel enerji alanında bulunması, bedeni içten doğru hissetmek anlamına gelir. Beden farkındalığı sizi mevcut tutar, şimdi’ye demirler. O haldeyken tüm dikkatiniz şimdi’de bulunur, hayal kurmaya, düşünmeye, hatırlamaya ve beklemeye harcanacak bir dikkat yoktur. O hal içinde hiçbir gerilim ve korku yoktur, sadece uyanık ve tetik bir mevcudiyet vardır. Tüm Varlığınızla, bedeninizin her hücresiyle orada mevcutsunuzdur. O hal içinde bir geçmişe ve bir geleceğe sahip kişilik varlığını sürdüremez. Bununla birlikte değerli hiçbir şey yitirilmemiştir, aslında eskisine kıyasla çok daha tam bir biçimde kendinizsinizdir. Daha doğrusu ancak şimdi gerçekten kendiniz olabilirsiniz.
Varlığın bilincine vardığınızda olan şey, Varlığın kendisinin bilincine varmasıdır. Varlık kendisinin bilincinde olduğunda bu mevcudiyettir. Varlık, bilinç ve yaşam eşanlamlı olduğu için, mevcudiyetin, bilincin kendisinin bilincine varması ya da yaşamın kendisinin bilincine varması anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Sözlere bağlanmayın ve bunu anlamak için çaba göstermeyin. An’da mevcut olabilmeniz için anlamanız gereken hiçbir şey yoktur.
İncil’de Tanrı şöyle der: “Ben Alfa ve Omega’yım, ben yaşayan Varlığım.” Tanrının bulunduğu, sizin de yuvanız olan zamansız ve sonsuz alemde başlangıç ve son, Alfa ve Omega birdir.Var olan her şeyin özü ebediyen Tezahür Etmemiş Bir’lik ve mükemmellik hali içinde mevcuttur. Bu insan zihninin hayal edebileceği ya da kavrayabileceği her şeyin ötesindedir. Var olan her şey Varlığa, Tanrı özüne ve belli bir derecede bilince sahiptir. Bir taş bile ilkel bir bilince sahiptir, aksi takdirde var olamaz, atomları ve molekülleri dağılırdı. Her şey canlıdır, Güneş, Dünya, bitkiler, hayvanlar, insanlar hepsi değişik derecedeki bilincin ifadesidir, form olarak tezahür etmiş bilinçtir. Bilinç şekil ve form aldığında dünya ortaya çıkar. Gezegende bulunan milyonlarca yaşam formuna bakın, bu formlar milyonlarca kez kopyalanmış ve üremiştir. Hangi amaçla? Birisi ya da bir şey formla bir oyun mu oynamaktadır?
Bilinç formlar kılığına bürünür, bir an gelir bu formlar bilincin kendini onların içinde tamamen yitireceği bir karmaşıklığa erişirler. Günümüz insanlarında bilinç tümüyle büründüğü kılıkla özdeşleşmiştir, kendini sadece form olarak bilir, fiziksel ya da psikolojik formunun yok olacağı korkusuyla yaşar. Bu egosal zihindir, önemli bir işlev bozukluğu da işte burada başlar. Sanki evrim çizgisinde bir yerlerde bir şeyler ters gitmiş gibi görünür, ama bu bile ilahi oyunun bir parçasıdır. En sonunda bu sözde işlev bozukluğunun yarattığı ıstırabın baskısı, bilinci formla özdeşleşmeyi bırakmaya zorlar ve onu form rüyasından uyandırır. Böylece öz benlik bilincini tekrar kazanır, ama bilinç şimdi onu yitirdiği zamana kıyasla çok daha derin bir düzeydedir.
Zihninizi izlediğiniz her seferinde bilinci zihin formlarından geri çeker, ona tekrar sahip çıkarsınız. Bu durumda bilinç izleyici ya da tanıktır. Sonunda izleyici daha güçlü, zihinsel oluşumlarsa daha zayıf hale gelir. Zihni izlemekten söz ederken aslında kozmik öneme sahip bir olayı kişiselleştiriyoruz. Sizin vasıtanızla bilinç formla özdeşleşme rüyasından uyanır ve formdan geri çekilir. Bu kronolojik zamana göre büyük olasılıkla uzak gelecekteki bir olayın habercisi ve şimdiden onun bir parçasıdır. Bu olaya “dünyanın sonu” denir.
İnsanların büyük çoğunluğu hala egosal bilinç tarzının pençesindedir, zihinleriyle özdeşleştikleri için onun tarafından yönetilmektedir. Eğer kendilerini zamandaki zihinlerinden kurtaramazlarsa yine onun tarafından yok edileceklerdir. Onlar giderek daha fazla karmaşa, çatışma, şiddet, hastalık, çaresizlik ve delilik yaşayacaklar. Egosal zihin batan bir gemi haline gelmiştir, eğer gemiyi terk etmezseniz onunla birlikte batarsınız. Ortak egosal zihin dünyadaki en tehlikeli ve yıkıcı varlıktır. Eğer insan bilinci değişmeden kalırsa gezegende ne olacağını sanıyorsunuz?
Mesih’in ikinci gelişi İsa’nın geri gelişi değil, insan bilincinin değişim dönüşümüdür. Bu, zamandan Varlık’a, düşünceden saf bilince geçiştir. Eğer Mesih yarın bedeniyle geri dönecek olsaydı size şundan başka ne diyebilirdi ki: “Ben Gerçeğim. Ben mevcudiyetim. Ben ebedi yaşamım. Ben içinizdeyim. Ben buradayım. Ben şimdi’yim.” Mesihi kişiselleştirmeyin, onu bir form kimliği haline getirmeyin. Egolar daha büyük egolara çekilirler. Karanlık ışığı görüp tanıyamaz, sadece ışık ışığı görüp tanıyabilir. Öyleyse ışığın dışınızda olduğuna ya da belli bir formla gelebileceğine inanmayın. Eğer sadece üstadınız Tanrının bir enkarnasyonu ise siz kimsiniz? Her türlü dışlama formla özdeşleşmedir, formla özdeşleşme ne kadar iyi kılık değiştirmiş olursa olsun ego anlamına gelir. Üstadın mevcudiyetini, ismin ve formun ötesindeki kimliğinizi geri yansıtmak, kendinizi daha yoğun biçimde mevcut hale getirmek için kullanın. Çok geçmeden mevcudiyette hiçbir “benim” ya da “senin” olmadığını idrak edeceksiniz. Mevcudiyet Bir’dir! (Sayfa: 113-125)

İÇSEL BEDEN

Varlığı anlamaya çalışmayın, zihin onu daima küçük bir kutuya sıkıştırıp üzerine bir etiket yapıştırmaya çalışacaktır. Bunu yapmak mümkün değildir, çünkü o bir bilgi nesnesi haline gelemez. Varlıkta özne ve nesne birleşip bir olur. Varlık ismin ve formun ötesindeki daima mevcut Ben’im olarak hissedilebilir. Ben’im olduğunuzu hissetmeniz ve bilmeniz, derin biçimde köklenmiş halde kalmanız aydınlanmadır. Sizi kurtaracak gerçek odur.
Tüm dikkatinizi zihniniz aldığı sürece Varlıkla bağınız kesilir, bu gerçekleştiğinde bedeninizde değilsinizdir. Zihin tüm bilincinizi emer ve onu zihin malzemesine dönüştürür. Bu yüzden düşünmeyi durduramazsınız, kesintisiz biçimde düşünme bir hastalık haline gelmiştir. O zaman tüm kimlik duygunuzu zihin faaliyetinden alırsınız. Kimliğiniz artık Varlıkta köklenmediği için incinmeye açık ve daima muhtaç zihinsel bir yapı haline gelir. Bu durumda yaşamınızda gerçekten önemli bir şey eksiktir, daha derin benliğinizin görünmez ve yok edilemez farkındalığı. İçsel beden, form kimliğinizle öz kimliğiniz, yani gerçek doğanız arasındaki eşikte yatar.
