13.06.2007

SADIKLAR PLANI
RUHSAL TEBLİĞLER
RUH VE MADDE YAYINLARI


GİRİŞ BİLGİSİ :


ÖZ : İlk yaratılma anında, İlahi Eylem’in etkilediği ve tüm gerçeğin saklandığı yer veya tüm evren plan ve ortamlarının birlikte tabi oldukları Asli Kelam. Bu sadece sizdeki ruha özgü bir özelliktir ki, diğer hallere geçtikçe bu Asli Kelam yahut Aşkın Eylem’in ilk darbelediği yer bir ve tek olur. (Ruh - Orijinal madde)



CEVHER : Öz’ün İlahi Emre uyarak her şeyden ilgisini kesip diğer varlıklarla yüz yüze gelmesi sonucunda tüm gerçeğin dışarıda zırhlaşması ve deruni darbenin meydana getirdiği titreşimden oluşan orijinalite ve özellik. ( Destek Madde - Perispiri )



ŞUUR ALANI : Öz ve Cevherin birbirinde yankı bulması sonucunda kendi etkilerini, yüz yüze oldukları diğer ruhi ve maddi varlıklarla karşılıklı tutmaktan meydana gelen kesimli tesir kuşakları veya deruni bilginin kendi dışındaki ortamlara uzantısıdır.



ŞUUR : Bütün var olmuş olanların ve var olacakların genel bilgisi ve enerjisidir. Her var olanı kucaklayan, birbirini ne kadar kucaklayan varsa onları da kucaklayan bir İlahi Güç ve Etkileyicidir.



SADIKLAR PLANI : Yüksek düzeyli ruhi bir organizasyondur. Dünya Rabbi’nin sağ kolu olarak görev yapmaktadır. İndiriliş tarihi belli olmayan “Bilgi Kitabı’nın” yolunu açmak ve daha kolay anlaşılmasını sağlamak için Dünya Rabbi tarafından bu kitaptaki bilgileri vermekle görevlendirilmiştir. Sadıklar Planını, birçok varlığın meydana getirdiği bir varlıklar topluluğu olarak değil, Planı oluşturan varlıkların “bilinç bileşimi” olarak algılamak gerekir, çünkü Ruhi Planlarda önemli olan varlıkların bireyselliği değil, şuur düzeyleridir. Aynı amaca yönelik görev yapan “ilahi bilinç kurumu” ya da “ilahi bir prensibin somut şekli” demek daha doğrudur. Planın sözcüsü konumundaki varlık bile bireysel düşüncelerini değil, “kurumsal bilincin” düşünce ve mesajlarını aktarmaktadır. Sonuç olarak Plan, şuur alanları birbirine eklenmiş, birbirine kenetlenmiş, birbirinin enformasyonunu alan ve bilen bir ortamdır.


( Celse: 3 Tarih: 20. 5. 1962 ) Düşünce ve cevher arasında bir ilişki vardır. Düşüncelerin insan ruhundaki işlevleri, şiddet ve yaygınlık dereceleri ruhun öz cevherine ne derece yakınsa, düşüncenin cevherliliği de o derece kıymetlidir. Bu yüzden, bir düşünceye yanaşmak istediğiniz zaman onun her şeyden evvel elinizde bulunan diğer cevher düşünceyle arasındaki farkı ve ilişkiyi araştırmanız gerekir. Bu üç halde olabilir: 1- Dolaylı yoldan gelen sezgilerin sizde uyandırdığı izlenimlerin kalitesine bakmalısınız. Örneğin, derin sezgilerde sevinç hali vardır. 2- Gözlemlerinize dayanarak elde ettiğiniz bilgilerin bireye ait cevher düşünceyle sizdeki diğer cevher düşünceler arasındaki kaliteleşmesine bakmalısınız. 3- Bir cevher düşünce, şimdi olduğu gibi Tanrı izniyle sunulan düşüncelerin sıralanışıyla da elde edilebilir. Dolayısıyla, insanın üç türlü kanalı var: Ortada, en kısır fakat o oranda ödülü bol olan gözlem yoluyla elde edilen cevher düşünce. Solunda, sezgilerinizin verdiği cevher düşünce. Sağında, Tanrısal mesajların verdiği cevher düşünce. (Sayfa: 13-14)

( Celse: 4 Tarih: 27. 5. 1962 ) Aşkın Düşünce dendiği zaman, çok gelişmiş idrak dışı sınırlarda bile bilinmeyen, Aşkın Özden size, daha doğrusu tüm evrenlere sinen düşünceler söz konusudur. Oysa sizin bunun dışında düşünmüş olduğunuz düşünceler esas değildir. Tüm varlıklar Aşkın Düşüncenin ancak şurasından burasından gözlem yapabilir ya da öğrenebilir, yani çok büyük bir aynanın zerreler halinde kırılmış parçalarına sahipsiniz. Bu kırık parçacıklar birleşirse, Aşkın Düşüncenin evreninize yansımasını ya da nasibini elde etmiş olursunuz!
Zaman kavramı genellikle duygusaldır, öncelik ve sonralık duygusu vardır insanda.
Bu fizik doğanın insanlara verdiği bir huydur. Oysa düşünce bir enerji toplumudur, bu enerji toplumu hiçbir zaman maddi enerji toplumlarıyla kıyaslanamaz. Bu yüzden, fizik doğanın düşünceyi etkileyecek yeteneği yoktur. Ekminezi olayında bunun tipik bir modeli vardır.
Kısaca, düşüncenin zaman ve mekanı yoktur.
Eyleme dönüşme aşaması, hiçbir zaman bir düşüncenin, daha doğrusu eylem haline gelecek bir düşüncenin zaman ve mekana bağlı olmasını gerektirmez. Şöyle ki, alınan düşünce ruhunuzda senteze tabi tutulmuştur, o sizindir ve eylem haline gelmiştir. Siz eylemi mutlaka maddi koşula bağlı maddi tezahürler halinde mi düşünüyorsunuz? Hayır, öyle değildir. Düşüncenin ruha etki etmesi, ruhun iç cidarına girmesi eylem haline gelmesi demektir, artık onun tepkileri şu veya bu zamanda gerçekleşebilir. Bu onun eylem hali demek değildir, bu iki noktayı birbirinden ayırmanız gerek. İnsanların gerçekleştirdikleri eylemlerin tohumları, yani birinci eylem hali, Aşkın Düşünceden kendilerine gelenlerin sentezinin yapılmasından itibaren bitmiştir. Sizler ancak yansıma halindeki ikinci derecede eylemleri yapıyorsunuz, onları asıl eylem olarak kabul ediyorsunuz ki, bu sizin için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Rüyalarınızın birçoğu, ruhi eylemlerinizin sembolik yansımalarıdır, ruhunuzun faaliyetlerini şuurunuza aksettiren durumlardır.
Aşkın Eylem, Aşkın Düşüncenin kendini aşarak gerçekleşmesi demektir. Bu geçekleşme ise, kendini aşmanın verdiği yüksek enerjiden dolayı maddi evrenlerin ortaya çıkması demektir. Maddi evrenlerin ortaya çıkışı sizlerin ortaya çıkışınız demektir! Bu yüzden Aşkın Eylem, doğrudan doğruya Aşkın Düşünceye dayanan yaratılış demektir. (Sayfa: 19-23)

( Celse: 5 Tarih: 9. 6. 1962 ) Aşkın Zaman da zamansızlık denen durumun tamamlayıcısıdır. Aşkın Zaman, kendini aşan düşüncenin dönüp dolaştığı bir Mekandır. Aşkın Zaman, külliyen evreni kapsayan farklılaşmalardır. Aşkın Zaman, zaman denen kavramı bile, o kavramı canlı kılan idrakleri bile düzenleyen Murat’tır. (Sayfa: 30)

( Celse: 6 Tarih: 10. 6. 1962 ) İnce bir tülbent gibi gözlerinizi kapayan, görüşünüzü bulanık gösteren bir nefsaniyet içindesiniz, görüyorsunuz, ama çizgiler keskin değil. Sizler çizgileri ve renkleri, her ikisinin nüanslarını net görmesi gereken kişilersiniz. Bunlar bize malum olduğu zaman tülbendinizin dokuması daha da seyrekleşir. Gerçi bu gereklilik içinde tülbentsiz olamayacaksınız!
İman odur ki, gözünde tülbent değil kalın bir bez olduğu halde öte tarafı bu tarafmış gibi bile. İman odur ki, bildiğini ve bilebileceğini, bildiğinden ayrı bildirmeye. İman odur ki, bilgisine, bilebileceği bilgisine yeni bilgiler katmak için bilmediğini bile. İman odur ki, hem ben hem sen kalka da hep biz ola. Hep biz oluş Yukarı’nın eli ayağı oluştur. El ve ayak ancak başa itaat eder. Ama el ve ayak olmak, her şeyden önce el ve ayağı bilmekle başlar. Yine iman odur ki, baktığınız ve bastığınız her yerde, işittiğiniz her seste İlahi bir koku, İlahi bir ses, İlahi bir iz bulasınız. Ve bunların size vermiş olduğu aşkı aşk ile yaşayasınız!
Zamansızlık, Tanrı Gölgesinin altında kalan tüm yaratıkların, kendilerini bu gölgenin koyuluğu içinde idrak edebilecekleri haldir. O Gölge Aşkın Zamanın, yani külli zamanın ta kendisidir. Fakat yaratıkların çeşitli derecedeki tavır, hal ve kaliteleri bu gölgeyi çeşitli şekillerde hisseder, idrak eder, tavırlarda bulunur. Zamansızlık sorununu bir beyin idrakiyle, yarım yamalak bilgi ve sezgiyle kavramak zordur. Size zamansızlığı ne kadar anlatmaya çalışsak yine de çok şey anlamayacaksınız. Aşkın Zaman, İlahi Murad’ın ezel ve ebedleri kucaklayan kudretinin, silinmeyen ve kaybolmayan mevcudiyetinin tezahürüdür. Buna evren hafızası da diyebilirsiniz.
Siz Aşkın Düşünce içinde olamazsınız, hiçbir yaratık olamaz! Siz ancak Aşkın Düşüncenin yansıması olan evrenler içinde bulunabilirsiniz, dolayısıyla Aşkın Düşünce hepimizden uzaktır!
Ruhun özü, Aşkın Düşüncelerle arınan ve arındıkça parlayan bir güneş gibidir. Bir güneşin evrenle ilişkisi ne orandaysa, sizin özünüzün de Aşkın Düşünceyle ilişkisi o orandadır.
Öz, Aşkın Öz’ün aksinden ibarettir, şuur ise özün aksinden ibarettir, bu kadar! İnsan cevherini öz ile şuur arasında ayrı bir şey olarak kabul etmeyin. Bunların hepsi bir şeyin içindedir, bir formasyonun içindedir. Cevher, öz ile şuur arasında bir ara vasıta, öz ile şuuru kaynaştırmaya çalışan bir tür dairesel tesir kuşağıdır. Ve bu tesir kuşağı bir tektir, orijinaldir, kendinden başka hiçbir şeye benzemez. (Sayfa: 31-36)

( Celse: 7 Tarih: 17. 6. 1962 ) Tanrının İlahi Gölgesi, O’nun her şeyde hazır ve nazır oluşudur, Tanrı Gölgesi ise tüm cevherlerdir.
İdrak, her şeyden önce derli toplu bir sentezin sonucudur. Bilgi, şuur alanının çeşitli kademelerinden geçmek suretiyle şuurun etli kısmına varır, bu kısım analiz ve kıyas bölgesidir. Analiz ve kıyaslar özden alınan kıyaslarla sağlanır. Bunlar adeta özsu şeklinde emildikten sonra özde birikirler. Bu birikiş bile bir idrak değildir. Birikmesinin belirli bir derece, hal ve kapasitesi vardır. Daha doğrusu, bir kimyagerin belirli bir maddeyi elde etmek için kullanmak zorunda olduğu ayrı ayrı maddelerin çeşitli dozlarda bir araya getirilişi gibi, özde de çeşitli özsularının çeşitli kombinezonlar altında toplanması ve kabarması gerekir. İşte bu kabarma hali öz idraktir. Burada idrak edilen şey öz evrimdir. İdrakler özden yukarı doğru, dışarı doğru hareket ettikçe eksilir. Bu ta beyin idrakinize gelinceye kadar eksilmeye devam eder, beyin idrakinizle özünüzdeki idrak arasında sıfır ila artı sonsuza yaklaşan bir fark vardır. Bu yüzden, varlıkların daha uygun şartlar içinde evrim basamaklarının ve şuur alanlarının yaygınlaşmasını ve daha dolu bir hayat yaşamalarını sağlamak için bu iki uzaklık arasındaki farkı azaltmak gerekir, yani bildiğini bildiğinden başka yapmamak gerekir.
İman, Aşkın Ahlaka uygun davranıştır denebilir. Bir peygamber “Ben size güzel ahlakı öğretmek için görevlendirildim” demişti. Bu sözle, kullanılmak istenen araçlar anlatılmak isteniyordu. Aşkın Ahlak, hem düşünceden hem de özden üstündür. Aşkın Ahlak, Tanrı Gölgesinin kendisidir. Aşkın Ahlak, derin şuurunuzun işleyiş mekanizması ve planıdır. Aşkın Ahlak, evrenlerin kuruluşundaki orijinal makettir. Aşkın Ahlak, bu maketin insanlar tarafından araştırılmasını gerektiren eylemdir. O aşktır! Eğer tek bir varlıkta bile bu ahlakın tohumu bulunmamış olsaydı, tüm evrenler yok olurdu. O Kadir-i Mutlak, O Büyük Ahlakçı, tüm varlıkların içinde kendini gizlemiştir! ( Sayfa: 39-43)

( Celse: 9 Tarih: 8. 7. 1962 ) Tanrı Gölgesi üç ana anlam taşır: 1- Kadir Olmak: Kadir olmak, her tür yaratığın birbiriyle her tür ilişkisini her an bilmek ve tasarrufta bulunmaktır. Fakat burada ince bir nokta var, Tanrı hiçbir zaman yaratığıyla direkt etkileşimde bulunmaz. Tüm yaratılış bir yansımadan ibarettir. Bu yansıma eskiden beri sanıldığı gibi Tanrının yansıması değil, bilgisidir. Bu yüzden kadir olma hali, Aşkın Bilginin Aşkın Düşünceden sonra aldığı şekildir. Kadirlik yaratıklarla beraber devam eder. Şunu da iyi biliniz ki, kadir olma hali Tanrının ne bir sıfatı, ne bir ismi, ne de şöyle ya da böyle bir halidir. Kadir olma hali, tüm yaratılmışların ilk halini sembolize eder. Kuran’daki “Ol” emri, yaratılmışların ilk düşüncesinde Tanrı Gölgesinin yayılmasını temsil eden bir semboldür. 2- Tanrı Gölgesi: Her yaratığın O’nun arzusu içinde dönüp dolaşmasıdır. Bu arzu, kadir olmayı kullanmadaki büyük hızdan doğar. Hız ise yaratıkları idare eden ve ayıran Aşkın Tasarruftur. 3- Aşkın Bilgi: Aşkın Bilginin, her cevherin içinde bulunan unsuri bilgi, yani üç bilgiyle olan devamlı ilişkisi demektir.
Şuur, kendinde bulunan tasarrufun üstünde bir hareket yeteneği kazanırsa, elbette diğer yaratıkların zorunlu gereksinimlerini kösteklememesi için bu güçlenmiş tasarruf kendi özünde dönüp dolaşmaya başlayacaktır. Tasarrufun dönüp dolaşması şuurundan dışarıya, örneğin bedenine, toplumuna eylemler halinde değil, etkisi ve realitesi yükselmiş düşünceler ve bu düşüncelerin birikmesinden ibaret idrakler halinde çıkacaktır. Coşma ise, özde meydana gelen birikim halindeki düşüncenin, yani idrakin yine gereklere uyarak bedene, topluma yansıyamayışından meydana gelen bir iç yanmadır. Bu mutlu bir şeydir. Elbette hiçbir şeyin boşa gitmediği bir evrende bulunuyorsunuz, hiçbir şey sonuçsuz kalmaz, nitekim kalmamıştır da. Sizdeki bu coşma, yani güçlenmiş tasarrufunuzun sizdeki titreşimi, hareket yeteneğine, süper enerjiye, atılganlığa, hıza, yüksek sezgiye, hatta bazen sabırsız hareketlere de yol açabilir. Kişi odur ki, içindeki coşkuyu, yani güçlenmiş tasarrufu ruhi melekelerinin gelişmesinde kullansın, toplumun gelişmesinde değil! Çünkü toplumun gelişmesindeki rolü, ancak büyük düzenleyicilerin kendine nasip ettiği kadardır, yani dışa ait işlerde onun gücü ancak kendi idraki oranındadır. Fakat kendi içine döndüğü zaman, tasarruf yeteneğinin kullanılması yüzde doksan itibariyle kendindedir. Dolayısıyla, bu durumlarda coşma halinin yüksek enerjisinden yararlanmak ruhi melekeleri geliştirir. Bir coşma halinden daha söz edeyim. Bir bilgi sahibi oldunuz, kaba olan yavaş yavaş inceldi, curufu, safrası gittikçe azaldı, nihayet bir inci tanesi gibi derinlere indi. Siz ruh olarak sürekli yanmakta olan ilahi bir ateşsiniz. Bu inci tanesi o ocağın yüksek enerjisinde patlama yaratır, derhal onu alevleri içine alır, unsurlarına ayırır ve enerjisinde eritir, bu artık erimiş bir enerjidir. Büyük bir kaynama var, bu uyanma, bu yanma, tasarrufunuzun gücünü, dolayısıyla bilgideki birikim olayını, yani idrakinizin düzeyini artırır. Size tavsiyemiz, haddinizi bilerek dış alemin düzenlenmesine değil, idrakinizin yükselmesine, güçlenmiş tasarruflarınızla ruhi melekelerinizi geliştirmeye çalışmanızdır. Sizdeki gelişmeler çoğaldıkça, toplumu düzenleyenler size uygun ortamları elbette meydana getireceklerdir. (Sayfa: 45-49)

( Celse: 16 Tarih 2. 9. 1962 ) Melekenin üste kayışı demek, idrak toplamlarının belirli odaklar halinde birikmesi demektir. Odak her biriktiği yerde bir yoğunluk kazanır. Yoğunluğun artışı, melekenin bulunduğu plandaki enerjisini gösterir. İdrakler, dolayısıyla odaklar daha üst bir kademede kendine zemin bulursa, bir meleke kayması meydana gelmiş olur. Aşağıda geçirilmiş maceralar son odağa gelinceye kadar araçlık ederler. Dolayısıyla son odak külli melekenizdir, hatta buna külli meleke demek de doğru değil, çünkü ruh yaratılışı ve cevheri itibariyle yegane melekedir. Bundan çıkan sonuç şudur, odaklar ne dereceye kadar yukarıya, yani şuur alanlarını aşıp öze kadar gelirlerse, ruh kendini o derecede tanımış ve melekelerini geliştirmiş olur. (Sayfa: 74-75)

( Celse: 22 Tarih: 28. 10. 1962 ) Aşkın kişiliğiniz deruni şuurunun dışında, ancak enkarnasyon yasasının sağladığı şuurda mahpustur. Aranızdaki asıl set, ulvi kişiliğinize ulaşmanıza engel olan şuur yüzeyinizdir. Evrimin diğer bir anlamı da, bu şuur yüzeyini meydana getiren kütlenin kalınlığının gitgide incelmesi, zarlaşmasıdır. Neden önünde perde olduğu halde o tarafı bu taraf gibi bilir demiştik? İşte aşkın iman budur! Kalın şuur yüzeyine rağmen, derin şuurunun en uçlarıyla, cevherine en yakın olanlarıyla Yaradanını bilmektedir. Bunu sağlamak için pratik hayatınızda yapacağınız denetim, şuur yüzeyinizin törpülenmesi, inceltilmesi, temizlenmesi şeklinde olmalıdır. Alıştırmalar, kendi kendine telkinler, şöyle olacağım şeklindeki yeminler hiçbir şey ifade etmez, çünkü bu çabalar ancak şuur yüzeyinin üzerinde devam edip gitmektedir. Alta nüfuz eden nedir? Hiçbir şey! Öyleyse, tüm varlığınızla yüce kişiliğinizi bulmak için şuur yüzeyi denen bu perdeyi, bu eşiği inceltmek, daha çok rahmetin geçeceği şekle getirmek görevinizdir. Bu da derin düşünme ve gözlem melekenizin artırılmasıyla mümkündür. Aşkın Düşüncenin kendini aşmasıyla, sizin ya da bizim kendimizi aşmamız farklı şeylerdir. Kelimelerin kullanılışı zorunluluktandır, ama anlamdaş değildir. Aslında aşkınlık hali, öz, cevher ve şuur kademelerinin arasındaki projeksiyonların sıklaşması demektir. (Sayfa: 92-94)

( Celse: 23 Tarih: 20. 1. 1963 ) O zaman müşrikler şöyle demişlerdi: “İstersen önümüzdeki perdeyi de kaldır, biz yine bildiğimizi işleriz. Ta ki cehennem azabı onların boynunda dolalı olsun.” Şu şuurlara bakın! Bu derbederlik, bu takdirsizlik, bu düzen tanımazlık niçin?
Kat kat açılan bir perdenin en dibinde kendimi görüyorum. Öyleyse ben, benim perdemim! Gece inmeden ışık için malzeme gerek. Malzemenin en iyisi gerçek değerde olan aşk ve bilgidir, bunlar iman arabasının iki tekerleğidir. Güç, külli şuurun ummanındaki enerjidir. Niyet, külli şuurun yoludur. Huy, külli şuurun damarlarıdır. Uyum, külli şuurun hücreleridir. Bunlar olmadan iman arabasına binmek inmekten beterdir!
Korkunç bir iradenin altında, şimşekler saçan bir enerjinin altında, parçalanan mermer bir heykel gibi teker teker dökülen şu nefsaniyete bakın! Heykel parçalanır, heykelin fikri kalır. İşte ruh, aşkın cevher bu fikirdir. Karşınızdaki sorunu kabuk kabuk, parça parça , bütün bütün soyun ve kırın, elinizde tek bir şey kalacak! Parlak ve yakıcı! İşte gece inerken aydınlatıcı malzemeniz bu olacak, Rabbimin imanı! Üç bilginin toplamı, evrenin tek sebebi. Pırıl pırıl bir saha. Üç tane direk: Birinde Bilgi, birinde İman, birinde Aşk yazılı. İman, Bilgi, Aşk! (Sayfa: 95-96)

( Celse: 28 Kademe: 4 Tarih: 7. 9. 1963 ) Bilgi sahibi olmak, bilginin uygulamasını yapmak, asla prensip sahibi olmak değildir. Prensip sahibi olabilmek, belirli bir tesir kuşağı içinde, belirli bir ide ışığı altında çalışmak demektir.
Alçakgönüllülük, hükmün yalnız ve yalnız O’nun olduğunu anlamak demektir. Orijinal varlık, tam kişiliğini kazanmış idrakli bedenli varlık demektir, tolerans sahibi bedenli varlık demektir. Hükmün yalnız Yukarı’dan geldiğini tüm sadakatiyle, imanıyla bilen ve uygulayan demektir. Bunlar o kadar azdır ki, onlara orijinal sıfatını takmak ve bir ayrım yapmak zorundayız. Sabır, imanın karşısında desteksiz durabilmektir!
Bu evrende rölatif olmayan hiçbir şey yoktur. Kesinlik ancak O’na özgüdür. Bu yüzden, her şeyde bir onay aramak bir bakıma imansızlığın sonucudur! (Sayfa: 106-110)

( Celse: 31 Kademe: 4 Tarih: 27. 9. 1963 ) Cevher, özün şuurla birleşmesinden meydana gelen, daha doğrusu özün kendi dışındaki alemle bağlantısının sonucu olan şuur kavşaklarının bir bileşkesidir. Bu hale göre ruh diye adlandırılan varlığın asıl unsuru, özle şuurun aşkın kavşağı olan cevherde gizlidir. Bu cevher her iki konuyu da, yani özü de şuuru da orijinal bir mahiyet almak üzere bağdaştırmıştır. Sanki ayrı bir varlıktan bahsediyormuşuz gibi anlatıyoruz, aslında bunların hepsi özün marifetidir. Bu durumda, öz ve şuur konusunda doyurucu bir araştırma yapabilmeniz için, cevher konusundaki düşüncelerinizin oldukça geniş olması gerekir. Cevher sadece bir ve tek, orijinal ve ancak kendine özgü sıfatlarıyla kalmış değildir. Cevher, özün tüm Aşkın Planlarda hareketini ve dönüp dolaşmasını sağlayan periskobu gibidir. Cevher, tüm evreni kaplayan Aşkın Bilginin bağdaşabileceği yegane asli mekandır. Cevher, yaratılışta özün kisvesidir. Cevher, maddeyle temasta özün rehberi ve jeneratörüdür. Cevher, ilkel aşamada özün çelik giysisidir. Cevher, ruh planında özün sırdaşıdır ve cevher Aşkın Planlarda özün koldaşıdır.
Prensip, Aşkın Eylemin maddi ortamlardaki projeksiyonundan meydana gelen esastır. Prensip, bir ideler toplamını kapsamı altında bulunduran esastır. Yasalarla prensipler arasında ideler vardır. Ve hiçbir zaman yasada meydana gelen olay prensibe yansımaz, bu sadece idelerin emri altında yeni düzenlemelere tabi olur. Prensibin tabi olduğu konu Aşkın Tasarruftur, Yüksek Tasarruftur, ancak ondan etkilenir ve bu kadar bayağılaşmaz. Bir prensibe oranla ide daha bayağıdır, ideye oranla yasa daha bayağıdır, yasaya oranla sizden daha bayağı olanlar da var. Bayağı olmayı bir hor görme olarak düşünmeyiniz, bu bir klasmandır. Yasayla varlık arasındaki ilişki, ilişki koridorları, kuşaklar ve şebekeler şöyledir: Birincisi, vicdan ve sezgi kanallarıdır. Vicdan, idesine bağlı olan yasanın kendi parçalarındaki yansımasıdır. Parçanın yorumu, vicdanın niteliklerini meydana getirir. Sezgi, yasanın idesine uyumundan kaynaklanan aşkın bir sevinç ve bunun prensip çatısı altında seyredilmesidir. Bu seyri yüksek şuurunuz yapar, ancak ondan size, yani bayağı şuurunuza yansıyan sezgidir. Şebeke, yüksek şuurların yasalar konusundaki bilgilerinin meydana getirdiği karşılıklı, zıt ve paralel peteklenmelerdir. Kuşak ise; ideler, yasa, yüksek şuur, bayağı şuur ve bunların karşılıklı birbirleriyle kesiştikleri noktalarda meydana gelen alanlar ve kuşaklardır. İşte buralar evrim hızının yüzde yüz randımanlı olduğu bölgelerdir. Daha evvel bahsettiğimiz tesir kuşakları işte bu şekilde meydana gelir. (Sayfa: 123-125)

( Celse: 35 Kademe: 4 Tarih: 20. 2. 1964 ) Yeryüzünde mesaj alınıp mesaj verilen dönem çok eskidir, milyonlarca sene öncesine dayanır. Bu insanlığın en büyük dönüm noktasıdır. O ana gelinceye dek insanlık direkt kelamla ilişkide olmamıştır. İşte o andan itibaren Yüksek İdareci Mekanizma, birçok düşünceyi ve evrim hamlesi yaptıracak bilgiyi direkt kelamlar halinde vermiştir. Bunları alanlar çeşitli kategorilerdeki medyumlardır. Yeryüzünde şimdiye kadar üç türlü mesaj alınmıştır. 1- Şuuraltına zerk edilmiş mesajlar. Bu şuuraltı, yeryüzüne görevle inen varlıklardaki içeriktir. 2- Geçmiş hayatları güçlü izlenim, gözlem ve bilgiyle dolu varlıkların kışkırtmasıyla verilen mesajlar. 3- Kademeli şekilde inen direkt vahiyler. Ve yeryüzünün nasibi de budur!
Medyum denen araç herhangi bir araç değildir. O, bir zaman ve mekanda bir mürşittir, diğer zaman ve mekanda bir alimdir, bir diğerinde peygamberdir ve şimdi de sıradan insan kimliğinde bir kişidir. Her kademe belirli bir renk, yoğunluk ve titreşim içindedir. Eğer medyumda bu kademelere ait renk, yoğunluk ve titreşim unsurları mevcut değilse, o kademeyle asla yakınlık peyda edemez. Alt planlarda renk önemlidir, daha yükseklerde yoğunluk, daha yükseklerde ise tesir ve titreşim birinci planda gelir.
Her zihin, içeriği itibariyle psişik bir alanla çevrelenmiştir. Bu ayrıca o zihnin daha çok sayıda antenleri var demektir. Zihni düzeyin yüksekliği, psişik tesir alanının daha kapsamlı, dolayısıyla anten sayısının daha fazla olmasına yol açar. Bir zihni düzey, içeriği itibariyle sizlerin akademik olarak kabul ettiğiniz içerikler değildir. Bu düzey liyakatin sonucunda oluşan bir haldir. Dağ başındaki çoban liyakat sahibiyse, elbette araçlık edecektir, şüpheniz olmasın! (Sayfa: 132-134)

( Celse: 38 Kademe: 5 Tarih: 28. 3. 1964 ) Yeryüzünde şimdiye kadar değişen tüm realiteler daima bölgesel olmuştur, hiçbir zaman realite değişimlerinin kapsamı % 60’dan fazla olmamıştır. Bu yüzden toptan bir realite değişikliği yoktur, çünkü bir realitenin kendi varlığını kanıtlaması, kendinden önce ve kendinden sonra olanların varlığıyla ortaya çıkabilir. Bir varlıklar topluluğunda bir idrak genişlemesi, yeni bir görüş açısı ve etkilenme yeteneği meydana getirilmek istendiği zaman bu toptan gerçekleştirilemez. Ancak belirli bir topluluğun veya bazı toplulukların çeşitli veya tek amaçlı tesirleri alması sonucunda bir ferahlık meydana gelir. Sonucu ise, hür iradeleriyle hareket eden varlıkların çabalarına bağlıdır.
İşte Din Günleri, realitelerin daha fazla kapsam kazanması için Yukarı’nın çeşitli odaklar meydana getirişidir. Bunların her biri özel bir tesir ağıdır, ancak bu ağın kapsamında olanlar bir varlık kazanırlar. Bunun dışında olanlar başka türlü bir tesir ağının içindedirler. Fakat bu ağların toplandığı bir mekanizma da vardır, bu demektir ki, ağların hareketi üstün idrak planlarına bağlıdır. (Sayfa: 138)

( Celse: 39 Kademe: 5 Tarih: 29. 3. 1964 ) Felek, sadece sizin sisteminizin içinde bulunan madde türünün sembolüdür. Sisteminiz derken, bunun kapsamını saptamanız ve idrak etmeniz mümkün değildir. Buna birçok evrenler, birçok spadyumlar da dahildir. Arş ise, üst üste yığılmış İdareci Mekanizmaların tesirini ifade eder.
Kuran’da pak ve nezih eşler deniyor, pak ve nezih hepsi temizdir. Temiz olan şey yüksek olan şeydir, yüksek olan ulvi olan şeydir, ulvi olansa ancak kendi mekanı içinde bulunur. Sonuç, siz kendi kendinizin eşi olursunuz. Bu tam şuurunuzun, tam idrakinizin geliştiği zamandır, siz sizlikten çıkarsınız. Bu öyle bir halin ifadesidir ki, onu kelimelerle ifade etmek mümkün değildir.
Asıl prensip, ruhla maddenin belirli bir süreç içinde, belirli bir devri hareket içinde aynı kozaliteyi göstermesi demektir. Yani birinin yekdiğerine egemen olması değil, ikisinin de kendi sınırları içinde özgürce gelişmesidir.
Kuran’daki “ölü idiniz diriltti” ayeti, reenkarnasyona örnek olarak verilmiştir. “Yedi kat göğü yarattı” ayeti, hem çeşitli şuur planlarına yapılan bir göndermedir, hem de bir çokluğu ifade eder. Ayrıca, şuurlarınızda iyi bir kavram oluşturması için yedi rakamı kullanılmıştır. Bu, Din Günlerinin sayısını da ifade eder, yine Din Günleriyle paralel olarak yeryüzünde meydana getirilen tesir kuşaklarını da ifade eder ve yine Kuran’daki ayetlerin yedi kat anlamı olduğunu da ifade eder. Dünyanın oluşumundan şu son saniyenize kadar, yeryüzündeki realite değişimleri bu yedi rakamının içindedir ve her bir Din Günü bir rakamın ifadesidir.
Unutmayın ki, yeryüzünde insanın peyda olması evrendeki hayatın başlangıcı değildir. Yeryüzü ancak ve ancak bir delikanlıdır!
Realite realitedir, o değişmez. Değişen o realite içindeki varlığın şuurunun araştırma yeteneğidir. Kendi şuurunu açabilen, bunu bulunduğu mekanın imkanlarıyla yapar. (Sayfa: 141-146)

( Celse: 40 Kademe: 5 Tarih: 5. 4. 1964 ) Sistem, varlığa göre gerçek ve gerçek olmayan iki şeyin bir arada bulunması demektir. Sistem, üç yönlü hareket etmekte olan maddenin bir arada irdelenmesi demektir. Sistem, belirli bir madde evreninin çeşitli boyutları arasındaki bağlantıyı meydana getiren aşkın tesirlerin toplamıdır. Sistem, insan ruhunun belirli bir şuur alanında yoğunlaşmasından meydana gelmiş ve aydınlanmış bir alandır. Sistem, İdareci Mekanizmanın Plan Bürosudur.
Alem ve evren neye göredir? Kendinden bir evvelki alemdir, kendinden bir sonraki ise onun evrenidir. Evren aynı zamanda alemdir, çünkü kendinden sonra onun da bir evreni vardır. Alem kendinden sonrakine bağlıdır, bu bağlılık evrenedir. O evren de yine bir bağlılık içindedir ve o anda alemdir, bundan sonraki de onun evrenidir. İşte bu böyle sürüp gider. Bu durumda ezel ve ebetleri de adeta evren ve alemler içinde, kendi sınırları dahilinde ve sınırlı olarak irdelemeniz gerekiyor. Bir evvelki bir sonrakinin başlangıcı ve bir sonraki bir evvelkinin devamı olduğu için bunlara ezel ve ebet denmiştir.
Felek ve arş alem içindedir, alemle evren arasındadır. Küreler arasındaki ışıklı bölgeler spadyumlardır ve onların yaptığı tamponluk görevi, alemlerin ve evrenlerin dengesini sağlar.
Mekan, alemin kendinden yukarda olan evreniyle, kendinden aşağıda olan aleminin birlikte meydana getirdiği bir dizidir. Mekan, alem içinde değişik şuurlara sahip varlıkların bu alemi görüş şeklidir. Mekan, bir varlığın kendi etrafında meydana getirebildiği şuur küresidir. Mekan, varlığın idrak merdivenindeki basamaklarıdır.
Plan, değişik ruhiyatlara sahip varlıkların, aralarında dalgalı ve kavisli tarzda meydana getirdikleri bir bağlantıdır. Plan, bir varlığın kendi şuur alanındaki belirli bir frekansının ifadesidir. Plan, belirli bir bilgi ve şuur aydınlığında bulunan varlıkların oluşturdukları, belirli sınırlar içinde dönüp dolaşan ruhi etkinliklerinin ifadesidir. Plan iki türlüdür, yatay ve dikey. Yatay planlar varlığın alemle bağlantılarını sağlarlar, dikey planlar ise evrenle bağlantılarını sağlarlar. Bunlar birbirinin içine girmiştir, kesit halinde bakılırsa adeta kareler oluşmuştur, her bir kare bir ortamı gösterir. Bu ortamdaki boyutunuz, daha doğrusu bu boyuta temel oluşturan konu dikey plandır.
Mekanı tarif ederken belirli bir şuur alanının aydınlattığı bir yer demiştik. Bu yer aynı zamanda varlığın o mekan içindeki realitesini de temsil eder.
Varlıkların evrimi hızlandıkça, onlara araçlık eden maddi imkanların da topyekün geliştiği gözlemlenir. Her ikisinin evrimi bir arada irdelenmelidir. Birinde maddeye egemen olma kudreti arttıkça, diğerinde bu kudrete itaat meydana gelir. Her ikisi için bu bir evrim göstergesidir. (Sayfa: 149-154)

( Celse: 41 Kademe: 5 Tarih: 12. 4. 1964 ) Her Din Gününün bir Saffet (saflık) Günü vardır ve bunlar sizin ezel ve ebediniz arasında devam edip gider. Gerçek Din Günü şudur: Belirli sayıdaki gezegenleri, planları ve boyutlarıyla güneş sisteminizin iki türlü Din Günü vardır. Birincisi, Kozmogonik Din Günü, dini de kaldıralım, Kozmogonik Gün. Bu, kendi aleminde, ait olduğu burçlar dahilinde yaptığı fiziki hareketlerden dolayı içine girdiği veya çıktığı Aşkın Tesirin sırasını belirler. Toplu bir değişikliğin sembolüdür, yani bir sistem, adeta bir güneş sistemi kendine has bir ağ içine alınarak belirli bir yöne doğru çekilir. Kozmogonik Gün hepsiyle ilişkilidir. Bir de Bireysel Gün vardır. Bireysel Günden kasıt, her kürenin kendine has değişikliklerdir. Kozmogonik Günde, sistemin alemi içindeki realiteleri, boyutu ve hızı değişir, bu hız fizik bir hız değildir. Bireysel Günde, yani küresel günde ise bunun sonuçları çok daha şiddetlidir. Fakat yüksek şiddet göstermesine rağmen bir süreklilik vardır, birbirine geçişler gayet uyumludur. Şöyle ki, her küre tüm sistemiyle, bitkisi, hayvanı, insanı ve tüm gayrı maddi unsurlarıyla birlikte yeni bir tesir kuşağı içine girer veya bir takım dönüşüm ve değişimlere uğrar. Bu her şeyde gözlenir, elbette görebilenler için! İşte meleklerin Tanrı’ya, “yeryüzüne kan dökecek, nifak çıkaracak birini mi getireceksin?” sözünde bu hikmet vardır. Yeryüzü güneş sistemini temsil eder. Güneş sistemindeki Kozmogonik Gün, alem içinde elbette bazı değişiklikleri gerektirecektir. Oradaki melekler Ana Prensiplerdir, tüm kozmogonik yasalardır. Ötesini siz anlayın!
Bireysel Günde, her şeyde sürekli bir değişikliğin meydana geldiğini şu şekilde anlarsınız. Doğa olaylarının birbirini izleyişindeki uyum, uzak bir gözlemi gerektirmekle beraber çok belirgindir. Bu dünyanızdaki akışkanlık derecesini izleyerek gerçekleşir. En çabuk etkilenen en akışkan olandır, bu yüzden canlılar içinde en çabuk etkilenen insandır.
Ve insanlar içinde en çabuk etkilenenler ahlaken üstün olanlardır. Bu yüzden, hayvan ve bitkilerdeki dönüşümü insan gözüyle fark edemezsiniz. Yapabileceğiniz en iyi şey, doğada sıralanmış akışkanlık yasasının kapsamında hareket eden maddi cevherleri gözlemlemektir, onlar kesin olarak belirli bir sırayı izleyerek dönüşüme uğrarlar, reaksiyonlarını da yine açıkça gösterirler.
Bireysel Gün sadece insan için bir gündür, yani kozmogonik bir birey olan dünya üzerindeki Bireysel Gün insana hastır, daha çok insana hastır, çünkü kendinden gayrilerin realitesinin değişmesi ona göre yavaştır. Bu yüzden Adem olan insan görebilmiş, bilebilmiştir. İradesi, gayreti, çabası aynı hız ve boyutta kalabilmiştir. Bugün içinde bulunduğunuz alemin üçte ikisini oluşturan varlıklarınız, ruhi yapılanma itibariyle bir orijinallik arz eden varlıklarınız, Mekanizma tarafından yeni bir Din Gününe sürükleniyor.
Bu değişiklik güneş sisteminizin üç gezegeni için geçerlidir, Mars, Satürn ve Dünya.
Sizin aleminiz; güneş sisteminiz, içinde bulunduğunuz galaksi ve diğer galaksilerin hepsini birden barındıran bir madde sistemidir. Bunlar çok değişik tertipte madde sistemleridir. Bu sisteme felek de diyebilirsiniz, içinde spadyumlar da bulunan bir sistem.
Spadyumlar, şimdiye kadar bilinen ve bildirilen anlamından tamamen başka bir şeydir. Orası, tüm maddi ikizler arasındaki ortak çalışmayı, karşılıklı etkileşimi sağlayan ve yürüten, Aşkın Tesirle en yakın bağlantıları olan ayrı bir odaktır. Orası, ilahi bir regülatörün belirli kısımları gibidir. Her şey oradan etki eder ve etkilenir, ancak onun aracılığıyla bir etkinlik kazanabilir. Bu kadar! (Sayfa: 157-162)

( Celse: 42 Kademe: 5 Tarih: 19. 4. 1964 ) Sisteminizin bağlı olduğu zaman, aleminizin evreninize oranı gibidir. Güneş sisteminizin zamanı, galaksinizin içindeki Aşkın Zamanın dağılışı oranındadır. Eğer Aşkın Zamanı kavrayabiliyorsanız, dağılış oranını da çözebilirsiniz. Mekana gelince, fiziki güneş sisteminin, alem içindeki çeşitli tesir bölgelerinden ve tesir şebekelerinden geçerken, sistemin zamanı ile bu tesirin kesiştiği noktalar onun mekanını oluşturur. Ancak bu kadarını kaldırabilirsiniz!
Çeşitli burçlarda doğan insanların, o burcun bağlı olduğu tesirlerle ilgili bir takım kader planları içinde hayatını sürdürdüğü doğrudur. Ruhun iç bünyesindeki gereksinimlerin prensibi, içinde bulunduğu evren sisteminin prensipleriyle uyumlu olacaktır. Dolayısıyla, örneğin güneş sisteminin çeşitli spiral halkalarından herhangi birindeki yasaların esas prensipleri, bundan yararlanacak varlığın prensiplerine uygundur. Ancak bunlar olduğu sürece bir enkarnasyon söz konusudur. Böylece enkarnasyonun en önemli bir prensibini de öğrenmiş oldunuz. Yani bir varlığın kendi sistemi içinde enkarne olması takdir buyurulmuşsa, varlığın durumuyla yasa ve prensipler aynı olmalıdır. Bu şunun için gereklidir, bir sistemin spiral hareketi belirli bir tesirin içinde olmaktadır, yani esas olan varlığın bir tesir dizisi içinde bulunmasıdır. Ancak bu tesirden yararlanarak iç benliğinin, özünün aydınlanması meydana gelebilecektir. Ruhun yegane gıdası, uyarıcısı tesirdir. Eğer bu da olmamış olsaydı ruh mutlak bir mana alırdı.
Fırsat nedir? Bunu açın bakalım, liyakatle ilgisi yoktur bunun, hakla da ilgisi yoktur. Tesir siz olmadan da, yani sisteminiz olmadan da var olan bir şeydi. Dolayısıyla siz sürekli tesir içindesiniz, tüm sisteminizle tesir içindesiniz. Hakkı, liyakati yok bu zaten böyle. Bu duruma göre fırsat ne oluyor? Fırsat, bir tür kanca atmaktır, kancayı atmak size bir hak, bir değer kazandıracaktır. Atın kancayı, her an tesirler içindesiniz, her an sizden tesirler çıkmaktadır. Fakat her an çıkan tesiriniz, olan tesirle çakışmamaktadır, bunlar gerçekten bir anlıktır. Bunun için fırsat kelimesini kullanmıştınız. Bu anlık hal, aydınlık bir haldir! Bir faydanın zuhur ettiğini anlayış anıdır. Bu fayda ruhun asaletiyle uygun bir faydadır ve bu asalete uygun fayda gerçek bir fırsattır. (Sayfa: 166-169)

( Celse: 43 Kademe: 5 Tarih: 24. 4. 1964 ) Bilgi edinmede aslında ıstırap yoktur, bilgi ediniş ruhun asli uğraşıdır. Bu uğraşlarınız, daha evvelkilerin gerekli sonucu olarak sizleri çeşitli planlar içine bölmüştür. Her planın kendine has bir çevresi ve etkisi vardır. Bu genel olarak böyledir, özel olarak ise her insan aslında dört plan içinde bulunur. Birincisi, kendi şuur planıdır. Bu plan özünden itibaren en son saniyesine kadar tüm içerikleri içine alır. İkincisi, o varlığın objeyle temasından oluşan bir plandır. Üçüncüsü, kendinin ve objenin ortaklaşa içinde oldukları bir mekanın tesirleri altında oluşudur. Dördüncüsü, içinde bulunduğu sistemin bağlı olduğu alemdir. Bu dörtlü ayrımı, alemi dikkate almazsanız teslis şeklinde düşünebilirsiniz. Bilgi edinmedeki ıstırap, bu ilk üç planın karşılıklı tesirleşmesinden oluşan bir haldir. Istırap yoktur, hal vardır. Bugün içinde bulunduğunuz hal, kendinizi mutlu saymanız için yeterlidir, fakat bir başka zaman içinde bulunduğunuz hal sizi mutsuz kılmaya yeterlidir. Değişen nedir? Sadece siz, sizin objenizle ilişkiniz, her ikinizin sisteminizle olan ilişkiniz! Varlığın dörtlü plan içinde bulunması, spadyum denen ortamdaki bedensiz varlıklar için de geçerlidir. Yalnız onların objeleri değişiktir, objeden kasıt içinde bulundukları mekanın genel durumu ve konusudur.
Ruh, Tanrının sadece kendine özgü tasarrufuyla meydana gelmiş bir enerji çekirdeğidir. Bu enerji çekirdeği, eğer fiziki anlamda düşünmek gerekirse, tüm evrenleri dağıtmaya yeterli bir potansiyele sahiptir. Enerji çekirdeğindeki enerji ne bildiğiniz enerji, çekirdekse ne düşünebileceğiniz çekirdektir. Ancak bu kadarı ifade edilebilir! İşte böyle bir ruh anlayışı altında ruhun etkinliği değişiklikler arz eder. Fakat esas tema, size en uygun olanı, fiili bilgi akımlarıdır. Ruhun etkinliği esas olduğuna göre ve her şeyde ruhi etkinlik bulunduğuna göre, tüm eserler ondandır ve her şey ona döner. Herhangi bir tesirin etkide bulunması diye bir şey yoktur, ruhun etkisi tesirdir. İlahi İrade Yasalarının sürekli oluşunu sağlayan ruhun kendi etkinliğidir, hatta bir anlamda İlahi İrade Yasaları ruhun etkinliğidir.
Doğayı inceleyiniz. Hayvan yavruları insan yavrusuna oranla annesinin yanında çok daha az bulunur. O kendi tesir ağının içinde olmayı yeğler, bu ruhi reşitliktir. Sorumluluğunuz ve özgürlüğünüz ancak ruhi özgürlüğünüzle artar, genişler ve sizi yükseltir. Ruhi özgürlüğünüz olabilir, fakat özgürlüğünüz başka bir ağın içinde bulunduğu için sorumluluğunuz azdır. Oysa az sorumluluk isteyen işler insana az bilgi verir. Çok bilgi sorumluluğu büyük olan işlerle, dolayısıyla özgürlükle ilgilidir. Özgürlük; düşüncedeki, vicdandaki ve bunlardan akseden eylemlerdeki özgürlüktür, sentez yapma özgürlüğüdür. Elbette uygulamada bir koordinasyon gerekir. (Sayfa: 173-178)

( Celse: 44 Kademe: 5 Tarih: 3. 5. 1964 ) Verite olarak aleminizin gerçek maketini de düşünmelisiniz. Aleminize özgü bir maket vardır ki, bu maket o alemin tüm unsurlarını belirleyen esastır. Bu veritenizdir. Realiteniz bu maketin çeşitli bölümlerini oluşturur, bu bölümlerin içine tamamlanmamış planlar da dahildir. Verite maketin tümüdür, realite onun bölümleridir. Her verite, kendinden büyük bir veritenin realitesidir.
Ruh çekirdeği esas olarak üç şekilde anlaşılmalıdır. 1- Birinci çekirdek mutlak ve orijinal bir çekirdektir, sadece Tanrıya ait bir bilgidir. Ancak Mutlak tarafından belirlenmiş ve bilinmiş bir şeydir, hiçbir varlığın zaptedebileceği bir şey değildir. 2- İkinci çekirdek önce Tanrının özü anlamına gelir, onun yegane oluşunu ifade eder. 3- Üçüncü çekirdek gerçek enerjiyle ilgili olanıdır, ruhun cevherini ilgilendirir.
Hiç kimse realiteden kendini sakınamaz, ancak onun içinde istediği yolu seçebilir. Herkesin başının üstünde daima bir gök kubbe vardır.
Namaz, ruhun verite doğrultusundaki enkarnasyonları boyunca getirmiş olduğu eylemlerinin realite içinde gerçekleşmesidir. Zekat, bu gerçekleşmenin realite içinde meydana getirdiği yayılıştır, yani diğer eylemlerle birleşme halidir. Rüku edenler, realite içinde olmalarına rağmen veritenin huzurunda bulunanlar, evrim aşkıyla gidenlerdir.
Hiçbir şeyin yetki sahibi olunmaz, hiçbir şeyin! Yetki sahibi olduğunuzu sandığınız şey zandan öte bir şey değildir. Çünkü sahip olmanın verdiği yetki realiteyle ilgilidir, yüzeyseldir. Veriteyle ilgili olan için ne anlam ifade eder? (Sayfa: 179-187)

( Celse: 45 Kademe: 5 Tarih: 1 . 5. 1964 ) Ruh çekirdeğinin üçüncü tarifindeki cevher-enerji eşliğinden anlaşılması gereken şudur: Varlık, belirli bir evrim kademesinin kat edilmesinden sonra cevheri olarak birleşir. Bu birleşme planları sizin ruhi planlarınızı, kategorik planları meydana getirir. Buradaki birleşme birbirinde erime şeklinde değil, birbirlerinin enerjilerini üst üste bindirme şeklindedir.
İdrak demek, tamamen bilgiye uygun hareket etmek demektir. Akla, mantığa, hele duyguya göre hareket değildir. O bilgi ki, ne aklınızla ne de yargınızla ortaya çıkmıştır!
(Sayfa: 188-190)

( Celse: 46 Kademe: 5 Tarih: 17. 5. 1964 ) Sürekli olarak alıştığınız yanlış bir tabiri kullanıyorsunuz. Geri realite, ileri realite, sağda realite, solda realite diye bir şey yoktur. Size bir halden bahsettik, tüm yönelim noktası bu haldir. Tümüyle bir realite olamaz, tümüyle bir hal olmadığı için. Bir insanın geri realitesi görecedir. Şöyle ki, bir varlık belirli bir süre içindeki hayatında çok çeşitli haller içinde bulunur. Bu adeta çeşitli sivrilikleri ya da uzunlu kısalı çizgileri olan bir grafik gibidir. Sizin ileri realite dediğinizin birçok unsuru vardır, nitekim geri realitenin de öyle. Bir varlık, halinden dolayı ileri ve geri diye adlandırdığınız realiteler içinde devamlı hareket halindedir, yani ne ileri realitededir, ne de geri realitede.
Hal, varlığın kazanmış olduğu bilgi yükü demektir, aynı zamanda bu bilginin coşması, dönüp dolaşması, sindirimi, sentezi ve eylemi demektir. Size göre ileri realite olarak hedeflediğiniz bir durum var. Bunu bir takım sıfatlarla, değerlendirmelerle kendinize göre anlıyorsunuz. Fakat bu % 80 anlayışın ötesinde olmuyor. Buradan da anlaşılıyor ki, ileri realite dediğiniz şeyle geri realite dediğiniz şey at başı gitmektedir, yani varlık gereksinimine göre, ruhundaki faaliyetin gerektirdiği değerlere ve malzemelere göre kah geri realiteden, kah ileri realiteden yararlanmak zorundadır. Öyleyse, her ikisi de bir arada bulunan şeyler arasında ayrım yapmak güçtür veya hatalıdır.
Varlık tüm çabasıyla bilgisini geliştirmek zorundadır, onun için ileri ve geri realite söz konusu değildir. Aslolan bilginin kazanılması olduğuna göre, kendisinden bir şeyler alınan yerlerin önemi yoktur. Bu ancak belirli bir açıdan bazı şeyleri görerek bir takım sıralamalar yapmaktan ibarettir. Geri realite olarak isimlendirdiğiniz haller içinde bulunan varlıklar, bazen ileri realite içinde bulunabilirler. Tüm özellik, tüm kaynak, tüm yapılanma ruhun mayasında, özünde, cevherindedir. O sadece realite ve verite arasında mekik dokur. Ama sadece realite, başka hiçbir sıfatı olmayan, kademesi olmayan bir şey. Realiteye “haller” adını da verebilirsiniz. Demek ki varlık tüm kimliği, tüm kişiliği, içinde birikmiş her türlü kudretiyle haller içinde bulunur. Bu adeta bir içe bakıştır, iç faaliyettir ve mümkün olduğu oranda bu iç faaliyet dışa akseder. Bilgisi, kudreti ve nüfuzu artabildiği oranda dışarıdaki eylemler de çoğalır, uyumlu hale gelir ve yoğunluğu artar. İşte bu yüzden eylem önemlidir dedik. Önemli olan, içinizdeki faaliyetin tam anlamıyla sindirilmiş, benimsenmiş, kavranılmış, unsurlarına ayrılmış, kenetlenmiş olması, bu yüzden de artık dışarı taşacak hale gelmesidir. İşte bu son anlattıklarımızla realite kavramı arasında çok sıkı bir ilişki vardır.
Şimdi olduğu gibi, ihtiyacınız olan şeyi size vermek durumundayız. Önce bir düşünce hayatınız var, sonra bir eylem hayatınız var. Aslolan eylem hayatı değildir, düşünce hayatıdır. Eylemlerinizi düzenleyen daha doğrusu aksiyona, yani anlamlı ve maksatlı hareketler haline getiren düşünce hayatınızdır, daha doğrusu ruhi eforunuzdur. Eğer ruhi eforu kaldırırsanız eylem kendiliğinden kalkar, fakat eylemi kaldırırsanız ruhi efor baki kalır, ama uygulama alanı değişir. Eylemlerinizde güçlü olunuz, yerli yerinde yapınız, idrak ediniz, imanlı olunuz dendi, yine denecek! Bunların esası fidye verilmeyen, şefaat edilmeyen, herkesin kendi kendine kaldığı o iç durumdur, o idrak aşamasıdır.
Hallerin sıralanışı mümkündür. Ama verite işin içine girince, yani ikinci bir aşama hali başlayınca hallerin sıralanışı mümkün olmaz. Bundan evvel size bir katalizörden bahsettik. Varlık belirli şartlar içinde bulunduğu zaman bile, daha doğrusu şuur alanı belirli bir kademenin içinde hapsolduğu zaman bile bu kademenin dışından tesirler alması, bilgiler edinmesi, oraya hamleler yapması zorunludur. Bu, kendi bilgi maketini kurarken, iç maketini oluştururken, ara sıra kullanmak zorunda olduğu kıymetli yapı malzemelerine veya maketinin planına göz atmaktır. Görülüyor ki bir hal sıralaması mümkün değildir. Eğer veriteyi daha evvel hazırlanmış mükemmel bir plan olarak kabul ederseniz oraya sadece göz atılır, o bir kılavuzdur. Nitekim Kuran da öyledir. Neden bunca yıl Kuran okunur da bıkılmaz? Orada bir sistemin planı çizilidir. Herkesin yanlış bina yapmamak için içinde bulunduğu halin (bireyin maketini oluşturduğu hal) planını incelemesi gerekir. Diğer dinler bu büyük planın belirli kanatlarındaki belirli bölümleri oluştururlar. Bir bölümü incelemekle tüm bir bloku incelemek aynı şey değildir. İşte spiritüalizm dediğiniz hal bu incelemeyi kolaylaştıracak çeşitli ölçüleri, çeşitli rakamları, çeşitli yapılanma şekillerini size yakından gösterecek ve görüşünüzü kuvvetlendirecek bir dürbündür, güçlü bir araçtır. (Sayfa: 194-197)

( Celse: 47 Kademe: 5 Tarih: 24. 5. 1964 ) Vicdan realiteleri demeniz gerek, vicdan evresi olmaz. İdrak için durum değişiktir, idrak evresi denebilir, çünkü idrakte vicdan realitesi yoktur. Evreyle realitenin yeganeliği söz konusudur, fakat bunu saptamanız mümkün değildir. Onlar öyle bir durumdadır ki, evre adını verdiğiniz evrim kesiti diğerlerinden tamamiyle farklıdır. Evreler arasında tampon bölgeler vardır. Tampon bölgelerden kasıt, varlığın analiz ve sentez yapabilme yeteneğinin devamlılığı demektir. Orası öyle bir şuur alanıdır ki, orada sürekli bir analiz ve sentez faaliyeti vardır. İşte bu ikisinin arasında, yani bu tampon bölgenin sağında ve solunda, altında ve üstünde kalan kısımlar birer evredir. Her evre kendi arasında çeşitli realiteler de taşır. Örneğin vicdan realitesi, yani realitesi vicdani olan olayları inceleyen ve uyanık olan bir varlık için aynı zamanda birçok diğer realiteler de mevcuttur. Basit olarak örneğin duygu, örneğin egoizm, örneğin belirli bir ekolün vermiş olduğu düşünsel kabuller vesaire. Fakat bunlarda egemen olan unsur, yani bunları maksatlı bir çalışma içinde götüren unsur, belirli kapasitede bir bilgi toplamı olan vicdandır.
Realiteyle evre dediğiniz şey arasında yeganelik özelliği vardır. Vicdan denen belirli bir bilgi, aynı cins, aynı doz ve değerdeki bilgilerden meydana gelmemiştir. Çeşitli unsurların bir araya gelmesiyle saf olmayan, daha doğrusu aynı cinsten olmayan bir bilgi topluluğudur. Oysa evrede bu aynı cinsten olmayan hal aynı cinse, saf olmayan ise saflığa dönüşmüştür. Evrenin ileri kısımlarına doğru hareket edildikçe bu durum yavaş yavaş bozulacaktır. Demek ki evre, tampon bölgelerin uç kısımlarında asıl kimliğini kazanır veya yitirir. Bu aynen şuur alanı gibidir. Şuur alanının maddeye yakın olan kısımları, maddi sokulganlık yüzünden homojen değildir. Fakat deruni kısımlarda, asli benliğe daha yakın olan kısımlarda ise dokusu homojen bir durum arzeder. Bilmem bu maket size bir fikir verdi mi?
Birey orijin itibariyle en büyük realiteye sahiptir. En büyük realite Yaradan’ını bilmek, Yaradan’ına tapmaktır. Bu artık realite de değildir, verite de değildir, bu hal veriteden de, realiteden de öncedir. İşte bu yüzden, bir varlık için hal değişiminden başka bir şey söz konusu olamaz. O, evriminin belirli bir kesiti içinde, girmiş olduğu kozmik bir ortamın yasaları arasında gider gelir. Bu gidiş gelişler, içinde bulundurmuş olduğu saf gerçeğin o varlıkta çeşitli açılardan seyrini sağlamak içindir. Hal, halden başka hiçbir şeyle izah edilemez. Realite ve evre denilen her şey, ruhun orijin olarak kendisinde bulundurduğu gerçeğin karşısında rölatiftir. Bunların sırası varlığın hal değişimlerine bağlıdır. Hal değişimleri ise, varlığın içinde bulunduğu saf gerçek karşısındaki davranışıdır, onu çeşitli açılardan gözlemleyişidir. (Sayfa: 198-202)

( Celse: 48 Kademe: 5 Tarih: 31. 5. 1964 ) Evre, kendine nakledilmiş şeyleri tasfiye olmuş şeyler olarak almak zorundadır. Tasfiye olmuş demek, idrak sahibi olmuş demektir. İdrak sahibi olmaksa, bir yasanın dokularına, hücrelerine bakışlarını yoğunlaştırabilecek kadar bakış derinliği kazanmış kişi demektir. Oysa realitede sürekli bir oynaklık, bir kaçış vardır. Realitenin bütünlüğünü koruyan yasanın dokularına ve hücrelerine nüfuz edecek bir bakış yoktur. Bir kimsenin duyularıyla bir eşyayı tanıyışı gibi, bu yasaları sadece yüzeysel bir tanıyış vardır. Özetle, realitede haller içinde bulunan bir varlık, kendinde bu halleri doğuran yasaların aktivasyonuna göre bir aktivite içinde bulunur, yani o çeşitli yönlerden esen rüzgarın şiddetine bağlı bir yelkenli gibidir. Marifeti, devrilmeden belirli bir yöne gitmek için manevra yapabilmektir. Oysa evrede yelkenliye hakim olmak geçmiş, rüzgara hakim olmak başlamıştır.
Tüm varlıklar, ancak içinde bulundukları realitenin veya varsa evrenin idrakine sahiptir. Bir üst evre, içine girilmedikçe anlaşılamaz, bilinemez de. Bu yüzden dünyadaki evrim yavaştır, çünkü o evrede bulunanların sayısı çok azdır. Dünyada bu evreleri müjdeleyen pek çok olaylar meydana getirilmektedir. İşte bunun için sürekli gözlem yapınız denmektedir. Gözlem yapmanız, sizdeki katmerlenmiş bilginin daha üst bir projeksiyonla yükselmesini sağlamak içindir, size bilgi vermek için değil. Daha üst projeksiyonun ekran olduğu bir evreyi belirtmek, göstermek, cazip kılmak için sürekli onunla ilgili fragmanlar içindesiniz. Bu fragmanları bir araya getirebilmek ve bir senaryo yapabilmek sizi bir üst evreye layık kılar. Halleriniz ve realitelerinizse, bu fragmanların ancak fotoğraflarıyla meşgul olmaktır. Bu örneklere iyi dikkat ediniz. (Sayfa: 203-205)

( Celse: 49 Kademe: 5 Tarih: 21. 6. 1964 ) Doğruluk, yasaya uygunluk, veriteye uygunluk ve evrenin yansıması, işte insanın özü! Tüm tesirler bu dört konunun sağlanması için vardır. Bunların hepsinin kaynağı Aşkın Düşüncedir, tesir ise Aşkın Eylemdir. Bir tesirin unsurları; irade yasası, verite, doğruluk ve yansımadır. Bunlar ancak ve ancak öz için yüksek bir değere sahiptir. Özüne dönebilenler için bunlar vardır. İşte yegane rölatif olmayan dört unsur bunlardır. Eskiler İlahi İrade Yasasını hava ile, doğruluğu toprak ile, yansımayı su ile, veriteyi ateş ile gösterdiler. (Sayfa: 207)

( Celse: 53 Kademe: 6 Tarih: 19. 11. 1964 ) Eşyanın realitesi görecedir, yani eşyanın seyrinden ve ondan elde edilecek deneyimden çıkarılacak sonuç bir bakıma görece bir sonuçtur. Bu görecelik, iç deneyimin size vermiş olduğu güvenle desteklenirse sağlam bir bilgi haline gelir. Bunların belirli bir şekil alışı bir bakıma o realitenin imanını oluşturur.
Objenin görece gerçeği, ruhun kendi derununda elde ettiği Mutlak’a yakın gerçekler karşısında elbette pek cılızdır. Objenin görece gerçeğini çeşitli kanallardan alırsınız, bunu bir mekan içinde terkip edebilen akıl yoluyla sağlarsınız. Görece olarak alınan bu gerçeğin akıl tarafından mutlak hale getirilmesi mümkün değildir, çünkü akıl da belirli bir mekan içinde terkip işleminden başka bir şey değildir. Öyleyse akıl yoluyla yapmış olduğunuz terkipler, sürekli derin bir şuurun iç gözlemine tabi tutulmadıkça doyurucu değildir. Sadece belirli bir realitenin içinde belirli mekanların anlaşılmasına sebep olur. Oysa ruhun amacı, belirli mekanların değil, içinde bulunduğu mekanların hepsinden haberdar olmaktır. İşte bu yüzden bu yeni devrede imanla hareket etmek en kestirme yoldur. Şöyle ki, henüz imana konu olan Yukarı’nın gerekli rölyefi bilinmemektedir. Gerekli dedik! Sadece akıl vasıtasıyla çeşitli mekanları tanınmıştır. Fakat bu görecelik tam anlamıyla teslim olma, dolayısıyla tesirlerin aktarıcısı olma niteliğini insana kazandırmaz. Bu bakımdan en esaslı deneyim, şu mekan ve şu zaman içinde imanın süzgecinden geçen somut bilgidir. İman bir müjdecidir ve elbette realitenizin en üstüdür.
Vicdan bir realite bilgisinden ibarettir. Realite bilgisi, varlığın zaman ve mekan bakımından şuur alanının belirli bir kısmını barındırır. Bu yüzden, realitenin barındırdığı görece gerçekler belirli noktalarda kesiştikleri için, bazı gerçeklerin çok yakınına yaklaşmanıza sebep olabilir. Bu vicdan sesidir. Fakat belirli bir realiteyi aşan varlıklar için bu kesişmeler yetersizdir. İşte bu noktada derin düşünce ve onun sonucunda maksatlı hareket şeklinde anlatılabilecek idrak sahneye çıkar. İdrak halindeki kesişmeler % 50’nin üzerindedir. Onun % 50’nin üzerinde olması, varlığın görece realiteden, görece gerçekler toplamı olan objeler veritesinden almış olduğu bilgilerin yavaş yavaş içe, ruhun derin bölgelerine kaydığını gösterir. İşte bundan sonra varlık üstün bir mekanın izleyicisidir.
İman halini sarp bir dağa benzetin. % 50 realite kesişmesinin üzerine çıkmış, dolayısıyla idrakli olma liyakatini yarı yarıya elde etmiş bir kimse, işte bu dağın eteklerindeki kimse gibidir, yani imanla alt tertipte bile olsa tam bir temasa geçmiştir. (Sayfa: 218-219)

( Celse 54 Tarih: 8. 12. 1964 ) Yükselme ve gelişme kademe kademedir. Her kademe kendine has bir şuurun varlığıyla beslenir. Görev, kat edilmiş kademelerin belirli bir Din Günü içinde genel bir şuura ulaşmasıdır. O Din Günü bir mahşer günüdür! O mahşer günü, tüm cüzleriyle birlikte varlığın kendi içinde karışmasıdır, tüm şuurlarının tekleşmesidir. Sizler fonksiyon olarak bir mahşer gününe hazırlanmaktasınız. Bu kadar! (Sayfa: 221)

( Celse: 55 Kademe: 6 Tarih: 30. 12. 1964 ) Size mesaj veren kademeler çeşitlidir. Üç, dört, beş ve altı.Bunların hepsi Tanrı rızası için çalışır. Dört ve beş, din ve felsefenin yeridir, altıdan izin aldıkça ilimden bahseder. Üç nakledicidir. İki medyumdur. Bir sizsiniz!
Düşüncenizin şu veya bu derecede olması önemli değil, sizin onu gözlemlemeniz önemli. Duyguyu iptal eden yargılamadır, dozu sağlayansa idraktir. Yargılama her şeyden önce soğukkanlılık ister. Kavrama hızı bunun aracı olmakla beraber, sonucun ortaya çıkışında sabır gerekir. Kavrama hızı ve sabır nasıl yürür? Adeta birbirinin aksi imişçesine iki kavramdan bahsediyoruz. Değildirler. Kavrama hızı, yargıya varmadan önce bir dinlenme, bir durulma evresi geçirmek kaderindedir. Bu sabırdır. Hiçbir şey ani ve atak şeklinde olmaz. Hareket halinde olan her şey, aslında anbean duraklamalardan meydana gelen bir hareket halidir. O tıpkı kavrama hızı gibi bir sabır devresi içindedir, yani yargının sözlü olarak ortaya çıkmasından evvel bir durulma, bir arınma evresi geçirir. Çünkü bu üç galaksinin bağlı olduğu üçüncü dereceden Tedriç Kuralına (azar azar) bağlıdır. Tedriç Kuralı evreni kapsar, fakat derecesi değişiktir.
İdrak, varlıkta meydana gelen bilgi birikiminin bir çeşididir. Her birikim aksiyon halinde, yani idrak halinde tezahür etmez. İdrakli olabilmek için ille de derin düşünüş halinden aktif düşünüş haline geçmek gerekir. Derin düşünüş hali, şuuraltınızla beraber tüm insani şuurunuzun birlikte çalışmasıdır. Aktif düşünüşünüz ise, tamamen şuurunuzun yüzeyinde cereyan eden bir düşünüş şeklidir. İşte idrakli hareket edebilmek, derin düşünüş halinden cevheri nitelikteki bilgileri aktif düşünce alanına ulaştırmaktır. Bu sizin ölçülü hareket etmenizi sağlayacak bir mekanizmadır. Pratik olarak bu nasıl olacaktır? Pratik olarak düzeyi anlamanız gerek. Bu karşınızdakinin sosyal karakteriyle, sizin içinizde oluşan genel karakterin bir toplamı olacaktır. Örneğin, duygu ve vicdan arasında birçok kademe vardır. Bunların en üstünü, kendini bazı şeylere karşı sorumlu sayıp etrafındakileri sevmesi gerektiğini düşünendir. İşte çevrenizdeki büyük halka böyle bir halkadır. Küçük halka, büyük halkadan daha büyüktür. Bu anlatılanlara göre bir kural bulabilirsiniz.
Varlık her şeyden önce kendi mekanının sahibidir. Varlığın mekanı, onun evrensel şuur kuşakları içindeki bağlantı noktalarıyla ortaya çıkar. İşte mekanını tam anlamıyla saptayamamış ve saptamış olanlar zümresi, çeşitli şuur kuşaklarıyla aynı zamanda bağlantı halinde olurlar. Ona göre cevap alırlar, bir, üç, beş vesaire. Eğer varlık mekanını saptamışsa, yani şuur kuşaklarıyla olan bağlantı noktalarını sağlam ve kalıcı saptamışsa, meydana gelecek olaylar güçleri ve kaliteleri itibariyle ona dengeli olarak gelirler, yani daima birbirini kapsayan daha geniş imkanlarla gelirler. Aksi halde birbirini kapsamayan, imkanları birbirinden farklı haller zuhur eder. Sizin durumunuz da buna benzemektedir. Küçük daire büyük daireden daha büyüktür! (Sayfa: 222-224)