Gerçek şu ki şimdiye dek hiç kimse bedeni yadsıyarak, ona karşı çıkarak ya da beden dışı bir deneyimde bulunarak aydınlanmamıştır. Beden dışı deneyim çok çekici olabilir ve fiziksel formdan kurtuluş halini kısa bir süre için hissettirebilir, ama sonunda esas değişim dönüşüm işinin yer aldığı bedene dönmek zorundasınız. Değişim dönüşüm beden yoluyla olur, onsuz değil. İşte bu yüzden hiçbir gerçek üstat asla bedenle savaşmayı ve onu terk etmeyi savunmamıştır, çünkü tüm spiritüel öğretiler aynı Kaynaktan çıkar. Bu anlamda, birçok farklı formda tezahür eden tek bir üstat vardır, bu daima böyle olmuştur. Bir kez içinizdeki Kaynağa eriştiğinizde üstat olursunuz, ona ancak içsel beden yoluyla ulaşabilirsiniz.
Zihin Varlıkla teması yitirdiğinden, ayrılığa illüzyoni inancının bir kanıtı olarak korku halini mazur göstermek için bedeni yaratır. Ama bedeninize sırt çevirmeyin, çünkü o geçicilik, sınırlılık ve ölüm simgesi içinde asli ve ölümsüz realitenizin ihtişamı gizlidir. Gerçeği ararken dikkatinizi başka yere yöneltmeyin, çünkü o bedeninizden başka yerde bulunamaz. Bedenle savaşmayın, çünkü böyle yaptığınızda kendi realitenizle savaşıyorsunuz demektir. Siz bedeninizsiniz, görüp dokunabildiğiniz beden sadece ince bir illüzyoni perdedir. Onun altında görünmez içsel beden bulunur, o yolla Varlığa, Tezahür Etmemiş, doğumsuz, ölümsüz ve ebediyen var olan Bir Yaşama bağlısınız, içsel beden yoluyla ebediyen Tanrıyla birsiniz.
İçsel bedenle kalıcı bir bağlantı içinde olmak onu her zaman hissetmek demektir. Bu bağlantı hızla derinleşecek ve yaşamınızı dönüşüme uğratacaktır. Bilincinizi içsel bedene daha fazla yönelttiğinizde titreşim frekansı daha çok yükselecektir. Bu bir elektrik düğmesini çevirip akımı artırdığınızda loş bir ışığın daha parlak hale gelmesine benzer. Yüksek enerji düzeyinde olumsuzluk artık sizi etkileyemez, böylece yaşamınıza daha yüksek frekansı yansıtan yeni koşulları çekersiniz. Eğer dikkatinizi bedende mümkün olduğunca çok tutarsanız şimdi’de demirlemiş olursunuz, böylece kendinizi dış dünyada ve zihninizde kaybetmezsiniz. Düşünceler ve duygular, korkular ve arzular hala belli bir dereceye kadar orada bulunabilir, ama sizi ele geçirip yönetemezler.
Tüm dikkatinizi zihne ve dış dünyaya vermeyin. Elbette yaptığınız şey üzerinde odaklanın, ama aynı zamanda içsel bedeni de hissedin. İçinizde köklenmiş halde kalın, sonra bunun bilinç halinizi ve yaptığınız şeyin niteliğini nasıl değiştirdiğini gözlemleyin. Herhangi bir yerde herhangi bir şeyi beklerken bu zamanı içsel bedeninizi hissetmek için kullanın. İşler kötüye gittiğinde, ki çoğunlukla gider, hemen içinize dönüp elinizden geldiği kadar bedeninizin içsel enerji alanı üzerinde odaklanmayı bir alışkanlık haline getirin. Bunun uzun bir zaman alması gerekmez, sadece birkaç saniye yeter, ama bunu işler kötüye gittiği zaman yapmanız gerekir. Herhangi bir erteleme, koşullanmış zihinsel bir tepkinin ortaya çıkıp sizi ele geçirmesine yol açacaktır. Bilincinizi zihinden çekip içinize odaklanarak içsel bedeni hissettiğinizde anında sakinleşir ve orada mevcut hale gelirsiniz. Bu durumda bir karşılık vermeniz gerekiyorsa karşılık o derin düzeyden gelecektir. Güneşin bir mum ışığından çok daha parlak olması gibi, Varlıkta da zihninizdekinden çok daha fazla akıl ve zeka vardır.
Bağışlama, yaşama direnmemek ve yaşamın içinizden akmasına izin vermektir. Bunun alternatifleriyse acı ve ıstırap, yaşam enerjisi akışının büyük ölçüde kısıtlanması ve birçok durumda da fiziksel hastalıktır. Gerçekten birini bağışladığınızda zihninizin ele geçirmiş olduğu gücünüze yeniden sahip çıkmış olursunuz. Nasıl zihin ürünü sahte benlik çekişme ve çatışma olmadan varlığını sürdüremezse, bağışlamama da zihnin tipik özelliğidir. Zihin bağışlayamaz, bunu sadece siz yapabilirsiniz. Orada mevcut hale gelir, bedeninize girerek Varlıktan yayılan huzur ve sessizliği hissedersiniz. İşte bu yüzden İsa “Tapınağa girmeden önce bağışlayın” demiştir.
Mevcudiyet saf bilinçtir, zihinden ve form dünyasından geri çekilip yeniden sahip çıkılmış bilinçtir. İçsel beden Tezahür Etmemiş Olanla (Tanrıyla) bağınızdır ve en derin veçhesinde Tezahür Etmemiş Olandır. Işığın güneşten yayıldığı gibi bilincin ondan yayıldığı Kaynaktır. İçsel bedenin farkındalığı, bilincin kökenini hatırlaması ve Kaynağa geri dönmesidir.
Dışsal beden normal olarak oldukça hızlı biçimde yaşlanırken içsel beden zamanla değişmez, ama siz onu daha derin biçimde hissedebilir ve daha derin biçimde o olabilirsiniz. Eğer şu anda 20 yaşındaysanız içsel bedeninizin enerji alanı 80 yaşınıza geldiğinizde de aynı hissi verecek, aynı şekilde güçlü ve canlı olacaktır. Alışılmış haliniz beden dışında ve zihinde kapana kısılmış olmaktan çıkıp bedende ve şimdi’de olmaya dönüştüğünde, fiziksel bedeniniz de kendini daha hafif, daha berrak ve canlı hissedecektir. Bu durumda bedende daha fazla bilinç olduğu için moleküler yapısının yoğunluğu da gerçekten azalacaktır. Daha fazla bilinç maddesellik illüzyonunun azalması anlamına gelir.
Dışsal bedenden çok ebedi içsel bedeninizle özdeşleştiğinizde, anda mevcudiyet normal bilinç haliniz olduğunda, geçmiş ve gelecek dikkatinize egemen olmadığında artık psişenizde ve beden hücrelerinizde zamanı biriktiremezsiniz. Geçmiş ve geleceğin psikolojik yükü olan zaman birikimi hücrelerin kendini yenileme kapasitesini büyük ölçüde zayıflatır. Eğer içsel bedende bulunuyorsanız dışsal beden çok daha yavaş yaşlanacak, yaşlanırken bile ebedi özünüzün ışığı dışsal formunuzdan yayılacak ve yaşlı bir insan gibi görünmeyeceksiniz.
Bu uygulamanın fizik alemdeki bir başka yararı da, bedeninizde bulunduğunuzda bağışıklık sisteminizin çok güçlenmesidir. Bedeninize ne kadar çok bilinç getirirseniz bağışıklık sisteminiz o kadar güçlenir, bu her hücrenin uyanıp bayram yapmasına benzer. Beden dikkatinizi ona vermenize bayılır, bu ayrıca güçlü bir kendini iyileştirme biçimidir, çoğu hastalık siz bedeninizde mevcut değilken içeri sızar. Eğer efendi evde değilse her türlü kuşkulu kişi orayı mesken tutacaktır, bedeninizde bulunduğunuzda istenmeyen konukların içeri girmeleri zor olur.
Bu durumda sadece fiziksel bağışıklık sisteminiz güçlenmekle kalmaz, psişik bağışıklık sisteminiz de büyük ölçüde güçlenir. Psişik bağışıklık sisteminiz sizi başkalarının son derece bulaşıcı olumsuz zihinsel güç alanlarından korur. Bedende bulunmak sizi bir kalkan oluşturarak değil, tüm enerji alanınızın titreşim frekansını yükselterek korur. Böylece korku, öfke, depresyon gibi daha düşük frekansta titreşen her şey nerdeyse farklı bir realite düzeninde kalır, bilinç alanınıza giremez, eğer girerse artık direnmeniz gerekmez, çünkü o içinizden geçip gider.
Eğer zihninizi belli bir amaçla kullanmanız gerekiyorsa onu içsel bedeninizle birlikte kullanın. Ancak düşünce olmadan bilinçli olabiliyorsanız zihninizi yaratıcı bir biçimde kullanabilirsiniz, bu hale en iyi bedeniniz vasıtasıyla girebilirsiniz. Her ne zaman bir yanıta, bir çözüme ya da yaratıcı bir fikre ihtiyaç duyarsanız dikkatinizi içsel enerji alanınızda odaklayarak bir süre için düşünmeyi bırakın, sessizliğin farkında olun. Yeniden düşünmeye başladığınızda bu yeni ve yaratıcı bir düşünce olacaktır. Herhangi bir düşünce faaliyeti içindeyken birkaç dakikada bir düşünmeyle içsel dinleme ve içsel sessizlik arasında gidip gelmeyi bir alışkanlık haline getirin, yani kafanızla değil tüm bedeninizle düşünün. Bir başka insanı dinlerken onu sadece zihninizle değil tüm bedeninizle dinleyin. Dinlerken içsel bedeninizin enerji alanını hissedin. Bu dikkati düşünceden uzaklaştırır ve zihnin müdahalesi olmadan gerçekten dinlemenizi mümkün kılan sessiz bir yer, bir boşluk yaratır. Bu durumda diğer kişiye var olabileceği bir boşluk vermektesiniz. (Sayfa: 127-146)

TEZAHÜR ETMEMİŞ OLAN’A GİRİŞ KAPILARI

Tezahür Etmemiş Olan (Tanrı), chi’nin (yaşam enerjisi) kaynağıdır. Chi bedeninizin içsel enerji alanıdır, dışsal sizle Kaynak arasındaki köprüdür. Tezahür etmiş olan form dünyasıyla Kaynak arasında bulunur. Chi bir nehre ya da bir enerji akımına benzetilebilir. Eğer bilincinizi derin biçimde içsel bedende odaklarsanız bu nehri kaynağına dek izliyor olursunuz. Chi devinimdir, Tezahür Etmemiş Olan devinimsizliktir. Mutlak bir devinimsizlik noktasına eriştiğinizde içsel bedenin ötesine, chi’nin ötesine, Kaynağın kendine ulaşmış olursunuz, bu Tezahür Etmemiş Olandır. Chi, Tezahür Etmemiş Olanla fiziksel evren arasındaki bağdır.
Eğer dikkatinizi derin biçimde içsel bedende odaklarsanız, dünyanın Tezahür Etmemiş Olanda eriyip kaybolduğu ve Tezahür Etmemiş Olanın chi enerji akımına dönüştüğü tekilliğe ulaşabilirsiniz. Bu doğum ve ölüm noktasıdır. Bilinciniz dışa doğru yöneldiğinde zihin ve dünya ortaya çıkar, içe doğru yöneldiğinde kendi Kaynağını idrak eder ve yuvaya, yani Tezahür Etmemiş Olana geri döner.
Geceleri derin ve rüyasız uyku aşamasına geçtiğinizde Tezahür Etmemiş Olana bir yolculuk yapar, o aşamada Kaynakla birleşirsiniz. Daha sonra tezahür etmiş formlar dünyasına döndüğünüzde bir süre size güç verecek yaşam enerjisini alırsınız. Ama rüyasız uykuda ona bilinçli olarak girmezsiniz, bedensel işlevlerin hala sürüyor olmasına karşın “siz” o hal içinde artık mevcut değilsinizdir. Rüyasız uykuya tam bir bilinçle girmenin nasıl bir şey olacağını hayal edebilir misiniz? Bunu hayal etmek olanaksızdır, çünkü o hal hiçbir içeriğe sahip değildir.
Tezahür Etmemiş Olan, ona bilinçli olarak girene dek sizi özgürleştirmez. İşte bu yüzden İsa “gerçek sizi özgürleştirecek” dememiş, “gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgürleştirecek” demiştir. Bu kavramsal bir gerçek değildir, bu formun ötesinde bulunan ebedi yaşamın gerçeğidir. Bu gerçek ya direkt olarak bilinir ya da hiç bilinemez. Ama rüyasız uykuda bilinçli kalmaya çalışmayın, bunu başarmanız pek mümkün değildir. Olsa olsa rüya aşamasında bilinçli kalabilirsiniz, onun ötesinde değil. Buna aklı başında rüya görme denir, bu ilginç hatta büyüleyici bir şey olabilir, ama özgürleştirici değildir.
Zaman ve tezahür etmiş olan (madde dünyası), zamansız sonsuz şimdi ve Tezahür Etmemiş Olan (Tanrı) kadar birbirine ayrılmaz biçimde bağlıdır. Yoğun şimdiki an farkındalığıyla psikolojik zamanı ortadan kaldırdığınızda Tezahür Etmemiş Olanın hem direkt hem de dolaylı olarak bilincine varırsınız. Direkt olarak onu bilinçli mevcudiyetinizin parlaklığı ve gücü olarak hissedersiniz, dolaylı olarak onu duyusal alemde duyusal alem vasıtasıyla hissedersiniz. Başka bir deyişle Tanrı özünü her yaratıkta, her çiçekte, her taşta hisseder ve var olan her şeyin kutsal olduğunu idrak edersiniz. İşte bu yüzden İsa tamamen özünden ya da Mesih kimliğinden konuşarak “Bir odunu parçaladığında ben ordayım, bir taşı kaldırdığında beni orda bulacaksın!” demiştir.
Tezahür Etmemiş Olana açılan bir başka kapı da düşüncenin kesilmesiyle yaratılır. Bu, bilinçli bir şekilde nefes almak ya da bir çiçeğe yoğun bir uyanıklık hali içinde bakmak gibi çok basit bir şeyle başlayabilir. Kesintisiz düşünce akışında bir aralık yaratmanın birçok yolu vardır. Meditasyon da tümüyle bununla ilgilidir. Düşünce tezahür etmiş olan alemin bir parçasıdır. Sürekli zihin faaliyeti sizi form dünyasında hapis tutar ve Tezahür Etmemiş Olanın bilincine varmanızı, kendinizdeki, her şeydeki ve tüm yaratıklardaki formsuz ve sonsuz Tanrı özünün bilincine varmanızı önleyen donuk bir perde haline gelir. Yoğun biçimde mevcut olduğunuzda elbette düşüncenin kesilmesiyle ilgilenmeniz gerekmez, çünkü zihin kendiliğinden durur. İşte bu yüzden şimdi’nin diğer her kapının asli veçhesi olduğunu söyledim.
Teslimiyet, yani olana gösterdiğiniz zihinsel, duygusal direnci bırakmak da Tezahür Etmemiş Olana açılan bir kapıdır. Nedeni basittir, içsel direnme sizi diğer insanlardan, kendinizden, çevrenizdeki dünyadan ayırır, egonun varlığını sürdürmesini sağlayan ayrılık hissini güçlendirir. Ayrılık hissi ne kadar güçlüyse tezahür etmiş olana, formlar dünyasına o kadar bağlı olursunuz. Form dünyasına ne kadar bağlıysanız form kimliğiniz de o kadar katı ve nüfuz edilemez hale gelir. Kapı kapalıdır, içsel boyuttan, derinlik boyutundan ayrı düşmüşsünüzdür. Teslimiyet halinde form kimliğiniz yumuşar ve Tezahür Etmemiş Olanın içinizde parlayabilmesi için “geçirgen” hale gelir.