( Celse: 56 Kademe: 6 Tarih: 31. 12. 1964 ) Bu tip planlarda evrim olayı kütle evrimidir. Siz kütle evrimini bilemezsiniz. Kütle evrimi kesinlikle tek başına meydana gelmez. Kütle evriminde aynı maksat için tek bir aksiyonun devamı esastır. Buna bir görev olarak bakabilirsiniz. Bu, görevleri içine alan bir sevk ve idare tarzıdır. Bu yüzden, hiçbir ruhi plan hakkında kişisel evrime bağlı varlık yargı verici olamaz, çünkü her iki halde tabi olunan tesir çeşidi ve etki 180 derece zıttır. Sanılmasın ki, hiyerarşik sistemde birey neyse, bireyin üstündeki de kendi üstüne nazaran bir bireydir. Bu ancak belirli bir devre ve kesit içinde böyledir. Bireylik belirli bir evreye kadar devam eder. Varlığın en yüce gayesi aksiyon sahibi olabilmektir. Bu da, bir plan içinde tamamlayıcı bir unsur olmakla mümkündür. Muhammed, planına çıktığı zaman oradaki yerini görmüştür. Plan onun Rabbi’dir. O, boşaltıp geldiği Plan zarfına tekrar bürünmüş, veritenin veritesine ulaşarak terfi edebilmiştir.
Bir İdareci Planın tesiri konik tarzda çalışır, yani sivri ucu tepede, geniş tabanı alt tarafta olan bir koniye benzetilebilir. Bu bir tesir alanının sahasını belirler. Üç türlü belirleme vardır, ya tek olarak belirler, ya ikisi veya daha fazlası kesişmek suretiyle belirler, ya da eğri koni şeklinde aynı bölgeyi iki ayrı koni etkisi altına alır. Bu şekil ana şemadır. Tek başına bir tesir alanı meydana geldiği zaman, tüm o alan içinde kalan varlık sistemi o tesirin asli yasasına tabi olur, bu tabi oluş kendiliğindendir. Tesir, zaten cevap almak için meydana getirilmiş bir mekanizmadır. Varlık bu sorunun yanıtını vermekle yükümlüdür. Tesire karşı gereken yanıtı veremeyen varlık sistemi, başka bir tesire tabi olmak üzere ya oradan ayrılır ya dağılır ya da varlık sebebi kalmadığı için yok olur. Sizlerin doğal ayıklanma dediğiniz olay budur. İkinci grup koni, bir veya daha fazla kesişen konilerdir. Burada varlık çeşitli tesirlere yanıt vermek zorundadır. Yanıtlar en az üç türlü olur, ya başat koniden gelen tesire yanıttır, ya ikinci derecede olan tesire yanıttır ya da bu ikisinin kesiştikleri yay içinde bulunan tesire yanıttır. Bu birim makettir, arkası kesilmeden sürüp gelebilir ve genişleyebilir. Görülüyor ki, bir ruhi plan etkisi altına aldığı varlık sistemlerinin her biriyle tek tek meşgul olmaz. Onlar ancak genel yasa ve prensiplerin buyruğu ve düzeni altında hareket etmek zorunda ve yeteneğindedirler.
Pekala dinleyiniz! Bugün güneş sisteminizde üç türlü değişiklik olmaya başlamıştır. Birincisi, maddenin titreşim dengesinde bir miktar gerileme. İkincisi, varlıklar sisteminin şuurlu ve otomatik bağlantı kuşaklarında artış. Üçüncüsü, dünyayla kader birliği yapan diğer iki gezegenle olan karşılıklı tesirlerde artış. Bu üç hal bilinen yegane gerçeklerdir, onayını ancak sizler yapabilirsiniz. Bu durum fonksiyonunuzla ilgili ikinci bilgidir. (Sayfa: 226-229)

( Celse: 57 Kademe: 6 Tarih: 1. 1. 1965 ) Kademe, bir kaynaktan yayılan çeşitli tesirlerin belirli değişimlere uğradığı yerdir. Bu bir planda olabileceği gibi, bir organizatör grubunda veya sadece bir organizatörde de olabilir. Hatta bu tesir tek bir varlığın çeşitli şuur halleri içinde çeşitli değişimlere uğradığı için, o varlık da çeşitli kademeler arz ediyor demektir.
Siz veriteyle, imajinasyonun veritesini birbirine karıştırıyorsunuz. Eşel (kademe) sistemi sadece imaj olarak mevcuttur, verite olarak mevcut değildir. Yani siz bir geri planın başka bir geri plana göre daha üstün olduğunu bir kademe şeklinde anlayabilirsiniz. Bu bir kolaylıktan öte gidemez. Esas sorun tesirin içeriğidir, aynı yüzey üzerinde çok çeşitli tesir içerikleri vardır. Görüyorsunuz ki eşel sistemi hiç de gerekli değil.
Güneş sistemindeki maddi tesirlerin azalması atomik düzeyde gözünüzden kaçsa da, dünyanızda bazı olaylara yol açacaktır. Örneğin mevsim değişiklikleri, bazı hastalıkların belirmesi, sinir bozuklukları meydana gelecektir. Şuurların birleşmesi doğrudan doğruya varlıkların, diyelim ki insanların kendi çabalarıyla gerçekleştirebilecekleri bir şey değildir.
Bu birleşme ancak Yukarı’nın işe karışmasıyla, Yukarı’nın yardımıyla, başka bir deyişle öbek öbek var olan ayrı ya da yarı toplu haldeki tesir şebekeleri, tesir ağları gibi üstün bir etkinin işe karışması ve aralarının doldurulmasıyla gerçekleşecektir. Bunu dünyanız için yeni bir evre ve yeni bilgiler olarak anlayabilirsiniz. Mars ve Satürnle bağlantılarınız ise tamamen fiziki tesirlerdir.
Sizler maddi titreşimlerin artış ya da eksilişini, şu veya bu şekilde bir değişime uğrayışını kendi bakış açınızdan açıklarsınız. Bu ne rezilet, ne de fazilettir! Tamamiyle İrade Yasalarının etkisinde meydana gelen gereklerin kendini göstermesidir. Bugün titreşimsel karakterini A şeklinde ifade eden bir maddi kütle, yarın B, C vs şeklinde de ifade edebilir, bu sıra C, B, A gibi ters de olabilir. Unutmayın ki maddenin evrimi, titreşimsel karakterinde değişiklik yapabilme yeteneğindedir. Bu değişiklik ruhun gelişmesine de sebep olacaktır, ruhun gelişmesi ise maddeye olan etkisini artıracaktır. Madde bu etki karşısında titreşimsel karakterinde değişiklikler oluşturmaktadır. Maddedeki değişiklik ruhu etkiler ve bu büyük çember dönüp durur. (Sayfa: 229-235)

( Celse: 58 Kademe: 6 Tarih: 2. 1. 1965 ) Küçük daire büyük daireden daha büyüktür sözünden ne anlıyorsunuz? Ben tesir konilerini anlıyorum. Bu konilerin tabanı geniştir, yukarı doğru çıktıkça kesitler ufalır ve kaynağa yaklaşılır. Bilgi de böyledir, tek bir noktadan, yani küçük daireden çıkar, varlıklara, yani büyük daireye yayılır. Küçük daire prensip ve yasaların uygulama odağı olarak düşünülecek olursa, büyük daireyi içine alacak bir kapsam kazanır. Küçük dairedeki varlıkların bilgisi, büyük dairedeki varlıkların eksik bilgilerinin üstündedir. Önemli olan nicelik değil niteliktir.
Şüphesiz her devrin kendine göre bir yargısı vardır, her yargı yine kendine göre belirir. Bugün içinde bulunduğunuz dünya ortamının yeni siklusu yeni bir hız demektir. Tüm insanların çalışma gayreti kendi hayırlarına olmamaktadır. Kendi hayırları derken veritelerini kastediyoruz.
Tesirin esası değişmez. Basit bir prensiptir, istenir, talep edilir, yanıt verilir. Araç en bayağısından en yücesine kadar olabilir, en genişinden en darına kadar olabilir, en kapalısından en açığına kadar olabilir. Bu tamamen zamanın yargısıyla ilgili bir konudur. Devir ikna olma devridir, fakat bu devrin imanı çok zor bir imandır!
Yardım mekanizması dendiği zaman iki şeyi anlayınız. Birincisi, meydana gelen olayın hayırlı veya hayırsız olduğu veya niteliği belirtilmeksizin varlığın düşünce ve eylemleri üzerindeki uyarılar. İkinci yardım, olay meydana geldikten sonra olaydan yayılan etkinin varlık tarafından emilmesi konusunda varlığa verilen bir kolaylık. Her iki halde de olayın meydana gelmesi ya da gelmemesi konusunda varlığın bir rolü yoktur. Bu olaylar tamamiyle Mekanizmanın iradesi ve idaresi altında meydana gelir.Varlık söz konusu emme işini dünya ortamındaki araçlarla yapar, insani dayanışmanın her türlüsüyle. Kendisiyle olay arasında gözden kaçmış, idrake çarpmamış noktaların ani bir şuur uyanıklığıyla görülebilmesi ve sezgi yoluyla yapılan tesir, en fazlası budur. Bunların içine rüyalar, bir kısım mesajlar ve varlığın karşısına çıkarılan olaylar dahildir.
Muhammed’in planı içinde terfi etmesinden maksat şudur: Evrenin başı ve sonu, etki eden ve etkilenenden ibarettir. Tesir edenin çeşitli düzeyleri vardır, bir plan içinde de çeşitli tesir şebekeleri vardır. Pek devasa bir elektrik tablosu üzerindeki binlerce şaltere benzer, her şalter binlerce voltun harekete geçmesini sağlar. Terfiden maksat, plan organizasyonuna dahil olan varlığın tesir türü, dozu ve kapsamının değişikliğe uğramasıdır. Bu tek tek olabileceği gibi, grup halinde de olabilir. Plan, örneğimizdeki dev tabloya benzetilirse ve her etki bir şaltere benzetilirse, değişen bir şey yoktur, sadece şalterin hareketini sağlayan görevli yer değiştirmektedir. Aynı mekanda, aynı yerde, aynı gaye, bilgi, idrak ve düşünce içindedir. Varlığın bir plandan başka bir plana geçmesi mümkündür, ama siz bunu anlayamazsınız. Giden birey değildir. Bu bir bakıma kovandaki arı beyinin o kovanı terk edişine benzer, işçi ve diğer arılarıyla birlikte gidişi gibidir! Bu eksik bir benzetme olmasına rağmen size bir fikir verebilir. Bir organizasyon görev değiştirir, ama ortadan kalkmaz. Verite olarak da ancak bir organizatör, organizatör grubu payesine ulaşabilir. Organizatör grubu ise, bir planın yardımcı grupları derecesine çıkabilir. Yardımcı grupların işi en zor iştir. Tüm enformasyon, tüm ulaşım bu saçak planlar yoluyla yapılır. İşte Cibril budur, işte Azrail budur! (Sayfa: 236-241)

( Celse: 59 Kademe: 6 Tarih: 14. 1. 1965 ) İdraki oluşturan içsel coşma hali, varlığın realitesiyle ilgili derin düşünüşten doğan bir tasarruftur. Her varlık, bulunduğu alanın bir parçası olarak nominal bir bilgiye sahiptir. O sadece kendi alanında kalmayıp çeşitli alanlarla da bağlantı halindedir. Bu yüzden bir varlık, kendi realitesini oluşturan bilgilerin uygulamayla uyum sağlaması halinde büyük bir itiliş ve tamlığa ulaşır. İşte bu tamlık hali, varlığın çeşitli olaylar karşısındaki kesin karar ve davranışını belirler. Sizler de dozunda bir hareket yapma zorunda olduğunuza göre şöyle düşünürsünüz: “Ben sezgilerime ve elimdeki bilgilere göre şu türlü davranışlarda bulunuyorum. Olayları şu şekilde yoruma ve karara bağlıyorum. Benimle diğerleri arasındaki bu fark bana bazı şeyler de yüklemektedir. Örneğin başkalarının faydalanması için bazı hareketlerde bulunmalıyım.” Burada oldukça değişik gözlemlerden hareket ederek insanların realitesini tespit etmek zorundasınız. Bu realitenin tespitini yapabildiğiniz zaman, karşınızdaki insanların alış yetenekleri, uygulama cevvallikleri oranında bazı şeyleri söyleyebilir ve bazı şeylerin yapılmasını isteyebilirsiniz. Tüm sorun kendi durumunuzu aydınlığa çıkarıp onun karşısında bulunan diğer durumların derecesini tespit edebilmenizdir. Bu derecenin tespiti, onların şuur durumlarının, realitelerinin ve yargılarının tespiti demektir. Bu tespiti bir hayli yüksek düzeyde gerçekleştirebilirseniz doz kendiliğinden belirecektir.
Her olan, olmuş olan ve olacak olan gerçekten bir plan dahilinde, plancılar gözetiminde ve yüksek bir iradenin koruması altında olmaktadır. Bu plan insanlığın genel kaderidir. İnsanlık genel kaderinin parça parça öğrenimini yapmak, sınavını vermek, ödülünü almak ve yükselmek zorundadır. Fakat birey bu genel kader içinde kendi bakış açısından özgürlüğe sahiptir. Yol uzar, kısalır, güçleşir, kolaylaşır, sorun budur.
Organizatörler hata yapmazlar. Organizatör, tıpkı organlarda olduğu gibi bir planın ortağıdır. Genel bir planın uygulanmasında, şuurunun yoğunluğu ve kapsamı oranında tesiri altında bulunan çeşitli varlıklar üzerinde çeşitli metotlar kullanabilir. Bu metotların kullanılışı, genel planın uygulanmasına bir katılımdır. Organizasyon da hata yapmaz, çünkü kendinden daha üstün bir iradenin uygulanmasını istediği bir plana katılmaktan başka bir şey yapmamaktadır. O da kendi organizatörleri vasıtasıyla tek yüzey meydana getirdiği için çeşitli metotlar kullanabilir. Bu metotların seçilişi, organizasyon planının daha üstün iradenin amacını idrak etmesine, anlayışına ve yorumuna bağlıdır. Kendinden daha üstün bir iradenin (Mekanizmanın) muradı doğrultusunda çeşitli metotlarla çeşitli uygulamalarda bulunur. İşte bu uygulamaların sonucu değil başlangıcı, özellikle prensip ve metodu en önemli konudur. Gerçekten de, genel insanlık kaderinin planı üzerinde bazı değişiklikler gerekecektir, bu hata değildir. Şunu da belirtelim ki, hata ve sevap mevcut değildir. Asıl olanın, bir yüzeydeki gölgesinin kendine tam benzer veya benzemez olması gibidir, hata ve sevap buna benzer. Plandaki değişiklikler, insanlığın idrak edişteki kıvraklığına, genel evren sistemindeki fonksiyonuna göre belirlenir.
Eğer insanlık durumunun ne olabileceği hakkında değil de, ne olduğu ve ne olageldiği hakkında biraz görüş yürütebilmiş olsa, kendine yapılan yardım bin misli artabilir.
İnsanlığın kaderinde genel kader olarak gerçekten bir değişim olacaktır. Her değişim çeşitli evrelerle beraber çeşitli ıstırapları da birlikte getirir. İlk evre ilkel evre ve ıstıraplı evredir. İşte bu yüzden insanlığın ıstırabı büyük olacaktır, çünkü tesir mekanizması şöyle çalışmaktadır: Genel kader belirli bir potansiyel yüklüdür. Bu potansiyelin varlıklar tarafından emilmesi, enerjiye yönlendirilmesi, uygulamaya çevrilmesi şarttır. Emilemezse yüktür, baskıdır, yılgınlıktır, sonunda genel bir ıstıraptır. Siz buna insanlığın ulaşacağı realite deyiniz, mühim değil.
Tesir kendiliğinden bir bilgi, daha doğrusu eylemleşmiş bir bilgi akımından ibarettir. Bu potansiyel, eylemleşme sırasını bekleyen üstün bilgidir. Tesir, varlığın özündeki bilgiyle, genel kaderin ulaşmak zorunda olduğu bu bilgi arasındaki sempatizasyondur, gerçek bağlantıdır, bundan dolayı fiili bir bilgi akımıdır. İşte tesir budur. (Sayfa: 242-246)

( Celse: 60 Kademe: 6 Tarih: 6. 4. 1965 ) Cevher bilgi, tamamlanmış parçalarıyla birlikte bir düşüncenin yapılanmış şekli demektir. Cevher bilgi, varlığın objeler hakkındaki yargıları üzerinde derin ve sağlam bir kıyas elde etmesini sağlar. Nasıl ki her deney gerçek mahiyetiyle bir olgunluk süreci olamazsa, her bilgi de aynı olgunluğa doğrultu verici mahiyette olamaz. Kişiliğin mutlak bir hürriyeti yoktur, kişilik ancak düşüncelerin kudreti oranında bir tamlığa sahiptir. Bu kudretin aslı, bilgisinin cevheri karakterinden ileri gelir. Şöyle ki, her bir cevheri bilgi sizin ayrı bir tesir konisiyle bağlantınızı sağlamıştır. Varlık, içinde bulunduğu planın hengamesi içinde koşarken bile, cevheri bilgisinin bağlantı noktasından almış olduğu çeşit çeşit tesirler yoluyla kurtuluşa erer. Kısaca cevheri bilgi, varlığınızın muhtaç olduğu gerçek tesirleri toplayan, çeken, dağıtan ve genelleştiren esaslı bir mekanizmadır.
Kademe atlayışlarında varlık idraksiz hareket edemez. Şu kesindir ki, idrak varlığın evriminde bir evre değildir, bir kademe hiç değildir. İdrak, deneyim içinde bulunan varlığın elindeki bilgilerin cevherleşmesini sağladığı bir andır. Bu da onun her devrinde türlü türlü olmaktadır. Hiçbir varlık bedene bağlı olduğu sürece idrakli değildir, yani sizin anladığınız anlamda külli bir idrak evresinde bulunamaz. Zaman akışına benzer ani duraklamalar ve ataklarla hareket eden fonksiyonel düşünce duraklamaları ve atakları arasında türlü türlü idrak halleri geçirir. Unutulmasın ki her idrak hali de varlıkta bir cevheri bilgiye, dolayısıyla üstün bir idareye ve tesir konisine bağlanmayı sağlamaz. Din Günlerine doğru bir tanımla idrak günleri demiştiniz. Bu size bir ipucu verecektir.
Külli idrak derken, kesinlikle bu konuda şimdi ve gelecekte Tanrıyı anmayınız. Mutlak’ın görece olanla hiçbir şekilde bağlantısı, kıyası ve bilgisi yoktur. Külli deseniz bile, bu yine belirli bir alan içindeki küldür.
Vicdanın gelişmesi hallerinde varlık, cevheri bilgisi sayesinde sağladığı bir tesir konisinin sahibi değildir. Bu sahiplik salınım hareketleri içindedir. İşte bu yüzden insan çeşitli varlıklar üzerine çekilme hissinde kalır. Bu sevgidir, ne vakit sağlam bir koninin sadık ve asli üyesi olur, o zaman bu sevgi yardıma döner.
Geri tesir hiçbir taraftan gelmez, geri tesir her taraftan gelmektedir. Şöyle ki, ruh türlü yoğunluktaki maddi ortamlarla değişik zamanlarda bağlantı kurabilir. Bu bağlantıyı kabaca bir radar bağlantısına benzetebilirsiniz. Ruhun yaydığı sondaj tesirler, çeşitli kademelerden ve çeşitli şuur alanlarından iz alıp dönecektir. Varlığın çevresiyle bağlantısı sondaj tesirleri vasıtasıyla olur. Burada varlıkta kaba ve ince tesir izlenimini ve bilgisini ortaya koyan şey, ruhun sondaj tesirlerini yönlendirdiği ortamların kalitesidir. Ne ekerse onu biçer. Bir de geri veya yüksek diyebileceğiniz bir tesir türü vardır. Bu bilinen anlamında ruhlar arasındaki bağlantıdır. Ruhi bir planın sizlere dalga dalga, yığın yığın yollamış olduğu çeşitli tesirler vardır. Az bilgili, dar şuurlu bir varlığın da dalga dalga, yığın yığın yollamış olduğu tesirler vardır. Fakat insanoğlunun en çok etkilendiği şey, kendisi tarafından yayımlanan tesirlerin kaba titreşimler yayan objelere çarpıp yansıması esnasında ortaya çıkar. Burada en önemli rolü niyet ve imajinasyonunuz oynar. Bunu unutmayınız, aşağıda hürriyet sizin, Yukarda ancak gereksiniminiz kadar! (Sayfa: 248-251)

( Celse: 61 Kademe: 6 Tarih: 9. 4. 1965 ) Aslında nefs denetlemesi dediğiniz konu, dünyevi şuurunuzla meydana getirdiğiniz bir sentez işlemidir, buna kesinlikle ihtiyacınız var. Bir eliniz yerde, bir eliniz gökte. Bir bölük şuurunuz sentez işlemiyle, bir bölük şuurunuz uygulama içinde analiz işlemiyle meşguldür. Alır verir, alır verir. Hayal gücünden sakının sözümüzden maksat şudur: Bir olayı ayırınız, bu olay gerçekten bir sebebe bağlıdır ve bir sonucu doğuracaktır. Ama bu olay belirli sayıda sonuç ve sebepten fazla bir şeye sahip değildir. Varsayalım ki A olayı üç sebepten zuhur etmiş ve tek bir sonucu doğurmuştur. Siz burada uyanık olup sonucu beşe, sebebi ona çıkarmayınız. Bu gerçek hikmettir, derin ve sağlam bilgidir ve kesin idraktir! İşte burada şeytanın iğvası (ayartma) dediğimiz eksik imajinasyonlardan kendinizi esirgeyiniz, ancak bu suretle olayların ifade etmek istediği prensipleri sade ama güçlü şekilde yakalamanız mümkündür. Herhangi bir kimse bir olay karşısında daha derin sebeplere inebilir, fakat bu iniş reel olarak o olayın sebeplerini de aşabilir. İşte iğva budur, bu şirktir. Neye karşı? Bu, doğanın sizler için uyguladığı yasaların
ve prensiplerin dışında bulunmaktır. Herhangi bir olayın sebepleri belirlidir, daha ötesini kışkırttığınız zaman bilmediğiniz yerlere uzanıyorsunuz demektir. İğva budur!
Sisteminiz, dünyanız çok belirli bilgilerin çok belirli sebepleri içinde gizlenmiştir. Sizde bir olay meydana geliyorsa, bunun sebepleri sandığınız kadar evrensel değildir, tecrit edilmiştir ve kendi içinde olmaktadır. Bunu iyi anlayınız. Kendi sisteminizin sebep ve sonuçları, yine kendi sebep ve sonuçlarından doğar. Bir alem bir evren, bir alem bir evren modelini hatırlayınız, bunların her biri ayrı bir sistemin tecridini ifade eder. Onun sebep ve sonuçları sadece orada geçerlidir, onun dışında hükümsüzdür, iş göremez durumdadır. (Sayfa: 258-260)

( Celse: 62 Kademe: 6 Tarih: 11. 4. 1965 ) Sabrın en iyisi nefssiz sabırdır, aklın en iyisi nefssiz akıldır. Dünyanın dönüşü nefse doğrudur. Öyle insanlar vardır ki kendilerini bilmezler, onlar sadece doğanın oyuncağıdır. Öyle insanlar vardır ki kendilerini bir yolda bilirler, onlar ise yolun oyuncağıdır. Fakat yine öyleleri vardır ki her yerdedirler, ama sadece Yukarı’nın emrindedir. Onlar kendilerini, kalplerini, akıllarını ve ellerinin işini oyuncak diye vermezler, gerçek kahraman onlardır!
İnsan ancak duygularının kanaat getirdiği şeyleri gerçek sanır. Hayat damarlarınızın çok büyük bir kısmı duyularınızdan geçmektedir. Duyularınızın bilinmeyeni, bilineninden daha çoktur, siz bunların ancak bir ikisini bilmektesiniz. İnsan demek, bilinen ve bilinmeyen duyularıyla deneyim yapan varlık demektir. Bu duyuların iki ana kutbu vardır. Birincisi, nefs adını verdiğiniz bir duyular yumağıdır, diğeri bunun karşısında kademe kademe akıl, vicdan vs adıyla andığınız bilgi yumağıdır. Bu hale göre, duyular içindeki deneyimleriniz nefs yumağı ve duygu yumağıyla uygulama alanına konacaktır. Fakat bunun sonuçları, bunun ölçüsü, bunun üzerindeki sağlam kanaati bilgi yumağıyla yapacaksınız. Fakat ne yazık ki bu böyle olmaz, insan yine deneyim aracını kıyas aracı olarak kullanmakta ve aldanmaktadır. Aklı nefs aklı, şuuru nefs şuuru, vicdanı nefs vicdanıdır.
Melekuttan ne anlıyorsunuz? İdareci Mekanizmadan kademeli şekilde insanlığa kadar inen ve ona ışık tutan bilgiler, uyarılar, ilhamlar ve sezgilerdir melekut, bu bilgilerin uygulanmasıdır, yani insan tüm hayatıyla kendine verilmiş bilgilerin uygulamasını yapacaktır. Gerçek bilgiyi ancak kendi nefsinde ve işinde uyguladığı zaman melekut yeryüzünde egemen olur. Biz insanın kendi geliştirdiği bilgiden bahsetmiyoruz, o zaten bir hazırlıktır.
Yardımda ölmek ve görevde doğmak iki realiteyi ifade eder. Birincisinde vicdan ve sevgi egemendir. Vicdanda ve sevgide ölmek; bunları sindirmek, yardımı varlığın ihtiyacına çevirmek, ihtiyacın şeklini dozunu bilmek, daha kuvvetli idrak nüvelerine sahip olmak, bilgi edinmek ve büyük bir kıyasa sahip olmaktır. Serüven budur! Bu kıyas bilinen anlamında bir kıyas değildir, bu kıyas el ve ayak sahiplerinin gerçek vasıtasıdır. “Hak ile indirildi” ayetinin bu parçası, “her şey büyük bir kıyas ile meydana getirildi” demektir. Bu kıyas terazisi, bağlı olduğu tesir konisinin en üst mertebesidir. Bu kıyas terazisi kıyas mekanizmasıdır. Burada sadece bilgi tartılır, bilgi verilir, bilgi alınır! (Sayfa: 260-264)

( Celse: 63 Kademe: 6 Tarih: 14. 4. 1965 ) Cevheri bilginin zaman aşımına uğramasından murat, cevheri bilginin kazanmış olduğu kudret bakımından içinde bulunduğunuz sistemin zaman ve mekana bağlı faaliyetiyle sınırlı olmadığını göstermek içindir. Bu tüm yaratıklarla birlikte olan bir konidir. Her koni kendi ezel ve ebedi arasında bir öğrenim emreder. Bu öğrenimin birinci amacı, ikisinin arasındaki olayları irdelemek, aslından haberdar olup onlara egemen olmaktır. Fakat iş bu kadarla bitmez, varlık cevheri bilgisini içinde bulunduğu tesir konisinin de dışına taşır. Bu bir zaman aşımıdır. Şöyle ki, buradaki zaman kendi tesir konisinin süresiyle ilgilidir. O halde her tesir konisi devamlı ve kalıcı değildir. O tesir konisinin yürütücüleri, sevk ve idare edicileri tarafından çeşitli değişikliklere uğratılabilir. Fakat cevheri bilgi, ruhun kendi içinde olan işidir, yok olmaz, kendi kendine katlanır, kapsam ve yükseklik kazanır. Hatta idraklerinizin uzun süre sonra bile ulaşamayacağı düzeye geldiği zaman, ruh elindeki cevheri bilgisiyle yeni yeni tesir konileri yaratabilir.
Hayal gücünün iğvası (ayartması), birçok hayatlar ve aşamalarla sizi izleyecektir. Bu bir zorunluluktur, çünkü varlık saf bir şuurla eşyayla kendisi arasında saf bir ilgi kurmak zorundadır, yani eşyanın gerçek özü, kalitesi ve niteliği konusunda açık bir bilgiye sahip olmalıdır. Adeta irade bir yana itilip doğrudan bir alış veriş, kendiliğinden bir konuşma, bir uyum, doğrudan bir nüfuz gerekir. Oysa insan eşyanın asli kimliğiyle hiçbir zaman direkt bir temasta bulunamıyor. Eşyanın asli kimliği onun gerçek mahiyetidir, maddeye nüfuz demektir. İşte bu nüfuza engel olan ve iradeyle gizli veya aşikar sıkı bağları bulunan hayal gücünüz eşya konusunda yargılar verir, oysa bu yanıltıcıdır. Varlık bu bilgiyi, ancak uzun deneyimlerinin sonunda hak edeceği bir liyakat karşılığında konisinin odağından alır, çünkü ne yaparsa yapsın gerçek mahiyet konusundaki bilgisi daima eksiktir. İnsan ve insanüstü haller için bu böyledir! Bu iğva olayı, sadece eşyaya nüfuz sorunuyla sınırlı değildir. Eşyanın karşılıklı hareket ve eylemlerinden ortaya çıkmış tüm olaylar da eşyadır, eşyanın olaylarıdır. İçinde bulunduğunuz şartlar ve bedeniniz, eşya ve eşyanın olaylarından ibarettir. Kapsam alanı geniştir, ona göre irdeleyiniz.
Hayal gücünüz üzerinde etkili olan olaylar çoktur. Bunların en önemlisi, varlığın pek erken bağımsız olma, kişilik sahibi olma hırsıdır. Bu hırs Kuran’da “zakkum”la ifade edilmiştir. İkinci derecede varlığın peşin yargıları gelir, çünkü deneyimleri çok eksiktir. Eksik deneyimin verdiği bilgi aynı derecede eksiktir. Fakat gerçekte olup biten şu ki, peşin yargı iğvayı artırmakla birlikte, daha ileri aşamalarda iğvasızlığın da ilk öğrenimini vermiş olur, bu yüzden gereklidir. (Sayfa: 267-270)

( Celse: 64 Kademe: 6 Tarih: 24. 4. 1965 ) İsrail Oğullarını yeryüzünde Tanrı hakkının belirmesi için görevlendirmiş olan Mekanizma, onları her şeyiyle görüp gözetmişti. Onun etkisi altında ve velayetinde yedildikleri sürece her biri bir Tanrı adamıydı. Ne vakit ki “Padişahından” ümitsizlik duydu, büyük ıstıraba düştü. Muhammed de öyle, ne vakit ki “Padişahından” gadre uğradı, ölümü bile göze aldı. Fakat her seferinde bir tesir, devre devre insanın en adi şuurundan en aşkın şuuruna kadar anbean etkileyen bir faaliyet olmasaydı, bir ilahi ilgi olmasaydı, hepsinin iğvaya saplanıp kalması işten bile değildi. Şimdi zamanınızın iğvası her şeydir. Bedevilik medeniliğe dönmüştür, her medenilik bir iğvadır, bu durumda iğvasız olamazsınız! Yeter ki iğvaya düştüğünüzü anlayınız. Oncelikle olayın içinde kalınız, iğvaya düştüğünüzü bir geri dönüşle anlayınız. İğvanızın üç yönünün analizini yapınız.
1- Gereksinimleriniz bakımından. 2- Sosyal çevrenizin gerekleri bakımından. 3- Evrim
bakımından. Anlayanlar için her iğva bir kurtuluş müjdecisidir. İğvaya düşmekten korkmayın, iğvayı doğru sanıp hayal gücünüzün onu izlemesinden korkun. Ve işte o noktada onu gizleyin ki, yardımlarınız sürekli mübarek olsun. Her işe girin, her işin kimliğine bürünün, yalnız bir eliniz gökte olsun! Bu önce sağduyu, bu sonra vicdan, bu sonra bilgidir. Eğer kutsanmış bir bilginiz varsa, en küçüğünden en büyüğüne kadar her olayda onun etkinliğini görebileceksiniz. Eğer kutsanmış bilginiz yoksa, bu bilginizi uyguladığınız birçok durumda iğvayla karşılaşacaksınız. Mesh kutsanmış bilgi üzerine kurulmuştur, kutsanmış bilgiyse bir tesir konisinin egemen unsurudur.
Beden imkanları ağır şartlar içinde olmakla birlikte en bol bilgiyi sağlar, bunu unutmayınız. Spadyum hayatında edineceğiniz bilgiler, yeryüzünde tecrit edilerek edineceğiniz bilgiler yanında çok sönük kalır. Beden büyük bir imkandır ve insanın asıl gereksinimi bu imkan içinde mümkün olanı almaktır. Bedensiz kaldığınızda, aşkın maketinizle ilgili ayrıntıları orada bulamazsınız. Orası bir inceleme, irdeleme ve hesaplaşma yeridir, yani bir sonuçtur. Öyle bir sonuç ki, semeresini yine fizik alemde görecektir.
Organizatör tesirler hemen hemen ilk veya ikinci kademe tesirlerdir. Güneş sisteminizi bir Trinite idare etmektedir, o da daha büyük olan Tek’e bağlıdır. Trinite üç ayrı Tesir Mekanizmasıdır, yani Plandır. Biri sağda, biri solda, biri ortada. İnsanlığın aşama kaderi ortadakindedir, bundan evvelkiler solda ve sağda olmuştu. Bu evre de bittikten sonra insanlığın aşama kaderi Tek’te olacaktır. Üç’te Bir, Bir’de Üç! Bütün verilenler, bütün kitaplar Üç’ten, Üçlü Plandan verilmiştir. Fakat son kitap (Bilgi Kitabı) Bir’den verildi. Şimdi sizler görevlisiniz, bu görev anladığınız anlamda bir görev değildir, ortaklaşa bir görevdir.
(Sayfa: 272-276)

( Celse: 65 Tarih: 6. 5. 1965 ) Üçlü Mekanizma, yeryüzünde evrim halkalarının yerli yerine oturabilmesi için bazı birey ve birey gruplarını yetkili kılar. Burada tüm bireyler bu yetkiyi yüklenebilecek kapasitede değildirler. Fakat onlar arasında bu yetkiyi bihakkın yerine getirecek olanlar da vardır. Ortak bir tesirin yardımını sağlamak üzere maddi kalıtım ve kombinezonlardan, örneğin aynı kabile ve ırktan yararlanma yolu tutulur. İşte bu yüzden İsrail Oğulları yeryüzünde Tanrı hakkının tecellisi için görevlendirilmiştir. (Sayfa: 277)

( Celse: 66 Tarih: 13. 5. 1965 ) Hiçbir şekilde hayvanları insanlarla kıyaslamayınız, bitkileri de hayvanlarla kıyaslamayınız. Belki şimdiye kadar yaptığınız araştırmalarda, her birinin bir ruh sahibi olduğunu ve bir reenkarnasyon sürecine bağlı olarak birbirlerinin kisvesine büründüğünü sanıyorsunuz, oysa iş böyle değildir. Reenkarnasyon, gözlem alanınızın çok dışında çeşitli cepheleriyle tezahür eden şuur kaymasıdır. Ne burada, ne güneş sisteminizde, ne de galaksinizde hiçbir bitki ruhu hayvan ruhuna dönüşmemiştir, böyle bir şeye aslında gerek de yoktur, burada şuur kayması söz konusudur. Genel tesir birikimi çeşitli titreşimsel ortamlarda oluşur. İşte bitki, işte hayvan, işte insan!
Nasıl insanlık benzersizse, hayvanlık ve bitkililik de benzersizdir. Aralarında bir kademe farkı vardır, ama birbirlerine dönüşmezler, çünkü onların her birinin evrim doğrultusu değişiktir. Hiçbir zaman bir bitki hayvan, bir hayvan da insan olacak değildir. Ne hayvan hayvandır, ne bitki bitkidir, ne de insan insandır! Bunlar, kendilerine etki eden bir mekanizmanın emri ve aşkın formu içinde belirli bir şekil taşımaktadır. Belirli bir formun ifadesini almıştır, hepsi bu.
Bitki, hayvan, insan formları sabit değildir. Form, Mekanizmanın ezelinizde takdir ettiği bir biçimdir, biçim asli değildir, esas değildir, birey hiç değildir. Bu bir kimyagerin laboratuvarındaki aletleri tespit edip laboratuvarını düzenlemesine ve eşyaları yerleştirmesine benzer. Kendine en uygun gelecek deneyimin araçlarını, şeklini, düzenini, sırasını tespit etmek gibi bir şeydir. Fakat bu şekil, düzen ve sıra kati ve sabit değildir. Dünya üzerindeki evrim hallerinin gerektiği gibi halledilebilmesi için, Mekanizma yeryüzü maddelerinin bir kısmını forme etmiştir. Daha doğrusu bu forme ediş görünen obje halinde değil, görünmeyen mikro öz halindedir. Bu, şuur kaymaları yapacak varlığa verilir. Artık varlık bitki, hayvan ve insan şeklinde tezahür edebilir. Tezahür eder fakat o değildir, daha evvelki celselerimizde şuur ekranlarından, yansıma olaylarından bahsedilmişti.
Duygusal sempatizasyon yoktur, çünkü sempatizasyon kendiliğinden tesirdir. Tesirlerin en yakınında ancak düşünce bulunur, çünkü düşünceler de kendi içlerinde hareket halinde olan partiküller, kısa devreli tesirlerdir. Hareketlidir, canlıdır, enerjiktir, sonuç alıcıdır. Dolayısıyla, duygusal ismini verdiğiniz sempatizasyon, aslına ulaşamadığınız düşüncelerin peşinde koşmaktır, deşifre edemediğiniz, orijinini bulamadığınız düşüncelerdir. Çünkü bu şekilde onlar kapalıdır, nefsaniyetiniz noktasından size dahil olmuş tesirlerdir. Duygusal hali şuurlu hale çevirmek sizin elinizdedir. İki kişiyi veya daha fazlasını bir araya getiren düşünce nedir? Bunu tespit ediniz duygu yok olur. Aslında burada, bir düşüncenin yayılması için öncülük yapan duyguyla yüklü düşünce billurlaşmıştır.
Duygu doğrudan doğruya bir tesirdir ve çok gereklidir, ondan kurtulmak için gayret sarfetmeyin. Yalnız onun doğrultusunu belirleyip yörüngesine yerleştirin. Duygu bir tesirdir, nitekim vicdan da bir tesirdir, nefsaniyet de bir tesirdir. Bunlar, şuur aydınlığına ulaşmanız oranında kademe kademe şekil alan ve adlandırılan ortamlardır. Kısaca, gereksinimlerinize paralel hareket ederler. Duygu dediğiniz şey, pratik tesirleri almanıza yarayan bir süzgeçtir. (Sayfa: 284-289)

( Celse: 67 Kademe: 3 Tarih: 20. 5. 1965 ) Olumluyla olumsuzun çarpışması insanlık için realite kademelerini oluşturur. Bunlar öyle realite kademeleridir ki, insan ancak bir trinite içinde bulunduğu sürece kendi planının adamı olabilir. O trinite, kendi ruhi planı, kendi şuuru ve objeler aleminden meydana gelir. Öyleyse bir bireyin gerçek şuur deneyimi, objeden kendi şuuruna çarpan olayların üstün bir ruh planından elde edebileceği tesir manzumesine dahil olmasıyla mümkündür. Böylece insanlara türlü realite günleri açılır.
Her bir realite günü, bir Din Günüdür. Hepsinin gayesi ve maksadı, insanlık kademesinde bulunan ruhun, daha üst bir realitenin tesirlerini alabilmesi için araç olmaktır. Tüm hayatınız bir tesirler manzumesinden ibarettir. Varlığın deneyimi, pratik bir deneyim olmaktan daha ileridir. Yani bir taş ustasının taşı kırması sadece bir işlemdir, fakat taş bir maksat ve gaye için yontulursa, bu işlem bir realite deneyimi olur. Yani varlık, içinde bulunduğu tesir konisinin kendisine nakşetmiş olduğu üstün nitelikleri o taşa kazır. Öyle ki, her biriniz maddi hayatınızın deneyimleri içinde, % 1 oranında bile bir amaca yönelik hareket yapmakta acz içinde kalırsınız. Sorun, olayın değerini anlamayıp onun içinde kaybolmanızdır, öyle bir hal ki siz olay olmaktasınız! Oysa varlık bir şuurdur, o her olayda vardır, fakat hiçbiri değildir.
Böylece her insan belli bir tesir konisinin adamıdır. Her tesir konisi, kapsamlı bir tesir demetinin parçasıdır. Eğer birey kendi halini derin bir gözlem içinde göz önünde tutamazsa otomatik yaşıyordur. Otomatik yaşayış, kendi tesir konisiyle, içinde bulunduğu genel tesir planının arasındaki farkı ayırt edemeyiş demektir. O kimsede kişilik yoktur, o kimsede şuur yarım yamalak çalışmaktadır, yüzeyseldir, basittir.
Tesir kuşağıyla tesir konisini birbirine karıştırmayınız. Tesir kuşağı, realite kaderleri itibariyle birbirine benzer olanların meydana getirdiği bir sentezden ibarettir, yani kapsam itibariyle tesir konisinin içindedir. (Sayfa: 289-290)

( Celse: 68 Kademe: 3 Tarih: 27. 5. 1965 ) Bir varlığın bir üst realiteden tesir alması demek, kendi realitesini daha iyi öğrenmesi demektir. Kendi realitesini öğrendikten sonra, daha üstün bir realiteyle daha sıkı bir bağlantıya geçmeye başlar. Ancak ondan sonra çevresinde gözlemlediği olayların seyri ve bundan çıkardığı sonuçlar da değişir.
Tesir konisi, her varlığın içinde bulunduğu realiteyle, bir üst realite arasındaki dikey ve yatay tesir planlarının oluşturduğu bir ortamdır. Bu öyle bir ortamdır ki, her bireyde ayrı bir özellik gösterir. Fakat külliyen hepsi daha üst bir realitenin ateşiyle aydınlanır, böylece ortak tesir konileri meydana gelir. Sizin bileceğiniz kadarıyla, tesir bir üst realitenin fiili bilgisidir. Buradan şunu çıkarabilirsiniz, her varlık bir üst realitesinden yöneltilmiş fiili bir bilgi akımı içerisindedir. Bunu % 2 oranında şuurlu olarak alır, diğer taraftan da otomatik olarak yayar.
Din Günü, tüm insanları kapsayan, insanların bir üst realiteye tırmanabilmelerini sağlamak için açık seçik bilgilerin verildiği gündür. Tüm insanlık devre devre Din Günleri idrak etmiştir. Şu gerçektir ki, dünyanızın insanları milyarlarca seneden beri birtakım evrim siklusları içinde bulunmuşlardır. Önünüzdeki masanın bir ucundan öteki ucuna kadar olan yeri bir siklus olarak kabul edin. Yürümüşsünüz ve uca yakın gelmişsiniz, o uç başka bir esasın başlangıç noktasıdır. Fakat orada açık şuurla hareket etmediğiniz zaman o noktada kalamazsınız. Tekrar başlangıç noktasına dönmeniz ya da beklemeniz gerekir. İşte her bir Din Günü, dünya insanının dünya üstü insan olması için açılan bir rahmet kapısıdır. Sikluslara dikkat ediniz, onlar birer kuyruklu yıldız gibidir, gelip alır, tutunabilenleri götürür. Kalanlar o yıldızın geri dönüşünü beklemek zorundadır. Gündüz geceyi, gece gündüzü izler. Bu kadar! (Sayfa: 292-294)

( Celse: 69 Kademe: 3 Tarih: 3. 6. 1965 ) Bilginin açık seçik oluşu, Din Gününün periyodik sırasıyla ilgilidir. Bu şu demektir: Her Din Günü, insanı kendinden sonra gelecek Din Gününün bilgilerine hazırlar. O realite içindeki varlıklara verilecek bilgi açık seçiktir, o realitenin maketiyle ilgili bir tamlığa ve yeterliliğe sahiptir. Demek ki, her devri hareket aynı şeyin tekrarı olmamakta, fakat aynı prensip altında çalışmaktadır. Bu bir bakıma varlığın ezelden beri dünya için kazanmış olduğu karma borçlarının ödenmesi demektir. Öyle bir zaman, öyle bir aydınlanma hali ki, varlık kendi şuurunun o devre içindeki en yüksek bütünlüğüne ulaşmıştır. Sizler buna okul bitirme (mezuniyet) dersiniz!
Din Günlerinde verilen bilgi, sadece peygamberler aracılığıyla herkese sonradan genelleştirilen bilgi şekli değildir. Bunlar, insan idrakinin tamamen özüne varamadığı değişik tesir ve bilgilerin içinde kalmasıyla vücut bulur. Öyle bir şeydir ki, bir ilhamın ortaya koymuş olduğu herhangi bir yazı ve söz hepsi de yücelten bilgidir, ancak kendi çevresinde daha üstün bir sıçrayışa hazırlanan varlık için bir değeri vardır. Örneğin Musa’ya dikte ettirilen Eski Ahit hala geçerli ve kalıcıdır. Ama Musa’nın devrinde, yeni bir periyodik hareketin vermiş olduğu hızdan yararlanıp daha üst bir kademeye, örneğin o zaman için sevgi kademesine atlamak her zaman mümkün olmamıştır. Musa’dan sonra öyle bir Din Günü gelmiştir ki, İsa’nın naklettiklerini de aşıp geçmiştir. İnsanların tespit etmesi mümkün olmayan bu bilgileri şu maksatla verdik: Din Günü dendiği zaman, hatırınıza ön planda ve tartışmasız olarak herhangi bir dinin yayılması gelmemelidir. Yani insanların ümitleriyle kurtuluşlarının yüzde yüz uyum sağlayıp başarılı bir hareket meydana getirdikleri zamanlar hiç de bu zamanlar değildir. Belki de bu zamanlardır, fakat gerçekten de bunlar hazırlayıcılardır. Çünkü varlığın şuur imkanları, karşısındaki hazinenin mücevherlerini bir anda keşfedecek yetenekte değildir. Istırap çekmesi şarttır, çünkü ıstırap pişmanlıktır, pişmanlıksa daha evvel hatayla kapatılmış ruhi bir deneyimin tekrarını istemek ve kesin başarı kazanmayı arzu etmektir. Bu bir bakıma, varlıklara Mekanizma tarafından tanınmış kredilerin kapatılmasıdır. Öyle ki tüm insanlar ve sizler şuurlu olmalısınız, gerçekten Vicdan Planının adamı olmalısınız. Bilginizle, gücünüzle, düşüncenizle hizmet etmelisiniz. Bu üç dayanak insanlığın ulaşabileceği en iyi derecedir.
Bir siklusun sonunda, varlıkların kendi şuur aydınlıklarıyla hareket etmeleri gereklidir. Hiç kimse diğer bir kimseden medet umamaz. İnsanın çok dikkatli olup kendini düzeltmesi, ağırlıklarından kurtulması şarttır. En azından İsa’nın söylediği kadar, en çoğundan Muhammed’in yaptığı kadar olması gerek, bunun altında değil! Bunları bile bile, anlaya anlaya yapabilenler siklusun sonunda hür olacaklardır. Bu siklus hazır bir siklustur. Belirmiş, kesiti tamamlanmıştır. Akıllı insan için gittikçe yaklaşan ve gittikçe bunaltan bir tesir dizisini gözlemlemek mümkündür. Bu bir bakıma, dünyaya yaklaşmakta olan bir kuyruklu yıldızın elektromanyetik alanlarda meydana getirdiği değişimler gibidir. Hissedilir, ölçülür, belirtileri yavaş yavaş anlaşılabilir. Fakat ümit kurtuluşadır. İnsanlık için büyük vaatler vardır, buna karşılık çetin bir yol kat etmesi de kaderi olmuştur! (Sayfa: 295-298)

( Celse: 70 Kademe: 3 Tarih: 10. 6. 1965 ) İsa ve Muhammed birer realitenin sembolüdür. İsa, insanlığa % 100 vicdan uygulamasını gösteren bir görevlidir. Makul vicdan, esas olarak bireyin vicdanıyla hareket ettiği kadar, şuurunun kazanabildiği bilgiyle de hareket etmesi demektir. Bilgiyle hareket etmek yaptıklarının farkına varmaktır. Bu hal, vicdan kademesinin zorlayıcı halini aşmış, doğrudan doğruya varlığın sorumluluk alanını genişletmiştir. Yeni siklusun insanlarda arayacağı nitelik, en az % 70 oranında vicdanıyla hareket edebilmektir.
Dikey evrim olayı dünyanın dışında geçerlidir. Dünya insanının kaderi, zaman zaman yatay evrim içinde kalmasına bağlıdır. Dünyanızın İlahi İrade Yasaları içindeki hareket özgürlüğü, yatay evrimin sürekli meydana gelmesine engeldir, bu yüzden insanoğlu sıkıntı çeker. Fakat dikey evrimden evvel yatay evrimi tamamlamanız, yani en azından vicdan uygulaması yapmanız kaçınılmazdır. Makul vicdan periyodu içinde bulunanlar ise dikey evrimin içine girmiştir. Bunlar yeryüzünde vardır, şimdi de vardır, hep var olmuşlardır!
İnsanlığın geçmişi ve geleceği aydınlıkla karanlık gibidir. Aydınlık, öncelikle bireyin yeni şuurudur, sonra toplu evrim olarak Din Günleridir, sonra dünyanıza yaklaşan ya da uzaklaşan Mekanizma tesirleridir, sonra da aydınlık ve olumlu tesir planının insan tarafından keşfidir. Karanlığa gelince, bireyin nefsaniyet çengelinden yakalanıp dar şuura düşmesidir. Karanlık, Din Günlerinden sonra insanlığa vaat edilen kahrın gerçekleşmesidir. Karanlık, bir siklusun sonunda eli boş kalmaktır. Karanlık, olumsuz tesir planına insanın hizmet etmesidir. Aslolan nicelik değil niteliktir. Bir tesirin dağınık olması onun iş yapabilme gücünü azaltır, ama tesir dar bir kanal içindeyse iş yapma gücü fazlalaşır. Nitekim siz güneş ışığını mercekten geçirdiğiniz zaman genel sıcaklıktan daha fazla sıcaklık elde edersiniz.
Küçük daire, düşünce yeteneği yüksek, enerjisi fazla, bireysel takvası sağlam bir topluluğun ifadesidir. O, koskoca bedeni idare eden hayati bir gudde gibidir, bu yüzden o gudde (salgı bezi) tüm vücuttan daha yüksektir. Küçük daire, büyük daireden daha büyüktür.
Eşyanın gerçeğini anlamak, dünya okulunun gerekçesini anlamaktır. Bu anlayış kurtuluştur ve tamamiyle dikey bir evrime yürüyüştür. (Sayfa: 298-302)

( Celse: 74 Kademe: 3 Tarih: 13. 11. 1965 ) Dünya realitesi, büyük bir akış ve hız içinde yeni bir Din Gününün kurulmasında görevlidir. Bu Din Günü esas itibariyle tüm insanlığın şuur değişikliğidir. Bu değişiklik, vicdanın nefse galebesiyle son bulacaktır. Herkes yarı şuurlu ve idraksiz olarak bu görevini yerine getirmektedir. Ama insanlıktan istenen en esaslı özellik, tüm bu şuur ve idrak faaliyetinin bir arada ve topyekun belirmesidir. Gözlemleyebilenler için sürekli bir tesir yaklaşmakta ve her tür belirtiyi göstermektedir. (Sayfa: 314)

( Celse: 75 Kademe: 3 Tarih: 20. 11. 1965 ) Yarı şuurlu ve idraksiz olarak bir eylemin yapılması şu demektir: Varlık, farz edelim ki bir insan, uygulaması sırasında kendine en yakın olaylar zümresiyle ilgilenmekte ve onun hakkında yarı şuur dediğimiz bir hal içinde bulunmaktadır. Fakat gerek yaptığı uygulamanın nedenleri, gerekse ilerde meydana gelecek sonuçları hakkında ortalama bir düşünceye sahip değildir. Bu hal, otomatizmadan sıyrılan veya sıyrılmakta olan varlıkların en belirgin özelliğidir.
Din Günlerinde meydana getirilen tesir alanıyla, bunun dışında kalan devreler içindeki tesir alanı birbirinden farklıdır. Din Günlerindeki tesir alanı tüm varlıkları, daha doğrusu tüm insanları bir elemeye ve seçmeye tabi tutan bir tesir çeşididir. Bu yüzden, bir şuur değişiminden bahsederken önce değer yargılarınızın değişmesi söz konusudur. Sonra olayların açıklanması ve daha sonra olayların sebebi konusundaki düşünce ve bilgilerinizin değişmesi gelir.
Düşünceleriniz, önce yaptığınız uygulamalardan, sonra geçmiş yaşamlarınızın yüklerinden, daha sonra da üst planların gönderdiği tesirlerden oluşmaktadır.
Şuurunuzun bağlı kalması, aslında bir organizasyona dahil olmayışınızdan ileri gelir. Şu anlamda ki, ancak gücünüzün yettiği bir ışıkla önünüzü aydınlatmaktasınız, yani şuur faaliyetiniz dar bir alanda toplanmıştır. Bir organizasyon içinde bulunursanız, başkalarının aydınlatmış olduğu alan da size dahil olacak, dolayısıyla şuurunuzun toplanma alanı genişleyecektir. İkincisi, şuurunuzun daralması psişik bir mekanizmadır. Bu mekanizmadan şunu anlamalısınız. Bağlı şuur, % 95 oranında maddi tesirlerle ilişki kuran bir şuurdur, ancak % 5 oranında Yukarıya açık bir durumdadır. Böyle olunca, kendinizi yeryüzünde uygulama yapmakla bağlı ve sınırlı hissettikçe, % 5 açık olan tarafınız zorlanacaktır. Bu durumda, maddi ilişkilerinizi sandığınız gibi kesmeniz değil, her bir ilişkinin verimlilik derecesini artırmanız gerekir. Yani yaşantınızı makul vicdanlı, sakin ve üstün duygular içinde geçirmeniz gerekir.
Arzularınızı kösteklemeden evvel bunların sebeplerine eğiliniz. Eğer başkalarına yarar sağlıyor ve onlara zarar vermiyorsanız, arzularınızın peşinden gidiniz. Yukarının birçok tesiri, birçok ilhamı sizlerde arzu şeklinde belirir. Elinizdeki ölçü, soğukkanlı olarak arzularınızın kökenine inmektir. Arzularınız başkalarına zarar vermemeli, başkalarının sınav sınırını çiğnememelidir, hatta bu arzular hak etmediğiniz sorumlulukları size yüklememelidir. (Sayfa: 316-319

( Celse: 76 Kademe: 3 Tarih: 27. 11. 1965 ) Evrende öyle varlık sistemleri vardır ki, oradaki talim ve terbiye sadece yanılmaya dayanır ve bunun doğrusu onlar için o mekanda mevcut değildir. Yani öyle varlıklar vardır ki, onlar için yanılma söz konusu değildir. İşte insan ikili bir denge unsuru içinde, yani her zaman yanlış ve doğru boyunduruğu altında bulunur.
Hiçbir problem, insanın kendindeki problemi halletmesi kadar güç değildir. Dış ortamın problemleri gayet kaba, kolay ve rahat halledilebilecek problemler türündendir. Fakat bireyin kendi kendini alt etmesi en büyük problemdir.
Tüm doğa olayları, tüm sosyal olaylar, hatta psikolojik olaylar, kesinlikle bir Yüksek İdarenin insanlığın hayrı için meydana getirdiği mizansenlerdir! Aslında bunlar çok girift, çapraşık, prensipleri birbirinin içine giren bir mekanizmanın esasıdır. (Sayfa: 321-322)

( Celse: 77 Kademe: 3 Tarih: 4. 12. 1965 ) Dış olaylar, sadece sizlerin bireysel uygulamalarınızı kolaylaştırmak açısından birer sebeptir. Bu yüzden hepiniz, tüm insanlık gereksinim duyduğu vicdan düzeyine ulaşmak zorundadır. Bu bir noktadır, bireyin bu noktaya ulaşabilmesi için pek çok süzgeçten, sınavdan ve ıstıraptan geçmesi gerekir. Gerekliliğin zorunluluğu, yine bireyin gerçek kişiliğiyle uydurma kişiliği arasındaki tercihidir. Birey uydurma kişiliklere, uydurma değerlere çok düşkündür, bu tam putperestliktir. Uydurmanın karşısına gerçek kişiliğini koyabilmesi sınavlarla, ıstırapla ve dışarda meydana gelen olaylarla mümkün olmaktadır.
Bireylerin düşünsel ve vicdani kalitesi, tesirleri çekebilme gücündedir. Tesirleri almak, ancak çekebilme gücünün belirli bir düzeyi bulmasından sonra meydana gelir ki, orada doğal bir akış vardır.
Daha evvel sizlere düşüncelerin canlı unsurlar olduğunu söylemiştik. Her bir düşünce çekirdek olarak bir tesiri işin içine katar. Eğer insan, düşüncelerinin tesir kalitesini ve onlarla meydana getirdiği bir kombinezonu, bir sentezi doğaya uygun şekilde düzenleyebilirse, gerçekten çok kudretli tesirleri kendine çekebilir. Bu bir sempatizasyon yasasıdır. Vicdana gelince, vicdan çok üstün bir tesirin sizde galebe çalmasıdır.Vicdan bireyin bünyesinde değil, bünyesinin dışındadır. Fakat evrimin belirli aşamalarından sonra bu üstün tesir bireyde bir odak oluşturur. İşte ondan sonra vicdanlı bir insan olarak hareket edebilirsiniz.
Birey ruhi bir planla ilişkilidir. Onun idealizasyonu, ruhi plandaki yerini buluncaya kadar devam edecektir. Eğer bireyler arasında ruhi plandaki yerini belirleme gücü belirli dozda olup da aynı gayret gösteriliyorsa, onlar bir organizasyona layık kimselerdir. Dindeki mücahitler bunlardandır. Şehitlik ise, bu idealizasyonun ruhi açıdan tam gerçekleşmesidir, yani varlığın kendi ruhi planındaki yerini bulmasıdır.
Yanılma nedir bilmeyen varlıkların evrimi, hiçbir zaman karşılıklı soru cevap şeklinde değildir, yani onlarda ikili denge unsuru başka türlü çalışır. Sizlerde daima olumluyla olumsuzun savaşı şeklinde görünen şey, onlarda ya sırf olumlu ya da sırf olumsuzdur, yani ikinci bir hal şekli yoktur. Dünya koşullarına göre ikinci bir hal şekline ihtiyaçları yoktur. Bunu kavramanız güçtür. Sürekli değil, orada sadece bir takım yasaların uygulanmasında ajan olarak çalışılır. Bu kadar söyleyebiliriz! (Sayfa: 329-334)

( Celse: 78 Kademe: 3 Tarih: 18. 12. 1965 ) Vicdani hareketle bilgili hareket birbirinin tamamlayıcısı olmakla birlikte, ikincisi birincisinden daha yüksek bir durumdur.Vicdan şeklinde tezahür eden genel bir ruhi tesir, bireyin her şeyden önce idrakli olmasını sağlamak içindir. İdrak olayı ise, bireyin bilgisini uygulama alanında eksiksiz kanıtlaması demektir. Şöyle bir durum daha var. Vicdan, her bir varlığı belirli incelikteki bir tesirin içine çekmek üzere faaliyettedir. Bu belirli incelikteki tesir ise, bir devreden sonra artık varlık şuurunda açık seçik prensip ve bilgiler şekline girer, bu uygulamada da böyledir. İlk vicdan sesini duyan bir kimsenin bunu kararsız şekilde karşılaması ve bir takım yorumlara tabi tutması, bu işin bilgisinden habersiz olduğu için onu sarsıntılar içinde bırakır. Demek ki, bir kimse vicdan sesine kolaylıkla uyamayıp bunu çeşitli şekillerde yoruma tabi tutuyorsa, sonuç olarak da bunu yerine getiriyor veya getiremiyorsa, biliniz ki bu konuda açık seçik bir prensibe sahip değildir. Eğer vicdan sesinden evvel kendinde bir bilgi, bir prensip bulunmuş olsaydı, onun için vicdan sesi sadece küçük bir uyarıdan başka bir şey olmazdı.
Günümüz insan toplumunda bilgi ve prensip yoktur. Bilgi ve prensip İlahi İrade Yasalarını anlamak demektir, sorumluluk alanına göre bunları kullanmak demektir. Dikkat ettiyseniz, hiç kimsede bu İlahi İrade Yasalarını kendi boyutu içinde uygulayacak güç ve yaratılış yoktur, bunun yerine vicdan sesini koymuşlardır. Aslında her vicdan sesi, vicdan uyarısı, nihayet vicdani tesir ve plan, doğrudan doğruya bir bilginin çeşitli örtüler altında ortaya çıkışından başka bir şey değildir. Bir kimseye “sen neden vicdanının emrini yerine getirdin” diye sorunuz. Size ya adaletten, ya ahlaki bir kuraldan ya da bir şeriatten bahsedecektir, ama hiçbir zaman bunların üstünde yer alan bir sebepten söz etmeyecektir. Bunun böyle oluşu, insanlık aşamasındaki varlığın sorumluluk denen kavramı ve kolektif eylemi bilemeyişinden ileri gelir.
Tesir kuşağı, varlıkların içinde bulundukları evrim realitesinin, onlar üzerinde gereksinimleri yüzünden meydana getirdiği tesirlerin ortak rezonansından ibarettir. Tesir planı ise, bu kuşağın ayrı bir boyut içindeki tezahürüdür. Bu öyle bir durumdur ki, bir tesir kuşağı içinde bulunan varlıkların tümü, belirli bir boyutun dışına çıkıldıktan sonra yine kendi kendilerinin besleyicisi durumuna gelirler. Burada dairevi tesirleri irdelememiz gerekir. Dairevi tesirler, bir varlıktan yayımlanarak yanıtının alındığı tesirlerdir, bu adeta atılan taşın tekrar dönüp insana gelmesi gibidir. İşte Ruhi Plan, sizin bu tesirlerinizi genel evrim düzeni içinde herhangi bir aksaklığa yol açmayacak şekilde size yansıtan plandır. Böylece varlık hem kaderini belirlemiş, hem özgürlüğünü ve iradesini kullanmış, hem de belirli bir planın uygulanmasında fonksiyoner olmuştur.
İnsan sorumluluğunu vicdanında idrak etmemiştir, inancında idrak etmiştir. Bu büyük bir evredir ve kat edilecektir. Varlığın, inancında sorumluluğunu idrakten, vicdanında idrake yönelmesi gerçekleşmesi kesinleşmiş bir kaderdir.
Ancak idrak edenler sorumluluk ve zorunluluk duyarlar. İdrakin düzey ve kalitesine göre bu zorunluluk ve sorumluluk türlü şekillerde uygulama alanına çıkar.Yapılan işin kalitesi kesinlikle önemli değildir, bireyin yaptığı işe bağlılığı ve ona kendinden kattığı şey önemlidir. Hayatın içinde cereyan eden bilgi ve prensipler sade, açık seçik ve kesindir. Karışık, büyük ve yaygın işler içindeki kimselerin evriminin de büyük olduğu sanılmasın, hayır öyle değildir. Hareketlerinde idrakini, akıl prensiplerini, vicdanını ve imanını kullanabiliyor ve bunların uygulamasını yapabiliyorsa, o kimse en iyi durumdadır. Bir hasırcının işindeki titizliği ve semeresi, bir mimarın işindeki titizlik ve semereden kesinlikle farklı değildir! (Sayfa: 335-342)

( Celse: 79 Kademe: 3 Tarih: 25. 12. 1965 ) Bellek, ruhun gerek deneyimleriyle bedenen, gerekse ilhamı ve sezgisiyle beden ve beden dışından aldığı tüm tesirlerin en kaba şekilde sınıflandığı bir alandır. Bu alanların en alt ucu ise, beyin adını verdiğiniz organın yetenekleri arasında yer etmiştir. Her madde kendine özgü bir titreşim yaydığı gibi, yine kendi yeteneğiyle ilgili birçok titreşimle bağlantı halindedir. Bu bağlantı bir geçirgenlik şeklinde, bir değiştirme şeklinde, sadece destek olma şeklinde ve nihayet bütün bunları depolama şeklinde olabilir. Beyin organınızın yapı taşları olan beyin hücrelerinin, bazı tesirlerin bazen uygulama alanına hızla çıkarılabilmesi konusunda desteklik ve depolama gibi görevleri vardır. Demek oluyor ki bellek olayı, doğrudan doğruya ruhun çeşitli çıkış yerlerinden elde ettiği tesirleri desteklemesi ve saklamasından ibarettir. Herhangi bir aksaklık demek, bu destekleme ve saklama görevinin yapılmasında bazı engellerle karşılaşmak demektir.Yani oradaki maddenin titreşimsel karakteri ya daha yüksek bir düzene ulaşmış ya da artık o işi göremeyecek şekilde başka bir şeye dönüşmüştür. Eğer maddedeki bu değişikliği izleyebilir ve değişikliğin önüne geçebilecek başka bir titreşim yasasını kullanabilirseniz, ne belleğe ait bozukluklar, ne de aksaklıklar meydana gelir.
Bir olay, düşünce ya da bilgi ne kadar çok benimsenmişse, ne kadar çok ilgi görüyorsa o kadar kıymetlidir diyemezsiniz. Kutsal kitaplar iyi incelendiğinde sürekli bunun aksinin söylendiği görülecektir. Kutsal kitaplardaki mesellerin çoğu, insani realiteyle ruhi realitenin, yani Ruhi Planların insanlara çizmiş olduğu realitenin değişik olduğunu gösterir. Örneğin, putperestliğin çok yaygın olduğu bir çevrede çok cılız bir “Tek Allah” fikri çıkabilir. Tıpkı sizin gibi rağbette ve yaygın olan düşünce itibarlıdır diye düşünülmüştür. Fakat sonuçta egemen olan unsur, dış realitenin bir gerçeği olarak ortaya çıkmıştır, yani “Tek Allah” düşüncesi galebe çalmıştır!
Umut kademe kademedir. Çocuksu umutlarınızdan, nefsani umutlarınızdan, zihni, daha doğrusu felsefi umutlarınızdan, ideal umutlarınıza kadar yükselebilir. Bu umut, kademe kademe inen tesirlerin üstün hazzı içinde kalabilme umududur! Bu umut, kendi realitesini aşmanın ve daha geniş bir şuurla uygulama yapabilmenin umududur. Bu umut, tam bir vicdanla nefsaniyetin çiğnenmesi umududur. Bu umut, varlığın içinde bulunduğu sistemde bilerek fonksiyon yapması umududur. Umut hayat kaynağıdır, umut ilhamdır, tesirdir, bilgidir. Ve nihayet umut imandır! (Sayfa: 343-345)

( Celse: 80 Kademe: 3 Tarih: 1. 1. 1966 ) Ruh-ül Kudüs, her Din Günü boyunca tüm insanlığın moral evrimini düzenleyen Vicdan Planıdır. Ruh-ül Kudüs, sadece bireyin ve bireylerin evren bilgisi dışındaki tüm manevi durumlarıyla ilgilenen, onların evren bilgisini alma yolundaki tüm gayretlerini değerlendiren bir Plandır. O aslında tüm insanların içindedir. Başka bir deyişle, ona çok kapsamlı bir tesire ve hakimiyete sahip Vicdan Organizasyonu ya da İdare Mekanizması diyebilirsiniz.
Adem sembolü, üç boyutlu realitenizde ve sizden gayrilerin üç boyutlu realitesinde büyük bir dengeyi ifade eder. İkili denge unsurunun aktif sembolleridir. Gerek maddede, gerekse madde üstü durumlarda, evren düzeni içindeki genel uyumu sağlama, ancak birbirini etkileyen ayrı güçlerin varlığıyla mümkündür. Psişik güce sahip insan, deneyim alanı itibariyle olumlu ve olumsuz iki tesir planı arasındadır. Bu iki plan, kendi alanlarındaki varlıkların kaderiyle doğrudan doğruya ilgilenmeksizin aralarındaki savaşı sürdürürler. İşte insan bu savaşın içinden geçmek ve kendini yükseltmek zorunda olan bir varlıktır. Adem’in cennette oluşu, bu iki tesir planının dışında yaşayışını simgeler. Cennetten kovulma ise, içinde bulunduğu planın dışındaki realite hakkında varlığın bir takım hayallere ve düşüncelere ulaşması ve bunu istemesidir. Her istek yanıtlanır! Havva, hem varlığın içinde bulunduğu olumlu ve olumsuz iki planın karışımını ifade eder, hem de varlığın (burada Adem’in) içinde bulunduğu sistemdeki fonksiyonunu çizer. Bu fonksiyon, Adem’in aynı zamanda hem olumlu hem de olumsuz karaktere sahip bir varlık olarak bu savaş alanında başarıya ulaşabileceğini gösterir.
Havva’nın Adem’e yedirdiği yasak meyve, bilgi edinme isteğinin fiiliyat evresine çıkmasıdır. Yılan sembolü ise, insanlara iki anlamda verilmiştir. Biri olumlu biri olumsuz. Olumlu anlamda yılan, Ruhi İdare Mekanizmasının koruyuculuğunu, egemenliğini ve her şeyi kapsadığını ifade eder. Olumsuz anlamda yılan ise, olumsuz tesir planlarının olumlu tesir planı karşısındaki insana kıyasla hareket tarzını gösterir.
Dünya ortamı, gayet süratli bir şekilde, her tür olayıyla uyum içinde olumlu bir birliğe doğru gitmektedir. Şimdiye kadar yeryüzündeki moral kurumlar, bireyin sadece hayal ve düşünce olarak diğerkam olmasını temin edebilmiştir. Şimdi ise, aktif birliğin gerektirdiği bir durum ve değişim söz konusudur. Birey artık diğerkamlığını fiilen ve bilgiyle ortaya koymak zorundadır.
Ruhul Kudüs tüm gücüyle gökten yere doğru uzanmaktadır. Bu uzanış her zaman elbette sevinç çığlıkları içinde değil, belki de ıstırap iniltileri içinde olacaktır. Belanın türlüsü gözlemlenecektir. Neden? Çünkü birey kendine çok evvelden beri el uzatmış olan Ruhul Kudüs’ün tesirleriyle beslenmeyi, ona göre hareket etmeyi kolaylıkla öğrenememiştir. Kaybetmeyecek olanlar bu talimi yapmış olanlardır. İnsanların yapması gereken en pratik iş vicdanın sesini dinlemektir. O ses Ruh-ül Kudüs’ün uç noktalarıdır, yani insanın moral yükselişini sağlayan en yüksek kanal, besleyici ana boru ve kaynaktır. Tüm sezgiler, tüm ilhamlar ve tüm moral bilgiler bu kanaldan gelir, şimdi olduğu gibi! (Sayfa: 348-351)