Kapılardan biri açılır açılmaz sevgi içinizde birliğin “duygu idraki” olarak mevcut olur. Sevgi bir kapı değil, bir kapı yoluyla bu dünyaya gelen şeydir. Tamamen form kimliğinizin kapanına kısılı kaldığınız sürece sevgi ortaya çıkamaz. Size düşen sevgiyi aramak değil, onun girebileceği bir kapı bulmaktır.
Uzakta havlayan şu köpeği işitiyor musunuz ya da yanınızdan geçip giden kediyi? Dikkatle dinleyin, onda Tezahür Etmemiş Olanın mevcudiyetini hissedebiliyor musunuz? Bunu seslerin ondan çıkıp yine ona döndüğü sessizlikte arayın. Seslerden çok sessizliğe dikkat edin, dışardaki sessizliğe dikkat etmek içsel sessizlik yaratır, zihin sessizleşir ve bir kapı açılır. Her ses sessizlikten doğar, sonra yine sessizlikte kaybolur ve varlığını sürdürdüğü sürece sessizlik tarafından kuşatılır. Sessizlik sesin var olmasını sağlar, her sesin, her müzik notasının, her şarkının, her sözcüğün özünde var olan tezahür etmemiş bir parçadır o. Tezahür Etmemiş Olan bu dünyada sessizlik olarak bulunur. İşte bu yüzden dünyada en çok sessizliğin Tanrıya benzediği söylenmiştir. Dışarda sessizlik, içerde sessizlik, böylece Tezahür Etmemiş Olana girersiniz.
Nasıl hiçbir ses sessizlik olmadan var olamazsa, hiçbir şey de onun olmasına olanak veren uzay (boşluk) olmadan var olamaz. Her fiziksel nesne ya da beden hiçbir şeyden gelmiştir, hiçbir şey tarafından kuşatılır ve sonunda hiçbir şeye geri döner. Sadece bu değil, her fiziksel bedenin içinde bile “bir şeylerden” çok daha fazla “hiçbir şey” vardır. Fizikçiler bize maddenin katılığının bir illüzyon olduğunu söylerler. Fiziksel bedeniniz de dahil olmak üzere katı madde nerdeyse yüzde yüz boşluktur. Her şeyin özü boşluktur, herkes boşlukta yer alan şeylere dikkatini verir, ama boşluğa kim dikkat eder?
Hiçbir şey nedir diye soramazsınız, zihniniz hiçbir şeyi bir şeye dönüştürmeye çalışıyor. Onu bir şeye dönüştürdüğünüz anda gözden kaçırmış olursunuz. Hiçbir şey, yani boşluk, Tezahür Etmemiş Olanın bir duyusal algılama dünyasında dışsal fenomen olarak belirmesidir. Onun hakkında ancak bunu söyleyebiliriz, bu bile bir tür paradokstur. O bilgi nesnesi haline gelemez. Hiçbir şey, ancak onu kavramaya ya da anlamaya çalışmazsanız Tezahür Etmemiş Olana açılan bir kapı olabilir! Siz boşluğu anlayamazsınız, çünkü o görünmez. Kendi başına bir mevcudiyete sahip olmamasına rağmen başka her şeyin mevcut olmasına olanak sağlar. Aynı şekilde sessizlik de bir mevcudiyete sahip değildir, Tezahür Etmemiş Olan da! Boşluk hiçbir şey olduğundan, olmayanın olandan daha önemli olduğunu söyleyebiliriz. Eğer dikkatinizi boşluktaki nesnelerden geri çekerseniz otomatik olarak zihin nesnelerinizden de çekmiş olursunuz. Çevrenizdeki boşluğun farkında olduğunuzda düşüncesizlik boşluğunun, saf bilincin, yani Tezahür Etmemiş Olanın da farkında olursunuz.
Hiçbir şey uzay olmadan var olamazdı, bununla birlikte uzay hiçbir şeydir. Evren oluşmadan önce doldurulmayı bekleyen boş bir yer (uzay) yoktu. Hiçbir şey olmadığı gibi hiçbir uzay da yoktu. Tezahür Etmemiş Olan, yani Bir vardı. Bir on bin şey olduğunda uzay birden ortaya çıktı ve birçok şeyin var olmasını sağladı. O nereden gelmişti? Tanrı tarafından mı yaratılmıştı? Elbette değil, uzay hiçbir şeydir, öyleyse o asla yaratılmamıştır. Evrenimizde uzay olarak algıladığımız şey bizzat Tezahür Etmemiş Olanın dışsallaşmış halidir, Tanrının bedenidir. Ve büyük mucize şudur. Evrenin var olmasını sağlayan o sessizlik ve enginlik sadece uzayda değil, aynı zamanda içinizdedir.
Dışsal olarak zaman ve uzay diye algıladığınız şey nihai olarak illüzyondur, ama bir gerçek çekirdeği içerirler. Onlar Tanrının iki asli niteliği, sonsuzluk ve ebediyettir. Hem uzay hem de zaman, içinizde sizinkini olduğu kadar kendi gerçek doğalarını da açığa vuran içsel bir eşdeğere sahiptir. Uzay içinizde sessiz ve sonsuz derinlikte düşüncesizlik alemiyken, zamanın içsel eşdeğeri de mevcudiyettir, ebedi şimdi’nin farkındalığıdır. Onların arasında hiçbir fark ve ayrım olmadığını da hatırlayın. Uzay ve zaman içinizde düşüncesizlik ve mevcudiyet olarak idrak edildiğinde, dışsal uzay ve zaman sizin için mevcut olmayı sürdürse de daha az önemli hale gelir. Dünya da sizin için mevcut olmayı sürdürür, ama artık sizi bağlayıp sınırlayamaz. Bu yüzden dünyanın nihai amacı dünyada değil, dünyayı aşmakta yatar. Tıpkı uzayda hiçbir nesne bulunmasaydı uzayın bilincinde olamayacağınız gibi, Tezahür Etmemiş Olanın idrak edilmesi için de dünyaya ihtiyacınız vardır. Şu Budist deyişini duymuş olabilirsiniz: “Eğer illüzyon olmasaydı aydınlanma da olmazdı.” Tezahür Etmemiş Olan kendini dünya ve sizin vasıtanızla tanıyıp bilir. Siz evrenin ilahi amacını gerçekleştirmek için buradasınız, işte bu kadar önemlisiniz.
Daha önce sözünü ettiğim rüyasız uykudan başka istem dışı açılan bir başka kapı daha vardır. O fizik ölüm sırasında kısa bir süre için açılır. Yaşamınız sırasında spiritüel idrak için tüm diğer fırsatları kaçırmış olsanız bile beden öldükten hemen sonra sizin için son bir kapı açılacaktır. Ölümün eşiğinden dönen insanların çoğu deneyim sırasında bu kapıyı parlak bir ışık olarak gördüğünü bildirmiş ve o anda derin bir esrime ve huzur hissettiğini söylemiştir. Bazı insanlar çok fazla korku, duyusal deneyime fazla bağlılık ve dünyayla çok özdeşleşme içinde oldukları için kapıyı gördüklerinde korkuyla geri döner ve bilinçlerini yitirirler. Bundan sonra olup bitenin çoğu istem dışı ve otomatik olarak vuku bulur. Eninde sonunda bir başka doğum ve ölüm devresi olacaktır, onların mevcudiyetleri henüz bilinçli ölümsüzlük için yeterince güçlü değildir.