( Celse: 81 Kademe: 3 Tarih: 8. 1. 1966 ) Bereket versin ki Ruhi İdare Mekanizmaları varlıkların tüm isteklerini ve tüm çabalarını derhal önlerine getirmede acele etmiyor! Yine bereket versin ki varlıkların bilmeden, idrak etmeden, şuursuzca geleceği düşünerek talep ettikleri yükü onların sırtına vurmuyor! Çünkü insan gerçekten cahildir, cahildir çünkü harekete geçiren güce yüzde yüz sahip olmadan hareket eden otomat gibidir. İnsanlar cahildir, dolayısıyla otomattır. Kışkırtma unsuru olmadan hiçbir insan ya da sizin takımınıza dahil varlıklar kendiliklerinden bir süreç alamazlar. Sevk edici güç daima ruhun dışından ona empoze edilmektedir. Bu duruma göre İdare Mekanizması insanların sevk ve idaresinde şöyle bir metot kullanmaktadır. Genel evrim karşısında kadrosu tespit edilmiştir, yani ezelin ve ebedin yaratıcısı olan bir kadro tespit edilmiştir. Sizin ezel ve ebediniz Mutlak nazarında sınırlıdır, yani onlar hiçbir zaman sizin kavramlarınıza göre bir sonsuzluk ifade etmezler. Aslında sonsuzluk da Mutlak nazarında bir sınırdır. Böyle olunca, ezel ve ebet gibi iki belirli kadro arasında bulunan varlık uygulama eksikliği ve görgüsüzlükten dolayı bir cehalet yükü altında ezilebilir. Fakat insandan evren mekanizması açısından önemli şeyleri yerine getirmesi beklenilmektedir. İşte insanın tüm maddi ve ruhi deneyimleri, tüm maddi ve ruhi bilgileri, en alçağından en yücesine kadar geçirmiş olduğu tüm evreler bu amacın gerçekleşmesi için ortaya çıkmıştır. Hiçbir sistem, hiçbir hayal ve düşünce bunun karşısında olamaz ve onu aşamaz. Kutsal kitaplarınız, insanın böyle bir plana ulaşabilmesi için yapması gerekenleri bir sistem ve metot dahilinde vermiştir, ama sembolik olarak.
Bireyin bir işteki başarısı ya da başarısızlığı önemli değildir. Önemli olan bireyin o işte sarf ettiği içten gayret ve elde ettiği sonuçları vicdana doğru yönlendirmedeki idrakidir. İçinde bulunduğunuz sistem ve alan o kadar hayal gücünüzün üstünde imkanlar bahşedebilir ki, hareketlerinizin şu veya bu şekilde olması o sistemin kılını bile kıpırdatmaz. Eğer varlık elde ettiği sonuçları vicdana yönlendiremiyorsa, işte o zaman bir elem her tarafı kaplar. Böylece yerlerin ve göklerin sizler için örtülü olduğunu görürsünüz.
İdrakli davranışın tam evrimi insanüstü bir hayattır, insanüstü hayatsa ahlakın mevcut olmadığı bir hayattır. Ahlakın yokluğu, varlığın öğüt, ceza, öğrenim, azarlama gibi otomatizasyona yol açan yaptırımlardan uzak, hareket yeteneğini kendinin yarattığı bir durumda olması demektir. İşte o zaman insan sırtına vurulan yükü taşıyacak güce erişir ve Havva’nın rolü Adem’i düşmüş olduğu cehennemden, yani dünyadan, bilgi ağacından nasip aldıktan sonra tekrar cennete çekmekle son bulur! (Sayfa:353-355)

( Celse: 82 Kademe: 3 Tarih: 22. 1. 1966 ) İnsanın dünyadaki deneyimleri ezel ve ebet şeklindeki belirli iki siklus arasında cereyan eder. Bu iki devir iki bakımdan irdelenmelidir. Birincisi, insan kademesindeki ruhun bu kademe içinde evrim devirleriyle ilgili siklusları, bu büyük devreleri ifade ettiği gibi, ayrıca kozmik devreleri de ifade etmektedir. Dünya ve eş kürelerden ikisi (Mars, Satürn) aynı ezel ve ebet içinde hareket etme kaderiyle yüklüdür. Bu verdiğimiz bilgiyi hayatınızın daha sonraki dönemlerinde açık ifadeler şeklinde öğreneceksiniz. Yani yeryüzünde herhangi bir olay ya da herhangi ruhi bir devre meydana gelirken, bu sadece dünyada olacak değildir. Kozmik olarak da zikredilen diğer iki küreyle ortaklaşa büyük bir siklus içinde meydana gelecektir. İnsanlığın geleceği, diğer iki kürenin geleceğiyle ortak bir kaderi taşır. Sizler için ezel ve ebet sonsuzluk ifadesi değildir, çünkü hiçbir olay, hiçbir ruhi faaliyet ezelde başlayıp ebette bitecek kadar sonsuz faaliyetler zinciri değildir. Sonsuz olan sadece Mutlak’tır, her şey Ona göre rölatiftir. Bu yüzden, Adem’i ezelde başlatmanız doğru değildir, Adem ezelden daha yenidir. Adem’in ifade ettiği anlam bu tarz bir düşünce içinde irdelenirse, insanın ezelden ebede doğru giden zaman akışı içinde çok belirli bir yeri işgal ettiğini göreceksiniz. Eğer maddi olarak bir Adem olayından söz etmek gerekirse, onun geçmişi yenidir. Fakat ruhi bir anlamı ifade etmek gerekirse, onun geçmişi insanın bu kademeye çıktığı ilk anı da ifade eder.
Sizin kavramlarınız, ifade ve düşünce şekliniz üçüncü boyut içinde geçerlidir. Fakat bu hiçbir zaman evrimin zamanla kayıtlı olduğu anlamına gelmez. Üçüncü boyutun dışındaki bir boyut söz konusu olduğunda, orada anladığınız anlamda bir zaman akışı yoktur. Üçüncü boyut realitesinin dışında bulunan planlar, üçüncü boyutun tüm akışını bir ve aynı zamanda irdeleyebilirler. Yani üçüncü boyutun dışındaki idrak ve kuşatma yeteneği, insanın ezel ve ebet gibi üçüncü boyut realitesine dayanan iki sınırın dışındadır. Evrim sonsuz derken, bunu zamanın sonsuzluğuna bağlayıp yeni bir sonuca varmanız yanlıştır. Aslında varlık, zamanın sonsuzluğu hakkındaki bilgisini evriminin sonsuzluğundan çıkarmaktadır, aksi işleyişle değil. Varlığın bu hali ancak ruhun öz cevheri içinde cereyan ettiğinden, (siz buna şuuraltı da diyebilirsiniz) dünyadaki şuur düzeyinde buna ait hiçbir bilgi yoktur, yani evrimin sonsuzluğu hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Bu yüzden hareket noktasını gözlemine ve mantığına dayandırarak tespit etmekte, böylece evrimin sonsuzluğu hakkında bir karara varmaktadır. Oysa olay tamamen tersine cereyan eder. Dolayısıyla, üçüncü boyut içindeki ezel ve ebet sonsuzluğu ifade etmez. Dördüncü boyut adını verdiğiniz boyut içinde bulunan bir varlık için zaman ve mekan zorunluluğu yoktur. Şüphesiz bunu idrak etmeniz de mümkün değildir.
Bir insanın mekanını tayin eden şey, kendi varlığının psişik potansiyeli değil, aksine kendi dışında bulunan varlıkların psişik potansiyelidir, bu aynı zamanda eşyalar için de geçerlidir. Bir eşyanın kendinde var olan tesir ve enerji onun mekanını tayin etmez, ancak onun dışında bulunan eşyalar onun mekanını tayin ederler. Böylece varlıklar ve eşyalar birbirlerinin mekanlarını tayin ederek evrim planlarını meydana getirirler. Herkes ve her şey birbirinin hareket ettiricisi rolündedir. (Sayfa: 357-362)

( Celse: 83 Kademe: 3 Tarih: 29. 1. 1966 ) İnsan varlığı, sadece bir ışık olarak bu küreye uğrar ve gider. Dünyanın varlığı insanın varlığıyla kaim değildir. Dünyanızda pek çok Ademler doğmuş, pek çok Ademler yok olmuştur. Kutsal kitaplarınızda sözü edilen Adem, bu neslin evrim basamağını oluşturan bireyin adıdır. Bu yüzden ezel ve ebet derken, ezel ve ebedi sonsuz anlamında anlamayınız dedik. Dünyanız hayli eski bir fizik küredir. Bu fizik kürenin maddi yapısı kendine özgü bir özellik taşır, evrimleşecek varlıkların maddi tesir gereksinimlerine göre kimlik değiştirir. Pek çok nesiller gelip geçmiştir, Kuran’da sözü edilen yok olmuş çeşitli kavimler bu gelip geçmiş kavimlerdir. Bunlar ayrı evrim düzenine tabi olan varlık gruplarıdır. Sizlerle onların arasında daima bir tufan olagelmiştir! Her tufan bir maddi siklusun sonunu ve bir diğerinin başlangıcını ifade eder. Tüm kutsal metinlerinizde sözü edilen insan, en son tufanın ertesinde enkarne olmuş varlıktır. İşte ezel o noktadadır, ebet ise yeni bir tufanın meydana gelmesine kadardır. Yeryüzü gerçekten bir harman yeridir! Savrulur ve toplanır, ekilir, savrulur ve toplanır! İncil’de, Kuran’da ve Tevrat’ta buna ait pek çok ayet vardır. Dünyanız bir hasat yeridir, dünyanızda her varlık evrimleşemez! (Sayfa:368)

( Celse: 84 Kademe: 3 Tarih: 5. 2. 1966 ) D Planı, üçüncü boyut olaylarının ancak insanla doğrudan doğruya ilgili kısımlarının evrimiyle meşguldür. Orada olayla, olayı gözlemleyen şuur arasındaki tesirlerin belirli dozlarda birbirine ulaşmasını sağlayan bir mekanizma vardır. Kuran’da, “biz onların gözlerini bağladık, kulaklarını da sağır ettik” denir. İşte bu D Planı, olayla olayı gözlemleyen şuur arasındaki tesirlerin alış verişini düzenler ve bu düzenlemede ancak belirli devreler içinde açık ve bol tesirleri şuura kadar ulaştırır. Bunlar ancak Din Günlerinde olur. Bunun dışındaki zamanlarda bu körlük devam eder, şu anlamda ki, insan böyle bir siklusun dışında, ancak çok büyük çaba sarf ederek evrimine hizmet edebilecek tesirleri kendine çekebilir.
Varlık olumlu veya olumsuz tesirlerle beslenir, yani tesir alamayan hiçbir varlık yoktur. Kapalı devre içinde kalması ise, sürekli aynı dozda tesirlerle yakınlık peyda etmesi veya bu tesirlerin kalitesinin gittikçe düşmesidir. Bunları da gözlemleyebilirsiniz. Böylece birey komplekslerinin yok edilmesinde kendine gerçek anlamıyla rehberlik edecek ilhamdan, sezgiden ve gözlemden mahrum olur ve tek kanalla yetinmek zorunda kalır. Bu da belirli bir realite anlayışının ıstırabını doğurur, yani hep aynı şeyi arzu etmek, aynı ihtirası yaşatmak ve aynı kaliteyi korumak demektir. Bu kimseler için evrim seyrinin pek ağır bir hareket olduğunu söyleyebilirsiniz. İşte böylece insanlar daha ıstıraplı haller içinde kalırlar. Demek ki ıstırabın bir anlamı da, bireyin komplekslerini yok etmede daha üstün bir tesiri, bir ilhamı, bir sezgiyi yakalayamamış olmasıdır.
Dünyanın maddi kimliğindeki değişiklikler, bedenin tümünü değiştirecek durumda değildir. Bunu siz anlayamazsınız. Dünyanın durumundaki değişiklik daha çok etki edişi açısındandır, yani üzerindeki canlılar üstünde oluşturduğu tesir türü değişebilir. Fakat bu tesir türü dünyanın genel karakterini belirlemez. Bu, oraya enkarne olacak varlığın kendi potansiyelini ayarlayabilmesi için gerekli dış tesiri meydana getirir.
Ezel ve ebediniz belirli bir sınırı barındırdığına göre, ebedi cennet ve cehenneminiz de belirli bir hali ifade eder. Bu hal, beden içindeki bir ruhun idrak edemeyeceği bazı ruhi karmaşa veya ruhi hazların sürekliliğini ortaya koymak içindir. Tüm sorun, varlığın üstün bir şuura ulaşabilmesindeki çabadır. Bu çaba, dünya maddeleriyle bağlantıya geçişinden başlayıp bağlantıyı kopardığı güne kadar devam edecektir. Ve varlık gitgide birbiri içine giren ve bu şekilde genişleyen bir şuur kadrosu içinde hareket etmek zorunda kalacaktır. Varlığın halledemediği herhangi bir ruh hali, o varlık için sürekli bir ıstırap veya sürekli bir mutluluk hali doğurabilir. İşte varlık ebede kadar, yani yeni bir siklusun meydana gelişine kadar aşılamayacak bir kader içine kendini hapsetmişse, ıstırabı ebedi demektir. Bu kapı açıldıktan sonra, yani varlık daha üstün bir şuurun içinde uygulamaya geçtikten sonra ıstırap ebedilikten çıkmış, geride bırakılmış olur. Çünkü Mutlak Allah mutlak derecede adil ve evrim mutlak derecede sonsuzdur. Hiçbir ıstırap ve mutluluk sonsuz olamaz!
Kutsal metindeki ebedi cennet ve ebedi cehennem hali doğrudan doğruya iki devrenin ifadesidir, yani sizin ezelinizle sizin ebediniz arasındadır. Gerçekten de bir varlık, yeni bir siklusla kendine apaçık bilgiler verilinceye kadar maddeyle bağlantısını devam ettirmek, sürekli sınavlar, sürekli tesir alış verişiyle hemen hemen tek fazlı bir kanaldan beslenmek zorundadır. Bu şüphesiz varlık için ya devamlı ıstırap ya da devamlı mutluluktur. Nöbetleşe de olabilir, öyle ki varlığın ne ıstırabı, ne de mutluluğu bir türlü son bulmaktadır. Bu ebet dediğiniz yeni bir siklusun başlangıcına kadar sürer!
Şüphesiz her şey Tanrının yüce iradesi altında cereyan eder, tüm kutsal kitaplar sadece onun iradesinin beyanından ibarettir. Bu irade beyanı doğrudan doğruya insan şuuruna değil, onun sevk ve idaresiyle meşgul Mekanizma şuuruna yansır. Ve bu irade ancak sonsuz yansımalardan sonra bu hale gelebilmiştir, yani Mutlak Tanrıyla yaratığı arasında hiçbir bağlantı yoktur! (Sayfa: 370-373)

( Celse: 85 Kademe: 3 Tarih: 12. 2. 1966 ) Şuur katlanması varlık yönünden üç türlü vaziyet arz eder. Birincisi, varlığın sürekli enkarnasyonlarıyla kendi şuur alanında birikmiş ve analize tabi tutulmuş bilgilerin öze aktarılışı demektir. İkincisi, varlığın bağlantıda olduğu tesir planının kendi üzerinde meydana getirdiği aksiyonun varlık tarafından şuurlaştırılması demektir, yani varlığa yüklenen her tesir varlıkta eşyayı, olayları ve kendini gözlemlemede sevk edici bir rol oynar. Özellikle bu noktada bir varlığın dış gerçeklikle kendisi arasındaki mesafeyi kapatıp bunu ruhuna mal edebilmesi bir şuur katlanmasıdır. Üçüncüsü, doğrudan doğruya varlığın bir içe dönüşle kendini seyretmesidir. Bunun en basiti varlığın kendini eleştirmesiyle olur, böylece kendi sistemi içinde tüm metot ve vasıtalarının denetlenmesi şeklinde tezahür eder. Öyle bir an gelir ki, varlık içinde bulunduğu mekanın enkarnasyon yasaları dışına taşmak zorunda kalır, yani artık belirli bir boyutun dışında hayat bilgisini öğrenmeye adaydır. İşte burada en son seyir meydana gelir, bu da bir şuur katlanmasıdır.
Kışkırtmak, özgürlüğüne halel getirmemek koşuluyla bir kimseyi ihtiyacı doğrultusunda yönlendirmek demektir. Şöyle ki, ruhun tüm yaşayışı kışkırtılmak içindir, yani kendiliğinden aksiyon sahibi oluncaya kadar kışkırtılacaktır!
İnsan, şuurunun hareketlerini iradesinin hareketlerine uydurma aşamasına gelinceye kadar çeşitli otomatik hareketler içinde kalmaya mahkumdur. Bu hal irade gücünün ve idraksizliğinin bir ürünüdür. Tüm olaylar, tüm gözlemler, tüm bilgi, dışardan gelecek her türlü tesir, insanın bu otomatik davranışını kesintiye uğratmak ve bazı durumlara müdahale etmek içindir.
Bir kelimenin havada yayılışı basit bir fiziki olay değildir, kelime geldiği yerin özelliklerini de taşır. İyi gözlemlediğiniz zaman insanların konuşmalarındaki etkinin farklı olduğunu görürsünüz. Ayrıca imanlı kimselerin sözleri çok daha etkili ve olumludur. Burada varlığın şuur içeriğinden doğan bir tesir o yeni yapıya, yani kelime yapısına yüklenmiş ve öylece karşı tarafa aktarılmıştır. (Sayfa: 373-375)

( Celse: 86 Kademe: 3 Tarih: 19. 2. 1966 ) İnsan üç türlü ana tesir altındadır. Birincisi, kendi kişiliği ve bu kişiliği meydana getiren her türlü şuur olayı. İkincisi, çevresi. Üçüncüsü, kendisiyle çevresinin bileşkesi olan düşünce. Bu duruma göre, nerede ve hangi şartlar altında olursanız olun bu üç kategorinin içindesiniz. Burada keşfedemeyeceğiniz büyük bir yasa, pek büyük kozmik bir uyum geçerlidir. Yeryüzündeki insanlık, içinde bulunduğu mekanın ve tesir alanının işleyiş mekanizmasını bilmemektedir, bilmemekte de haklıdır. İnsanın yapabileceği en iyi iş, akıllıca gözlem yaparak hareket etmektir. Öyleyse insan akıl prensiplerinin gerektirdiği şeyleri yapabilmeli, gözlemini değerlendirmeli ve kendine her iki çalışmada hizmet edecek iç sesini de duyabilmelidir. (Sayfa: 376)

( Celse: 87 Kademe: 3 Tarih: 26. 2. 1966 ) Kutsal metinlerde pek çok meselin sembolik olduğunu söylemiştik. Musa’nın kutsal topraklara girerken ayakkabısını çıkarması istenmişti. Bu şunu ifade eder. Her varlık, yeni bir evrim düzeninin ve prensiplerinin eşiğinde eğer otomatsa şeriate, şeriatten sevgiye, sevgiden makul vicdana kadar uzanan bir kademeleşme içindedir. Bazı tesirlere adapte olmak, bazı tesirlerden kurtulmak için çaba göstermek zorundadır. Bunu önce kendi şuurunda, sonra içinde bulunduğu çevrede yapacaktır. Demek ki Musa’nın ayakkabılarını çıkarıp silkmesi, geçmiş realitenin ağır tesirlerinden kurtulmak, son büyük gayreti, iradeyi ve imanı kanıtlamak ve sonra kendi devrinin üstün prensiplerine, yeni şeriatine boyun eğmektir. Bu sizin zamanınızda makul vicdana boyun eğmektir. İsa devrinde ise genel ve tarifi imkansız, sınırı belli olmayan bir sevgiye itaattir. Aslında bu sevgi, vicdan sezgisinden hemen önce gelen bir realiteyi ifade eder. (Sayfa: 387-388)

( Celse: 88 Kademe: 3 Tarih: 5. 3. 1966 ) Fikir birliği, anlayış birliği ve gönül birliği. Bunlar aynı zamanda beşeriyetin her biri birer Din Günü olan kademelerin sonucunda elde ettiği mutlu sonuçlardır, sadece laf değil! Bunların hepsini içinde toplayan ve bu kademeleri sevk ve idare eden bir de makul vicdan vardır. Makul vicdanın kendi basamakları içindeki en son noktası görev sezgisidir ve bu Kuran’dır. Gönül birliği İncil’dir. Fikir ve anlayış birliği Tevrat’tır.
Şuur, birey için bir uygulama alanı mı olmaktadır? Yani nefsaniyetle vicdani faaliyetin ortaklaşa hareket edebildikleri bir alan şuur mu olmaktadır? Şuurun temizlenmesi dediğimiz zaman, nefsaniyetle vicdan arasındaki dengeyi daima vicdan lehine bozmayı kastediyoruz.
Sorumluluğun duyulmasıyla idrakin genişliği arasındaki bağlantı değişik durumlar sergiler. İsa, kendine ilk bağlanan kişileri “balıkçı” olarak sıfatlandırmıştır. İncil realitesinde balık ve aynı zamanda diri su birbirini tamamlayan iki semboldür. Diri su, doğrudan doğruya vicdan sezgisini ifade eder. Balık ise, bu diri suda uygulama yapacak olan sevgi insanıdır. Bunun Kuran’daki karşılığı asmadır! (Sayfa: 392-394)

( Celse: 89 Kademe: 3 Tarih: 12. 3. 1966 ) İdrak sorununda olay bu kadar çapraşık değildir ve uzun boylu enerji sarfını gerektirmez. Bir idrakin doğabilmesi üç şarta bağlıdır. Birincisi psişik şarttır. Bu, bir ruhun evrim aşaması içinde bulunduğu tesir koordinatıdır, yani bir bakıma varlığın barındırdığı tesir durumu demektir. İkinci şart, genel evrim düzeni içinde bir mekanizmanın çizdiği kadrodur. Bu kadro o devre, o siklus içindeki varlıkların muhtaç oldukları tesir ve uygulamanın belirtilmesidir. Bu öyle bir tesir ve uygulamadır ki, geçmiş sikluslarda elde edilen idrak bu siklusta elde edilemez. Üçüncü şart, psişik varlığın çabasıyla ilgili iman halidir. Bundan şu anlaşılmalıdır. Psişik varlığın imanı, evrim realitesinin kendine bahşettiği bir takım melekelerin gelişmesinden doğan bir anlayış ve bu anlayışın üstün bir şuurla birleşmesidir. Demek ki tüm sorun psişik varlığın, yani ruhun veya üçüncü boyuttaki insanın kendinde saklı tesirlerle, onun dışında idrake konu olan şeyin tesirleri arasındaki bağlantı ve uyumdur ve bunun kadrosunu belirleyen bireyin imanıdır. Bu da onun daha yüce ve daha şuurlu çaba göstermesini gerektirir. Öyleyse bir insan yaşarken tesir alır, tesir verir ve çaba gösterir. Çabası tesir alış verişindeki şuur uyanıklığıyla ilgilidir. Bu kör ve sağır olmaktan başlayarak makul vicdan düzeyine kadar bir skala oluşturur. İşte tesirin alınış ve verilişinde, bireyin dozunu ayarlayan unsurlardan biri kutsal metinlerdeki sembollerdir.
Varlıkların görev durumuna geçmeleri sanıldığı kadar yakın bir realite değildir. Özellikle yeryüzünde kendi çabasıyla bir görev fonksiyonu içine giren varlıklar hayal gücünüzün üstünde azlık gösterirler. Bunların pek çoğu bu şekilde inmiş varlıklardır. Şunu demek istiyoruz ki, sizin görevli varlık olarak bildiğiniz kimseler iki türlüdür. Birincisi, enkarnasyonu böyle bir görevle yüklü olarak gelmiştir. Bu, görevli olduğu hakkında idrake sahip olmayan bir varlıktır. Bir de yeryüzündeki realitesini üstün bir çaba ve idrakle tamamlayan varlığın yine şuurlu olarak sahip olduğu bir görev anlayışı vardır. İşte bu kazanç diğer kazanca göre daha yüksektir.
Tüm insanların zihni kurgularında bir hata vardır. Bu hata, sebep sonuç akışının ille de bir zincir şeklinde, birbirine bitişik bir sıra içinde hareket ettiğine dair inançtır. Evrendeki determinizm insanın sandığı şekilde hareket etmez, yani ille de bir olayın ertesinde ona sıkı sıkıya yapışık bir diğer olay meydana gelmez. Evrendeki determinizmde geçerli olan tarz kesikliliktir. O tüm halinde bir determinizm prensibi içindedir, fakat tek tek incelendiği zaman orada birbirine yapışık seri bir düzeni görmeniz imkansızdır. Bunu kendi düzeniniz içindeki gözleminizle pekala saptayabilirsiniz. Bu hal aynı zamanda varlıkların realiteleri için de geçerlidir. Vicdan realitesi veya bu realiteyi öğreten bilgiler mevcut olmasına rağmen, o realitenin içinde çok çeşitli realiteler de vardır. Demek ki, bir realitenin sonuyla diğer realitenin başını iki zincir halkası gibi uç uca bitişik varsaymanız yanlıştır.
Hayat bir faaliyetler toplamıdır. Bu faaliyet içinde her var olan kendi ölçüsü ağırlığında bir basınç altındadır, bu basınç onun genel görevlerini oluşturur. Bir kısmı sadece idare edilir, idare edildiğinden habersizdir. Bir kısmı idare edilir, fakat idare edildiğinden kısmen haberdardır. Bir kısmı idare edilenle, idare edenin arasındaki yakınlığı sezendir. Diğer bir kısmı, idare edenin direktifiyle kendini idare edendir. Diğer bir kısmı, kendini idare etmekle birlikte başkalarını da idare edendir. İdare edildiğinin farkında olan bir varlığa, idare edildiğinden habersiz bir varlığa verilen bilgiyi uygularsanız anarşi meydana gelir. Bunun en güzel reaksiyonu bireyin varlığını inkar etmesidir. (Sayfa: 397-403)

( Celse: 91 Kademe: 3 Tarih: 26. 3. 1966 ) Söyleyeceklerimi iyi dinleyiniz! İçinde bulunduğunuz memleket çeşitli aralıklarla bazı doğal afetlere sahne olacaktır. Bunlar üçer aylık devreler içinde meydana gelecektir. Olayların her biri belirli bir fonksiyonu yerine getirecektir. Bu fonksiyonlar şu dört yönü ilgilendirmektedir. Birincisi, kendi topluluğunuzun, yani ulusunuzun vicdanını uyandıracaktır. Vicdan uyanıklığının ilk belirtisi medeni cesaretin ortaya çıkışı olacaktır. İkincisi, toplumunuzun diğer toplumlar arasında daha güçlü ve istikrarlı olabilmesi için bazı şeylerin öncülüğünü yapması gerektiğini gösterecektir. Üçüncüsü, tüm dogmatik inançlardaki yargıların yeniden gözden geçirilmesi şeklinde genel bir basınç hissedilecektir, yani toplumunuzdaki her türlü din ve mezhep sahibinin yeni bir anlayış içinde el ele verme duygusunun kabardığı görülecektir. Dördüncüsü, insanlar tüm bunları, tüm doğa olaylarını toptan inkar edip azacaklardır! Doğa olaylarının başlayacağı tarih belirsiz kalmalıdır. Bu konuda sizler (mesajı alanlar) dışarda bulunanlardan daha üstünsünüz. Çünkü bu olayların doğuracağı etkilerin seyri bakımından bir ön bilgiye sahip oldunuz.
İsa’nın Baba ve Rab diye çağırdığı Vicdan Planıdır. Vicdan Planı ruhi bir mekanizmadır. Evrenin olumlu ışık, hayır, yücelik ve iyilik tarafıdır. Bu yüzden İsa tamamen bu tesirlerle doluydu. Tesirlerin zayıfladığı anlarda sadece kendi ruhi potansiyeliyle hareket edebiliyordu. Öyle istenmişti. Su, bu Vicdan Planının gerçekleşmesi, eylem haline gelmiş durumu, yani uygulaması olmaktadır. O suda balık avlayabilmek, yani balıkçı olabilmek her şeyden önce bir liyakat sorunudur. Oradaki balıkçılık sadece vicdan uygulaması yapmak değil, böyle bir uygulamayı yapacak durumda olan varlıkların yollarını aydınlatmak, kapalı olan geçitleri açmak, hatta onlarla onlar için savaşmaktır. Okuduğunuz son parçanın son cümlesinde bir ekmek sözü geçer. Bu ekmek makul vicdanı ifade eder ki, ancak Kuran şeriatinde vardır. Vicdanın yaptırımsız duygusal evresi sevgi evresidir. Her ne kadar İsa söylevlerinde sevgiyi ifade etmişse de, kendisi bir vicdan adamıydı. Aradaki farkı iyi anlamaya çalışınız.
Musa ile idrak sahibi varlığın diyalogu ayrı tutulursa, kaybedilmiş olan ve kendi yolunda giden balık sembolü, Musa’nın bir devreyi tamamlamasını ifade eder. Bu devre doğrudan doğruya görev devresine sıçrayıştır. Çünkü balık daha evvelki ifadelerde sevgi ve vicdani sevgi olarak ifade edilmiştir. Musa’nın özel durumu böyle bir uygulamaya girmesine engeldi. Zaten Ben -i İsrailde sembolize olmuş nefsaniyet insanına herkesi kapsayan bir sevginin, zorlayıcı şeriatin dışındaki bir vicdanın izahını yapmak mümkün değildi. Bu yüzden Musa ve yoldaşı, yani Harun böyle bir kademeyi ruhi evrimleri içinde tamamladıklarından, uygulama alanında bunu göstermemişlerdir. Balığın unutuluşunda şeytana yapılan gönderme şu anlama gelir. Balık ancak yüksek duyguda, sevgide ve vicdanda olan bir kimsenin yanında bulunabilir ve çevre de bunu gerektirir. Beslenmesine ve büyümesine imkan yoktur. Oysa Musa ve Harun’un, insanlığın evriminde onu olumsuz yoldan baskısı altına almak suretiyle geliştiren diğer bir mekanizmanın etkisi altında kaldıklarını görüyoruz. Bu bir gerekliliktir! Bu gereklilik, Musa şeriatinin kuruluşunda bu şeriate çok yakın bir ruh hali içinde bulunma zorunluluğuydu. Hiçbir peygamber bu konuda Musa kadar sıkıntılı bir hayat geçirmemiştir. Buradan da şu sonucu çıkarabilirsiniz. Bir kademeden diğer kademeye geçerken, aradaki kademelerin atlanılması zorunluluğu, ruh üzerinde çok büyük basınçlar meydana getirir. Bu atlama, hiçbir zaman bir bağışlanma şeklinde değildir. Bu ille de uygulanması, başarılması, bilinmesi ve şuuruna varılması gereken bir kademedir. O halde bu ancak varlığın planlı, detaylı ve ıstıraplı bir hayat içinde olmasıyla gerçekleşir.
Hızlı realite değiştirebilecek kimseler, başkalarına göre çok daha fazla yük kaldırıp yük indirebilecek kimselerdir. Şimdi şunu iyi kavrayınız ki, evren içinde geçerli olan ıstırap mekanizması, insanın üzerine bindirilen yük, karşısına defalarca çıkarılan sınav ve olaylar, onun daha hızlı realite değiştirmeye aday olduğunu gösterir. Burada bireyin çabası ve vicdan sesi çok önemlidir. Daha evvel de söyledik, çabası kendi idrak ve şuurunun ürünüdür, vicdan sesi ise kendi öz kaynaklarının ve bağlı olduğu ruhi tesir planının yardımından ibarettir. Musa’nın idrak sahibi adamla görüşmesine gelince, orada vicdan adamının bilgisizce fakat çok içten davranışlarının, bilgili ve görevli bir kişiyle çatışmasını görürsünüz. Yeryüzünde bundan daha yüksek bir ifade şekli yoktur. (Sayfa: 407-413)

( Celse: 92 Kademe: 3 Tarih: 9. 4. 1966 ) İsa, İsrailoğulları arasında hiçbir zaman bedeni topografyayı dikkate almadı. Fakirleri, yoksulları, hor görülenleri, suçluları, hatta katilleri korudu ve selametledi. Kendi tesir planına ancak bunların girebileceği hakkında sözler söyledi. Babası olan Ruhi Plan, o ruhi plana mensup oğullarını çekip almak için hiçbir zaman insanların kendi aralarında vermiş olduğu payelere, giysilere ve kafalarındaki düşüncelere bakmadı. Çünkü baba ve oğulluk şu demekti, bir varlık hayatının belirli bir noktasında öyle bir talep ve öyle bir açlık içinde bulunmaktadır ki, belirli bazı tesirlerin liyakatini almış olmaktadır. Yani onlar üstün bir tesir planından tesir alabilecek, bu tesirlerle iş görebilecek ve gördüğü işle o tesir planının bir organı haline gelebilecek varlıkları ifade eder. Nitekim İsa vasıtasıyla bu kişilere, “sizler Tanrı oğulları olacaksınız” denmiştir. Tanrı haşa Allah değildir!
İsa’nın kendi planından almış olduğu emirlere uyarak yaptığı görevle, Muhammed’in bilgiye dayalı, insan hürriyet ve iradesine geniş imkan tanıyan uygulaması arasında fark vardır. Musa ise, sadece söyleneni dikte etmiş bir kimsedir, fakat uygulama bakımından makul vicdana daha yakın hareket etmiştir. İşte bu yüzden Kuran’da Musa’nın adı daha fazla geçer. Elbette bu sikluslar kendilerine özgü bir özellik taşırlar. Bu özellik nedir? İsa’nın görevinde, bireylere dünya varlıklarını idare eden Planın tesirleri hakkında sadece isim söylenmiştir, oysa Muhammed’de bu isim açıklanmıştır. Bu noktayı iyi kavrayınız! (Sayfa: 415-418)

( Celse: 93 Kademe: 3 Tarih: 16. 4. 1966 ) Tevrat’ın birinci babı külli bir yaratılmayı değil, sadece dünyanızın belirli bir devresinden sonra meydana gelen değişiklikleri açıklar. Işık, saklı ve asla deşifre olmamış, hiçbir benzeri olmayan bir tesiri ifade eder. Bu tesirin kaynağı tüm varlıklarca meçhuldür, çünkü bu tesir gizliliği açısından tüm hayatiyeti içinde barındırabilir. Fakat hiçbir varlıkta hayatiyet kazandırma ve yaratma gücü olmadığından, hiçbir varlık ışık olarak anlatılan Yaratıcı Tesir’i bilemez. Bunun geliş noktası, hiçbir varlık sisteminde mevcut olmayan bir sistemdir. Siz buna Allah’ın Yaratıcı Gücü dersiniz. Kadir- i Mutlak kudretinin ortaya çıkışını Işık ile, yani “Ol” kelamıyla gösterir. Kuran’daki “Ol”, Tevrat’taki Işığın aynısıdır. Sadece birinde kaba ve somut olan ışık sembolü, diğerinde ruhi evrime dayanan sübjektif bir kelama dönüşmüştür, yani kabalıktan çok sıyrılmış, artık doğrudan doğruya insan anlayışının içine kadar girmiştir. “Ol” lafının zikrinde hiçbir somut ve temsili şey düşünemezsiniz, oysa ışık pekala birçok sembolü çağrıştırabilir. Işık her evren boyutu içinden geçerken kendine göre o çevrenin koşullarını ve objesini değiştirir. Bunu ancak gözlem yoluyla bilebiliyoruz, yoksa ışığın aslına vakıf olduğumuz için değil. Bu ışık bu planda da vardır ve genel bir organizasyonun mayasını oluşturmuştur. Solunan, beslenilen, görülen ve tutulan her şeyin özü burada bu ışık tarafından oluşturulmuştur. Sizde de aynı şekilde oluşturulmuştur. Hatta bu ışık boyutların oluşmasını bile gerektirir. Burada bir evren dizisinin kuruluşu hakkında çok kapalı olmak üzere biraz bilgi verilmiştir.
Karanlık, sisteminizi meydana getirecek maddi yapının form sahibi olmadan evvelki durumudur. Bir maddenin form sahibi olması demek, asli cevherinden hareket ederek içinde bulunduğu boyutun şartlarını meydana getirmek üzere ezel ve ebet arasında sıralanışı demektir. Yani her maddi unsurun kendi bünyesinde sakladığı bir İlahi Prensip ve amaç gizlidir. İşte bu prensip ve amaç eşyanın formunu meydana getirir. Sizlerin bir formda oluşunuz, bir prensip ve amacı gizliyor oluşunuzdandır. Her bir yüz, her bir beden, her bir canlı veya cansız cismin şekli, İlahi Determinizm içinde bir prensip ve amacı gizlediği için, bu prensip ve amacı gerçekleştirecek en iyi şartları taşır. İşte karanlık, eşyanın bu prensip ve amacı gizlemediği ön devreyi işaret eder. Bu da genellikle sorduğunuz “yaratılışın amacı nedir?” sorusunun ilk yanıtıdır.
“Ve Allah’ın ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu” ayetindeki su, form almış maddenin henüz ruhi tesirlerle ilişki kurabilecek ve o tesirlere itaat edebilecek hale gelmemiş olduğunun ifadesidir. Kendinde İlahi Prensip ve amaç tecelli etmiş ve form almıştır, şekli vardır, fakat bu şekil ruhi bir tesire itaat edecek derecede değildir. Kısaca, ruhla maddenin ilişkisi henüz oluşmamıştır. “Ve Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun ve suları sulardan ayırsın” ayetinde suların sulardan ayrılması, form tutmuş maddenin çeşitli boyutlar içindeki dağılışını ifade eder. Böylece maddi organizasyonlar meydana gelmiştir.
Melekut, makul vicdan uygulamasının tüm koşullarını yerine getirmiş uyanık bir şuurun yeni boyuttaki yüzüdür. Bu yüzün dünya okulunun bitirilip bitirilmemesiyle ilgisi yoktur. Bu yüz dünya üzerinde de tecelli eder. Yeniden doğuş nedir? Bu öyle bir şey ki, makul vicdanın üzerinde bulunan yüksek şuurun yeni bir boyut içindeki cereyanını çabuklaştırıyor.
Varlık yönünden yedi kat gök ve yedi rakamı, dünyada evrimini tamamlayacak varlığın realitelerinin toplamını gösterir, yani dünyanın evrim koşulları ve verebileceği imkanlar sınırlıdır. Bunlar çeşitli realiteler şeklinde tecelli eder ve bir realite artık onun için son realite olur. Görev planı dünya planına ait değildir. Şimdilik bu ikisini bilmeniz yeterlidir.
Putperestlik en kaba halinden en ince haline kadar ayniyet gösterir. Bir insanın kendini yıkması, kendini aşması, İbrahim gibi putları kırmasına bağlıdır. İbrahim’in putları kırışı maddi bir olay olmakla beraber, tüm insanların kendi ruhlarında meydana getirmiş oldukları yalancı, aldatıcı, ateşe atıcı düşünce ve inançlarının yıkılışıdır. İbrahim’de, nefsinden beri olmuş, tam anlamıyla itaatkar, vicdanlı fakat güçlü bilgiye sahip olmayan üstün bir insan anlayışı ifade edilmiştir. Onun evrimi belli bir yönde tecelli etmiştir. (Sayfa: 420-425)
( Celse: 94 Kademe: 3 Tarih: 23. 4. 1966 ) Memleketinizin psikolojik ve ahlaki düzeyi günden güne gerilemekte, buna paralel olarak tüm bireylerin nefsani düzeyleri gelişmekte ve yayılmaktadır. Halihazırda bireylerin kişisel çıkarları birbirinin karşısına dikilmiş ve bu şekilde toplumunuzun maddi ve manevi dengesi sağlanmıştır. Egoizmanın, kaba kuvvetin ve saptırmanın alabildiğine yaygınlaşacağı günler uzak değildir. Bir bakıma, nefsaniyet realitesinin doygunlaşması ve bu kanaldan duyulan ihtiyaçların tatmini için bireylerin daha değişik ve yıpratıcı şekilde harekete geçme zamanı da gelmiştir. Tüm dünya insanlığının şuur berraklığında yeni bir yoğunlaşma devresi yakındır. Bu yoğunlaşma devresi tüm insanların imanıyla değil, sorunların hallinde gerekli kural olan bilgi kanalıyla açılacaktır. Böyle bir devre içine kolayca girebilmek için hazırlıklı olmak şarttır. Bu hazırlık, insanın kendi nefsiyle savaşması ve vicdan sesini uygulamasıyla yapılacaktır.
İman devri bitmiştir. Hiçbir şey insan mantalitesinin eleştirisinden geçmeden, hem maddi hem de manevi çıkarlarını doyurmadan kabul edilemez. Bunları ancak tüm imanların zeminini ve asıl prensibini oluşturan ruhi yasalar ve bilgiler sağlar. Bireylerin mutlaka nefs kontrolü altında düzgün çalışan bir vicdan kanalına girmesi zorunludur. Bunun gerçekleşmesine hiçbir güç engel olamaz, çünkü bu hem ruhi, hem de kozmik bir devrimdir.
Rahman ve Rahim çok değişik anlamlar barındırır. Rahman ve Rahim öyle iki duvardır ki, tüm varlıklar bu iki duvar arasında bulunmak ve yollarını ancak bu duvarlara çarpmak suretiyle bulabilirler.
“Bir kimse sudan ve ruhtan doğmadıkça Allah’ın melekutuna giremez” ayetindeki sudan doğmak, Vicdan Planında uygulama yapıp o planın adamı olmak ve o bilgi düzeyine yükselmek demektir. Ruhtan doğmak ise, Vicdan Mekanizmasının varlığı olmak anlamına gelir.
Şeriatle ilgili bilgi sistemlerinde, bireyler otomatik pek çok uygulama içinde bulunurlar. Zaten şeriat demek, bireylerde mevcut otomatizmanın çalışması demektir. Otomatizmada boyun eğme söz konusudur, bu boyun eğme bilgisiz ve şuursuz bir boyun eğmedir. Şeriat zorlar, onun bu zorlayışı, bilgisi ve şuuru gelişmemiş varlığın genel alıştırmalar içinde gelişmesini sağlamak içindir. Tüm dogmalardaki dini törenlerin büyük kısmının amacı, insandaki otomatik yapının itici gücünden yararlanarak bireyde idrak ve vicdanın gelişmesini sağlamaktır. Törenlerin pek çoğu, gerek bireysel gerekse kütlevi olarak bir mekanizmanın genel ilgisine nail olmak içindir. Bu ilgi doğrudan doğruya o insanların tesir atmosferlerindeki bazı akışkan değişiklikleri sağlamaya yöneliktir. İşte bu tür törenler birer zorlayıcı alıştırma olarak insanlardaki tesir atmosferinin beslenmesini, dağılmamasını sağlamak içindir.
Zekat, insanın gözlem, yargılama ve kurgulama kanallarından aldığı tesirleri eylemler halinde çevresine vermesi demektir. Başka bir deyişle zekat, bireyde tecelli edecek birçok tesirin vicdan kanalıyla, sevgi kanalıyla ve akıl kanalıyla Yüksek İdare Mekanizması tarafından uygulama alanına çıkarılması demektir. Bunun en basit şekli, vicdanın ve sevginin en kaba tezahürü olan malından bir şeyler vermektir! (Sayfa: 425-431)

( Celse: 95 Kademe: 3 Tarih: 21. 5. 1966 ) Evrimin insan şuuruna göre kademelenişinde şu esas önemlidir. Bir varlık, içinde bulunduğu çevrenin gereklerini görebiliyor, bu gerekleri prensipler altında toparlayabiliyor ve % 40 oranında eylemlerini ve işlerini bunlara uyumlu hale getirebiliyorsa, o varlığın şuur düzeyinden evrim kademesi parlaktır.
Kutsal metinler tüm açıklığı ve içtenliğiyle ortada durup dururken, insanlar asırlardan beri bunu anlamaya çalışmamışlardır. Ne garip? İnsanları en fazla yanıltan şey, gerçeği ararken gördükleri şeyin aslını deforme etme meylidir. Böyle olunca, tüm kutsal metinlerde açık ve dosdoğru bilgiler vazedilmiş olmasına rağmen, yüzlerce anlayıştan doğan mezhepler ortaya çıkmıştır. İşte toplum prensibi, bir benzetmeyle kutsal metinlerin sade ve açık beyanları gibidir, kişisel prensip ve egolar ise birer mezhep gibidir, birbirleriyle çatışma halinde ve saptırma içindedirler.
Bir aksiyonun uygulama noktası burada şimdi olabilir, fakat sonucu orada sonra çıkabilir. Burada şimdi olan, insanın yakin duygusuna ve çıkarlarına ilişkin olduğu için daha değerliymiş gibi görünebilir. Fakat iyi incelenirse orada ve sonra meydana gelen olay, burada ve şimdi olayının devasa bir şekilde son darbesi olur. Putperestler, burada ve şimdi olan öz çıkar ve doyumları için, kendilerine uyarıda bulunan peygamberleri reddetmişlerdir, çünkü peygamberler onlara orada ve sonra meydana gelecek olayın ve sonuçların şeklini açıklamışlardır. İşte aynı mekanizma her zaman sizler arasında da geçerlidir ve işlemektedir. Fakat şu büyük imkan vardır ki, orada ve sonra meydana gelecek olayın meydana gelmiş olduğuna dair kanıtlarınız güçlüdür. Burada şimdi bir şey söyleniyorsa, ilerde söylenene tıpatıp uyacak şekilde meydana gelecek demektir. İnsan, idrakinin ve kudretinin sınırlarıyla, inancının ve vicdanının sınırlarını birbirinden ayrı tutmamayı öğreninceye kadar çok ıstırap çekecektir. Bu inanç bilgiden doğan bir inançtır, burada ve şimdi söylenenin, orada ve sonra meydana geleceği hakkındaki inançtır. Bu ancak bilgiyle olur, burada kendiliğinden bir inanç söz konusu değildir. Biz inancı size böyle bildiririz. (Sayfa: 433-435)

( Celse: 96 Kademe: 3 Tarih: 13. 1. 1967 ) Sizinle bu celseyi yapmaktan amacımız şudur. Memleketinizin sosyal ve ekonomik durumu, içine girmiş olduğu pozitif ayıklanmadan dolayı oldukça karışık bir durum arz edecektir. Pozitif ayıklanmayı, her alanda toplumun genel evriminde aşamalar kat ettirmeye yetenekli ayıklanmalar olarak göreceksiniz, yani uygulamalar ıstırap ve karışıklık doğurmakla birlikte, gelecek için hayırlı sonuçlar meydana getirecektir. İnsanlığın hızla büyük devreye doğru yol aldığını görebilirsiniz. Bu büyük devrede, bireylerin genel uyumunu düzenleyen ve tertipleyen Ruhi bir Planın yansımalarını bulacaksınız. Bu Ruhi Plan, tüm nefislerde ancak ve ancak nefsaniyetin belirmesi için büyük baskı yapacaktır, bu baskı olumlu ayıklanmanın aslını oluşturur. Tesirin yüksekliğine dayanamayan birey ve toplumlar ağır karmaşa içine girmiştir, insanlık külliyen bir karmaşa içindedir ve bunun artması kaçınılmazdır. İnsan öz benliğinin gerçek yapısını bilmekte cehalet gösterir, sapar, konsantre olur, daralır ve dibe doğru hareket eder. Nasıl ki Kuran’da insan neslinden bahsedilirken, onların hiç de kıymetli olmayan bir devir geçirdiği söylenir. İşte bu kıymeti olmayan devir, her büyük devreden evvel ona önderlik eden karmaşanın ifadesidir. En kıymetli varlığınız vicdanınızdır, vicdanınızın pırıl pırıl ortaya çıkması için tüm gücünüzü seferber ederek, iradenizi bu gücünüze bağlayarak nefsinizle yaptığınız savaşı kazanmaya çalışınız. Atılmış pamuk yığınları gibi etrafta dolaşan zavallı şuurların arasında ayakta kalabilmeniz için vicdanınızdan ve sağduyunuzdan başka size hiçbir şey doğrudan doğruya yardımcı olamaz. Gözlemlerinizi insani ilişkileriniz içinde nefsinize yöneltiniz. O nefsiniz ki, büyük devrede oldukça sıkılacaktır! (Sayfa: 436-437)

( Celse: 97 Kademe: 3 Tarih: 27. 1. 1967 ) Musa’nın asası, bilgiden oluşan bir liyakat ve görev yapma gücüdür. Asanın vurulduğu taş, kaya, toprak gibi şeyler, insan realitesinin sertleşmiş, yani artık üzerinde iyi işlerin meydana gelmesi mümkün olmayan vicdan ve karakterleri sembolize eder. Su ise, kendine eklenen sıfata göre türlü tesirlerin kalitelerinin ifadesidir.
Şimdi, vicdanla tesir planları arasındaki ilişkiyi belirleyecek sözlerimizi dinleyiniz. Bu Alemin Rabbi, şüphesiz sizin bildiğiniz isimle Ruhi Mekanizmadır. Ruhi Mekanizma öyle ulu, öyle havsala dışı bir şebekedir ki, bu şebekenin her bir katında çeşitli astronomik sistemler döner durur. Her bir astronomik sistemin her bir küresi, yine bu ulu Mekanizmanın bir hücresi gibidir. Sizler, yani insanlar dünyanızın birer hücresi olarak onun sevk ve idaresine bağlısınız. Bu sevk ve idare yeri, şüphesiz kademeli bir itaat altında Alemin Rabbi’ne bağlıdır.
İnsan bir tesir yumağıdır. Bu tesir yumağı, tutarlı olmayıp çeşitli ve karışık pek çok değişken tesirin bir araya gelmesinden oluşmuş küçük bir odaktır. Bu odağın ortasındaki en parlak nokta vicdanınızdır. Bu parlak nokta, dünyanın sevk ve idaresiyle görevli ikinci dereceden Ruhi Mekanizmanın yüce ve akışkan bağlantısının merkezidir. Öyle ki vicdanınız, yukarda anlatılan kademeli inişe göre Alemlerin Rabbi’nden sayılır. Geçmişte bir kısım halk ve bir kısım topluluk kendilerinde Hak’kı bulmuşlardı. Onlar içlerindeki bu parlak noktanın seyrinden dolayı şaşkına dönmüş kimselerdi. Ancak bunu tesirlerin birbirini izleyişi, inceldikçe örtülüşü, kalınlaştıkça açılışı şeklinde anlarsanız, vicdanın aleminizdeki yerini ve değerini de kavramış olursunuz.
İşte insandaki en büyük kudret ruhun vicdanlı oluşudur, çünkü ruhun vicdanlı oluşu, ruhun en kutsal sayabileceğiniz tesire susamış olmasındandır. O, ona bir sahnedir! Böylece insan, Adem hikayesinde de anlatıldığı gibi bilmediğini de bilen, bilecek olan bir yaratıktır.
Vicdanı oluşmamış varlık dendiğinde ne anlaşılır? Gerçekte bu varlığın vicdanı söz konusu değil midir? Yani o vicdansız mıdır? Hayır, çünkü var olmayan bir şeyin varlığından bahsetmek abestir. Şu halde, o insan kendine kadar ulaşan, ama yalnızca vicdan düzeyinde bulunan tesirleri henüz alamıyor demektir. Bir kimsenin vicdanının uyanması veya vicdan sesiyle hareket edebilmesi demek, kendine kadar ulaşan Vicdan Planıyla ilgili tesirleri alabilmesi, benimseyebilmesi demektir.
Aleminiz bir tesirler dizisinden ibarettir. Reel olan tesirin realitesidir, yani siz ona eşya diyebilirsiniz. İnsan tuttuğu yolda yürürken çeşit çeşit fesatla karşılaşabilir, çünkü içinde bulunduğu tesir bakımından zayıftır, cahildir. Vicdan sesi, insan kişiliğinin ve benliğinin en açık ifadesidir, yani kişilik ancak vicdan sesinin belirmesiyle bir varlık hükmü kazanır. Bu kişilik, geri tesir düzeylerinde nefs adı altında gözlemlenir, insanın gerçek düşmanı da nefsidir, Musa’nın asasıyla parçaladığı taş budur! Nefsin geri tesirleri, şüphesiz billur bir kaynak olan vicdanın üzerindeydi. Vicdanın gelişebilmesi, kendine kadar gelmiş ikinci dereceden Ruhi Mekanizma tesirlerinin nefsaniyet tarafından değişikliğe uğratılmadan asıl benliğe girişiyle mümkündür. İnsanın bu kavuşmayı sağlayabilmesi için öncelikle nefsini tanıması gerekir. Nefsi tanımak, onun zaaflarını teker teker bertaraf etmekle mümkündür, çünkü o da çeşitli tesirlerden ve tabakalardan oluşmuştur, iç içe perdeler gibi biri açılınca diğeriyle karşılaşılır. (Sayfa: 438-439)

( Celse: 98 Kademe: 3 Tarih: 10. 2. 1967 ) Alem, madde ve maddenin tüm dereceleriyle varlığın birleşmesinden doğan bir evrim ortamıdır. Böylece sizin için alem şudur: Fizik dünyanız, spadyum aleminiz ve kendiniz, yani kendi ruhi alanınız ve şuur alanınızın birleşmesinden oluşan alanınızla bir alem içindesiniz. Daha genel anlamıyla, alemin alem olabilmesi için etkileyenle etkilenenin bir mekan içinde bir arada bulunması gerekir. Etkileyen, genellikle sizin kademenizde ruh adını alır, madde ise bildiğiniz astronomik sisteminizdir. Demek ki yaratılmış şeylerin evrim ortamı olabilmeleri, ancak o şeylere bir etkileyenin katılmasıyla mümkündür. Evrimi sonsuz kabul ettiğinize göre, ki öyledir, hiçbir şey etkileyensiz, yani yalın halde değildir, her yer canlılarla doludur. Öyleyse alemi sınırlı tutmanıza, alemi belirli koşul ve nitelikler altında birleştirmenize gerek yoktur.
Biz madde, spadyum ve ruhun aktif gücü derken üç ayrı alemden bahsetmedik, böyle anlamayınız. Biz maddenin çeşitli derecelerinden söz ettik. Siz bu dereceleri kendi anlayışınıza göre çeşitli boyutlar olarak sıfatlandırırsınız. Alemle alemler arasındaki ayrımı maddenin bu derecelenmelerine göre anlayabilirsiniz. Dolayısıyla, mekanizmalar bir boyut içindeki çeşitli süptilitenin idaresiyle meşgul olabilecekleri gibi, Alemlerin Rabbi adı altında zikrettiğimiz Büyük Mekanizma da birçok boyutların idaresiyle görevlidir.
Bir varlığın, kendi varlık sebebi, kendi bütünlüğü hakkında bir bilgiye, bir esasa ulaşabilmesi için, zaaflarını bertaraf etmesi gerekir, çünkü bu zaaflar kat kat bohçalar içine sarılmış bir elmas gibidir. Her bir bohça sizi elmastan biraz daha uzaklaştırır. Olgun ve mükemmel insan, en son bohçanın açılmasından sonra ortaya çıkan elmas kadar parlak ve kıymetlidir. Bu yüzden zaaflarınızı bertaraf etmeniz gerekir.
Dinleyiniz, bir tesir çıktığı yerin kimliğini taşır, bu tesir hedefine ulaşırken birçok süzgeçlerden geçer. Her süzgeç, tesirin asıl yapısı üzerinde hiçbir değişiklikte bulunmaz, sadece tesirin dahil olacağı ortamlara uyması için onu örter. Örtülü olan bu tesir, alem içinde çeşitli kademelerden, çeşitli akışkanlık derecelerinden geçerken inceden kabaya doğru hareket eder. Bir tesir kaynağından ayrıldıktan sonra, örneğin fizik ortamınıza gelinceye kadar çok değişik kimliklere bürünür. O adeta bin yüzlüdür, fakat bütünün bin yüzünün genel niteliği kaybolmaz. Belirli bir belirtiyi, belirli bir frekansı içinde saklayarak gelir, yani onun kabalaşması, aslında tesirin size uygun hale gelmesi demektir. Elbette bu üstün bir tesirin ortamınıza inişi için söz konusudur, yani kaynak eğer kaba bir tesir kaynağıysa, kabalaşma, şekil değiştirme durumu üsttekine göre daha kısa süreli ve daha çabuktur. Görüldüğü gibi kaynağından ince, parlak ve yüksek bir şekilde yayılan tesirin, sizde aynı sıfatları koruması mümkün değildir. Bu her şeyden önce aleminizin yapısı bakımından mümkün değildir, ruhi auranız bakımından mümkün değildir, fiziki yapınız bakımından mümkün değildir, evriminizin derecesi bakımından mümkün değildir, yani o kabalaşmak zorundadır, çünkü buna ihtiyacınız var. İnce bir tesiri oldukça parlak bir şekilde seyredebilmeniz için, gerek ruhi auranızı, gerekse fiziki koşullarınızı inceltmeniz gerekir. Ruhi auranız, düşüncelerinizle paralel çalışan eylemlerinizin berraklığı, sadeliği ve yüksek amacıyla oluşur. Böylece insan giderek daha şuurlu, daha idrakli ve nihayet açık vicdanlı olur.
İşte vicdan realitesine ulaşmanın zorunluluğu, bu ince ve yüksek tesirlerin tarafınızdan alınması ve daha üst bir aşamaya tırmanmanız içindir, vicdanın en önemli mekanizmalarından biri budur. Nefsinizin zaaflarıyla yaptığınız savaşı kazanabilmeniz ve onları bertaraf edebilmeniz size gönderilen rahmeti alıp saklamanızla mümkündür. Bu saklama vicdan vasıtasıyla olur! (Sayfa: 441-444)

( Celse: 99 Kademe: 3 Tarih: 24. 2. 1967 ) Asıl ölçünüz, içinizde yaşatmak hatta büyütmek zorunda olduğunuz adalet duygusudur. Adalet duygusu sevgiden üstün bir duygudur. Burada bilgi hakimdir, hakkın hak edene teslimi hakimdir, liyakati bilmek hakimdir, nihayet burada bir görev anlayışı vardır. Adalet duygusunu sevk ve idare eden de şüphesiz vicdanın makul vicdan düzeyindeki evresidir.
Şüphesiz her şey canlıdır, canlı olan her şey bir tesire sahiptir. Her tesir, kendini oluşturan şeyin kimliğini taşır. Bu kimlik, çeşitli kanallardan çeşitli düzeylerden atlaya atlaya kaba şuurunuza, dimağınıza kadar gelir. Siz bunu şuur dışı ve şuurlu olarak alırsınız. Şuurlu olarak almak beş duyunuzla, gözleminizle ve düşüncenizle olur. Şuur dışıyla alınanlar ise, bağlantıda bulunduğunuz tesir planıyla, rüyalarınızla ve vicdanınızla olur. Tesirler daima çift yönlü hareket ederler, çift yönlü hareket etmekten kasıt şudur: Kaynağından ayrılan tesir hangi süzgeçten, hangi düzeyden geçerse geçsin, aslında bir amaç taşır ve bir son noktaya ulaşır, bu son noktanın bilgisini de yine kendiliğinden aynı kaynağa iletir. Buna tesirlerin yansıması ya da tesirlerin dönüşümü diyeceğiz. Ruhi tesirler kendilerine özgü bir titreşime sahiptir, ama bu titreşim şüphesiz maddi titreşimlere benzemez. Her bir titreşim kaynağın ve son gayenin kimliğini tıpatıp taşır.
Bir eşyayı aydınlatan büyük bir ışık demeti düşünün, bir de yine bu eşyaya yönelmiş daha küçük bir ışık demeti düşünün. Büyük ışık demeti, tüm evriminiz boyunca besleneceğiniz esas yapıyı oluşturan vicdana benzer, küçük ışık demeti ise, sistemin size yönelttiği diğer tesirlerdir. Hiçbir zaman büyük ışık demeti yerine küçüğü tercih etmeyiniz. Bunda zorluk çekeceksiniz, çünkü büyük ışık demetini gönderen asıl mekanizma sizden çok uzaktadır, oysa küçük demetinkiler size daha yakın ve daha bağlıdır. İşte insan olarak nefsinizle vicdanınız arasındaki savaş buna benzer. Zaaflarınız, size çok uzak olan büyük ışık demetinin kaynağını düşünmek yerine, daha yakın olan küçük demetin kaynağını düşündürür. Şüphesiz zaaflar nefsaniyetin perakende kısmıdır! (Sayfa: 447-449)

( Celse: 100 Kademe: 3 Tarih: 10. 3. 1967 ) Size çift tesirden bahsedelim. Şüphesiz bir tesirin olduğu yerde bir tesir eden de vardır. Tesir eden bu melekesini, bu kudret ve yeteneğini ya kendi içinde saklamakta ya da dışardan almaktadır. Kendi içinde saklayış, varlığın etkinliğinin düşüncede varlığını, yani kendi kendine varlığını ifade eder. İkinci durumda, varlık etki gücünü dışarıdaki bir etkileyenden alır ve nakleder. Tesirin şiddeti, doğrultusu, kalitesi ve amacı dikkate alınmadan ve özellikleri üzerinde durulmadan çift tesirin çalışma şekli hakkında yeteri kadar bilgi edinemezsiniz. Bir tesirin zikrettiğimiz bu dört özellik dahilinde hareket ettiğini düşünelim. Bu bir ortam içinden geçecektir. Bu ortam sizlere göre bir boyuttur, yani o üç boyut ya da daha fazla boyut içinden geçip gelecek ya da geçip gidecektir. Ortam tesirin amacını ve doğrultusunu değiştiremez, değiştirdiği şiddet ve kalitedir. Şiddet ve kalitenin değişmesi, yine de tesirin amacına uygun bir değişmedir. Yani tesirin amacı bir A eylemini meydana getirmekse, bu eylemin mevcut olduğu yerdeki ortama göre bir kalite ve şiddetin olması gerekir. Eğer belirli güçte veya belirli dirençteki bir dinamoya, bu güç ve direncin üstünde bir yükle gelinirse, elbette dinamo bozulacak, çalışmayacak, hatta mahvolacaktır. Öyleyse amaçlar bir bakıma kalitenin ve şiddetin değişmesi oranında derecelenir, bunu unutmayınız. Amaçları bir skala üzerine dizdiğinizde, bunların gerçekleşme derecesi, tesirin şiddet ve kalitesinin kabalaşmadığı oranda artar. Yüksek bir amacın gerçekleşmesi için gerekli olan tesir, şiddet ve kalite bakımından da üstündür. Geri bir amacın gerçekleşmesi için gereken tesir, şiddet ve kalite bakımından da geridir. Yani kaba tesirler ancak kaba ruhi ihtiyaçlar için, ince tesirler ancak ince ruhi ihtiyaçlar içindir.
Deminki sözlerimiz dikkate alınırsa, etkileyenin şiddet, kalite, doğrultu ve amacı ayarlamak zorunda olduğunu görürüz. İdrak eden bir varlığı düşünün, bu varlık bir enformasyon gereksinimi içindedir. Bir kimseye, varsayalım bir bedenliye bir bedensiz yardım edecektir. Yardımı ona bir takım tesirler göndermek suretiyle yapacaktır. İşte bu bir takım tesirler belirli bir şiddeti, belirli bir kaliteyi, belirli bir amacı, belirli bir doğrultuda taşırlar. İnsana gönderdiği tesirlerle, bir tür ruhi sondaj yapacaktır. Nasıl anlayacaktır? Doğrultuyu ve amacı belirlemek onun elindedir, fakat kalite ve şiddetin aynı derecede geriye dönmesi mümkün değildir. Sevk edilen, fırlatılan tesir önce çeşitli tesir alanlarından, tabakalardan, boyutlardan, çeşitli planlardan geçmek suretiyle bir varlığın bedenle bağlantıda bulunan ruhunun dış alanlarına, yani şuur alanına nüfuz edecektir. Oraya gelinceye kadar, amaca hizmet etmek, amaca ulaşacak en iyi adaptasyonu sağlamak için tesirin şiddetinde ve kalitesinde bir takım sapmalar, bir takım değişiklikler meydana gelir, yani karşı tarafın yükü taşıyabilme kalitesine göre bir yük yüklenir. Bazen bu tesirin şiddet ve kalitesi yüzde elliye yakın derecede aslına uygunluk taşıyarak geriye döner. İşte böylece bir varlık göndermiş olduğu tesirin yankısını almış ve bu suretle enformasyonunda başarılı olup olmadığını da belirlemiş olur. Bu birçok kereler tekrar eder.Varlık aldığı tesirin şiddet ve kalitesinin kaba ve ince oluşuna göre bir takım gözlemler, bir takım mizansenler, rüyalar, sezgiler, içe doğuşlar, hatta kaba azaplar içinde kalır. Eğer ruhunda bir incelik, bir gözlem hakimiyeti, bir ince görüş, sezgisine bağlılık ve vicdanında bir yükseklik varsa, almış olduğu tesirler onda daha ince ve daha yüksek titreşimler meydana getirir.
Kabaca sizlere anlattığımız bu konulara dikkat edilirse, bir varlığın eşyayla, diğer varlıklarla, nihayet içinde bulunduğu evrenle bağlantısının az çok ne şekilde tecelli ettiğini anlayabilirsiniz. Bu sadece bir tek kanalın kabaca nasıl çalıştığının açıklanmasından ibarettir. Şunu da ilave edelim ki, tesir maddi ve ruhi olarak ayrılamaz, tesirde cinsiyet söz konusu değildir, sadece tesirin belirli çevrelerdeki tezahürü söz konusudur.
İnce nefsaniyetle vicdan sesinin ayırt edilmesi, insani amacın önemli temellerinden biridir. Yeryüzündeki sınavlarınız, orda geçirmeye mecbur olduğunuz hayat, deneyim ve ıstıraplarınız bu bilgiyi giderek size verecektir. Şüphesiz vicdan sesiyle, koyun postuna bürünmüş kurt misali ince nefsaniyetin sesi arasında bazen çok ince bir duvar vardır. Bunun bilgisini elde etmeniz şimdilik mümkün değil. Yapabileceğiniz ve size yakışan tek şey şudur, sürekli nefsinizi denetleyiniz ve çok uyanık olunuz.
Altından ırmaklar akan cennet şu anlama gelir: Irmaklar, sisteminiz içinde mevcut tesirlerin tümünü ifade eder. Bu tesirler, dünya realitesinin her siklusu boyunca tekrar ortaya çıkan devri tesirlerdir. İnsanın böyle bir tesirin üzerine çıkması, gerçekten de dünya realitesinin sonunda ruhun en büyük sevinci olan cenneti temsil eder. Böylece altından ırmaklar akan cennette bulunan varlık, bir siklusun tamamlanması esnasında baştan sona kadar alması gereken tüm tesirleri almış, sindirmiş, uygulamasını yapmış ve bunların üzerine çıkmış bir insanı ifade eder. Bu insanın içinde bulunduğu hal, sizlere anlatılması mümkün olmayan yüksek bir kudret ve sevinç halidir. Zaten cennet deyimi, insanın etkileme açısından bir realite içinde yüzde yüz güçlü olması demektir. Yani varlık her türlü otomatizmadan ve nakledici durumdan kurtulmuş, idrak, irade ve etki sahibi olmuştur. İşte bu sembolik olarak cennettir. (Sayfa: 450-454)