Ölüme yaklaşmak ve ölüm, yani fiziksel formun çözülmesi daima spiritüel idrak için büyük bir fırsattır. Bu fırsat çoğunlukla trajik bir biçimde kaçırılır, çünkü biz her konuda olduğu gibi ölüm konusunda da hemen hemen cahil bir toplumda yaşamaktayız. Bakın, her kapı aslında bir ölüm kapısıdır, yani sahte benliğin ölümü! O kapıdan geçtiğinizde kimliğinizi psikolojik zihin ürünü formunuzdan almayı da bırakırsınız. O zaman tıpkı formla özdeşleşmenin bir illüzyon olduğu gibi ölümün de bir illüzyon olduğunu idrak edersiniz. İllüzyonun sonu, ölüm tümüyle budur. O sadece illüzyona sımsıkı sarıldığınız sürece acı vericidir! (Sayfa: 151-163)

AYDINLANMIŞ İLİŞKİLER

Sürekli zamanla gerçekleşecek bir olayın sizi kurtarmasını bekliyorsunuz. Bu üzerinde konuşup durduğumuz esas yanılgı değil midir? Kurtuluş bir başka yerde ya da zamanda değildir, o şimdi ve buradadır. Ben şunu elde ettiğimde ya da bundan kurtulduğumda mutlu olacağım dersiniz. Bu, gelecekte kurtuluş illüzyonunu yaratan bilinçsiz zihin durumudur. Ancak tek bir giriş noktası vardır. Şimdi! An’ın dışında bir kurtuluş olamaz.
Romantik aşk ilişkisinin öylesine yoğun ve peşinden koşulan bir deneyim olmasının nedeni, özgürleşmemiş ve aydınlanmamış insana derin korku, ihtiyaç, yoksunluk ve eksiklik halinden bir kurtuluş sunar gibi görünmesidir! Bu halin psikolojik olduğu kadar fiziksel bir boyutu da vardır. Fiziksel olarak ya kadın ya da erkeksiniz, yani bütünün yarısısınız, bu her ikisinin birbirine ihtiyaç duyma dürtüsüdür. Ama cinsel birleşme bütünlüğün geçici bir an için yaşanmasından, bir esrime anından başka bir şey değildir. Cennet size kısa bir an için gösterilmiş, ama orada kalmanıza izin verilmemiştir.
Psikolojik düzeydeki yoksunluk ve eksiklik duygusu fiziksel düzeydekinden de büyüktür. Zihinle özdeşleştiğiniz sürece benlik duygunuzu dışardan alırsınız, yani kimlik duygunuzu gerçek kimliğinizle hiç ilgisi olmayan şeylerden, toplumsal rolünüzden, mal ve mülkünüzden, dış görünümünüzden, başarılarınızdan, inanç sistemlerinizden vs alırsınız. Bu sahte zihin ürünü benlik, yani ego kendini savunmasız ve güvensiz hisseder ve daima özdeşleşeceği, kendine var olduğu hissini verecek yeni şeyler arar. Ama hiçbir şey ona kalıcı bir doyum sağlayamaz, böylece korkusu, yoksunluk ve muhtaçlık duygusu sürer.
Eğer ilişkilerinizde hem sevgiyi hem de zıddını yaşıyorsanız egoyu sevgiyle karıştırıyorsunuz demektir. Eşinizi bir an sevip bir sonraki an ona saldıramazsınız. Gerçek sevginin zıddı yoktur. Eğer sevginizin bir karşıtı varsa o sevgi değil, egonun daha derin benlik duygusu için duyduğu güçlü bir ihtiyaçtır. Diğer insan bu ihtiyacı geçici bir süre için karşılar, o egonun kurtuluşun yerine koyduğu şeydir ve kısa bir süre için kurtuluş duygusu verir. Dışlayıcı sevgi Tanrı sevgisi değil ego sevgisidir.
Kısa sevgi anlarının yaşanması mümkün olsa da zihinle özdeşleşmekten kalıcı biçimde kurtulmadıkça, mevcudiyetiniz acı bedenini ortadan kaldıracak kadar yoğun olmadıkça ya da en azından izleyici olarak orada mevcut olmadıkça sevgi gelişip çiçek açamaz. Ancak bunları yapabildiğiniz zaman acı bedeni sizi ele geçirip sevgiyi yok edemez.
İnsanlık büyük bir evrim baskısı altındadır. Daha önce ilişkiler asla şimdi olduğu kadar sorunlu olmamıştır. Fark edebileceğiniz gibi ilişkiler sizi mutlu etmek ya da doyum sağlamak için yaşanmamaktadır. Eğer bir ilişki yoluyla kurtuluşa ulaşmanın peşinden koşmayı sürdürürseniz tekrar tekrar düş kırıklığına uğrarsınız. Ama ilişkinin sizi mutlu etmek yerine bilinçlendirmek için var olduğunu kabul ederseniz ilişki size kurtuluşu sunacaktır, o zaman dünyaya doğmak isteyen yüksek bilince uyumlanacaksınız. Eski kalıplara tutunanlarsa giderek artan bir acı, şiddet, karmaşa ve delilik yaşayacaklar.
Yargılamak ya bir insanın bilinçsiz davranışını onun gerçek kimliğiyle karıştırmak ya da kendi bilinçsizliğinizi bir başka insana projekte edip bunu onun gerçek kimliğiyle karıştırmaktır. Yargıyı bırakmak, işlev bozukluğunu ve bilinçsizliği gördüğünüzde tanımayacağınız anlamına gelmez. O “tepki ve yargı olmak” yerine “biliş olmak” anlamına gelir. O zaman ya tepkiden tümüyle kurtulmuş olursunuz ya da tepki gösterebilir ama yine de biliş olabilirsiniz, bu tepkinin izlendiği ve olmasına izin verildiği alandır. Böylece karanlıkta savaşmak yerine ışığı getirirsiniz. İllüzyona tepki göstermek yerine illüzyonu görür, ama aynı zamanda onun ötesini de görürsünüz. Biliş olmak, her şeyin ve herkesin nasılsa öyle olmasına izin veren sevecen bir mevcudiyet alanı yaratır. Değişim dönüşümün bundan daha büyük katalizörü yoktur.
Genel olarak konuşursak bir kadın için bedenini hissetmek ve bedeninde bulunmak daha kolaydır, Tezahür Etmemiş Olanı “bedenlediğinden” Varlığa erkekten daha yakındır. Zihin devreye girip insanları ele geçirdiğinde, onlar Tanrısal özlerinin realitesiyle teması yitirdiklerinde Tanrıyı bir erkek figür olarak düşünmeye başladılar. Böylece toplumlara erkekler hükmetmeye başladı, dişi erkekten aşağı ve küçük görüldü. Şimdi tam bilinçli hale gelen kadınların sayısı çoktan erkeklerin sayısını aşmıştır. Gelecek yıllarda bu sayı daha da artacaktır. Erkekler sonunda onlara yetişebilirler, ama uzun bir süre erkeklerin ve kadınların bilinçleri arasında bir uçurum olacaktır. (Sayfa: 165-187)

MUTLULUK VE MUTSUZLUĞUN ÖTESİNDE HUZUR VARDIR

Daha yüksek perspektiften bakıldığında koşullar ne olumlu ne de olumsuzdur, oldukları gibidir. Olanı tümüyle kabul ederek yaşadığınızda artık yaşamınızda iyi ya da kötü diye bir şey olmaz, sadece kötüyü de içeren en yüksek hayır vardır. Ancak zihin perspektifinden görüldüğünde iyi- kötü, hoşlanma-hoşlanmama, sevgi-nefret vardır. İşte bu yüzden kutsal kitabın yaratılış bölümünde Adem ve Havva’nın iyiyi ve kötüyü bilme ağacının meyvesinden yedikten sonra cennetten kovuldukları bildirilmektedir.
Yapmanız gereken her şeyi yapın, bu arada olanı da kabul edin. Zihin ve direnme eşanlamlı oldukları için kabullenme sizi hemen zihnin egemenliğinden kurtarır ve Varlığa yeniden bağlar. “Kader kalıbınıza örülü gelen her şeyi kabul edin, çünkü ihtiyaçlarınıza ondan daha çok ne uyabilir ki? ” Bu söz iki bin yıl önce bilgeliğe olduğu kadar dünyevi güce de sahip son derece nadir insanlardan biri olan Marcus Aurelius tarafından söylenmişti. Dünyadaki tüm kötülüğün ve ıstırabın nihai etkisi, insanları ismin ve formun ötesinde kim olduklarını idrake zorlamasıdır. Böylece sınırlı perspektifimizden kötü olarak algıladığımız şey aslında zıddı olmayan yüksek iyiliğin ve hayrın bir parçasıdır. Ama bu sizin için ancak bağışlama yoluyla gerçekleşebilir. Bu olana dek kötü kötü olarak kalır.
Ego kendini düşman bir evrende ayrı bir parça olarak algılar, onun başka hiçbir varlıkla gerçek bir içsel bağı yoktur, potansiyel tehdit olarak gördüğü ya da kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışacağı diğer egolar tarafından kuşatılmıştır. Her ne zaman iki ya da daha fazla ego bir araya gelse şu ya da bu tür bir dram ortaya çıkar. Ama tamamen yalnız yaşasanız bile yine de kendi dramınızı yaratırsınız. Kendi halinize üzüldüğünüzde bu bir dramdır. Geçmiş ya da geleceğin şimdiyi örtüp karartmasına izin verdiğinizde psikolojik zaman yaratıyor olursunuz, yarattığınız zaman dramı oluşturan malzemedir. Olanı tam olarak kabullendiğinizde yaşamınızdaki dramın sonu gelir. Bu durumda ne kadar uğraşırsa uğraşsın kimse sizinle bir tartışmaya giremez, bilinçlenmiş bir insanla tartışamazlar. Tartışma, zihinsel bir pozisyonla özdeşleşmeyi ve diğer insanın pozisyonuna direnmeyi ima eder.
Her şeyin “olmasına” izin verdiğinizde zıtlar dünyasının altındaki daha derin bir boyut kendini sürekli bir mevcudiyet, değişmez derin bir sessizlik, iyi ve kötünün ötesinde nedensiz bir sevinç hali olarak gösterir. Bu Varlık sevincidir, Tanrının huzurudur. Her şeyin yolunda ve iyi gittiği başarı devreleri vardır, onların kuruyup dağıldıkları başarısızlık devreleri de vardır. Yeni şeylerin ortaya çıkabilmesi ya da değişim dönüşümün gerçekleşmesi için onları bırakmanız gerekir. Eğer onlara yapışıp direnirseniz yaşamın akışına uymayı reddediyorsunuz demektir, bu durumda ıstırap çekersiniz.
Yukarı doğru yükseliş devresinin iyi, aşağı doğru iniş devresinin kötü olduğu doğru değildir, bu yargıyı veren zihindir. Gelişme ve büyüme genelde olumlu kabul edilir, ama hiçbir şey sonsuza kadar büyüyemez. Eğer her tür büyüme sürüp dursaydı sonunda azmanlaşır ve yıkıcı hale gelirdi. Bir büyümenin meydana gelebilmesi için çözülüp dağılmaya ihtiyaç vardır, biri olmadan diğeri var olamaz.
Aşağı doğru iniş, yani başarısızlık devresi spiritüel idrak için kesinlikle gereklidir. Spiritüel boyuta çekilebilmeniz için bir düzeyde derin biçimde başarısız olmanız ya da derin bir kayıp ve acıyı deneyimlemiş olmanız gerekir, yoksa başarınız boş ve anlamsız hale gelir ve başarısızlığa dönüşür. Her başarıda bir başarısızlık, her başarısızlıkta bir başarı gizlidir. Bu dünyada form düzeyindeki herkes er ya da geç başarısızlığa uğrar, tüm formlar geçicidir.
Eğer insanlar aydınlansa ve artık kimliklerini şeyler vasıtasıyla bulmaya çalışmasalardı tüm reklamcılık endüstrisi ve tüketim toplumu çökerdi. Mutluluğu daha çok aradıkça o sizden uzaklaşacaktır. Dışarıdaki hiçbir şey size kalıcı bir doyum veremez, ancak geçici bir süre doyum verebilir. Ama gerçeği idrak etmek için önce birçok düş kırıklığı yaşamanız gerekebilir. Şeyler ve koşullar size zevk verebilir, ama acı da vereceklerdir. Ayrıca onlar size ancak zevk verir fakat sevinç veremezler, çünkü sevinç nedensizdir, içinizden yükselir. O içsel huzur halinin, yani Tanrının huzurunun asli bir parçasıdır.
Olumsuzluk tümüyle doğal olmayan bir şeydir, psişik bir kirleticidir. Doğanın kirletilip tahrip edilmesiyle ortak insan psişesinde birikmiş yoğun olumsuzluk arasında derin bir bağ vardır. Gezegen üzerinde insanlardan başka hiçbir yaşam formu olumsuzluğu bilmez, insanlardan başka hiçbir yaşam formu kendini besleyip yaşatan yerküreyi kirletip zehirlemez. Siz hiç mutsuz bir çiçek ya da stresli bir meşe ağacı gördünüz mü? Siz hiç üzgün bir yunusla, kendini beğenmeyen bir kurbağayla, gevşeyemeyen bir kediyle ya da nefret ve öfke taşıyan bir kuşla karşılaştınız mı? Ara sıra olumsuzluğa benzer bir şey hissedebilen ya da sinirli davranış belirtileri gösteren hayvanlar sadece insanlarla yakın temas halinde yaşayan, insan zihninin deliliğine bağlanan hayvanlardır. Herhangi bir bitkiyi ya da hayvanı izleyin, olanı kabullenmeyi, şimdi’ye teslim olmayı size öğretmesine izin verin, Varlığı öğretmesine izin verin, bütünlüğü, bir olmayı, kendiniz olmayı, gerçek olmayı öğretmesine izin verin, yaşam ve ölümü bir soruna dönüştürmemeyi öğretmesine izin verin.
Huzuru aramayın, şu anda içinde bulunduğunuz halden başka bir hal aramayın, aksi takdirde içsel çatışma ve bilinçsiz direnç yaratırsınız. Huzur içinde olmadığınız için kendinizi bağışlayın, huzursuzluğunuzu tamamen kabullendiğiniz anda o huzura dönüşür. Tam anlamıyla kabul ettiğiniz herhangi bir şey sizi huzura kavuşturacaktır. Bu teslimiyet mucizesidir. İki bin yıl evvel bir aydınlanma öğretmeninin söylediği “Birisi yanağınıza vurursa ona öbür yanağınızı da çevirin” sözünü işitmiş olabilirsiniz. O simgesel olarak dirençsizlik ve tepkisizlik sırrını aktarmaya çalışıyordu, tüm diğer bildirimlerinde olduğu gibi yaşamınızın dışsal gidişatıyla değil, sadece içsel realitenizle ilgileniyordu.
En güçlü spiritüel uygulamalardan biri, kendinizinki de dahil olmak üzere fiziksel formların faniliği üzerinde derin bir meditasyon yapmaktır. Buna “ölmeden önce ölmek” denir. Ona derinlemesine girin, fiziksel bedeninizin çözülüp dağıldığını ve artık var olmadığını düşünün. Sonunda bir an gelir tüm zihin formları ya da düşünceler ölür, ancak siz hala oradasınızdır. O sizin Tanrısal mevcudiyetinizdir, tam anlamıyla uyanık bir mevcudiyet! Gerçek olan hiçbir şey ölmemiştir, sadece isimler, formlar ve illüzyonlar ortadan kalkmıştır.