( Celse: 101 Kademe: 3 Tarih: 24. 3. 1967 ) Şu anda insanlığın içinde bulunduğu düzey sevgi düzeyinin üstündedir. Size sevginin de üstünde olan makul vicdandan söz ettik. Sevgide bilgi yoktur, sevgi baştan aşağı nakledici olmak, bir realiteyi bir duygu halinde yaşamaktır. Duygunuz ne kadar yoğun ve şiddetli olursa olsun bir bilgi değildir, yani onun çeşitli planlar arasındaki uygulaması size özgü değildir, sizden çıkan bir tesir söz konusu olamaz.
İnsan kişiliği bir komplekstir demiştik, yani insan ne bedendir, ne ruhtur, ama beden artı ruhtur. Dolayısıyla her iki boyutun uyumu, adeta üçüncü bir boyut şeklinde tecelli etmiştir. Siz bir yanınızla evrenin yüksek tesirlerine susamışken, diğer yanınızla geri tesirlerine susamaktasınız. Geri ve yüksek tesirlerin bir mekanda birlikte bulunabilmesi, aşağı yukarı insan düzeyinde ve bu düzeyin gerektirdiği çeşitli kademelerde meydana gelir. Bunun dışında geri ve yüksek tesirler bu derece karmaşık ve birbirine girmiş durumda değildir. Bu hale göre geri tesir olarak nefsiniz, yüksek tesir olarak vicdanınız vardır. Bunlar bu tesirlerin amaçlarıdır. Enformasyon bireye ait olduğuna göre, her iki kanaldan almış olduğu bilgilerin kıyasını yapmak yine etkileyen varlığa düşer. Şüphesiz bu varlığın idrak kapasitesi veya kudretiyle ilgili bir konudur.
İnsan, nefsaniyetine yenik düşmekten korkmamalıdır, aynı şekilde vicdan sesine uymaktan da korkmamalıdır. Bu ancak içinde bulunduğu alemin değerlerini kavramaktan doğan bir bilgi gücüyle gerçekleşebilir. Öyleyse nefs konusundaki bilginizi artırınız, aynı
şekilde vicdan ve vicdan sesi konusundaki bilginizi de artırınız. Bir şeyin unsurları hakkında bilgiye sahip olursanız, tümü ve işleyişi hakkında da bilgiye sahip olursunuz. Oysa insanlar pek ince nefsaniyetleriyle, pek kaba vicdan seslerini birbirine karıştırıp durmaktadır. İşin doğrusu eylemlerle belli olur. Düşüncelerinizin sizi yalanlamasından, sözlerinizin boşa gitmesinden korkmayınız, yalnız kendinizi aldatmaktan ve aldatılmaya izin vermekten sakınınız. İşte bu noktada insanın diğer varlıklardan üstün bir tarafı belirir ki, bu da onun bir idrake ve düşüncede tesire sahip olduğudur. Hani Adem’e ve meleklere yöneltilen sorular vardı, orada melek ancak kendine verilmiş olanı yapmaktan ve bilmekten başka bir şey gerçekleştiremediğini belli etmişti, oysa Adem bunların üstesinden gelmiş, idrak ve etki gücünü göstermişti. İşte insanın asıl yapısı, Adem’in oradaki davranışında gizlidir.
İnsan hiçbir zaman saf bir tesiri alamaz, bu kesinlikle böyledir. Hiç ummadığınız zamanda alınmış bir tesirin, adeta yumurtadan çatlayıp çıkarcasına sizi geri veya yüksek bir yöne sevk ettiğini görürsünüz. İnsan evrenin en önde gelen paratonerlerindendir, insanın kutsallığı bundan ileri gelir. O hem cesurdur, hem de cahildir, çok çeşitli tesirler altında kalmayı seve seve kabul etmiştir. İnsan kendi realitesiyle ilgili tesirlerle birlikte daha üst bir realitenin tesirlerini de alır demiştik. Eğer bu tesirler o varlıkta yeni bir hareket, yeni bir faaliyet meydana getirebiliyorsa ardı ardına gelmeye başlar, çünkü o kabaca belirli bir istasyonla bağlantıda olan radyo haline gelmiştir. İbre çeşitli salınımlar yapmakta, kah üst bir realiteyi ifade eden bir tesirin istasyonuna isabet etmekte, kah onu geçmektedir. İşte hassasiyet içindeki bir varlık böyle bir tesirin kıymetini anlar ve ruhi antenlerini bu tesir yönüne doğrultur. Bu doğrultma olayı mutlu bir olaydır. Fakat burada devamlı kalabilmek çok büyük bir çabanın, yüksek bir dayanıklılığın ve şüphesiz içinde bulunduğu realitedeki pek çok şeyin feda edilmesiyle yerine gelebilecek bir durumdur. Feda sözünden amaç birey açısındandır, çünkü bir alt realite bir üst realiteye göre daha rahattır, daha çekicidir. Çekiciden maksat, vaatleri boldur, insanı vaktiyle kendine bağlamıştır. (Sayfa: 454-460)

( Celse: 102 Kademe: 3 Tarih: 7. 4. 1967 ) Yüksek ve geri tesir ayrımının mutlaka yapılması gerekir. Yüksek tesirler insanda vicdan şeklinde belirir, geri tesirler ise nefs şeklinde belirmezler, çünkü nefs varlığın özünde bulunan bir şey değildir. Bencillik gelip geçicidir ve ruhun bedenlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Bedenlenmek sadece bir kalıp içinde bulunmayı değil, evrim realiteleri içinde belirli noktaları da temsil eder. Geri tesir, iradesini ve etki gücünü İlahi İrade Yasaları doğrultusunda kullanmaya gayret eden insanı saptırmaya çalışır, bu da insanlık realitesinin bir gereğidir. Şüphesiz insanın savaştığı en zayıf tarafı, bencilliğiyle ortaya çıkan tarafıdır. Görünüşte geri tesirlerin beslendiği kaynak ve yer nefsmiş gibi görünmektedir, oysa evrende bu görevi yapan bir tesir alanı vardır. Bu, kutsal metinlerde ayartıcı şeytanla sembolize edilir. Dolayısıyla maddeden yayılan tesir, bizim ifade etmek istediğimiz tesire benzemez, yani geri tesire benzemez. Madde belirli bir realitenin ifadesidir, onun da kendi arasında yüksek ve geri olarak sıfatlandırılacak tesir kademeleri vardır, nasıl ki aynı şey ruhi planlar için de geçerlidir. Siz maddi bir auranın içinde bulunduğunuz için bu tesirlerle sıkı bağlantıdasınız, yani karşılıklı bir alışverişiniz var. Aslında maddi tesir sizi saptıramaz, insan ruhu daima bedenine hakimdir. Yalnız bu hakimiyeti bazen bir otomatizma içinde, bazen bir takım pratiklerle, daha ileri evrelerde ise idrakli ve şuurlu olarak kurar. Oysa saptırıcı nitelikteki gerçek geri tesirlere insan hakim değildir. Farkı anlayabildiniz mi?
Geri tesir eğer tüm şiddetiyle insanlar ya da varlıklar üzerinde etkili olsaydı, evrimleşmenize hemen hemen imkan kalmazdı. İşte Allah’ın Rahim ve Rahman oluşu (esirgeyen ve bağışlayan oluşu) tesirler açısından bunu ifade eder. Yani ruhi gelişiminiz için düzenlenmiş geri tesirin şiddet ve darbelerine, yine ruhi gelişiminiz için düzenlenmiş yüksek tesirlerle engel olunur! Şefaati bir bakıma böyle anlayabilirsiniz. Evrende, evrim realitelerinin kalite ve fonksiyonları itibariyle içlerinde sakladıkları bir özellik vardır. Bu özelliği tesir açısından tespit etmek isterseniz, orada geri ve yüksek tesirlerin bulunuş oranlarını bilmeniz gerekir. Yükselen realitelerde, yüksek tesirlerin yanı sıra geri tesirler çok az yer tutarlar. Bunu bir projeksiyon olarak varlıklar üzerinde tespit edebilirseniz, nefsaniyetin bulunduğu oranda orada geri tesirin gerçekleşme alanını da tespit edebilirsiniz. Realite bile gözleminize çarpan böyle bir sahnedir. Bu yüzden, görece olmakla birlikte geri tesirleri nefsaniyetle paralel şekilde görmeye eğilimlisiniz. (Sayfa: 460-463)

( Celse: 103 Kademe: 3 Tarih: 21. 4. 1967 ) Bazı doğa olaylarının memleketinizde üçer aylık devreler içinde meydana geleceğini söylemiştik. Ama bu üç aylık devre size göre bir devre değildir. Bu tür olaylar bu kadar kısa bir sürede gerçekleşmez. Örneğin, dünyanızda meydana gelecek bir olayda çok yönlü ruhi kuşakların dengelenmesi, bazı noktalarda kavuşması, bazı noktalarda da ayrılması gerekir. Bunlar dünya realitesinin gerekleri olarak Yüksek İdare Mekanizması tarafından düzenlenip belirlenir. Bir doğa olayının ortaya çıkışı iki ana konuyu ilgilendirir. Bunlardan birincisi, doğa olayının meydana geleceği madde planındaki ruhi tesirin kapasitesidir. İkincisi, yine bu plan içinde enkarne olmuş varlıkların evrim yönünde gösterdikleri çaba ve aldıkları tesirin türüdür. Kapasite sorunu şudur: Daha önce de söylediğimiz gibi, her siklus içinde o siklustan nasibini alacak varlıkların içinde yüzdükleri ruhi tesirin nitelikleri değişiktir, yani her siklusun görüp gözeticisi, çekip çeviricisi ayrı bir plandır. Her planın kendine özgü bir metodu, bir davranış şekli ve tesiri vardır.
Bilindiği gibi, planlar şuurlulukları oranında kendi başlarına hareket etme özgürlüğüne sahiptir. Onların şuurluluğu İlahi İrade Yasalarını kullanabilmeleriyle orantılıdır. Dolayısıyla, bu yasaların çeşitli gereklerini yine çeşitli başka gereklerle karşılaştırabilir, sizin deyiminizle kendi ruhi politikalarına göre düzenleyebilirler. Eğer insanlık tarihini ve insanla ilgili jeolojik tarihi incelerseniz, yeryüzündeki olaylar, özellikle doğal afet şeklinde görülen olaylar çeşitli karakterler arz ederler, yani belirli odaklar halinde yerleşebildikleri gibi, dağınık odaklar halinde de yerleşebilirler. Demek ki, siklusun sevk ve idaresiyle görevli plan ya da mekanizma, kendine özgü bazı tesirleri bu siklusun her yönünde hareketli tutar. Bu tesirler kalitelerine göre gerek insan ruhunda, gerekse maddenin titreşiminde çeşitli aksiyonlar meydana getirir.
İnsanlar ve madde evreni, örneğin içinde bulunduğunuz sistem veya dünya bir takım gereklerle bir takım ihtiyaçlara sahiptir. Öyle ki, evrimleşen varlıkların ruhi tesir ihtiyacıyla, siklusun görüp gözeticisi Mekanizmanın içine nüfuz ettirdiği tesirler arasında bazen, hatta çoğu zaman pek büyük nicelik farkları olur. Bu düzey farklarının dengelenmesi insan ruhunda büyük bir değişikliğin olmasını gerektirir. Bu değişiklik, zoraki ve empoze edilmiş bir aksiyon hareketiyle meydana getirilir, yani enkarne ruhlar içinde bulundukları durumun dışına kendiliklerinden çıkamazlar, bu çabayı göstermekte zayıf kalırlar. İşte bu yüzden varlıkların tesir ihtiyacıyla, Mekanizmanın onlar üzerine indirdiği tesir arasındaki fark, enkarnelerin aleyhine bozulur. Bu çok basit olarak birleşik kaplardaki suya benzer. Nasıl U şeklindeki borunun bir gözünden dökülen su diğer gözünde de aynı düzeyi bulursa, Mekanizmanın indirmeye çalıştığı tesirlerin de insan ruhunda aynı düzeyi bulması gerekir. Aynı düzeyi bulduğu zaman siklus tamamlanmıştır, düzeyi buluncaya kadar geçen devre ise sıkıntılı, ıstıraplı ve mücadeleli bir evrim aşamasıdır. Doğa olayları, insandaki bu durağanlığı, aktarılan tesiri almakta gösterdiği bu tembelliği ve yeteneksizliği giderecek durumdadır.
Mekanizma tarafından meydana getirilen doğa olaylarının merkezinde yer alanlar, (ölenler) alabildikleri tesirlerle tekrar enkarne olurlar. Tesir dengesi aleyhlerine bozulan insanlar doğa olayının civarında ve biraz ötelerinde bulunuyorlarsa, şüphesiz onlar diğerlerine kıyasla daha büyük bir imkan içindedirler! Bu bir liyakattir. Zaten doğa olaylarında büyük ders alıp bir idrake ulaşacak olanlar, bizzat olayı yaşayanlardan çok gözlemleyenlerdir. Çünkü gözlemleyenler, olayı yaşayanlardan incelik bakımından daha üstündür, öbürleri onlara örnek oluşturacak derecede kapalı ve hareketsiz kimselerdir.
Doğa olayları detay halindeki planlara dahil değildir. Mekanizmanın tesirleriyle insan ruhunun kapasitesini dengeye getirmek üzere bir araç olarak kullanılır, yani gerekler evrimleşmekte olan varlıkların çabaları yönünde şekil değiştirir.
Doğa olayları, bireylerin ya da evrim ortamında bulunan varlıkların liyakatleriyle ilgili görülebilir, fakat bu gerçek ihtiyaca cevap vermez. Gerçek ihtiyaç, varlıkların Mekanizma tarafından gönderilen kendine özgü tesiri alabilme ihtiyacıdır. Bu tesirin alınabilmesi için bireyin çok değişik manevralar yapması, faaliyet göstermesi, bir takım çaba ve hamleler içinde bulunması gerekir. Ancak bunlar yapıldığı takdirde o toplumda herhangi bir doğa olayına gerek kalmaz. Doğa olayları birer uyarıdır, kışkırtma unsurudur, ağır davranan insan toplumunun daha süratli hale gelmesini sağlar. Bu yüzden, liyakati ille de bir doğa olayıyla karşılaşmak şeklinde değerlendirmek doğru olmayabilir, bunu gözden uzak tutmayınız.
Olumlu ve olumsuz tesirler sizin deyiminizle savaş halinde değildir. Onların savaşı, evren ortamındaki varlıkları değişik ihtiyaçlar altında değişik hallerden geçirerek çeşitli yönlerde evrimleştirmektir. Varlığın olumlu tesire olduğu kadar olumsuz tesire de ihtiyacı vardır. Olumsuz tesir dendiği zaman onu kötü, geri, basit ve kaba zannetmeyiniz. Olumsuz tesir realitenizin üstündeki realitede başka türlü sıfatlandırılır ve olumlu tesirin tamamlayıcısıdır, çünkü onlar isim ve sıfatlarını birbirlerine göre alırlar. Evren içindeki bu dualitenin varlığı, henüz kapasiteniz dahilindeki bir bilgiyle açıklanamaz ve anlaşılamaz. Tüm varlık ve sistemler ikili bir denge içindedir, birinin ittiğini diğeri karşılar, birinin çektiğini diğeri de çeker. Bir de realiteniz içinde gördüğünüz kabalık, gerilik sıfatlarıyla kendini belli eden bir tesir vardır. Bunun gerçek anlamda olumsuz tesirle ilgisi doğrudan doğruya değildir. Bu tesiri bir bakıma varlıklar kendi kendilerine düzenlerler. Özetlersek, olumlu ve olumsuz tesirler arasındaki savaş, sizin anladığınız anlamda bir kavga, bir dövüş, bir çekişme değildir. Bu savaş, evren sisteminin dengesiyle ilgili bir potansiyel yarışıdır. Ancak bu kadar söyleyebiliriz! (Sayfa: 467-472)

( Celse: 104 Kademe: 3 Tarih: 5. 5. 1967 ) İçinde bulunduğunuz devrede kehanet türündeki mesajların evrime yardımcı olamayacağı açıktır, çünkü tüm insanlığa mal edilecek bir kehanet, gelişmekte olan insani evrimin bir bakıma duraklamasını sağlar. Günümüz insanlığı bağımsızlığını, aklını ve iradesini yükseltmek, sadece bunlarla yetinmek ve gelişmek kaderindedir! Oysa bir kehanet onların bu kader içinde faaliyette bulunmasına engel oluşturur. Engel oluşturur, çünkü insanda mevcut deterministik prensipler kehanet karşısında sarsılmaktadır. İnsanlık bir kehanetin, bir gelecek görüşünün bilgisine sahip değildir. Buna rağmen kehanete olan ihtiyacı, ancak onun deneyimine, bilgisine ve vicdanına dayanan noktalardaysa evrimi için bir fayda sağlar.
İdare Mekanizmasının tüm planı biliyor olması, her istediğini yapabileceği anlamına gelmez. Tüm plan ancak genel hatlarıyla düzenlenmiştir, detay hatları evrimleşmekte olan varlıkların inisiyatifine bırakılmıştır. Fakat insanların amaçlarına ulaşma konusunda gösterdikleri gayrette eksilme, tuttukları yolda sapma olduğu zaman, yine onların inisiyatifleri kullanılmak koşuluyla bir takım engeller düzenlenir. Bu öyle bir devre, öyle bir ruhi evrim aşamasıdır ki, bu aşamada varlık iradesini, bilgisini ve içinin onayını kimseye danışmadan kullanmak zorundadır. İşte bu varlık insandır. Bir kehanet detay açısından ele alınırsa bireylerin irade hürriyetine, davranış hürriyetine ve bilgiyi seçmedeki gayretine aykırı görünür, çünkü sizler evreninizde ve dünyanızda geçerli determinizmin ne denli çalıştığını, hangi şartlar altında hangi şeylerin gerçekleşeceğini bilmiyorsunuz. Bu konuda bilginiz eksiktir. Öyleyse bir kehanetin gerçekleşmesi, evrim bakımından hızlanmanızı hiçbir zaman sağlayamaz. Eğer o kehanetin gerçekleşmesini sağlayan sebepler ve bu sebeplerin birbirine etkileri aynı zamanda gösterilebilirse o semerelidir. Çünkü insanoğlu herhangi bir kehanetin ardındaki sebepleri başka bir zihin düzeyinden ve şuur açıklığından inceleyip onu özel ve dar anlamda kesin bir nokta üzerinde toplayacak durumda değildir. Herkesin yaptığı gibi, tüm insanlar belirli birkaç nokta üzerinde genel bir irdelemede bulunurlar. Bu bir bilginin fonksiyonu değildir. Kehanetlerin kitle üzerinde yaptığı etki onların moralitesiyle ilgilidir. Moraliteden kasıt, şuur alanlarına ve vicdanlarına giren tesirlerin inceliğidir, oysa günümüz insanlığı bu ince tesire sahip değildir, yani moralite açısından düşüktür. Dolayısıyla, bir kehanet o insanlar üzerinde gelip geçici, hatta bir bakıma ilgi çekici bir konu olmaktan öte gitmez. Öyle bir devir içindesiniz ki, ancak ve ancak sağlam olarak inandığınız, uygulayabildiğiniz kadar uyguladığınız, böylece halden hale geçtiğinizi saptadığınız şeyler size aittir.
İnsanlığın bilgi ve vicdanına ait kehanetler, artık klasik anlamını yitirmiş kehanetlerdir. Bilginizin ve vicdanınızın emrettiği, kat etmenizi ve talep etmenizi istediği konulardır. Örneğin, vicdanınızın sizin için kehanet olabilecek yönü, bu realitenin insanı üstün bir basamağa çıkaracağı konusundaki güçlü sezgisidir. Örneğin vicdanın, üstün bir planla, üstün bir şuur anlayışıyla, üstün bir yaşayışla bağlantı kurabilmek için tek çıkar yol olduğunu anlamak bir kehanettir. Bilginizin, ruhun gerçek dinamizmini sağladığını anlamanız bir kehanettir. Bilginin her şeye egemen olacağını bilmek, sezmek bir kehanettir.
Kutsal metinlerdeki kehanetler, şu içinde bulunduğunuz devrenin geçmiş devirlerine ait realiteler için bir ihtiyaçtı. Onlar İdare Mekanizmasının, olaylarla, gözlemle, bizzat insanın duyularından yararlanarak kendini tanıtmak istemesinden doğmuştur. Oysa Mekanizma bugün kendini bu yolla göstermekten, bu vasıtayı kullanmaktan vazgeçmiştir. Artık insanların ruhi düzeyi, İdare Mekanizmasının varlığını maddi olaylara gerek kalmadan anlayabilecek bir düzeye ulaşmıştır. Kehanetlerin ilerde gerçekleşmesi kararlaştırılmış olanları söz konusu olduğunda, artık dünyadaki bir kitlenin inanmasını sağlamaktan çok, evren düzeninin ve deterministik yasaların işleyişine bir örnek oluşturmaktan öte gitmeyecektir.
Bir bilgiyi almak, aynı zamanda o bilginin taşıyıcısı olan tesiri de almak değildir. Oysa her bilgi bir tesiri de barındırır. Bu tesir, ancak sizde bir mekan bulduğu zaman yeni bir aksiyonu meydana getirecektir. Bir şeyin, bir olayın, bir söz ya da vizyonun içindeki tesiri almamışsanız, onlar matematik ifadeyle % 20 oranında bir öneme sahiptir. Tesirini aldığınız zaman vizyonu, sözü, temas ve gözlemi unutmuş olsanız bile, ruhunuzda meydana getireceği aksiyon size evrim yolunda büyük bir hız, şevk ve gayret verir. İşte böylece insanlık kademesindeki ruhi evrimle sosyolojik evrim çok farklılaşır. Tesirler daima birbirlerinin yerini almaya eğilimlidir, bu yer alış bir sempatizasyondan doğar. (Sayfa: 474-476)

( Celse: 105 Kademe: 3 Tarih: 19. 5. 1967 ) İçinde bulunduğunuz devrede insanlar nefsaniyetin incelmiş istekleriyle, vicdanın emirlerini birbirine karıştırmaya devam edeceklerdir. Bu evrimin bir zorunluluğudur. Zorunluluğun sebebine gelince, şu anda iki ana tesir birbiriyle girişim halindedir ve insan bu girişim alanı içindedir, yani her iki kanaldan da tesirler almaktadır, fakat bunları ayırmaktan ve adlandırmaktan acizdir. Burada insanın kusuru, böyle bir girişim alanında bulunma kaderini yaratmaktan ibarettir. Bu şematik olarak iki dairenin birbirinin içine girişi gibidir. Daireler birbirinden ayrıldığı zaman, nefs nefs olarak, vicdan vicdan olarak belirecek ve birey ayıklanmaya tabi tutulacaktır, hangi daire içinde kalabilme liyakati elde edilmişse orada kalınacaktır.
Demek oluyor ki, sizler bugünkü bilgi ve sezginizle ince nefsaniyetinizi vicdan sesinizden kolaylıkla ayırt edemeyeceksiniz! Eğer vicdan sesiniz vicdan sesi olarak karşınızdaysa, hareketleriniz düşüncelerinizin düzeyine çıkacak ve siz uygulama yapacaksınız. Birkaç sıkı denetleme ve eleştiri bu eylemlerinizin ömrünü kısa kesiyorsa, biliniz ki vicdan sesinden değil ince bir nefsaniyetten hareket ediyorsunuz. Fakat her şeyden evvel saptırıcı olmayıp objektif kalmayı bilmeniz gerekir. İyilik yapmayı reddetmeyiniz, nefsani olabilir diye bu hareketinizi kesmeyiniz. Yapabileceğiniz yegane şey, iyiliğin karşı tarafta ne gibi bir etki meydana getirebileceğini anlamaya çalışmaktır. (Sayfa: 477-479)

( Celse: 106 Kademe: 4 Tarih: 2. 6. 1967 ) Varlıklar dünya sistemine dahil olduktan sonra başlıca dört ana tesir kuşağından geçmek zorundadır. Bunlar şöyledir: Birinci tesir kuşağı otomatizmayla ilgili, idrakin ve determinizmin kavranılmadığı bir tesir kuşağıdır. Burada varlıklar içinde bulundukları evren sistemiyle sürekli uyum halindedirler. Bu uyum, dişli bir çark sistemindeki değişik dişlilerin ana volandan aldıkları hızla dönmelerinden meydana gelen uyuma benzer. Bunların meydana getirmiş olduğu büyük bir şebeke vardır ki, bu birinci tesir kuşağını oluşturur. İkinci tesir kuşağı, otomatizmayla mantıklılık arasındaki tesir kuşağıdır. Mantıklılıktan kasıt, hareketlerin, düşüncenin ve amacın determinizme doğru kaydığının gözlemidir. Burada varlık hikmet ve sebep araştırır. Üçüncü tesir kuşağı, aklın ve determinizmin hakim olduğu tesir kuşağıdır. Varlık bu noktada hürriyetinin farkına varmış, sorumluluklarını anlamış ve asıl amacı doğrultusunda fonksiyon yapmaya başlamıştır. Dördüncü tesir kuşağı ise, tam bir determinizm içinde, yüksek sezginin yönetimi altında görevli olarak yaşamaktır. Sonuncu tesir kuşağı, dünyada ancak siklusların bitiminden evvelki kritik devrede belirir. Bundan evvelki fonksiyonlar çok yereldir ve daha çok üçüncü tesir kuşağının etkisindedir. Sizin asıl üzerinde durmanız gereken konu, tesirlerin kitlelerle ilişkisi, şuurlarla ilişkisi ve bunların sonucu olarak pratik hayatınızdaki rolüdür.
Zihinlerinizde tesir kuşaklarını birbirinden bağımsız, iç içe, yan yana ya da üst üste kurgulamayınız. Siz basit olarak havanın parçalarını tabakalar halinde kurgulayabilir misiniz? Hayır, şüphesiz hava kendini meydana getiren unsurların bir karışımıdır. Böyle olunca, bu dört tesir kuşağı da ancak bir karışımdır ve birbirlerinden kesin sınır ve sıfatlarla ayrılamazlar. Bu ayrım ancak bireyin evrim düzeyiyle ortaya çıkar. Burada evrim düzeyini belirleyen şey, birey şuurundaki bilgilerin şekil alıp almamasıyla ilgilidir. Yani tüm enkarnasyonları, tüm çabaları ve tüm duyarlılığıyla almış olduğu tesirlerin bir bileşkesi olarak kendi ruhuna sindirmiş olduğu ve sindirmekte olacağı bilgiler o varlığın tesir alanını belirler. Büyük Sempatizasyon Yasası, varlığı kendi bünyesi içinde tutarak onu layık olduğu bir mekanizma içine dahil eder.
Liyakatinizle hak etmeniz aynı anda gerçekleşmez. Şöyle ki, geçmiş hayatlarınızda elde ettiğiniz bir bilgi, onu derhal uygulama liyakatinizi de peşinden getirmez. Liyakat, gerçekten çok sıkıntılı devrelerin sonunda kazanılan bir kudret, bir bakıma tasarruf yetkisidir. Yani çeşitli çaba devreleri esnasında elde etmiş olduğunuz bilgiler, çeşitli kombinezonlar altında birleşmek, birikmek, bir enerji birikimi meydana getirmek zorundadır. Sonunda hayatlarınızın gereklerine, ruhi devrelerin zorunluluklarına göre, bu vaktiyle hak edilmiş bilgilerinizi kullanmak kudretine sahip olursunuz ki, işte bu anda bir liyakatin sahibisiniz demektir.
Öyleyse varlık iki veya üç numaralı nitelikleri taşıyan bir tesir sırasının malı olmasına rağmen, pekala daha geri ve aynı zamanda daha yüksek tesir planlarından da etkilenebilir. Bu hiçbir zaman o varlığın köken olarak zayıflığını ve kudretsizliğini ifade etmez. Bunların hepsi hayat şartlarının kaçınılmaz gereklerinden başka bir şey değildir. Kötüsü ve iyisi, gerisi ve yükseği, zayıfı ve kudretlisiyle tüm varlıklar bir kitle olarak belli bir aşamayı kat edeceklerdir. Öyle tesir sınırları, öyle tesir dönüşüm noktaları vardır ki, varlıklar oraya geldikleri zaman tüm geçmişlerinin hesabını görebilirler, kendilerini gözlemleyebilirler. Bu bir bakıma böyle bir liyakate ulaşmanın sonucudur. Bu dört ana tesir kuşağı şüphesiz homojen tesir kuşaklarıdır. Onların meydana getirmiş olduğu şekil ve durum çok olağanüstü ve heyecan vericidir.
Bir tesirin bir varlık tarafından alınıp kullanılabilmesi, onun ana tesir kuşağıyla ilgilidir. Genel bileşke olarak bağlı olduğu tesir planı, ihtiyaçlarını göz önünde tutarak sarsılıp dağılmaması, yıkılmaması, sapmaması için uygun tesirleri varlığa gönderir. Bundan şunu anlayabilirsiniz ki, zikredilen tesir kuşakları, bir bakıma ruhi tesir planlarının uygun görmesi ve tasarrufuyla ortaya çıkmıştır. Öyle varlıklar öyle tasarruf altında bulunduruluyor ki, bunların toplu gücü bir tesir kuşağının meydana gelmesine sebep oluyor. Siklus sonlarında oluşan dört numaralı tesir için durum aynıdır, yani bu Görev Planıyla bağlantı kurabilecek derecede vicdanı gelişmiş varlıkların ortaklığı, kendiliğinden bir tesir kuşağı meydana getirecektir, hatta denebilir ki tesir kuşaklarının yaratıcısı bizzat varlıktır. Sadece bunların sıra ve düzen içinde olması ruhi tesir planları tarafından sağlanır. (Sayfa: 480-483)

( Celse: 107 Kademe: 4 Tarih: 16. 6. 1967 ) İnsan kısmen otomatik hareket etmek suretiyle evrimin kendine bahşettiği başka imkanlardan yararlanır. İnsan bu tesirlere hakim olmak için aklını kullanarak bunun dışında kalan daha yüksek tertipteki imkanlardan da yararlanır. İnsan vicdanını dinleyerek onun üstündeki daha büyük imkanlardan da faydalanır. Görülüyor ki tüm haller yerli yerindedir, açık bir kimliğe sahiptir ve gereklidir.
Gerek nefsaniyeti, gerekse vicdan sesini denetleyerek her ikisinin yönünün belirlenmesinde esaslı rol oynayacak üçüncü bir nokta, insanın kaderini yüklenen Yüksek İdare Mekanizmasının tasarruf ve takdir hakkıdır. İnsani deneyim en basitinden en kompleksine kadar daima bu mekanizmanın tasarrufu, sevk ve idaresi altındadır.
Şeriatin uygulanması vicdan sesinin uygulanması değildir. Şeriat, birey şuurlandıkça tesir alanını genişletebilir. Bu genişleme, şeriatte saklı Hayır Yasasının daha geniş ve realitede daha etkin olmasını sağlayacak şekilde mevcut olabilir. Bu bakımdan, yanılma, tökezlenme, hataya düşme gibi insanı alıkoyucu bir takım engellerin varlığı gözlemlenir ya da kuvvetle tahmin edilirse, insanın negatif tesir ve duygular içinde kalmaması için iyi bir ortam oluşturulabilir. Şüphesiz vicdan şeriatin şeriatidir. Şeriat bir öğrenim usulüdür, orada belirli kalıplar ve belirli bir öğreti içinde hareket etme zorunluluğu vardır. Bunun aşılması ancak vicdanın şeriat hükmünü yerine getirmesiyle mümkündür. Şeriat, insanın dışında var olan bir güç, kendine saygı ve ibadet isteyen bir yasa durumundayken, aynı şeriat insan vicdanında daha geniş ve daha gür olarak peyda olabilir. Dıştaki şeriat; şuuru kapalı, idraki az, daha çok duygu ve otomatizma realitesi içinde ihtiyaçlarını gidermekle meşgul olanlar için en iyi yoldur. Fakat uyanma devresindeki kimseler için bu dış yaptırım ancak vicdanın uyarıları şekline dönebilir, işte iç şeriat doğmuştur. Şüphesiz evreninizde şeriatsiz hiçbir şey var olamaz.
İnce nefsaniyetle vicdan sesinin ayırt edilebildiği, aklın egemenliğiyle bireyin asıl amacına yönelebildiği üçüncü tesir kuşağının etkisi altında bulunan bir kimse, bir ve iki numaralı tesir kuşaklarının hareketlerini de yerine getirebilir. Fakat unutmayınız ki, insanın idrak ve vicdanının uyanması sihirli bir değneğin marifeti değildir. Bu birikmiş hakların meydana getirdiği bir liyakatin sonucudur. İşte sıkıntı, ıstırap, üzüntü ve keder bir bakıma budur. Vicdan sesini duyan bir kimsenin, aynı zamanda birçok şeyleri otomatik olarak yapmak zorunda kalması bir ıstırap kaynağıdır, çünkü insan aynı zamanda toplumsal bir yaratıktır. Ortamın ve ortam tesirinin niteliklerinin önemi onun evriminde çok büyük yer tutar. Bunu asla gözden uzak tutmayınız.
Liyakat bir yükseliştir. Bu yükseliş, ait olduğu planın tesirlerine karşı yakınlığın artışı demektir. Bu yükseliş, doğa yasalarından yararlanma alanının genişlemesi demektir. Böylece ebediyen devam edecek insan deneyimi daha yüksek boyutlara ulaşacaktır.
Tesirlerin devamlılığı ruhi bir plan tarafından değil, bizzat beşer deneyiminden doğmuştur. Beşer deneyimi bir potansiyel olarak varlığın iç alemine nüfuz eder. Ruhun kendi kendine olan coşması, faaliyeti, yüksek bir ışınım şeklinde ve elbette tesirler halinde bir çıkış, bir etkileme arz eder. Ruhi bir planın böyle bir şeye karışması, yine bu ruhi potansiyelin kıvamıyla ilgilidir. Bu yakın ve direkt ilgiyi gösterebilecek ruhi plan ancak potansiyelin kalitesiyle ilgilenir. Böylece değişik bir tesir kuşağı oluşturulabilir, sevk ve idare, yardım ve beslenme mekanizması daha sonra kurulur. Bundan şu sonuç çıkar: İnsanın sorumluluğu, ruhi potansiyelinin belirli bir kazanımı elde etmesinden sonra başlamaktadır. (Sayfa: 485-489)

( Celse: 108 Kademe: 4 Tarih: 7. 7. 1967 ) Bir siklus, dış tesir bakımından belirli bir doğrultu ve şiddettedir. Fakat varlık kendi evrim seyri içinde pek çok sikluslardan geçerek gelişir. Bu duruma göre her varlık kendine özgü bir siklusa sahiptir. Bütün bu sikluslar, külli bir siklusun verdiği imkandan yararlanmak için gayret gösterirler. A kişisi B kişisine göre eksik bir siklus içinde, B’ye göre C daha eksik bir siklus içinde. Şimdi orijinal siklus, her varlığı daha üst kademedeki siklusun içine iter, yani ortamınız içindeki çok çeşitli realiteler birbirleriyle yer değiştirirler. Otomatik yaşayan bir varlık biraz olsun vicdan sesi duyacaktır. Vicdan sesi duyan varlık biraz olsun vicdani hareket edecektir. Vicdani olan varlık biraz olsun makul vicdan sahibi olacaktır. Bu, anlayış ve idrak yönünden de, etkileme ve tasarruf yönünden de böyledir. Sanmayınız ki bir siklusun sonunda, mevcut tüm varlıklar o siklusun tüm niteliklerine sahip olarak bir devreyi kapatacaklardır. Hayır, her varlık kendisi için yeni bir alem olan daha değişik bir realiteye orijinal siklusun verdiği imkanlar dahilinde kavuşacaktır.
Siz bireyin özel siklusuyla, orijinal siklus arasında kıyas yapamazsınız, çünkü hiçbir varlık orijinal siklusun ne denli başlayıp ne denli bittiğini fark edemeyecektir. Sadece, kendi aleminde ruhunun derinliklerinden kopup gelen, hareketlerine, eylemlerine ve idrakine kadar ulaşan esasları görüp anlayarak uygulaması gerekir. Bu yüzden herkeste vicdan uygulaması başkadır. Neden başkadır? Herkeste anlayış ve idrak değişiktir. Neden değişiktir? Herkeste ruhi güç ve etkileme değişiktir. Neden değişiktir? Bu sorulara yanıt verebilir misiniz? İnsanlar niçin farklıdır? Eğer buna yanıt verebilirseniz, bireysel ya da toplumsal siklusların orijinal siklusla kıyasını da yapabilirsiniz. Gördüğünüz gibi, her şeyden önce kendi içeriklerinizi ve şuurunuzun kontrolünü, neyi doğru neyi yanlış olarak bildiğinizi ayırt etmeniz gerekir.
Kitle olarak aynı tesire tabisiniz, fakat sonuç olarak kat edilen aşamalar farklı olacaktır. Herkesin hayal gücü değişiktir. Güzel bir gül karşısında beş yüz insan olsa, beş yüzünün izlenimleri de birbirinden farklı olacaktır, oysa gül aynı güldür. Renk, titreşim aynıdır, koku aynıdır. Fakat hayal gücünün ve ruhi içeriğin değişik tesirlerle yüklü olması, gül konusundaki düşünce ve izlenimlerin de değişik olmasını gerektirir. Bu yüzden kendinizi tanımanız, devam etmekte olan siklus bitiminden evvel kat edeceğiniz aşamayı tanımanız demektir. Hayatta yapabileceğiniz en karlı, en akıllıca ve en vicdanlı iş budur. Hiçbir hizmetiniz, hiçbir gayretiniz bu amacın dışında değildir. Bu sözlerimize çok dikkat ediniz, durumunuzu idrak edip bunun bir üstünün ne olabileceğini şiddetle, büyük bir incelikle saptamaya çalışınız. Çünkü bu siklusta ancak buna kavuşacaksınız. Şaşkınlık, karmaşa, körlük ve ayak bağı hep kendinize yaptığınız olumsuz işlerdir. Karşınıza en basitinden en kutsalına kadar çeşitli mucizeler getirilse, çeşitli olaylar yaratılsa, çeşitli vahiy, mesaj ve sezgi alsanız, ancak kendi kadronuzun içine girebilenleri saptayabilirsiniz. Bunlar dikkatinize, yani ruhi ihtiyaçlarınıza çarpar. Verdiğiniz tesir, aldığınız tesire ancak ruhi ihtiyaçlarınızın kadrosundaysa eşit olur. Bunun dışında hiçbir şekilde bilgi edinmenize, tesir almanıza imkan yoktur, ihtiyaç da yoktur.
Sizin üstün realiteniz, siluetinizin duvara yansımış gölgesi gibidir. Gölgeyi oluşturan ışık o devre içindeki siklusun tesiridir, yani siz dünyaya bağlı olma zayıflığından ötürü bir gölge olayı izlemek zorundasınız. Bu yüzden her şeyi tüm açıklığı, sadeliği ve gerçekliğiyle bilemezsiniz. Bu gölge olay şüphesiz bir mekan içinde hareket ediyor ve o mekanın çeşitli boyutları içinde kımıldıyor. Bugünkü boyutlarınız, vicdanınız, nefsaniyetiniz ve bilginiz arasındadır, kımıldadığınız alanlar bunlardır. Orijinal siklusun tesir içeriği sizi kurtuluşa götürecektir, ama kurtuluşun kendisi değildir. Kurtuluş, her birey için kendinden daha üstün bir kudretin kazanılmasıdır. Kendi realitesinde ölüp bir üst realitede dirilecektir, işte bu kurtuluştur. Her bireyin nirvanası, sahip olduğu evrim boyutlarının fazlalığıyla ölçülür. Varsayalım ki evrim boyutu dörtlü bir manzara arz ediyor, beşli bir manzaraya geçtiği zaman dörde göre nirvanadır!
Uluslar belli bir kader içinde yaşamazlar. Ancak tuttukları yol o siklusun amaçlarına uygunsa görevli kılınırlar. Uygun değilse sorun yoktur, bu görevi yapacak kitleler harekete geçirilir. Örneğin, yeryüzünün kuzey bölgesinde yaşayan bir kitle, dünyada önemli bir rol oynama hakkını kazanmışken bu hakkını yitirmiştir. Belki Dünya İdare Mekanizması onlardan yararlanabilirdi, fakat onlar liyakatlerini başka noktada söndürmüş ve bu işte kullanılma hakkını kaybetmişlerdir. (Sayfa: 489-493)

( Celse: 109 Kademe: 3 Tarih: 22. 7. 1967 ) Uyum Yasası, tüm varlıkların bir amaç için evrimleşmelerini sağlayan yegane İlahi Prensiptir. Bir amaç için evrim ancak Uyum Yasasıyla mümkündür. Diğer ilahi yasalar, bu tek amaca ulaşmak açısından Uyum Yasasının tamamlayıcısı ya da bağımsız çalışan başlı başına prensiplerdir. İnsan Uyum Yasasına en ilkel evreden en şuurlu evreye kadar tabi olmak zorundadır, yani insanın evrim aşaması içinde kazanmış olduğu düzey kutsal bir düzeydir. Kutsallığı, bu düzey içinde ortaya çıkacak yeni bir tesir türünün veya tersinden açıklanacak olursa, kendinin üstün bir tesire ekran olma durumunun meydana gelmesindendir. İşte bu yüksek ve yüce tesir tüm dünya varlıklarına ve dünyayla aynı kaderi paylaşan diğer kozmogonik varlıkların hepsine Yüksek İdare Mekanizması tarafından bir bağış olarak verilir. Şüphesiz, bu yüksek tesir insanlığa ininceye kadar birçok süzgeçlerden geçmiş olmasına rağmen, sizde sağlam, açık ve realitenize uygun bilgiler şeklinde tezahür eder. Bu bilgiler verilmiştir, fakat bilgilerin kazanımı zamana bağlıdır. Sebebi şudur: Büyük Uyum Yasası uyarınca varlıkların birbiriyle uyumları belirli bir düzeyi yakalamalı ve bu düzeyin bağlı olduğu planlar birbirleriyle bağlantıya geçmeli, dolayısıyla bir sistemin en yüksek tesirinden alacakları nasip ortalama düzeyi bulmalıdır.
İnsanlığın dağılışındaki ayrılığı, zıtlığı ve çeşitli düzeyi bir araya getirebilecek, onları birleştirip ortalama düzeye ulaştıracak bir çaba, bir yarış, sağlam bir eylem oluşursa, sizler yüksek tesirin süzülmüş şekli olan vaat edilmiş bilgiyi alabilirsiniz. Bilgiye ulaşmak ancak bilgiyle olur. Bu düzeyi kazanmak bilinen şeylerin uygulanması, yani yeniden bilinmesiyle olur. Hayır yapmanın bilinmesi, hayır işlendikten sonra bilinmesinden farklıdır. İkinci bilinme birinci bilinmeden kıyas, sınama ve tüm etkileriyle birlikte gözlemlenmesinden dolayı daha kıymetli ve esaslıdır. Demek ki, evrenin hangi boyutunda ve hangi tesir düzeni içinde olursanız olun, tüm faaliyetleriniz bilgi, bilginin uygulanması ve tekrar bilgidir.
Tesirlerin insan evrimindeki yeri son derece önemli ve esaslıdır. Yaşayan bir varlık olarak tesir aldığınız noktaları mutlaka açıkça görmeye çalışınız. İşte böylece idrakli olursunuz, idrakli olmak budur, tesir aldığınız noktaları görmek ve saptamaktır. Şuurlu olmak idrak evresinden sonra gelir. Tesir aldığınız noktaları görüp saptadıktan sonra, bunların meydana getireceği olayları önceden kavramaktır. Veya eylemlerinizin idraki içinde olduğunuz için, eylemlerin kademe kademe yansımalarını kapasiteniz dahilinde saptamak ve onları tasarrufunuz altında bulundurmaktır. Bununla birlikte bu konu henüz insanların harcı değildir. Karşınızdaki insanları onların evrim realiteleri içinde tespit etmeniz, onların açısından çevreyi görmeniz, sonra yüksek bir tesirle bu açının görüşünü genişletmeniz gerekir, yani bireylerle meşgul olurken onların realitelerini kavramaya çalışınız ve onlara doğruluğuna her bakımdan güvendiğiniz bilgiyi veriniz.
Bugün insanlık ağır bir kargaşanın içindedir, sizler de öylesiniz! Fakat her kargaşa kaba değildir. Cahil ve kaba ruhlu bir kimsenin kargaşasıyla, kamil ve ince ruhlu bir insanın kargaşası aynı olamaz, çünkü kazandıkları tesirlerin kalitesi ve titreşimsel karakteri çok farklıdır. Aranızda kargaşa içindeki kimselere, ancak kargaşalarının artması ve hızlanması açısından yardım edebilirsiniz. Bu aynı zamanda tüm insanlığa uygulanan metottur. İnsanlığın kargaşa halinin anbean arttığı ve şiddetlendiği bilinsin! Çevrenizdeki insanlardan, çok uyanık bir izleyici olmak şartıyla yararlanabilirsiniz. (Sayfa: 494- 496)

( Celse: 110 Kademe: 3 Tarih: 4. 8. 1967 ) Din realitesi, gerçek anlamıyla günümüz insanlığında ne düşünce, ne eylem, ne de vicdan olarak gerçek yerini koruyabilmiştir. Bilgi her şeyin esasını teşkil ettiği için, din realitesi içinde insanlığa verilmiş bilgilerin açıklık ve uygulamadaki gerçekliği değerini kaybetmiştir. Bu değer kaybı, insanların halihazırdaki realitelerinden ileri gelmektedir. Burada sizler vasıtasıyla mesaj alanların anlaması gereken konu, vicdanın hükmetme gücünün her şeyden üstün olduğudur.
Düşünce ve anlayışın kudreti, eğer eylemlerinizin şuuruyla uyum içindeyse tüm olumsuz tesirler yok olur. İdeal insan demek, düşüncesini eyleminin şuuruyla birlikte yürütebilen insan demektir. Eylemin şuuru, yapacağı işin anlamını bilmektir. Yapacağınız işin anlamını bilip bunu düşüncenizle harmanladığınız zaman, şüphesiz daha fazla koruma ve ilham altında kalırsınız. Böylece maddeden ve ruhtan gelecek her türlü gizlemeyi kendiliğinden ortadan kaldırırsınız. Kısaca, eylemlerinizin ne anlamlar barındırdığını daha iyi kavrayınız. Bunu idrak edip şuurlandığınız zaman göreceksiniz ki, olumsuz olarak gördüğünüz bu engelleyici tesirler birdenbire ortadan kalkacak veya en azından şuur düzeyinizin çok altında kalacaktır.
Dünyanızın gelecek günleri güneşin tutulması gibidir. Karanlıktan korkmayanlar, iman sahipleri, doğru dürüst ve temiz yürekli kişiler olacaktır. Bunların düzey ve mevkilerini hiçbir zaman kendi ölçülerinize göre saptayamazsınız. Umulmadık kimseler başta yürüyeceklerdir. Eğer eylemlerinizin şuurunu düşünce ve anlayışınızla tam bir uyum haline getirirseniz, bu kimseleri yola çıkarmak sizlerin harcı olabilir!
Eylemlerin şuuru dendiği zaman, eylemlerin anlamını bilmeniz anlaşılmalıdır. Yaptığınız veya yapacağınız hareketin anlamını bilmiş olmanız gerekir. Bunun anlamı bilindiği zaman düşüncenizin, ki bu bilginiz demektir, bu anlamla uyumlu olmasını sağlamalısınız. Eylemlerinizin anlamına ulaşabilmeniz, geçirmiş olduğunuz deneyimlerden elde etmiş olduğunuz idraklere bağlıdır. (Sayfa: 497-500)

( Celse: 111 Kademe: 3 Tarih: 17. 11. 1967 ) Hayat sizler için iki ana esası barındırır. Birincisi güven, ikincisi sevgidir. Bunların yokluğu korku, kötülük, her türlü olumsuzluk ve geriliktir. Güveni, nefsinizden başlayarak en üstün sandığınız kudrete kadar her şeyde aynı derecede yeterli olmak şeklinde anlayacaksınız. Sevginizle, her şeyde büyük bir dostluğu, kaynaşmayı, gerçek sempatizasyonu sağlayacaksınız. Zümrelerin birbirinden korkması sevgisizlik ve güvensizlikten ileri gelir. Birbirinin hal ve hareketinden emin olan zümreler birbirine karşı sevgi içindedirler. Sevemeyişinizin sebebi güvensizliktir. Güvensizlik duymanızın sebebi bilgisizliğiniz ve nefsinizdir. Nefsinizi ve bilgisizliğinizi anlayınız, şuurlanınız ve güveniniz. Sizden inanç ve iman istenmiyor, bilginiz ve faaliyetinizle güven doğuracak, güvendirecek ve güveneceksiniz. Devrenizin gereği budur.
Sizler için en büyük rehber makul vicdanınızdır. Bunu duyunuz, anlamını kavrayınız ve doğru olunuz. Zaman görecedir. Devrenin sonunda oluşan atmosferi şimdiden soluyanlar var, nasıl ki o soluğu o gün alamayacak olanlar olduğu gibi! İnsan kurtarın, insan kurtarın ki kurtulma şansınız yüksek olsun. Sözünüzde, işinizde ve niyetinizde çok dürüst ve apaçık olun. Güvenciniz bilgiye, sevginiz insana olsun, hayra ve olumluya olsun. Sevginin en asil ve en olumlu ifadesi, bilerek insanlara hizmet etmektir. Fedakarlık bunun mayasıdır, tolerans bunun tadı tuzudur. (Sayfa: 501-502)

( Celse:113 Kademe: 3 Tarih: 2. 2. 1968 ) İsa, işini başından sonuna kadar bilen bir varlıktı. İsa’nın yeryüzündeki işi iki kademede görülür. Birincisi, bizzat kendinin hallettiği problemler. İkicisi ise, insanların dünya evrimi içinde mutlaka geçirmeleri gereken bir realitenin somut şeklini ve prensiplerini ortaya koymasıdır. İsa’nın dünyayı yenişi iki derecede irdelenir. Birincisi, başından sonuna kadar bildiği görevinin tamamlanmasında olumsuz planların ve olumsuz iradelerin zaman zaman kendini sarmalarını, şuurunu daraltmalarını, onu endişe ve vesveseye sokmalarını bertaraf etmektir. Bu, kişisel açıdan büyük bir oyunun güçlü galibi olarak, yeneni olarak çıkması demektir. İkincisi, İsa enkarne olduktan sonra, enkarne olmadan evvelki ruh halini kaybetmemek için yemin etmişti. Bu yemini, kendini ölüme terk edinceye kadar ortadan kalkmadı. Onun işlevinin en önemli tarafı bu yeminin gerçekleşmesidir. Bu yemindeki en önemli nokta, o devrede dünyada mevcut kozmik etkilerdeki dağıtıcılık, küçültücülük niteliklerine karşı İsa’nın galebe çalabilmesidir. Aynı durum dünya için bugün de mevcuttur, yani kozmik tesirlerin dünya insanları üzerindeki baskısı onları dağıtıcı, ezici, ayıklayıcı durumdadır.
Cennet ırmaklarına gelince, şüphesiz cennet bir ruh halidir ki, orada deneyimler yapılırken olumsuz tesirler söz konusu değildir. Cennetin ırmaklarında ise sürekli olarak ilahi yardımlar, tesirler ve özellikle maddi egemenliği varlıklara sağlayacak bir bilgi akışı, bir güç tasarrufu söz konusudur. İşte bu iki açıklamaya göre, İsa’nın dünyayı yenmesiyle, insanın ilahi tesir, bilgi ve güce sahip oluşu arasında bağlantı kurabilirsiniz.
Zakkum nedir bilir misiniz? Zakkum, her din devresinin sonunda insanın tüm ağırlığı ve acılığıyla altında kaldığı bir şoktur! Şok, Ruhi İdare Mekanizmasının ayırt edici tesirinin ta kendisidir. Tesir hem içten, hem dıştan görünür. İçten, nefsinizin kalabalık ağırlığı altında vicdanınızın soluğunuzu kesmesiyle, bilginin ağzınızı tıkamasıyla meydana gelir, acıdır! Öteki, yani dıştan olanı, doğal ve yapay afetlerdir, onlar da ayırt edici, tüketici tesirlerdir! Şimdi dünya insanına elbette zakkum nasip olacaktır, çünkü bir din devresi başladı ve son bulacaktır! Olumsuzluğun ve şerrin zincirleri gevşetilmiştir, sınanmak için! Olumsuzluğun ve şerrin ipleri uzatılmıştır, sınanmak için! Buna karşılık sizi kösteklenmekten ve köstek olmaktan kurtarmak için olumlu tesirlerin, olumlu düşüncelerin hazinesi de açılmıştır. İşte siz yer ve gök arasında sürekli darbelenen bir varlık olarak göğü seçmelisiniz, çünkü biliyorsunuz, çünkü sorumluluğunuz var! Şeytanın gerçekten de yeryüzünde insan olarak temsilcileri vardır. Gerçekten de onlar bilerek ya da bilmeyerek olumsuz yayımlarını, köstek olmalarını devam ettirmektedirler. Vesvesenizin büyük bir kısmı, dünyaya ait, nefse ait tesir ve telkinin sizde ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. (Sayfa: 507-508)

( Celse: 114 Kademe: 3 Tarih: 9. 2. 1968 ) Elde mevcut bilgi, maddi hayatınızın düzenlenmesinde kullandığınız bilgidir. Şüphesiz bu evrenin madde üzerindeki çizimini gösterir, fakat tüm bilgi sadece bu çizimden ibaret değildir. Şüphesiz insan denen varlığa ait, sonsuz varlığa ait bilginin de mevcut olması gerekir. İşte sizin spiritizm dediğiniz devre, insanlığın en büyük ve ulaşabileceği en yüksek realiteyi hazırlayıcı, besleyici, düzenleyici bir sistemdir. Özelliği, maddeye çizilmiş bilginin şuurda saklı bilgiyle harmanlanmasından oluşmaktadır. Maddi ve manevi değerleri aynı hak ve yetkiyle bir evrim malzemesi olarak kullanan spiritik çalışmalarınız, kutsal metinlerin içinde saklı sembollerin çözülmesi için önemli bir bilgi kaynağıdır. Sembollerin anlaşılması için sadece benzetim metodu kullanılmaz, bu devrini tamamlamış bir anlayışın metodudur. Siz gerek ezoterik, gerekse spiritüel bilgileri açığa çıkarıp onları bir sentez haline getirerek önünüzdeki sembolleri çözmeye çalışmalısınız. Örneğin Kuran’da zikredilen “Kevser”, aslında astral adını verdiğiniz, dünya insanının cennet hayatı olarak nitelendirdiği, dünya sorumluluğunun dışına çıkmış bir çevrenin tesirleridir. Kutsal metinleriniz sadece sizler içindir ve ancak sizin belirli bir boyut içindeki anlayışınıza perdah çekecek tarzda kurulmuşlardır. Onları genellemeye, tüm alemlere yaymaya hakkınız ve yetkiniz yoktur. Unutmayın ki peygamberiniz “her şeyin en doğrusunu Allah bilir” demiştir, buradaki derin bilgi ve sezgiyi kavramaya çalışınız.
Kevser öyle özel bir tesirdir ki, bu tesiri nefsinde duyan, bu tesirle uyum kuran ve bu tesirle yoluna devam eden bir insan ruhu, içinde bulunduğu realitenin en ince, en akışkan durumlarına nüfuz edebilir, tasarrufu altında tutabilir ve hizmet görebilir. Kevser sadece anlam itibariyle mevcut bir tesir değildir, maddi olarak da mevcut bir tesirdir. Bunun en basit, en ilkel görüntüsünü zaman zaman şifayla ilgili tesirlerde uygulayabiliyorsunuz.
Sizler tüm beyin faaliyetlerinizle, sürekli olarak çevrenize bir takım titreşimler yayan varlıklarsınız. Bedeniniz sürekli kendine özgü tesirler yayar. Evren sonsuz potansiyele sahip bir titreşim mahşeridir. İnsanın özelliği, yüksek ve yüce bir şuura sahip varlık olarak evren içinde mevcut titreşimin sonsuz çeşitlilikteki tabakalarıyla bağlantı kurma ve bu titreşimleri yakalama ihtiyacında olmasıdır. Yani insan alıcı ve verici rolü oynayan, bunu şuurlu olarak yapabilen bir varlıktır. Bu birinci prensip.
Her tesir, kaynağıyla ilgili bir titreşim frekansını barındırır. Bu frekans, varlıklar açısından büyük bir çabanın veya faaliyetin meydana getirmiş olduğu özel bir atmosfere sahiptir, yani her varlık kendine özgü bir frekansa sahiptir. Bu ikinci prensip.
Tesir; beden, şuur alanı ve şuurlu varlık şeklinde bir sırayı izlemek suretiyle ulaşabilir. Beyniniz, bedeninizin akışkan tesirlerini taşıyan bir yerdir, buradaki akışkan tesirler şuur alanının en kaba saçaklarını oluştururlar. Şuur alanının en kaba saçaklarıyla, beyninizin yaydığı tesirler arasında aracılık yapan akışkanlar vardır, bu akışkanlar dördüncü boyuta ait akışkanlardır. Demek oluyor ki insan, beyninin en ince akışkanıyla dördüncü boyutun varlığıdır. Ancak bu dördüncü boyut akışkanının veya oraya has akışkanların aracılığıyla şuur alanınızın en kaba saçakları bağlantıya geçebilmektedir. Şuur alanınız ise çeşitli oyunlar, hareler, değişik renkler yansıtan bir özelliğe sahiptir. Onun son bulduğu nokta yüksek şuurunuz, dolayısıyla cevherinizdir. Bu mekanizmayı üçüncü prensip olarak söylüyoruz.
Evrende hiçbir maddi ve ruhi realite sistemi yoktur ki birbirine karşı sorumlu olmasın. Sürekli birbirlerini daha yükseğe çekmek onların görevidir. Evrim etap etaptır. Yüksek bir dağa tırmanan dağcılar, her bin metrede dinlenmek ve beklemek zorundadırlar, çünkü atmosferin yeni özelliklerine uyum sağlamalıdırlar. Orası bir düzlüktür, bir sindirim ve hazırlık yeridir. Sonra dağın yamaçlarından yollar bulunarak ikinci bir düzlüğe, ikinci bir yaylaya çıkılır, orası da sindirim ve hazırlık yeridir. Bunun anlamı şudur, varlık için her evrim devresinde tek bir realite vardır. Bu realiteyi tamamlamak için defalarca doğulur, defalarca Din Günlerinden geçilir. Nasıl Tanrı birse, varlığın kat edeceği realite de birdir. Örneğin, dünya insanının tamamlayacağı en büyük realite bir tanedir. O da aklının ve vicdanının rehberliği altında sevgi realitesini tamamlamaktır. Ancak bunu tamamlayan varlık kevseri bir hal içinde cennet hayatının adayı olmuştur. Bunun sağlanması için, kendi üstünde bulunan tüm varlıklar görevli olarak çalışırlar. (Sayfa: 509-512)

( Celse: 115 Kademe: 3 Tarih: 16. 2. 1968 ) Sizler, birçok noktalarda daraltılmış bir şuur içinde deneyim gördürülmek, bekletilmek ve bazı şeyleri de ezberlemek durumunda olabilirsiniz. Görüp gözeticileriniz, devrenizin özelliklerine ve şeriatine uygun olarak sizdeki örtüyü yavaş yavaş aralarlar. Görüşünüz ve idrakiniz, önünüze çekilmiş seddin, yani alacağınız ve vereceğiniz tesirin kontrolü ve evrim seyrinizin özellikleri de göz önüne alınarak düzenlenir. Öyle ki, devreniz içinde bir kısmınızın kapalı, bir kısmınızın da gitgide açılan bir görüş ve idrake kavuşması kaçınılmazdır.
Kutsal metinlerinizde Araf’ta iki türlü teşhisten söz edilir. Cennetin kapısına gelmiş olanların bir kısmı siretinden (ahlakından), bir kısmı suretinden tanınır. Siretinden tanınmak, o evreye gelinceye kadar takip ve terbiye edilenler demektir. Görüp gözeticileriniz, Rabbiniz, onları hak ettikleri evreye kadar çeker. Onların başlangıcı, dünya üzerindeyken şuurlarının berraklığını örten cehalet perdesini yavaş yavaş kaldırmakla ortaya çıkar. Suretinden tanınanlar ise, genel evrim yasalarına bağlı kalabilmiş, çaba ve gayreti ancak o noktaya kadar nüfuz etmiş varlıkların görülüp gözetilmesi demektir. Böylece bağlı şuurla, açık şuurun daha değişik bir açıklamasını vermiş bulunuyoruz.
İncil’deki “birinciler sonuncu, sonuncular birinci olacak” sözü şu demektir. Dünya insanının çabayla elde etmiş olduğu bilgisi ve düzeyi, dünyadaki tatmininden doğar, yani nefsaniyeti ve şeytanın ayartmasıyla kendinin muktedir ve hükümran olduğunu sanmasıdır. Oysa esas olan dünyevi bilginin spiritüel bilgiyle, yani göksel tesirlerle birleşmesinden oluşan yüksek bir ahlaktır. Yüksek ahlaka sahip olanlar, aslında dünya üzerinde hiçbir zaman birinci olamamışlardır. Ayrıca, şuurlarının derinliklerinde gizli bir cevher olan yüksek yetenek ve evrimleri, görüp gözeticiler tarafından kendilerine gösterildiği zaman, gerçeğe daha çok vakıf oldukları için o kişiler ön planda gelir ve ahlaklarıyla belli olurlar.
Evrende varlıkların evrimine özel bir amaçla hizmet eden, fakat onları sürekli çelmeleyen bir prensip çalışır. Bu prensip gerek ruhi olarak, gerekse maddi olarak tezahür eder. Şüphesiz Kadir-i Mutlak’ın Rahim ve Rahman oluşu, olumlu olanların en büyük desteği ve galibiyetlerinin garantisidir. Şüphesiz her devrenin sonunda olumlunun ve hayrın varlıkları, onları içinde bulundukları realitenin şeriatinden kurtarıp üstün bir hayata geçireceklerdir.
Rabbiniz dediğimizde, bunu hiçbir zaman Kadir-i Mutlak anlamında almayınız. O tesirinizin ulaşabildiği ve beslenebildiğiniz en yüksek boyutu oluşturur ki, terbiye edeniniz orasıdır. Evriminizin her evresinde, devreler sonunda kazanmış olduğunuz liyakatlerle, şüphesiz ki Rabbinizin bir liyakati olarak daha yüksek bir yere ulaşabilirsiniz.
Arş nedir bilir misiniz? Arş, her biri ayrı bir gezegenin görülüp gözetilmesiyle görevli Ruhi Planlardır. Ruhi Planlar sandığınız gibi veya genellikle dünyanızda gözlemlediğiniz gibi görülmeyen, sezilmeyen, sadece kişisel deneyime dayanan bir özellik arz etmezler. Siz bunları ancak peygamberlerinizde gözlemlediniz, yani Ruhi Plan bir insan olarak, bir insanda tecelli ederek peygamberde yaşamıştır. Yanlış anlaşılmasın, hiçbir Planın enkarnasyonu söz konusu değildir. Bunun anlamı şudur: Gerçeği ve sonucu gören bir planın potansiyel gücü bir bedeni sevk ve idare etmiştir ve onu çok yakından izlemiştir. İşte sizde nadir olarak meydana gelen bu olay, canlılarla dolu evreninizin birçok yerinde topluluklar halinde vardır.
Adem sikluslarının içinde de periyodik birçok sikluslar vardır ki bunlara Din Günleri demekteyiz. Başka bir deyişle, bir Adem siklusu birçok Din Günleri toplamından ibarettir. Siklusları böyle iç içe tarif etmenizde bir sakınca yoktur. Yalnız Din Günleri dendiği zaman şöyle bir açıklamayı da gözden uzak tutmayınız. Din Günü, realitelerin birbirinin üstüne katlanarak varlığı götürebildiği son noktada özel bir şuur haline ulaştırmasıdır. Üst üste katlanan realitelerin biriktirmiş olduğu tesir gücü, varlığın şuuruna oldukça şiddetli ve kaliteli baskılar yapar. Bunların bir kısmı şeriat şeklinde dışardan, bir kısmı inanç ve muhasebe şeklinde içerden olur. Din Gününde şüphesiz bir ayıklanma söz konusudur. Bu ayıklanma, Büyük Devre’nin ağırlığına ve şartlarına dayanabilecek varlıkların ayıklanmasıdır. Gerçekten de bir ayıklanma vardır, nasıl ki siretinden (ahlakından) tanınanlar var olduğu gibi! Unutmayınız ki her siklusun sonunda kadro olduğu gibi sınıfını geçmez, gelecekteki bir siklusun öğrencisi olmak işten bile değildir. Gördüğünüz gibi, sonu dikkate alırsanız matematik bir ifadenin kullanılmasının ne kadar yanlış olduğunu anlarsınız.
Bir Adem siklusu içindeki Din Günleri adedi sınırlanamaz dedik. Gerçi öğrenim kurumunun bir programı vardır, bu programın uygulandığı sınıflar, sene ve devreler de vardır. Yalnız unutmayınız ki bu okul ve kadro içindeki düzen sizin anladığınız anlamda değildir. Her sene sınıfını geçen öğrenci olduğu gibi, her sene iki sınıf geçen öğrenci de vardır. Her sene öğretilenin yarısını öğrenen öğrenci olduğu gibi, dörtte birini öğrenen öğrenci de vardır. Yani sınıfta kalan çocuğun bilgi derecesiyle, yine sınıfta kalan diğer çocuğun bilgi derecesi arasında fark vardır. Hayat okulundaki dersleriniz çok daha kapsamlı, çok ince hesaplı ve çok çeşitli olaylar içinde cereyan eder. Evrimin seyri esnasında görüp gözeticilerinizin sizlere çizmiş olduğu yolu ve izi takip edebildiğiniz sürece, her zaman aynı koşullar içinde ve aynı disipline tabi olarak yol kat etmeniz gerekmez, yani ayrım söz konusudur. Böyle olunca, herkes için mevcut Din Günlerinin yüksek duvarı, ayırt edilmişler için sanıldığı kadar yüksek değildir. Onlar birkaç geçişte bulunabilirler, buna layıktırlar.
Din Günü duvarındaki sürenin saptanması, varlığın uyanıklık ve incelik derecesine bağlı olarak şuurlanmasıyla orantılıdır. Bu, İlahi Planın amacına hizmet etmeye yaklaşmaktır, o amaca hal ve hareketlerini, yaydığı tüm tesirleri amade kılmak ve teslim edebilmektir. Bunlar, varlık şuurlandıkça daha basiretle ve yerli yerinde yapılır. Asıl prensip budur, İlahi Planın gerçekleştirmek istediği amacı benimseyebilmektir. Bunu anlayabilmek, bunu hissedebilmek, buna dokunabilmek, bunu ta içten onaylayıp kabul edebilmek ve her birinin teker teker inancına varabilmek ayırt edilmek demektir. Ayırt edilenler şeriatin dışında seyretmeye başlar. Genel evrim planı, kendine özgü metodunu ve hızını değiştirir. Ayırt edilen, bu şeriatin ince koşulları içinde daha büyük bir hızla hareket eder. (Sayfa: 513-517)

( Celse: 116 Kademe: 3 Tarih: 23. 2. 1968 ) Yolunuzun sizlere bahşettiği en büyük nimet, asırlardan beri tomurcuklanmamış bir şuurun bir türlü gelişemediği bir zamanda iyi beslenmenizdir. Şunu iyi biliniz ki, insanların içinde Yüksek Ruhi Planların derin bir noktası vardır. Bu derin noktayla Yüksek Planlar sürekli bağlantı halindedirler. Bu bağlantı sayesinde insanlar doğruyu yakalayabilme halini, yani vicdanı bilebilirler.
Vicdan, sizdeki İdareci Planın anlam ve amacını ayırt eden, onu izleyen bir habercidir. Bundan böyle bilesiniz ki, vicdanınız sizde yığınak yapmış bir amaç ve bir aksiyondur. Tüm doğruluğu, tüm yükseklikleri, tüm cömertlik ve sevgileri amaçlamak, Ruhi Planınızın ve içinde bulunduğunuz evren sisteminin anlam ve amacına hizmet etmek için sizlerde vicdan meydana gelmiştir. Buna kısaca, çok yüzeysel olarak İlahi Murat dediniz. İlahiliği de, Murat oluşu da doğrudur, fakat anlayışınız dardır.
Evreninizin içinde yer alan dünyanız ve onun kaderiyle bağlantılı diğer dünyalar, külliyen sisteminiz ve aleminizin Tanrısı, Rablerinizin Rabbi olan İlahi bir Plan vardır. Biz şu anda bunları söyleyebilmek için büyük zorluk çekiyoruz. Bu Rablerin Rabbi olan İlahi Plan, kendine bağlı tüm yaratıkların sahibidir. Bu Plan düzenler, çevirir, yaratır ve yok eder. O bütün bunları Kadir-i Mutlak’ın emri ve iradesi altında yapar. Var olan her şeyin biricik kaynağı olan Kadir-i Mutlak, yaratıklarının gelişmesinde yine yaratıklarını kullanır, yasası böyledir!
Maddenin bilmediğiniz en ince niteliğinden, yine bilmediğiniz en kaba niteliğine kadar, en ilkel ve dar şuurlu varlıktan, düşünebildiğiniz en geniş şuurlu varlığa kadar hepsi Rablerin Rabbi İlahi Plan’ın “İki Eli” arasındadır. Kutsal kitabınız Kuran, Adem’in yaratılışından söz ederken “Onu iki eliyle yarattı” der. İki el, işte bu Rablerin Rabbi İlahi Plan’ın tasarrufudur. Kitaplar onun bir kıvılcımıdır, ama insan onun temsilcisidir. Tüm yetki ve kudretiyle, tüm büyüklüğü ve yüceliğiyle her şeyin derunundadır! Varlığa en çok yakışan ve sonsuza kadar yerine getireceği görev, Rablerin Rabbi olan bu İlahi Plan’ın emrinde bir kul olmak ve onun saptadığı doğrultuda seyretmektir.
İşte vicdanınız öyle özel bir cevherdir ki, tüm yayınıyla Yukardan almış olduğu emri insanın her zerresine dağıtmak ve onu kurtuluşa ulaştırmak için görev yapar. Bu ellerin gücü çok büyüktür, ta can noktanıza kadar uzanır. Mana olur uzanır, madde olur uzanır, tesir olur uzanır, zaman olur uzanır!
Şuurun ve anlayışın hamlığından ötürü, büyük çaba ve zorlanmaları gerektirdiği için sembollerde birçok şey kapalı ve simgeli olarak verilmiştir. Liyakat ve çaba, varlığın henüz gerçekle, olayların realitesiyle yüz yüze gelebilecek bir durum göstermediğini anlatır. Bu bir devredir, bu devrenin üzerinde bilgi gelir ki, orada sembolizm yoktur. Sadece bilginin dar ve geniş anlamı vardır, bunu unutmayınız.
Rüyalar, görüp gözetici varlıkların sizi Rablerin Rabbi İlahi Plan’ın amacına uygun şekilde yetiştirmek, sevk ve idare etmek için gönderdikleri tesirlerin tezahürüdür. Anlamı bu tezahürde aramak gerekir. Rüyalar her ne kadar kısmen maddi tesirler ve kişisel yeteneklerle sınırlıysa da, tüm mekanizma Yukardan alınan bir tesirin gücüyle işlemektedir. Hiçbir zaman rüyalarınız kendiliğinden işleyen, otomatik ve isteğinize bağlı konular değildir. İnce hesaplarla meydana getirilir ve bireyin sevk ve idaresi deruni bir tesirle sağlanır. Rüyanın mekanizmasında başlıca iki özellik vardır. Birincisi, rüyayı gören kişinin şuur alanının kapasitesi. İkincisi, liyakatinin sağlamış olduğu tesir ortamı. Şuur alanının zenginliği veya kısırlığı ya da dağınıklığından dolayı rüyalar adi rüya, günlük rüya veya bedeni tesirlerin meydana getirdiği rüyalar şeklinde tezahür edebilir. Fakat yine de hepsi her şeye sinmiş olan İlahi Kader’in etkisi altında düzenlenir. Bağlı olduğunuz, liyakatinizle tesir alabildiğiniz Plan ise, sizi değişik tesir tonlarıyla yüceltmeye, düzeltmeye ve yetiştirmeye çalışır. Bu şekilde şuurunuzun, idrakinizin ve bilginizin tamamlanmamış, ikna edilmesi gereken karışık tarafları tatmin edilir, gösterilir, yüreklendirilir!
Rüyanın açık olması, varlığın içinde bulunduğu koşulların olumlu ve verimli olmasına bağlıdır. Olumlu ve verimli bir evrede bulunan varlığın göreceği rüyalar az semboliktir, ta ki sembolün çözülmesi ya da çözülmemesi bir zamana bağlıdır. Bu zaman, dünyanız için varlığın olumlu ve verimli bir evreye girmesini sağlayacak süredir, bekletiliştir. İkinci bir nokta, baskı altında tutulan bir şuurun bir şeyin bilgi ve gerçeğine birden varması, Genel Uyum ve Rezonans Yasasının dışındadır. Bir adaptasyon gerektirdiği için birçok şeyler sembolik olarak verilir. Ayrıca buna, varlığın ihtiyacına terkedilmiş çabanın hızlandırılması problemi de eklenebilir. (Sayfa: 519-522)