Dünyayı algılayışın bilinç halinizin bir yansıması olduğunu hatırlayın. Siz ondan ayrı değilsiniz ve dışarda nesnel bir dünya yoktur. Bilinciniz her an içinde bulunduğunuz dünyayı yeniden yaratır. Sonsuz sayıda tamamen farklı yorumların, tamamen farklı dünyaların olması mümkündür ve vardır. Hepsi algılayan bilince bağlıdır. Her varlık bir bilinç odağıdır, her odak kendi dünyasını yaratır. Bir insan dünyası, bir karınca dünyası, bir yunus dünyası vardır. Bilinç frekanslarınız çok farklı olduğu için büyük olasılıkla varlığının farkında olmadığınız sayısız varlık vardır. Kaynağa ve birbirlerine bağlı olduklarının farkında olan son derece bilinçli varlıklar size semavi alem gibi görünen bir dünyadadırlar, bununla birlikte tüm dünyalar nihai olarak birdir. Bütün dünyalar birbirine bağlı olduğu için, ortak insan bilinci dönüşüme uğradığında doğa ve hayvanlar alemi de bu dönüşümü yansıtacaktır. Bu yüzden İncil’de bildirildiği gibi gelecek çağda “aslan kuzuyla birlikte yatacaktır.” Bu tamamen farklı bir realite düzeni olasılığını işaret etmektedir.
Doğan şey yeni bir bilinçtir, onun kaçınılmaz yansıması ise yeni bir dünya olacaktır. Bu Yeni Ahit’in vahiy bölümünde kehanet edilmiştir. “Sonra yeni bir gökyüzü ve yeni bir yeryüzü gördüm, ilk gökyüzü ve ilk yeryüzü yok olmuştu.” Ama neden ve sonucu birbirine karıştırmayın, asıl göreviniz daha iyi bir dünya yaratarak kurtuluşu aramak değil, formla özdeşleşmekten kurtulup uyanmaktır. O zaman bu dünyaya, bu realite düzeyine bağlı olmazsınız. Köklerinizin Tezahür Etmemiş Olan’da bulunduğunu hissedebilir, böylece tezahür etmiş dünyaya bağımlı olmaktan kurtulursunuz. (Sayfa: 196-218)

TESLİMİYETİN ANLAMI

Teslimiyet, yaşam akışına karşı koymak yerine ona izin vermeyi içeren basit ama çok derin bir bilgeliktir. Yaşam akışını deneyimleyebileceğiniz tek yer şimdi’dir, öyleyse teslim olmak şimdiki anı koşulsuz ve çekincesiz bir şekilde kabul etmek, olana içsel anlamda direnmeyi bırakmaktır. Olanı kabullenme sizi hemen zihinle özdeşleşmekten kurtarır ve Varlığa yeniden bağlar. Direnç zihnin ta kendisidir.
Teslim olmamak psikolojik formunuzu, egonun kabuğunu katılaştırıp sertleştirir ve güçlü bir ayrılık duygusu yaratır. Bu durumda çevrenizdeki dünyayı ve özellikle insanları tehdit edici varlıklar olarak algılarsınız. Böylece bilinçsiz bir biçimde diğerlerini yargılayarak yok etme dürtüsü, onlarla rekabet etme ve insanlara hükmetme ihtiyacı ortaya çıkar. Bu durumda doğa bile düşmanınız haline gelir, algılarınızı ve yorumlarınızı korku yönetir. Paranoya denilen zihinsel hastalık bu bozuk işlevli bilinç halinin biraz daha ağır biçimidir.
Sadece psikolojik formunuz değil bedeniniz de direnme sonucunda katılaşır ve sertleşir. Bedenin farklı bölümlerinde gerilim ortaya çıkar ve beden bir bütün olarak kasılır. Bu durumda bedenin sağlıklı işlev görmesi için gerekli yaşam enerjisinin özgürce akışı büyük ölçüde kısıtlanır. Masaj ve fiziksel terapiler bu akışın düzelmesine yardımcı olabilir, ama günlük yaşamınızda teslimiyeti uygulamadıkça, neden ortadan kalkmadığı için bu tür terapiler sizi ancak geçici olarak rahatlatırlar.
Teslimiyeti, artık hiçbir şey canımı sıkamaz ya da artık hiçbir şey umurumda değil tutumuyla karıştırmayın. Eğer yakından bakarsanız böyle bir tutumun gizli içerleme şeklinde bir olumsuzluk içerdiğini görürsünüz, bu kesinlikle teslimiyet değil maskeli dirençtir. Teslim olurken içinizde herhangi bir içerleme kalıntısı bulunup bulunmadığını görmek için dikkatinizi içinize yöneltin. Bunu yaparken çok uyanık olun, aksi takdirde bir direnç kalıntısı karanlık bir köşede bir düşünce ya da kabul edilmemiş bir duygu olarak saklanmayı sürdürebilir. Her ne şekilde olursa olsun olumsuzluk, mutsuzluk ya da ıstırap direncin olduğunu gösterir ve direnç daima bilinçsizdir.
Eğer bilinçli olsaydınız, yani tümüyle şimdi’de yaşasaydınız tüm olumsuzluk anında yok olurdu. Olumsuzluk mevcudiyetinizde varlığını sürdüremez, ancak siz yokken var olabilir. Acı bedeni bile huzurunuzda uzun süre varlığını sürdüremez, ona zaman tanıdığınız için mutsuz olursunuz, çünkü yaşam kaynağı odur. Zamanı yoğun şimdiki an farkındalığıyla uzaklaştırdığınızda mutsuzluk da ölür. Ama onun ölmesini istiyor musunuz? Bu mutsuzluk gerçekten canınıza yetti mi? Peki onsuz kim olacaksınız?
Spiritüel enerji teslimiyet yoluyla dünyaya girer. O sizin için, diğer insanlar ya da dünyadaki diğer yaşam formları için hiçbir ıstırap yaratmaz. Zihin enerjisinden farklı olarak yeryüzünü de kirletmez. Her şeyin ancak zıddıyla var olabileceğini, kötü olmadan iyinin de olamayacağını söyleyen zıtlar yasasına tabi değildir. İsa dağdaki vaazında şu ünlü kehanette bulunurken bu enerjiden söz ediyordu. “Halim olanlara ne mutlu, çünkü dünya onlara miras kalacaktır.” Bu, zihnin bilinçsiz kalıplarını ortadan kaldıran sessiz fakat yoğun bir mevcudiyettir.
Ego kurnazdır, bu yüzden zihinsel bir pozisyonla özdeşleşmeyi gerçekten bırakıp bırakmadığınızı anlamak için çok uyanık olmak zorundasınız. Eğer kendinizi çok hafif, derin biçimde huzurlu hissediyorsanız bu gerçekten teslim olduğunuzu gösteren açık bir işarettir. Direnerek onu güçlendirmediğiniz zaman diğer insanın zihinsel pozisyonuna ne olduğunu gözlemleyin. Zihinsel pozisyonlarla özdeşleşme ortadan kalktığı zaman gerçek iletişim başlar. Direnmeme ille de hiçbir şey yapmama anlamına gelmez, sadece herhangi bir “yapmanın” tepkisel olmayan hale gelmesidir. Doğunun dövüş sanatlarının altında yatan bilgeliği, o derin bilgeliği hatırlayın. Rakibinizin gücüne direnmeyin, onun kendini yenmesine izin verin!
Teslim olana dek bilinçsizce rol oynama insan ilişki ve etkileşiminin büyük bölümünü oluşturur. Teslimiyette artık ego savunmalarına ve sahte maskelere ihtiyaç duymazsınız. Çok sade, çok gerçek hale gelirsiniz. “Bu tehlikeli, sen incineceksin” der ego, onun bilmediği şey ancak direnmeyi bırakarak, yani incinmeye açık hale gelerek gerçek incinmezliği kazanacağınızdır!
Şimdi’de hiçbir sorun olmadığı gibi hiçbir hastalık da yoktur. Birinin durumunuza yapıştırdığı etikete inanmak hastalığı yerinde tutar, onu güçlendirir ve geçici bir dengesizlikten somut bir gerçeklik yaratır. Ona sadece gerçeklik ve somutluk vermekle kalmaz, daha önce sahip olmadığı bir süreklilik de verir. An’a odaklanarak ve etiketlemekten kaçınarak hastalığı sadece fizik acı, zayıflık, rahatsızlık ve yetersizliğe indirgeyebilirsiniz. Siz şimdiye teslim olursunuz, hastalık fikrine teslim olmazsınız. Istırabın şimdiki an’a, yoğun ve bilinçli mevcudiyet haline girmesine izin verin, onu aydınlanmak için kullanın. Teslimiyet var olanı direkt dönüşüme uğratmaz, sizi dönüşüme uğratır. Siz dönüşüm geçirdiğinizde tüm dünyanız da dönüşüm geçirir, çünkü dünya sadece bir yansımadır.