( Celse: 117 Kademe: 3 Tarih: 1. 3. 1968 ) Rablerin Rabbi’nin iki elinden kasıt, insan türünün evrensel bir ifade olduğunu ve bu ifadenin kazandığı tüm huyların ilahi bir doğaya özgü olduğunu göstermek içindir. İnsan tüm evrenlerin en mükemmel tipidir. Bu şekil ve suret, Kadir-i Mutlak Yaradan’ın muradına en uygun, en yatkın şekil ve surettir. Onun yapısında tüm bir evrimin, sonsuza kadar uzanan bir yükselme ve olgunlaşmanın ifadesi vardır. İki el ile koruma ve yükselme söz konusudur. İki el ile Kadir-i Mutlak’ın varlıklarına vermiş olduğu kudret ve gücün, her yönden yerinde ve tam olduğunun işareti vardır.
Şüphesiz, yok olmayacak en yüksek yasa sevgidir. Bu sevgi, kutsal kitaplarınızın açıklamaya çalıştığı sevginin çok üstündeki ilahi bir prensiptir. Şunu biliniz ki, sevginin tüm varlıkları idare etmesi, ancak o varlıkların liyakat ve haklarının belirli bir düzeyi bulmasından sonra oluşur. Tüm insanlar yekdiğerine karşı bir sevgi içinde kaldığı sürece, yani birbirlerinin hak ve imkanlarına, evrim hızlarına hürmet ettikçe, birbirlerinin dayanışma prensiplerini bozmamış olurlar.
İnsan, İlahi Yasa ve Murat doğrultusunda oluşturulmuş en mükemmel varlıktır. Onun ruhi cevheri, Kadir-i Mutlak Yaradan’ın tüm Muradını barındıracak şekilde odaklanmış yüksek bir cevhere sahiptir. İnsanın kendini bilebilmesi ve işlevi, evrimin kendisidir. Sözünü ettiğiniz uzaylı varlıklar ki onlardan biz de haberdarız, onlar da sizin gibi, ama sizden daha üstün ve yetkin bir şekilde ruhi bağlantılara geçerek evrimlerine devam etmekteler. Onlar da sizin bağlı olduğunuz Rablerin Rabbine bağlılar. Sizinle aynı kaderi paylaşan gezegenler olduğunu daha evvel söylemiştik. Sizler bir aşamanın sonuna geldiğiniz halde, onlar bir aşamanın içine girmiş durumdalar. Şunu demek istiyoruz ki, Yüksek İdare Planı, birinin yerine diğerini koyacak şekilde varlıkları kendi görev planlarına doğru çekmektedir. İşte bu yüzden Yüksek İdare Mekanizması, büyük evrim planı ve kaderi içinde meydana getireceği yer değiştirmelerin İlahi Murad’a uygun şekilde tecellisi için onları sizlerle, sizleri daha geri planlarla görevli ve fonksiyoner kılar. Hepiniz insan türü olarak kutsalsınız. Aşağılık durumunuz cehaletinizden, cahilliğiniz ise nefsinizin ve şuurunuzun kapalılığından gelir. Nefsinizin kapalı oluşu kendinizi tanımanıza engeldir. Şuurunuzun dar oluşu, bu tanıyıştaki hız ve kavrayışı tam anlamıyla elde edemeyişinizdendir.
Enkarnasyon evrimin bir süreci ve bir şeklidir. İnsan hiçbir zaman ruhi bir varlık olarak kalmak kaderine sahip değildir, insanın en büyük hikmeti de işte buradadır. O daima doğacak, daima yaşayacaktır. Doğacağı ve yaşayacağı çevre, liyakati ve yetkisiyle paralel olarak bilgisinin ve ruhi kudretlerinin bir zaferi olarak devam edecektir. İnsan öyle durumların mirasçısıdır ki, maddeyi ve ruhu, maddi planı ve ruhi planı aynı şekilde yürütebilecek, kullanabilecek, hizmet edebilecek durumdadır.Yani bir beden içinde insan suretinde yaşarken, apaçık bir şuurla ruhi ortamıyla da bağlantı kurabilecektir. Onun kaderi işte böylece “İki El” kaderidir.
Semboller, insan şuurunun ve idrakinin geri düzeylerinde, onları fazla yük altında bırakmadan, ağır tesirler içine sokmadan, kargaşaya sürüklemeden, ne anladıysa anladığı kadarıyla yürütmek için meydana getirilmiştir. Bilgi süzüle süzüle verilmesi gereken bir potansiyeldir. Söz unutulabilir fakat yazı kalıcıdır. Büyük prensipler, varlığın ezilmeden, yıkılmadan yükselebilmesini sağlamak için bir takım şekil ve sembollerle ortaya konmuştur. Sadelik ve basitlikte hikmet vardır, işte sembol de bu bakımdan hikmetlidir. Semboldeki gizli güç, enerji ve potansiyel her birey için değişik nüanslar arz eder. Bu yüz kişi de olsa böyledir, yüz bin kişi de olsa böyledir. Sembolün barındırdığı kudret, bilgi ve tesir ne denli derin ve kapsamlıysa, ona muhatap olan varlıklar üzerindeki etkisi de o denli kapsamlıdır. (Sayfa: 522-526)

( Celse: 118 Kademe: 3 Tarih: 8. 3. 1968 ) İnsan gerek yapısı itibariyle, gerekse özündeki çeşitli tesir planlarıyla enkarne varlıkların en mükemmelidir. İnsan suret olarak, uyum ve tesir planları olarak tam bir dengeyi ifade ettiği için, enkarne varlıkların alacağı şekillerin en üstünüdür. İnsan en güzel şekilde oluşturulmuştur, bu şekilden gayri bir şekil yoktur. Kadir-i Mutlak’ın iki eliyle meydana getirmiş olduğu eserini en güzel şekilde temsil etmiştir. Evrenin hangi noktasında olursa olsun, ruhi bir varlık bedenli bir varlık şeklinde tezahür etmek zorunda kalırsa, en üstün şekil olarak insanı seçer, ondan gayri tüm varlıklar eksiktir.
İnsanın enkarne olacağı gezegen, maddi yapının unsurlarını oluşturan hücrelerin, sinirsel akışkanların ve diğer tesirlerin şekline bağlıdır. Özellikle bedeni titreşim yeteneğiniz, çeşitli gezegenlerde yaşamanızı ya da yaşayamamanızı sağlar. Bu gezegenlerde yaşayabilmeniz büyük bir bedeni hazırlığa bağlıdır ki, bu da alt yapı ve fonksiyon olarak maddi titreşiminizin türünü meydana getirir. Atmosferlerin, dünyayı veya küreyi oluşturan maddi unsurların türüyle, orada enkarne olan insanın vücut titreşimi, hücre yapısı ve buna bağlı tüm bedeni fonksiyonları paralellik gösterir. Siz ille de kendi görüş açınızın ve yargılarınızın emrettiği koşulları istersiniz. Oysa evren, sizin daha tesirlerini bile alamadığınız sonsuz imkanlarla doludur. Bu imkanlar, evrim basamaklarının verdiği liyakatle insana teslim olurlar.
Maddi titreşime, sizin anlayacağınız şekilde atomik ve moleküler titreşim diyebiliriz. Dünyanızda mevcut her bir madde özel bir ağırlığa ve özel bir atomik titreşime sahiptir. Öte yandan maddenin tesir ve dalga boyu değişik olduğu için, tezahürü ve sureti de değişiktir. Bir ateşin içine dalmak sizin için güçtür, yakıcıdır ve öldürür, çünkü ateşin barındırdığı atomik titreşim, dalga boyu ve tesir, bedeninizin titreşim, dalga boyu ve tesirinden çok farklıdır. Eğer titreşim hızınızı bu düzeye çıkarabilirseniz, ateş sizi hiçbir zaman yakmayacaktır ve siz ateşten oluşmuş bir mekanda pekala yaşayabilirsiniz. Atmosferi ya da başka bir özelliği değişik olan bir kürede, ona uygun bir bedeni titreşim, dalga boyu ve tesire sahipseniz, o yerin yaşamınıza etkisi hiçbir zaman olumsuz olmayacaktır.
Henüz liyakatiniz ve ihtiyaçlarınız, insan bedeninin titreşimsel karakterini değiştirecek düzeyde değildir. Böyle bir düzeyi kazanan insan nesli, şüphesiz aynı enkarnasyon içinde çeşitli titreşimleri kabullenip çeşitli hayat imkanlarına kavuşabilir. İşte insan bedeninin mükemmelliği, bu adaptasyonu sağlayabilecek yetenekte olmasından ileri gelir.
Evrende meskun olmayan hiçbir yer yoktur, ya kendiliğinden meskundur ya da sonradan iskan edilmiştir. Şüphesiz Kadir-i Mutlak’ın sonsuz bilgisi evrim basamaklarını çeşitli planlara ayırmış, bunları bedenli ve bedensiz diye ayrım yapmadan sadece evrim süreçleriyle birbirinden ayrı tutmuştur. Sizin üstün bir realite olarak gördüğünüz bir realiteyi kendiliğinden yaşayan varlıklar olabildiği gibi, hayal edemeyeceğiniz realiteleri bir hal olarak yaşayan varlıklar da vardır. Sizler bedenli yaşayışla bedensiz yaşayışı büyük bir uçurum olarak görmektesiniz, bu yanlış bir düşüncedir. Bedenli yaşayış veya ruhi yaşayış arasında pek az fark vardır. Bu farkın koyulaştığı yerler, düzeyin düştüğü, şuurun çok daraldığı, tesirin kabalaştığı ortamlardır. Oysa düzey yükseldikçe, ruhi yaşayışla maddi yaşayış arasındaki bağlar çok incelir, at başı giderler. Yani varlık hem geçmişinin liyakatine göre elde edebildiği şuuruna sahiptir, hem de şu anda yapmış olduğu hareketlerinin amacını bilir.
Boyut konusuna gelince, insan ileri evrelerde hem bedeni bir boyut, hem de ruhi bir plan içinde aynı zamanda bulunabilir. Varlığınızı oluşturan bütün, bu iki ortamın tek bir boyut halinde gözükmesinden ibarettir. İnsan hem üçün, hem de üçten gayri boyutun varlığıdır. Kesin ve kaba sınırlar içinde kalmak tüm nesillerinizi harap etmiştir.
Ölüm, ardı sıra gelen realitenin bir dinlenme evresidir. Sizin en büyük üstünlüğünüz, evriminize kesiksiz olarak devam edebilmektir. Şöyle ki, bir yaşamınızın uygulaması devam eder, bilginiz devam eder, bellek ve şuurunuz, izlenimleriniz devam eder. Ölüm olayıyla sadece yaşantınız kesintiye uğrar, sonra enkarne olursunuz. Kaldığınız noktadan devam edebilme imkanı vardır, unutma ve silinme ortadan kalkar, bu yüksek bir aşamadır. Görev duygusunu köklü olarak benimsemiş olan, sevgi realitesini günlük hayatı gibi yaşayan, bencilliğin zıddı bir diğerkamlığı çoktan tamamlamış bir evrim ortamındaki varlık böyle bir varlıktır. Bu yüzden gerek ruhi planlar, gerek maddi planlar, büyük bir planın ve amacın gerçekleşmesi için ortaklaşa çalışırlar, birbirlerinden görerek görevlerini tamamlarlar. Böylece Büyük İlahi Murad’ın ve planların gerçekleşmesinde üst olan asta elini uzatır. Herkes, her plan ve her varlık, her düzey ve her mekanizma, kendi sınavlarını birbirlerinin sınavlarına engel olmayacak şekilde harfiyen uygular ve sonucunu alır. Örneğin, Sadıklar Planı olarak sizinle bağlantı kuran bu grup sadece mesaj vermekle yükümlü değildir. Birçok bedenli ve bedensizin evrim hareketinde en uygun işi yapabilmesi için devamlı yayında ve etkide bulunur. Bunlar çok geniş ve sizler için kavranılması çok zor kadrolar içinde cereyan eder.
Evrimin bedene has bir imkan olmayıp şuura has bir imkan olduğunu hiçbir zaman unutmayınız. Bedeni imkanlarınız, şuura has imkanlarınıza daima uyacak bir elastikiyette yaratılmıştır.
Egoizmin şahlanması, putperestliğin kanıtı ve geri dönüşüdür. Çünkü insan her şeyden önce kendinde, yani ego realitesinde üstün kıymetler ve huylar görmek ihtiyacındadır. Bu onun olgunlaşmasının geri ve biraz da olumsuz yönlendiricisidir.
Evrende maddi ortamla direkt temas kurabilmek ancak bir bedenle olur. Bunun dışında yapılan tüm temaslar evrime bağlı değildir. İnsan ego evresindedir, yeryüzünün üstün insanı olmayı, bayağı sandığı bedenini terk ederek kazanacağını zanneder, yanılır ve hep yanılmıştır. Toprağa ait olma ve gerilik varlığın şuurunda ve bilgisizliğindedir. Evet bilgisizlik ve şuur darlığı! Bir bedenin terk edilmesini ve bir daha ona dönülmemesini dileyen zavallıdır! Tekrar enkarne olmayan varlık evrimleşebilir mi? Bunu makul şekilde bana nasıl açıklayabilirsiniz? Hangi ruhi ortamda, hangi araçları kullanarak etkisini ve bilgisini artıracaktır söyleyebilir misiniz?
Ruhi Planlar kendi boyutlarında enkarne olarak bulunurlar, sizin boyutunuzda olmadıkları için bedenli olarak gözükmezler. Boyut boyut içindedir ve her boyut kendi bedenine sahiptir. Hangi varlık, hangi Ruhi Plan, hangi Mekanizma olursa olsun, her boyutun içindeki varlık orada enkarne olmuştur, yalnız Kadir-i Mutlak olan Hak bunun dışındadır. Tüm yaratılmış olanların bir ortamı vardır ve o ortam içinde mevcutturlar. Varlıkları ortamın varlığıyla mümkündür. Bu yüzden varlık evrenin bir parçası, bir bütünüdür. Hangi düzey ve aşamada olursa olsun kendi boyutunda enkarnedir. Her boyut diğerinden perdelenmiştir, birbirini ruhi olarak bilir ve tanır, bunu böyle biliniz! (Sayfa: 527-531)

( Celse: 119 Kademe: 3 Tarih: 22. 3. 1968 ) Enkarne varlık, tüm maddi ortamlarda deneyim geçiren varlık demektir. İnsan, suret olarak bu enkarne varlıkların en mükemmelidir. Enkarne olmayan varlık ise, maddi ortamda deneyimsel evrime sahip olmayan, fakat buna ihtiyaç duyan bir varlıktır. Enkarne olmayan ruhi varlık, örneğin spadyum adını verdiğiniz süptil alemdeki varlık olabilir. Bu alemdeki varlık bile aslında o süptil planda enkarne olmuş varlıktır. Sadece evrimin üstün bir aşamasından sonra, varlık içinde bulunduğu boyutun egemeni durumundadır, artık o enkarne olmayan bir varlıktır. Örneğin, Yüksek Ruhi Plan olarak nitelendirdiğiniz idari merkezler bu tiptendir. Bunların deneyim ve evrimi enkarne varlıklar üzerindeki uygulamalarıyla, sevk ve idareleriyle tamamlanır.
Ruhi Planı, üç ortamla faaliyet halinde olan, enerjisini o üç ortamdan alıp yine o üç ortama veren, ruhi diyemeyeceğiniz bir zeka ve şuura sahip varlık diye düşünebilirsiniz. Bu üç plan; madde planı, kendi boyutu ve kendi şuurudur. Plan bu üçünün kaynaşmasından meydana gelmiş bir kurumdur. Bu kurumda varlığın bireyselliği değil, kurum söz konusudur. Şunu bilmelisiniz ki, Plan bir varlıklar kompleksi değildir, varlıklar ancak potansiyellerini geliştirmek ve Kadir-i Mutlak’ın düzen ve yasalarını öğrenmek için o kurumda iş görürler. Kurumun kimliği, varlığın kimliğinden ayrıdır, yani Plan tamamiyle ilahi bir prensibin somut şeklidir. Bir planeti sevk ve idare eden Plan, yoğunlaştırılmış bir plan değildir, o planetin her noktasıyla ilgilenebilecek düzende bir organizasyona sahiptir. Sizler organizasyonu İlahlar, Rabler olarak bilirsiniz. Bir İdare Mekanizması ise bu tür kurumların birçoğunu kapsar. Biz ancak bu kadar söyleyebiliriz! Bu anlattıklarımız üzerinde iyi düşününüz ve sindirmeye çalışınız.
Siz nasıl dünyanızın üzerinde enkarne olarak bir hizmette bulunuyorsanız, hayal gücünüzün üstünde bir evrim düzeyindeki varlıklar da bu ilahi kurumda hizmet görürler. Şüphesiz kurumun bir de organizasyonu vardır. İşte Kadir-i Mutlak’ın prensip ve bilgisini derece derece indirerek size rehber olarak verdiği kutsal kitaplarınız bu kurumlar tarafından hazırlanmıştır. Bunlar İlahi kurumlardır, yaratılışla birlikte aynı plana dahil olarak ortaya çıkmışlardır. Her boyutta, evrenlerin her yerinde bu kurumlar rol oynarlar.
Hata ancak nefsani aşamanın bir sürecidir. Bu evrede bulunan varlıklar için hata darbeleyici, düşürücü, ıstırap vericidir, çünkü evriminizin bu süreci darbe ve ıstırabı görmek ve duymakla meydana gelmektedir. Oysa daha üstün realitelere sahip varlıklar için ıstırap ve darbeyle evrimleşmek söz konusu değildir. Onların evrimleri uygulama ve kendilerine bahşedilmiş İlahi Yasaları kullanarak şuurlarını yükseltmeyle mümkün olur. Bir idari merkezde hata söz konusu değildir, İlahi Yasa ve Prensipler zaten otomatik olarak böyle bir şeyi yok eder. Unutmayınız ki, kutsal metinlerinizde her şeyi en iyi bilenin Allah olduğu zikredilir. Bu, tüm İlahi Prensip ve Yasaların asla şaşmadığını, en iyi şekilde gerçekleştiğini gösterir.
Evrenin her noktasında, eğer bir enkarnasyon söz konusuysa, bunun şekli ve sureti insandır. Bu şekil ve suret, henüz hiçbir şeyini bilmediğiniz büyük prensip ve yasaları teker teker sembolize eder. Bilmediğiniz konuları biliyormuşçasına kendinizi aldatmayınız. Güneş konusunda hiçbir şey bilmiyorsunuz, yıldızlar hakkında da! Bildiğiniz şeyler, parmaklarınızın hissettiği bir temas kadar basit, bir temas kadar aldatıcı bilgilerdir. İnsani bilginiz ve insani ilminiz, bu sorduğunuz sorunun altından kalkacak kadar yüklü ve dolu değildir. Sorduğunuz soruların anlamını takdir, karşılığını da tahmin edebilecek kadar bilgili olmalısınız. Güneşte hayat vardır, güneşte evrim vardır, güneşte büyük sistemler yaşar. Onların orada yaşaması, şu beden içinde asla idrak edemeyeceğiniz bir boyutun katılımıyla olur. Her bir boyut özel bir tesire sahiptir, bu tesirle donanmış her bir varlık, örneğin güneşte sizin burada yaşadığınız gibi yaşayabilir. Şüphesiz maddi varlığının inceliği ve etkinliğinin aşırılığı söz konusudur. Fakat İlahi Prensip ve Yasalar açısından, insanın sembolize ettiği her şeyi sembolize eder.
Dünya kendi spadyumunu da barındırır, her planet kendi süptil planına ve kader planına sahiptir. O kader planına bağlı varlıklar, süptil planla kaba maddi plan arasında deneyimler geçirirler. Celselerde bir varlığın medyumla bağlantıya geçtiğini söylersiniz, sürekli gökyüzünden yere doğru uzanan bir takım hatlar, ışıklar veya bir takım titreşimler hayal edersiniz, bu yanlış bir düşüncedir. Fakat öyle gerektiği için şimdiye kadar size başka türlüsü açıklanmamıştır. Oysa süptil planınızla, duyular aleminiz birbirinin içinde ve birbirinin dışında hareket ederler. Yaşadığınız şu çevre içinde ve aynı düzeyde süptil bir planın varlıkları da yaşamaktadır. Ne sizin onlardan, ne de onların sizden bir rahatsızlığınız vardır. İşte bu noktayı bir İdare Mekanizmasının üçlü bağlantısına da ilave ediniz.
Ne demektir spadyum? Ölülerinizin sığındığı bir alem mi? Bedensiz varlıkların bulunduğu yer mi? Hayır orada da enkarne olursunuz. Spadyum bir şuur halidir, o şuur haline eşlik ederek kaba maddi tesirlerden kurtulmak veya geçici olarak onlardan ayrı kalmak zorunluluğudur. İşte bedeninizi böyle terk edersiniz. Ahiret, ölülerinizin gezip dolaştığı bir yer değildir, böyle bir yer söz konusu değildir. Söz konusu olan, varlığın şuur halinin değişmesidir. Şuur halinizin yeniden değişmesi, durumun gereğine göre sizi insan suretinde dünya üzerinde enkarne kılar. Bu değişiklik, spadyum dediğiniz başka bir şuur hali içine girdiği zaman otomatik olarak beden terk edilir, akışkanlık ve tesirin hareket gücü ister istemez bu sonucu doğurur. Sizler aynı zamanda çok değişik şuur halleri içinde bile, örneğin bir mekanizmanın kendi şuuruna dahil faaliyetlerden ibaret kalırsınız. İşte böylece değişik bir şuur hali, değişik bir şuur bilgisi içinde ve bir mekanizmanın tasavvurunda, çok üstün bir şuurun ilk sezgilerini almaya başlayacaksınız.
Enkarnasyon bedenlenmek değildir. Enkarnasyon, bir şuur halinden başka bir şuur haline dönüşmektir ki, zorunlu olarak o şuur halinin gerektirdiği koşullara bürünme şeklinde ortaya çıkar. Bu koşullardan biri de insan şeklinde olmak veya başka bir kalıba girmektir. Başka kalıp, evrimin daha geri düzeylerindeki kalıplar olabileceği gibi, sahip olduğunuz kalıptan çok daha duygulu, çok daha ince tesire sahip kalıplar da olabilir. Örneğin, süptil beden dediğiniz kalıp, ancak varlığın şuur haliyle bir arada mevcuttur. Şuur hali tekrar yoğunlaşmaya ve daralmaya başladığı zaman, otomatik olarak bağlantı kaba maddi bedenle olur. Ölüm dediğiniz olay, varlığın şuur faaliyetinin ve şuur alanının kaba ve dar tesirden, ince ve geniş tesire doğru yönlendirilmesi sonucunda ortaya çıkar, yani kalıp bırakılır ve yeni şuurunun boyutu içinde kendine has bir mekanı oluşturur. İşte bu mekan oluşturma, sizin süptil bedeninizdir. İnsana benzemek şu andaki size benzemek değildir, bunu iyi anlayınız! İnsana benzemek, insanın oluşumundaki amaca ve prensiplere sahip olmak demektir. Süptil bedenli insan suretindeki varlık demek, insanın amaç ve prensibiyle aynı durumda olan varlık demektir! (Sayfa: 532-537)

( Celse: 120 Kademe: 3 Tarih: 29. 3. 1968 ) Beşeri evrimde, insan ruhi kudretinin ve titreşiminin sonucu olarak çevresinde bir akışkanlık ve etkiye sahiptir. Şüphesiz yüz her durumda ruhun yansıma yeridir, özellikle sizin bulunduğunuz düzeyde bu böyledir. Fakat yüksek bir evrimi dikkate aldığınız zaman, yani iç ve dış arasındaki çelişme ortadan kalktığında, yüz, varlığın şuur zenginliği oranında tüm bedeniyle birlikte bir titreşimi, bir tesir alanını aksettirir. Henüz içinde bulunduğunuz evrim ortamında sadece tek yönlü bir kıyas içinde kaldığınız için, yüzlerin güzelliğini saptamada pek usta değilsiniz!
İç güzelliğinin aynı derecede bir dış güzellik sağladığını sanırsınız. Eğer yüzü size göre makbul birinin çelişkili davranışları varsa, bu yüz aslında maddi bir kombinezondan ibarettir. Oysa gerçek yüz, maddi görünümün de ötesinde, sizce makbul olmayan bir yüzü yüksek bir değere ulaştırır. Demek ki ölçünüzde iyi bir yüzün etkileme gücünü, titreşimini, insanlara yönlendirilişindeki yüksekliği, içtenlik ve asaleti aramalısınız. Daha çok, iç yüzün dış yüzdeki ifadesini dikkate alınız.
İnsan bedeni, ruhi varlığın şuur ve bilgi düzeyine göre bir titreşim yayar, bu titreşimin iki ana kaynağı vardır. Birincisi, maddi kişiliğinizi meydana getiren atomik titreşiminiz. İkincisi, benliğinizi oluşturan psişik titreşiminiz. Psişik titreşiminizin kapasitesi, maddi titreşiminizin kapasitesinden ölçülemeyecek kadar büyüktür. Psişik yön, insanın evren içinde gizli olan birçok tesir planıyla ilişkisini sağlar. Bu ilişkiye uygun olarak beden bir paratoner gibi birçok titreşimi toplar. Toplamanın amacı, evrimi sağlayacak yönü ve hızı saptamaktır. Maddi titreşimler, bedeninizin gerçek dengesini meydana getirir. Bu denge hangi oranda aksarsa, vücudun titreşimi saptama ve toplama kudreti de o oranda aksar. Şüphesiz bedeninizde şimdilik pek azını keşfedebildiğiniz çok değişik oranda akışkanlar vardır. Bu maddi akışkanlar, maddi bile olsa daha üst boyutla bağlantıya geçmenizi sağlayacak şekilde sıralanmıştır. Yani insan denen varlık, örneğin demateryalizasyon dediğiniz olayda olduğu gibi ince düzende akışkan maddelerin lehine bir denge bozukluğuna uğrarsa, kaba ve yansıtıcı durumdan çıkıp akışkan ve geçirgen bir duruma geçer. Böylece bir mekan değiştirme mümkün olabilir, buna ait pek çok örnek vardır. Ruhi titreşiminiz, gizli potansiyelinizle beraber türlü haller gösterir. En basitinden, psikolojik tüm değişiklikleriniz buna bir örnektir, bir medyumun çalışması buna örnektir, güzel sanatlar ustasının çalışması buna örnektir, keşifler ve buluşlar da örnektir, rüyalarınız bile buna bir örnek oluşturur.
Güneş ve benzeri çok akışkan maddi yapıya sahip sistemlerde yaşayan varlıklar, oraya uyum sağlamış araçlara, sizin deyiminizle bedenlere sahiptirler. Bu akışkanlık her şeyden önce bir titreşim sorunudur. Örnek olarak diyebilirim ki, dünya üzerindeki insanların genel titreşim sistemi yüz ise, güneşte veya ona benzer gezegenlerde mevcut varlıkların bedeni titreşim sistemi yüz elli bindir. Görüldüğü gibi, bu derecede farklı ve yüksek bir titreşim çevresi içindeki varlığın şuuru, şuur alanı ve etkileme gücü de o oranda geniş ve yüksektir. Dünya planına o varlıkların bu halleriyle inebilmeleri, enkarne olmaları mümkün değildir. Dünyanın hiçbir maddi karakteri ve elemanı, onların ruhi titreşimlerine yanıt verecek şekilde yapılmamıştır.
Üç boyutlu maddenin ve bu maddede özel bir titreşimle yer alan insanın, başka bir sisteme nakledilebilmesi için mutlaka bir boyut değişikliğine ihtiyacı vardır. Bu boyut değişikliği önce maddi alanda oluşacak, dezentegre bir hale gelecek, daha sonra şuursal bir değişiklikle etki kudretinin alanı genişleyecektir. İşte bu yüzden, ruhi planlarla ilişkiniz ancak medyumlar kanalıyla olabilmektedir, yani özel bir tesir altında, bedenin birçok akışkan maddesiyle dördüncü bir boyuta yapışarak oranın tesirlerini alan bir varlık aracılığıyla. Boyut hiçbir zaman elinizdeki geometrik boyutlarla ölçülemez. En, boy, derinlik sizin akli ve vizüel ifade şeklinizdir. Dördüncü boyut bunların meydana getirmiş olduğu bir şey değildir. (Sayfa: 539-542)

( Celse: 121 Kademe: 3 Tarih: 5. 4. 1968 ) Buradaki yaratılış, dünyanızın ve onun bağlı olduğu sistemin defalarca varlıklara evrim sahnesi olarak hizmet vermesi bakımından birçok yaratılışı ifade eder, yani evrim ortamı olarak kullanılırken büyük bir siklusun sonunda dünyanın şekli ve varlıkları değişir. Adeta jeolojik olarak yeni bir kuruluş meydana gelir, işte bizim kastettiğimiz bu yeni kuruluşla birlikte meydana gelen ruhi kurumlardır. Evrenlerde yeniden bozulup yeniden yapılanmalar esastır. Her bozulup yapılanan planet, ruhi varlığın sonsuz ihtiyaçlarını ve sonsuz derecedeki evrim şuurunu besleyebilmek için yine sonsuz derecede değişiklik arz eder. Şüphesiz bir gezegenin oluşturulması veya bozulması bir yasa ve düzen içinde meydana gelen evrensel bir olaydır. Ruhi idarecileri, ruhi planlayıcıları vardır. İşte bir gezegenin gerek oluşturulmasında, gerekse bozulmasında, daima onun her tür işini üstlenen bir Plan oluşturulur. Orada diyelim ki bir canlılık meydana geliyorsa, bu canlılığı meydana getiren o gezegenin asal mekanizması, en büyük ruhi kurumu, örneğin sizde olduğu gibi İdareci Plandır. Oradaki yaratılış şüphesiz yoktan var ediliş değildir, sizler ve bizler yoktan var edilişin ne olduğunu ebediyen bilemeyiz! Bu sadece Kadir-i Mutlak’ın bilgi ve tasarrufunda olan bir olaydır. Biz ancak var olan materyalin kompozisyonunu yapıp yeni deneyim alanları oluşturabiliriz. Bu, yaratılmış olan varlığın bir fonksiyonudur, fakat yoktan varlığın oluşturulması sadece Kadir-i Mutlak’a özgü, açıklanması ve anlaşılması mümkün olmayan şuur dışı bir olaydır. Kutsal metinlerinizde sözü edilen yaratılış olayları, ancak kutsal metni oluşturan Ruhi Planın düzeyinden verilmiştir. O yaratılış ancak mesajı indiren Planın amacına uygun bir açıklama içinde sunulmuştur. Şunu tekrar etmek isteriz ki, tüm nakiller sadece daha üst bir Planın bilgi ve direktifidir, yani varlığa ait nakillerdir. Hiçbir şekilde Kadir-i Mutlak’la ilgili bir bilgi değildir. Bunu böyle biliniz!
Boyut sizler için bir problemdir. Bir boyut anlayışı içinde bulunamadığınız için evrimi, dolayısıyla enkarnasyonları kesin olarak birer şuur daralması şeklinde ifade etmektesiniz. Oysa şuur daralması, bizzat varlığın içinde bulunduğu boyut sebebiyle tesir alanının ve etki kudretinin sınırlanmasıdır. Demek ki gerçekte bir şuur daralması söz konusu değildir, sadece varlığın içinde bulunduğu boyut zorunluluğundan dolayı etki etmesi ve etkilenmesi sınırlanmaktadır. Fakat insan denen varlık sadece üç boyutlu realitenin malı olmadığı için, şuurunun en büyük kısmıyla daha üst realitedeki bir boyutun etkisi altındadır. Ama sizler sadece perdenin önünde var olanı mevcut kabul edip perdenin arkasında mevcut olan şeyi reddetmektesiniz. Bu bir üçüncü boyut zorunluluğudur. Varlıklar hangi boyut içinde olurlarsa olsunlar, o boyuta enkarnedirler. Kısaca enkarnasyon demek, boyutun verdiği genişlik oranında etkileyen ve etkilenen durumda olmak demektir. Örneğin, spadyum sizin için başka bir mekan ve değişik bir boyuttur. Bunun en kaba ve maddi denebilecek açıklamasını, o ortamdan size ulaşan tesirlerden anlarsınız. Örneğin, zaman ve mekan boyutlarının daraldığını, hızın arttığını, daha ince titreşimlerin ve özellikle zihni düzeydeki hareketlerin arttığını görürsünüz. İmajinasyon, telepatik kudret, mekan kaymaları, zamanın daralması gibi sorunlar görülür. Bu, sizin şu halinizin hemen bir üstündeki ve çevrenizdeki bir boyutun basit tezahürüdür. Varlık orada enkarnedir, yani o ortamın genişliği oranında etkileyen ve etkilenen rolünü oynamaktadır. Şüphesiz onu görüp gözetenler daha üst bir boyutu oluştururlar, onunla onlar arasında bir perde vardır ve bu perdeler sonsuza kadar devam eder. Her perde arasında mevcut olan yaratılmış varlık orada enkarnedir, yani oranın genişliği oranında etkileyen ve etkilenen rolündedir. Etkisi kendinden aşağıdaki ortamlara, etkilenmesi ise kendinden yukarıdaki ortamlardandır.
Şunu tekrar edelim ki, sizin dördüncü bir boyut kurgulamanız ve onun anlayışına varmanız mümkün değildir. Bu varlığınızın, yapınızın bir sonucudur, ancak sezebilirseniz, duyabilirseniz olur. Fakat sizler için bu derece belirsiz bir bilgiye, bir boyut anlayışına dayanarak kurulan bilgi sisteminin değeri nedir? Şüphesiz değeri büyüktür. Durumunuzun oluşturduğu bir kusurdan, bir eksiklikten dolayı dört ve daha çok boyutlu bir mekan ve idrak anlayışına ulaşamamanız, başka bilgilerden de yoksun kalmanızı gerektirir mi? Hiçbir varlık Kadir-i Mutlak hakkında bilgiye sahip değildir, fakat ona dayanarak evrenlerde görev alır, evrenler idare eder. İlah olur, Rab olur, Plan olur, işte insanların durumu da bunun gibidir. Birçok bilginin ve idrakin aslını ve araştırmasını, birçok sınavlardan, birçok ortamlardan geçtikten sonra görüp anlayabilecektir.
Ruhi Planlar, kendi boyutlarında kendi kudretleriyle hareket ederler, onlar orada enkarnedirler. Eğer enkarnasyon daha geri bir ortamda meydana gelmişse, bu bir yavaşlama, öz ortamına kıyasla geçici bir gerilemedir. Şüphesiz yapılacak görevin değeri her şeyden daha önemlidir. Planlar, daha alt bir ortamda enkarne olma ihtiyacında değildirler, çünkü enkarnasyon problemi kişisel bir deneyim olmaktan çıkmış, kitlesel ve çoklukla yürütülen istişari bir idare, bir deneyim durumunu almıştır. Bu durumda hiçbir zaman tek bir enkarnasyonu dikkate almak doğru değildir. Dolayısıyla, bir planın enkarnasyonundan söz ederken kişisel deneyimler değil, külli deneyimler düşünülmelidir, böylece bir planın alt bir ortamda enkarne olma zorunluluğu ortadan kalkar. Onun enkarnasyonu, kendi boyutu, kendi genişliği içindeki etkileme alanındadır. Plan, şuur alanları birbirine eklenmiş, birbirine kenetlenmiş, birbirinin enformasyonunu alan ve bilen bir ortamdır, oysa beşer içinde şuur alanları birbirinden ayrılmıştır ve enformasyona ulaşmakta güçlük çekilmektedir.
Görülüyor ki, yukarıdaki plan tarifiyle varlığın bir alt düzeyde enkarnasyona ihtiyacı yoktur, çünkü bireysel şuur alanı devresel bir evrim süreci olarak geçilmiştir. Tekrar beyan edelim ki, ruhi bir plan ancak kendi ortamının enkarne varlığıdır. Şunu da tekrar beyan edelim ki, beşeri evrimi hızlandırmak ve devrelerin maddi faslını başlatmak ve bitirmek üzere ruhi planların saptamış olduğu görevli varlıklar bir gezegende enkarne olabilirler. Bu görevli varlık bir olabileceği gibi, birden fazla da olabilir. Bir anlamda o Ruhi Plan, asıl prensibi hiçbir zaman zedelemeyecek şekilde o ortam içinde, örneğin bir gezegen üzerinde görevinden ve etkileme gücünden dolayı bir enkarnasyona tabidir. Bu, çok kaba bir örnek olmasına rağmen, denizin yüzeyinden derinliklerine doğru büyük bir sondaj borusu sarkıtılarak boru aracılığıyla o ortamın gözlenmesine benzer. Görüldüğü gibi, enkarnasyonda esas olan özellik, etkileme ve etkilenme halinin genişlik derecesidir. Daha canlı bir örnek vermek istersek, Musa, İsa ve Muhammed’iniz, Ruhi İdare Mekanizmasının devre devre etkileme ve eylem açısından yeryüzündeki bölgesel enkarnasyonlarıdır, mitolojinizde zikredilen yaşayan ilahlar da öyle! Demek oluyor ki, bir Ruhi Plan kendini temsil etmek üzere görevli kıldığı varlıkta enkarnedir, yani etkileme ve etkilenme o kanaldan olur. Bu anlattıklarımızla çelişki halinde olan diğer yanıtları düzeltiniz.
Ruhi bir Planı zihinlerinizde görüntülemek, ona mantalitenizde bir yer ayırmak sizi belirsiz ve karışık inançlara götürmüştür. Ruhi Plan bir vekiller meclisi değildir. Dünyanızın hemen üzerinde bir bulut oluşturan, içinde yıldırımlar, şimşekler çakan bir galaksi de değildir. Ruhi bir Mekanizma hiçbir zaman bir Tanrı değildir, yine Ruhi bir Mekanizma kurguladığınız gibi tek tek varlıklardan oluşmuş bir çoğunluk da değildir. Ruhi Mekanizma öyle bir bütün, öyle bir kurum, öyle bir etkileme gücüdür ki, onun bir organı aynı zamanda sizsiniz, yani bir gezegenin varlığı hem idare edilen, hem idare eden durumundadır. Bu nasıl olur? İdare edilendir, çünkü şuur alanı dardır, dar ve belirli bir kanal içinde sınırlı sayıda tesirlerle mevcuttur. İdare edendir, çünkü yüksek yapısı ve esası itibariyle evrenin bir organıdır, yani enerji ve etkileme bakımından beslenen ve besleyen durumundadır. İşte Ruhi İdare Mekanizması tüm bunların oluşturduğu bir varlıktır. Bu oluşturulan varlık aynı zamanda belirli bir İlahi İrade Yasasını, İlahi İradeyi ve İlahi İrade Prensiplerini de barındırır. İlahi İrade Mekanizması, aynı zamanda bir İlahi Ruhi Mekanizmadır. İlahi Ruhi Mekanizmanın daha ufağı bir mekanizma, örneğin bir Dünya Planıdır, Dünya İdareci Planıdır. Bunların her birinin birbirinden ayrılması bir ilahi izin, bir ilahi bilgi ve bir ilahi irade yasasının kapsamıyla ortaya çıkar. Sizin idare edilişiniz, İlahi İrade Yasalarını bilme darlığınızdan ötürüdür. İdare edişiniz ise, İlahi İradeye her zaman tabi olan cevheri halinizden dolayıdır.
Bir Ruhi İdare Mekanizması, kendini yöneten bir İlahi İrade Yasasına bağlıdır, bu İlahi İrade Yasanının bizzat kendisi, Ruhi İdare Mekanizmasının amacıdır, Mekanizmanın amacı yaşayan varlığın amacıdır. Bu amaçlara hizmet gerek Ruhi İdare Mekanizması, gerekse yaşayan varlık tarafından yapıldığı için, hepsi her şeyin üstünde bulunan bir İlahi İradeye hizmetkar, yani idareci durumundadır. Burada mevcut dairesel etkilemeye de dikkatinizi çekeriz. Mekanizmaların birbirleriyle kavuşmaları, ancak görevlerinin temas noktalarıyla mümkündür. Bu aynı zamanda insanla Ruhi Mekanizma arasında da geçerlidir, yani insanın göreviyle, İlahi Mekanizmanın görevi bir noktada çakışır, temasa geçer. Böylece varlık gerçek değerini bularak yükselmeye, şuur etkisini artırmaya başlar. Ruhi Mekanizma ise, hükmü altındaki bir ortamın gelişmesini, açtığı devrelerin azar azar tamamlanmasını izlemek suretiyle büyük bir devri tamamlar, yani tüm etkinliğiyle hükmettiği bir sistemdeki enkarnasyonunu tamamlar. Görülüyor ki, kendi boyutunda gerçek şuur toplanmasıyla mevcut olan varlık sistemi, yani kaynaşmış şuurlar, etkinliklerinin son noktasında tezahür ettirdikleri bir evrim ortamına eylem ve etkileme açısından enkarne olabilirler. Bu enkarne oluş anladığınız anlamda bir enkarne oluş değildir şüphesiz, bunu da gözden uzak tutmayınız. Söz konusu enkarnasyon, kendiliğinden o sisteme dahil olmayıp tesir ve konsantrasyon açısından bir sistemi tümüyle kapsamak şeklindedir. Bu da bir tür enkarnasyondur, çünkü bu alandan ulaşacak her tür evren tesirine ihtiyaçları vardır, çünkü evren tesiri aynı zamanda İlahi İradenin amacını taşır. (Sayfa: 543-550)

( Celse: 123 Tarih: 20. 3. 1970 ) İnsan, şuur ile Kadir-i Mutlak tarafından yaratılmış Orijinal Maddeden oluşmuş bir boyuttur. Bu Orijinal Madde bir defaya mahsus olarak yaratılmıştır ve bildiğiniz maddi cevherlerden tamamiyle farklı bir özellik taşır. Orijinal Madde, kendinden gayri hiçbir maddi cevherin hükmü ve tesir alanı içinde bulunmaz. O, ancak şuurun etkisi altında boyutlar arasında her türlü etkilemeyi sağlayabilecek bir kombinezondur. Bu yüzden insan pek yüksek bir kombinasyondur. Onun cevheri yapısı ve orijinal maddesinin özellikleri hakkında insanlığa pek sembolik ifadelerden başka hiçbir şey faş edilmemiştir! Bizden de daha fazlasını beklemeyiniz. İnsan, şuur ve Orijinal Maddenin ortaklığından oluşmuş bir cevherdir. Burada üzerinde durulması gereken bir nokta var. Şöyle ki şuur, şimdiye dek bildiğiniz gibi varlığın kendi hakkındaki genel bilgisinin belli bir ortamdaki durumu değildir. Şuur, tüm var olmuş olanların ve var olacak olanların genel bilgisi ve enerjisidir. Öyle ki, eğer Kadir-i Mutlak’ı hissetmemiş olsaydınız, onu “Tanrı” diye adlandırırdınız! Şuur, her var olanı kucaklayan, birbirini ne kadar kucaklayan varsa onları da kucaklayan bir ilahi kudret, bir enerji ve etkileyicidir. Sizler, yani planetler üzerinde var olan varlıklar, her biriniz görünmeyen bağlarla bu Genel Şuurun enerjisinden yararlanan ve Genel Şuurun uzantısı olan varlıklarsınız. Ruh adını verdiğiniz aşkın cevhere gelince, o işte bu Genel Şuurun Özü’ne en yakından bağlı olan Orijinal Madde’ye eklenmiş şuurun özel adıdır.
Şunu ölçü olarak alabilirsiniz ki, bir bilgi her ne türden olursa olsun insanın iç yapısını, zihniyetini, ahlaki düzeyini Allah’a hizmet etme arzusuyla doldurmuyorsa o bilgi yanlış, o bilgi en azından kısır bir bilgidir. Allah’a hizmet etme arzusu, şuurun berraklığı ve vicdanın temizliğiyle belirir, ancak bunların güçlü olarak açığa vurulması, kulluğun yerine getirilmesi demektir.
Beşer kimliğini taşıyan her varlık, maddeyle ilgisini akışkanlığın, inceliğin ve yüksekliğin lehine kestikçe asli olan İnsan Planına doğru yükselir. Bundan şu anlaşılmalıdır, her beşeri plan, hangi düzeyde olursa olsun, hangi madde nitelikleri içine enkarne olursa olsun, daima Kadir-i Mutlak’ın yarattığı İnsan Planına yaklaşmak için çaba harcar. Fakat bu yaklaşma sonsuza kadar sürer, çünkü Kadir-i Mutlak’ın düşüncesi sonsuzdur, tükenmez ve benzersizdir, bu yüzden İnsan Planı da benzersizdir ve evrim sonsuzdur. Tüm varlıklar türlü kisveler altında olmakla birlikte beşer kimliğini taşımaya mecburdur. Beşer kimliği dendiği zaman, ille de size benzer bir kimliği anlamayınız. Beşer kimliği belli nitelikleri barındırır, bu niteliklerin bulunduğu maddi ortamın şekli söz konusu değildir, daha doğrusu esası ilgilendiren bir değeri yoktur. Örneğin, zihni faaliyet ve zeka olayı, sizler için ancak beşer düzeyine bağlı, belirli fizik ortama sahip ve belirli enerjiyi barındıran bir organizmada ortaya çıkar. Bu sizin gözleminiz, kolunuzun ancak uzandığı deneyim alanınızdır. Bir zeka olayının, bir zihni faaliyetin ille de sizinkine benzemesi gerekmez, çünkü zeka olayı beyne, daha doğrusu maddeye bağlı bir fonksiyon değildir. (Sayfa: 552-554)

( Celse: 124 Tarih: 3. 4. 1970 ) Beşeri karakterize eden üç türlü nitelik vardır. Bunlardan birincisi objektif niteliktir. Sizin görebildiğiniz bu zeka olayı, yani evrendeki gizli enerjinin bir süreci olan, o enerjinin tüketilmesinde izlenecek yolu kanalize eden İlahi Prensipler ve Kozmik Yasalar vardır. İşte insan, daha doğrusu beşer zeka olayıyla bu Kozmik Yasalara uymayı, onu kullanmayı veya zıddına hareket etmeyi yerine getirir. Bu beşer düzeyinde başlar ve buna bağlı olan tüm maddi fonksiyonlar aynı kategoriye girerler.
Diğer niteliklere gelince, bunlar görünmeyen niteliklerdir, sübjektif diye adlandırılabilir. İkinci nitelik şudur. Beşer düzeyindeki varlığın şuur alanındaki süper partiküllerin ve ona ait titreşimsel karakterin bariz bir şekilde diğer varlıklardan kendini ayırt ettiği görülür. Siz bunları psişik çalışmalarınızda auralar olarak tespit edersiniz. Auralar, şuur alanının kaba maddi alandaki uzantılarının meydana getirmiş olduğu dinamik bir potansiyeldir. Enerjinin zeka olayıyla birlikte kullanılmasından meydana gelmiş bir güç alanıdır. Demek ki, beşerin şuur alanını incelediğiniz zaman, onu meydana getiren süper partiküllerin, yani çok yüksek düzeydeki ince maddi parçaların mevcut olduğu ve orada çok yüksek bir titreşim frekansının ortaya çıktığı görülür. Bu belli bir skalayı oluşturur, tıpkı gözlerinizin evreni sadece yedi renk içinde gözlemlemesi gibidir. Oysa bu renk skalası göremediğiniz şeylerin yanında bir hiçtir. Siz sanki evreni bir yarıktan seyrediyor gibisiniz, kıl gibi ince bir yarıktan! İşte beşer dediğiniz bu varlık, evrende ve varlıklar sistemi içinde tıpkı gözünüzle gördüğünüz rengin miktarı kadar, derecesi, oranı kadar bir yer kaplar. Şüphesiz bu sonsuz evrim ortamlarının normal bir gereğidir.
Beşerin üçüncü niteliği, şuurun cevheriyle ilişkisindeki uyum payının dörtte biri geçmesidir. Bundan şunu anlamalısınız. Varlığın aslını meydana getiren öz, cevher, şuur ve şuur alanları birbirine derin şekilde bağlıdır. Şuurun cevhere, cevherin öze desteklik ettiğini biliyorsunuz. Şuurun genel şuurla bağlantısı cevher kanalıyla olur. Bu sizin için yeni bir bilgidir. Daha önce bahsetmiş olduğumuz uzantıları bu noktadan bağlamak suretiyle anlayabilirsiniz. İşte beşerin bir niteliği, en aşkın niteliklerinden biri, külli şuurla cevherin karşılıklı olarak meydana getirmiş oldukları bağlantının düzeyi ve niteliğidir, yani beşer düzeyinde sizin kavrayamayacağınız özel bir bağlantı niteliği ve derecesi vardır.
Boyutu mekan kavramından ayrı olarak ele aldığınızda birçok şey elde edebilirsiniz. Sizler boyut dendiği zaman, sadece fiziğinizin tarif etmiş olduğu cismin şekliyle sınırlı kalıyorsunuz. En, boy, derinlik. Ancak bunun katlanmasıyla bir dördüncü boyut hayal gücünüzün gereği olarak bir yanıt oluyor. Oysa boyut bir mekan şekline bağlı değildir, boyut tamamen değişik titreşimsel bir alandır. Öyle titreşimsel bir alan ki, oraya ulaşan her ne olursa olsun oranın niteliklerini alır veya almaz. Alırsa o boyutun, almazsa bulunduğu yerin sahibidir.
Sizler bazen içinde bulunduğunuz titreşimsel alanın daha üstündeki bir titreşimsel alana uzanırsınız ve buna başka bir boyuta geçtik dersiniz. Varlık için, yani öz, cevher ve şuurdan meydana gelmiş varlık için, ruh için bir boyut söz konusu değildir. Şu bakımdan değildir. Öz, yapı ve nitelik bakımından evrende mevcut en ince vibrasyondan daha ince vibrasyonlara sahiptir. Dolayısıyla tüm boyutlar onda gizlidir, fakat ona desteklik eden diğer unsurlar öyle değildir, öyle olmadığı için varlık bir boyut sınırlamasına tabi olabilir. Ama geliştikçe çok daha yüksek titreşimsel planlara ve alanlara çıkabilir, orayla uyum sağlayabilir, o çevrelerde evrimine devam edebilir.
Bilgi her zaman insanı yüceltmez, bazen derin açmazlara götürür, karmaşaya sokar, durağanlığa sevk eder. Bu bilginin kendi yapısına ait bir arıza değil, bilgiyi almış olan, ona muhatap olan varlığın bir ifadesidir.
Evrende saklı olan Tedriç Prensibi nedir? Tedriç Prensibi, Aşkın Zaman içinde oluşan evrimin maddi evren içindeki yansımasından başka bir şey değildir.Varlığın oluşumunda Tedriç Prensibinin hakim olmadığı hiçbir unsur yoktur. Kutsal kitaplarınız yaratılışı günbegün oluşmuş gibi ifade etmekle, yaratılışın Aşkın Zaman içinde meydana getirildiğini anlatmak istemişlerdir. (Sayfa: 555-558)

( Celse: 125 Tarih: 17. 4. 1970 ) Yaratılışın en büyük hikmeti, varlıklarda mevcut ilahlıktır. Bu ilahlık, sonsuza kadar bitip tükenmeden devam edecek yolculuğun enerjisidir. Kuran’da sonsuza kadar yolculuğa devam edecek insandan söz edilirken “kendi suretinde yarattı” tabiri kullanılmıştır. Ayeti gönderen Plan şüphesiz bunu en güzel şekilde ifade etmiştir. Suret, sözlük anlamında kullandığınız şekliyle resmi, benzeri, imajı demek değildir. Suret burada kopya karşılığıdır. Kopyadan kasıt, Yaradan’ın ilahlığından, gökselliğinden onların mayalarına da katılmış olduğunu ifade etmektir. Demek ki, onun suretinde yaratıldı dediğiniz zaman, bu hem insan hem de tüm varlıklar için geçerlidir, çünkü insan varlıklar için en geçerli, en ideal prototiptir. Tüm evrimlerin yöneldiği yön insan tipinedir, insanadır! Dolayısıyla, ilahlığın tüm varlıklarda gizli olarak bulunmasına bir engel yoktur, her iki anlamı da kullanılabilir.
Evrenlere, tüm alemlere sahip ve egemen olan, ama onlardan yine onlar vasıtasıyla ayrılmış olan Kadir-i Mutlak, Kuran’daki “Ben” ya da “O” zamiriyle kesinlikle ilgili değildir. Kadir-i Mutlak hiçbir şeyle anlaşılamaz, ifade edilemez, belirtilemez, eşya alemine dahil edilemez. Kanaatiniz, inancınız ve düşünceniz ne merkezde olursa olsun ne sizin dünyanıza, ne de başka dünyalara Kadir-i Mutlak’tan bir mesaj indirilmiştir. Bu insana ait bir şeydir, varlıklara ait bir şeydir. Mutlak’a ait bir olay görece bir alemde, bir Planda mevcut olamaz, bu bir çelişkidir. Dolayısıyla, evrenlerde her ne türden olursa olsun, her ne düzeyde bulunursa bulunsun, alınmış ya da indirilmiş her şey en fazla o alemin idarecisinden, o alemin Rabbinden gelir. Zaten insanın bir dereceye kadar idraki ve bilgisi, ancak bu üst planların varlık alanına dahil olabilir. Bu yüzden, düşünce ve hayal gücüyle bu konuyu kavramanız mümkün değildir. Fakat şunu bilesiniz ki, tüm dünya insanlığının idaresini eline almış olan Varlık Planı, İdare Planı, Ruh Planı yeryüzünde her türlü olayı düzenleyecek kadar hak ve liyakat sahibi, kudret sahibidir. Onlar Kadir-i Mutlak’ın rızasına sahip olanlardır. Mutlak’a ait yaratılışla varlıkların yarattıklarını birbirinden ayırmalısınız. Mutlak’a ait yaratılış, kitabınızda da zikredildiği gibi yokluktan varlığın meydana getirilişidir, bunu hiçbir yaratılmış varlık meydana getiremez. Yaratılmış varlığın yapacağı yaratma işlemi ise, Kadir-i Mutlak’ın var etmiş olduğu şeyi sonu gelmez bir değişiklik içinde halden hale koymak, yaratmak, parçalarına ayırmak ve toplamaktan ibarettir. Evren içinde her zaman dağılan, her zaman bir araya getirilen sistemler vardır.
İsa’yı, ideal insan modeline en yakın, yüksek nitelikte bir ara model olarak kabul edebilirsiniz. Şu şartla ki, kendini İsa olarak tanıtan varlık, tüm alemi kapsayan bir İdare Mekanizmasının elemanıydı. Bağlı olduğu sistemin kendine verdiği görevi yerine getirmek için, yine kendi seçmiş olduğu vasıta ve kanallarla yeryüzüne inmiştir. Siz onu babasız olarak bilirsiniz. O fizik olarak yeryüzünde kendine baba olacak herhangi bir kimseyi bulamazdı, bu yüzden onun babası kendisidir ve baba olarak kendi Planını seçmiştir. Semavi Baba sözünü bu kasıtla söylemiştir. O oğuldur, çünkü kendi planının dölüdür!
Beşer varlığının özünü meydana getiren esas, insan varlığının özünü meydana getiren esasta birleşir, yani özde birleşirler. Bu zaten varlığın ortaya çıkışı esnasındaki aynılığın ifadesinden başka bir şey değildir. Aradaki en büyük fark, insan prototipiyle şimdiki beşerin cevher ve şuur içeriklerinin birbirinden çok farklı oluşudur. Bu da evrimin zorunlu bir sonucudur. Cevher ve şuur, daima evrim sürecine uygun olarak kademeli bir şekilde değişikliğe boyun eğer. Bu değişikliği kendi bünyesinde isteyerek gösterir ve değişiklik insan prototipinin özünü kendi bünyesinde meydana getirinceye kadar devam eder. Maddi yapı ancak cevherin kudreti ve yoğunluğu oranında akışkanlık, mükemmellik, olgunluk ve faaliyet kazanır. Bedensel yapınızın niteliklerini iyice gözden geçirirseniz ve buna kendi anlayışınız çerçevesinde bir kalite, bir nitelik damgası vurursanız, işte o oranda da cevherinizin durumunu saptayabilirsiniz. Denilebilir ki cevheriniz, yani öze desteklik eden yüksek unsurunuz, şu andaki bedenlerinizin yükünü taşıyabilecek kudrettedir. Onları organize, uyumlu ve faal halde, fakat kendi büyüklüğü oranında uyumlu halde tutabilecek bir yapıdadır. Gerçekten de dünyadaki beşerin ömrü kısadır, gerçekten de bedenin uyumu birçok kesintiye uğramaktadır, gerçekten de yıpranma süreniz çabuk dolmaktadır. Bundan şu aşkın sonucu çıkarabilirsiniz. Cevher olarak biz maddi organizmayı uzun süre uyumlu, uzun ömürlü, sağlam ve fonksiyona hazır durumda tutamıyoruz.
Varlığı oluşturan unsurlar cevher ve şuurdur. Varlık ise öz’dür. Öz, Kadir-i Mutlak tarafından var edilendir, o evrenleri oluşturan titreşimlerin en incesinden daha incedir. Evrenlere iniş ve oraya bağlanış Öz için pratik olarak imkansızdır. Bu yüzden cevheri ve şuuru meydana getirmiştir. Cevhere bu yüzden destek madde denir, desteklik yapan esas denir. Böyle olunca, Öz bir anlamda mutlak olarak her şeyden ilgisini kesmiştir. Dış yüzü sadece cevher, sonra şuur, sonra da şuur alanıyla bedene kadar, yani maddi ortama kadar kendini gösterir.
Boyuta bağlı olmak sorununa gelince, bağlanmak ancak cevher aracılığıyla yerine getirilen bir konudur, yani cevherin barındırdığı titreşimsel karakter ve düzey nereye göre ayarlanabilmişse, oranın boyutuna bağlılık vardır. Siz kendinizi üç boyutlu bir alemde sanırsınız ve hayal edersiniz ki noktayı çekersek çizgi, çizgiyi çekersek yüzey, yüzeyi çekersek bir küp meydana gelir. Aslında böyle bir şey mevcut değildir. Bu bir aldanmadır ve zaten siz şu halinizle iki veya dört veya on veya sekiz, herhangi bir boyutun zihni kurgusuna ve idrakine sahip olamazsınız. Bu sizin için asla mümkün olmayan imkansız bir sorundur. Buradan da anlaşılıyor ki, bu şekildeki imajinasyonunuz sadece yanıltıcı bir imajinasyondur. Öyleyse boyut, geometrik bazı katlanmaların, bükülmelerin ve genişlemenin bir sonucu değildir. Boyut, iç içe birbirini kapsayan titreşim planlarıdır ki, bunların alanı çok geniştir, alemleri kapsayacak kadar geniş. Zaten bu sorun henüz sizlerin tartışmanızı gerektirecek kadar tarafınızdan anlaşılmış, kavranılmış da değildir. Varlık, öz olarak var olan tüm ince titreşimlerden de ince titreşimlere sahip olduğu için, boyut dışı bir varlıktır. Cevher ve şuur olarak boyut içi bir varlık olmaya zorunlu kılınmıştır. (Sayfa: 559-562)

( Celse: 126 Tarih: 1. 5. 1970 ) Şüphe yok ki Kadir-i Mutlak olan Allah önce Özü yaratmıştır. Bu Öz tüm evrenleri kendinde bir araya getirmiştir, enerji, vasıta ve varlıktır. Özün enerji niteliği, Mutlak olan Allah’ın bizzat meydana getirmiş olduğu Evren Işığı veya enerjisidir. Bu enerji her şeyin kaynağı ve her şeyin esasıdır. Onun varlık evreninde belirişi ancak yaratılışla ortaya çıkar, Öz budur. Cevher ise, Özün kendi dışında oluşturduğu ve evren maddesinin enerjisine dayanabilecek daha yüksek bir enerji birikimidir. Şuura gelince, gerek özdeki gerekse cevherdeki enerjinin aksiyon halindeki tavrıdır. Böylece, aksiyon halindeki tavırlanma, yani maddeye karşı vaziyet alma, bilgiyi kullanma kudret ve yetkisinin bir yerde toplanması, şuur dediğimiz yeni bir mekanı oluşturur. O halde şuur, genel anlamıyla özün ve cevherin enerjisinin madde evreni karşısında aksiyon olarak ortaya çıkan bir tavırlanmasıdır. Bu tavrın sonucunda, aksiyon konusunun ve mekanının bilgisi ortaya çıkar. Sizin bu şuuru idrakiniz mümkün değildir, fakat bu kadarını bilmenizde fayda var. İşte şuur alanı böyle bir aksiyonun sonucunda oluşur. Dolayısıyla şuur alanı, özden cevhere, cevherden bir tavırlanmayla alana ulaşan değişik karakterdeki enerjilerin ve titreşimlerin dalgalanması, çeşitli mekanlarda yerleşmesidir. Şuur alanının mekanı birkaç yönlüdür. Sizler mekanı da zihninizde kurgulayacak kadar değişik bir hayal gücüne sahip olmadığınız için, ancak mekan olarak maddi ve perispirital mekanları anlayabilirsiniz.
Enerjide mekan. İlk defa böyle bir ifadeyle karşılaşıyorsunuz. Önce de söylemiştik, şuur bir enerjinin aksiyon halindeki tavırlanmasıydı. Enerjinin mekan bulması, o enerjinin belli bir titreşim düzeyinde kalması demektir. Bu titreşim düzeyi o kadar geniş ve kuşatıcı bir düzeydir ki, o enerjinin içinde birkaç boyut belirebilir. Demek ki, enerjinin bir titreşim düzeyinde kendini göstermesi, enerjinin mekansal halini ifade ediyor. Bu titreşim çok değişik durumlar gösterebilir. Örneğin sizin mekanınızda, yani boyutlarınızın üçlü olarak kesiştiği noktada, (ki sizin duyular dünyanızdır, duyularınızla idrak ettiğiniz maddi mekandır) titreşimin değişimi milyarlarla ifade edilemeyecek derecede yüksek bir varyasyon gösterir. Bu sadece boyutlarınızın üçlü olarak bir noktada kesişmesinden doğan bir görünüştür. Şüphesiz duyularınızla tanıdığınız bir alemin duyular dışı titreşimleri de vardır ve bunlar bir hayli sayıdadır. O halde enerjinin mekanı size göre, kaba maddenin en ilkel yapısından başlayıp şuur alanınızın en kaba taraflarına (ki maddi mekanınızın en ince tarafı olur) kadar uzanan bir açı içinde kendini gösteriyor demektir. Aynı enerji başka bir mekana dönüştüğü zaman, onun en kaba noktası, sizin en ince noktanız gibi bir başlangıç oluşturabilir ve böyle mekanlar vardır.
Şuur, enerjinin aksiyon halindeki tavırlanmasıdır demiştik, bu şuurun enerjetik bir tarifi oluyor. O halde beşer varlığının özünden cevherine ulaşan enerji, şuurundaki enerji değildir. Şuurdaki enerjinin aksiyon haline dönüşü ve tavırlanması, insan prototipiyle beşer arasındaki farkı oluşturur. O halde beşerin evriminden maksat, bu tavırlanmanın aksiyona en uygun şekilde katılıp enerjinin mekanının yükselmesi, mekanının değişmesi demektir. Beşerdeki enerjinin aksiyon halindeki görünüşüyle, insan prototipinin enerjisinin aksiyon halindeki görünüşü (şüphesiz her ikisi de şuurda oluşur) birbirinden farklıdır. İşte evrimin derece derece artan uzantısı, bu şuur enerjisinin aksiyon halinin ve tavrının yükselmesi, incelmesi ve nihayet başka bir mekana dönüşmesi demektir.
Maddi bedeniniz iki ana kaynaktan beslenir. Birinci kaynak, bedenin şuur alanları vasıtasıyla devamlı bir yıkanmaya tabi tutulmasıdır, yıkayan şuur enerjisidir. Dolayısıyla, o enerji bedene ulaşıncaya kadar geçirdiği tüm maddi evreleri de aynı derecede aksiyone eder. Amaç sadece bedenin iyileştirilmesi değil, bedene gelinceye kadar bağlı kalan tüm enerji yoğunlaşmalarını da akışkan hale getirmektir. Bilindiği gibi sizin mekanınızda enerjinin en kaba hali, en yoğun hali formdur, yani şekildir, eşyadır. Çevreniz ve bedeniniz bunun özel bir halidir. İkinci kaynak, bu maddenin kendiliğinden birbirini karşılıklı ve zincirleme etkilemesi ve bu etkilemenin hiç arkası kesilmeden devam etmesinden doğmaktadır, yani her şey kendi kendine ve kendinden gayrisine sürekli etkide bulunur. Öyleyse siz bedeninizi iyileştirmek, mükemmel kılmak, yani vasıtanızı en uygun, en verimli hale getirmek için iki ana noktayı adamakıllı anlamak ve öğrenmek zorundasınız. Birincisi, şu halinizdeyken mümkün olduğu kadar şuur zenginliğinizi, yani çeşitli şuursal enerjilerinizi kullanabilmek, ikincisi, bedeninizle ilgili en doğal maddi titreşimleri ve kaba enerjileri yerli yerinde kullanmaktır.
Düşünce, şuurun enerjetik faaliyetlerinden birini oluşturur. Hani enerji aksiyon haline döndükten sonra tavırlanır demiştik. İşte bedene bağlı öz kişiliğinizin beden içindeki tavırlarından biri düşünce şeklinde kendini gösterir. Aslında düşünce bir enerjinin alfabetik olarak sıralanışıdır. Şu anlamda ki, bu alfabetik sıralanış bedenli aksiyon alanınızın gerektirdiği tüm koşulları yerine getirir, yani siz düşünürken düşünceniz belirli kanallar ve kalıplar içinde bir silsile izlemek suretiyle meydana gelir. Bu düşünce faaliyeti, serbest ruh halinizde de meydana gelir, fakat buradaki alfabetik sistem değişmiştir. Artık başka bir şekilde yüksek şuurunuza ait enerjinizin tavırları meydana gelecektir. Böylece düşünce bildiğiniz boyut kalıpları içinde bulunmaz, çünkü o doğrudan doğruya şuur enerjisinin bir tavrıdır, aksiyondan doğan bir vaziyet alışıdır. O bugün tüm faaliyet alanınızı kaplamıştır, oraya özgüymüş gibi görünmesine rağmen, aslında kaynak olarak daha yüksektir ve sizi başka enerji mekanlarıyla bağlantılı kılar. Siz böylece bir medyum vasıtasıyla bilgi alır, kendi kendinize ilham alır, vahiy alır ve kozmik planların, ruh planlarının size nasip etmiş olduğu enerjiyi çekersiniz. Bilerek yahut bilmeyerek çekersiniz, bilerek aldığınız enerji genel enerjinin binde biri kadardır.
Kadir-i Mutlak Allah nazarında, yaratılmış olanların hepsi eksik ve evrime muhtaçtır. Bu durumda, hiçbir varlık sisteminde kendiliğinden bir mükemmellik söz konusu değildir. Fakat sözlerimizin başında da belirtmeye çalıştığımız gibi, enerjinin mekanlaşması yaratılışın ilk emriyle hangi mekanlar içinde nasıl meydana gelmiştir bu bizim için meçhul, bunu biz de bilmiyoruz. Dolayısıyla, sizin ve bizim ve bizden yukarıdaki sistemlerin bu konuda kesinlikle bir yanıtı yoktur. Kısaca, enerjinin hangi durumda mekanlaştığını bilmiyoruz. Bu noktaya çok, ama çok dikkat ediniz ve iyi inceleyiniz!
Peygamberler, içinde bulundukları mekanın enerjisini yerli yerinde kullanabilecek olgunluk düzeyine ulaşmış varlıklardan başka bir şey değildirler. Her insan, kendine nasip edilmiş enerjiyi bulunduğu mekanda hakkıyla harcayıp aynı derecede hasat elde edebiliyorsa, aksiyon bakımından, ruhuna kazandırmış olduğu değer bakımından peygamberleriniz kadar, hatta onlardan daha fazla bir olgunluk düzeyini elde etmiş demektir.
Şüphesiz peygamberleriniz liyakatli kişilerdi. Kendi mekanlarının enerjisini beden mekanı içinde kullanma hakkına sahiptiler ve bunu yüksek hayır uğrunda kullanmışlardır. Kendi mekanlarının enerjisi onları terk etmediği sürece bunu yapmışlardır. Bu enerjiyle bağlantıları zayıfladığı ve kesintiye uğradığı zaman bunu yapamamışlardır. Bunun dışında basit bir görünüşte, belki de dengesiz insanlar durumundadırlar. Şunu demek istiyoruz ki, peygamberler, Yüksek Ruhi İdare Mekanizmasının vekili değildirler, onun namına konuşan da değildirler. Sadece kendilerinde mekanının enerjisini yüksek hayır uğrunda kullanma gücünü gören ve bu gücün kullanılmasını isteyen, bulunduğu evren sisteminin genel sürecine uygun misyon yüklenen şuurlu insanlardır.
Size yeni bir şeyden söz ettim. Demek oluyor ki yeryüzünde bir dinin, din şeklinde bir öğretinin ortaya çıkışı, Yüksek İdare Mekanizmasının planlarına dahil değildir. İdareci Planın bir programı vardır, bu program her nerede olursa olsun, şartlar ne olursa olsun aynıyla uygulanır. Bu hiçbir şekilde değişmeyecek olan kaderinizdir! Bu kaderin içine giren varlıklar kendi enerjilerini ve hür iradelerini geliştirmek, evren içindeki yerlerini yükseltmek, yani evrimleşmek zorundadırlar. İşte o kadroya dahil varlıkların yetişmesini sağlamak için öğretmenlerin ortaya çıkışı Nedensellik Prensibinin gereğidir. Yani peygamber dediğiniz varlık, mekanınızın dışındaki bir mekandan kayarak gelmiş bir varlık değil, kendi mekanınızın enerjisinden ortaya çıkmış, aleminize ait ihtiyacı karşılayan bir paratonerdir, yani mekanının enerjisini çekip varlıklara bilgi şeklinde dağıtabilecek kudretli bir kişiliktir. Bu görevi birçok liyakatli kişi arasından ancak biri üzerine alır ve yürürlüğe koyar. Bu gönüllüyü Yüksek İdare Mekanizması bir misyonla idare eder, yol gösterir, fakat onu daha evvel göreve atamaz. Bu ince farkı kavrayınız! Böylece beşerin önünde uzanan yolu ve insana doğru yaklaşmasının hikmetini daha iyi anlamış olursunuz! (Sayfa: 563-568)

( Celse: 127 Tarih: 15. 5. 1970 ) Öz’den murat varlığın ta içi, yani tam anlamıyla kendisi, esası demektir. Varlık sözü ise anladığınız anlamından çok farklıdır. Varlık, Mutlak olan Allah’ın sonsuz enerjisinin tek ifadesidir. Böyle olunca, Kadir-i Mutlak’ın meydana getirmiş olduğu bütünün adı varlıktır. Onun başı ve sonu belli olmayan varyeteleri vardır ki, bunlar yine sonsuz boyutlara dağılmış varlıkları oluştururlar. İşte siz bu varlıkların bir kısmını kendiniz, bir kısmını da eşya olarak görürsünüz ve onlara ayırt etmeden varlık diyemezsiniz. Varlık kelimesini sadece canlı adını verdiğiniz bir varyete için kullanıyorsunuz. Oysa varlık bir küldür. Kadir-i Mutlak ve onun varlığı!
Kadir-i Mutlak’ın Enerjisi varlık için meçhuldür, fakat kendi varlığını oluşturan alan içindeki enerji onun keşfine amadedir. Dolayısıyla varlık, örneğin insan varlığı, öz olarak ele alındığı zaman işte bu bir ve bütün olan varlığın enerjisinden meydana gelmiş demektir. Oysa bu enerji en başından en sonuna kadar evrenin tüm yönlerinde, tüm boyutlarında vardır. Bu enerji sürekli şekil değiştirmekte, sürekli yeni varlık dizileri meydana gelmekte veya değişikliğe uğrayıp hal değiştirmektedir. İşte vaktiyle yeryüzündeki bazı insanların kendilerinde ilahlık vehmetmeleri bu yüzdendir. Onlar külli varlıktaki enerjiyle, kendi kişisel enerjileri arasında bağlantı kurmuş, onunla aynı mayadan olduklarını sezmiş, bunun coşkusu içinde birtakım haller göstermiş ve ifadelerde bulunmuşlardır.
Şunu belirtmek isteriz ki, Kadir-i Mutlak Allah’ın zatıyla, tüm varlığı meydana getiren enerji aynı değildir, çünkü hiçbir varlık Mutlak Allah’ın yaratış olayını bilemez. Yani bu enerjinin dağılışını, mekanlar arasındaki bölünmesini, tüm varlıkları meydana getirişini ve mekanizmasını bilemez. Bu tam anlamıyla Mutlak bir bilgidir, o da Kadir-i Mutlak olan Allah’ın yanındadır. Böyle olunca, insanın özünü oluşturan enerjiyle, tüm varlık dizilerini oluşturan enerji arasındaki bağlantının ne kadar sağlam olduğunu ve İlgi Yasasının nasıl sımsıkı devam ettiğini anlayabilirsiniz.
Varlık, Asli Enerjinin varyasyonundan ibarettir. Enerjinin varyasyonu ise onun titreşiminin değişik frekanslarıyla, değişik dalga boylarıyla, değişik kapasitesiyle ilgilidir. Aynı maddenin, aynı varlığın diyelim ki içinde bulunduğu sistemdeki hali A ile gösterilsin. Bu varlığı yüksek frekanslı, titreşim durumu ilk bulunduğu durumdan çok farklı bir yere götürdüğünüz zaman, onun sizce bilinen fiziki yasalara uygun yönleri değişikliğe uğrar, yani sizin fiziki yasalarınız orada hükümsüzdür. Fakat o varlığın kazanmış olduğu yeni niteliklerle kaybetmiş olduğu nitelikler arasında epey fark vardır. Eğer daha ince düzeyde bir titreşim sistemine dahil olmuşsa, kazanılmış yetenekler o oranda kudretlidir. Eğer beşerin dünyadaki evrimi ne demektir diye sorulursa, şöyle demek gerekir. Beşer, gerek şuuruna ait titreşim, gerekse maddi vasıtasına ait titreşim bakımından daha yüksek bir titreşim sistemiyle bağlantı kurabilecek, dayanabilecek ve orada kendi enerjisini Evren Enerjisiyle temas ettirebilecek durum kazanırsa evrimleşmiş demektir. Enerjinizin kullanılması ve titreşiminizin yükseltilmesi yine iki şarta bağlıdır. Birincisi, bedeninizin seyreltilmesi, yoğun halden çıkıp daha seyreltik hale getirilmesidir. İkincisi, ruhunuzun birtakım eksik deneyimlerden, kazanılmamış ham bilgilerden kurtarılarak şuur alanınızı oluşturan enerji kademelerinin ve materyalin daha kudretli ve akışkan olmasını sağlamaktır.
Bedenli deneyiminiz süresince, kendinizi bedenli bir varlık olarak düşünmemenin alışkanlığını kazanınız. Siz yoğunlaşmış bir enerjisiniz, hatta enerjiniz öyle bir özellik arz eder ki, buna varlığa dönüşmüş enerji denebilir. Bu durumda, yanlış ve maksatlı bir faaliyetin sonucunda herkesin zihninde oluşmuş ikiliği mümkün olduğu kadar idrak ve bilgiyle bertaraf ediniz. Ruh ve madde ikiliği değil, ruh ve madde birliği vardır. Onun birliğinin oluşumu varlığa dönüşmüş enerjidedir. Unutmayınız ki, fizik evren olarak ifade ettiğiniz bu yoğun enerjinin ışınımları, ondan fışkıran tüm ışık ve akışkanlar, aynı zamanda spadyum adını verdiğiniz daha ince yoğunluktaki bir enerji ortamının bünyesine etki etmektedir, yani onların birbirine girişen noktaları vardır. Şu halde maddi ve ruhi alanı birbirinden ayırt etmenin bir hata olduğu açıktır. Eksik bilgiye sahip bazı kardeşleriniz, maddeyi asal bir unsur olarak ele almaya çalışmışlar, bazılarıysa ruhu ele almışlardır. Oysa bu ikisi arasındaki fark bir vücudun önü ve arkası gibidir!
Ölüm olayı enteresan bir durumdur.Vücut, yani canlı beden diye ifade ettiğiniz ortam, fizik bedenden ve ruhtan farklıdır. Öyle bir yapı ve öyle bir auraya sahiptir ki, o boyutta, o mekanda hem yüksek bir boyutun varlığı, hem alçak bir boyutun varlığı birleşmiştir. Enerji skalasına göre, madde daha yoğun, ruh ise onunla kıyas kabul etmeyecek derecede daha seyreltik ve ince bir enerjidir. İkisinin bir arada bulunuşu, örneğin bir bedeni oluşturabilir. Ölüm halinde ise bu iki enerji türü kendi titreşimlerinin, kendi kaynaklarının, kendi mekanlarının yerlerine dönerler, yani siz buna beden toprağa, ruh ahirete gitti dersiniz. Ölüm gerçekleştiği zaman ruhi enerjiyle maddi enerji birbirinden ayrılır. Canlı varlık adını verdiğiniz sistem, her ikisinden de farklı bir sistemdir. Özel bir çaba ve kudret altında bir arada tutulur. Canlı varlığı ayakta tutan, onu sürekli besleyen İdare Mekanizması, genel olarak ömrü belirleyen bir mekandır. Bu mekanın enerjisi, canlı varlığı bütün halinde tutar. Bu enerji fonksiyonunu sona erdirdiği zaman canlı varlık da ortadan kalkar ve unsurlar tekrar kaynaklarına dönerler. Enerji olarak yüksek titreşim kazanmış varlıkla, enerji olarak düşük titreşim sahibi varlık kendi yollarında tekrar evrimlerine devam ederler, yani madde olarak varlıklaşmış enerjiyle, ruh olarak varlıklaşmış enerji arasında şüphesiz titreşim bakımından çok büyük farklar vardır. İşte onun için her şey aslına döner dersiniz. Aslına dönmek, bir ve tek olan varlıklaşmış enerjiye katılmaktır. (Sayfa: 569-572)

( Celse: 128 Tarih: 22. 5. 1970 ) Evren Işığı ve varlık evreni deyimleri birbirinin tamamlayıcısıdır. Aslında öteden beri İlahi Nur ve Işık olarak bilinen şey, Kadir-i Mutlak’ın Enerjisidir ve ancak varlık şeklinde ortaya çıktıktan sonra ona Evren Işığı adı verilmiştir.
Bir evrim ortamı içinde varlıkların evrimiyle ilgili bir öğrenim süreci ve bu öğrenimin de öğretmenleri vardır. Ruhi sisteme göre öğretmenin atanması sadece maddi bir yapı içinde değil, ruhi bir yapı içinde de gerçekleşir. Bu duruma göre, insanlığın ihtiyaç duyduğu bir peygamberin belirmesi şüphesiz Ruhi İdare Mekanizması tarafından bilinir, gözetlenir ve hesabı yapılabilir. Her peygamber görevlidir, görevi bir yerden almaz, kendisi meydana getirir, dolayısıyla bu görev kendine verilmiş olur. Daha ayrıntılı anlatmak gerekirse şöyle diyeceğiz: Evren Enerjisini insanlığın hayrına kullanmak üzere kendinde toplayabilecek, paratoner görevi yapabilecek bir varlık, bu göreve bir veya birkaç yaşamında hazırlanmaz. Onun, karmik sistemine uygun bir geçmişi vardır, varlık bu karmik sisteminin kendine sağladığı büyük güçleri ve bunların üstündeki büyük liyakati kullanabileceğini önce kendine, sonra varlıklar alemine gösterir. Bu gösterme elbette idareciler tarafından incelenir ve benimsenir. İşte tüm peygamberler böyle peygamber olmuşlardır, yani peygamber olarak varlıklara evren bilgisini ulaştıracak kimse, bu görevini yerine getirmeden birkaç yaşam evvel Yüksek Ruhi Mekanizmaya görevin talibi olduğuna dair beyanda bulunur.
Sanmayınız ki aynı görevi yapacak tek bir varlık vardır. Haşa, aynı görevi yapacak pek çok varlık vardır. Bunlar evrenin çeşitli sistemlerinde, başka planetlerde mevcutturlar. Onlar yetişmiş kimselerdir, yeryüzündeki enkarnasyonları büyük değer taşır. İşte bu enkarnasyonları sırasındaki beyanlarıyla görevlerini yerine getirmeleri uygun görülür ve her türlü mizansen ona göre düzenlenir. Ortamı seçilir ve tüm yaşam, tüm çevre gayet kuvvetli bir paratoner olan bu varlığın oluşturduğu odak etrafında düzenlenir.
İsa adlı varlık, Muhammed adlı varlık, gelmiş geçmiş büyük öğretmenleriniz hep aynı yolu izlemişlerdir. Demek ki biz İsa’ya, o İdare Mekanizmasının malıydı dediğimiz zaman şunu anlamanız gerekirdi. Hazreti İsa, yeryüzünde enkarne olmadan evvel başka planlarda, başka gezegenlerde çeşitli zamanlarda enkarne olmuş ve Yüksek İdare Mekanizmasının programlarını uygulamış bir varlıktır. Sonradan yeryüzündeki programın uygulanmasında defalarca görev almış ve sonunda peygamber olarak ortaya çıkacak şekilde orijinal bir görevi de yerine getirmiştir.
Bir peygamber iki yoldan bilgi verir. Birincisi bizzat kendi içeriğidir. Onun içerdiği bilgiyle, ona yardım şeklinde gelen tesirin getirdiği bilgi arasında hemen hemen hiçbir fark yoktur. Çünkü bu öyle bir yetiştiriciler planıdır ki, kendisi o plana dahil bir unsurdur, bir üyedir. Onun mekanı elbette sizin mekanınızdan daha yüksekte oluşmuştur, yani o grubun bilgisi hikmettir ve sizler için Rab düzeyindedir, tüm olgunluğuyla sizin tüm gerçeklerinizi barındırır. Dolayısıyla, böyle bir mekandan inmiş varlığın sizlere vermiş olduğu bilgiyle, vahiy yoluyla gelmiş bilgiler arasında fark yoktur. Fakat insanın yetiştirilişinde bazı metotların terk edilmemesinde büyük faydalar vardır. Eğer yeryüzündeki Son Devre’yi başlatan Adem olarak bildiğiniz varlık metot itibariyle vahyi seçmemiş olsaydı, bu gelenek bilgi şeklinde yetiştirilecek insanlara yayılmasaydı, peygamberleriniz vahiyden söz etmeyeceklerdi. Bu genel bir öğretim ve terbiye sistemidir.
Evrenin varlıklarına özgü metot ve sistemler niçin birbirinin benzeri olsun? Zaten mükemmellik ve Tanrı’nın hikmeti, O’nun, sonsuz evrim sistemlerine sahip olmasından ileri gelmiyor mu? Evrenleriniz, birbirinin içinde ve dışında olmak üzere sıralanmış boyutlarla, mekanlarla doludur. Siz fizik evren olarak bir ruhi evrene bağlısınız, bunlar birbirini kuşatmış fakat bir perdeyle birbirlerinden ayrılmışlardır. Evrenin her noktası doludur, her noktasında varlık vardır. Ruh açısından maddi alemle bağlantı kurmak için oluşturulan vasıtanın önemi bambaşkadır. En önemlisi, nereyle bağlantı kuracaksa, oraya uygun bir vasıtanın seçimidir. Ateşle bağlantı kuracaksa ateşe uygun bir vasıta, suyla bağlantı kuracaksa suya uygun bir vasıta seçer. Bu yüzden, varlığı düşündüğünüz zaman, onu daha çok saf gerçek olarak ruh şeklinde ifade etmeye çalışınız. Maddi bedeniniz, ancak ruhi enerjinizin kudreti ve koruması altında bütünlüğünü koruyabilir, siz ruhi varlık olarak mekan değiştirdikçe, her fiziki mekanın imkanından yararlanabilecek vasıtayı oluşturabilir, değiştirebilir, yok edebilir ve düzeltebilirsiniz. Sizin için fiziki bedenin değişmesinin bu kadar önemli olması biraz garip! Bu kadar.
İsa’nın anne karnındaki yerine bağlanması kendi enerjisiyle olmuştur, çünkü İsa çok yüksek bir topluluğun üyesiydi! Bizim planımızla onun planı çoğu zaman işbirliğinde bulunur. Evren tesirlerinin, enerjisinin ve titreşiminin, bazı noktalarda ve bazı maddi sistemlerde (örneğin beden gibi) toplanabilmesi için, bedeni yahut o maddi sistemi oluşturacak maddelerin bir özelliğe, değişik bir titreşim karakterine sahip olma zorunluluğu vardır. İsa, annesinin yumurtasını bizzat kendi döllemiştir. Bu size elinizdeki deneyimsel bilgilerinizden dolayı garip gelebilir, fakat asıl gariplik elinizdeki bilgilerdedir! Unutmayınız ki her madde bir miktar enerji, dolayısıyla bir titreşim topluluğudur. Her titreşim, daha yüksek bir titreşim karşısında onun kendine empoze ettiği yönde harekete ve değişikliğe mecbur olur. Nitekim siz beslenirsiniz ve bir titreşim topluluğunu daha yüksek bir titreşim topluluğu olan bedeniniz istediği şekilde kullanır.
İşte İsa da annesinin karnındaki yumurtaya, yani belirli bir titreşim topluluğuna, yine titreşimsel bir müdahaleyle ve kanaldan geçmek suretiyle normal bir döllenmeyi sağlamıştır. Döllenme diye tanımladığınız olayda, o yumurtanın titreşimi, enerji durumu değişir. Siz bunların ancak fizyolojik, kimyevi ve fiziki değişikliklerini, yani son olaylarını, maddeye en kaba şekilde yansıyan sonuçlarını gözlemlersiniz. Aynı olayın yüksek tertipten ifadesi yukarda anlattığımız gibidir. Reaksiyon, faaliyet başladıktan sonra devam eder. Hele yüksek bir paratoner, yüksek enerjiyle yüklü bir varlık tarafından idare ediliyorsa, bu daha da kolaydır. Eğer bunu benimsemiyorsanız, Ruhi İdare Mekanizmasının maddi sistemleri idaresini hiç benimseyemezsiniz!
Böyle olunca, kendi göreviyle ilgili olayların meydana gelişinde gerekli maddi ortamı yaratmak, beslemek, büyütmek ve yetiştirmek İsa’nın normal hakkı ve göreviydi. Böylece anne karnında kendi maddi ortamını çok daha kudretli, çok daha enerji tutucu şekilde büyütmüş, yetiştirmiş ve sonunda ona bağlanmak suretiyle doğumunu düzenlemiştir. Kutsal kitabınız Kuran’da İsa’nın doğar doğmaz konuştuğu yazılıdır. Kendine öncülük eden Yahya’yla anne karnındayken karşılıklı söyleştikleri kaydedilmiştir. Bütün bunlar o maddi sistemi sevk ve idare eden varlığın kapasitesi hakkında size gayet açık fikirler verir, hakimiyet derecesinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtlar.
Tüm insanlarda olduğu gibi, sizin topluluğunuzda da kavram kargaşası var. Liyakatli bir varlığın bir görevi yerine getirirken, görevinin sürekliliği içinde meydana gelen bekleme ve boşluklar bir liyakatsizliğe kanıt oluşturmaz. Peygamber olan varlığın gerek kendi planıyla, gerekse kendi özüyle enerji bağlantısını, paratonerlik görevini nasıl meydana getirdiğini, nasıl açığa vurduğunu bilemezsiniz, anlamanız da çok güçtür. Bu tür görevin yerine getirilişindeki duraklamalar, sizin anladığınız anlamda bir tökezleme, bir sürçme, bir hata sonucunda meydana gelen boşluk ve uyarı şeklinde değildir. Bu bir tür enerji gezinmesidir. Enerjinin çeşitli evreleri içinde aynen bir sürgü gibi yer değiştirmek, çeşitli kanallara bağlanmak, çeşitli enerjileri değiştirip analiz ve senteze tabi tutarak görevin yerine getirilmesinde gerekli hal yolunu bulmak için meydana gelir. Bu gezinme bazen size göre bir gün, bazen bir sene, bazen kırk sene sürer. Bu bir şey ifade etmez. (Sayfa: 572-579)

( Celse: 129 Tarih: 26. 6. 1970 ) Bugün size stres adı verilen, fakat esas itibariyle beşeri karmanın tortularından doğan pratik bir konudan söz edeceğiz. Beşeri karma, insanın fonksiyonel yapısıyla ilgili bir özelliktir. İnsan ruh ve beden sahibi olduğu sürece, yani insan kimliğindeyken sürekli faaliyet içindedir. Bu faaliyet, Evrensel Enerjinin kuvvetleri ve yasaları dahilinde meydana gelir. Evrensel Enerji tüm varlıklara egemendir, tüm varlığın hayatiyetini sağlar. Varlık dediğimiz zaman yaratılmış her şeyi anlamalısınız. İnsan sürekli faaliyet içindeyken, Evrensel Enerjinin paralelinde veya ona zıt yönde bulunabilir. Bunlar aynı zamanda İlahi Yasaların, Prensiplerin, kısaca İrade Yasalarının paralelinde veya zıddında bulunmak demektir. Faaliyet ve iş, insanın gösterebileceği en yüksek var olma yeteneğidir. Bir varlık faaliyet içindeyken tüm enerjisini kullanamaz, fakat faaliyet için gerekli olan bilgiyi, ruhi yetenekleri, fiziki yetenekleri ve sosyal yetenekleri kullanır. Fakat faaliyet her zaman Evrensel Enerjiye ve Prensiplere uygun olarak meydana getirilemez, çünkü insana, yani beşere irade özgürlüğü tanınmıştır. Kendi idraki, düşüncesi ve vicdanı, bu faaliyetin yönünü, niteliğini ve yüksekliğini belirler. İşte insan faaliyet içindeyken kendi ruhi düzeyini, ruhi kapasitesini artırma, genişletme ya da dağıtma durumlarını da yaratmış olabilir. Beşeri karma böyle oluşur.
Varlık bir madde sisteminin titreşimsel evrimini tamamlayıncaya kadar o madde sistemine gömülür ve bu aralıklarla devam eder, buna reenkarnasyon denir. Birçok yaşamlar boyunca meydana getirilen faaliyet, varlığın ruhi yapısı üzerinde kah parlak, kah donuk alanlar oluşturur. Parlak alanlar, Evrensel Enerjiye ve Prensiplere uygun hareketten doğmuş, insanın gerçek evrimini sağlamış faaliyetin bir aynasıdır. Donuk alanlar, hatta deyim yerindeyse paslı alanlar ise faaliyetin verimsiz olduğunu ve varlık tarafından telafi edilmesi gerektiğini ifade eder. İşte insanın karmik kaderi, faaliyetleri sonucunda ruhunda birikmiş ağır ve kaba titreşimlerin telafi edilmesini gerektiren bir yasadır. Bu kalın, kaba ve engelleyici, anlayışı ve vicdanı karartıcı tesirlerin bir yaşam boyunca meydana getirdiği köstekler ve kıpırdanmalar, insanlarda bir takım marazi faaliyetlerin doğmasına sebep olur. Şuur yüzeyi ve şuur alanı, varlığın esas karmik faaliyetleriyle ilgili olmayan bir takım marazi partiküllerle, titreşimlerle doludur yahut öbeklenmeler vardır. İşte bunlara stres denir. Bu kelimeyi kullanmamız, medyumunuzun bunu bu şekilde ifade edişindendir. Biz buna, telafi edilmesi gerekli yersiz partiküller şeklinde bir tarifle yanıt verebiliriz.
Streslerin normal insan hayatındaki rolü bazen olumlu, çoğu zaman da olumsuzdur. Olumlu oluşları, bir nefs denetimi evresine girmiş olan varlık için şuur alanını kaplayan bu partiküllerin varlığını görmek, kıyaslayarak onları yok etme çabasını göstermek bakımındandır. Olumsuzluğu ise, zayıf iradeli, ruhi bünyesi gelişmemiş bir varlığın sürekli bu streslere bağlı kalması ve yaşamını çok dar bir açıdan, gerekli karmik faaliyetleri göstermeden yaşaması sonucunda ortaya çıkar. Örneğin kin bir strestir, garez bir strestir, öfke bir strestir, bir takım tutkularınız strestir, sabit fikirleriniz strestir, peşin fikirleriniz, peşin yargılarınız strestir. Yani şuur alanından uzun veya kısa zamanda atılması gereken, düzeyi yüksek olmayan kaba partikül veya titreşimlerdir. Onlar ağırlıklarınız ve safralarınızdır. Onlardan kurtulmanın en iyi yolu, bu partikülleri şuur alanınızda belirlemekle başlar. Hiçbir şekilde saptırmaya, bağışlamaya ve hoş görmeye kalkışmadan stres oluşturan her şeyi önce bir gözlemden geçirmek ve gerçekten zararlı, yıpratıcı, enerji tüketici, enerjiyi dönüştürücü olduğunu saptamak gerekir. Bundan sonra yapılacak iş beşeri karmanın gerçekleşmesidir. Kin mi duyuyorsunuz, kin duymadığınızın uygulamasını yapacaksınız, yani faaliyet ve iş olarak göstereceksiniz. Nefret mi ediyorsunuz, bunun aksini iş ve eylem olarak göstereceksiniz. (Sayfa: 579-581)

( Celse: 130 Tarih: 17. 7. 1970 ) Havva Ademden peyda olmamıştır. Adem ilk yaratılan varlık değildir. Adem, bilemeyeceğiniz ve bilmenize de gerek olmayan bir zamanda yeryüzünde yeni bir neslin, yeni bir evrim planının ilk öncüsü ve uygulayıcısı olarak görev almış bir varlıktır. Şüphesiz bu görevi ruhi planda almış, sonra da enkarne olmuştur. Fiziki mirası aynı kudret ve hakimiyetle devam ettirebilmek için kendisiyle birlikte görev almış bir zıt kutba, yani bir dişiye ihtiyaç vardı. Bu görevi de üzerine alan sembolik varlık Havva’dır.
Bir soru soralım, yeryüzünde mevcut ırklara göre Ademle Havva hangi ırka mensuptur? Irkların ortaya çıkışı, materyalist ilminizin sandığı gibi renk hücrelerinin asırlar boyu fiziki şartlar altında başka türlü çalışmasından meydana gelmemiştir. Her bir renk ve buna bağlı olan ırk, özel bir ruhi yapının, bir evrim düzeyinin ve bir ortamın sonucunda bu şekli almıştır. Şüphesiz evrenler iskan edilmemiş değildir. Kısaca şunu belirtelim ki, Adem ve Havva sonsuzdan gelip sonsuza giden varlık neslinin sonsuza oranla pek genç öncüleridir ve dünya için geçerlidir. Sizler bu kuvvetli ve temiz neslin gitgide dejenere olan uçlarısınız!
Evladım, insan dediğimiz zaman kendinizi ve kendinize benzerleri anlamayınız! Beşer kavramıyla insan kavramını, birbirinden kavram ve anlam olarak ayrı tutmalısınız. Beşer olarak Ruhi İdare Mekanizmasının sizlerden beklediği üç esas vardır. Birincisi, bu devrenin enkarnasyonları Yüksek İdare Mekanizmasının yönetimi altında planlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Yapılması gereken şey, İdare Mekanizmasının iç ve dış vasıtaları kullanarak sizi götürmek istediği yönü bulup bu yönde hareket etmektir. İkincisi, beşer olarak potansiyelinizde, yani gizli iç enerjinizde meydana gelecek gelişmenin belirli hız ve ölçüde olmasıdır. Üçüncüsü, beşerin toplu bir idrak ve şuura ulaşarak devrenin nasibi olan bilgiyi alıp uygulamasıdır. Bugün, şu tarihte beşer olarak başınıza gelen ve gelecek olan her türlü belanın ve mutluluğun sebebi bu üç noktada toplanmıştır. Bunların gerçekleşmesi, hayal gücünüzün dışındaki bir kadronun bir devre boyunca yürüteceği faaliyete bağlıdır. Beşerden beklenen, evrendeki bir kum tanesinin fonksiyonu oranında bir fonksiyondur, fakat siz evren içindeki kum tanesinin fonksiyonunu bilemezsiniz ki! Bunu idrak edemediğiniz için de beşerin evren içindeki rolü hakkında açık seçik bir bilginiz olamaz.
Gelecek, dünyadaki beşeri faaliyetin iniş çıkışlarıyla doludur. Gelecek, ıstırap çeken ruhların çığlıklarıyla doludur. Gelecek, elinizdeki bilgilerin yetersizliğinin üzerinize hücum etmesiyle doludur. Gelecek, pek ince bir perde ardında gerçekle batılın yan yana bulunduğu sahnelerle doludur. Gelecek, beşer şuur ve vicdanının yükseleceği ve şaha kalkacağı zamanlarla doludur. Elbette gelecek, spiritüel kudretin çok bariz şekilde tüm beşeriyeti ele geçirmesiyle doludur. Bunlar birer kehanet değildir! Varlıklarınızı ince duygularla ve temiz düşüncelerle yıkamaya alışmanız için vakit henüz geçmiş değildir!
Tövbe duygu halinden eylem haline geçtikçe, elinizden tutan koruyucularınız ve idareci varlıklar şüphesiz ki size kendinizi düzeltme imkanı veren yüksek duygu ve bilgileri ileteceklerdir. Hayatın maddi değer olarak hiçbir varyasyonu, en küçük ruhi değere kıyasla bir kıymete sahip değildir. Beşer öyle uzun bir tarihin ve yolun varlığı ki, şu bir avuç hayatınızın bir tutam tutkuları arasında yok olmaya mahkum edilmemelidir. Basit, geri, adi ve nefsani düşüncelerinizin üzerinde ruhi bir mantık ve bilgiyle hareket ederek kendinizi kontrol altına alınız. Eğer geleceğinizi iyi bir şekilde kurmak istiyorsanız, içinde bulunduğunuz beşeri toplumun örf ve adetlerini, yasalarını, hal ve gidişini benimsemeyiniz! Onlarla kendinizi desteklemeyiniz, onlara tutunmayınız, onlarla kıyas yapmayınız. Şimdiye kadar edinmiş olduğunuz spiritüel bilgiler, beşeri toplumunuzun vermiş olduğu bilgilerin çok üstünde bilgi ve kudreti vermiştir, vermektedir. Vicdanınızı kandırmaya ve saptırmaya kesinlikle razı olmayınız. En ufak bir vicdani tartışmada maddi unsuru haklı göstermeye çalışmayınız. Unutmayınız ki gelecek hayatınız, burada çekeceğiniz ıstırapların ve göstereceğiniz tahammülün sonuçlarına bağlıdır, çünkü şu andaki nesliniz yükü fazla olan ve ıstırapla bunlardan kurtulma kaderini yüklenmiş olan bir nesildir. Mutluluğunuz bile ıstırap üzerine kurulmuştur, bunu hiç unutmayınız! Sizi mutlu eden olayların arkası fedakarlık, acı, ıstırap, elem, yorgunluk, ter ve gözyaşıyla doludur! (Sayfa: 582-584)

( Celse: 131 Tarih: 7. 8. 1970 ) Dünyada beşerin oluşumu, hayvanların derece derece evrimiyle olmamıştır. Evrenlerde mevcut varlıkların hepsi, Yüksek bir Ruhi Organizasyon tarafından birer tez olarak meydana getirilmiştir. Bunun altında şu gerçek yatar. Yüksek Evren Yasalarını ve İlahi Prensipleri benimsemiş ve bunları nefsinde uygulamış bir ruh varlığı, maddeyi her türlü varyasyonu içinde kullanabilir ve bunu kendi iradesine bağlı olarak çeşitli terkip ve sentezlerle düzenleyebilir.
Bir örnek: Bu düzeyde bulunan varlıklar, (ki kavramanız mümkün değildir) maddenin ince ve kompleks özelliklerini bir araya getirmek ve bunlardan yeni sistemler kurmak suretiyle, sizin tüp içinde organik varlık oluşturma çabalarınıza benzer şekilde organik bedenler oluşturacak güçtedirler, çünkü bir organizmayı oluşturan yapı taşlarının aslını meydana getirmede çok ustadırlar! Bu tip varlıklar, ruhların maddi deneyimlerini kemale erdirme konusunda çok değişik özel durumlar ve yetenekler barındıran ortamlar oluştururlar. İşte bunlar bedenlerin esasıdır. Zaten bu bedenleri oluşturacak maddeleri kendi bünyeleri içinde bir araya getirip yasalarla sıkıca çevreledikten sonra, orada onunla temas kuracak bir ruhi varlık muhakkak bulunur. İşte bu ruhi varlık da, kendine beden olarak seçmiş olduğu bu maddi ortamı kendi kapasitesine göre faaliyete geçirir.
Bu irdelemeden şunu anlamalısınız ki bu yüksek varlıklar, evrenlerdeki tüm canlı tiplerini ve ruhun pek oynak, pek girift evrimi için gerekli ortamları meydana getirmişlerdir. Bu en küçük organizmadan başlayıp en çapraşık, en büyük yetenekleri gösterebilecek organizmaya kadar evrenler dolusu değişimler arz eder. İnsan da, beden olarak işte böyle yüksek bir yaratılışa mahzar olmuş bir organizasyondur. Nitekim elinizdeki kutsal metinlerde bir yaratılış anlatılmaktadır, yani insanın oluşumu. Orada size biraz evvel açıkladığımız düşüncelerin esası vardır, yani insan olarak bir beden taşıyan ruh, kendine armağan edilen bu bedenin cevherlerini, yeteneklerini henüz hiç kullanamayacak kadar cahildir.
Bu neye benzer? Bu, bir insana insan dışı bir zekanın armağan etmiş olduğu çok yüksek güç ve kudrete sahip elektronik bir alete benzer. Ancak açabildiği, devreleri bağlayabildiği oranda bu aletten yararlanır. Dolayısıyla, insan bedeni herhangi bir başka bedenin maddi evrimiyle meydana gelmiş bir varlık değildir, özel olarak yaratılmıştır, yani terkip edilmiştir! Sizin Yaradan dediğiniz Ulu Allah onun oluşturulmasına izin vermiştir. Tüm insanlık şunu bilmelidir ki, en yüksek yetenekleri kendinde toplayan ve en son bedensel bir realite olan insan, şüphesiz ki beşerden farklıydı. Bedenli varlık olarak hepinizin sahibi, bedeninizin aslını meydana getiren Aşkın Zeka’dır. Yaradan dediğiniz Allah, Aşkın Zeka’nın bu işleri yapması için izin veren mutlak kudret sahibidir. Bu iki noktayı birbirinden ayırt etmeye çalışınız!
Dünyanız üzerinde bugün gözlemlediğiniz çeşitli renkteki insan bedenleri, prensip olarak büyük bir değer ifade etmezler. Her ne kadar dünyanın dünya ötesi bağlantılarla kısmen meskun hale getirilmiş olduğu bugün artık yavaş yavaş şuur ve vicdanlar tarafından makul görülebiliyorsa da, dünyanın kendi karakteri içinde bu renk farklılıkları vardı. Şunu demek istiyoruz: Dünyadaki varlıklar, özellikle insan neslinin başlangıcı, dünya dışı varlıkların oraya göç etmeleriyle meydana gelmiştir denemez. Şüphesiz yeryüzünde bir insan bedeninin oluşumuna hizmet edecek bir takım uygun ortamlar vardı. İlk insanın veya prototipin meydana gelmesi, insan kalıbını şekillendirip düzenleyen varlık için zor bir mesele değildir. İlkel maddelerinizi ve ana prensiplerinizi esas alıp belirli yasalara bağlı kalarak İlahi İzni de alacak olursanız, kavanoz içinde bir planet oluşturabilirsiniz. Bu duruma göre, dünyadaki insan neslinin ruhi evrimini kırbaçlamak ve onu çeşitli şekillerde yönlendirmek için gerek dünyadaki, gerekse dünya dışındaki görevli gruplar arasından bazı varlıklar ortaya çıkmış olabilir, hatta maddi yapının zaman zaman düzenlenmesinde rol oynamış olabilirler. Fakat bütün bunlar dünya insanının geleceğini değersiz hale getirmez, çünkü her gezegen şu anlattığımız manzarayı geçirmiştir, evrim zaten bunu emreder.
Bugün yeryüzünde var olan organizmaların komplekslik dereceleri, yani tek hücreden çok hücreye kadar kısaca zeka belirtileri diyelim, insana hizmet olsun diye meydana gelmemiştir. Yeryüzünün en büyük fonksiyonlarından biri, kendi evreni içinde bir laboratuvar görevi yapmasıdır. Bunu ilk defa öğreniyorsunuz, yani dünyanız pek yüksek ruhi kudretlerin bir deney yeridir! Yeryüzünde pek çok organizmalar oluşturulmuş veya yok edilmiştir. Aynı şekilde, yeryüzündeki insan organizmaları devamlı kontrol ve değişiklik altında tutulmakta, buraya bağlı ruhlar da bu işe hizmet etmektedirler. Yani her biriniz teker teker bir Ruhi Yüksek İlimler Kurulunun laboratuvarlarında çalışan laborantlar gibisiniz, aynı zamanda kobaylar gibisiniz! Burada sizin işiniz, normal bir evrim sistemi içindeki diğer varlıklardan daha zordur, fakat evriminiz onlara oranla daha hızlıdır.
Bir soru soralım. Niçin yeryüzünde bunca mürşit veya peygamber görevlendirilmiştir? Vereceğiniz yanıtı biliyoruz. “Evrim şartları bunu gerektiriyor. Yıpranan, eskiyen, kaybolan, kimliği değişen bilgilerin, gelişen şuurların ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde değiştirilmesi için” diyeceksiniz. Hayır öyle değil. Aslında bilgi veren, bilgiyi değiştiren ya da onaylayan veya bilgiyi yenilemeye çalışan her peygamber, yüksek ruhi bir kudretin maşasıdır, onun laboratuvarında çalışan bir görevlidir! Sizin evriminizdeki geniş hayal gücü ve zikzaklar, başka dünyaların insani evrimlerinde mevcut değildir. Sizdeki sosyal kargaşalar oralarda yoktur. Bu sosyal kargaşalar çeşitli düşüncelerin veya düşünce gruplarının savaşıdır ki, bu savaşı da besleyen yine yüksek ruhi zekaların yaptıkları operasyonlardır! Bu konuyu hür bir şuur ve vicdanla inceleyiniz. (Sayfa: 585-588)

( Celse: 132 Tarih: 14. 8. 1970 ) Dünyaya evrimleşmek üzere gelen ruhların, tek hücreden, bitkiden, hayvandan insana doğru bir enkarnasyon zincirinden geçme zorunluluğu yoktur. Halihazırda bir insan bedeninde deneyimini tamamlamakta olan varlığın bir bitki, bir böcek veya başka bir canlı olarak deneyimine devam etmesinin varlık açısından hiçbir farkı yoktur. Fakat enkarne olmuş ruh açısından büyük farklar vardır. Yeryüzündeki bir insanın, ille de tek hücreli maddi bir mekandan çok hücreli kompleks bir organik mekana kadar gitmesi gerekmez. Böyle bir şart, böyle bir yasa mevcut değildir. İnsan ruhunun evrimi tamamen maddeye bağlı olarak gerçekleşmez. İnsan ruhu, ancak şuurun barındırdığı kudretler oranında bir maddi mekanın hakimi durumuna gelir. Bu maddi mekan neden sadece sizin dünyanızda mevcut olsun? Bu maddi mekan neden yapı itibariyle bir hücreye bir bitkiye bağlı olsun, ona benzesin? Bu maddi mekanı niçin ille de eksik bilginizin ifade etmiş olduğu bir sistematik içinde düşünesiniz? Siz maddi mekanın, maddi boyutun ve maddi yasaların kapsamını bilemezsiniz. Şunu demek istiyoruz: Evrimleşecek bir ruh, evrimini sadece bilinen kalıplar içindeki maddi ortamlarda tamamlamaz. Maddenin terkibi, maddenin kombinasyonları sonsuzdur. Tek hücreli olarak gösterdiğiniz bir varlığın imkanları, dünyanızın imkanları gibi çok kısır, çok dardır. Oysa başka bir sistemin tek hücrelisindeki imkanlar sizinkinden kat kat fazladır. Bu aynı şekilde bitkiye, hayvana, hatta insan bedenine göre de düşünülebilir. Gördüğünüz gibi, bir ruhun dünyanız üzerinde sıralanmış varlık biçimlerini aynıyla izleme zorunluluğu yoktur, zaten bunlar birbirinden türemiş de değildirler. Her biri bir tip olarak mevcuttur ve onların her birinin genel evrim klasmanında maddi ortam olarak bir yerleri ve dahil oldukları bir şubeleri vardır.
Dünya ve onun kaderini paylaşan diğer planetler belirli bir fizik yapının, belirli bir enerjinin yoğunlaşmasından meydana gelmiş bir organizmanın temsilcileridir. Siz nasıl gökyüzündeki yıldızları parlaklıklarına göre sınıflıyorsanız, aynı şekilde evrendeki gezegenler de fizik yapıları, enerjileri ve hizmetleri bakımından sınıflara ayrılırlar. İşte bu sınıflamaya dahil planetler için “kendi evreni” tabiri kullanılmıştır. Kendi evreninin kapsamına giren planetler, bulundukları güneş sisteminin dışında da olabilirler, çünkü her güneş sisteminde üniform bir durum mevcut değildir. Bir güneş, bir organizatör gibi çeşitli düzeydeki, çeşitli evrim derecesindeki varlıkları, yani planetleri bünyesinde tutarak onları sevk ve idare eder. Dünyanın kendine göre bir yapısı, bir enerji türü, bir polarizasyonu, bir aurası vardır. Dünyaya inmekte olanların bu konuda ayrıntılı bilgisi vardır, ona göre önlem alarak bu inme işini gerçekleştirirler. Sizler bu şartları bilmediğiniz için, evrendeki diğer planetlere gitmeniz gerektiğinde büyük zararlara uğrayacaksınız. Hatta ölçüm aletleriniz, göndermiş olduğunuz enformasyon araçlarınız bile size ancak kapasiteleri oranında enerji yükü ve polarizasyon konusunda bilgiler iletir, bu hep böyle olmuştur. Dolayısıyla, haber ilettiği kaynağın esasını değil, kendi kapasitesine göre aldığı izlenimleri iletmiştir. Bunlar fizik bilginizin iki basamak üzerinde bir fizik bilgisini kapsar ki, o fizik bilgisi şüphesiz enerjinin varyasyonları, maddi ortamları meydana getiren titreşimlerin nitelikleri hakkında başka boyuttan bilgilerdir.
İnsanın evrimindeki hız, bir devrenin son dilimine ulaşmaktan meydana gelen bir hızlanmadır. Bu hız, eski devirlerdeki temposunu artırmak suretiyle bugünkü halini almıştır. Dolayısıyla, beşeri faaliyetin insan ruhuna sağlayacağı idrak ve enerji böyle bir son dilime girmenin vermiş olduğu avantajdan dolayıdır, yoksa dünyadaki evrim diğer planetlere oranla yavaştır, çünkü şuur çok dar, bilgi az, otomatik çalışma ve faaliyet o oranda fazladır. Bu, evrim sürecinin ağır bir şekilde meydana geldiğini gösterir. Fakat dünya insanı eğer kendine verilecek imkanları yüksek hayır uğrunda ve gerçekten Rabbe hizmet için kullanırsa, şüphesiz layık olduğu ve vaktiyle işgal etmiş olduğu düzeyi tekrar kazanabilir. Bu tamamiyle dünya insanının seçimine bağlıdır.
İçine girdiğiniz Son Devre dilimi, genel karakteri itibariyle bir ayıklanmadır. Bu ayıklanmada tüm realiteler kendi gerçekliğini kanıtlamak için savaşmaktadır. Her varlık, kendi realitesinin doygunluğu içinde kalıncaya kadar her türlü girişimi kullanmakta özgürdür. Kendi realitesinde tatmin olan varlık eğer bunu başarıyla sonuçlandırabilmişse, elbette kendine verilecek hayat kuralını ve gerçek bilgileri alacak, üstün bir hayatın şuurlu varlığı olmayı hak edecektir. En belirli nitelik budur.
Yeryüzünde gördüğünüz ırklar aynı zamanda insan tipinin birer temsilcisidir, yani onlar evrensel tiplerdir. Sizinkilere dahil olmayan sekiz ırk daha vardır ve hepsi on iki ırk eder. Dünyanıza ve onun kendi evrenine dahil varlıkların fiziki, bedensel ve ırki nitelikleri halihazırda olanlardır. Irklar birbirinden çıkmamıştır, tıpkı varlıkların birbirinden çıkmadığı gibi. Yeryüzü şartları beşer evriminin, özellikle ruhi varlığın şuurundaki değişimin üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Bu bilgilerinizi yavaş yavaş değiştirmeniz gerekiyor. Bunlar yanlış, ters bir görüntünün ifadeleridir, fiziki şartlar ruhi şartlara bağlıdır. Ruhi kudret neyi amaç edinmişse, fizik şartlar bu kudretin amacı doğrultusunda sıralanır ve biçimlenir. İşte bu sıralanma ve biçimlenmenin kapsamı ve alış gücüne göre varlığın evrim kudreti ortaya çıkar. Yani ruhi varlık fizik varlığı kendi iradesi ve İlahi İrade doğrultusunda ne derece yüksek kombinasyonlar halinde düzenleyebilir ve ondaki enerjiyi kullanabilirse, varlık o derece olgundur. Bu yüzden, yeryüzündeki ırklar akışkan tertipte fiziki özel haller taşırlar. Sizin ilminize göre bunların anatomik ve fizyolojik yapıları, sadece rengi hariç aynıymış gibi görünür, fakat gelecekte edineceğiniz bilgiyle, ırklar arasındaki fiziki farklılığın ince nüanslarını ve anlamını keşfedeceksiniz. Ancak o zaman gerçek anlamıyla yeryüzündeki evrim haritası saptanabilir. Şüphesiz saf ırklar karma ırkların yanında çok cüce kalmıştır. Böylece dünyanızda da birçok planette olduğu gibi bir dejenerasyon başlamıştır, fakat bundan kurtulabilenler için bir evrensellik şuuru da peyda olmaya başlamıştır.
Devreler arasında belirli bir ırka enkarne olma zorunluluğu vardır, yani her devrenin bir ırkı vardır. Ama ırktan ne anladığımızı biraz açıklayalım. Siz ırkı dış görünüşüyle, fizik yapı olarak sınıflarsınız. Oysa bize göre ırk, bu sınıflamayı da içine alarak fizik bünyenin henüz sizler tarafından kavranılması çok zor olan titreşim ve polarizasyon karakteriyle ayırt edilir. Asıl ırk bu şekilde ortaya çıkar, yani beyaz derili bir insan tipi birkaç ırkı temsil edebilir, ötekiler de öyle. Anlayabiliyor musunuz?
Evrendeki asal yasalar, en küçük bir sapmaya uğramadan görevlerini yerine getirirler. Bu yasalar gerçek anlamıyla birer ilahtırlar. İlahlar şüphesiz canlı varlıklar değildir, onlar Kadir-i Mutlak’ın yasalarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla, ilah olarak nitelendirilecek her varlık ancak bu yasanın adamı olabilir, kendisi değil! Öyleyse, yayılmasına sebep olduğunuz “İlahlar kozmonotlar mıydı?” sorusu yanlıştır. İlahlar yasalardır, kozmonotlar ise bu yasaların birer uygulayıcısı, belki sadece yasa yapıcısıdır, yasayı açıklayabilirler.Yasaya uygun yaşanılmasını bildirebilir, uyarıda bulunabilirler. Bu bilginin verilmesi gerekli görülmüştür. Yanılmayınız! Hiçbir idrak, zeka ve şuur sahibi yaratık kendini ilah yerine koymaz! (Sayfa: 589-594)

( Celse: 133 Tarih: 11. 9. 1970 ) Sizde daha evvel birikmiş yargı bir tür strestir. Fakat stresler mutlak anlamda aşırı bir yük, bir baskı demek değildir. Bunlar bireyin idrakini ve vicdanını genel Evren Prensiplerinin dışında bir tutuma sevk ediyor ve ayak bağı oluyorsa, kısaca olumlu olmayan bir tesire sahipse, stres ismi ona layıktır. İşte tüm peşin fikirleriniz, tüm şeriatleriniz birer strestir. Evrim süreci içinde yükselirken, idrakinizin ve şuurunuzun kapsam kazanması bu tür streslerin giderilmesiyle daha değerli ve kıymetli olur. Stres genel olarak, zihne ve şuuraltına sokulmuş ve bastırılmış fazla yük, düşük ve kaba faaliyetlere sebep olabilecek titreşimde bir tür partiküldür. Bu partiküllerin dışarı atılabilmesi, yani deşarjınız çok çeşitli kanallardan gerçekleşir. Bu tamamen ilahi bir mekanizmadır. Sınavlarınızın büyük bir kısmı, karmik yolla getirmiş olduğunuz kısmen sürekli streslerinizin giderilmesiyle ilgilidir.
Bireysel karma, bireysel stresi otomatik olarak oluşturur. Bireysel karma, yani ruhun evrim süreci içinde kazanmış olduğu her türlü tutum, faaliyet ve düşünce oluşumu, şüphesiz onun şuur alanında bir takım izler, birikintiler, çöküntüler, posalar ve tortular meydana getirir. Bunlar ancak titreşimsel karakterdedir, temizlenmeleri zaten bireysel karmanın konusunu oluşturur, yani bir tür telafi! Şuur alanında birikmiş olan bu ağırlıklar, bu paslar stres olarak adlandırılabilir. Fakat bizim sözünü ettiğimiz stres, yaşayan varlığın bugünkü şuur ve şuuraltını işgal eden zararlı yüklerdir, biz stresi böyle anlarız.
Sosyal karmaya gelince, her ne kadar bir toplumun kendine göre bir kaderi varsa da, toplumu oluşturan yine bireylerdir. Dolayısıyla bireylerin karması, toplumun ortalama karmasını oluşturur diyebilirsiniz. Fakat bu her zaman isabetli değildir. Toplumun karması, onu oluşturan bireylerin karmasından oluşmuştur derken şunu da dikkate almak gerekir. Bildiğiniz gibi evren gerek fiziki, gerekse gayri fiziki bir organizasyon sırası halindedir. Bu organizasyon sırası aynen bireyde olduğu gibi bir karmaya sahiptir. Bir ulusun, bir toplumun evrim seyrini kudretli elleri içine alarak onu hedefine doğru götürmekte olan bir Ruhi Organizasyonun, bir İdare Grubunun kendine göre bir karması vardır, yani daha evvel yetiştirmiş olduğu varlıklardan şu veya bu sebeple kendi sorumluluğuna düşen bazı aksaklıkların ağırlıkları vardır. Şüphesiz bu halinizle siz bunu kavrayacak durumda değilsiniz. İşte böylece, en küçük biriminden en büyük birimine kadar toplumun Ruhi Organizatörleri de kendilerine has bir karmaya sahip oldukları için, bunların toplamı sizde toplum karması şeklinde bir kavram oluşturmuştur. Evrensel karma diye bir şey yoktur.
Streslerin giderilmesi için şuurlanmak ve bilgi sahibi olmak gerekir. En güzel metot budur evladım! Evrenin temel yapısı şuura, bilgiye dayanır. Tüm olumsuzluklar, tüm çekişmeler, tüm ıstıraplar ve yükler bilgisizlikten ve şuurun darlığından meydana gelir.
Ruhi İdare Mekanizması, hangi devrede olursa olsun verdiği şeyi doğru verir ve bunu mümkün olduğu kadar hedefine ulaştırmaya çalışır. Mekanizma gibi çok yüksek titreşime sahip bir mekandan gelecek tesirin, bir varlığın beyninde kelama dönüşebilmesi için çok değişik mekanizmalar arasından geçmesi, süzülmesi ve kabalaşması gerekir. Böyle bir geçiş esnasında gerçek anlam, verilmek istenen yüksek hikmet geçiş mekanizmasının çeşitliliğine göre kapanır, bükülür, kabalaşır. İşte kutsal metinlerdeki sembolizmin sebebi budur. Daha başlangıçta sembollere büründüğü için gelen mesaj zayıflamıştır, yani bir peygamberin sinesine düşünceye kadar pek çok transformasyondan geçer ve zayıflar. Son vericinin gücü, kudreti ve kapsamı oranında bir kelam peygamberin, velinin, sezgi sahibinin sinesine düşer. Gelen mesaj asla ilk çıkış yerindeki kudret ve tesire sahip değildir. İkinci etken insanların zaptedebilme güçleri, bunun yetersizliği ve dejenerasyonudur. İlahi bir ilham bireye gelir, birey bunu çeşitli şekillerde ifade eder, ya söyler ya da yazar. Söylediği zaman çevresinde bulunan kimseler tarafından ya tespit edilir ya da hatırda tutulur. Bunların hepsi sonunda bozulacak, bireysel ruhun iradesine, isteklerine, düzeyine uygun şekilde giderek değişecek ve bu zamanlara kadar ulaşacaktır. Hele yazılı metinleriniz birçok noktada çok büyük hatalarla doludur. Bu hataların sorumlusu, baştan aşağı stresle yüklü, bu metinleri kendi malı sayan çeşitli varlıklardır. Kutsal metinler, insanoğlunun elinde belirli bir süre için orijinalliğini korur, fakat giderek zayıflayan bir ilgi, buna karşılık giderek gelişen bir realite yüzünden tahrife uğrar. İşte bu yüzden, tahrif edilmiş metinler bir sonrakiyle desteklenir, düzeltilir ve geride kalan sağlamları da onaylanır.
Dünyanızın son devresi, bir laboratuvar deneyini andırır şekilde çok karmaşık deneylerin yapıldığı bir devredir. Evrenin birçok yerinde, sizinki gibi bir kaderi taşıyan mekanlar vardır. Şunu demek istiyoruz, laboratuvar görevi yapmak aşağılık bir durum değildir, hemen hemen her planet bu evreleri geçirmiştir veya geçirecektir. Bu laboratuvarlarda derin araştırmalarda bulunan varlık dizileri parça parça, dalga dalga büyüyüp genişleyerek ait oldukları planetlerin dahiline girecekler ve gerçek ihtiyaçlarının ifadesi olan gerçek deneylerini yapacaklardır. Demek oluyor ki burası bir seçme, bir öğrenme, bir alıştırma yeridir. Bu durum dünyanızın bir gereğidir, kozmik yaşı bunu gerektiriyor. Gerçekten de çok daha sonra o değişik bir laboratuvar kimliğinden çıkıp standart bir sınav, öğrenim ve yaşama alanı haline gelecektir, bu geçicidir. Böylece amacı ve fonksiyonu size göre açıkladık.
Varlık, beşer düzeyine kadar bitkisel ve hayvansal planlardaki deneyimlerini başka planetlerde tamamlamıştır. Bir bitki, bir hayvan organizmasını kullanabilecek hale gelmek için ille de bir kurt olmak veya mısır tarlasında enkarne olmak şart değildir evladım! Bu bir şuur kuşatması ve bilgidir, bunu enkarne olmadan ruhsal yaşantınız içinde de yapabilirsiniz. Siz deneyci yaratıklarsınız, sırf kendinizi denemek için kendinizi daraltarak, karartarak daha kaba maddi bir organizmanın içine nüfuz eder, onun imkanlarıyla evrenin başka sırlarını, bilgilerini almaya çalışırsınız! Mekanizma bu kadar basittir. Eğer gerekirse geçici bir süre için bir maymunun, bir aslanın yaşamını derinden gözlemlemek için ona hulul (içine girme) edebilirsiniz. Bu durum bir reenkarnasyon değildir, gerileme de değildir. Siz deneycisiniz, sizlerden daha yüksek şuur zenginliğine sahip olgun bir varlık pekala medyumunuza enkarne olmuyor mu? Medyumun zihni ve sözüyle, onun fiziki ve elektriki alanıyla ilişki kurup sizler üzerinde deneyim yapmıyor mu? Mekanizmalar, İdareci Fonksiyoner Gruplar sizi ve toplumlarınızı neyle sevk ve idare ediyorlar sanıyorsunuz? Bu yüzden kutsal kitabınız Kuran’da, “size şah damarınızdan daha yakınız” denmiştir, bu sözün bir anlamı da budur. Fonksiyoner İdareci Mekanizmalar varlıklara enkarne olmuşlardır, onlarla görür, onlarla işitir, onlarla söyleşirler ve onları bu derece yakından izleyip geliştirmeye çalışırlar. Onların insana enkarne olmaları bir gerilik midir? Öyleyse sizin de enkarne olmanız bir gerilik sayılmaz. Bu anlattığımız konular evrim sürecinin, oluş mekanizmasının yeni bir açıklamasıdır. Dikkatle üzerinde durunuz, peşin fikirlerinizi terk ediniz. (Sayfa: 595-600)

( Celse: 134 Tarih: 2. 10. 1970 ) Yeryüzündeki bitki, hayvan ve insanlar birer prototipe sahiptir. Türlerin birbirinden farklı sonuçlar sergilemesi gayet normaldir, çünkü hepsi evrimin seyri içinde ve tedriç düzenine bağlı olarak elde ettikleri melekelerin maddi görünüşlerini ifade ederler. Belirli bir tür, bir süre sonra farklı bir durum sergilese bile, bu durum prototipten sonuç olarak %5 ila %10 civarında farklı olabilir. Bu fark, prototipin sahip olduğu ruhi potansiyele en ufak bir zarar getirmez.
Unutmayınız ki, evrimleşmekte olan bir varlık kendi bedeni üzerinde iradesinin ve deneyiminin genişliği oranında tasarrufta bulunabilir. Bunu kişiliğinin oluşumundan evvel görülen bir modifikasyon olarak değiştirir, kendini özel bir duruma getirmeye çalışır. Böylece bir varlık yavaş yavaş gerçek mutluluğunu, yani benliğini, kişiliğini sağlayıncaya kadar bağlanmış olduğu maddi organizmayı şu veya bu şekilde değiştirebilir. Tüm varlıklar bir prototip halinde bağımsız olarak meydana getirilmiştir. Varlıkların bağlı oldukları Ruhi Planlar onları devamlı enerji ve bilgi bakımından beslediği için, onların maddi görüntüleri arasında da birbirinin içine girmeler, benzeşimler meydana gelir.
Bitki ve hayvanlar grup ruhları tarafından sevk ve idare edilirler. Grup ruhu, bir hayvan türünü egemen varlık olarak ele alır, bu kalıp içinde oraya enkarne olan varlıkları sevk ve idare eder. Onların belirli süreler içinde evrimini sağlamak için faaliyetlerini yürütür ve denetler. Grup ruhu, tüm varlıkların bağımsız ruhlarından, daha doğrusu bireysel ruhlarından değişik bir ruhi antitedir. Oysa insanda grup ruhu yoktur, çünkü insan kişiliğini kazanmış, egosunu meydana getirmiştir. Bitki ve hayvanlarda türlerin farklılaşması, birbirinden meydana geliyormuş gibi görünmesi, tamamen bir grup ruhunun egemenliğinden ileri gelir ki, bu grup ruhu hayvanların ve bitkilerin çeşitli şekiller almalarını ve birbirlerinden çeşitli farklarla türemelerini sağlamak suretiyle, gruplarına dahil olan varlıkların görgü ve deneyimlerini artırmaya çalışır.
Örneğin kedi, prototip olarak bir varlığın enkarnasyonu için oluşturulmuş bir yapıdır. Çözülüp dağıldığı zaman toprakla beraber aslına döner, bu yapının evrimi söz konusu değildir. Kedi, maddenin daha akışkan parçalarından meydana getirilmiş bir bütün, sonuç olarak bir inşaattır. Bu yapıyı etkisi altında tutan varlığın evrimi söz konusudur, asıl varlık odur. Bu evrede bulunan varlık kişilik sahibi olamadığı, idraki henüz gelişmediği için bir grup ruhuna bağlanmıştır. Bu bir Organizatör Ruhtur, bir Plandır. Dolayısıyla, kedinin maddi kopyalarının gitgide farklılaşması, çeşitli şekiller alması, büyümesi, küçülmesi, tüylerinin uzayıp kısalması, renginin değişmesi, huyunun değişmesi, bunların hepsi tamamen bu vasıtayı kullanan varlıkların ihtiyaçlarına ve yeteneklerine göre meydana gelir. Nitekim siz normal bir kediden anormal bir varlık meydana geldiğini gördüğünüz zaman, burada dejenerasyon var dersiniz. Bunların hiçbiri maddenin kendi marifetiyle oluşmaz, hepsine enkarne olmuş varlığın bir tesirle katılımı söz konusudur. Bu katılımın oranı %99’dur.
Bu yüzden, türlerin birbirinden türediğini ve gitgide daha olgun şekiller aldığını öne süremezsiniz. Mikroskobik açıdan birbirinden farklı biçimler aldığını öne sürmek, bunların ille de birbirinden türediğine kanıt oluşturmaz. Her şeyden evvel bu vasıtaları kullanan ruhi varlıkları düşünmelisiniz. Türler arasında meydana gelen farklılığın ne doğrultuda olduğu insanlar için meçhuldür. Olgunlaşmış mıdır, gerilemiş midir, olduğu yerde mi saymaktadır, yoksa bilinen tüm yönlerin dışında başka bir yöne doğru mu gitmektedir? Yani maddi vasıtayı bu yönlere sevk eden ruhi kudretin nasıl bir evrim geçirdiği hiçbir bilim adamınızın bilgisi dahilinde değilken, elinizdeki birkaç gözlemi gerçek prensip olarak ortaya koymanız biraz garip değil mi?
Bir insanın biyolojik olarak iki farklı yumurtadan başlayıp insan formunu alıncaya kadar geçirmiş olduğu tüm evre, ruhun bilgisi ve görgüsüyle ilgili bir evrim evresidir. Çünkü ruhunuz, hücre dediğiniz maddi ortamdan başlayarak bugünkü kompleks bedeninizin bulunduğu evreye kadar çok geniş bir zaman skalası içinde evrime tabi olmuş, öğrenim görmüş ve tesir almıştır. Bir ruhun, özellikle insan bedenini idare edecek, ondan yararlanacak evreye gelmiş bir ruhun şuuraltı içeriğinde bu maddi evrimin tüm maketleri ve kopyaları vardır. Böylece varlık en basitinden, yani onun için en eski fakat en iyi bildiği başlangıçtan, tesirin yayılması prensibine uygun olarak hücreden başlamak suretiyle kompleks vücuda kadar çıkar. Bu durum onun için normaldir, çünkü evrim sürecinde bu evreleri, bu görgü ve deneyimi zaten geçirmiştir. Bu durum hiçbir zaman yeryüzündeki ve başka planetlerdeki varlıkların aynen bu evreden geçtiğinin sağlam bir kanıtı olamaz. Fakat insanlığın şu andaki bilgisi ve görüş açısı, henüz bu şekilde düşünmeyi sağlayacak kadar evrenselleşmemiştir. Bilim adamlarınız ruhi bir evrimi, ruhi bir antiteyi kesinlikle zikretmezler, edemezler. Bu yüzden sürekli olarak tartışmalı bir bilim içinde bulunmaya mahkumsunuz!
Fizik evrenin her türlü unsurundan her şeyin yapımında yararlanılır. Maddi varlıklar kendiliğinden bir enerjiye, bir kudrete, bir inisiyatife, bir zekaya sahip değildirler. Sözlerinize dikkat ediniz, onlara ruhun dışında özel bir kimlik, bir zeka ve idraklilik veriyorsunuz. Sorarım size, fizik alemin gerçek yapı taşı nedir? Buna yanıt veremeyeceksiniz, zaten vermenizi de istemiyoruz. Öyleyse şuna dikkatinizi çekeriz ki, organik maddelerin yapı taşı hücre değildir, yani varlık hücreyi egemenliği altına alarak onu geliştirmeden çok önce bazı unsur, prensip ve esasları etkisi altına almak zorundadır. Eğer o evreye erişmişseniz, göreceksiniz ki hücre ve ondan daha farklı, daha gelişmiş topluluklar bile hiçbir şey ifade etmezler.
Siz bir insan bedenini sevk ve idare ederken, aynı zamanda bir gelincik çiçeğini sevk ve idare etmezsiniz, aynı zamanda bir kediyi de sevk ve idare etmezsiniz. Fakat kediyi sevk ve idare eden varlıktan bazı şeyler alır, ona birçok şeyler verebilirsiniz. Burada halledilmesi gereken en esaslı sorun, enkarnasyon deyiminin iyi anlaşılmasıdır, daha doğrusu bundan ne anlaşılması gerektiğidir. Genellikle öğretildiği gibi ruhun bir bedene bağlanması, insanın bir odaya kapatılmasıyla eşit tutulmuştur. Odanın her tarafında dolaşan varlık odanın dışına çıkamaz, tüm özgürlüğü odanın duvarlarıyla kuşatılmıştır. İşte siz buna ruhun enkarnasyonu diyorsunuz. Oysa bir ruhun bedene egemenliği, dört duvar arasına kapatılmış bir varlığın durumuna benzemez. Maddi bedenle ilişkiler, çeşitli tesir alanlarından oluşan çeşitli kademelerin araya girmesiyle meydana gelir. Aslında beden ruh için bir gölge olaydan ibarettir, yani şu anda kendiniz hakkındaki bilginiz, ruhunuzun kendi hakkındaki bilgisi demek değildir. Ruhun, yani gerçek şuur sahibi varlığın bedenle bağlantısı bir gölge olaydır. Bu, duvarda kendi gölgesini seyreden, onun hareketlerini gözlemleyen birinin durumuna kabaca benzer, gölgenizin varlığının gerçek varlığa bağlı olduğunu bilirsiniz. Dolayısıyla, beden de gerçek varlık olan ruhun varlığına bağlıdır. Beden üzerinde meydana gelen her türlü değişiklik, her türlü başkalaşma onu kullanan varlığın kudretiyle mümkündür. Şüphesiz varlık tüm şuur kudretini bir beden içinde saklamamıştır, orada yoğunlaştırmamıştır. Gerçekten pek büyük bir kısmı yüksek ruhi planların, ruhi ortamların, maddi titreşim dışına taşmış yüksek titreşim alanlarının tesirleriyle yakınlık içinde ve başka ortamlarla ilişkili durumdadır. Fakat bunu kontrol edebilecek hiçbir vasıtanız yok, çünkü şimdiki halinizde yüksek şuurunuzla bağlantınız beden kanalıyla, yani bedene bağlı şuurunuzla olmaktadır. Bu yüzden, serbest yanlarınızın nasıl çalışabileceği hakkında kişisel gözlemle bir şey elde etmeniz mümkün değildir. Bu ancak bu evrenin dışındaki bir varlık tarafından size bilgi olarak verilebilir. Anlaşılmış mıdır? (Sayfa: 600-605)

( Celse: 135 Tarih: 23. 10. 1970 ) Sizin eskiden beri söylediğiniz bir söz var: “Herkese gelmez bela, erbab-ı istidat arar!” Yani doğa yasaları karşısında kendi evrimleriyle ilgili evrelerin gerçekleşmesi için, varlıklarda ruhi bir beyan ve arzu vardır. Bu ruhi beyan ve arzu, varlığın o devre içindeki evrim ihtiyaçlarının ifadesidir. Bu yüzden, herhangi bir varlığın karşılaşacağı veya karşılaşmakta olduğu olaylar %90 oranında onun ihtiyaçları ve liyakatiyle ilgilidir. Fakat olayların varlığın yakınında oluşması, evrim hızı açısından ümit verici bir durumdur, çünkü “yürüyen at arpasını artırır” derler. Ruhi faaliyetini devresine ait evrimin cinsi ve anlamı yönünde devam ettiren varlık için imkan ve yardımlar sürekli artırılır. Bu tür insanlar maalesef azdır. Genellikle belli bir otomatizma içinde ve çoğunlukla nefsani itilimlerle hareket eden varlıkların kendi devrelerindeki evrim düzeyine ulaşmaları, o yönde faaliyet göstermeleri zor, çoğu zaman da beceriksizce, hatta başarısızdır. Böylece devrelerine ait evrim yönünde ruhi bir basiretsizlik göstererek ağır ve tembelce hareket ederler, durgunluğa düşerler. İşte böylece evrensel her tür faaliyette kendini gösteren ilahi kamçı, burada da gittikçe şiddetini artırmaktadır. Bir bakıma evrim hızını artırdığı, durgunluktan kurtardığı ve şuurlanma sağladığı için bundan memnun olmalısınız. Objektif bir görünüş ve yüzeysel bir bilgiyle şüphesiz bunlar bir felaket olarak nitelendirilir ve öyledir de, fakat perdenin öte yüzü başka şey ifade eder!
Buradan evrim sürecinin çok kıymetli bir sonucu ortaya çıkıyor. Uyarılma ve harekete geçirilme vakti gelmiş varlıklar, kendi bilgi ve vicdan düzeylerine göre doğa yasalarının ve doğa olaylarının birçoğunu kendilerine çekerler. Böylece kendi düzeylerinin liyakatini tada tada, daha şuurlu ve daha derinden faaliyete geçme ihtiyacı içinde çırpınırlar. Her çırpınma, kendilerinde bulunan otomatizmanın ve şartlanmış ruhiyatın parça parça ortadan kalkması demektir. Giderek baskı altında bırakılmak suretiyle kendine yabancılaşmış, şartlanmış her türlü dogmatik bilgi, düşünce ve inançtan sıyrılmak gerekmektedir.
İşte ülkenizin ve tüm dünyanın hali bugün bu manzarayı arz eder. Dünyanın neresine giderseniz gidin, birbirinden şu veya bu düzeyde farklı, fakat aynı anlam ve amacı taşıyan etkilerin çeşitli olayları meydana getirdiğini ve insanlığın giderek daralmakta olan bir çember içinde baskıya alındığını göreceksiniz. Bu neden böyle olmuştur? Çünkü insanlık ruhi yasaların, manevi prensiplerin dışında yol arayarak yetenek ve heyecanını geliştirmeye çalışmıştır. Bu yetenek ve heyecan ondan yararlanmak için değil, maddi evreni amaç edinmek için gerçekleşmiştir, oysa en sakınılması gereken konu budur. Ülkeniz, bugün içinde bulunduğu şartların çok daha ağırlarıyla karşılaşacaktır, bunu hak etmiştir. Ruhi Mekanizmanın size sunmuş olduğu pek çok imkan heba edilmiş ve kısmen batıl hale getirilmiştir, yani otomatizmayı, idraksizliği ve vizyonsuzluğu benimsemiş, şartlı olarak yaşamayı kabul etmişsiniz! İçinde bulunduğunuz düzeyin üzerinde bir plana geçmeniz için tüm ağırlıklarınızdan kurtulmanız, karanlık şuurunuzun aydınlığa kavuşması, köhnemiş, küflenmiş bilgi ve düşüncelerinizin değişmesi ve bir türlü kullanma imkanını bulamadığınız vicdan ölçülerinizin ortaya çıkması zorunlu olmuştur. Bu zorunluluk, ülkenizin bu devre içinde oynayacağı rolle ilgilidir. Görülüyor ki, hem oynayacağı rol bakımından, hem de bireylerinizin teker teker otomatik yaşayışları bakımından ağır şartlara, sert sınavlara ihtiyacınız var!
Ruhi İdare Mekanizması, sizin Rabbiniz, hepimizin mürşidi olan bu Mekanizma size doğrudan doğruya mı ıstırap vermektedir? Hayır, Mekanizma doğa güçlerini harekete geçirmektedir. Dikkat ediniz, doğa yasalarını, kozmik yasaları harekete geçirmektedir veya hareket halinde kendiliğinden mevcut bu yasaların yönünü, uygulama alanını dünyanız üzerine çevirmektedir. İşte ıstırabınız, harekete geçmek üzere olan yasalar ve güçler karşısındaki aczinizin, bilgisizliğinizin, şuursuzluğunuzun, vicdan ölçülerini hakkıyla kullanamayışınızın, otomatizmanın bir sonucu olacaktır. Bütün bu eksiklikler kendi elinizin işidir!
Ruhi şifa, şuurlara aktarılan gerçek bilginin meydana getireceği yüksek güçten daha kuvvetli değildir evladım! Hiçbir güç, hiçbir tesir ruhun zayıflığını gideremez evladım! Fiziğin uyum içinde kalması, ruhun kendi evriminin anlamını ve hedefini ısrarla izlemesinden sonra mümkündür. Hastalıklarınızın büyük bir kısmı ruhi durağanlığınızdan doğar. Bedene egemen olmakta ısrar eden varlığın durumu acınacak bir durumdur. Hastalık bir kudretsizlik, bir iradesizlik, bir organizasyon bozukluğu demektir. Bütün bunların hakkıyla yerine gelmesi, yani sıhhatli bir vücudun elde edilmesi ruhi kudretin artırılması, insan irade ve şuurunun kapasitesinin genişletilmesiyle mümkündür evladım! Ruhi şifayı böyle yapınız.
Sizin zihin diye nitelendirdiğiniz şey, ruhun beyne bağlı bir fonksiyonudur. Bu fonksiyonun, bu görevin meydana getirilişindeki yasaları ve şartları bilmek şüphesiz hakkınızdır ve güzel bir şeydir. Fakat siz bunları elde etmeden önce manevi liyakati elde edin. Manevi liyakat, vicdan ölçülerinin uygulanmasıdır evladım! Yeryüzünde hiçbir ekol yoktur ki, vicdan ölçülerinin tam olarak uygulanmasından sonra bilgiye kavuşmamış olsun, bu imkansız bir şey! Vicdan ölçüleri, henüz tam olarak idrak etmediğiniz gerçeğin ölçüleridir. Böylece sade ve o oranda kudretli olan bilgiyi ve bunun içinde pek küçük bir alan oluşturan zihni fonksiyonu kendiniz yakalayabilirsiniz. Bundan evvel ve bundan sonra yapılacak tüm açıklamalar, söylenen tüm sözler, eğer vicdan ölçüleri varlık tarafından yerine getirilemezse gerçeği yansıtamaz.
Vicdanınızı nasıl kullanacağınızı soruyorsunuz. Vicdanınız bir meleke değil ki onu kullanasınız! Vicdanınız sizsiniz! Vicdan, fizik varlığınızın dar imkanları içinde daima kendi gerçeği doğrultusunda yürüyen, çoğalan, atılan ruhi kudret ve enerjinizin bir ifadesidir. Onu hapsetmeyiniz, onu örtmeyiniz, onu susturmaya çalışmayınız yeter. O zaten çeşitli şekiller, anlamlar, güdüler ve itmeler altında sürekli sizi idare etmektedir. Doğal yaşayışınız işte bu ruhi enerji, yani vicdani faaliyetle sağlanır. O enerji aynı zamanda gerçeğin bilgisidir, evet o bilgidir! (Sayfa: 606-610)

( Celse: 137 Tarih: 13. 11. 1970 ) Varlığı dikkate alırken, daha doğrusu ondan söz etme durumu ortaya çıkınca onu üç şekilde irdeleyeceksiniz. Birincisi, Yaradan’ın karşısında bir varlık olarak. İkincisi, yaratılan olmakla birlikte, aslı itibariyle büyük farklılık arz ettiği için madde karşısında varlık olarak. Üçüncüsü, kendiliğinden ruhi bir varlık olarak. Demek ki var olmanın, Tanrı tasavvurunda, Tanrı hayalinde ve Tanrı faaliyeti içinde yer tutmuş olmanın üç büyük şartı var: Birincisi Tanrıdır, ikincisi ruh olmaktır, üçüncüsü ise madde olmaktır. En büyük trinite işte budur. Tanrı tasavvur ve imajinasyonunda yer tutmak, bir mekana sahip olmak, ilahilik bakımından varlık olmaktır. Bu mekan oluşmadığı sürece nesne mevcut değildir. O halde yaratılış Tanrı imajinasyonunun, Tanrı tasavvurunun mekan oluşturacak bir yaya ulaşmasıdır. Sizinle yaratılışın gerçek tasavvuruna ulaşmaya imkan yoktur. Fakat bulunduğunuz aşamadan biraz daha ileri gitmek için kendinizi biraz olsun zorlayınız.
Varlık olmanın Tanrılık açısından birinci ve en büyük şartı, Tanrı imajinasyonunun ve Tanrı tasavvurunun mekanında yer işgal etmektir demiştik. Bu tanım sabit bir tanımdır. Mekan işgal eden varlığın yapısı iki esastadır, biri ruh, diğeri maddedir. Hiçbir zaman maddenin en ince, hayal gücünüzün ulaşabileceği kadar ince ve yüksek titreşimlerinin sonunda ruhun en kaba titreşimleri başlıyor diye yanlış bir düşünceye asla kapılmayınız. Şüphesiz bunların ikisi de ayrı ayrı varlık, dolayısıyla mevcudiyettir. Mevcudiyet kelimesini, mekanda yer işgal eden varlığın hali olarak ifade ediyoruz, bu ince noktayı ayırt ediniz. Tanrı tasavvuru ve imajinasyonu içinde, onun mekanı içinde yer işgal etme mevcudiyet, işgal edense varlıktır.
Şimdi, ruh kendi açısından kendisi karşısında, kendi bağımsız tasavvur ve imajinasyonu içinde öz itibariyle bir mevcudiyet, dolayısıyla bir varlık oluşturur. Onun ruh olarak mevcudiyeti artık Tanrı tasavvur ve imajinasyonunun mekanı içinde ikinci bir mekan şeklinde oluşmuştur ki bu ruhi varlıktır, hürdür, kaderi elindedir, irade sahibidir, her türlü deneyimi yapabilir. Bu varlık, maddeyle bir kontaktan sonra onun mevcudiyetini kendi mekanı içine alarak maddenin bir varlık halinde oluşumuna sebep olur.
Madde, bizzat Tanrı tarafından meydana getirilmiş asli bir cevhere sahiptir, yani bir mevcudiyettir, yani mekanda bir yer işgal eder. Fakat henüz varlık karakterine sahip değildir, ta ki ruhi kudret ona ilk tesirini göndersin, o da bunu alıp yanıt versin. İşte bu andan itibaren maddi bir varlık oluşmuş, yani sizin kozmik evreniniz meydana gelmiştir. Kozmik evrenin meydana gelişi hiç şüphesiz Yaradan’ın tasavvuru ve imajinasyonu içinde değildir. Kadir-i Mutlak Tanrı sadece mevcudiyeti meydana getirmiştir. Ruh mevcudiyetten varlığa dönüşmüş ve mevcudiyet halindeki maddeyi varlık halinde maddeye çevirmiştir.
Kozmik evreniniz baştan aşağı ruhi varlığın şaheseridir! Bu yüzden, nerede ne araştırırsanız araştırın, Kadir-i Mutlak Tanrı’nın eteğine hiçbir zaman dokunamayacaksınız, biz de öyle, bizden yukarıdakiler de öyle, sonsuzluk içindeki tüm varlıklar için de öyle! Bizler, yani tüm varlıklar ilahi tasavvur ve imajinasyonun mekanı içinde kalıcı olma özelliğini almışız ve yegane kaderimiz de bu olmuştur! Kadir-i Mutlak Tanrı’yla yaratığı kesinlikle bağlantıda değildir. Hepsini, her şeyi sonsuza kadar devam eden hiyerarşik bir sistem içinde, her seferinde ufkun kaybolduğu bir noktada başka bir ufuk başlatarak varlıklar düzenler. Varlığın imajinasyonuna, varlığın düşüncesine göre mevcut olan alem mekanda bir yer tutar. (Sayfa: 618-619)

( Celse: 138 Tarih: 20. 11. 1970 ) Ruhun mevcudiyet kazanması, evvelemirde ilahi tasavvur ve imajinasyon içinde bir mekan oluşturmasıyla olmuştur. Öz, cevher ve şuur ruhun bünyesini oluşturur, yani mevcudiyet halinden varlık haline dönüşümünde öz, cevher, şuur şeklinde kendini ifade etmiştir.
Evreninizin maddi yapısını meydana getiren cevher oluştuktan sonra, yani mevcut olduktan sonra ruhi varlıkla teması kaçınılmaz hale gelir, çünkü varlık haline dönüşmesi, yani form sahibi olması için ruhi enerjiye, ruhun hayali formlarına ihtiyacı vardır. Bu neden böyledir? Çünkü ruhi varlık maddi varlıktan daha önce meydana gelmiş, yani ondan evvel mevcut olmuş ve onun üstünü olarak yaratılmıştır. Bu yaratılışın niçin böyle olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, ruhi varlığın maddi mevcudiyeti varlık haline dönüştürecek güce sahip olduğudur, yani ruhi varlık kendi yaratıcı gücü, imajinasyonu ve isteğiyle maddi mevcudiyeti form haline getirip duyularınıza çarpan ve çarpmayan madde evrenini oluşturmuştur.
Şüphesiz havsalanız bu ilk başlangıcı, ilk formun meydana gelişiyle ilgili sahneyi kavrayacak kadar geniş değildir, bunu takdir ediyoruz. Prensip olarak şunu biliniz ki, ruhi varlık şekilsiz, sadece mevcudiyet halinde olan maddeyi şekle, eşya haline getirmeye muktedir imajları özünde taşır. İşte ruhi varlığın Tanrı suretinde yaratılması budur. Bütün bu suretler, yani imajlar ruhi varlığın özünde vardır. Ruhi varlık kendi özünde bu Tanrısal imajların gerçekleştirilmesiyle uğraşır. Sizin varlığın tanımını yaparken söylediğiniz “Tanrının amelesi olarak çalışmak” sözü işte ancak bu noktada doğru olabilir.
Maddenin madde olması, ruhi varlığın özünde mevcut imajları alıp onun tasavvur ve iradesinin etkisinde kalarak şekil alması, form kazanması demektir. Form kazanmış bu yapı bir tek imajı taşımaz. Varsayalım ki güneş sisteminizde bulunan yüz küsur elementin gerçek mevcudiyetini, atomik imajını barındıran genel bir imaj, maddenin varlık haline dönüşmesinde esaslı bir etken olduğu için, örneğin güneş sisteminizde aynı elementleri devamlı bulmak mümkündür.
Sisteminiz işte bu elementlere benzer. Aynı atomik imajı taşıyan milyarlarca ve birbirinin kopyası şeklinde, yani atomik imajların fotokopisi şeklinde birbirine geçmiş ve çoğalmıştır. Görülüyor ki madde ruhi imajı aldıktan sonra, bu imajı atıl şekilde kendinde saklamıyor. Bu imaj, bu atomik imaj sürekli olarak kopya çıkarıyor, yani iş kendi kendine bir tür çoğalma şeklinde oluşuyor. Buradan şu sonuç çıkar: Sonsuz derecede ruhi varlık, sonsuz derecede atomik imaj ve sonsuz derecede maddi form vardır! (Sayfa: 621-623)

( Celse: 139 Tarih: 27. 11. 1970 ) Genel olarak beşeriyete verilmek istenen bilgi ve tesir aralıksız bir şartlandırma, devamlı bir tesir bombardımanı altında meydana gelmez, bu yanlış bir düşüncedir. İnsan dünyaya gelirken Ruhi Organizatörlerin devreye ait plan ve uygulamalarının kendine özgü maketini de birlikte getirir. Fakat bunun uygulanmasında ortaya çıkacak belirtiler beşeri evrimin ve faaliyetin sonucunda gerçekleşecektir. Beşer kendi irade, bilgi, yetenek ve melekelerinin genişliği oranında bir hayat yaşar ve yaptığı işler sorumluluğu altındadır. Ona koyunların sıraya sokulurken değneklendiği gibi sürekli değneklenen bir yaratık muamelesi yapılmaz.
Kendi maketi ve prensipleriyle % 50’nin üzerinde başarı gösterebilecek her varlık gerçekten kutsaldır. Bu yüzden, siz siz olun yaşarken kendinizi sürekli olarak ruhi tesir ve baskıların altında düşünmeyin. Bunun size faydadan çok zararı vardır, çünkü bir noktada iman şeklinde motive edilen hareketleriniz bu niteliğini kaybeder. Sizden istenen, şuur, idrak ve vicdanınızın geliştirilmesidir. Şuur ve idrakinizin geliştirilmesi ise, kendiliğinden beşeri deneyimin bir sonucu olmalıdır, sevinciyle, ıstırabıyla, ümidiyle!
Bir peygamber, sürekli olarak vahyin ve sevk edici organizatör tesirin koruması altında kalmamıştır. Hemen hemen çok kısa anlar ve devreler içinde bazı bilgiler ve uyarılarla karşılaşmış, diğer konular tamamiyle yaratılışının kendine sağladığı yetenekler, bilgiler ve genel maketle birlikte yürütülmüştür. Sınav her zaman her varlık için sınavdır, sınavdan uzak olmak Mutlaklıktır ki, bu asla gerçekleşmeyecek bir iştir.
Devre sonlarında insanlığa verilecek bilgilere eşlik edecek tesir, ani olarak ortaya çıkan bir tesir değildir. Her devrenin kendine özgü bir havası vardır diyelim. Bu hava, yani bu iklim her şeyden evvel bu devrenin Rabbi olan Ruhi İdare Organizasyonunun karakterini ve damgasını taşır. Özellikle bu tesir birdenbire meydana gelmez. Evrensel Tedriç Yasasına bağlı olarak ve Sempatizasyon Prensibi dahilinde kendisiyle ilgili varlıkları ve maddi cevherleri yavaş yavaş ele geçirmeye, onları yavaş yavaş belirli bir yöne doğru sevk etmeye başlar. Şüphesiz önce duyarlılık dereceleri yüksek yetişkin varlıklar bu tesirden faydalanırlar. Onlar beşeri topluluklar içinde fedakar, düşünceli, yüksek vicdanlı, yaratıcı ve yol gösterici insanlar olarak ortaya çıkarlar. Beşeriyetin zaman içindeki gelişimi, yavaş yavaş bu insanların sayısını artırmaya başlar, yani özellikle vicdanının sesini ve emrini duyanların sayısı artmaya başlar. Çünkü artık yüksek duyarlılıktan orta duyarlılık derecesine doğru bir geçiş vardır ve bunların sayısı çoktur. Sözünü ettiğiniz tesirin birden ortaya çıkışı artık en küt, en sağır vicdanlı insanların bile bu gelişmeden kaçınamayacağı devre sonunda meydana gelen bir durumdur. Ve şüphesiz bu artık kitleseldir.
Bir beşeri varlık, dünyadaki varlığını devam ettirirken aynı zamanda ait olduğu Ruhi Plana da bağlıdır. Onun bu bağlılığı şuuraltının gerisinde uzayıp devam eden bir bağdır. Bu bağın yaşayan beşere etkisi, sadece onun bedene konsantrasyonunu sağlamak içindir. Şüphesiz bu konsantrasyon, hayal edeceğiniz veya tahmin edeceğinizden çok daha değişik bir takım kombinasyonlar içinde meydana gelir. Öyleyse beşer, yani insan sürekli elinden tutulan, sürüklenen, belli bir planın gerçekleşmesi için sağından solundan dürtülen, ite kaka götürülen bir varlık değildir. Beşeri varlık, kendi irade ve bilgisiyle kendine emanet edilmiş maddi cevheri, kendi iradesine bağlanmış maddeyi kullanmak ve bunun sağladığı imkanlardan yararlanarak bilgiyi sürekli artırmak zorundadır. Bunlar bilinen şeylerdir.
Şimdi isimlerini bildiğiniz peygamberlerin hiçbiri peygamber kimliğiyle doğmadı. Kendi ayarlarında aynı devrede faaliyette bulunan, fakat o faaliyeti tamamen beşeri bir hayat sahnesi içinde tam bir aksiyon halinde ortaya koyanlar ismen tanıdıklarınızdır. Fakat onları sürekli kendi ruhi enerjileriyle destekleyip besleyenlerse, çoğu zaman isimlerini bile bilmediğiniz, memleketin şurasına burasına dağılmış varlıklardır. Yalnız burada Ruhi Organizasyonun büyük bir rolü vardır ki, o da görevi yerine getirecek varlığın şuur yüzeyinin temizlenmesi ve o andaki beşeri kimliğinin düzenlenip gerçek şuur kapasitesinin, gerçek vicdanının belirmesi için yardımdır, hatta gerektiğinde zor kullanmadır. İşte bu noktada beşer, kişisel davranışın dışında özel bir eğitime, bir zorlanışa bağlı bırakılmıştır. Peygamberlik görevini üstüne almış varlık gerektiğinde bunu yarı yolda terk edebilir de. İşte onların yarı yarıya kazanılmış liyakatlerinin beyhude yere boşa gitmesine engel olmak için ruhi organizatörler, yani devrenin Rabbi çeşitli yollardan çeşitli mekanizmaları kullanmak suretiyle o varlığı ayakta tutar. Bu yolların en büyüğü mucizeler, varlığın yüksek içtenliği ve imanıdır. Eğer bugün dinler hala ayaktaysa, bunda peygamberlerin yüksek içtenliğinin ve imanının büyük rolü vardır. Eğer dinler bir düzmece, dinleri kuranlar da sadece akıllı ve kurnaz bir psikolog ya da ahlakçı olsalardı, dinlerin şimdi mevcut olmamaları gerekirdi! (Sayfa: 623-627)

( Celse: 140 Tarih: 11. 12. 1970 ) Liyakat oluşmayınca imkanlardan yararlanılamaz. Liyakat, duyarak ve anlayarak geçirmiş olduğunuz deneyimlerin sonunda elde etmiş olduğunuz bilgi ve bu bilginin taşıdığı kudretten dolayı irade ve tasarruf alanınızın genişlemesi demektir. Hangi alanda olursa olsun, liyakatiniz yükseldiği oranda o alanların sağlayacağı imkanlardan faydalanmak, yardımları kullanmak, uzatılan ele sıkıca yapışıp daha üst aşamaların basamaklarına çıkmak hakkınız olur.
İçtenlik ve iman nedir? Bu iki kelime beşer hayatının tüm uygulamalarını yönetecek kadar büyük anlam taşıyan kelimelerdir. İçtenlik iki yönden irdelenir. 1- Beşerin nefsaniyeti karşısında aldığı tavır. 2- Dünyaya gelirken yapacağı görevin beşeri bir kimlik içindeki tavır alışı ve uygulama şekli.
İçtenlik, nefsaniyet karşısında vicdan ve sevgi kanalıyla kendine verilmiş bilginin galebe çalması, sürekli galip gelmesi için gösterilen çabadır. Görevini yerine getirmekte olan varlığın, görevinin ana materyalleri üzerinde hiçbir zorluğu dikkate almaksızın uygulama içinde olması içtenliğini ifade eder.
İman ise, idraki oranında Kadir-i Mutlak Allah’ın bir parçası olduğunu, yani onun sadık bir askeri olduğunu, bedenli hallerin sağlayacağı hiçbir kıymetin, hiçbir mutluluğun, hiçbir kudretin, hiçbir güvencin O’nun karşısında hiçbir değeri olmadığını tam anlamıyla anlamaktır. Anlamak kelimesi bilmeye yakın derecede bu sezginin, bu sevginin, bu şeksiz olmanın, bu ortaksız olmanın içindedir.
İçtenliğiniz, vicdanınız ve bilginiz karşısındaki durumunuzdur. İçtenliğiniz, nefsinizin saptırmaksızın ortaya konuluşu, fonksiyonunuzun yerine getirilişiyle gerçek ihtiyaçlarınızın ortaya çıkışıdır. Beşer hayatının eksik bir anlayış içinde devam edip gitmesinin başlıca etkenleri, işte bu içtenlik içine giren konuların yokluğudur.
Beşer hayatı için son realite olarak saptanan Ruhsal Organizasyon ve İdare Mekanizması bilgisindeki içtenlik; vicdanın, bilginin ve görevin herhangi bir şüpheye, dağılmaya, sarsılma ve gerilemeye yol açmadan dinlenilmesi, uygulanması ve yerine getirilmesidir. Eğer hayatınızda vicdan kanalıyla elde ettiğiniz bilginize uygun davranabiliyor ve kendinizi denetlerken daima nefsinizi mağlup edecek şekilde hareket edebiliyorsanız, sizin için dine ve mezhebe gerek yoktur. Ama bunlarda aksaklığınız, güvensizliğiniz varsa, mensup olduğunuz dinin emir ve yasaklarını izlemek suretiyle kendinizi disiplin altında tutabilirsiniz. İmanınızın oluşumu, içtenliğinizin ortaya çıkıp sabitleşmesi oranında olgunlaşır. Mümin diye nitelendirdiğiniz beşer, içtenliği oranında iman sahibidir. Eğer yalnız kendinde mevcut şartları başkasında da görmek gibi eksik bir eğilime sahip olarak hareket ediyorsa, yani “bizden olan bize gelsin” gibi bir ifade kullanıyorsa, şüphesiz o kimselerin içtenliği eksik olduğu için imanları da eksiktir. Beşeriyette, mevcut dinlerin izleyicilerinin halihazırdaki durumu buna örnektir.
Siz liyakati, nefsaniyetin yükseltilmesi veya o kanalla ilgili maddi şartların bir üst kata çıkması diye ifade edersiniz. Oysa liyakat, bireyin içtenliği oranında kendine çektiği hayır ve yardım ve nefsi üzerinde kurduğu egemenliktir, işte bu liyakatli insandır. Bu insan beşeri uygulama içinde gücünün yettiği her olayı yaşayabilir, düzenleyebilir veya ortadan kaldırmayı, en azından kendine yönelen şeyi başka bir yöne çevirmeyi başarabilir.
Kadir-i Mutlak Yaradan’ın mevcut olanı varlık haline dönüştürebilmesi, tamamen Tanrısal bir faaliyettir. Varlık, Tanrı imajinasyonunda bir mekan zuhurundan sonra ortaya çıkmıştır. Buradaki mekan, varlığın bir form içinde, yani şekil olarak özel bir yapıya dönüştürülmesidir. Ruhun madde üzerinde etkin olabilmesi için bir tesire sahip olması gerekir. Yaratılmış varlık, Mutlak Varlığın kendi bünyesi, kendi hayal gücü, kendi evreni içinde mevcutken henüz bu tesire sahip değildir. Bir bakıma yaratılış, yani mekan olmak, Kadir-i Mutlak Allah’ın evren olması demektir! Kadir-i Mutlak Allah’ın mevcudiyeti meydana getirişi, her zerrede kendinin mevcut olması ve olmaması, onun ancak evren olmasıyla, her şey olmasıyla, tam bir mekan oluşturmasıyla mümkündür. Biz şimdilik bu kadarını biliyoruz. Nitekim kutsal kitaplarınızda bunu anlamlı bir şekilde belirten bazı özel ayetler vardır. (Sayfa: 628-631)

( Celse: 141 Tarih: 22. 1. 1971 ) Kadir-i Mutlak mevcudatı yarattığı zaman, kendisi Öz Kişiliğiyle, kendiliğinden Kişiliğiyle bu yaratma eyleminin sahibidir, yani tüm Tanrılık Bilgisi yaratmış olduğu şeyde vardır. İşte böylece O, bu bilginin mevcut oluşuyla bir mekan oluşturur. Şüphesiz “Kadir-i Mutlak mekandan münezzehtir” dendiği vakit, bu kendi varlığına ait sabit bir bilginin, bir gerçeğin mevcut olmayışından ileri gelen bir sözdür ve doğru bir sözdür. Çünkü mekan, dolayısıyla boyutların katlanması, varlığa ait bir takım tezahürlerdir ki, ancak Kadir-i Mutlak’ın Tanrılık Bilgisiyle varlıklarını sürdürebilirler. Aradaki ince fark budur.
Unutmayınız ki mevcudiyetin içindeki her tür faaliyet, yani meydana getirilmiş her tür iş sürekli çoğaltılma durumundadır. Bunun açıklamasını biraz daha genişleterek yapmak gerek. Siz yaratılışı toptan ve bir kerede meydana gelmiş bir olay sanıyorsunuz. Oysa yaratılışın gerçek açıklaması şöyledir: Kadir-i Mutlak Allah ilk etkiyi mevcudiyetin özünde Tanrılık Bilgisiyle meydana getirdikten sonra, kendine vermiş olduğu özelliğin gereği olarak Teksir Yasası sürekli ve sonsuza kadar devam etmektedir. Şu anda ve onun milyarlarca daha küçük anında bile bu teksir (çoğaltma) olayı devam etmektedir. Öyle ki mevcut her şey birbirini sürekli yaratmaktadır. Fakat ilk etkili kudret ve bilgi, tüm hesap ve kitap Kadir-i Mutlak Allah’ındır. Kadir-i Mutlak Allah, yaratmış olduğu nüvenin içine kendi İlahi Murad’ının tüm esasını aşılamış, onu olgun hale getirmiştir. İşte ana yasa budur, bu gerçek üzere faaliyete geçen mevcudat içindeki her şey ve ruh o faaliyetin etkisinden kurtulamaz. Bir mekandaki insan ruhlarına bir din şeklinde yapılan etki, yani bir bilgi ve faaliyetle ortaya çıkan etki, hem etkileyeni hem etkileneni sürekli kucaklar. Bir eylem bir varlıktan çıktıktan sonra da devam eder ve varlık bu devamın izleyicisi olmak zorundadır, sizler de aynı durumdasınız. Bunun pek küçük bir kısmını Deterministik Yasalar, yani karmik kader olarak bilirsiniz. Bu verdiğimiz bilgiyi iyi anlayınız, bu gerçek bir bilgidir!
Bir peygamber, yani haberci yaptığı faaliyetin içinde faal durumdadır. Bedenen belirli bir ömrün sona erişinden sonra, ruhen de aynı tesiri devam ettirir, çünkü Teksir Yasası bu devamı zorunlu kılmıştır, bu varlığın kendinde saklı bir zorunluluktur. Siz de tüm eylemlerinizin beden dışı hayatınızda bile izleyicisi durumundasınız! Bu yüzden, yapacağınız eylemlerin şuuruna sahip olarak iyi yönde gelişmesini sağlamaya bakınız ki, beden dışındaki hayatınızın akışı, sürekliliği ve serüveni daha verimli ve daha sağlıklı olsun.
Bir kilisenin, bir caminin, bir havranın mevcut oluşu, ortadan kalkmayışı bu mevcudiyeti ayakta tutan etkinin devam edişindendir. Peygamber olarak görevini yapmış bir varlık, başka bir planette diğer bir görevi de üzerine alıp uygulamaya devam edebilir, fakat bu, dünyada yapmış olduğu faaliyetin etkisiz kalmasını gerektirmez. Sizler de şu dünya planeti üzerinde yaşarken, bundan evvel yaşamış olduğunuz mekanlardaki eylemlerinizin hem sonuçlarına muhatap oluyor, hem de orada bırakmış olduğunuz bir faaliyetin devamını sağlıyorsunuz. Bir varlık bedenli haldeyken ruh enerjisinin ancak %20 veya %25 oranındaki kısmını o beden kanalına hapsedebilir, geri kalan enerji diğer hayatlarınızın eylemlerindeki tesirleri beslemekte, orayla alışverişte bulunmaktadır.
Evrimin ne kadar büyük bir kavram ve ne kadar kapsamlı bir eylem olduğunu biraz olsun kavramaya çalışınız. İnsan sevmenin, varlık sevmenin zorunluluğunu anlamaya çalışınız, çünkü sevgi vasıtasıyla işlenmiş eylemlerin izlenmesi ve bağlantısı daha kolaydır. Bu planette veya başka bir planette sevgiyle yapmış olduğunuz uygulamaların ve sürdürdüğünüz eylemlerin sonuçlarını daima kolaylıkla alır, kolaylıkla cevap verir, kolaylıkla halledersiniz, çünkü titreşimsel düzeyi ince ve yüksektir. Kapsamlı ve derin bir etkisi olduğu için izlenmesi daha kolaydır, o oranda da ruh özgürlüğü artar, evrimin hızı çoğalır.
Bu devre bir Rabb-ül Alemin ile başlamıştır. Rabb-ül Alemin Kadir-i Mutlak Allah değildir. Alemden kasıt, güneş sisteminizi de içine alan birkaç sistemin yöneticisi durumundaki bir İlahi Mekanizmadır. Her devrede bu İlahi Mekanizmanın, her planetin sevk ve idaresine memur ettiği varlıklar vardır, Dünya’nın, Mars’ın, Venüs’ün, Ay’ın, Güneş’in vs. Evrendeki hiyerarşik sıralanış zaten bunu gerekli kılar. Bu yüzden, sözünü ettiğiniz Nuh, Lut, Musa, Yakup, İsa, Muhammed gibi görevli varlıkların Rableri aynı Rab’dir. Şüphesiz dünyanızın çok eski bir geçmişi vardır, çok bozulmalar, kurulmalar ve dağılmalar olmuştur. Bazen herhangi bir yaratığın gerekli şekilde evrimine hizmet edemeyecek kadar yozlaşmış, bazen çok iyi hizmet görecek kadar gümrah hale gelmiştir, yani okullar açılmış, okullar kapanmıştır. Her okul açılış ve kapanışta idareci kadro da değişmiştir. İşte sizin ezel dediğiniz vakitten ebet dediğiniz vakte kadar tek bir Rabbin ve İlahi Mekanizma temsilcisinin, her şeye gücü yeten kavi elli bir varlığın sevk ve idaresindeyiz! Bu devrenin sonunda, yani okulun kapanışında şüphesiz onun görevi de sona erecektir.
Yazılı metinlerinizle saptayabildiğiniz en eski tarihlerden bu yana, gelmiş geçmiş peygamberlerinizin hiçbiri bir planetten bir araçla gelmemiştir, geldikleri araç doğumdur. Doğum yoluyla başka bir planetten doğmuştur, fakat doğrudan doğruya beden seyahatiyle gelmemiştir. Yeryüzünde Ademle Havva hikayesinin başlangıcından evvelki devrelerde, insan topluluklarına doğru yolu göstermek için başka planetlerden doğrudan doğruya inen ve artık peygamber sayılmayan yüksek ruhi varlıklar, bilge insanlar dünyanızda görev yapmışlardır. Doğum yoluyla gelen varlıkların yeryüzündeki faaliyeti tamamen beşeri şartlara göre meydana gelmiştir.
Sodom ve Gomora olayındaki iki melek, yeryüzünde enkarne olmuş iki yüksek ruhi kişiliktir. Bunlar o devrin en bilge, en ileri görüşlü, en idrakli kişileriydi, hatta ruhi etki bakımından Lut’un peygamberlik görevini yerine getirmesine yardım ediyorlardı. Bu varlıkların yurdu şüphesiz dünya dışı bir sistemdi, ama onlar dünya bedenine sahiptiler. Bunlara melek demek doğrudur! Bu tip varlıklar yeryüzünde hala vardır, fakat isimleri her devirde değişir. Siz onlara görevli varlıklar dersiniz. İşte onlardan bir örnek, bu Cemiyetin kurucusu olarak geldi geçti (Dr. Bedri Ruhselman). Özellikle din ismi altında oluşturulacak hareketlerin görevlilerinin desteklenmesi, beslenmesi için gerektiğinde onlardan daha güçlü, daha kudretli varlıklar da görevlendirilir. Bu tüm peygamberlerde böyle olmuştur, ama böyle olması hiçbir peygamber için bir eksiklik değildir, aksine o peygamber için yüksek bir liyakatin meyvesini oluşturur. Birçok peygamberin etrafında bu tip insanlar ve varlıklar vardı. Onlar Rabbin meleği olarak adlandırılırlar. Bu varlıklar yüksek bir kudrete sahip oldukları için, kah bedenli kah bedensiz halde istedikleri etkiyi meydana getirecek güçtedirler. Cebrail bu işlerin organizatörüdür. Dünyanın sevk ve idaresiyle yükümlü İlahi Mekanizmanın tüm emirlerinin yerine ulaşmasını sağlayan varlık Cebrail olarak adlandırılmıştır. Bu bireysel bir varlık mıdır, yoksa bir kudret topluluğu mudur bunu biz de bilmiyoruz! Bizim de dahil olduğumuz görev grubu, zaman zaman bu varlığın verdiği haberlerle karşılaşabilir, karşılaşmaktadır. Bu genel bir çalışma sistemidir, yalnız bizim grubumuz için değil, havsalanızın alamayacağı geniş gruplar için de durum aynı olduğundan, bu asla bir üstünlük değildir, olağan bir durumdur. Nitekim insan beyninde oluşacak en küçük sezgi bile Cebrail’den gelir. Kademeler oluşturmak suretiyle haberin dağıtımı ona aittir. Bu noktayı dikkate almalısınız, böylece gerçek sezginin ne yaman bir şey olduğu hakkında bir bilginiz olur. (Sayfa: 632-637)

( Celse: 142 Tarih: 1. 2. 1971 ) Yaratılış ve oluş açısından madde ve ruh diye bir ayırım yoktur, bu tamamiyle Tanrıya ait bir bilginin sonucudur. Madde ve ruhun mutlak bakış açısından tek varlık olduğu kesin olarak kabul edildiği zaman, Teksir Yasasına uygun olarak sadece varlığın meydana gelmesi, her iki formun da meydana gelmesini gerektirir. Çoğalmanın bin bir hali vardır. Mutlak açısından ruh ve madde diye bir ikilik, bir ayrılık söz konusu değildir, yaratılmış olan söz konusudur.
Mutlak, yaratılışın özünü oluşturduğu zaman, onu kendi muradı üzere var etmiştir. Varlık Mutlak için tek bir şeydir ve Teksir Yasasına göre varlıklar, yani yaratılmış şeyler çoğalabilir. Siz bunu ister ruh olarak, ister madde olarak kabul ediniz. Teksir Yasası, yani çoğalmaya bağlı yasa, varlık olarak çoğalma, daha başkası! Yaratılışın Sürekliliği Yasasında öyle prensipler, öyle bilgiler vardır ki, bunları ancak bir peşin hüküm olarak, birer bilgi olarak hatırda tutmak gerekir, kabul edip etmemekte özgürsünüz. Bu kadar!
Kıyameti kısaca iki bölümde açıklayınız. Birincisi, varlığın kendisiyle ilgili kıyamet. İkincisi, varlıkların kendileriyle ilgili kıyamet. Birinci kıyamet, bedenini terk eden varlığın ahiret alemine ulaşmasından sonra tüm geçmişinin özetini ve varlığının asıl dokusunu keşfedecek bir şuur uyanıklığına sahip olması demektir. Bu evreye gelinceye kadar varlığın gerçekten bir hayli sıkıntılı yol katetmesi gerekir. İkinci kıyamet, her okulun öğrenim süresi sonunda meydana gelen külli bir şuurlanmadır. Bu şuurlanma, daha evvel katettikleri
realitelerin bir gerçek içinde birliğe ulaşması demektir. Orada tüm fazlalıklar, tüm hatalı hareketler, düşünceler, ifadeler, tüm hatalı doktrinler, kısaca tüm vasıtalar usulüne uygun şekilde terk edilir ve yüksek bir liyakat içinde bir gerçeğin kapasitesine dahil olunur, yani gerçek özgür şuura ulaşılır. Bu tip kıyam uzun devreler sonunda meydana gelir. Kişisel kıyam çok daha kısa devreler içinde söz konusudur. Burada şu noktayı dikkate almalısınız ki, her yeni enkarnasyon sonucunda bir kıyamet söz konusu değildir. Belki de birçok enkarnasyonlar sonucunda realitelerin sindiriminden sonra ulaşılan yeni aşamalar, yeni aşamaların kat edilişinden sonra varılan gerçek planları o varlık için kıyamet olabilir. Kutsal kitaplardaki kıyamet böyle anlaşılmalıdır. Jeofizik şartlar ise, her iki tür kıyametin tamamen dışındaki bir konudur ve hiçbir kutsal kitapta buna ait bilgi verilmemiştir.
Sizin karma ve sebep sonuç prensibi olarak bildiğiniz konular, bir varlığın kendi iradesiyle, kendi çabasıyla meydana getirdiği eylemin etkisiyle karşılaşmasıdır. Bu etki, Teksir Yasasına uygun olarak hangi evrede bulunursa bulunsun, daima o evreye göre ayarlanmış bir kopyayla, bir benzerle yük şeklinde varlığı izler. Siz buna kısaca “aşkın şuur dışı” dersiniz. Aşkın şuurdışı, evrenin hangi noktasında olursa olsun, varlığın yapmış olduğu tesirin ya da tesirlerin, her zaman bulunduğu evreye uygun olarak meydana gelmesi, Teksir Yasasına göre kopyalanması demektir. Buradaki ince nokta şudur: Teksir Yasasında bir tesirin uzayıp gitmesi tıpkı tıpkısına değildir, varlığın o anda içinde bulunduğu tesir alanına uymuş, adapte olmuş, onunla uyum sağlamış şekildeki bir kopya serisidir. Fakat genel yapısıyla ilk yapılan tesiri taşır. İşte bu aşkın şuurdışınız, tüm tesirleri büyük bir arşiv gibi barındırarak daima ruhi varlığın emrinde ve onun bir desteği olarak süregelir. Aşkın kıyaslarınız, aşkın bilgileriniz, aşkın görgüleriniz işte bu Teksir Yasasıyla devamlı sizi izleyen adapte olmuş tesirlerden ileri gelir. (Sayfa: 639-641)

( Celse: 143 Kademe: 2 Tarih: 26. 2. 1971 ) Dünyanın yaratılışı, mecazen anlatılmak istenen şekilde meydana gelmemiştir. Dünyanız fizik bir küredir, fizik küre olmadan evvel, mevcut yoğunluğa ulaşmadan evvel akışkan bir topluluktu, bir tür astral maddeden oluşmuştu. Yani şimdiki madde halinin üzerinde bir radyasyona sahip gayet akışkan, hareketli ve etkin bir kürenin önceden oluşması söz konusudur. Tüm fizik varlıklar meydana gelmeden evvel, yani yoğun halde üçüncü boyutta bir yurda, bir yere sahip olmadan evvel, akışkan bir durumda yoğunlaşmaya aday olarak meydana gelirler. Onların bu akışkanlığını sağlayan Teksir Yasasıdır. Akışkanlaşan madde topluluğu bu halini, kendine hükmetmekte olan ruhi enerjiden alır. Demek oluyor ki, fiziki bir yoğunluğun ortaya çıkması için yüksek bir enerjinin, sözgelimi ruhi enerjinin mevcut olması gerekir. İşte Teksir Yasasının sebebi Yüksek Ruhi Varlıktır, örneğin Rabbiniz olan varlık, dünyanın fizik oluşumunu meydana getirmeden evvel, onun akışkanını meydana getirmiştir. Kutsal metinlerinizdeki “Allah dünyayı altı günde yarattı” sözü bu demektir. Burada altı günden amaç nedir? Altı günden amaç, bir zaman, bir sıra değildir, yani size göre hiçbir şey değildir, ancak Rabbe göre bir şeydir! Bu da akışkanlığın en ince halinden en kaba haline kadar geçirmiş olduğu evrelerdir. Bu evreler yoğunlaşmakta olan varlığın, yani maddenin akışkanlık ve titreşim durumunun ifadesidir.
Demek ki, hangi fiziki oluşum olursa olsun, görebildiğiniz ve göremediğiniz her düzeydeki fiziki oluşum, önce akışkan olarak mevcuttur. Dünyanız akışkan olarak mevcuttu, Güneşiniz de akışkan olarak mevcuttu. Güneşinizi meydana getiren akışkan partiküllerle ortaklığınız vardır, diğer gezegenlerle de ortaklığınız vardır. Fakat hiçbir zaman Dünyanız Güneş adını verdiğiniz hayat kaynağı küreden kopmuş ve ayrılmış bir küre değildir. Teksir Yasasına göre zaten buna ihtiyaç da yoktur. Ayrıca, fiziki varlıkların oluşumu zaten akışkan olarak meydana getirildiği için, yoğun bir maddeden Dünyanın ayrılmış olması abestir!
Teksir Yasası, yoğunlaşmamış fizik evrenlerin, yoğunlaşmaya mahkum her tür varlığın ve her yaratılmış olanın yasasıdır. Teksir, bir ortamın tıpkı kendine benzer bir ortamı meydana getirmesi demek değildir. Bütün fizik maddeler bir enerji yayarlar ve aynı zamanda bir enerji alırlar. Evren sürekli olarak birbirine enerji verip enerji alan bir sistemden oluşmuştur. Dünyanız, akışkan alemde kendi enerjisiyle bir projeksiyon yaparak sürekli başka kürelerin meydana gelmesine sebep olur, yani akışkan alemde mevcut akışkan partiküllerin yoğunlaşmasına sebep olur. Nitekim insan da daha akışkan bedenlere sahip varlıkların daha yoğun bedenlere bürünmelerini sağlar. Örneğin, dünyanız kendinde mevcut enerjiyi sürekli yaymak durumundadır, yayılan enerji akışkan madde üzerinde bir yoğunlaşma alanı oluşturur. Bu yoğunlaşmış alan Teksir Yasasına göre meydana gelmiştir, bu, dünyaya tıpatıp benzeyen bir kürenin meydana gelişi demek değildir, bu belki küre bile olmayacaktır, maddenin çeşitli hallerine dönüşebilir, fakat her an ilk kullanmış olduğu yoğunlaşma durumundan daha ağır bir duruma geçmektedir. Şimdi de Teksir Yasasının bir özelliğini öğrenmiş oldunuz, o da şudur: Hangi yoğunlaşma düzeyinde bulunursa bulunsun bir plana, bir akışkan plana bir enerji projeksiyonu yapıldığı zaman oradaki yoğunluk giderek artar.
Şimdi burada bir soru akla gelebilir. Fizik evrenin bir unsuru olan kaba, yoğunlaşmış dünyanızın yaydığı bu enerji, kendi niteliklerine uygun bir enerji değil midir? Enerji de olsa yoğunlaşmış bir varlığa ait enerjidir, bu yüzden daha akışkan bir maddeye, titreşim düzeyi daha yüksek bir maddeye nasıl etki eder? Sanmayınız ki dünyanız şu haliyle sadece fizik bir evrendir, o aynı zamanda akışkan bir evrendir. Akışkan bir evren olan dünya ile, kaba fizik dünya bir arada mevcuttur. İşte bedeninizi terk ettikten sonra ilk uğrayacağınız yer bu akışkan dünyanızdır (spadyum). Teksir Yasasına göre söz konusu enerjiyi yayan ve süzen dünya bu akışkan dünyanızdır, bu kanaldan geçmek suretiyle karşıda bir tesir oluşturur.
İnsanın kaderi o kadar büyük, o kadar derin, o kadar yüksek bir bilgelik içinde var olmuştur ki, bunun zerre kadarını idrak etmiş bir insan için şu anda mevcut hayat realitelerinin hiçbir kıymeti kalmaz! Ama hayat realitelerinin her biri, varlığın kendini idrak edebilmesi için dolaşması gerekli birer sistemdir. Varlık bu güzel ve yüksek niteliklerini karartmış, kabalaştırmış, gizlemiştir. Bu yüzden, ne olursa olsun içinizde varlıklara karşı, özellikle insanlara karşı anlayışı, merhameti, sevgiyi ve şefkati hiçbir zaman eksik etmeyin, daima hoşgörülü olmaya çalışın. Bilgiye, vicdana çok önem verin, sadece Allah’a tapının. Allah’tan gayri tüm varlıklar rölatif ve kusurlu varlıklardır. Kusurlu olan hiçbir varlığa tapınılmaz, kusurlu olan hiçbir varlığa “sen baş tacısın” denilmez, kusurlu olan hiçbir varlığa paye verilmez, ilahlık kondurulmaz! Yalnız Kadir-i Mutlak Allah tüm payelerin, tüm yüksekliklerin, tüm sonsuzlukların tek sahibidir. (Sayfa: 642-645)

( Celse: 144 Kademe: 2 Tarih: 12. 3. 1971 ) İnsan varlığının esası ruhi varlıktır. Ruhi varlık Teksir Yasasına göre hareket etmez. O özel bir yaratılışla yaratılmış ve yerini bulmuş bir varlıktır. Ama beşeri bir kimlik içinde bulunabilmesi için bir bedene sahip olması gerekir. Bu bedenin yapısı en ince, en akışkan maddeden başlayıp gitgide yoğunlaşarak nihayet organik maddede son bulan bir maddeler kompleksidir. Bedenin oluşumu, önce ruhun kendi bünyesinde meydana gelen düşünceyle olur, bu düşünce şekline ruhun serbest imajinasyonu da denebilir. Ruhun serbest imajinasyonunda, sahip olacağı bedenin en ince partiküllerden meydana gelen en dış zarfı oluşturulur. Bunun titreşim karakteri çok yüksektir, çünkü kullanılan malzeme yüksek titreşimde varlığını gösteren bir malzemedir. Realitenizde ona “süper madde” adını verebilirsiniz, fakat bu sadece bir isimden ibarettir ve idrakinize hiçbir şekilde çarpmaz. Bu titreşimin evre evre yayılması, çeşitli akışkanlıktaki maddeler içinde akışkanlığı çeşitli formlar oluşturur.
Ruhun sevk edici yüksek titreşiminin organizmaya kadar yayılması, çeşitli vasıtaları gerektirir. Bu vasıtaların asıl görevi, titreşim karakterinin bir sapmaya uğramadan giderek ağırlaşması, düzeyini kaybetmesidir. Esas itibariyle titreşim karakterini kaybederse, kendi maddi yapısını ve kimliğini de değiştirir. 1000 titreşimlik bir maddi kimlikle, 500 titreşimlik bir maddi kimlik arasında fark vardır. Fakat yukarıdaki karakter değişmezliği, ancak ruhun idaresi ve egemenliği altında gerçekleşebilir. Titreşimin artışı hızın artışı demektir, hızın artışıy ise fizik yapının değişmesi demektir. Bunun aksi de vardır. O halde, ruhi bir varlık bedenini oluştururken, şüphesiz kendi düşünce formuna göre bir bedenin en akışkan durumunu oluşturur. Bu onun kaderidir, çünkü en kabasını yapabilecek derecede bir titreşim düşüşü onun için mümkün değildir. Fakat meydana getirdiği yüksek düzendeki maddenin formu, daha başka vasıtaların bir araya getirilmesinde ona en büyük yardımcı olur. Böylece cenin üzerinde egemenlik kurar, cenin ise organik maddenin kendisidir. Öyleyse bu yapı, çeşitli titreşimlerin taşıyıcısı olan ve giderek kabalaşan bir alandan ibarettir. En dıştan merkeze doğru, en yüksekten en alçağa doğru bir titreşim gamı içinde, en açık renkten en koyu renge doğru bir sıralanışı vardır. İşte bu alan eskilerin sözünü ettiği çeşitli bedenler ve perispiri halidir. Bunları daha evvel şuur alanı olarak adlandırmıştık. Boyut, madde evreninin bir sonucu olarak ortaya çıkmış, titreşim düzeyi açısından atom ağırlığı olmayan, atom değeri açısından büyük elektrik şarjına sahip bir yapıdır. Bu plan, zamandan gayri hiçbir şeyin geçerli olmadığı bir düşünce mekanıdır.
Üçüncü boyut, duyularınıza kadar ulaşmış titreşim ve partiküllerin sonucudur. Sözgelimi, dördüncü boyut duyularınıza kadar ulaşmayan titreşim ve partiküllerin sonucudur. Dördüncü boyut malzeme olarak üçüncü boyutu kullanır, yani üçüncü boyut tek bir kimlik altında dördüncü boyuta bir malzeme oluşturur. Malzeme oluşundaki amaç atomik titreşimin, atomik ağırlığın kullanımıdır. Mekanik görüşe göre dördüncü boyutu anlamanın imkanı yoktur, sizin beyniniz mekanik çalışır, medyumunki de mekanik çalışır. Dördüncü boyutun anlamını aktarmak çok zor. Şimdiki halde bilinmesi yeterli olan nokta şudur: Üç boyutlu realitenin varlığı çevreleyen tesiri, varlık için ancak üç boyutlu bir mekanla bağlantıda bulunduğu sürece geçerlidir. Çünkü organik bedenin durumu, varlığın organik bedene bağlanması, yani organik beden düzeyindeki titreşime bağlanması demektir.
Dördüncü boyutta mevcut titreşim, üçüncü boyutta mevcut titreşimle aynı değildir. Hız aynı olsa bile, örneğin saniyede dünyanızın etrafını yedi buçuk kere dolaşan ışığın hızına eşdeğerde, dördüncü boyutta 300.000 km/sn hızla hareket edebilen bir varlık vardır. Fakat her ikisi arasındaki titreşim derecesi ve titreşimi meydana getiren etkenlerin nitelikleri çok farklıdır. İşte bu yüzden, titreşimler arasındaki bu değişiklik sizde bir boyut anlayışı meydana getirebilir. Böylece boyut, belirli titreşim derecesindeki partiküllerin, fizik mekanda sıralanış şeklinin son sınırının üzerinde bir sıralanışa tabi olmasıdır. Fizik evreninizdeki atomik sıranın, atomik diyagramların bir sınırı vardır, sabit bir miktarı vardır. Bunların dışında başlayan sıralanışlar başka bir gruptur. (Sayfa: 646-648

( Celse: 145 Kademe: 2 Tarih: 2. 4. 1971 ) Hareket ve enerji hayatın kaynağıdır. Mutlak enerji aynı zamanda mutlak harekettir ve Kadir-i Mutlak tarafından meydana getirilmiştir. Bu hareket enerjiyi oluşturur, enerji ise hayattır. İnsan düşünce pratiği içinde bulunduğu zaman, hayat sahibi bir varlık olarak bir enerji işlemi içinde yer alır. Evrendeki hiçbir varlık, bir eylemin meydana gelişinde o eylemden kayıtsız ve bağımsız olamaz. Zaten eylem, enerjinin başka bir hale dönüşümüdür, yaşam sahibi varlık da bu enerjinin bir formudur. Her ne yaparsanız yapın, varlık olmanızdan ötürü zaten bir eylem içindesiniz, bunun başı da, ortası da, sonu da tam bir faaliyettir. Varlık hem bir eyleme girişecek, hem de o eylemden uzak kalacak, bu asla mümkün değildir, hareketsiz ve enerjisiz bir varlık düşünülemez. Böyle bir hayatın mevcudiyeti ham hayaldir.
Sizin mutluluk dediğiniz şey, evrende ve insanın şuurdışında mevcut gerçeklerle karşılaşmaktan doğan ve şuur yüzeyinde hissedilen bir tamlık duygusudur. Bu tamlık duygusu, insan realitesiyle gerçek arasında bağlantının kurulmasından oluşur. Mutluluklar devamlı olamaz, devamlı olmasında da bir zorunluluk yoktur. Varlık bir şuur projeksiyonuyla şuur alanında gezip dolaşarak tüm benliğiyle bu realitelerin içinde eylemde bulunur ve bir mozayiğin içinde yer alan kıymetli mozaik parçalarına rastlarcasına gerçeklerle yüz yüze gelir. Gerçekler ardarda sıralanmış merdivenler gibi ortaya çıkmaz. Gerçekler her yerde, fakat seyrek kalıplar halindedir. Bu evrimin zorunluluğundan meydana gelmiştir, yani kalıplar arasındaki olaylar varlıklar için birer eğitim alanıdır, yani aşama aşama!Varlık eğer mutluluğu arıyor ve bu mutluluğu devam ettirecek vasıtaları bulmaya çalışıyorsa, gerçekler arasındaki bağlantıyı bulmaya, bir gerçekten diğerine geçmeye çalışmalıdır.
Gerçekler (verite) değişmez, değişen realitelerdir. Dikkat edin! Evrimleşiyorum gerçeği sabit bir gerçektir. Allah’ın varlığı ve birliği sabit bir gerçektir. Ruhun evrimleşen bir varlık olduğu bir gerçektir. Nefsaniyet bir gerçektir, reenkarnasyon bir gerçektir. Karmaya göre eylemlerin sonucuyla karşılaşmak bir gerçektir. Tesir ve karşı tesir bir gerçektir. Eğer bunları devamlı olarak gönlünüzde yaşatırsanız, kendinizi olayların, eşyanın görece değerleri içinde kaybetmezsiniz. Kutsal kitaplarınızda bunların tümü, Allah korkusu ve Allah sevgisi olarak ifade edilmiştir! (Sayfa: 649-651)

( Celse: 146 Tarih: 7. 5. 1971 ) Birleşik İnsanlık Realitesi, kesinleşmiş bir realite değildi. Fakat bu devrenin beşeri varlığı, ara sıra umulandan daha fazla hamle, daha fazla yükselme ve daha fazla gelişme kaydettiği için, kendince çok önemli bir realiteyi de yaşatmak istemiştir. Kutsal kitaplarınızda bir kıyamet gününden, bir Mesih’ten hep söz edilip durulur. Ve bir türlü ne Mesih iner, ne de kıyamet kopar. İnsanlığın gelecekteki tarihi akışı içinde daha evvelden kuvvetli bir tahmin üzere saptanan bazı olaylar ve tarihler, yüksek zorunluluklar yüzünden, özellikle galaksinize bağlı yasaların gereği olarak hep ileriye itilmiştir, yani hep geciktirilmiş, taviz verilmiştir. Bu şu demektir ki, insanlık az miktarda da olsa tesir alanını genişletme açısından oldukça kuvvetli hamleler, evrim sıçramaları yapabilmektedir. İşte kısaca özetlediğimiz bu şartlardan dolayı insanlığın geleceğinde birleşmiş bir insanlık düzeyi, bir evrim sınırı mümkün görünmektedir. Eğer onları böyle bir düzeye götürecek bilgiler dikkatle ve hassas bir şekilde izlenmeyip boşa geçirilmiş olsaydı, insanlık için yüksek bir realitenin imkanları verilmezdi.
Birleşik İnsanlık Realitesi, tüm insanlığı etkisi altına alabilecek çok yüksek ve güçlü bir şuur alanıdır. Bu şuur alanının merkeziyle, en dış kısımları arasında bazı titreşim farkları vardır, yani bu realitenin tüm şartları içinde bulunabilen varlıklar olduğu gibi, yarı yarıya bunu uygulayabilen varlıklar da olacaktır. Fakat şimdiki insanlık realitesinden çok daha yüksek bir uyum, bilgi, düzey ve dayanışma içinde yaşayabileceklerdir.
Birleşik İnsanlık Realitesinin en belirgin nitelikleri şöyledir: Birincisi, Mutlak bir Allah’ın güçlü bir şekilde anlaşılması ve kabulünde hiçbir şek ve şüphenin kalmamasıdır. Öyle ki beşeri beyinlerden yayılacak düşünceler, anlayışlar, imajlar tamamlayıcı tarzda olmalıdır. İkincisi, varlıkların hepsinin kendileriyle evren arasındaki bağları açıkça bilmeleridir. Üçüncüsü, varlığın madde karşısındaki esaretinin, maddeye yardım ve hakimiyete dönüşmesidir. Dördüncüsü, beşere ait tüm eski, yıpranmış, dejenere olmuş realitelerin büyük bir hoşgörü içinde gerçek yerlerine oturtulmasıdır. Ve nihayet bireysel olarak tüm insanları bir görmektir. İnsanı sadece insan olarak, tüm beşeri yükümlülüklerden soyunmuş olarak, sadece insan olarak görmektir! (Sayfa: 655-657)

( Celse: 148 Tarih: 4. 6. 1971 ) Beşerin yeryüzünde var olmasına imkan veren şartlar oluştuktan sonra, bir bedenin meydana getirilmesi zorunlu olmuştu. Bedenin oluşması için gerekli tüm malzeme şüphesiz sadece yeryüzünde mevcut değildi. Dünya insanı, yani beşerin ilk örnekleri yeryüzünde meydana gelmemiştir. Beşer varlığının ilk modeli, yani sizlerin şu andaki fizik ve psişik yapınızı oluşturan her türlü unsurunuzun bileşkesi olan insan, yeryüzünde önce mevcut değildi. İlk insan dünya dışı bir varlık olarak başlamıştır, yani dünyada beşeri fakülteyi yaratmak için ilahi düzende hak ve yetki sahibi olarak görev almış olan Mekanizma, bir takım güçleri harekete geçirmiştir. Böylece evrende gizli serbest enerjiyi kullanmak suretiyle, insan tipinin meydana getirdiği fizik kimlik oluşturulmuştur. Fiziki kimliğin oluşturulmasında geçerli süreç, yeryüzünde mevcut maddi vasıtaların terkip edilmesi şeklinde olmuştur, yani yüksek bir organizmanın oluşumuna sebep olacak yüksek nitelik ve liyakatteki madde seçilmiştir. Bu yüzden beşer insanının evrim çizgisiyle, beşer olmayan insanın evrim çizgisi arasında bir hayli fark vardır. Beşer insanının, yani yeryüzü insanının diğer bir planetteki insandan farklı pek çok tarafları vardır. Bu fark öncelikle kendi maddi yapısındaki özelliklerdir. Çünkü onun devşirildiği ortam galaktik bir kimliğe sahip değildir, yani tüm sistemler için geçerli bir kudrette değildir, sadece dünya için geçerli bir kudrete sahiptir.
Beşerin evrenle ilişkisi, önce maddi yönden dünya şartları, dünya frekansı, dünya titreşimi, kısaca dünyanın maddesel topluluğunun tüm niteliklerine bağlı olarak oluşur. Ruhen ise evrenseldir, evrensel evrim süreci içinde bir okulun kölesidir. Şu anlamda ki, maddi vasıtanın vereceği imkanları ancak kullanabilecek liyakatte ve bilgide olduğu, daha yüksek düzeyde bir liyakati hak etmediği için bu şartların kölesidir. Kölelikten kurtuluş zamanı, yine kendi kudretlerinin gelişimiyle kendisi tarafından meydana getirilir.
Üçüncü boyut realitesinin dışına çıkmış bir varlık için, üçüncü boyut realitesindeki maddeye ait atomik karakterler geçerli değildir, sonsuz bir madde inceliği vardır. Dolayısıyla, üç boyutlu madde evreninizde birim olarak ele alabileceğiniz atomik yapı, astral alemin, yani spadyum aleminin birim olarak ele alınacak atomik yapısından çok farklıdır. Şüphesiz bu fark şimdiki halde titreşimsel gözükmektedir, yani onlar üçüncü boyutta mevcut atomik özellikler gibi değildir, beş duyunuzun ve diğer duyularınızın da dışında bir özelliğe sahiptirler.
Bildiğimiz tüm var olan şeyler Evren Enerjisinden meydana gelmiştir. Bu Evren Enerjisi veya Kozmik Enerji sonsuzdur, marifete sahiptir! Yaratıcı Kudretle Evren Enerjisinin temas noktasını bilmiyoruz, fakat bir temas noktası olduğunu biliyoruz. Ama bu temas noktası nasıl, ne şekilde, ne halde meydana geliyor bilmiyoruz! Bir temas noktası mevcut olduğuna göre, sonsuz marifete sahip bu Evren Enerjisi en ağır en kaba kütleden, en akışkan en ince kütleye kadar tüm varlıkların ve eşyanın meydana gelmesine sebep oluyor. İlahilik öyle özel bir kudrettir ki, yaratık bu özel kudretin sürekli sevk ve idaresi altında varlığını sürdürür, bütünlüğünü korur. Hiçbir varlık İlahi Enerjinin bağlantısı olmadan mevcut olamaz. Bu yüzden bizim enerji anlayışımız, kudret anlayışımız sizinkinden farklıdır. Siz fiziki gözlemlerinize dayanan bir enerji anlayışına sahipsiniz. Biz hem fiziki, hem de ruhi gözlemlerimize göre bir enerji anlayışına sahibiz. Önce İlahi Enerjinin varlığı bilinmelidir.
Bu Yaradan demektir, bu Evrenin Ruhu demektir, duyular alemi ondan meydana gelmiştir. Bunlar arasındaki bağlantıyı atomik örneklerle kurmaya çalışmayınız! (Sayfa: 662-664)

( Celse: 149 Tarih: 2. 7. 1971 ) Yeryüzünde insanın ortaya çıkışı iki yönde meydana gelmiştir. Birincisi, yeryüzünde mevcut fiziki şartların evrimi ve organik yapıların bir insan konstrüksiyonuna izin verecek kadar gelişmesi, ruhların kendilerine bir beden edinmelerine izin vermiştir. Bu dünyasal olarak bildiğiniz bedenlerin gelişmesiyle ilgili bir konudur. İnsan kimliğini kazanmış bir ruhun, evrim bilgi ve düzeyi bakımından ona en iyi şekilde hizmet edecek maddi bir vasıtaya ihtiyacı olduğu açıktır. Bu maddi vasıta önce dünya dışı bir ortamda oluşmuştur, yani sizin beşeri kalıbınız, şu görünen insan kimliğiniz başka bir gezegen üzerinde büyük Ruhi Organizatörler tarafından meydana getirilmiştir. Şüphesiz bu modeller evrensel varlık sistemine uygun bir şekilde taklit edilmiştir. Bu, yeryüzü insanının, beşerin prototipidir. Aynı varlık sistemi, bir yandan da yeryüzü evriminin sonucunda ortaya çıkan imkanlardan yararlanarak dünyada, kutsal kitaplarınızın da belirttiği gibi “onun toprağından, onun balçığından” bedenler meydana getirmiştir. Böylece iki değişik ortamda iki değişik laboratuvar çalışmıştır, sonradan bu laboratuvarlar birleştirilmiştir, yani Adem adını verdiğiniz ilk aşılanmış tipinizin taşıdığı maddesel çeşitlilik, büyük ölçüde dünyadan alınmış bir çeşitliliktir, onun topraktan, balçıktan yaratılmış olmasının anlamı budur. Oysa beşerin ilk tipi, aşılanmış ve ıslah edilmiş beşer modeli, içinde deneyimlerine devam edecek ruhlara en uygun ortam ve vasıta haline getirilmiş bu beden, sizin Adem’inizdir. Fakat evrende mevcut varlıkların Adem’i kimdir?
Kutsal kitaplarınız, yeryüzünde şu devrenin insanına maddi esasları ve imkanları ulaştıran ilk tipin Adem olduğunu söylerler. Asla o Adem’i mevcut insan tipinin ilk örneği olarak bellemeyiniz! Hiç şüpheniz olmasın ki, bu devrenin bitiminden sonra, tüm dejenerasyon tesirleri ortadan kaldırılıp bozukluklar telafi edildikten, her türlü dengesizlik dengelendikten sonra, maddi mayayı kullanarak meydana getirilecek kalıp, bundan sonraki varlıkların Adem’i olacaktır!
Kutsal kitaplarınızın birçok noktaları, onları söyleyen ve yazanlar tarafından bazen bilerek, çoğu zaman bilmeyerek dejenere edilmiştir. Verdiğim bilginin tekrar başına dönerek sonuca bağlamak istiyorum. Beşer, yani bu devrenin yeryüzü insanı, kendi ilk maddi kalıbını iki kanaldan aldı. Birincisi, dünya dışı bir gezegende meydana getirilen ve dünya şartları içinde maddi varlığını devam ettirebilecek yetenekteki bir varlık, daha doğrusu bir kalıptı. İkincisi ise, buna paralel olarak daha sonra yeryüzünün doğal evrimiyle ortaya çıkan bir kalıptı. Bu ikinci kalıp, dünya dışı kalıp tarafından aşılanmış, ıslah edilmiş, mükemmel hale getirilmiştir. Bunun en basit yolu, Tanrı oğullarının dünya kızlarıyla evlenmeleridir. Bu cümle Kitab-ı Mukaddes’te vardır. Demek ki, yeryüzünde mevcut halihazırdaki sizler bir aşılanma sonunda ve daha sonra meydana gelen çeşitli aşılanmalar sonunda şu andaki düzeyinize gelmiş durumdasınız. Ama artık aşılanma süresi bitmiştir. Bedenlerinizi meydana getiren maddi organizasyonun dejenerasyonunu engelleyecek bir işlem de yapılmamaktadır. Öyleyse yeryüzü insanı kalıp bakımından giderek dejenere olmaktadır! Kalıbın dejenerasyon oranına göre, ruhi cevherleri daha az olgun varlıklar enkarnasyona başlamıştır. Böylece, bu tip bir bedene ihtiyacı olan varlıklar, sınavlarını vermek üzere enkarne olmaktadırlar. Bu yüzden yeryüzünde barışın, esenliğin sağlanması gittikçe zorlaşmakta, yeryüzü insanı sürekli dejenerasyona sürüklenmektedir, buna kendisi sebep olmuştur!
Şu noktanın iyi anlaşılmasını isteriz. Maddi organizasyon, hareketten yoksun, etki kudreti taşımayan, ulaşım yeteneği olmayan bir nesne değildir. Beden, beden hücreleri ve hücre ruhları, organ ruhları ve daha yüz binlerce unsurun bir araya gelmesinden meydana gelmiş çok nefis bir yapıdır. Siz, yani benlik bu temel oluşumun genel idaresini üstünüze aldınız. Hem maddesel bedeniniz kendi sınavı içinde evrimine devam eder, hem benlik onun bu evriminden yararlanmak suretiyle kendi sınavlarını gerçekleştirip bilgisini artırır. Böylece karşılıklı olarak birbirlerinin sınavlarına, gelişmelerine hizmet eder dururlar. Eğer maddi yapıda evrenin her tarafında olduğu gibi bir bozulma, bir çözülme, bir yozlaşma başlarsa, bu kendi sınavını ve devresini tamamlamak üzere bir kavis çizerek batışa doğru ilerler. Bu batışın zamanını siz tayin edemezsiniz. Dejenerasyonlar birbirine sıkı sıkıya bağlı noktalar halinde değil, zikzaklı atlamalar halinde oluşur. Düzenli bir çöküş değil, iniş çıkışlı bir gerileme ve yozlaşma söz konusudur. Basit bir örnek vermek gerekirse, tüm radyoaktif cisimlerin zamanla radyoaktifliklerini yitirmeleri gibidir.
Gerilemekte olan bu bedenin, yozlaşmakta olan bu yapının yetenek ve vasıtalarından yararlanan ruhi varlık gerekeni alamayacaktır. Öğrenemez, uygulayamaz hale geldiği zaman artık o ortama enkarne olmaz, daha yüksek düzeyli bir maddi ortam araştırır. Fakat varlığın düzeyi, dejenerasyona uğrayan maddi vasıtaya adapte olabilecek düzeydeyse ona enkarne olur. A varlığı gitmiş B varlığı gelmiştir, bu merdiven inişi sonuna kadar devam eder. İşte bu yüzden, her neslin ıslahı bir Adem Baba’yı gerektirir, o gerçekten Babadır. Islah olmuş, güçlendirilmiş fizik yapının ilk örneğidir! (Sayfa: 665-668)

( Celse: 150 Tarih: 29. 10. 1971 ) Ölmesini nasıl öğreniriz diye soruldu! Ölmek, ölebilmeye bağlı bir tezahürdür. Bir şeye kadir olmak bilgiyle olur. Bazı kadir olmalar ise sadece bilmeyle değil, bir takım uygulamalarla olur. İşte ölüm olayının ortaya çıkabilmesi, varlığın ölmeyi bilmesi için, ölümün nasıl meydana geleceğini bilmesi ve bu olaya yardım etmesi gerekir. Ölebilmek bir sanattır, öyle bir sanat ki, uzun bir evrimin oldukça ileri evrelerinde meydana gelen bir bilgidir. Ölmeyi bilmek gerek! Bunun bilgisi önce ölüm nedirden başlar. Ölüm, klasik anlamda ruhla beden arasındaki ortak faaliyetin belli bir zaman ve mekan içinde ilişkisini kesmesi, ilişkinin kesin olarak durması demektir. Bu açıklama ikinci bir soruyu akla getirir. Ruhla beden arasındaki bağlantı nasıl sağlanmaktadır? Beden şüphesiz bir kukladır, ipleri yüksek benin, kısaca ruhi benin elindedir. Kuklanın hareketleri kuklanın parmaklarına takılan iplerle sağlanır, kuklacının parmakları ise beyni tarafından idare edilir. Kuklacının beyni de kendi yüksek benine bağlıdır, yani kuklacı da yüksek beninin bir kuklasıdır! Bu bağlılık evrensel bir mekanizma içinde sonsuza kadar gitmektedir. Yüksek ben, bir takım mekanizmaları ve bir takım akışkan ortamları kullanmak suretiyle bedeni canlı hale getirir. Bu canlılık o derece ince, o derece mükemmel ve o derece adapte olmuş durumdadır ki, kuklalar birbirlerini aynen göründükleri gibi kabul ederler.
Ölüm, kuklacının elindeki ipleri yavaş yavaş çıkarması demektir. Hayatın belirli bir devresinden sonra ipler yavaş yavaş gevşemeye, eski sertliğini kaybetmeye, hatta bir kısmı fonksiyon görmemeye başlar. Beden yaşlandıkça, yani daha ince düzendeki tesirlere cevap verecek bütünlüğü kaybettikçe iplerde bir gevşeme var demektir. İnsan vücudunda öyle değişiklikler, düşünce sisteminde öyle altüst olmalar vardır ki, bunlar giderek meydana gelen bir kontrolsüzlüktür. Hepsi de yavaş yavaş meydana gelecek bir ölümü hazırlamaktadır. İnsan önce ölüm ötesini bedenli haldeyken anlamaya, öğrenmeye, zihninde buna ait şekilleri, imajları yaşatmaya, kendi aurası içinde buna ait titreşimlerin hareket etmesine izin vermelidir.
Ölümün doğal bir doğa olayı olduğu apaçıkken, insanlar üzerinde meydana getirilen ölüm korkusu büyük iniş çıkışlara sebep olmaktadır. Ölüm ötesi alemde en çok kargaşaya uğrayan varlıklar, ölümden şiddetle korkan, ölüm ötesi alemi bilmeyen insanlardır. Özellikle ölüm korkusu içinde kıvranıp duran kişilerin, ölüm olayının meydana gelişine en fazla engel olan kimseler olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden, onların bedenlerini terk etmeleri, hem kendileri için hem de bu terk işini düzenleyen, kontrol eden varlıklar için sorun olmaktadır. Çoğu zaman, ölüm korkusu içindeki varlıklar bir türlü kendi iradeleriyle rıza beyanında bulunamadıkları için, ani ve kitlesel ölümlerle bedenlerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Her gün yatağa yatarken ertesi gün bedeninizde bulunamayacağınızı bilerek ve anlayarak yatınız. Şüphesiz bu yöntem güçlüler içindir, bunu yapabilecek insan çok azdır, bu ne büyük bir terbiye sistemidir, bu ne büyük bir iradedir! Size önereceğimiz kolaylık, önce ölümün anlamını, zorunluluğunu, prensibini öğrenmenizdir. Ölüm ötesi alem hakkında mümkün olduğu kadar bilgi edinmelisiniz. Hayat bir ödev yeridir, orada tüm elem ve hazlar bir seraptan ibarettir!
Ölüm ötesi alem, gerçek realitelerin hüküm sürdüğü bir alemdir. Onun ne başlangıcı vardır ne de sonu. Önce şunu kabul etmeli ki, maddi alemle ruhi alemi birbirinden ayıran sınır bir elektriki titreşimden ibarettir. Titreşim tabakaları inceldikçe, yani titreşim yükseldikçe, boyut içindeki varlığın etkilenme ve etkileme durumu buna paralel olarak değişir. Bedenini henüz terk etmiş bir varlık, gayet doğal bir seyir içinde kendine en uygun titreşim ortamı içinde yer alır. Bu ortamda, şuur alanının titreşim dereceleri vasıtasıyla kendine ait bölgeye gelinceye kadar kalır, çünkü titreşim uyumunun kurulması evren uyumundan dolayı bir zorunluluktur. Evrende mevcut tüm cisimler, ruhi evrende mevcut her varlık uyum içinde olmak zorundadır ve de öyledir. Denge de zaten zıtların uyumundan doğar. Fiziki, ruhi olanın zıddıdır ve bunların uyumu dengeyi oluşturur.
Spadyuma ulaşan varlık, uyumu sağlamak için titreşim rezonanslarını duymaya, hissetmeye, anlamaya başlayıncaya kadar kendine uygun gelen ortamlar arasında dolaşır. Burası bir alem, bir sonsuzdur. Fizik de bir alem, bir sonsuzdur. Her ortamın kendi şartlarına uygun bir tezahürü vardır. Oradaki tezahürlerin değişmesi, ortama ait şartların değişmesine bağlıdır. Ortamın şartları neye uygunsa, o ortamda bulunan varlığın yeteneklerinin tezahürü de bu şartlara uygun olarak meydana gelir. Geri titreşim düzeylerinde geri titreşim düzeyine uygun imajlar oluşur. Dünyanızda da buna uygun haller geçirmişsinizdir. Sınava giren bir kimse, %99 oranında sınav konusunun dışında başka şey düşünemez. Düşünmüş olsa bile bu düşünce sürekli değil, kırık dökük ve devamlı asıl konuya çekilen bir düşüncedir. Bedeninden ayrılan varlık bedeninden ayrılışının özelliğine, hazırlığına ve bilgisine uygun olarak bedene ait imajları, bedenden gelen tesirlerin imajlarını ve bedene bağlı olmanın alışkanlığından doğan imajları, düşüncelerinin, isteklerinin,ihtiraslarının, sevgisinin, merhametinin, bilgisinin imajlarını sırayla gerçekleştirmeye çalışır. Bunlar birer düşünce şeklinden ibarettir. Yeryüzünde kaba bir fotoğraf plağı üzerinde meydana getirdiğimiz imaj resmi, ince yetenekli bir alemde sürekli olarak meydana gelir, hatta varlık kendi imajlarıyla meydana getirdiği bir ortam içinde uzun süre kalabileceği gibi, başka bir varlığın meydana getirdiği ortam içinde de gayet rahatlıkla kalabilir.
İşte koruyucu planların büyük yardımcısı bu ortamlardır. Buralar misafirhane gibidir, yok olmazlar. Devamlı olarak koruyucu ve yönetici varlıklar tarafından beslenen imajinatif sistemler, bir okul, bir alıştırma yeri gibi ruhi aleme göçen varlıkların barınağı olur. Bunlar o derece düzenlenebilir ki, varlık kendini başka bir alemde de bulabilir. Bu, o düşünce şeklini meydana getiren varlığa ait bir mekandır. Sizler gücünüz oranında dünyada cennet yaratmıyor musunuz, cehennem yaratmıyor musunuz? Yani insanlara yüksek hazlar verebildiğiniz gibi, çok derin ıstıraplar da vermiyor musunuz? Aynı durum, imajinatif bir yaratmayla ölüm ötesi alemdeki ince partiküller üzerinde de meydana gelir. Varlığın böyle bir alem, böyle bir sistem, hatta böyle bir inisiyasyon içinde bulunması bir evrim zorunluluğu, bir titreşim yasasıdır. Geçişler, tedriç düzeni içinde titreşimin artışına göre meydana gelir. Evrim düzeyi uygun olan varlığın titreşimi, giderek bu askı halinden, bu hapishaneden çıkmayı, daha yüksek daha üstün planlara ulaşmayı arzu eder. Varlığın geçişindeki hız, onun yeryüzündeki terbiyesine bağlıdır. Bu terbiye bir öğretimdir ki, orada ruhi bilgi birinci planda tutulmuştur.
Fizik bir kürenin meydana gelişi, çok ince titreşim ortamlarından oluşturulan bir düşünce şekliyle başlar. Düşünce şekli bir yüce varlığın, ebedi ve ezeli Bir’e hizmette bulunan bir yüce varlığın düşünce şeklidir. “Tanrı evreni yaratmayı diledi” dendiği zaman, varlığa göre dilemek ve düşünmek, düşünmek ve yaratmak aynı şeydir. Kutsal metinlerinizde sözü edilen yaratılış hangi yaratılıştır? O yaratılış, ancak evrenin minicik bir noktasının yarım yamalak açıklanmasından başka bir şey değildir. Hiçbir varlık Mutlak Yaradan’ın yaratma istek ve eylemini anlayacak bir havsalaya sahip olmamıştır. Bizler, dünya ortamının oldukça yüksek düzeylerindeki bir sistemin işçileriyiz, ama böyle bir yaratılışa ait hiçbir bilgimiz yoktur! Böyle bir imajın, böyle bir düşüncenin kavranmasına imkan yoktur. Ama şu anlaşılabilir. Yaratılmış olan varlık kendini idrak edebildiği oranda varlığını anlar, dolayısıyla bu varlığa ait tüm yaratmalar hakkında bilgi edinebilir.
İşte dünyanızın meydana gelişi, onun tanrısı olan varlığın pek yüce bir imajinasyonuyla başlamıştır. Tevrat’taki “Tanrı alemi yaratmayı diledi” sözü yanlıştır. “Tanrı dünya’yı yaratmayı imajine etti” sözü doğrudur ve öyledir. Dünyanın tanrısı bizim de tanrımızdır, çünkü biz de dünya evriminin bir eriyiz, sizler de dünya evriminin bir erisiniz! Fiziksel ve ruhsal olarak hepimiz bu imajinasyonun içindeyiz. O güç ki ezeli ve ebedi olan Bir’in, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın varlıklarına vermiş olduğu büyük kudreti kullanmak suretiyle tanrı’dır, imajine etmiştir ve her şeyiyle egemendir, mabuttur, tüm dünya sistemine bağlı varlıklar onun imajinasyon küresi içinde bulunur! Nice nice imajinasyon küreleri, Kadir-i Mutlak Allah’ın İlahi Muradına uygun birer evrim okulu olarak yaratılmıştır. Bu imajinasyon küresi, en incesinden en kabasına kadar her tür titreşimi içinde barındırarak fiziki ve ruhi alemleri içinde taşır, yoğunluğuna göre her biri birbirinin içinde devam edip gitmektedir. Mabuta yapılacak kulluk, onun küresi içinde, onun yaratıcı, meydana getirici, imkan bahşedici bu rahmetinden dolayı ona şükretmekten ibarettir, çünkü o mabut da Kadir-i Mutlak’ına şükretmektedir! (Sayfa: 668-673)

( Celse: 151 Tarih: 21. 1. 1972 ) Zararlı veya zararsız sonuç doğuracak bir olay içindeyken, insanın idrakli olup olmaması önemlidir. Sorumluluk idrakli olarak yaptığınız eylemlerden doğar, idraksiz yaptığınız eylemlerin sorumluluğu yoktur. Eylemleriniz hayır için olsa bile, eğer idraksizse bundan sizin için bir “iyilik” doğmaz, aynı şey kötülük için de geçerlidir. İyilik de kötülük de, ancak idrakle kendi sıfatını taşıyan sonuçları meydana getirir. İyiliği yaparken idrakli olarak, anlamını bilerek yaparsanız, dönüp size gelecek sonuç yükselmeniz için faydalı olacaktır. Kötülüğü de bilerek, idrak ederek yapıyorsanız, zulmetiniz ve düşüşünüz için faydalı olacaktır. Demek ki bilmeden, anlamadan, idrak edip düşünmeden yapılan eylemler, iyi ya da kötü olsun birey üzerine bir sorumluluk yüklemez. Zaten böyle bir durum birey için zaaftır, geri bir durumdur. Şüphesiz dünyada hayrı da şerri de idrak ederek işleyenler çoktur. Hayrın galip gelmesi için, şerde idraksiz hayırda idrakli olabilirseniz iyi bir hizmette bulunmuş olursunuz.
Bu nasıl olur diyeceksiniz? Bilginizi ve vicdanınızı aynı doğrultuda çalıştırarak, egonuzu bir kenara itmek suretiyle gösterdiğiniz her faaliyet kendiliğinden idrakli davranmanızı sağlar. Bu arada diğerlerinin zararına yol açan bir takım eylemleriniz varsa, bunlardan sorumlu değilsiniz. İşte oradaki kötülüğünüz ve zararlı haliniz idraksiz olduğu için, yani kötülük idraksizliği içinde olduğunuz için sorumluluk doğurmaz. Bundan şu kural çıkar: Olumsuz ve geri olan kötünün sonuçlarına maruz kalmamak için daima iyi, vicdanlı, bilgili ve idrakli olmanız gerekir. Otomatikman bir tarafta idrakli olan, kendini o noktaya vermiş olan, diğer noktadaki idrak oranını çok düşürmüş, hatta idraksiz hatalar yapmış olacaktır. Şu sıralarda size verebileceğimiz en iyi öğüt budur! (Sayfa: 678-679)

( Celse: 152 Tarih: 28. 1. 1972 ) Evrenin en önemli problemi, onun içindeki uyumu anlamak, yasalarını bulmak ve aynı nefesi aynı zamanda alıp vermektir. Bu çok ileri bir evrenin realitesini oluştursa da, dünya insanının giderek bu uyuma yaklaştığı da bir gerçektir. Şunu iyi biliniz ki, vicdanınızın ve idrakinizin kademe kademe mükemmelleşmesi, ancak evrendeki yasaların bilinmesiyle mümkündür.
Şimdi sizler bir devrenin çocukları olarak öğrenim görmektesiniz. Bu öğrenim sizi iki bakımdan geliştirmektedir. Birincisi, genetik ayıklanmaya doğru gitmekte olan bir beşeriyet. İkincisi, yeni bir realitenin idrak ve şuurunu sezdirmeye çalışma. Bu idrak ve şuuru sezmek büyük bir öğrenim işidir. İşte dünya okulu, güneş sistemi içinde diğer sistemlere bağlı olmak koşuluyla böyle bir yetiştirici önderliği yüklenmiştir.
Dünya fizik olarak çorak bir planettir. Şu anlamda çoraktır ki, ne astrofizik dengesi yerindedir, ne de kozmik osilasyonu (titreşim) düzenlidir. Bu yüzden etrafında bulundurduğu tüm partiküller, kalınlığı ve yoğunluğu ne olursa olsun fizik doğa için yeterli değildir. Bu açıdan kargaşa içindedir. Dünyanızın karmakarışık hali, fizik beden yoluyla psişik varlığı da derin şekilde etkilemektedir. Bu etkileme şöyle olmaktadır. Psişik varlık, fizik plandaki görüntüsünü beden aynasıyla sağlar. Aynanın kalitesi, yapılış tarzı, ebadı, bulunduğu açı şüphesiz görünümü etkiler, yani psişik varlığa etkide bulunur. Karmakarışık bir varlığın tesiri bir yankı bulduğu zaman, yine karmakarışık hayaller meydana getirir. Bu büyük bir prensiptir.
Bir yerde başıbozukluk ve tutarsızlık görüyorsanız, biliniz ki oranın fiziki düzensizliği aynı zamanda psişik bir düzensizlik demektir, yani keşmekeş varlığın psişik hayatından fiziki aleme aksetmiştir. Böylece dünyanız, kendi öğrenim sistemi içinde diğer planetlerin büyük ve kutlu imkanlarından yararlanacak düzeye gelinceye kadar bu yetiştiricilik görevini yerine getirecektir.
Sizler, özellikle spiritik realitenin bir hayli ilerisinde, hatta zaman zaman evren realitesine doğru bir takım yansımalar halinde de olsa uzanan sizler, birçok bakımdan şanslısınız. Bu şans, genellikle yaptığımız kontrollere göre bu hayatınızın çabasından doğmuştur. Buradan şu yararlı sonuç çıkar: Şu anda aktüel olarak içinde bulunduğunuz gerçekler planı, kesin olarak sürüp gelen hayatlarınızın ürünü değildir her zaman. O zaman, çabanın mutlaka yanıtlanma fonksiyonu çok ağır işler ve varlıkta hamle yapma arzu ve meramı bir yana itilmiş olur.
Bir çabanın, bir eylemin hedefinden yansıyarak eylemi yapana geri dönmesinin birçok şartı gerektirdiği bilinmektedir. Fakat bu dönüş olayının şu devre içinde gerçekleşmesi, varlığın evrim hızını ve çabasını daha çok artırır. Bu bir rahmettir! Şöyle ki, herkes kudreti oranında eylemler oluşturur, ama bunun eylemi yapana geri dönüşü onun çabasına bağlı değildir. Eylemlerin yapana geri dönüşü, yani sonucun, faydanın, bilginin, görgünün, gözlem ve deneyimin yapana yansıması büyük bir mekanizmadır.
İşte bu mekanizma, başta da söylediğimiz gibi bir uyum mekanizmasıdır. Uyum mekanizmasının yasa ve prensiplerini ortaya koyan prensipler, öncelikle varlığın mekan içindeki yeriyle ilişkilidir. Fizik mekandaki uyumla, esiri mekandaki uyum arasında fark olduğu gibi, bunların birbirinin içine girmesi de söz konusudur. Esiri alemin fiziki alemle bağlantısı süreklidir, boyun eğmiş bir bağlantı değildir bu. O halde fizik uyumun oluşumunda, bu uyumu oluşturan yasaların işleyişinde, uygulayıcılarının etkisini mutlaka kabul edip gözlemlemek gerekir. Yani ruhi kudrete sahip varlıklar, evren uyumunun oluşumunda sizler de dahil olmak üzere önce otomatik, daha sonra da bilerek ve isteyerek faaliyet gösterirler.
Evrenin yasaları çapraşık ve anlaşılmaz değildir. Evrenin yasaları önce varlık demektir, yani sizsiniz, hatta fizik olarak bedeninizden başlamanız gerekir. Fizikte mevcut tüm yasalar evren yasalarının saçları gibidir, her evren yasası birçok saçlardan meydana gelmiş bir örgüye benzer. Üçlü bir saç örgüsü görünüş olarak üç kolondan meydana gelir, ama her kolonu meydana getiren yüzlerce saç teli vardır. İşte evrendeki yasaların meydana gelişinde, fizik alemdeki saç tellerinden hareketle örgüleri meydana getirecek olan, dokuyu meydana getirecek olan, evren kumaşını meydana getirecek olan atkıları iyi bilmek ve anlamak gerekir. Şimdi sizin de problemleriniz var, Cemiyet’inizin problemleri var, birey olarak problemleriniz var. Bu problemlerin saç telleri gibi bir araya getirilmesi, genel bir örgü içine bağlanması gerekir. Büyük toplum olarak kargaşanız da bu merkezdedir. Saç tellerinin bir düzen içinde, yani kendi alanı dahilinde bir araya toplanması, başka alana dahil olanların arasına girmemesi gerekir.
Büyük toplumun idrakli varlıkları iki türlüdür. Bunların bir kısmı ulus kargaşasını artırıcı olumlu bilgiyi, güçlü bilgiyi ortaya koyarken, bir kısmı da bu kargaşaya engel olucu batıl bilgiyi ortaya koyar ve bunu savunur. Bu da esas olarak Tedriç Yasasının, sürekli ve tedricen meydana gelecek bir adaptasyonun ve uyumun zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.
Büyük toplumun kargaşası idrakli varlıklar tarafından bu şekilde körüklenirken, kargaşa hızının artması, derinleşmesi ve yayılması oranında, genel uyuma ters düşmeler mutlaka olmaktadır. Uyumun eksikliği ve yokluğu, derhal idrak ve vicdanlar üzerinde baskı yapmaya başlar. Bu baskı belirli bir ağırlığa ulaşınca, bir isyanla otomatizmadan sıyrılma, yeni bir kargaşa içine düşerek idrakin ve vicdanın istediği eylemleri şuursuz veya yarı şuurlu olarak yerine getirme meyli ortaya çıkar. İşte kargaşaların, sistematik kargaşalara sokulmanın birey açısından sonucu budur. Aşırı baskı, otomatizma içindeki varlığın vicdan ve idraki üzerinde derin titreşimler, kazınmalar meydana getirir ve otomatizmadan çıkıp bilgili, idrakli, vicdanlı bir aşamanın bireysel kargaşasına geçmeyle sonuçlanır. Büyük genel kargaşadan küçük özel kargaşaya! Şimdi toplumunuzda, genel büyük kargaşadan özel bireysel kargaşaya geçenlerin sayısı hızla artmaktadır. Bu mekanizmayı bildikten sonra, Cemiyet içinde (Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Cemiyeti), yani fonksiyonunuzun devam etmesine hizmet eden şu Cemiyet’inizin içinde de bireysel kargaşaya hız vermeniz gerekir. Bireysel kargaşayı hızlandırmak için onların otomatizmalarını, eski realitelerini sarsmaya çalışınız ve yenisi ne olabilirse, yerine ne konabilirse onu belirsiz şekilde, kesinlikle ifade ediniz. (Sayfa: 680-683)

( Celse: 153 Tarih: 11. 2. 1972 ) Dünyanız insana mekan olduktan sonra, pek çok kereler genetik iyileştirmelere tabi tutulmuştur. Genetik açıdan insan neslinin ruhi evrimine paralel olarak mükemmelleşmesi yasal bir zorunluluktan doğar. Şüphesiz bu zorunluluk, ruhi enerjinin ve etkileme alanının, uyum sağlayacağı bir fizik alana ihtiyaç duymasından ileri gelmektedir. Ruhi ve fiziki alanın uyumlu, dengede ve karşılıklı olarak mükemmel bir fonksiyon görebilmesi için birinin en alt, diğerinin en üst düzeylerinin birbirleriyle iyi temas etmesi gerekir. Ruhunuzun mükemmelliğe doğru yaptığı her hareket onda bir dönüp dolaşma, yani bir titreşim hızı oluşturur. Her titreşim hızı, daha büyük potansiyelleri barındırdığı için, madde evreninde bağlantı kuracağı sistemlerin de bu potansiyele dayanıklı olması gerekir.
Demek ki, bedenlerin oluşumunda bedenin karakterini, ince yapısını oluşturan titreşimsel nitelikler, esas olarak o bedeni sevk ve idare eden ruhun titreşimsel niteliklerine paralel bir durum arz eder. Siz bunu kaba bir örnekle bir atalar sözü halinde ifade etmişsinizdir. “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.” Vücudun, yani vasıtanın eksiksiz ve mükemmel olması, sağlıklı olması demektir. Aynı zamanda sağlıklı bir vücudun, onu sevk ve idare eden organizatörüyle pek küçük noktalar dışında tam bir uyum içinde olması demektir. Yeri gelmişken söyleyelim, hastalıkların çoğu işte bu bağlantının normal şekilde olmamasından ileri gelir. Bedenin hayatiyetini devam ettirmesi, sürekli olarak ruhun etki alanı içinde kalmasına bağlıdır. Fakat bu etki alanı içinde canlılığın devam etmesi, canlı açısından tam bir sıhhati de birlikte getirir mi? Hayır, tam sağlıklı olmanın şartları oldukça farklıdır. Şimdi tekrar konumuza dönecek olursak, varlığın vasıta olarak seçtiği bedenin yapısını oluşturan, daha doğrusu yetenek niteliklerinin yapısını oluşturan fiziki unsur, genetik unsurdur. Bunlar sizin de bugün kolayca kavrayabileceğiniz konulardır. Genetik değişimler yüksek bilgiyle sevk ve idare edildiği takdirde, çoğalma sonucunda meydana gelen yeni nesillerde şüphesiz çok daha iyi organik bir yapı, bir mimari sistem geliştirilebilir.
Fakat bu genetik sistem hangi şartlar altında nasıl değiştirilir? Bunu şöyle açıklayacağız:
1- Genetik sistemde, beşerin uzun devreler boyunca kazandığı mücadeleden arta kalan psişik nosyonların, psişik etki kudretlerinin kendi öz yapısına etkisi, genetik tesirlerden birini meydana getirmiştir. Bunlar atavik (soya çekim), arşetipik (ana örnek) tesirlerdir. Kendi çabası ve gayretiyle gerek dünya, gerekse dünya dışı birçok enkarnasyonları boyunca kazandığı bilgilerin kendine sağladığı ruhi kudret, bedenin ince mayasına da, genetik sistemine de etkide bulunur. Hem kendi fizik bedenini bu şekilde bir yenilenmeye, başkalaşmaya uğratır, hem de kendi neslinden türeyecek başka bir nesile hazır bir materyal verir. İşte bu, kalıtım yoluyla insandan insana geçen fiziki mükemmelliktir.
2- Ruhi kudretleri fazlasıyla gelişmiş bir varlığın bağlantı kuracağı bedenin buna dayanabilmesi için, varlığın bedende meydana getirdiği değişiklik önce genetik niteliklerden başlar. Bu oldukça özel bir durumdur. Bir örnek vermek gerekirse, bir ermişin ya da bir peygamberin ortaya çıkışı niçin genellikle harika gibidir? Harikadır, çünkü yüksek bir ruh potansiyelinin maddi bir ortamı ıslah etmesi için alışılmadık bir takım maddi olaylar meydana gelir. Buna ait örnekleri kutsal kitaplarınızda bulabilirsiniz. Demek ki, özellikle alemsel bir görevin yerine getirilmesi söz konusu olduğu zaman, seçilmiş beden kütlesinin ince mayası olan genetik sistem üzerinde bir takım ruhi neşterlerle değişiklikler yapılır ve gelişme sırasında bu değişiklik sıkı bir gözetleme ve denetleme altında tutularak devam ettirilir. Çünkü fiziki bedenden yararlanarak meydana getirilecek mucizeler vardır. Buna ait örnekleri de kutsal kitaplarda bulabilirsiniz!
3- Bu bir kozmik aşılamadır. Yüksek Ruhi İdare Mekanizmalarının izniyle, diğer gezegenlere ait yaratıkların zaman zaman yeryüzündeki insanları kah dölleme yoluyla aşılamaları, kah kendilerindeki ruhi kudretin etkisiyle bazı kişi ve uluslarda bir takım değişiklikler meydana getirmeleri söz konusudur, yani Dünya Rabbinin izniyle ve evrensel hiyerarşi sistemine uygun olarak bazen ruhi varlıklar aracılığıyla, bazen de bedenli varlıklar vasıtasıyla bir takım yenilenme ve rejenerasyon hareketleri meydana getirilmiştir. Bu tıpkı laboratuvardaki bir operasyon gibi, kitlesel enkarnasyonlarla gerçekleştirilmektedir. Sizler için bu üçüncü şık pek enteresan değildir, çünkü henüz bunun vakti gelmemiştir. İlk iki şıktaki genetik ıslahatın anlamına ve mekanizmasına nüfuz etmenizi öneririz. Üçüncüsü sadece bir yoldur, prensibi diğer iki madde içinde verilmiştir.
Her realite, o realiteyi tanımlayan bilgiyi kapsar. Falancanın realitesi dediğiniz zaman, onun şuur içeriğini, yani bilgisini kastediyorsunuz demektir. Evren realitesi de evren bilgisi demektir. Oysa sizler uzaya açılmamış kişiler olmanıza rağmen evren realitesiyle, yani evren bilgisiyle ilgili birçok bilgiyi barındırıyorsunuz. Geniş anlamıyla evren realitesi demek, evrensel bir bilgi ve anlayışın, kavrayışın, zenginliğin, kuşatma gücünün, tolerans ve merhametin şuuruna sahip olmak demektir. Şüphesiz bu çok güzel denebilecek bir varlık akıbetidir. Ama bu akıbete ulaşmak için daha pek çok nitelikleri kazanmak gerekir. Sözle değil, eylemle evrimleşilir.
İnsanı idare eden ruh, iki şekilde tesir yayınında ve kabulünde bulunuyor demektir. Yani sizin dünya lisanınızla şuur dışı hayatınızın tesirleri alıp vermesi başka, bedeninizin zihin kanalıyla en ince telepatik tesirleri alıp vermesi başkadır. Beyin kanalıyla gönderdiğiniz tesirlerin gitmesi ve gelmesi yüksek bir fiziki realite içinde mümkündür, yani fiziki aletlerinizin kapasitesini aşan, daha değişik fiziki aletlerle saptanan ince tertipteki titreşimsel tesirlerin gidip gelmesi fiziki yasalara bağlıdır. Yansıma prensiplerine, uzaklığa ve çıkış noktasındaki enerjiye bağlı olarak hareket eder, bunların metafizik bir alana geçmesi söz konusu değildir. Oysa bedeni sevk ve idare eden ruhi titreşimler, metafizik alanın titreşimleri olup metafizik yasalara bağlıdır. Bu tesirlerin de aynı şekilde uzaklığa, çıkış potansiyeline ve titreşim kudretine bağlı olarak bir yükseliş ve aksediş süreci vardır.
Vaktiyle insanoğulları arasında bir kavga, bir sorun vardı. Bu kavga ve sorun, ruhun maddeye egemen olma arzusuydu, bu arzu maddenin en adi saçakları içinde nefsaniyet ve iktidar savaşı olarak tezahür etmiştir. Nefsaniyet ve iktidarın ana kaynağı, ruhun içinde solunum yaptığı üçüncü boyut realitesine egemen olma kaygısından ileri gelir. Şimdiki devrede de bu kaygının en şuursuz faaliyetlerini görüyoruz. Nefsaniyet ve iktidar savaşı her alanda, her kademede arkası kesilmeden sürüp gidiyor. Ve bir kişi çıkıp da bu iktidar kavgasının kökü insan varlığının ana problemidir, amaç muktedir olmak değil, muktedir olmayı sağlayan bilgiyi elde etmektir, bu bilgiyse insan şuur ve vicdanına defalarca geldiği halde ona kucak açan, el uzatan hiç kimse olmamıştır diyemiyor! Basiret bağlanmış, kalpler mühürlenmiş, diller tutulmuş ve adımlar, adımlar…! (Sayfa: 684-687)

( Celse: 154 Tarih: 25. 2. 1972 ) Tam sağlıklı olmanın anlamı, fizik ve ruhi planda, yani iki şekilde düşünülmek suretiyle anlaşılır. Birincisi, beden organizasyonunun organizatörler aracılığıyla en büyük organizatöre, bedeni kullanmakta olan ruhi varlığa tam bir uyum içinde bağlı olmasıdır. Hastalıklarınızın çoğu organizasyon bozukluğundan, büyük organizatörden gelen ve ona giden bilgilerin eksik şekilde iletilmesinden, bedene bağlı elektriksel faaliyetin normal bir seyir izlememesinden, nihayet beyin mekanizmasının tüm bölgeleriyle gerekli şekilde faaliyet gösterememesinden kaynaklanır. Çok sağlıklı görünen bir vücut, beyin birliği bakımından, bölgeler arasındaki faaliyetin mükemmelliği bakımından sağlıklı değildir. Örneğin, tüm dünya insanlığı şu haliyle tam sağlıklı değildir, çünkü beyin bölgelerinin hepsi arzu edilen kapasitede bir faaliyet yapamamaktadır. Bu yüzden, bu kapasitenin biraz üstüne çıkmış olanların toplum nazarında üstün bir değer kazandığını görürsünüz!
Fizik sağlığınız organizasyon sağlığınıza bağlıdır. Her bir organın bir organizatörü olduğunu biliyorsunuz. Organizatörler arasındaki bağlantı hem büyük organizatör vasıtasıyla, hem de bizzat kendileri tarafından kurulur. Önemli olan, bu ikinci derecedeki organizatörler arasındaki bağlantının en iyi şekilde yürütülmesidir. Göğüs boşluğunda, karın boşluğunda, kafada ve vücudun her tarafında çok çeşitli işler gören organizasyonlar var. İç organlarınız arasındaki gerçek birlik, organizatör varlıkların genel ruhi plana göre bedenin yaşamını sürdürmesi demektir.
Fiziki bakımdan gözünüzle, aletlerinizle saptayamadığınız pek çok uyumsuzluk vardır, bunların giderilmesi epey zordur. Önce fiziki planınız bakımından zordur, çünkü şimdiki devrin dünya şartları zaten dengesiz bir düzeni sürdürmektedir. Bu yüzden, buna bağlı sistemlerde dengesizliğin olması garip değildir. Dünya nasıl hastaysa, onun hücreleri olan bedenler de hastadır!
Dünya bir organizatör, güneşe bağlı planetler ayrı bir organizatördür. Fakat dünya organizatörü, diğer planetlerin organizatörleriyle her şeyde mutabık değildir. Karaciğer bir organizatör, mide de bir organizatör, kalp de bir organizatör, ama hepsi birbiriyle mutabık değil. Dediğimiz gibi bunlar arasındaki uyum, aura adını verdiğiniz beşeri elektrik alanında kendini gösterir. Beşeri elektrik fiziki elektrikten farklıdır, lambayı aydınlatan elektrikle, vücudunuzun meydana getirdiği aura ya da beşeri elektrik birbirinden oldukça farklı, enerji adıyla birleştirebileceğiniz iki ayrı tiptir. Vücudunuzun gerçek uyumu, fizik sağlığı, auranızın mükemmelliğiyle biraz olsun anlaşılabilir. Ayrıca beyninizin kayıt sistemi, hücrelerin enerji içeriği ve yapısı sağlıksız olmanızın üst düzeyden bir başka çeşididir. Duyularınız ve duygulanmalarınız aracılığıyla beyninize işlenmiş titreşimler, her zaman normal haliyle korunmamıştır. Birçok titreşimin, iyi bir zihni terbiyeyle oradan silinip atılması gerekirken daha fazla derinleştirilmiş ve hastalıklı bir bünyenin oluşturulmasına sebep olunmuştur. Elbette vasıtasının bu yıpratıcı şartlar altında bulunması ruhi varlığın, özellikle şuuru dünya ortamı kadar daralmış ruhi varlığın da etkilenmesine yol açar. Şuuraltı, hastalık ve dengesizlik belki de fiziki hastalığın çok üstünde bir değere sahiptir.
Buradan da anlaşılıyor ki, tam sağlıklı olabilmek bir evrim sorunudur. Vücudun tüm organizatörleri arasında sağlam bir dengenin kurulması organizatör varlıkların olgunluğuyla, yani büyük organizatörle ilişki ve bağlantılarının mükemmel olmasıyla, onları çekip çevirebilmesiyle ve büyük organizatörün olgunluğuyla mümkündür. Organizatörlere fiziki ortamlarının sevk ve idaresinde asıl büyük hizmeti veren beyin organizatörüdür. Beyin, tüm organizasyonu sağlayan bir organizatördür, bu yüzden büyük organizatör beyinle çok uyumlu, çok bilgili, olabildiği kadar mükemmel bir ilişki içinde bulunmalıdır. Bunun bedenli insan olarak size yansıması, şuuraltı faaliyetlerinizin disipline edilmiş olması, rahat ve temiz bir geçmişe sahip olarak devam etmiş olması demektir. Hanginiz böylesiniz? Hangi insan söylediğimiz niteliklere sahiptir?
Siz hasta bir beşeriyetin bünyesisiniz! Sizin haliniz toplumun, toplumun hali sizin haliniz gibidir, birbirinizde yankı bulursunuz! Gerçek sağlığınız bireysel sağlığınızla değil, şuuraltı sağlığınızla ve toplum sağlığınızla ortaya çıkar. Elbette bunların kökeni en yüksek düzeyde planetin sağlığına ve organizatörün amacına bağlıdır. Hasta bir sistemin normale dönmesi için, adeta sonsuzluğa sığacak güçte bir faaliyet ve çaba harcanmaktadır. Bu hasta dünyayı, bu dengesi bozuk dünyayı normale döndürmek için, içten ve dıştan hiç durmaksızın uyarmak gerekiyor. Şuuraltı sağlığınız, bu devrede yapabileceğiniz en önemli iştir. Şuuraltınızın yapısı esas olarak üç şeyden ibarettir. 1- Tüm geçmiş enkarnasyonlarınızın bileşkesi olan öz bilginiz. 2- İçinde bulunduğunuz bedene girmenize karar verdirten zorunluluklar sonucunda meydana getirdiğiniz planın gerekleri. 3- Fiziki hayatınızı sürdürürken fiziki alemden size ulaşan çok çeşitli tesirlerin etkisiyle meydana gelen eğrilmeler, bükülmeler, tomurcuklanmalar, oyulmalar, karıncalanmalar. Bunlar elbette ana planınızın birer halidir.
Öz bilginizle bağlantınız, bedenli haldeyken çok aşkın bir evrede cereyan eder. Bu yüzden onun sizinle bağlantısı size pek yarar sağlamaz, onu bir kenara bırakmak gerekir. Ama dünya hayatının planı ve planın gerekleriyle, fiziki hayatınızdan geçen tüm örselenme vasıtaları sizi ilgilendirir. Dışardan size ulaşanlar nelerdir? Sezginizle vicdanınız size neyi emrediyor? İşte bazen zıt, bazen uyumlu olan bu iki aslı bulup çıkarmanız gerekiyor. Bunun pratik uygulaması şöyledir: Olayların doğrudan doğruya size bağlı olanları, endirekt kanaldan gelenler, başkaları üzerinde gördüğünüz olaylar ve duyularınız, bedeniniz yoluyla iç aleme ulaşan şeylerdir. Bir de iç alemden dış aleme ulaşan şeyler vardır, rüyalarınızla, sezgilerinizle, vicdanınızla, aniden gelen bilgilerinizle ulaşanlar. Bunlar da ana planın gerekleridir. İşte pratik olarak bunları sabitleyip kontrol edebilirseniz, anlamlandırıp yorumlayabilirseniz çok sağlıklı bir insan olmaya adaysınız demektir. Planınızın en iyi şekilde nasıl uygulanacağını bildiğiniz zaman, vücudunuzun en iyi şekilde nasıl hizmet görebileceğini de bilirsiniz. (Sayfa: 687-690)

( Celse: 155 Tarih: 17. 3. 1972 ) Spadyum adını verdiğiniz mekan nerededir? Bu mekan, fiziki alem adını verdiğiniz, ama pek az yöresini tespit edebildiğiniz alemin hem içinde, hem de dışındadır, yani sizler bir yönünüzle spadyumun yüzeyiyle temasta, bir yönünüzle de fiziki alemin cismiyle temastasınız. Örneğin, suyla havanın birbirinin içinde bulunma oranı ve temas noktaları nasıldır diye sorulsa, verilecek yanıt suda havanın, havada suyun bulunduğu şeklindedir. O halde, spadyum için şu noktadan itibaren spadyumun kaba hatları başlar, şu noktada da fizik alemin ince tarafları sona erer diye bir ayrım yapamazsınız. Bunlar birbirinin içine girmiş, sınırları belli olmayan iki ayrı alemdir. Onun da maddesi vardır, fakat fizik maddeden farklıdır. Onun da atomu vardır, fakat fiziki atomdan farklıdır. Spadyum planlarını gözlemleyen bir varlık, örneğin bir insan, orada gerçek melekeyle gözlemlediği zaman mevcut eşyanın geçirgen nitelikte, daha parlak, daha ışıklı olduğunu görür.
Buradan şu anlaşılıyor ki, fiziki bedene bağlı bir varlık bu bedenle ilişkisini azalttığı oranda, doğal bir akışla transfer olup spadyum planlarında yer alacaktır. Buradaki görüş değişikliği, oranın maddi bünyesinin özellikleriyle ilgili olacaktır. Şüphesiz fiziki evreniniz duyularınıza hitap edebilecek bir titreşim gücüne, bir dalga boyuna sahiptir, ancak belirli sınırlar içindeki bir titreşimin varlığından haberdarsınız. Bunun biraz dışına kayan titreşim türleri ve buna bağlı olarak titreşimin kaynaklandığı mekanlar, sizin için gittikçe yoğunlaşan sis perdesi ardındaki bir manzara gibidir! Elbette en yoğun sisin ardındaki manzarayı artık var kabul etmezsiniz! Unutmayınız ki beden şartlarınız ve fiziki evrenin gerekleri, doğrudan doğruya spadyum planlarının anlaşılmasına izin vermemektedir. Bu ancak dolaylı şekilde, örneğin doğrudan doğruya bir gözlem ve deneyime geçmenizle mümkün olmaktadır. Veya bir ruhun bağlantı kurarak size vermiş olduğu bilgiyle orayı tanıyabilirsiniz. Elbette birey olarak geçireceğiniz bir deneyim, böyle bir bilgiyi elde etmek için en kestirme ve en inanılır yol olacaktır.
Ölmek nedir? Bunun birçok tanımları vardır. En kaba fiziki tanımdan en ince spiritüel tanıma kadar açıklamalar yapılmıştır. Fakat en kısası organizatör varlığın, yani ruhun beden üzerindeki kontrolünü tamamen kesmesidir. Bu tam ölümdür. Beden organizatör varlığın yönetiminden çıktıktan sonra, organlara ve hücrelere bağlı ruhi varlık kütlesi bir süre daha bedenle bağlantısını korur. Nihayet onlar da kendilerine ait alanı kontrol edecek enerjiyi alamadıkları için ayrılırlar, fakat bunlar sizin aletlerinizle saptanacak olaylar değildir. Burada cereyan eden olaylar ince düzende, yüksek titreşimli, fizik gözün ve kulağın dışına taşan bir ortamda oluşmaktadır. Bunu bir varlık gayet rahatlıkla gözlemleyebilir, yeter ki bu varlık fiziki duyuların dışına taşan duyulara sahip olarak gözlemde bulunsun. Örneğin iyi bir durugörür veya bedenle bağlantısını geçici olarak kesmiş spadyumun orta tabakalarında seyahat eden biri böyle bir olaya şahit olsa, ölüm anında neler olduğunu metafizik bir gözle ibret verici bir şekilde gözlemler.
Ölüm korkusu, fizyolojik bir değişikliğe uğramaktan çok, psikolojik bir değişikliğe uğramanın sonucudur. Fakat bunun altında yatan duygu içgüdüseldir. Şöyle ki, varlık kendi evrimi ve gelişimi için madde bilgisine sahip olmak zorunda olduğunu idrak ederek bedenlenmiştir. Beden, evrensel bilim edinmesinde ulaşabildiği en yüksek fiziki düzey, daha doğrusu elde edebildiği en kıymetli araçtır. Bilgisini bu mekan aracılığıyla, bu üç boyutlu organik yapıyla elde edecektir. Derununda mevcut “evrimleşeceksin” anayasasının büyük uyarıları altında, bedenle bağlantısını sürekli güçlü ve aşırı istekli bir şekilde tutacaktır. Aracı, yüksek amacı için sürekli sömürmek zorundadır. “Beden terk edilmez” düşüncesi onun için ilahi bir emirdir. İşte bu yüzden, intihar eden bir varlığın durumu, tüm ilahi prensiplerin ve yasaların sömürülmesidir. Demek ki, varlık her şeyden önce kendisi için çok kıymetli olan bir vasıtanın ziyan olmasından son derece ürkmekte ve çekinmektedir.
Ölüm korkusu, bilgisizlik sonucunda ortaya çıkan, çeşitli yönlerde gelişmiş veya gelişme yeteneğinde olan hırslardan ileri gelir. Zihninde ve şuur alanında ruh ve ruhsallıkla ilgili herhangi bir kavram oluşmamış biri için, ruh ve ruhsallığın ana maddesini tanımlamak çok zordur. İmajları oluşmamış bir kavramın zihinde yer tutması hemen hemen imkansızdır. İşte bu kavramların ölecek insanın şuur alanında ortaya çıkmaması, varlığı tamamen dışa bağlı, ete gömülü duyuların bir tür fukarası haline getirir. Ancak et ve duyular kanalıyla hayatı küçücük bir delikten görür, engin varlığını o küçücük delikten geçirmeye çalışır ve maddi alemin kaba vibrasyonlarına bağlanır. Bu bağlılık, madde aleminden geçen imajlar yoluyla devamlı diri tutulur. Ama gerek liyakatinin, gerekse çabasının sonucu olarak şuur alanına ruh ve ruhsallık konusunda tesirler imaj ve bilgiler yoluyla gelmeye başladıktan sonra, varlığın fiziki aleme bağlı katılaşmış ve kesinleşmiş kanılarında bir gevşeme, bir oynama, bir yer değiştirme görülür.
Ölümden, yaratılan yalancı imajlarla reel hale getirilmiş dünya hırslarından vazgeçmek, uzaklaşmak anlamına geldiği için korkulur. Hayatın tüm anlam ve amacını, ellerinin altındaki üç beş oyunun içinde sananlar için ölüm korkusu müthiştir! Bir çocuğun en büyük realitesi oyunlarıdır, o oyunlarının bilgisinde vardır, orada anlamlıdır. Oyun oynamayan, oyunlarında yaşamayan bir çocuk yaşamının anlamını yitirmiş bir çocuktur. Buradan bir sonuç daha çıkıyor: Ölüm korkusu, hayatının anlamını, var oluşunun nedenini idrak etmemiş kimselerde ortaya çıkar, bu hep böyle olmuştur. Ölüm korkusu öncelikle bir bilgisizliktir, belki bu bilgisizlik kendinden evvelki birçok sebebin sonucudur. Fakat unutmayınız ki evrende yalnız değilsiniz, evrende mevcut varlıkların büyük bir kısmı ölümden korkmaz, çünkü bu korkusuzluğun sebebi vardır. Onlardaki hayat anlayışı, canlılık ve süreklilik anlayışı ve bilgisi sizden farklıdır, maddeye ait bilgi ve öze ait bilgi sizden farklıdır. Daha değişik ve daha farklı boyutlarda gelişmişlerdir. Bedenli olmakla bedensiz olmak arasında şüphesiz gelişmiş melekelerinden dolayı büyük bir fark yoktur. Örneğin, onlar için bir durugörü, bir telepati, bir önceden sezme gibi normal sayılabilecek melekeler sizlerde olağanüstü, peygamberane, evliyalara ve ermişlere has melekelerdir! Gördüğünüz gibi, verilen payeler nadir olmaktan kaynaklanıyor. Bu da melekelerin liyakat ve sorumluluğunu şuurlu olarak taşıyabilecek varlıkların yeryüzünde ne kadar az olduğunu kanıtlar. Kaderiniz öyledir ki, dünya insanı dünyaya has bir evrim zorunluluğu içinde bulunduğu sürece ölüm korkusundan kurtulamayacaktır. Tüm fiziki geçmişlerinize nakşolmuş titreşimlerin içinde, en şiddetli ve en yaygını ölüm korkusuyla meydana gelen titreşimlerdir. Fiziki yapınızın nesiller boyunca, binlerce seneden beri getirmiş olduğu titreşimsel kütlenin özellikleri içinde büyük yer tutan ölüm anına, ölmeden evvelki boşluk ve hiçlik duygusunun kahredici ezgisi nakşolunmuştur! Fiziki unsurlarınızın en küçük, en ince dokuları arasında bunlar vardır.
Şüphesiz serbest şuur halinize, yani beden kontrolünü bırakarak akışkan alemlerin kontrolü içine girdiğiniz zaman, serbest şuurunuz ölüm denen olayın ne olduğunu gayet iyi bilir, nasıl hareket edileceğini anlamıştır. O zaman sorun yok! Ölüm korkusunun dünya varlığı için gerekli olduğunu belirtiriz. Yeryüzünde hiçbir varlık, ne kadar gelişirse gelişsin ölüm korkusundan kurtulamaz. Bilen, hikmet sahibi olmaya çalışan insan ne yapar? Sabır ve metanetle yaşamını sürdürür, ayrılık anı geldiği zaman, işte o zaman tek başına olduğunu kavrar ve yegane gücünün içinde saklı bilgiden doğan imanı olduğunu anlar. İşte bu iman ve metanet, o geçitten geçmesini sağlayacak en elverişli araç olacaktır. Ölümden korkmayın diyemeyiz, ölümden korkacaksınız! Zorunludur, hatta bir evrim sürecidir, ama ölüm korkusuna karşı güçlü ve imanlı olun deriz! (Sayfa: 692-696)

( Celse: 156 Tarih: 31. 3. 1972 ) Ölüm korkusunu bertaraf etmenin üç evrim düzeyine göre üç hal çaresi vardır. Evrim düzeyi az gelişmiş olanlarda korku esas güdücüdür. Bu içgüdüsel bir korku olduğu için, bir tür miras yoluyla gelen korku olduğu için önlenmesi en zor olanıdır. Çünkü bu ilkel korkunun temelinde varlığın kendi evresine ait en kaba deneyimlerinin en derin izleri bulunur, çünkü korku heyecan ve duygu olarak en ilkel şuur düzeyidir. Fakat varlığın göstermiş olduğu evrim düzeyleri içinde renk değiştirir. Az gelişmiş varlığın korkusuyla, normal varlığın, orta derecede gelişmiş varlığın korkusu arasında fark vardır. Heyecan ve duygu bakımından ne kadar yücelmiş olursanız olun, kök ve yapı itibariyle beşer ırkının ilkel deneyimlerinden kalan izleri ve içgüdüleri taşımaktasınız. Bir ilkel için ölüm korkusuna tutulmak veya tutulmamak sorun değildir, çünkü o sürekli korku içindedir. Korkusu, kendisi ve ortamı hakkında mücadelesini sürdürebilecek kadar bilgiye sahip olamayışındandır.
Orta düzeyde ruhi evrime sahip bir varlığın ölüm korkusu, kendini ve ortamını hiç bilmemekten değil, kendinin ve ortamının elde ettiği kazançlardan, değerlerden yoksun kalmak ve onlardan ayrılmak endişesinden ileri gelir. Burada önemli olan nokta, varlığın her şey hakkında köklü bir bilgiye sahip olamayışıdır, yani değer verdiği sistemlerin izdüşüm olarak madde evreninde nereye isabet ettiğini, hangi nitelikleri kazanmış olduğunu bilemeyişindendir. Biriktirilmiş olan değerler hangi perspektif içinde değerdir? Kazanılmış olan bilgi ve düşünceler hangi boyut içinde realiteyi ya da gerçeği (verite) ifade etmektedir? Bunlara kesin bir yanıt veremeyeceği için korkar!
Yüksek evrim düzeyli bir varlık için ölüm korkusu diğer kademelerdeki korkunun çok değişik bir evresidir. Her varlık bedenine bağlılığını haklı olarak sürdürmek ister. Bildiğiniz gibi, beden ruhi varlığın maddi ortamlar içinde yapacağı deneyim ve geçireceği sınavlar için en iyi vasıtadır. Bu vasıtanın sağlam, noksansız ve sağlıklı olması gerekir. Bu açıdan bedenin korunmasına ve ondan mümkün olduğu kadar fayda sağlanmasına gayret edilir. Fakat yüksek düzeyli bir varlığın ölüm korkusu, kendi vicdanında oluşmuş ağırlığın karanlığından değil, şuurunda oluşmuş hizmet ve görev bilgisinin tamamlanıp tamamlanmamasından ileri gelir.
Şimdi dinleyiniz! Sizin en büyük yardımcınız bizzat kendiniz ve yüksek benliğinizdir. Kendiniz ve yüksek benliğiniz aynı şey değildir. Kendinizden amaç, şu anda zamanınızı ve mekanınızı belirleyen idrakiniz ve şuurunuzla sizsiniz! Yüksek benliğiniz ise, şu andaki zaman ve mekanın dışında, aşkın bir zaman ve mekanın süreçlerine tabi olarak faaliyette bulunan bir varlıktır. O varlığın kudreti, şu andaki beyin vasıtanızla anlaşılması güç bir kudrettir. Demek ki insan iki insandır. Birincisi bedendeki siz, ikincisi bedende olmayan siz! Bir eldivenden farksız olan beden içinde bulunan parmakların faaliyeti oranında canlı gözükür, fakat parmakların sahibi bedenden bağımsızdır! Parmaklarınız beyin vasıtasıyla hareket eder, yani beden yüksek varlığınız sayesinde ayakta durur, ama siz yüksek varlığınızdan habersizsiniz ve sadece eldiven olarak mevcut olduğunuzu kabul etmişsiniz! Hiçbir zaman hatırınıza yüksek benliğinizden yardım istemek gelmez. En büyük yardımcınızın yüksek benliğiniz olduğunu da bilmezsiniz. Aslında siz, sizin dostunuzsunuz! (Sayfa: 697-699)

( Celse: 157 Tarih: 21. 4. 1972 ) Yüksek benliğiniz gerçek varlığınızdır. Yüksek benlik çok kapsamlı bir varlık olduğu için, ancak niteliklerinin ve güçlerinin bir kısmıyla kaba maddeye tesir ederek bir insan şeklinde, bedenli bir varlık olarak tezahür edebilir. Bu 360 derecelik bir şuur alanının ancak 25-30 derecelik bir dilimine karşılık gelir. Böylece yüksek benliğiniz tüm kudretiyle evrenin akışkan maddeleri içinde yüksek melekeleriyle varlığını sürdürür. Fakat bedene bağlanmış yüksek benliğin bir kısmı öyle bir kişilik ayrımı içinde bulunur ki, bu ayrılmış kişilik asıl bağlı bulunduğu kişilikten habersizdir! O zaman varlık sanki ikiye bölünmüş gibi olur. Bir bedendeki, bir de onun dışındaki!
Yüksek benliğiniz bir evren varlığıdır, oysa bedenli siz bir dünya varlığısınız. Yüksek benliğiniz bir evren varlığı olarak büyük hareket özgürlüğüne sahiptir, dünya varlığı olarak siz sınırlı bir özgürlüğe sahipsiniz. Yüksek benliğiniz hür düşünceye, hür vicdana ve buna paralel olarak öz bilgiye sahip bir varlıktır, oysa sizin yeryüzündeki durumunuz belli! Bedenli varlık sürekli kendi yüksek benliğinin kontrolü altındadır, ama bu kontrolün nasıl, hangi şartlarda ve nereden yapıldığını hiç bilmez. Bununla birlikte, bugünkü düzeyiyle insanlık, şuurdışı olarak ifade ettiğiniz özel bir halin, derin bir ruhsallığın, insanın tüm fiziki ve psişik fonksiyonlarına etkide bulunduğunu keşfetmiştir. Şimdiki halde bu şuurdışı vasıtayı yüksek benliğinizin bağlantı noktası, giriş noktası olarak kabul edebilirsiniz.
Evrensel bir şartlandırma içindeki yüksek benlik bir tür öz bilgidir. Öyle bir öz bilgi ki, kendi varlığı hakkındaki tüm sebep sonuç zincirlerinden haberdardır ve evrenin tüm yasa ve gereklerine uyar. Bu iki nokta, onun madde hakkındaki bilgisini, madde üzerindeki etki kudretini sağlayan melekelerin olgunlaşması için enkarne olmasına engel oluşturmaz. Demek ki yüksek benliğiniz kendine has bazı deneyimleri edinmek, sentezleri yapmak için bedenlenmiyor. O, bedeni oluşturan maddi kütlenin de evrimini sağlamak için enkarne olmuştur, böylece maddi sistemleri yönetmenin alıştırmalarını yapmaktadır. Bu noktaya dikkatinizi çekeriz! Yüksek benliğin bu derece kapsamlı, derin ve parlak bir öz bilgiye sahip olmasına rağmen, bir beden hapsi içinde bir takım eğitim ve terbiyeye muhtaç olmasının paradoksuna yanıt budur. Tekrar ediyoruz ki, yüksek varlığınız beden içinde sadece deneyimini yapmakla kalmıyor, maddenin evrimini de sağlıyor, özellikle de maddi sistemlerin idaresini öğreniyor. Madde sistemini o kadar iyi idare ediyor ve ona öyle bir akışkanlık sağlıyor ki, yeryüzündeki bir varlık, örneğin insan bu akışkanlığın, bu inceliğin ve paklığın belirtisi olarak zekice, şuurluca, duyguluca hareketler yapmaya başlıyor. Bu, yüksek madde organizasyonunun giderek dayanıklılık kazanması, giderek yüksek düzeyli madde toplulukları haline gelmesinden ötürüdür. İnsan bedenini oluşturan madde sistemi böylece şuur kazanıyor. Örneğin, beyin şuurlandırılmış bir sistemdir. Vücut içinde ruh yoktur. Vücut, yüksek beninizin bir yüksek ışını altında gelişmekte ve şuurlanmakta olan bir madde sistemidir. O derece gelişme göstermektedir ki, bugün insan kendinden başka herhangi bir şeyin realiteye sahip olmadığını savunmaktadır. Bu, yüksek benler için maddeyi yönetmek ve geliştirmek bakımından elde edilmiş epey yüksek bir realitedir, büyük bir başarı sayılabilir.
Demek oluyor ki, insan şuurlanma yolunda olan, kendinde, yani maddede saklı geliştirilmiş fonksiyonların bir sonucudur. Et, kemik vesaireden oluşmuş bu organik yapı, kendi çeperleri ve dokuları içinde birçok yetenekleri barındırmaktadır. Bu yeteneklerin geliştirilmesi için yüksek bir enerjiye muhtaçtır. Bu enerjiyi ona ancak enerjiye kendiliğinden sahip bir varlık verebilir. Evrendeki hiyerarşik sisteme göre bunu ruhi bir varlık yapabildiği gibi, daha geri düzeyde bir genel organizasyon da yapabilir. Örneğin bitkilerin ve hayvanların evriminde böyle organizasyonlar egemendir.
İnsanın formunu sağlayan acaba yüksek benlik midir, yoksa organik yapının milyarlarca seneden beri biriktirmiş olduğu melekelerin bir sonucu mudur? İnsani formasyon, organik yapının milyarlarca seneden beri biriktirmiş olduğu melekelerin bir sonucudur. Kafa gövdenin üstünde, bacaklar gövdenin altında. Kolların, gözlerin, kulakların yeri, iç organların sıralanışı, organik yapının kendi melekelerinin evren uyumuna uygun olarak meydana getirmiş olduğu bir sistemdir. Bu noktaya iyi dikkat ediniz! Bu sistemden yararlanacak olan yüksek benlik, ayrıca maddeye kendine göre bir stil vermeye çalışmaz. Formunu elde etmiş olan organizma, ancak melekelerini geliştirdiği sürece daha etkin bir şekilde vasıtalık etmeye hazırdır. Öyleyse yüksek benliğin öncelikle yerine getirmesi gereken şey, organizmanın melekelerini geliştirmektir. Bu da ancak yüksek benliğin organizmaya ayrı bir kişilik kazanmışçasına bağlanmasından meydana gelen bir deneyim bütünüyle, yani bir hayatla mümkün olur. Buruna üflenen nefes, yüksek benliğin organizmaya verdiği enerjidir. Yüksek benlik, Kadir-i Mutlak Tanrı’nın bir tohumudur, bu tohum tıpkı Tanrısal Enerjiye benzeyen bir enerji barındırır. Diriltebilir, iyileştirebilir, yeniden kurabilir ve çözebilir! Maddi evreninizin her evresinde mevcut tüm varlıkların bünye oluşumu, kendi ortamları içinde geçirmiş oldukları milyarlarca senelik deneyimin sonunda oluşan yeteneklerin bir bileşkesi ve genel şeklidir. Yüksek benlik, tüm bu varlıkları geliştirmekle sorumlu ve görevlidir. Kendinde saklı Tanrılık tohumu, bu yüce enerji, her mekandaki her fiziki varlık sistemini geliştirebilecek kudrettedir. En kabasından en akışkanına kadar tüm maddi alemlerde yüksek benlikler saçak saçak, sicim sicim mevcuttur. Ateşteki, havadaki, topraktaki varlıktan sudaki varlığa kadar, esiri varlıktan en kaba en geri atom altı dediğiniz zerrelere kadar her yerde görevi, madde aleminin gelişmesine ve şuurlanmasına çalışmaktır. Her şuurlanan madde boyut değiştirir. Astral aleminizin kaba kaynağı fizik alemdir. Fizik alemin en akışkan noktası, astral alemin en kaba noktasıdır. Oradan oraya yapılacak transfer, yüksek benliğin en mutluluk verici görevlerinden biridir, çünkü astral madde canlı maddedir, yani şuurlu maddedir! (Sayfa: 700-702)

( Celse: 158 Tarih: 28. 4. 1972 ) Yüksek benliğin beden üzerindeki egemenliğinin oluşma mekanizması yukardan aşağıya irdelenirse, başlıca üç ana nokta göze çarpar. 1- Beden varlığını sevk ve idare eden yüksek benlik. 2- Sevk ve idaredeki, kısaca süjeyle obje arasındaki tüm dolgu maddeleri, yani ara vasıtalar. 3- Ve nihayet objenin, yani bedenin tümüyle kendisi.
Yüksek benlikle ilgili yeteri kadar bilgi verildiği için yeni açıklamalara gerek yok. Dolgu maddesi olarak, yani bir tür plastik madde olarak neler irdelenmelidir? Bunlara ait psişik araştırmalarda bulunmuş çeşitli kişilerin, ayrıca yarı dini yarı felsefi pek çok bilginin çeşitli alanları ve evreleri açıklayan öğretileri vardır. Sizin perispiri, ötekilerin falan veya filan beden adını verdikleri dolgu maddeleri, yani ara vasıtalar, yüksek benlikle beden arasındaki etkin maddeleri, tesirleri, sebep ve sonuç yansımalarını taşır.
Bizim daha çok sözünü etmek istediğimiz nokta, bugün için ara maddenin sebep ve sonuç yansımalarını nasıl ifade ettiğidir. Sebep ve sonuç yansımaları nedir? Bir tesir kaynağından ayrıldıktan sonra amacına ulaşır ve bir eko, yani yansıma olarak tekrar kaynağına döner. Böylece kaynağın sahibi, burada söz konusu olan yüksek benlik, bu yansıma sistemiyle objesi veya konusu hakkında en geniş, en derin bilgiyi elde etmiş, bu sistem sayesinde onu sevk ve idaresi altına almıştır. Ruhunuz, bedeninizi sevk ve idarede sebep sonuç yansıması sistemine göre hareket eder. Sebep sonuç bir evren yasasıdır, belirlidir, yani rastgelelikle, karşılaşmayla ilgisi yoktur. Şu noktayı ayırt etmeniz gerekir ki, bir sebebin oluşturacağı sonuç bir tane değildir, çünkü sebebin ulaştığı amaçtan geriye dönüş, sebebin potansiyeline bağlı olmakla birlikte, bu potansiyelin amaçtan itibaren geriye yansıyan kısmında amacın da en azından %50 denecek oranda rolü vardır. Örnek verelim: Güçleri birbirine eşit iki kol bir topu fırlatsa, yirmi defa bile fırlatmış olsa bunun bir engele çarptıktan sonra geriye dönme hızı ne kadardır? En basitinden topun çarptığı yüzeyle ilgili bir geri dönüş hızı vardır. Eğer topun çarptığı yüzey gerilmiş bir bezse, top gömülür ve hemen hemen yüzeyden bir metre geriye sıçrar, çünkü yüzeyde bir yaylanma özelliği vardır. O yüzey daha sert olabilir, geriye dönüş uzaklığı artabilir. Kısaca, etkinin tepki halinde tekrar kendine dönüşü, konunun ve ulaşılan amacın şartlarına da bağlıdır.
Yüksek benliğiniz bedeninize sürekli uyaranlar yollar. Bu uyaranlar bir eko sistemiyle tekrar kendi yüksek ekranında oluşur. Fakat bu oluşan şey yollanmış enerjinin aynısı değildir, obje vasıtasıyla, yani beden vasıtasıyla enerji emilmiştir. Bu yüzden beden yapısının olgunluğu, yüksek benliğin beden üzerindeki hakimiyetinin artmasına sebep olur. Beden üzerindeki hakimiyetin artışıysa, hem yüksek benlik tarafından, hem de beden tarafından çok mükemmel uygulamaların yapılmasına sebep olur. Kaba bir bedendeki hakimiyetle, ince bir bedendeki hakimiyet arasında çok fark vardır. Siz kaba bir bedende kaba bir fonksiyon görürsünüz, çünkü o bedenin yüksek benliği, göndermiş olduğu tesirlerin belki de pek az bir kısmını tezahür ettirebilmektedir. Tıpkı topu atıp da kendine ulaşmadan topun yerde kaldığını gören kimse gibi.
İşte ara vasıta burada büyük bir rol oynar. Yüksek benlikten bedene kadar ulaşabilmek için gittikçe kabalaşmakta olan akışkan bir denizden geçmek, gittikçe yoğunlaşan bir çevreyi aşmak gerekir. Bu adeta en kaba örneğiyle bir kabın içine dökülmüş çeşitli yoğunluktaki sıvılara benzer. En ağır olanlar en dipte, en hafif olanlar en yukardadır. Ağır yağlar, daha hafif yağlar, sular, zeytin yağları, sirkeler vs. Böyle bir kabın tepesinden aşağı bırakılan bir saçma tanesi, şüphesiz yoğunluğun verdiği sürtünme ve karşı koymaya paralel olarak ince ve akışkan maddeler arasından daha kolay, kaba olanların arasından daha zor geçmek suretiyle sonunda kabın dibine kadar ulaşır ve dönüş de bunun tersi olarak gerçekleşir. Bu, kendi sisteminizde rahatlıkla gözlemleyeceğiniz bir şeydir.
Sebep Sonuç Yansıması Prensibine göre, içinde bulunduğunuz dünya şartları ve dünyanızın bağlı bulunduğu akışkan alemler, önce sizin bu ara vasıtanızın mahiyetini belirlemektedir. Dünya küresi ve ona bağlı olarak onunla birlikte, hatta ondan da evvel oluşmuş astral küre de, astral alemin oldukça yoğun maddelerinden yapılmış bir küredir. Bu tamamiyle dünya maddesinin mükemmelliğiyle ilgili, onunla paralel bir konudur. Demek ki yapı itibariyle, titreşimsel karakteri itibariyle, dünyanızın bugünkü şartlarından daha mükemmel şartlara sahip olan kürelerin astral modelleri de daha akışkan, daha mükemmeldir. Bu yüzden, o ortamlarda bulunan varlığın bedenine hakimiyeti sizinkine oranla çok daha mükemmeldir, çünkü hem maddesini almış olduğu kendi küresi evrim bakımından gelişmiş bir maddi topluluk, hem de astral benzerinin maddesi gelişmiş bir astral maddedir. Bunlara paralel olarak madde üzerindeki hakimiyeti çok daha artmış bir yüksek benliktir. Oysa hem dünyanın hem de astral eşinin geri kalmışlığı, dünya insanına ait yüksek benliğin beden üzerindeki hakimiyetine sekte vurmuştur. Bu noktaların iyi irdelenmesini istiyoruz.
Yeryüzündeki insanlık realitesi neden geridir? Birinci sebep dünya maddesinin evrimleşmemiş olmasıdır. Buradan organik maddenin olgunlaşmamış olmasına, oradan da insan bedeninin genel yapı olarak evrimleşmemiş olmasına ulaşırız. Bu hal, yüksek benliğin sebep sonuç yankılanmasına uygun olmayan bir haldir. Dolayısıyla, dünya maddesinin gelişmemişliği, astral ikizinin de gelişmemişliğine ve ona bağlı olarak diğer akışkan madde topluluklarının da gelişmemişliğine sebep olmaktadır. Yüksek benlik, bunların arasından nüfuz ederek bedene kadar ulaşırken çok büyük kayıplar vermektedir. Bu yüzden moral alanda şeriate, otomatizmaya, geri evreli hayata çok daha eğilimlisiniz, çünkü şuurluluk, yüksek benlikten gelen empülsleri ifade etmek demektir. Bunların ifade edilmesi mümkün değildir, çünkü ifade vasıtaları zayıftır.
O halde evrim nedir? Bu mekanizma içinde evrimi irdelediğimiz zaman diyebiliriz ki evrim, sebep sonuç yankılanmasının gittikçe yükselmesidir, yani yüksek benlikten maddesel bir yapı olan vücuda gelecek her empülsün, her uyaranın aslına en uygun şekilde en az kayba uğrayarak gelmesi ve yine en az kayba uğrayarak geri dönmesidir. Bu, yüksek benliğin madde içindeki görünümüdür. Yüksek benlik madde içinde ne derece melekelerini geliştirmiş olarak tezahür ederse, siz o derece olgun bir varlıksınız demektir. Bu yüzden yeryüzündeki insanın görevi mümkün olduğu kadar organizmasını en iyi şartlar içinde kullanmak, her tür otomatizmaya karşı bir uğraş içine girmek ve yüksek benlikten gelen empülsü vicdan mekanizmasıyla almaya çalışmaktır. (Sayfa: 703-706)

***

( Celse: 159 Tarih: 1. 3. 1974 ) Pekala, bunca yalvarmalar ve ricaların sonunda örtülü kalan bu hacet kapısı aralandı! Fakat ne yüzle soru sormak istersiniz? Ne yüzle görüşümüze başvurmak istersiniz? Alnınızın teriyle kazanmış olduğunuz kazançlarınız var ya, işte onlar yüz defa hacet kapısı çalmaktan daha kutsaldır! Denilmişti ki, burası her çalışınızda açılacak bir kapı değildir. Bunu niçin unutuyorsunuz? Bizim sizinle söyleşecek bir şeyimiz yok. Eğer istiyorsanız kendi içinize dönünüz, orada söyleşecek birini bulmanız mümkündür!
Medyumunuzun bu kanaldan medyumluğu bitmiştir. Bizimle bağlantısı baki kalmakla birlikte, size şimdilik açık bir bilgi verecek durumda değiliz. Niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz? Siz elindeki değerleri sandıklarda saklayan kişiler gibisiniz! Bizimle bağlantınız bitmiş olmakla birlikte, başka bağlantılar kuramazsınız denilemez. Deneyiniz, belki başarabilirsiniz. Biz öğretimizi yaptık, görevimizi tamamladık. Artık Sadıklar Planı olarak bizi meşgul etmeyiniz, sizi yeni durumlara taşıyacak pratiklere dönünüz. Geleceğinizle ilgili bilgilerin etrafınıza yayılması için gerekli araştırmaları yapınız. Bu sona erişin sebebi, ruhi kapasitenizle ilgili en son sınırı zorlamanızdır. Dolaylı olarak sizinle ilgilenmemiz devam edecektir. Hepiniz bir ruh olarak bizdesiniz, biz de sizdeyiz! Ayrılıklardan şikayet etmenin cahillik olduğunu unutmayınız! Ruhi evrenin çeşitli fazlarında dolaşınız, bakalım neler göreceksiniz? Yolunuz açık olsun! (Sayfa: 706-708)

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Sadıklar Plânı ile 1993 yılında mucizevi denecek kadar güzel bir şekilde tanıştım.
Hayatım boyunca okuduğum hiç bir kitap bana bu kadar hitap etmedi.

Sadıklar Plânını okurken içimden yükselen derin vecd halini, Plânın deyimi ile "feveran" halini unutamam.

Bunca yıldır okumaya doyamadığım bir kitaptır.

Burada kelimeler sadeleştirilmiş, bu bakımdan anlayış da kolaylaşmiş.
Ellerinize ve emeklerinize sağlık.

YILDIZ TORUNU dedi ki...

gunumuz türkçesi kelimelerle tekrar yazma zahmetini gösterenin ellerinden öperim .. sevgiler

Adsız dedi ki...


Sadıklar Planı hakkında bir değerlendirmeye denk geldim.
Acaba siz ne düünürsünüz?

http://www.angelfire.com/ri2/ruhiselman/rs66.html

Adsız dedi ki...

Benjamin ile çalışmak kesinlikle harikaydı. Karıma ve bana kredi sürecinde rehberlik ederken son derece açık, titiz ve sabırlıydı. Ayrıca çok zamanında davrandı ve krediyi kapatmadan önce her şeyin hazır olduğundan emin olmak için çok çalıştı.
Benjamin, yeni evimizi satın almak için para toplamamıza yardımcı olan bir grup yatırımcı ile çalışan bir kredi görevlisidir.Uygun düşük bir oranla kredi almak istiyorsanız onunla iletişime geçebilirsiniz. 247officedept@gmail.com Veya Whatsapp Sohbet: + 1-989-394-3740