Eğer aynaya bakıp gördüğünüz şeyden hoşlanmamışsanız aynadaki görüntüye saldırmak için deli olmanız gerekir. Kabullenmeme halindeyken yaptığınız şey tam olarak budur. Kuşkusuz aynadaki görüntüye saldırırsanız o da size saldıracaktır. Eğer o görüntüyü kabul ederseniz, eğer ona dostça davranırsanız o da size dostça davranacaktır, bunun tersini yapamaz. İşte dünyayı böyle değiştirirsiniz. Hastalık sorun değildir, egosal zihin yönettiği sürece sorun sizsiniz! Hasta düştüğünüzde yaşamı adaletsizlikle suçlamayın, bu direnmektir. Eğer büyük bir hastalığa yakalanmışsanız onu aydınlanmak için kullanın, yaşamınızda vuku bulan her kötü şeyi aydınlanmak için kullanın. Hastalıktan zamanı geri çekin, ona bir geçmiş ya da gelecek vermeyin. Sizi yoğun bir şimdiki an farkındalığına girmeye zorlamasına izin verin, sonra neler olacağını görün!
Olanın olmamış kılınamayacağını, zaten olduğunu bilerek olana evet der ya da olmayanı kabul edersiniz, sonra yapmanız gereken şeyi, durum her neyi gerektiriyorsa onu yaparsınız. Eğer bu kabullenme hali içinde kalırsanız daha fazla olumsuzluk, daha fazla ıstırap, daha fazla mutsuzluk yaratmaz, bir dirençsizlik, mücadeleden uzak bir inayet ve mutluluk içinde yaşarsınız. Istırabı içinde bulunduğunuz koşullar yaratıyormuş gibi görünebilir, ama son tahlilde durum böyle değildir, ıstırabı yaratan direncinizdir.
Üzüntüye, umutsuzluğa, korkuya, yalnızlığa ya da bu ıstırap hangi şekli alıyorsa ona teslim olun. Ona etiketlemeden tanık olun, onu kucaklayın. Sonra da teslimiyet mucizesinin derin ıstırabı nasıl derin bir huzura dönüştürdüğünü görün. Bu çarmıha gerilişinizdir, bırakın o yeniden dirilişiniz ve yükselişiniz haline gelsin. Duygudan kaçmak olanaksızdır, tek değişim olanağı duygunun içine girmektir, aksi takdirde hiçbir şey değişmeyecektir. Teslim olup olmadığınızı nasıl bileceksiniz? Bu soruyu sormaya artık ihtiyaç duymadığınız zaman!
Tam dikkat tam kabullenmedir, yani teslim olmaktır. Tüm dikkatinizi vererek şimdi’nin gücünü kullanırsınız, o mevcudiyetinizin gücüdür, onun içinde hiçbir direnç saklanamaz. Mevcudiyet zamanı uzaklaştırır, zaman olmadan hiçbir ıstırap, hiçbir olumsuzluk varlığını sürdüremez. Istırabın kabullenilmesi ölüme yolculuktur, bu ölümü tattığınızda ölüm diye bir şeyin olmadığını idrak edersiniz, çünkü ölen sadece egodur! İllüzyonun ölümü inanılmaz derecede özgürleştirici bir şey olmaz mı? Kolay bir ölüm istiyor musunuz? Acısız, ıstırapsız bir ölümü tercih eder miydiniz? Öyleyse geçen her an’da ölün ve mevcudiyetinizin ışığının sahte benliği ortadan kaldırmasına izin verin.
Direnmeyi bırakmak ve teslim olmak zihnin, yani sahte benliğin sonudur. Bu durumda tüm yargılama ve olumsuzluk ortadan kalkar, zihin tarafından örtülmüş Varlık alemi ortaya çıkar. Ben buna Tanrıyı bulmak demiyorum, çünkü asla kaybolmamış olanı nasıl bulabilirsiniz ki? Tanrı sözcüğü binlerce yıldır yanlış algılandığı ve yanlış kullanıldığı için değil, sizden başka bir varlığı ima ettiği için sınırlayıcıdır. Tanrı bir varlık değil Varlığın ta kendisidir. Burada bir özne nesne ilişkisi, bir düalite, bir siz ve Tanrı olamaz. Tanrıyı idrak var olan en doğal şeydir. Şaşırtıcı ve akıl almaz olan şey Tanrının bilincinde olabilmeniz değil, Tanrının bilincinde olamamanızdır!
Çarmıhın yolu tam bir tersine dönüştür. Bu yaşamınızdaki en kötü şeyin sizi teslimiyete zorlayarak hiçbir şey olmaya, Tanrı olmaya (çünkü Tanrı da hiçbir şeydir) zorlaması, başınıza gelen en iyi şeye dönüşmesi anlamına gelir. Bu zamanda insanların bilinçsiz çoğunluğu için çarmıhın yolu hala tek yoldur, onlar daha fazla ıstırap çekerek uyanacaklar! Aydınlanmaya büyük kargaşaların sebep olması beklenebilir. Bu süreç bilincin evrimini yöneten belirli evrensel yasaların işleyişini yansıtır, bu yüzden bazı kahinler tarafından önceden haber verilmiştir. Olay diğer kaynakların yanı sıra Vahiy Kitabında da anlaşılması güç bir sembolojiyle tarif edilmiştir. Istırabı yaratan Tanrı değildir, ıstırabı insanlar birbirine vermektedir. Istırabın bir bölümü de, canlı ve zeki bir organizma olan yerkürenin kendini insan deliliğinin saldırısından korumak için alacağı savunma önlemlerinden kaynaklanacaktır. Istırap yoluyla aydınlanma (çarmıhın yolu), semavi aleme tekmeler ve çığlıklar atarak girmeye zorlanma anlamına gelir. Artık acıya dayanamadığınız için en sonunda teslim olursunuz, ama teslim oluncaya kadar acı çekmek zorunda kalırsınız. Aydınlanmayı bilinçli olarak seçmek, geçmişe ve geleceğe bağlanmadan şimdi’yi yaşamınızın asıl odağı yapmak anlamına gelir.
Seçim yüksek derecede bir bilinci ima eder, onsuz hiçbir seçime sahip olamazsınız. Seçim zihnin koşullanmış kalıplarıyla özdeşleşmeyi bıraktığınız anda başlar. O noktaya gelene dek spiritüel açıdan bilinçli olamazsınız. Bu, zihninizin koşullanmasına göre belli şekilde düşünmeye, hissetmeye ve davranmaya zorlandığınız anlamına gelir. İşte bu yüzden İsa “Onları bağışla Tanrım, ne yaptıklarını bilmiyorlar” demiştir. Bu zekayla ilişkili değildir. Ben son derece zeki ve iyi eğitim görmüş, ama aynı zamanda tamamen bilinçsiz, yani tamamen zihniyle özdeşleşmiş birçok insan gördüm! Eğer zihinsel gelişim ve artan bilgi kendisiyle orantılı bir bilinç evrimiyle dengelenmezse mutsuzluk ve felaket potansiyeli çok büyüktür.
Bağışlama iki bin yıldır kullanılan bir terimdir, ama çoğu insan onun ne anlama geldiği konusunda sınırlı bir görüşe sahiptir. Benlik duygunuzu geçmişten aldığınız sürece kendinizi ya da başkalarını gerçekten bağışlayamazsınız. Ancak şimdi’nin gücüne eriştiğinizde gerçek anlamda bağışlayabilirsiniz. Şimdi’nin gücü geçmişi güçsüzleştirir, yaptığınız ya da size yapılan şeyin özünüzü asla etkileyemeyeceğini derin biçimde idrak edersiniz. Bağışlama kavramı artık gereksiz hale gelir. (Sayfa: 223-247)

Hiç yorum yok: