7.06.2007
SPİRİTOLOJİ, PARAPSİKOLOJİ, UFOLOJİ
TEMEL ALT YAPI KİTAPLARI
CİLT : 10
BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI
DOSTLAR PLANI –Altın Çağ Misyonu (1. Kitap)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 5. 1957) : “Bir ismin benim için değeri yoktur, bu konuda ısrar etmeyin! İlerde benim realitem sizin bugünkü anlayışınızdan farklı olacağı için beni bir isimle çağırmanız bir takım sakıncalar doğurabilir.” (Sayfa: 8)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 5. 1957) : “Bizim durumumuz dünya diliyle ifade edilemeyecek kadar aşkın bir durumdur. Bu yüzden medyumun sarsıntılarını doğal karşılamanız gerekir.” (Sayfa: 8)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “Bazı sorularınıza yanıt veremeyeceğim. Nedeni ise şudur: Kendi bilgi ve çalışmalarınızla halledebileceğiniz soruları bize sormamalısınız. Şunu da unutmayın ki, bizler açtığınız zaman bilgi veren bir kitap değiliz! Kapasitenizin üstünde bir soru sorduğunuz zaman istediğiniz bilgiyi doğrudan vermek yerine, o bilgiyi size kazandıracak kapıları açmanız için gerekli anahtarları vereceğiz. Bu yüzden kapasitenizin üstündeki soruların yanıtlarını bizden beklemeyin, bunu dostane ve içten bir uyarı olarak kabul edin.” (Sayfa: 8-9)
DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “İlerde benden, benim planımdan veya benim üstümdeki planlardan bilgiler almanız olasıdır. Bu bilgileri belki de yepyeni, şimdiye kadar hiç kullanmadığınız, uygulamadığınız usullerle anlayabileceksiniz. Burada o günler özlemle bekleniyor, yeter ki o günlere layık olun!” (Sayfa: 9)
DOSTLAR PLANI (Celse 2. 8. 1957) : “Elbette haberiniz yok, ama sizi yakından izleyen planlar var, her zamankinden daha fazla izleniyorsunuz. Şu anda fırtınadan önceki sessizliği yaşıyorsunuz, bir hamle yaparak ataletten sıyrılmanız isteniyor. İşte onu bir yapabilseniz, ah bir yapabilseniz! Elinizin altındaki bilgi hazinesinin kapılarını bir açabilseniz, hayal gücünüzün bile üstünde nur ve ışık ummanlarına kavuşacaksınız. Bunları söylemenin zamanı gelmiş de geçmiştir bile! Artık uyanmanızı bekliyoruz. Ah siz dünyalılar büyük olanaklarınızı kullanmayı bir öğrenebilseniz! O olanakların sizi geçmişte yaşamış insanlara oranla ne kadar yücelere, aklınızın ve hayalinizin alamayacağı kadar yüksek ideallere kavuşturacağını bir bilseniz! Biz bu olanakları kullanamadığınız için esef duyuyoruz. Realite değişiklikleri yaşayacağınız bu dönüm noktasında gayet dikkatli ve uyanık olunuz, aksi takdirde sizi nurlandıracak o kaynak aniden kuruyuverir!” (Sayfa: 9-10)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 8. 1957) : “Dostlarım, yüksek titreşimlere uyum sağladığınız zaman dünya yaşamının sizin için giderek kolaylaştığını göreceksiniz. Dünyanın zorlukları ve uğraşıları yüksek gerçeklere ulaşmanıza engel olmamalı, engel olması için bir neden de yok. Söylediklerimi iyice düşünüp verilen mesajları dikkatle okursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. Sizde bir hamle özlemi ve kudreti olmasaydı planım ve ben sizlerle temas kurmak üzere görevlendirilmezdik. Üst Plan yeteneklerinizi dakik olarak tartabilecek kudrettedir, biz buraya boşuna gelmedik! Hali hazırdaki yeteneklerinizi iyi kullanmanız ve geliştirmeniz gerekir. Çalışmalarınıza yeni bir yön vererek insanlığa bilgi saçan bir odak olmalısınız!” (Sayfa: 11)
DOSTLAR PLANI (Celse 1. 4. 1958) : “Görüyorum ki arkadaşlar sürekli bilgi almak isteğindeler. Bu istek gayet doğal ve iyi bir şey, fakat bilgi ne üste giyilip sonradan çıkarılan bir elbise, ne de hiç çıkarmamak üzere takılan bir mücevherdir. Her iki yol da insanı çıkmaza götürür. Bilgi bir bütündür. Bilginin özüne nüfuz edemediğiniz için onu parçalara ayırıyor, sonra da parçaları birbirinden ayrıymış gibi yorumluyorsunuz. Bilgi nedir? Bilgi, bulunduğunuz maddi plandaki olayları kudretiniz oranında incelemek, ruhsal açıdan değerlendirmek, kendinizin ve başkalarının evrimi için bir basamak olarak kullanmaktır. Onlara bir ideal gibi bağlanmamalısınız. Gerçek bilgi olaylardan kaçmak, deneyimlerden sıyrılmak değildir, körü körüne bağlanılan idealler hiç değildir! Eğer aranızda olaylardan kaçıp kurtulmayı, nefse hizmet eden pasif bir yaşam sürmeyi mutluluk sanan gafiller varsa onları uyarmalı, yanlış yolda olduklarını söylemelisiniz. Öte yandan maddeyi kendine ideal edinen, ufkunda maddi mabuttan başka şey bulunmayanlar korkunç bir uçurumun kenarında olduklarını unutmamalıdırlar. Evet biliyorum, yaşam sizin için çok çetin ve dayanılması ağır bir yük. Çoğu kere isyan ediyor, hakkınız olan huzur ve mutluluğa ne zaman kavuşacağınız konusunda kuşkuya düşüyorsunuz, çünkü insansınız! Yaşamınızdaki güçlükleri yenmenin yolu bilginizi artırmaktır. Özellikle dışardan gelen bilgileri kişisel süzgecinizden geçirerek kendinize mal etmelisiniz. Bunu da içinizden gelen parıltıyla sağlayabilirsiniz. Vicdanınızın sesini, yaşadığınız dünyanın en büyük realitesi olarak kabul etmelisiniz. Bunu yaptığınızda en büyük bilgiyi elde etmiş olursunuz.” (Sayfa: 17-18)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 4. 1958) : “Bilgi, insanı bir realiteden diğerine geçiren araçtır. Henüz dünya realitesinde olan sizler için en yüksek bilgi, sizi bu realiteden bir kademe öteye taşıyacak olan bilgidir. Cehaletiniz yüzünden kaderin ağlarıyla maddi dünyaya sımsıkı bağlanmış durumdasınız, bu bağlardan kurtulmak için bilginizi artırmak zorundasınız. Dünya realitesinden bir üst realiteye geçmek sandığınız kadar kolay değildir. İnsanlar henüz emekleme aşamasında oldukları için karşılaştıkları zorluklar ve zahmetli yaşam koşulları onları ya kör bir kaderciliğe ya da dünyaya küsmeye sevk etmektedir. Bazıları da günümüzde sıkça görüldüğü gibi inkarcı bir materyalizme saplanıp kalmıştır. Bilimsel ve teknik alanda kaydettiğiniz gelişmeye rağmen manevi alanda yaya kalmanız bizleri çok üzüyor. Evet, günümüz koşullarında toplu bir kurtuluşun mümkün olmadığını biz de biliyoruz. Fakat karanlık dünyanızdan bir takım ümit pırıltılarının Yukarı yansıması sizi sevenleri biraz olsun teselli etmektedir.” (Sayfa: 18-19)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Sizler, içinde yaşadığınız realiteler öyle gerektirdiği için dünya planında enkarne oldunuz. Bu planın bir kademe üstüne çıkabilmek için dünyada çeşitli olaylarla karşılaşmak ve onları değerlendirmek zorundasınız. Aslında evrim çok yavaş, adım adım ilerler. Başı yukarda olmak elbette iyi bir şey, ama ayaklarınızı sağlam bir yere basmanız koşuluyla. Hepiniz üstün bir evrim düzeyinde bulunmakla birlikte, sizden epey aşağıdaki insanlarla aynı dünyanın deneyimlerini paylaşıyor, bazen zahmet ve eziyetlere katlanıyorsunuz. Peki neden? Bazen şöyle dediğinizden eminim. “Ben bir üst realiteye ulaşmış insanım, benim yerim göklerde. Bu rezil dünyada ne işim var, neden bu basit ve sıkıcı işleri yapmak zorundayım? ” İşte bu yüzden insanlar ezelden beri gerçek evrimde ortalama yolu bulamamışlardır. Ya üstün realiteleri inkar edip dünyanın batağına gömülmüşler ya da dünyadaki görevlerini küçümseyip kendilerini dünyaya bağlayan nedenlerin kökünü kazımaya çalışmışlardır. Peki bu yollar insanlığın kurtuluşunu sağlamış mıdır? İyice düşünüp taşındığınızda insanlığın amacının bu çıkmaz yollardan kurtulmak olduğunu göreceksiniz. Kurtulabilirler de! O zaman insanlık büyük bir hızla aşamaları kat edecektir. Eğer her şeyden elini eteğini çekerek tam bir pasiflik içinde Tanrıya yönelmek İlahi İradenin istediği bir şey olsaydı, o büyük Yaratıcı sonsuz sayıdaki alemleri yaratma gereğini duyar mıydı? Sizler bir yerlerde son bulacak bir yolun değil, sonu gelmeyecek bir yolculuğun bitmez tükenmez görüntülerini seyretmekle yükümlü yolcularısınız!” (Sayfa: 20-21)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Bazı davranışlarınızla vicdan ölçülerinizin çelişmesi gerçekten nazik bir sorundur. Öyle çelişki dolu bir dünyada yaşıyorsunuz ki, her an vicdan ölçülerinize ters düşen bir takım olaylar sizi üzüyor, incitiyor. Unutmayın ki dünyanız çoğunluğu evren sürgünü olan varlıkların meskenidir, bu gezegen henüz yeteri kadar yükselmiş değil! Çevrenizdeki haksızlıklar cesaretinizi kırmasın, her şeye rağmen iyi ve dürüst olmaya gayret edin. Bugün için dünyayı tamamen düzeltmek elinizde değil, onun düzelebilmesi için daha çok uzun bir zamana ihtiyaç var. Çevrenizdeki insanlara bir nebze yardım etmek istiyorsanız, her şeye rağmen yaşama azminizi korumalı ve insanlara örnek olmalısınız. Örnek olmak çoğu zaman öğüt vermekten daha iyidir. Soyluluk ve yüceliğiniz, insanları gerçeğe yönlendiren önemli araçlardır.” (Sayfa: 21-22)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Vicdan, içinde bulunduğunuz madde planının bir yansıma aracı değildir, yani içinde yaşadığınız fizikoşimik alemde vicdan diye bir şey olamaz. Vicdan, Ruhsal Plandan gelen bilgilerin bir yankısıdır, yansıma yeridir. Dünyada aklınız veya mantığınız neyse, öteki alemde aynı işlevi vicdanınız görmektedir. Akıllı ve olgun insan, aklı kadar ve ondan daha fazla vicdanının emirlerine uyan insandır. Dünya planının yansıması akıldır, Ruhsal Planın yansıması ise vicdandır. İnsanın kaderi “İki El” ile yaşamdır. Birinci El, Ruhsal Planın yansıması olan vicdandır. İkinci El, dünya planının yansıması olan akıldır. İki El yaşamı, vicdan ve akıl ile yaşamaktır, yani ruhsal ve dünyasal planı aynı anda yaşamaktır.” (Sayfa: 22)
DOSTLAR PLANI (Celse 14. 10. 1958) : “Unutmayınız ki evrim aşamaları hiç umulmadık bir zamanda ve ani olarak meydana gelir. Bu cümledeki “ani” kelimesi görünüştedir. Evrim aşaması kademe kademe, bazen santim santim ilerler, bu bir gerçektir. Evrimin adım adım olması zorunludur. Önceden atılmış adımın sonucu, belirli bir periyodu atlattıktan sonra alınır. İşte size ani gibi görünen olaylar böyle meydana gelir, her şeyin zamanı vardır, her şey zamanında olur. Devrimler, bilimsel buluşlar veya büyük fikir değişiklikleri, bunların hepsi insanların ümitsiz olduğu zamanlarda gerçekleşmiş ve toplumların yeni atılımlar yapmasını sağlamıştır. Esas olan kitlelerin ne düşündüğü değil, o kitlelere yön verecek az sayıdaki seçkin varlığın tutumudur. Az sayıdaki bu seçkin varlıklar alabilecek kapasiteye gelince bilgiyi alacak, zaman ve zemin uygun olduğunda çevreye yayacaklardır. Bu da çok uzun sürmeyecektir.” (Sayfa: 23)
DOSTLAR PLANI (Celse 28. 10. 1958) : “Evrim, insanın ruh melekelerinin, yani manevi kişiliğinin gelişimi demektir. Amaç melekelerin teker teker gelişmesi değil, melekelerin meydana getirdiği melodinin uyum içinde olmasıdır. Eğer amaç tüm ruhsal melekelerinizin dünyada gelişmesi olsaydı, ebediyen dünya bedenine mahkum olmanız gerekirdi. Oysa dünya realitesini tamamlamak için tüm ruhsal melekelerinizin gelişmiş olması gerekmiyor. Onların bir kısmı dünya realitesini tamamladıktan sonra da eksik kalır, o eksikliği siz göremezsiniz. Evrendeki tüm evriminizi sadece dünyada tamamlayacak değilsiniz, evrim evrenseldir. Bunu bilmiyorsanız hala eskilerin düşüncelerinden ileri gidememişsiniz demektir. Yeryüzünde sağlanacak gelişim son derece değerli olmakla birlikte, belirli bir bilgi düzeyini aşmış insan için anlamını yitirir. Bunun idrakine ancak maddi kalıbınızı (bedeni) terk ettiğinizde varacaksınız. İlerlemiş ruhlar için irade özgürlüğü, karanlığın perdesini yırtarak evrende bir kudret halini almaya başlamıştır. Eğer varlığın özgür iradesini kullanarak dünyadan alacak başka şeyi kalmamışsa evrim serüvenine başka alemlerde de devam edebilir, bu ilerlemiş bir varlığın iktidarı dahilindedir. Ruhun dünyadan edinmesi gereken birikimi o kadar kalıplaştırmayın, artık o varlık dünyanın küf kokan sınıfını terk edecek ve evrenin daha mükemmel laboratuvarlarında uygulamalara girişecektir. Bir üst aşamaya geçişi her varlık önce sezgi halinde duyar ve sonunda öyle bir an gelir ki bu sezgiler gerçeğin parlak ışığı şeklinde tezahür eder. Melekelerin gelişimi sonraki yaşamlarda da varlığa yansır. Fakat genel anlamda yaşamı ele alırsak bu bir yansıma değil, ancak bir aşamadır.” (Sayfa: 25-26)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 11. 1958) : “Bireylerin kaderiyle toplumun kaderi arasında esaslı farklar vardır. Bununla birlikte birey ve toplumun kaderinin birleştiği bir sürü ortak nokta da vardır. Burada toplumun bireyler üzerindeki etkisi söz konusudur. Toplumun evrimi, bireyin evrimine oranla daha karmaşık bir işlemdir. Oysa bireyin evrimi bazı belirli kurallara göre gerçekleşir.” (Sayfa: 26)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 11. 1958) : “Kişinin vicdanının kabul etmediği bir eylem, örneğin yurt savunmasında insan öldürmek son derece nazik bir konudur. Elbette bu durumla karşılaşan kişi büyük bir deneyim geçirmektedir. Böylesi durumlar nadir olup herkesin başına gelmez. Allah bereket versin ki öyle demek gerek, aksi takdirde herkesin evrimi çok çetin olurdu. Böyle bir durumla karşılaşan insan Yukarıdan yardım görmektedir, çekeceği maddi sıkıntı ve ıstırap manevi yönden olgunlaşmasını sağlar. Sıkıntı ve ıstıraplara örnek olarak büyük düşünce adamları, bilginler, mucitler ve peygamberler gösterilebilir. Söz konusu varlık büyük bir evrim hamlesi yapmak üzeredir.” (Sayfa: 26-27)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 11. 1958) : “Ey insanlık planındaki varlıklar, düzeyiniz, durumunuz ve bilginiz ne olursa olsun sizler insansınız! Kendilerini her şeyden soyutlayıp ilahlık düzeyine yükseltenler, kişiliklerini kader planlarının üstünde görenler çocukça bir gaflet içindedir. Bunlara, elde ettiği bilgilerle sürekli övünen ve kendini insan kardeşlerinden soyutlayanları da ekleyebilirsiniz. Bu yanlışlar birer cehalet örneği ve insanlara özgü birer zaaftır. Evrim düzeyiniz ne olursa olsun, çevrenizi kuşatan sonsuzluk alemlerine kıyasla cehaletinizi ve aczinizi anlayabildiğiniz oranda olgunsunuz. Bunu idrak edebildiğiniz oranda o alemlerin kapılarını açmaya adaysınız. Yardımınıza ihtiyacı olanlara ellerinizi uzatın, size ihtiyacı olanlara kalbinizi sunun, ancak bu şekilde gerçeğin sırlarına vakıf olursunuz. Size yapılacak yardım, çevrenize yardım ettiğiniz oranda olacaktır.” (Sayfa: 27)
DOSTLAR PLANI (Celse 21. 12. 1958) : “Hatasını anlamış ve pişman olmuş da olsa insanın ıstırabının devam etmesi gerekir. Evrendeki her olay nedensellik yasası uyarınca cereyan ettiği için, o insanın hatasını telafi edecek miktarda ıstırap çekmesi şarttır. Bu süre işlenmiş hatayla orantılıdır. Çoğunuz çektiğiniz ıstırapların köklerinin derinlerde olduğunu bilmezsiniz, ama öyledir. Istırap, insanın doğa yasalarına uyum sağlayamamasından meydana gelir, insanı yasalara uyumlu hale getirmek için en etkin araçtır, ıstırap olmadan evrim olmaz. Öte yandan ıstırap körü körüne katlanılması gereken ve insanı Yaradan’a küfrettirecek kadar isyana sürükleyen bir şey de olmamalıdır. Olgun bir insan ıstırabının nedenlerini araştırmalı, nedeni bulduğu zaman da çektiği acının geçici, ama gerekli olduğunu idrak etmelidir. Bu takdirde ıstırap büyük bir anlam kazanır ve insanı çok yükseklere taşır. Melekeleri özgürleşmiş bir varlık için ıstırabın anlamı sizinkiyle taban tabana zıttır. Sizin için bir haz kaynağı olan durum ise, o varlığın deruni parlaklığını kararttığı için büyük bir ıstırap kaynağıdır. Siz insanlar bir madalyona benzersiniz. Bir yüzünüz özgür varlığınız, öteki yüzünüz bedeninizin karanlıklarından süzülüp geçen bir damlacık ışık, yani dünya şuurunuzdur. Genellikle madalyonun birinci yüzü altta kalmaktadır. Evrimin en büyük amacı bu ikiliği ortadan kaldırmak, evren düzeni uyarınca şuurunuza vahdet (birlik) kazandırmaktır. O zaman evrim yolları önünüzde aydınlanır, kim olduğunuzu, nereye gittiğinizi bilirsiniz.” (Sayfa: 28)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 12. 1958) : “İçinde bulunduğunuz şartlar, sizi evrenin büyüklüğüne çocukça bakmaya ve kendinizi Tanrı ile kıyaslamaya varan bir idrak kısırlığına götürür. Öyle ya, insan denince ondan ötesi düşünülemiyor! Oysa insanın daha çok gelişeceği, evrenin sırlarına ereceği, yüksek bir evrime aday olduğu siz insanlar için inanılır bir düşünce biçimi değil, ama ziyanı yok. Sizler de bir gün evrenin uçsuz bucaksız alanlarında birer araştırıcı olduğunuzu idrak edecek ve ilerde bu kudreti daha çok hissedeceksiniz. Evrendeki sisteme bir bakabilseniz, en küçüğünden en büyüğüne kadar her varlığın o büyük eseri tamamlamak için nasıl çalıştığını bir görebilseniz, o zaman gerçek amacınızı idrak edecek ve büyük bir alçakgönüllülükle eserin tamamlanmasında pay sahibi olacaksınız.” (Sayfa: 29)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 8. 1957) : “Şans, durmadan peşinde koştuğunuz, bulamayınca isyan ettiğiniz bir kavram, bir kuruntudur! Şansınızı belirleyen faktörleri bizim gibi görebilme yeteneğinde olsaydınız gülüp geçerdiniz. Dünyadaki şansınız, kısacık dünya yaşamınızın gerisinde sizi bekleyen mutluluklar yanında çok sönük kalır! Durumunuzu analiz edip başınıza gelen olayları nefsinizin etkisinde kalmadan objektif gözle inceleyebilseydiniz şans diye bir şey sizin için söz konusu olmayacaktı. Zevkleri, ıstırapları, hoş ve nahoş olayları yaratan içinde bulunduğunuz realitenin gerekleridir. Siz şansın değerini elbette bizim gözümüzle göremezsiniz. Bizim için şansın anlamı, insanın evrimi için gerekli deneyimleri sağlayan bir araç olmasıdır, evet sadece bir araç! Belki de şansı hiç yaver gitmeyen bir adam, son derece şanslı birine oranla daha yücelere erişmeye hak kazanmıştır. Dünyada çektiğiniz ıstırap geçmiş yaşamlarınızdaki hataların ürünü değildir. Sonsuza kadar sürecek evriminizin madde aleminde tezahür eden şaşmaz sonucudur.” (Sayfa: 30-31)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 4. 1958) : “Tasavvufa duyulan ilgi ya da ilgisizlik üzerinde durulması gereken son derece nazik bir konudur. Eğer bu uğraş kişiye bir iç huzuru ve doyum sağlıyorsa ve kişi o öğretiye içtenlikle bağlıysa pekala tasavvufla meşgul olabilir. Öte yandan, bir insan tasavvufta ruhsal düzeyine aykırı şeyler buluyorsa, bunları filanca büyük adam söyledi diye kabul etmemelidir. Aksi takdirde kendine karşı sorumlu olur!” (Sayfa: 31)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Benim için değerli olan doktrinler ya da düşünce sistemleri değil, doktrin ya da düşüncenin kişinin evrimine sağladığı katkıdır. Yani o doktrin kişiyi iyi hareketler yapmaya, yüceltmeye ve idrakini artırmaya yöneltiyorsa onun için en geçerli yol odur. Aslında dünyanızda çeşitli düşüncelerin bulunmasının nedeni de budur. Sizin için evrimi hızlandıran bir yol, başkalarını karmaşa ve kuşkuya sürükleyebilir. İnsan doğasını zorlamayın, başkalarına karşı daha anlayışlı ve hoşgörülü olun ki onlar da evrimleşebilsinler. Siz düşüncelerinizi yaymaya devam edin, onları kabul edecek insanlar her yerde vardır.” (Sayfa: 31-32)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 4. 1958) : “Vahdet (birlik) konusundaki sözlerimle kastettiğim mutlaklık, evrendeki herhangi rölatif bir olaydaki mutlaklıktır. Sizin en büyük zaaflarınızdan biri, aklınızın şöyle böyle erdiği bir olayı mutlak ve değişmez saymaya eğilimli oluşunuzdur. Benim kastettiğim anlamdaki vahdet, sonsuz nüanslar, şekiller ve transformasyonlar içinde asla varılması mümkün olmayan bir ideal değildir. Dünya aşamasını tamamlayıp dördüncü boyut realitesine geçmiş birinin, dünyada meydana gelen tüm olayları kucaklayacak kadar kapsamlı bir tesir alanında bulunduğunu idrak etmesi gerekir. Görüldüğü gibi, mutlak bir anlamdan uzak, kademe kademe yükselen piramidal diyebileceğimiz organizasyonlar vardır. Küçük piramitlerin tepesinde bulunan organizatörler için rölatif olan bu değerler, sizler için mutlak anlamı taşıyabilir.” (Sayfa: 33-34)
DOSTLAR PLANI (Celse 28. 10. 1958) : “Nefsini yenmek için inzivaya çekilmiş, ihtiyacı olan deneyimlerden kendini mahrum etmiş, bu yüzden ruhunun bazı melekeleri pasif kalmışsa, hiç kuşku yok ki o insan mükemmel değildir. Birçok bakımdan hataya düşmüştür. Yalnızlığı seçtiği için hemcinslerine yardım edemez, onları tanıyamaz ve sevemez. Ruhunda çiçek açmaya elverişli bir tomurcuğu sulamak yerine toprağın altına gömmüş olur. Fakat o tomurcuktaki hayatiyet o denli güçlüdür ki, bu sefer olmazsa bir başka sefer açacaktır. Dünya planındaki evrimin en büyük amacı, bedensel ilişkilerdeki nefsaniyet potansiyelini azaltmaya çalışmak, tıpkı gökyüzüne yükselen balonun safralarını atması gibi sizi dünyaya bağlayan nefsaniyetin çekim gücünden kurtulmaktır. Bunu yapabilmek için sahte kişiliğinizi yaratan unsurları bertaraf etmelisiniz, onun yolu da kendinizi başkalarına adamaktan geçer. Eğer kendinizi adayamıyorsanız nefsinizi unutamazsınız, nefsinizi unutmadığınız sürece olduğunuz yere çivilenir kalır, bir adım bile ilerleyemezsiniz. İnsan dünyadan alacak bir şeyi kalmadığını hissettiği an kendini otomatik olarak toplumdan soyutlar. Oysa buna gerek yoktur, çünkü insanın manevi olgunluğu geliştikçe maddi olaylarla olan bağı kendiliğinden gevşer ve yüksek alemlerin sezgilerini ruhunda hissetmeye başlar, üstelik bunu günlük hayatını yaşarken de yapabilir.” (Sayfa: 34-35)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 1. 1959) : “Kadercilik diye bir şey aslında mevcut olmamakla birlikte, evrenin determinik yapısı sizin hayal edemeyeceğiniz kadar kompleks ve çeşitli varyeteler gösteren İlahi İrade Yasalarının tecellisinden oluşur. Bir şeyin doğa yasasına uygun olup olmaması tamamen rölatiftir. Şu anda herhangi bir şey doğa yasasına uygun olmayabilir, fakat küçük bir zaman ve mekan değişikliğiyle o şey pekala mümkün olabilir. Doğada olanaksız bir şey yoktur, doğa yasaları, içinde yaşadığınız madde aleminin olanaklarına bağlıdır. Maddeler akışkan hale geldikçe olanaklar da o oranda değişecek ve genişleyecektir. Evrendeki canlı ve cansızlar aleminde mutlak bir şey aramanın anlamı yoktur. Eğer Allah ile siz biçare varlıklar arasındaki mesafe ölümün ötesinde son bulsaydı kaderciliğe bir dereceye kadar hak vermek gerekirdi. Nedense, bir yere bir göğe bakarak anlayamadığınız, sezemediğiniz olayları Mutlak’a mal ediyorsunuz, oysa O’ndan ölçülemeyecek kadar uzaktasınız. Mutlak İrade’nin size hükmetmeye ne ihtiyacı, ne de bir anlamı var! Bırakın zavallı kaderciler istedikleri gibi düşünsünler, onların ne düşündüğünün hiçbir önemi yok. Zamanı gelince, varlıklarının ta derinliklerinden kopup gelen ve onlara yüksek koruyucuları tarafından sunulan gerçekleri daha iyi idrak edeceklerdir. O zaman Mutlak İradeye atfettikleri bu yakışıksız düşüncelerin evrimleri için bir araç olduğunu anlayacaklardır. Günümüzün araştıran dünyasında bu gibi insanlara yer yoktur, olmamalıdır da! İnsan kaderin yükü altında ezilsin diye yaratılmamıştır. O özgürdür, özgürlüğünü de olgunluğu oranında tadacaktır. İlahi ışık içine doğduğu an sebep sonuç yasalarının anlamını sezmeye başlayacak, evvelce sorun olan birçok meselenin aydınlandığını görecektir. Kadercilik tembel ve korkaklara has bir ruh halidir. Bu zaaf elbette ilerde insanı çok güç durumlara ve hayal kırıklığına sürükleyecektir. Ondan kurtulmak için çaba göstermek gerek. Kadercilik yoktur diyorum, çünkü evren her şeyi kabul edecek kadar geniştir, hataları ve sevapları bile!” (Sayfa: 35-36)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 1. 1959) : “Dünyadaki varlığınızın anlamını artık çözmeye başlamalısınız, olayların dili böylece daha iyi anlaşılabilir olacaktır. Bu arada en değerli ruh melekelerinden olan sabır melekeniz de çok büyük ölçüde evrim geçirecektir. Siz insanlar sabır melekesinin size kazandırdığı büyük imkanları bir bilebilseniz. Etrafınızdaki olgun insanları inceleyin de bu harika melekenin onlarda nasıl gelişmiş olduğunu görün. Yaşama karşı dayanıksızlık göstermek büyük hatadır, önemli olan zorlukları yenebilmektir. Unutmayın ki bugün imkansız olan şey yarın pekala mümkün olabilir. Siz şu anda en çok sabır melekenizin gelişmesine muhtaçsınız. Olayları göğüslemeyi öğrenin, kararlılığınız ve cesaretiniz asla kırılmasın.” (Sayfa: 36-37)
DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “Ölüm anında perispiri bedenden bıçakla kesilmiş gibi ayrılmaz. Aksine, perispiride adeta konsantre olmuş akışkan maddeler, maddi aleminize ait bağlarla birlikte ayrılır. Perispirinizdeki akışkan-madde bağlantısını ancak duygularınızla sezebilirsiniz. Daha doğrusu perispiri bedende mahpus hayatı yaşamaz, ruhun tesir yeteneği de bundan ileri gelir.” (Sayfa: 38)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “İnsan bedeni son derece kompleks, havsalanızın alamayacağı kadar karışık sistemlere sahiptir. İmajinasyon (hayal gücü) faaliyeti sırasında insan adeta enerji yayan bir dinamo gibidir. Bir dinamo nasıl çeşitli incelik ve nitelikte enerji üretirse, insan bedeni de kabadan inceye doğru değişen bir titreşim topluluğunun odağıdır. İnsanın bir şeyi hayal ederken bedeninde meydana gelen fizik ve kimyasal değişiklikleri kısmen de olsa çözmüş durumdasınız. Gerek kaba maddi ortamdan akışkan ortama, gerekse bunun aksi yönde sürekli bir titreşim hareketi vardır. Yani kuvvetli bir konsantrasyon veya imajinasyon halinde perispirital titreşimler, fikir dalgaları ve çeşitli radyasyonlar yayımlanır. Bunlar, kişinin yeteneğine göre az ya da çok şiddette etki yaparak bedeninizde delip geçici bir takım fizikoşimik tesirler medyana getirir. Sonuç olarak size şunu söylemek isterim ki, insan muazzam bir enerji santralidir!” (Sayfa: 38-39)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “Evrende her şey maddedir ifadesi, evrende her şey titreşimdir ifadesine eşittir, çünkü madde yoğunlaşmış titreşimden başka bir şey değildir. Madde içinde madde vardır sözü, kelime kelime ifade ettiği anlamı taşır. Yani maddenin derinliklerine inildikçe yeni bir mikrokozmosla karşılaşılır. Bir başka deyişle, bugün sizin bildiğiniz en son kademe olan atom, daha doğrusu elektron, çok daha derindeki vibrasyonlar yanında oldukça kaba kalır, maddenin incelmesi havsalanızın alamayacağı sonsuz aşamalara kadar gider. Bu ortamdaki maddi kombinezonlar, o ortamdaki maddelerin en küçük partikülleri arasındaki birleşmeyle ilişkilidir demiştik. Bu birleşmeyi sağlayan kuvvetler maddenin kendi oluş halinin bir sonucudur, yani bizzat maddenin kendinde vardır. Yalnız şunu belirtmek isterim ki, bu birleştirici kudret şuursuz bir kudret değildir, madde akışkan hale geldikçe bu şuurlu kudret de artar.” (Sayfa: 39-40)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 8. 1957) : “Her şey maddedir derken kastettiğim şey, sadece dünyayı değil tüm evreni kapsar. Madde derken, ezelden ebede kadar ruhların çeşitli evrim aşamaları için elzem olan ve kabalaştıkça ruhun melekelerini karartan, birbiriyle son derece sıkı bağları olan bir sürü maddi sistemleri kastediyorum. Asıl cevher hiçbir zaman orijinal halde tezahür edemeyeceği için maddi sistemler içinde faaliyet imkanı aramaktadır. Bellek, idrak, şuur ve duygu gibi ruhsal melekelerinizin maddeyle ne tür bir ilişkisi olduğunu söylemem gerekirse, bunlar bile ruhunuza bağlı süptil bedenin (perispiri) sonsuz varyetelerinin aralarındaki karşılıklı tesirden başka bir şey değildir derim. Duygu, düşünce ve idrakin kaba titreşimlere bağlı olanları, perispirinin bedene, dolayısıyla dünyaya yakın tabakaları arasındaki maddesel tezahürleridir. Yüksek titreşimlere bağlı olanları ise, perispirinin en yüksek eterik ortamlarına ait maddesel tesirlerdir. Böylece, üstte saydığım tüm ruhsal melekelerin maddesel tezahürler olduğunu söylüyorum sizlere. Ruhun buradaki rolünün ve tesirinin ne olduğunu anlayacak durumda değilsiniz. Ruh ve perispiri birbirinin ayrılmaz parçalarıdır, biri olmadan diğerinin varlığından söz edilemez. Ruh ve madde ilişkisini şimdiye kadar hiçbir ekol ya da felsefi düşünce tam olarak çözememiştir, çözemeyecektir de! Bir takım ruhsal melekelerin maddesel oluşları, onların vibrasyonel karakterde oluşlarına bağlıdır. Aslında siz bunu dünya insanının metapsişik yeteneklerinden de bilmektesiniz, çünkü bu melekelerin tesirleri üçüncü boyutunuzdaki kaba madde üzerinde bile etkindir. Sözgelimi, ‘tekinsiz ev’ olayları bu hallerden biridir. Ruhsal karakterdeki halleri oluşturan vibrasyonların ruh tarafından beslenmesi, anladığınız anlamda hiçbir beslenmeyle kıyaslanamaz. Sevgi ya da nefret türünden ruhsal bir tepki, asla anlayamayacağınız şekilde ruhun bir takım tesirlerini bu ortama aksettirmesinden başka bir şey değildir. Çünkü ruh sevgi ve nefret gibi hallerden uzaktır, onlardan arınmıştır. Ruhun en büyük esrarı da işte buradadır.” (Sayfa: 40-41)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 8. 1957) : “Ruhun ilk aşamada gönderdiği tesirler, kendine en yakın maddeye gönderdiği tesirler değildir, hatta buna tesir demeye bile hakkımız yok. Ona isterseniz maksat deyin, amaç deyin. O sadece sizin değil, sizden çok daha evrimleşmiş varlıkların bile sezebilecekleri cinsten bir şey değildir. O Tesir ya da O Amaç, ruhların yaratılışıyla ilgili çok büyük bir nedene dayanır. Bu konu üzerinde fazla düşünüp zihninizi yormayın. Siz ruhu, daha doğrusu onun varlığını ancak evrenin çeşitli maddeleri üzerindeki yansımalarından sezebilirsiniz, aslında ruh sizin için bundan başka bir şey de olamaz. Çünkü siz ruhun bizzat kendisiyle değil, ancak onun etkilediği maddelerle temasta bulunabilirsiniz. Ruhun maddeyi nasıl etkilediği konusu anlayamayacağınız kadar yüksek bir olaydır. Hatta diyebilirim ki, her şeye kadir olan Mutlak Varlığın en yüksek tecellilerinden biridir. Ruhun maddeye bu bağlanışı evrimin bile çok üstünde bir konudur, evrim ancak ruh bu evrene girdikten sonra mümkün olabilir. Bu yüzden, düşüncelerinizi evrim üstünde konsantre ediniz. Bilgi, yetenek ve düzeyinizin çok üstünde olan konularla uğraşmayınız, buna olanak olsaydı size evet derdim. Kendi çevre ve mekanınızla ilgili araştırmalar yapınız.” (Sayfa: 42)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 8. 1957) : “ Her organınızın, hatta her hücrenizin bir kişiliği, bir ruhu vardır, bu kesindir. Bu tek tek ruhların enkarne oldukları beden ve organlarda bir görevleri olması gerekir. Böylece beyine özel bir önem vermenin anlamı kalmaz, çünkü beynin de görevi rölatiftir. Bedendeki organ ve hücrelerin ruhları, organizatör ruhun perispirisinden tesirler almaktadır. Aslında bu ruhların bir dereceye kadar beden içinde özgürlük ve kimlikleri varsa da, organizatör ruhun özgürlük ve kimliğiyle asla kıyaslanamaz.” (Sayfa: 42)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Evren iç içe bir takım maddi sistemlerden oluşmuştur. Tesirler inceden kabaya, kabadan inceye doğru yansımaktadır. İçinde yaşadığınız dünya koşulları bütün bu maddi kombinezonları anlayabilmenize uygun değildir. Bugünkü idrakiniz epey gelişmiş olmakla birlikte henüz çok kaba sayılır. Evrendeki tüm fizikoşimik ve mekanik olaylar birer düşünce eseridir ve imajinasyon tarafından var edilmiştir. Üstün maddi planlarda bulunan varlıklar, kaba maddelere bağlı canlı ve cansız varlıklara imajinasyonlarıyla egemen olmaktadırlar, siz de bedeninize aynı şekilde egemen olmaktasınız. Görünüşte doğa yasalarına uyduğunu sandığınız olaylar aslında maksatlı ve şuurlu zekaların eseridir! Sonuç olarak siz imajinasyon ve düşünce melekenizle evrende bir elektromanyetik alan yaratıyor ve onu sürekli besliyorsunuz. Bu alanı oluşturan süptil maddeler zincirleme olarak kaba olanlara tesir ediyor. Tıpkı bir mıknatısın demir tozlarını çevresinde topladığı gibi realiteleri çevrelerinde topluyor ve oluşturuyorlar.” (Sayfa: 43)
DOSTLAR PLANI (Celse 21. 10. 1958) : “Zeka, vicdan, toplumculuk gibi melekeler insanın genel evrim düzeyini belirleyen ölçüler olmasa da, bu melekelerin dikkatli bir analizi kişinin evrim düzeyi hakkında bir fikir verebilir. Fakat önemli olan analizi dikkatle yapmaktır, çünkü aldatıcı tesirlerin rolü vardır. Zeka ve benzeri melekeler, insanın ihtiyaçlarını karşılamak için o yaşama has olarak verilmiştir. Bir sonraki yaşamda eğer o meleke sakıncalı görülüyorsa, sözgelimi kişi zeka gibi bir yetenekten yoksun kalabilir. Öte yandan göz önünde tutmanız gereken bir nokta da insanın evriminin evrendeki aktivitesiyle orantılı olduğudur. Yani varlık aktif ve canlı bir rol oynamalıdır, kuşkusuz oynadığı rol toplumu ve bireyi daha üst düzeye taşımalıdır, aksini yapıyorsa ona evrim denemez. İnsanın etkin olması için zeka gereklidir, ama zeka noksanlığı insanın aşağı evrim düzeyinde olmasını gerektirmez. Şu halde zeka evrimin ayrılmaz bir parçasıdır, ne var ki zekayı kurnazlık ve ihtiras gibi duygularla karıştırmamak gerekir. Zekanın evrimin bir nimeti olduğunu anlamalısınız. Zeki insanın evrimi daha süratli, daha verimli ve daha az otomatiktir. Öte yandan bazı durumlarda zekası kıt bir insan, kurnaz birine oranla daha süratli evrimleşebilir!” (Sayfa: 43-44)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1959) : “Deliliğin anladığınızdan çok değişik bir anlamı vardır. Sizin ölçülerinize göre deli olan bir kimse, dünya planını terk ettiği zaman evrim düzeyinin toplamı kadar bir şuura sahip olur. Bir insanın az ya da çok normal olmasını içinde yaşadığı fizikoşimik ve biyolojik koşullar belirler. Yani burada esas etken maddi şartların beyin cevheri üzerindeki tesirleridir. Bir insan, bedenden başlayıp toplumun kolektif baskısına kadar uzanan koşullara uyamıyorsa deli diye tanımlanabilir, elbette tüm delilikler organik değildir. Bir delinin şuuraltı yukarının (spadyum) her tür parazit varlığına açık durumdadır ve delinin beyin cevheri bu parazit tesirlere karşı sübap görevini yapamaz. Anladığınız anlamdaki deli bizim alemimizde (spadyum) deli olarak nitelendirilmez, çünkü delilik tamamen dünyayla ilgili bir durumdur. Delilik fizikoşimik organizmanın psişik organizmayla uyum sağlayamamasından ileri gelir. Halihazırdaki varlığınız büyük ölçüde beyninize bağlıdır. Beyinde meydana gelecek herhangi bir bozukluk doğrudan doğruya perispiriye tesir eder, onun vasıtasıyla ruhsal mekanlardaki geri varlıklardan zararlı tesirler alabilirsiniz. Bir insanın kafasına düşen saksı delirmesine yol açabilir, fakat maddi organizmadaki bu bozukluk, diğer delilerin maruz kalacağı tesirlere onun da maruz kalmasını gerektirmez. Dikkat edilirse delilerin her birinin psişik durumları birbirinden farklıdır. Bir insanın şuuraltında gizli ihtiraslar ve parazit fikirler varsa bunlar insanın delirmesiyle birlikte şuur alanına çıkarlar. Eğer deliren insanda bu tür zararlı fikirler yoksa deliliği kimseye zarar vermeyecektir.” (Sayfa: 45-46)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 8. 1957) : “Beyin, sonsuz aleminizle sınırlandırılmış aleminiz (beden) arasında maddi ilişkileri aktaran bir köprüdür, maddi alemde ortaya çıkabilmeniz için bir araca ihtiyacınız var. Ölüm beynin işlevini sona erdirdiğinde duygu, idrak ve duyum gibi melekelerin de yok olduğunu sanmayın, yok olan sadece aradaki köprüdür (beyin). Nasıl ki bir nehrin iki yakası arasındaki köprünün yıkılmasıyla bu iki yaka kimliklerini kaybetmez sadece ilişkilerini keserlerse, insan da beyin denen bağlantının ortadan kalkmasıyla ebedi yoldaşı perispiriyle baş başa kalmış olur. Ebedi derken, insan perispirisinin değişmezliğinden söz etmiyorum, perispiri elbette giderek incelecek ve yeni kimlikler edinecektir. Spadyum sakinleri olarak bizler fizik bir beyne ihtiyaç duymadan pekala yaşayabilir ve kimliklerimizi asla yitirmeyiz. Aradaki tek fark şu ki, biz maddi tesirleri transformasyona uğratıp onların yönünü değiştirerek dış alemle bağlarımızı koparmışızdır. Böylece beyin, bir kutbu dünya diğer kutbu içsel alem olan bir dinamonun verdiği akımdan yoksun kalarak rolünü sona erdirmiş olur.” (Sayfa: 46-47)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 5. 1957) : “Her ortamın kendine özgü titreşimi vardır. Bu yüzden, varlığın perispirisine hangi akışkanlıkta maddeler egemense o maddelere uygun titreşimi vardır. Perispirideki maddelerin akışkanlık derecesi ve oranı, varlığın içinde bulunduğu ruh haliyle az çok değişikliğe uğrar. Buradaki esas faktörün varlığın evrim düzeyi olduğunu asla unutmayın, çünkü evrim perispiri maddelerinin giderek akışkan hale gelmesini sağlar. Spadyumun üst tabakalarında bulunan evrimleşmiş bir varlık, gerektiğinde bilgi ve görüntü vermek amacıyla perispirisinin maddelerinde bir takım değişiklikler yapabilir. Spadyumda her varlığın şuurlu ya da şuursuz olarak yaptığı bir takım görevler vardır, onun eylemlerinden elbette bir üst plan sorumludur. Aktif beynin perispiriden haberdar olmaması, perispiriyle ilişkisi olmadığını göstermez. Siz kalbinizin, midenizin, ciğerlerinizin faaliyetinden haberdar mısınız? O halde aktif beynin mekanizması niçin perispiriden haberdar olsun? Eğer haberdar olsaydı neler olacağını hiç düşündünüz mü? Haberdar olsaydı bu dünyada enkarne olmanıza gerek kalmazdı. Beyin denen mekanizma öz varlığınızla bedeniniz arasındaki bağlantıyı sağlamasına rağmen, o da beden gibi kendi özünden haberdar olmama ilkesine dayanır.” (Sayfa: 48)
DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “İçinde yaşadığınız maddi evren hayal gücünüzün çok üstünde bir takım mikrokozmik alemlerle doludur. Her bir alem çeşitli incelikte maddelerden oluşmaktadır. Çok kaba sandığınız bir taş parçasında bile tüm bu alemler mevcuttur. Onların birbirleriyle ilişkilerini sağlayan yasalar bugünkü fizik biliminizin dışındadır. Perispirinizin bile bu ince madde alemleriyle, yani mikrokozmoslarla sempatize olabilen bir kutbu vardır. Fakat bu, perispirinizdeki madde topluluğunun maddi evreninizdeki tüm titreşimlerle uyum içinde olduğu anlamına gelmez.” (Sayfa: 49)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 5. 1957) : “Obsesyonu asla bizim planımızın anladığı şekilde anlayamazsınız. Obsesyona geri bir varlık aracı olmakla birlikte, obsede olan kişiyle ilgilenen bazı yüksek varlıklar da bu işi sevk ve idare ederler. Kuşkusuz bu işi siz yapsanız kötülük olur, fakat o yüksek varlıklar bunu çok yüce bir maksatla yaparlar. Bizim alemimiz (spadyum) dünyayla bağını koparamamış, gözü dünyada kalmış varlıklarla doludur. Bazıları şiddetle dünyaya çekilir, orayla bağlantı kurmak için dayanılmaz bir istek duyarlar. Onlar son dünya yaşamlarında evrimlerini tamamlayamamış varlıklardır, bu yüzden madde alemlerine tekrar dönmeye mahkumdurlar. Burada da dünyadaki batıl fikirlerini sürdürmeye çalışırlar, bu fikirlerden kurtulmadıkça spadyum maddelerine sempatize olamazlar. İşte bu zavallı varlıklar sahte bir imaj alemi içinde kendilerini aldatıp dururlar. Obsesyon, bazı varlıkların evrimi için zorunlu, ama o oranda da zahmetli bir evrim yoludur. Obsesyon olayında obsede edenle obsede olanın sınavı şöyledir: Obsede eden varlık elbette hatalıdır, hata duygusu benliğinde uyandığı zaman çok acı çeker. Obsede eden genellikle obsede olandan daha biçare durumdadır, batıl düşüncelerinden bir türlü sıyrılamaz, aczini akıtacak bir yer arar, bulduğu zaman da asla bırakmak istemez. Bunu zevk için yapıyor değildir, kendini tatmin etmek istemektedir. Obsede olanınsa bu bağlantıdan bazı yararlar sağladığı kesindir, ama bu açmazdan kurtulmak tamamen onun elindedir, yaşamındaki en zorlu deneyimlerden birini yaşamaktadır. Obsesyon kişinin nasırlaşmış benliğini er geç yumuşatmak için Ruhsal Planlar tarafından hazırlanmış bir tesirdir. Siz uykuda ya da uyanıkken tüm duygu, düşünce ve hayalleriniz yukarıya olduğu gibi aksetmekte ve orada kendine uygun bir yer bulmaktadır. Obsesyon için genel bir kural koymak pek mümkün değildir, ama belirli bir evrim aşamasına ulaşmış kimseler için obsesyon korkusu söz konusu olamaz. Bazı durumlarda obsede edenle obsede olan yekvücut olurlar, bu onlar için ne müthiş bir sınavdır bilemezsiniz! Bazen obsede olan obsede edenden silkinip kurtulmak ister, bazen de kendini tamamen onun kontrolüne terk eder.” (Sayfa: 49-51)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 5. 1957) : “Obsedör, tıpkı boş bulduğu yeri dolduran hava gibidir, spadyumdaki şuursuzluk halinden kurtulmak için dünyada bir yerlere demir atmaya çalışır. Bir yelkenli nasıl yanaşacak uygun bir liman ararsa, obsede edici varlık da kendi titreşimlerine uygun titreşimlere yanaşır. Böylece iç varlığındaki düşük titreşimlerin yarattığı buhran nispeten hafiflemiş olur, çünkü buhranı etkisi altına aldığı varlıkla paylaşmıştır. Bu işi elbette aczinden yapar. Obsesyondan kurtulma olanağı her zaman vardır. Ama bu obsede edenle edilenin genel kader planlarına bağlıdır, yani her ikisinin kader planları birbirleriyle bağlantılıdır. Sizin anlayamayacağınız bazı sebeplerden ötürü bu durum her ikisinin de evrimini sağlayacaksa, üst planların izniyle obsesyona devam edilir. Fakat unutmayın ki kaderinizi değiştirmek her zaman elinizdedir. Bu işi yöneten planlar dünya anlayışınızdan, iyilik ve kötülük gibi kavramlarınızdan bağımsız hareket ederler. Onların amaçları sizin değer yargılarınızın çok üstündedir.” (Sayfa: 51)
DOSTLAR PLANI (Celse 21. 10. 1958) : “Karmaşa, evrimin bir aşamasından diğerine geçiş anında varlığın uyum sağlayamamasından doğan anormal bir psikolojik durumdur. Ruhsal reaksiyonları ve melekeleri arasında belirli bir uyum olan varlık karmaşaya düşmez. Karmaşa, bir realiteden diğerine geçiş anında veya sonsuz neden sonuç zincirinin bir nedeninden daha yüksek nedenine geçiş anında insanın oradaki ilişkiyi kavrayamamasından meydana gelir. Istırabının ne olduğunu bilen ıstırabının nedenini de bilir, böyle bir insan karmaşaya düşmez. İnsan yaşamından hoşnutsa ve bu hoşnutluğu ruhunun ve vicdanının huzur içinde olmasını gerektiren bir takım nedenlerden ileri geliyorsa o insan karmaşa içinde değildir. Karmaşa doğanın ezeli yasasıdır, her kötülük ve aksaklık sonuçta ıstıraba dönüşür.” (Sayfa: 52)
DOSTLAR PLANI (Celse 28. 10. 1958) : “Bir insan ıstırabının nedenini bilmiyorsa mutlaka şaşkınlık içindedir. Eğer yaşamının bundan önceki aşamasını şimdikine bağlayamıyorsa ruhsal karmaşaya düşer. Örneğin, ömrü boyunca maddeye bağlanmış ve ideallerini kaba maddenin çekiciliğinden oluşturmuşsa, dünya maddelerinden ayrıldıktan sonra çırılçıplak kalacak ve onları bulamamaktan dolayı büyük bir ıstıraba gark olacaktır. Biçare varlık çoğu zaman öldüğünü bile fark etmeyecek, dünya imajlarının aldatıcı süsleri içinde yaşamaya ve ıstırap çekmeye devam edecektir. Karmaşa esnasında muhakkak ıstırap çekilmez, karmaşa varlığın yaşamının her anında meydana gelebilir, fakat evrimin ileri aşamalarında karmaşa bildiğimiz anlamını yitirir.” (Sayfa: 52-53)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 11. 1958) : “Karmaşa birçok şekillerde ortaya çıkar. Istıraplı olabileceği gibi, durumun kavranamamasından dolayı neşeli de olabilir. Örneğin, dünya yaşamında cinsel arzulardan başka hiçbir amacı olmayan biri dünyayı terk ettiği zaman pekala kendini daha büyük bir zevk ve keyif tufanı içinde bulabilir, halinden pek memnun görünebilir. Fakat bu durum varlığın hala derin bir uykuda olduğunu, evrimleşebilmek için daha bir sürü zahmetli yaşamlar geçireceğini gösterir. Oysa ıstırabının nedenini gören bir insan çekmiş olduğu ıstırap pahasına yolunu kısaltmış, o aşamayı atlattıktan sonra ıstırabının ne büyük bir nimet olduğunu idrak etmiş olur. Aslında neşe de ıstırap da başlı başına bir değer taşımazlar, onlar sadece evrimin gerekleridir.” (Sayfa: 53-54)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 5. 1957) : “Sizin anlayışınıza göre sempatizasyonla maddi kombinezon deyimleri eşit kabul edilebilir. Size göre sempatizasyon, son derece akışkan maddelerin o ortamda egemen olan fizik yasalara bağlı olarak birbirleriyle birleşmeleridir. Bir bedenliyle bir bedensiz arasındaki sempatizasyon, bedenlinin en süptil (ince) vibrasyonlarıyla bedensizin vibrasyonları arasında bir uyumun kurulmasıdır. Size şu kadarını söyleyeyim ki bu sempatizasyon, iki bedenlinin birbirine sempatize olmasından çok daha kolay ve çok daha kapsamlıdır. Sizler bir veya birkaç bedensiz varlıkla sempatizasyon halinde bulunduğunuzu elbette bilmezsiniz. Üstelik bu olgu vibrasyonların inceliği dolayısıyla iki bedenli varlık arasındaki sempatizasyondan daha süreklidir. İki bedenli varlık arasındaki sempatizasyon ise çeşitli faktörlere bağlıdır, bu faktörler arasında en güçlü olanı en süptil vibrasyonlardır. Çünkü biriyle dost olduğunuz zaman sizi birbirinize en fazla çeken şey ruh hallerinizdeki uyumdur. Oysa daha dostluk kurulmadan aranızdaki kaba vibrasyonlar faaliyete geçer, onlar dünyanızda daha kolay tezahür zemini bulduğundan ilk planda gelirler. Örneğin, tanıştığınız kişinin ilk önce yüz ifadesine, daha sonra da bir takım hareketlerine dikkat edersiniz. En son olarak ruhsal uyum gelir ki, mutluluk veren ve sürekli olan ilişki de budur.” (Sayfa: 55-56)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 2. 1959) : “Dünya insanının Üst Planlarla ilişkisinde aracı olan varlıklar ruhsal durumunuza uyum sağlayabilen varlıklardır. Diğerkamca ve asil bir harekette bulunduğunuz zaman yüksek titreşimleri, dolayısıyla yüksek varlıkları kendinize çekersiniz. Nefsinizin etkisinde kaldığınız zaman ise aşağı planlardaki varlıkları etrafınıza toplarsınız. Özet olarak, ruhsal durumunuzun yarattığı elektromanyetik alana onunla sempatize olan varlıklar çekilirler. Kalbinizi temiz tutup başkalarının iyiliğini isteyerek Yüksek Planlardan sürekli tesirler alabilirsiniz.” (Sayfa: 56-57)
DOSTLAR PLANI (Celse 21. 12. 1958) : “Varlık sınırlanmış değildir, belirli iki hat arasında aydınlattığı bir alanı işgal eder. Şuur bu alan ya da planları birbirine bağlayan güçtür. Siz doğanın en küçük başlangıcından, aşağı madde planları arasından yüksele yüksele bugünkü aşamaya geldiniz. Daha önünüzde aşmanız gereken birçok engel var.” (Sayfa : 58)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 12. 1958) : “Şuur görünen ve görünmeyen tüm evrende içkindir. Şuur varlığın en ilkel halinden en olgun haline kadar her derecede var olan bir kudrettir. Sizler şuuru ne yazık ki layık olduğu şekilde anlayamıyor, idrakinizin kısırlığı yüzünden onu ancak belirli bir düzeye ve ondan yukarısına mal ediyorsunuz. Sizler evriminize uygun genişlikte bir şuura sahipsiniz. Bugüne kadar evriminiz boyunca biriktirdiğiniz ve şuuraltı adını verdiğiniz muazzam bir deponuz var! O depo içinde ne alemler, ne dünyalar, ne varlıklar gizli bir bilseniz! Şuuraltındaki hazineler göz kamaştırıcı zenginliktedir. Şuuraltınız çeşitli kademeleri vasıtasıyla spadyumla ilişkinizi sağlar. Şuur en basitinden en gelişmişine kadar her varlıkta mevcuttur. Bir varlığın şuursuz olduğunu iddia edebilmek için onun düzeyine inmeniz gerekir. İçgüdü, otomatizma dediğiniz şeyler ilkel de olsa doğanın o varlığa vermiş olduğu bir kudrettir. Siz insanlar cansızlar aleminde kendinize en ayrıcalıklı yeri verirken acaba şuurunuzun neye dayandığını hiç düşündünüz mü? Şuurunuzu iyice analiz ettiğiniz zaman onun unsurlarının çoğu kez bitkisel ve hayvansal olduğunu göreceksiniz. İnsan kişiliğinde bitkisellik halinin kalıntılarını gözlemlemek mümkündür.
Şuur geniş anlamıyla şunu ifade eder: Varlığın kendi mevcudiyetini idrak etmesi ve kendini çevresindeki diğer olaylardan ayırt edebilmesi. İşte bu tanım, en ilkelinden en ileri aşamaya kadar az veya çok değişiklikle uygulama alanı bulabilir. Evrende canlı ya da cansız her zerrenin idrakinize çarpmayacak bir kişiliği vardır, bu kişilik onu diğerlerinden ayırt eder. Buna göre, bir varlığın kendini idrak etmesine ve kendini diğer varlıklardan ayıt etmesine şuur diyebilirsiniz. Şuur o varlığın ruhsal kudretlerinin toplamıdır, fakat şuur hiçbir zaman ruhsal kudretin kanıtı değildir. Siz sanıyorsunuz ki sadece insanlar şuur sahibidir, hayır bu yanlış bir görüştür, şuur evrenseldir, ancak evrim düzeyiyle bir genişlik kazanabilir. Aslında sizler üç boyutlu dünyanın yasaları arasına hapsolmuş bir şuurdan ibaret değilsiniz, şuurunuz sonsuz boyutlara uzanıp gitmekte, o boyutlarda geçerli yasalara uyarak oralarda da var olabilmektedir.
Fizik evrenle spadyum arasında sandığınız kadar kesin bir ayrım yoktur. Fizik maddenin temelini meydana getiren yasalar iç varlığınızı yöneten yasalarla son derece benzerdir. Bizler de sürekliliğin bir gamını oluşturmaktayız. Şuur halleri birer boyuta sahiptir. Bir boyuttan diğerine geçiş çoğu kere bilmediğiniz bir takım yasalar çerçevesinde cereyan eder, işte bu kudretler sizde saklı durumdadır. Beyninizin ve duyularınızın baskılarından kendinizi yavaş yavaş soyutlamak suretiyle her biri birer alem olan boyutlara ulaşabilirsiniz. Bu bazen otomatik olarak da meydana gelebilir.
Şuuraltınız tüm karışıklığı ve baş döndürücü derinliğine rağmen hayal edemeyeceğiniz kadar büyük bir kudrete sahiptir. Dik kafalı ve kendini beğenmiş sandığınız şuurunuz aslında şuuraltınızın mana alemlerinden beslenir. Bağlı şuurunuz bedeninizin bir parçasıdır ve bedeninizle birlikte gömülmeye mahkumdur. Şuur hallerinin birer boyuta sahip olmasından kastedilen şudur: Siz dünya yasalarına bağlı olarak yaşadığınız ortamlarda bile, farkında olmadan spadyum boyutlarında bulunuyorsunuz. Bazen farkında olmadan, belli belirsiz de olsa fizik alemin ötesinde yaşamaktasınız. Boyuttan kastımız en, boy, derinlik değildir, boyut derken şuurun bir alandan diğerine kaymasını kastediyoruz.” (Sayfa: 58-61)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 12. 1958) : “Şuuraltı sanıldığı gibi homojen bir alem değildir. Evrenle bağlantılarımız sonucunda bizde birikmiş izlenimlerin depo edildiği alemdir. Şuuraltını yöneten yasalar, benliğinizle ilgili şuur alanınızı yöneten yasalardan derece derece farklılık gösterir. Şuuraltı zaman ve mekan bakımından fizik evrenimize sığmaz, ondan ayrıdır. Şuuraltı gerçek yöneticidir. Şuuraltınızla spadyum birbirinden ayrı şeyler değildir. Varlığın dünyada geçirmiş olduğu bütün deneyim, izlenim ve anılar şuuraltının süptil planlarına nakşedilir. Fizik bedenin dağılmasıyla o izler baki kalmaya devam eder, ta ki doğa yasaları gereğince onların da unutulması ve rollerinin sona ermesi gerekinceye dek.
Varlık dezenkarne olunca (ölünce) şuuru fizik üstü alemin ilk kademelerinde, dünya şuurundan ancak birkaç kademe üstte bulunur, orada henüz nedenlerin derinliğine nüfuz edememiştir. Elbette zamanla bu da değişecektir, varlık öyle bir şuur hali kazanacaktır ki, onu anlayabilmek sizin gibi fanilerin idrakine sığmayacak bir olaydır. İçgüdüler tamamen serbest şuurunuza ait niteliklerdir. İçgüdülerin otomatizması ve başıboş bir düzen içinde görünmeleri, onların gerçek anlamını kavrayamamanızdan ileri gelir. Dünyasal mantık içgüdülerin derin nedenlerine nüfuz edemez. İçgüdüler bazen sizi koruyan, bazen de parçalamaya çalışan canavarlar gibidir. İnsan bunu ancak fizik planı terk edip fizik üstü planların yüksek tabakalarına çıkınca anlayabilir.” (Sayfa: 61-62)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1959) : “Rüya sırasında bedeni terk etmek sözündeki terk kelimesini varlığın bedeniyle ilişkilerinde bir gevşeme gibi kabul ederseniz bu mümkündür. Rüyayı şöyle tanımlayabiliriz: Rüya, şuuraltında gizlenmiş tesirlerin bedenle ilişkilerin gevşemesinden yararlanarak sembolik bir şekilde şuur alanınıza çıkmasıdır. Rüyaların hepsi şuuraltına bağlıdır. Burada, bazı materyalist filozofların kastettiği şuuraltını kastettiğimi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Daha önce de söylediğim gibi evrenle ilişkilerinizin toplamı şuuraltında vardır. O sadece dünyadan aldığınız basit tesirlerin birikmiş olduğu bir yer değildir. Şuuraltının değeri evrenler değerincedir, size gelen tüm gizli tesirlerin kaynağı orasıdır. Buna rağmen çok nadir olarak şuuraltından gelen yüksek tesirleri sezer ve anlamlandırabilirsiniz. Bedene bağlı olduğunuz için şuuraltınızın bedene yakın tabakalarıyla ilişkidesiniz. Hatırlama melekeniz beyninizle ilişkilidir. Gördüğünüz rüyaların çoğunluğu, yani hatırlayabildiğiniz rüyaların büyük bir kısmı bedeninizle veya ruhunuzun bedene yakın kısımlarıyla ilgili rüyalardır. Fakat şunu da belirtmeliyim ki, ara sıra da olsa yüksek bir ilhama erişebiliyorsunuz.
Şuuraltı son derece dinamik, kompleks ve doğanın en yüksek halleriyle ilgili bir durumdadır. En ilkel varlık bile Yüksek İdareci Planlardan tesirler almaktadır. Elbette bu tesirleri ilkel varlığın bedeni alıyor değildir. Tesirleri alıp verebilmesi için şuuraltının söz konusu planlara uzanabilecek nitelikte olması gerekir. Bir insanla hayvan arasında hiçbir fark yoktur, her ikisi de Yüksek Planlardan tesirler alır. Fakat insan evrim ve deneyiminin verdiği üstünlükle bu tesirleri daha yüksek bir şuurla idrak eder, hayvan ise hiç idrak edemez.” (Sayfa: 62-63)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1959) : “Rüyanızda spadyumun küçük bir örneğini görebilirsiniz. Ancak, spadyum hayatıyla rüya arasında büyük fark vardır. Rüyadaki insan kendini maddi tesirlerden kurtaramaz ve serbest ruh melekeleri henüz tam randımanla çalışmamaktadır, imajinasyon melekesi ise sınırlı bir alana ulaşabilmektedir. Spadyumda ise fizik planın tesirleri kalmamıştır. Spadyumdaki rüyanın derinliği, genişlik ve zamanı dünyadaki rüyayla kıyas kabul etmeyecek derinliktedir.” (Sayfa: 63)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1959) : “Rüyalarınıza, günlük olaylara, bunlarla içgüdüleriniz arasındaki ilişkiye dikkat ediniz, aralarında birçok benzerlik bulacaksınız. Olayların çoğu sizin için ilk bakışta ilgisiz görünmekle birlikte bunlardan özellikle ilginç bulduklarınızı not edin ve aralarında bir ilişki kurmaya çalışın, çok enteresan sonuçlar alacaksınız. Ruhsal olaylarla maddi olayları haftanın belirli bir gününde karşılaştırın, bu size büyük yararlar sağlayacaktır. Evriminiz ilerledikçe rüyalarla olaylar arasındaki ilişkiyi görmek sizin için daha kolay olacak.” (Sayfa: 64)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 11. 1958) : “Varlık nedir? Varlık, evrenin çeşitli aşamaları arasında mevcut bağlantının bir şuur alanıyla aydınlanmasıdır. Varlığın aslını onun şuuru oluşturur. İnsan ruhu da çeşitli ilişkilerin bir şuurla başlamasından ileri gelir. Şuur ise, evrenin sonsuz madde alemleri arasındaki ilişkinin aydınlanmasından başka bir şey değildir. Evrim sonsuzdur. Her evrim adımında varlık şuurunun kapsamı, karşılaşılan olaylar oranında artmış olur. Her an, her saniye şuur alanımız genişlemektedir. Bu nedenle varlığımızın genişliğini saptamaktan aciziz. İnsandaki çeşitli şuur hallerinin hepsi kendine aittir. Bir medyumun öte alemdeki varlıklarla bağlantı esnasındaki şuur hali bile kendine aittir. Ancak, bağlantının meydana gelebilmesi için söz konusu varlıklar medyumun şuur halinin yükselmesinden yararlanırlar. İnsan ruhunun kudretleri çok, ama çok büyüktür. Bu kudretleri kullanabilmek ise insanın evrim derecesiyle orantılıdır. Medyumluk, insanın evren planlarıyla ilişkisidir. Herkes dünyaya belli bir görevle gelir, ama çoğu kere bunu anlayamadan gözü kapalı şekilde düşe kalka dünyadan geçip gider.” (Sayfa: 65-66)
DOSTLAR PLANI (Celse16. 12. 1958) : “İnsanın bir an kendini unutup çevresiyle ilişkisini keserek yaşadığı imajinasyon anına trans hali denebilir. Kişi o anda evrendeki daha yüksek vibrasyonlarla bağlantıdadır, bu elbette transın derinliğine bağlıdır. Bazı insanlar hafif bir dalınçla pek önemli bilgiler edinebilirler, bazıları da çok derinleşmelerine rağmen basit bir bilgi düzeyinde kalırlar. Şuurunuzun çeşitli boyutlarına geçebilmek kaba maddelerden sıyrılma yeteneğinizle ve bilgi kapasitenizle ilgilidir. İç kıvılcımlarla aydınlanmak, çeşitli yöntemlerle kazanılabilecek bir disiplin sorunudur. Her gün yapacağınız egzersizlerle şuurunuzu aydınlatabilirsiniz, yapacağınız 5-10 dakikalık bir egzersiz yeterli olabilir, bu bir irade alıştırmasıdır. Yüksek bir amaçla günlük olaylardan ve onların yarattığı endişelerden sıyrılmaya, kendinizi yükseltmeye çalışınız.Takıldığınız bir sorunun uzun bir düşünme sonunda halledilebileceğini asla aklınızdan çıkarmayınız.” (Sayfa: 67)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 8. 1957) : “Levh-i Mahfuz, insanların o andaki durumlarıyla ilgili bir Plandır. Nasıl ki bedeninizde çeşitli sistemler varsa ve onların hepsine egemen olan bir öz varlığınız bulunuyorsa, Levh-i Mahfuzda da durum aşağı yukarı aynıdır. Toplumlarda bir değişim yaratmak için dünyaya inmiş peygamber ilgili organizatörün (örneğin Levh-i Mahfuz Planının) bilgilerinin toplum ruhuna aktarılmasına aracı olur, çünkü toplumlara verilen bilgi onların evren organizmasının hangi aşamasında bulunduklarıyla ilgilidir. Toplumdaki bireylerin evrim derecelerinin bileşkesi olan toplum ruhu veya organizatörü geliştikçe, ona daha yüksek organizatörlerden daha yüksek bilgiler gelecektir. Kısaca, Levh-i Mahfuzun mutlak bir değeri yoktur, her realite gibi o da rölatiftir. İhtiyacı karşılamak için o günkü (Kuran indirilirken) insanlara bu ibare verilmiştir.” (Sayfa: 71)
DOSTLAR PLANI (Celse 1. 4. 1958) : “Maddenin en ufak partiküllerinde canlıyla cansız arasında fark yoktur. Buradaki asıl etken maddeyi meydana getiren partiküller arasındaki ilişkidir. Fakat bu ilişkiyi onların kaba kimliklerinde değil, kaba kimliklerini oluşturan ince maddelerin ilişkilerinde aramak gerekir. Ama bunun sonu yoktur, sonsuza kadar gidebilir.” (Sayfa: 72)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1958) : “Canlı kendi başına bir organizmadır, cansız bir başka organizma ve bir kuruluştur. Aradaki fark şudur: Canlı fizikoşimik doğa yasalarının üstünde bir takım yasalara bağlıdır, cansız ise bir takım atıl (hareketsiz) maddelerin yönetildikleri yasalara bağlıdır. Canlı bir hücre üzerine yapılacak tesir başkadır, bir atom üzerine yapılacak tesir başkadır. Hücrede atıl atomlar söz konusu değildir, organik maddeler atıl maddelerden ayrılarak kaynamaya başlamış, etkinlik kazanmıştır, dolayısıyla kaslarınızda bulunan hidrojenle sudaki hidrojenin fonksiyonu arasında fark vardır.Varlıklar hakkında söylenecek sözler idrak sınırlarınızın dışındadır. Bu kadar büyük farklılık gösteren maddelere tesir eden etkenler elbette çok farklı olacaktır. Atıl maddede bile ruh olduğunu kabule eğilimlisiniz, böyle düşünmek sizi inkara götürebilir, siz atıl maddedeki şuurun farkına varamazsınız!” (Sayfa: 72-73)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 12. 1958) : “Canlıyla cansız arasında bir organizma farkı vardır. Bildiğiniz gibi en ilkel canlı organizmasında bile özel bir takım yaşamsal maddeler bulunur. Bu tek hücreli canlı ancak bu maddelerin etkisiyle tezahür edebilir. Dikkat ederseniz ilkel canlı organizmasındaki şuur epeyce yüksek amaçlara yönelmiş olmakla beraber son derece basit olup ancak bir iki doğrultuya yöneliktir.” (Sayfa: 73)
DOSTLAR PLANI (Celse 2. 8. 1957) : “Maddelerin evrimi konusunda hem evet, hem hayır denebilir. Evet, çünkü evrim zorunlu olarak maddenin içeriğinde bir gelişim oluşturur ve onun daha yüksek halleriyle uyum sağlamanıza yol açar. Hayır, çünkü maddeler evrende ezelden ebede kadar zincirleme olarak birbirine bağlı sistemler meydana getirirler ve bu sistemlerin dışında başka bir hal düşünülemez.” (Sayfa: 73-74)
DOSTLAR PLANI (Celse 10. 6. 1957) : “Tesir dediğiniz şey, aslında maddeden yani vibrasyondan başka bir şey değildir. Ortamlar ve boyutlar arası vibrasyon (tesir) transformasyonunu anlayabilmeniz için size şu kadarını söyleyeyim ki, evrendeki tüm maddeler hem birbirinin içinde, hem de birbirinin dışında ve ne birbirinin içinde, ne de birbirinin dışında olmayan bir takım sistemler meydana getirirler. Yani bir maddesel ortam ne kendinden daha kaba bir ortamın, ne de kendinden daha süptil bir ortamın tesirinden kurtulabilir. Aslında evrende belirli bir maddi sistemin var oluş sebebi, onu aşan veya onun altında olan sistemlerin varlığıyla açıklanabilir. Buna göre tesir yayımlandığı maddi ortamın sonsuz üstüne ve sonsuz altına ulaşır. Doğal olarak tesir, ulaştığı ortamlardaki doğa yasalarına uymak zorundadır.” (Sayfa: 74)
DOSTLAR PLANI (Celse ?. 7. 1957) : “Düşünen insanlar olarak elbette evrenin sırlarını çözmek istiyorsunuz. Sonsuz madde alemlerini başlatan ve kuran kimdir? Bizler bu soruya yanıt vermekten aciziz. Biz ancak realitemizle ilgili madde hakkında bilgi sahibiyiz, bunun bir adım ötesindeki aşkın madde alemini tanımlamaktan aciziz. Spadyumun alt tabakalarını bile ‘bir takım süptil maddeler’ türünden ifadeler kullanarak tanımlamaya çalışıyorsunuz. Hayal edebilmenize rağmen şu bedenli halinizle oralar sizin malınız sayılmaz, oralarda yaşayamazsınız, nerde kaldı ki sonsuz alemlerin kurucusu ‘ilk nüve’ hakkında bilgi sahibi olasınız! Sizin de bizim de buna gücümüz yetmez. Hayal edebileceğiniz realitelere ulaşmaya çalışınız, onun üstünde bir realiteye ulaşmak için henüz pek gençsiniz!” (Sayfa: 74-75)
DOSTLAR PLANI (Celse 2. 8. 1957) : “Yükselen varlıklar için her seferinde yeni yüksek evrim mekanları yaratılıp yaratılmadığı konusuna gelince, gelişigüzel ve çoğu zaman rastlantılara bağlı bir yönetim düşünüyor olsanız da evrendeki her şey şaşmaz kurallarla yönetilmektedir. Hatta bizim boyutumuzda (dördüncü boyut) bile esrarı tam anlamıyla anlaşılamayan yüksek yasalar geçerlidir. Bir şeyin yeni mi eski mi olduğu tamamen içinde bulunduğunuz realiteye bağlıdır. Bizim üstümüzdeki ortamlar yeni yaratılmış değiller. Onlar zaman ve mekan kavramlarınızdan bağımsız olarak sonsuzluk içinde var olan birer keyfiyettir.” (Sayfa: 75)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 12. 1958) : “Her şey bir boyut sorunudur. Gördüğünüz her şey, evrenin en yüksek boyutlarındaki madde alemlerinin içinde yaşadığınız boyuttaki izdüşümüdür. Gördüğünüz cansız maddeler veya yüksek bir etkinliğe sahip canlılar arasındaki hayatiyet farkı bir boyut yüksekliğinden ileri gelmektedir. Boyut farkları bu organizmalarda çeşitli serbestlik dereceleri doğururlar. Bu serbestlik dereceleri arasındaki farklar da canlılık ve cansızlığı meydana getirirler. Canlı aşamasındaki bir varlık engin alemlerin yansımasıdır. Kendinizi maddeden ibaret sanmanız ortamınıza hapsolup kalmanıza yol açmaktadır. Ama ruhsal ve maddi bilimlerin gelişmesiyle evrenin sadece üç boyutlu tek bir yüzü olmadığını, onun da temelini oluşturan sonsuz boyutların var olduğunu anlayacaksınız. Şimdiye dek bunlar şairlerin, mistiklerin ve medyumların hayal gücünde var olmuş, ama sıradan insanlar için bilmece olarak kalmışlardır. Fakat gelecek insanlığındır. Bilimi küçümsemeyiniz, hatta dünya bilimini bile! Gelecek nesiller bilim yoluyla evreni aydınlatacaklar, günümüz insanlığının cehaletini hoşgörüyle karşılamak gerek!” (Sayfa: 75-76)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 12. 1958) : “Boyut bir kelimeden ibarettir, onun gerçek anlamına ancak sezginizle nüfuz edebilirsiniz. Boyut egemen realite veya esas realite anlamına da gelir. Sözgelimi, ruh maddenin ileri bir boyutudur diyebiliriz, çünkü ruh maddenin egemen realitesidir. İnsan ruhu bir ünite değildir. Evrenin çeşitli boyutları arasında yer alan ve varlığın aslını meydana getiren şuurla aydınlatılmış bir sürekliliktir, her an zamansızlık ve mekansızlık içinde evrimine devam eder. Sürekli yeni kazançlar, yeni realiteler, yeni alemler içindedir.” (Sayfa: 76-77)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 12. 1958) : “Zamanın rölatifliği hakkında bilgi istiyorsunuz. Bugünkü biliminiz zamanın rölatif olduğunu az çok kavramış durumdadır. Oysa bizler için zaman diye bir şey yoktur. Bizler için zaman yoktur derken, anladığınız anlamda zamanın bizler için söz konusu olmadığını söylemek istiyorum. Bizim için zaman, içinde bulunduğumuz ruh halinin bizlere verdiği bir duygudur. Dört boyutlu alemimizde sizin aleminizdeki zamandan bağımsız olarak olaylar düzenlenir, bizim bile bilmediğimiz yüce varlıklar tarafından aleminize birer maddi olay olarak yansıtılır. Bu olaylar sizin boyutunuza indiğinde elbette zaman ve mekana tabi olarak cereyan ederler. Zaman, boyutunuzdaki maddeyle ve onun hareketleriyle ilişkili bir faktördür.” (Sayfa: 76-77)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 2. 1959) : “Rüyadaki zaman elbette bildiğiniz zamandan epey farklıdır, bu yüzden ona psikolojik zaman denmektedir. Zamanın ne denli rölatif olduğu günümüz insanlığı tarafından anlaşılmaya başlanmış ve zaman eski katılığını yitirmiştir. Spadyum varlıklarıyla dünya insanlarının zaman kavramı arasında ancak bir derece farkı vardır, o kadar! Dünya bedeni içinde yaşayan varlıklar, zaman kavramı açısından az çok rüyada yaşayan insana benzerler, rüyanın üstüne çıkanlarsa zamanı temaşa ederler. Zamanın temaşa edilmesini pek idrak edemezsiniz, bu çok büyük bir şeydir. Zamanı temaşa eden varlık, belirli bir olay içinde yaşayabilmek için zamanın ezici hükümlerine bağlı değildir. Zamanı temaşa eden varlık istediği zaman gelecekte, şimdide, geçmişte yaşayabilir ve bu hallerin üstündeki halleri bile benliğinde canlandırabilir. Zamanı temaşa eden varlıklarla sizin rölatif zaman anlayışınızın kıyaslanması söz konusu bile olamaz. Zamanı temaşa eden öyle varlıklar vardır ki, milyonlarca yıl sonra bile evrende meydana gelecek olayları tüm canlılığıyla hayal edebilirler. Zamanın temaşası hakkında bu söylediklerim bilmem size bir fikir veriyor mu? Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan. Üç boyutlu madde mantığıyla düşünüp faaliyet gösterdiğiniz için bu realiteleri kavrayamıyorsunuz. Üç boyutluluk anlayışından sıyrıldığınızda üst boyutlardaki madde alemlerini daha kolay idrak edeceksiniz. Biliminiz bu gerçeği sezmeye başlamıştır.” (Sayfa: 77-79)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1959) : “İlkel insanlar doğa olaylarının gerisinde bir ilah veya insanüstü yönetici bir varlığın var olduğunu sanmışlardır. Elbette bu görüş tamamen yanlıştır. Doğa olayları hiç kuşkusuz Yüksek İdareci Plan tarafından düzenlenir, ama eskilerin sandığı gibi bu düzenlemede bir düşmanlık ya da benzeri ilkel bir duygunun yeri yoktur. Olanlar, doğanın sonsuz çeşitlilikteki neden sonuç yasalarının sonucudur. Siz ancak bu nedenlerin pek azına nüfuz edebiliyorsunuz, o da yarım yamalak! Sözgelimi, bir fırtınanın nedenlerini bile tam olarak bilmiyorsunuz. İnsanların ataletten kurtulmaları için ara sıra silkelenmeleri gerekir, çünkü atalet evrimin en büyük engelidir. Bir doğa olayı, insanları biraz olsun ataletten kurtardığı ve küllenmiş ruhsal kudretleri canlandırdığı için çok önemlidir. Sözgelimi bir deprem olduğunu düşünün, binlerce insan ölüyor, evler yıkılıyor. Varsayın ki bu olay insanların evrime sırt çevirdiği ve gerçekleri görmemekte ısrar ettiği bir toplumda oluyor. Sağ kalanların yaralılara duyduğu merhamet hissini ve yardım çabalarını düşünün, bunlar insan ruhunu gayrete getirir. İşte bu amaçla Yüksek Planlar her tür neden sonuç ilişkisinden yararlanarak bu düzenlemeleri yaparlar. Olaylardaki fiziki nedenler, onları motive eden yüksek amaçların yanında pek önemli değildir.” (Sayfa: 80-81)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 1. 1959) : “ Geleceğe ait olayların bilinmesinde irade kadar imajinasyonun da rolü vardır. İmajinasyon melekesi her zaman iradeye egemen durumdadır. Ama imajinasyon melekeniz Yüksek Ruhsal Plandakiler kadar gelişmediği için olay esnasındaki neden sonuç zincirini izlemekten acizsiniz. İradenizin çapı, kendi alanınızdan ve kudretinizden bir nebze öteye geçemez. Geleceğe ait olayların bilinmesi iradenizin tamamen dışındadır. Geleceğe ait olayların size bildirilmesinde, insan iradesine, evrimine ve özgürlüğüne tecavüz asla söz konusu değildir, doğa olaylarıyla da insan iradesine tecavüz edilmemektedir, çünkü iradeniz doğa olaylarının dışında değildir. İradenizi tayin eden faktör, ruh melekenizin gelişimi ve hakimiyetidir. İradenizle hiçbir doğa olayına engel olamazsınız, ancak yönünü değiştirebilir, lehinize kullanabilirsiniz. Bir nehrin taşmasına engel olamazsınız, ama suları başka bir yöne kanalize edebilirsiniz. Şayet nehrin taşmasına engel olacak bir kudretiniz olsaydı ona göre de iradeniz olacaktı. Sizler henüz doğa olaylarına tabisiniz, onları yönlendiren plana kadar yükselmiş değilsiniz. Her şeyde olduğu gibi iradeniz de rölatiftir, o da evrime muhtaçtır.” (Sayfa: 81-82)
DOSTLAR PLANI (Celse 7. 10. 1958) : “Ruh Planı sizlere yepyeni bilgiler vermek istiyor. Bu bilgilerle ufkunuzun genişlemesi ve insanlığa faydalı olmanız arzu ediliyor. Dünya Organizatörleri insanlığa bir Yeni Çağ müjdeliyor. Yeni Çağın ilk müjdecileri, Yeni Çağın bilgilerini insanlığa ilk yayacak kimseler dünyanın neresinde ortaya çıkarlarsa Organizatörler onları görevlendireceklerdir. Fakat bu insanlardan her şeyden önce hemcinslerine yararlı olmaları ve insanlığı kalkındıracak düzeye gelmeleri isteniyor. Söz konusu yeni bilgiler hazırlık aşaması tamamlanmadan asla insanlığa verilmeyecektir. Sizlerde bir liyakat sezildiği içindir ki, Planımız sizin aracılığınızla dünyada bir tesir alanı oluşturmak istiyor. Çok uzak olmayan bir gelecekte yeni bir aşamaya, yeni bir çağa girecek olan insanlık şimdi bunun kaosunu şiddetle hissediyor!” (Sayfa: 83)
DOSTLAR PLANI (Celse 7. 10. 1958) : “Gelecekte insanlığın evrenle ilişkilerinde büyük değişiklikler olacak. İnsanlık olası büyük bir tehlike karşısında zorunlu olarak birleşecek ve bu birleşme büyük bir evrim hamlesi yapmanızı sağlayacak. Bu tehlike uzaydan geliyor, başka bir planetten! Güneş sistemi planetleri arasındaki bağların güçleneceği günler pek uzak değil. Bu bağlar başlangıçta pek dostane olmayacak! İnsanlığın birleşmesi, bir bütün olduğunu idrak etmesi için ortak bir tehlikeye maruz kalması ve tehlikeyi el birliğiyle önlemesi gerekiyor. Tehlike dünyanın en karışık anında dışardan (uzaydan) gelecek, uzaydan gelen o varlıklar sizden üstündür. Evrimi tek taraflı olarak anlamayın. Dünyayla çatışacak o planetin insanları sizden üstündür dedimse, bu her bakımdan sizden daha yüksek evrim düzeyindeler anlamına gelmez. Onların sizden üstün olduğunu söylerken maddi alanda evrimleşmiş olduklarını, evren bilgisi açısından sizden ilerde olduklarını söylemek istiyorum. Öte yandan güneş sistemi organizasyonundaki gezegenlerde yaşayan varlıklar birbirlerinden her noktada üstün değiller, her gezegenin kendine göre mükemmel tarafları var. Güneş sistemi organizasyonu yeni bir siklusa girmektedir. Bu siklusun meydana gelmesi için gezegenler arası ilişkinin artması, hatta kurulması gerekiyor. Bu temas başlangıçta ancak bir çarpışmayla mümkün olabilir, çarpışma insanlığı birliğe sevk edeceği için elzemdir. Dünyanızın tam bir kaos içinde olması yeni bir aşamaya girdiğinizin işaretidir. Yeni fikir akımlarının başlangıçta tüm insanlığı tatmin edeceğine inanmıyorum. Öte yandan bu korkunun yaratacağı birlik insanlığın ruhsal gelişimini hızlandıracak, onun yaratacağı aura da Üst Planların insanlığa yeni bilgiler göndermesini sağlayacaktır.” (Sayfa: 83-84)
DOSTLAR PLANI (Celse 14. 10. 1958) : “İnsanlığın girmekte olduğu Yeni Çağ mutlu bir çağ olacaktır. Bilimin gerçek değeri insanlık tarafından takdir edildikçe elde edilecek sonuçlar da o oranda verimli olacaktır. Yeni Çağ bir bilim çağı olacaktır, ama bu bilim eskisi gibi olmayacak, ufukları pek genişleyecektir. İnsan gizli yeteneklerini keşfedecek ve onları kullanmasını öğrenecektir. Duygu ve düşünce alanında ise teknik bilimlerin varmış olduğu düzey yakalanacaktır. İnsanların başlarını göğe çevirmeleri, ruhlarını da oraya çevirmeleri anlamına gelecektir!” (Sayfa: 85)
DOSTLAR PLANI (Celse 14. 10. 1958) : “Güneş sistemi organizasyonunun yeni bir siklusa girme olgusunu biraz açıklamam gerekiyor. Bildiğiniz gibi evren makro ve mikro-kozmik bir bütündür, başı olmadığı gibi sonu da yoktur. Evrende çeşitli evrim düzeyinde alemler vardır, hepsi de reeldir. Bu alemlere evrenin fazları da diyebilirsiniz. Evrenin fazları elbette bir takım doğa yasalarının sevk ve idaresi altındadır. A fazındaki doğa yasaları B fazındaki yasalardan pek farklı değildir ve aralarında bir ilişki vardır. Ayrıca fazlar iç içe birbirini etkileyen titreşim alanları oluştururlar. Şimdi tekrar güneş sistemine dönelim. Güneş sistemi organizasyonunu oluşturan gezegenlerin birbirlerine yakın maddi yapıları vardır, bu yapılar yüzünden gezegenlerdeki canlı organizmalar farklılıklar gösterir. Bir de, işin fizikoşimik cephesinin ötesinde duyu organlarımıza çarpmayan ve güneş sistemini etkileyen daha akışkan alanlar vardır. Sistemin herhangi bir yerinde meydana gelebilecek fizik tertipte bir değişim daha ince fazları da etkiler. Sözü uzatmadan şöyle diyebiliriz. Güneş sistemi sizin anlayamayacağınız tertipte elektromanyetik bir alana girmiştir. Bu alan sistemdeki tüm organizmaları etkilemektedir. Dünyanızın maddi ve manevi yapısı da bu tesirden etkilenecek ve sizler yeni bir evrim aşamasına gireceksiniz. Daha fazlasını söylememe izin vermiyorlar! Yeni bir elektromanyetik alana girmek güneş sisteminin dengesine tesir edecek, fakat dengeyi bozmayacaktır. Gezegenlerin durumlarında bir değişiklik olacak, ama siz bunun farkında olmayacaksınız.” (Sayfa: 85-86)
DOSTLAR PLANI (Celse 14. 10. 1958) : “Yeryüzünde meydana gelen ufolojik olayların diğer gezegenlerle ilişkisi elbette vardır. Bu olaylar gezegenler arası ilişkinin habercileridir, sözünü ettiğimiz elektromanyetik alana girişle daha da artacaktır. Maddi olaylar manevi olaylardan ayrılamaz, aralarında sıkı işbirliği vardır. Bilimsel ve teknik alandaki evriminiz manevi evrimle birleşmediği sürece kısır kalacaktır. Umutsuz olmamak gerek, her şeyin bir zamanı var!” (Sayfa: 86)
DOSTLAR PLANI (Celse 14. 10. 1958) : “İnsanlık kaos içindedir, bunu siz de gözlemliyorsunuz, karmaşa her alanda kendini belli ediyor. Karmaşanın nedenlerinden biri, insanlığın girmek üzere olduğu yeni siklus hakkında gerekli bilgiden yoksun oluşudur, özellikle manevi alanda bu böyledir. İnsanlık şimdiye kadar bir takım sezgiler, kırık dökük duygular ve dogmatik inançlarla manevi alandaki boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Bazı insanların bireysel çabayla gerçeği sezmiş olması genel durumda bir iyileşme sağlamamış, özellikle düşünen insanı tatmin edecek bir inanç birliğine varılamamıştır. Ama size bazı bilgiler sunuluyor, çünkü bu bilgileri almayı hak ettiniz. Ne var ki, her alanda olduğu gibi bu alanda da sapkın bazı yollar belirmiş, bilgi gerçek kimliğini az çok yitirmiştir. Gerçeği gören insanlar her zaman olduğu gibi bugün de azınlıktadır. Şu veya bu ekolün üyesi olmak, gerçeğin yolunda olmak anlamına gelmez. Gerçeğe layık olmak için varlığınızın tüm melekelerini seferber etmelisiniz. Kalbinizi, aklınızı ve biliminizi seferber ederek size mutluluğun yolunu açacak anahtarı elde edebilirsiniz.” (Sayfa: 86-87)
DOSTLAR PLANI - Altın Çağ Misyonu (2.Kitap)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 8. 1959) : “İnsanlar iyilik yaparken iyilik yapmanın verdiği liyakatle evrimleşirler, daha çok evrimleşeyim diye iyilik yapılmamalıdır. İdeal iyilik, nefsaniyetten kurtulmuş iyiliktir. Yaptığınız iyiliği görev olarak yapmalısınız, zoraki değil, evrimleşmek için değil, sevgi ve şefkatle iyilik yapın. Toplum ve din korkusuyla yapılan iyilikten büyük yararlar sağlayamazsınız!” (Sayfa: 15-16)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Aynı evrim düzeyindeki varlıklar arasındaki fark, yukardan gelen tesirleri alabilme kapasitesine bağlıdır. Aynı evrim düzeyindeki varlıklar aynı tesirleri aldıkları halde, aralarındaki küçük farklar yüzünden bu tesirlere çeşitli tepkiler gösterirler. Bu yüzden, aynı düzeydeki varlıkların daha aşağı tabakalara gönderdiği tesirler de farklı olur. Özet olarak söylemek gerekirse, aynı evrim düzeyindeki varlıklar arasındaki fark, tesirlerden yararlanabilme içgüdüsüyle ilgilidir.” (Sayfa: 16)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Istırap ve evrim çok güzel bir seyir izliyor, tıpkı merdiven basamağı gibi! Evrimden sonra sevgi gelir, sevgiden sonra neşe gelir, neşeden sonra huzur gelir, bunlar da birer düzeydir. Yüksek planda da neşe ve huzur vardır, onlar da düzeylerine göre belirli amaçlar için çalışırlar. Fakat bu çalışmayı kendi düzeyinizle kıyaslamayın, her ortamın kendine has koşulları vardır. Kaba maddenin verdiği zevklere başvurmadan yüksek neşeyi gündelik yaşama sokmak mümkündür, fakat bunu üstte söylediğim neşeyle karıştırmayın. Maddi bağları gevşeterek Üst Planlarla bağlantıya geçtiğiniz zaman içinde bulunduğunuz durum sizi neşeye gark edebilir ya da kutsal bildiğiniz bir görevi başarıyla yerine getirdiğiniz zaman yüksek rehberlerden gelen tesirler size neşe ve huzur verebilir.” (Sayfa: 16-17)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 10. 1959) : “Uçan daireler Mars ve Satürn planetlerindeki varlıkların malıdır, araçlarını şimdi geliştirmişlerdir. Onlar sizden üstündürler, maddeyle ruhu birleştirmiş, manevi alanda ilerlemişlerdir. Mars ve Satürn’deki varlıkların bedenleri, içinde bulundukları koşullara uyacak şekildedir. Onlarla bağlantı kurduğunuzda hem bilgilerinden yararlanacak, hem de şu koskoca evrenin sadece sizin için yaratılmadığını anlayacaksınız!” (Sayfa: 17)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 4. 1960) : “ Dünyaya gelmenin amacı, düşünceleri eylem haline getirerek maddi ortamda uygulamaktır. İnsanlar sadece düşünceleri öğrenerek evrimleşecek olsalardı bu maddi ortama gelmelerine hiç gerek kalmayacaktı. Düşünceler spadyumda her varlığın ruhuna pekala nakşedilebilirdi. İnsanın bir şeyi öğrenmesi demek, o şeyi sindirmesi demektir, sindirmekse birçok deneyimden geçerek mümkün olur. Yüksek düşüncelerden hiçbir zaman korkmayınız, ama uygulamasını yapmadan, onları benimsemeden daha yüksek düşüncelere yönelmeyiniz, daha alt düşünceleri benimsemeden daha yükseklerini idrak edemezsiniz.” (Sayfa: 19)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Güzelin tanımı her düzeye, hatta her kişiye göre değişir. Güzel faydalı olabilmektir. Bu tanım belirli bir düzeyin realitesidir. Tüm doğrularda bir güzellik payı vardır, fakat bir şeye doğru diyebilmek de düzey işidir. Bugün size doğru gibi görünen şeyin yarın yanlış olduğunu fark edersiniz.” (Sayfa: 19)
DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “ İnsanın Allah’a karşı görevi, İdare Planının verdiği emirleri yerine getirmektir, hareketlerini sürekli vicdanın kontrolünden geçirip daha Üst Planlara yükselmeye gayret etmektir. Üst Planlara yükselmenin en kısa yolu verilen emirlere itaattir. Eğer verilen emirler vicdanınızla çelişiyorsa, onları kabulde zorlanıyorsanız emirleri uygulamayınız!” (Sayfa: 20)
DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Bilgi O’nundur, O’nun bilgisiyle hiçbir bilgi kıyaslanamaz, zaten O’nun bilgisi dışında bilgi yoktur ki! Daha Üst Plandan verilen bilgiler Görevli Plan tarafından peygambere nakledilmiştir. Peygamber de, Görevli Plan da otomattır. Bu arada peygamberin göreve liyakatini de unutmamak gerek.” (Sayfa: 20)
DOSTLAR PLANI (Celse 20. 11. 1959) : “Gelen vahyi nakleden peygamber tamamen otomattır, bir medyum gibi hareket eder. O düzeye gelmiş bir varlık duygudan çok görevi düşündüğü, yalnız görevi yapmaya amade olduğu için otomattır dedim.” (Sayfa: 20)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1960) : “Sevgi, aynı yolda yürüyen varlıkların birbirine destek olmak için tesir göndermeleridir. Maddi fedakarlık gerektirse bile bu tesirleri gönderirler. İnsanlar, kötülerin varlığı yüzünden hemcinslerinin içtenliğinden hep kuşku duyarlar. Başlangıçta belki de haklıdırlar, ama daha sonra yaptıkları yol arkadaşlığı onları birbirlerine yaklaştırır, yani gönderdikleri tesirler artar. Giderek birbirlerine güvenleri de artar, güven arttıkça karşılıklı tesir kapılarını iyice açarlar. Sevgi eşit düzeydeki iki varlık arasında olabilir, aralarında biraz fark olanlar arasında da olabilir. Böylece birbirlerinin evrimine yardım ederler, hatta aşağı düzeydeki üst düzeydekinin düşüncesini daha çabuk kabul edip onun düzeyine yükselebilir.” (Sayfa: 20-21)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “İnsanlık aşamasındaki varlıkta nefsaniyet vardır. İnsanlıktan kurtulmak, insanüstü bir aşamada olmak demektir. İnsanüstü aşamaya ulaşmak için de insanın nefsaniyet yolundan geçmesi gerekir. Tüm evrimleriniz böyle değil midir? Evrimleşmek için fedakarlık şarttır, görevle fedakarlık birbirinden ayrılamaz, görev daima fedakarlık isteyen bir şeydir. Maddi bir dünyada bulunduğunuza göre elbette sizden maddi fedakarlık istenecektir.” (Sayfa: 21-22)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Her karmaşa ıstıraplıdır. Varlık karmaşa içinde olduğunu bile kabul etmez, örtbas etmek için uğraşır, ama içindeki ıstırap onu yakmaktadır. Varlığın cehaleti azaldıkça ıstırap da kademe kademe azalır. Varlık ne kadar cahilse ıstırabı da o kadar fazladır, karmaşadan kurtulduğu anda ıstırap dumanı dağılır!” (Sayfa: 22)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “Şuurlu ıstırapla şuursuz ıstırap arasında evrime hizmet açısından ne fark var diye soruldu. Burada ıstırap çekenin düzeyi söz konusudur. Istırap içinde olup da şuursuz olan kimsenin düzeyi, şuurlu ıstırap çekene oranla daha geridir. Şuursuz ıstırap çeken, şuurlu ıstırap çekmeye hazırlanmaktadır, şuurlu ıstırap ise ıstıraptan kurtulmanın son aşamasıdır. Bazı durumlarda en yüksek varlıklarda bile idrak edilmeden, yani tam olarak şuuruna varılmadan çekilen ıstıraplar vardır. O ıstırap da o düzey için gereklidir. Istırabın neden ve niçini fark edilmese de ruhta bir takım tesirler meydana getirir, çünkü ruh ancak bu tesirlerle olgunlaşıp yücelebilir. Siz çok ıstırap çekiyorsunuz, ama sebebin kaçta kaçını biliyorsunuz? Yalnız sebep ve sonucunu bildiğiniz ıstıraplarla mı evrimleştiğinizi sanıyorsunuz? Hayır, dünyadaki her varlıkta şuurlu ve şuursuz ıstırap yan yanadır.” (Sayfa: 23)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “Eski Delphi Tapınağının girişindeki yazı şöyle der: Kendini Bil. Bu iki yönden yorumlanabilir. 1- Kendin hakkındaki olayları bil, yani bilim sahibi ol. 2- Kendi düzeyini idrak et, yani düzeyinin gereklerini yap, dünyaya niçin geldiğini bil. Bu iki şıkkı tek bir cümlede toplamak mümkündür. Hayata geliş ve gidiş nedenini incele. Hayatta meydana gelen olayların sebep ve sonuçlarını incelemek bizi düzensiz ve şuursuz gibi görünen olayların arkasında gizleneni, yani şuurlu ve düzenli bir yönetimin varlığını görmeye sevk eder.” (Sayfa: 23-24)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “Bilgi, sağlaması yapılmış imandır, tıpkı sağlaması yapılan hesap gibi. İman ise, bir takım önsezilerin verdiği bilgilerle önceki bilgilerin toplamıdır. Buna göre, bilgisini ancak sezgilerimizle kavradığımız şeylere iman diyoruz.” (Sayfa: 24)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 4. 1960) : “Maddi evrenden mezun olmak için sevgi ve şefkat yeterli değildir. Sevgi ve şefkat bir aşamadır, bir de görev duygusu vardır ki o diğerlerinden daha üstün bir aşamadır. Görev duygusunun da dünyada kazanılması gerekir. Ama sevgi ve şefkatle görev duygusuna bir adım atılmış olur, yani sevgi ve şefkat kazanılmadan görev duygusu elde edilemez. Bunun anlamı, belirli bir düzeyi kazanmadan bir üst düzeye geçemeyiz demektir. Sevmek, görevi sevmek, görev sonunda sağlanacak yararların hangi varlıkları etkilediğini görerek o varlıkları sevmek, yaratıkları görüp inceleyerek onları sevmek ve bu sevgiden Yaradan’a yönelmek, işte sevgi ve şefkatten görev duygusuna bu yolla geçebilirsiniz.” (Sayfa: 24)
DOSTLAR PLANI (Celse 7. 8. 1960) : “Casuslar bazen görev gereği cinayet işliyor veya devlet sırlarını vermemek için intihar ediyorlar, bu olaylar da diğer adi cinayet ve intihar olayları gibi spadyumda bir ıstırap oluştururlar mı diye soruldu. Evrendeki yasaların dışına çıkılamaz, kim bir fiil işliyorsa muhakkak o fiilin gereğiyle karşılaşır. Bir insanın casusluk şebekesine girmesi, görev gereği birini öldürmesi ya da intihar etmesi, bu fiillerinden ötürü ıstırap çekmesini önlemez, yani görev duygusuyla cinayet işlemek evren yasalarını geçersiz kılmaz, tıpkı sıradan bir katil gibi ıstırap çeker. Yalnız, adi cinayetle görev gereği cinayet işleyenlerin uğrayacağı muamele arasında fark vardır. Casus görevi gönüllü olarak almakta, yapacağı işin sonucunu önceden bilmektedir. Bu durumda o evrimini hızlandırmış ve bir atılım yapmış olur.” (Sayfa: 25)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Şart olan toplumların evrimi değildir, şart olan bireylerin evrimidir. Öte yandan bireylerin evrimleşmesiyle toplumlar da evrimleşirler, çünkü toplumlar bireylerden oluşur. Toplumda meydana gelen bir uyarılma, (afet, mucize) orada yaşayan bireylerin evrimleşmesini sağlar.” (Sayfa: 26)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “İnsancıl amaçlarla sosyal mücadelelere katılma İlahi İrade Yasalarına aykırı mıdır diye soruldu. Bu tür hareketler İlahi İrade Yasalarının işleyişini bozamaz. Onlar da birer deneyimdir ve toplumdaki bireylerin evrimine yardım ederler, hiçbir şey gereksiz değildir. Bu prensipten yola çıkarsanız olayların gerekliliği konusunda yeni fikirler edinebilirsiniz. Eğer bireyleri hazırlayabiliyorsanız toplumun evrimleşmesi için çalışmak iyi bir şeydir.” (Sayfa: 26)
DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Bir toplumun hızlı evrimi demek, içindeki bireylerin çoğunluğunun hızlı evrimi demektir. Bu durumda işi daha basite indirgeyerek bir tek bireyin evrimini düşünmek ve bunu topluma genellemekle sorun halledilmiş olur. Şöyle ki, birey evrim için çalışarak bilgi edinecek, edindiği bilgileri uygulayacak, görevlerini eksiksiz yerine getirecek, böylece toplumun evrimi hızlandırılacaktır.” (Sayfa: 27)
DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Şimdi toplum için ortaklaşa bir vicdan ölçüsüne ihtiyaç var. Fakat toplum içindeki her birey bu vicdan ölçüsüne uymayacaktır, çünkü düzeyi uygun değildir. Düzeyin küçük farklarla birbirine yakın olması idealdir. Gelecek kitapta (Bilgi Kitabı) ortaklaşa vicdan ölçüleri hakkında ayrıntı verilmiştir. Kişi bireysel vicdan ölçüleri yerine ortaklaşa vicdan ölçüsünü kabul edebiliyorsa bu elbette daha hayırlıdır. Kabul ettiği ölçü kişinin düzeyidir ve kişi düzeyine göre hareket etmelidir. Kendine yapılmasını istemediğin hareketi başkalarına yapma şeklindeki kural, halen herkes için ortaklaşa bir vicdan ölçüsü olmaya yeterli değildir, fakat belirli bir düzey için iyidir.” (Sayfa: 27)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Zorla toplumun malı haline getirilmiş bir düşünce uğrunda savaşarak insan öldüren, bu düşünceyi kabul etmediği halde toplum düzenine uymak zorunda bırakılan bir insan katil değildir. O kişinin özel evrim isteğinin yanında bir de içinde yaşadığı toplumun evrim düzeni vardır. Kişi o topluma rastgele değil, oraya layık olduğu için gönderilmiştir, dolayısıyla toplumun şartlarını kabul etmiş sayılır. Eğer bu şartları kabul etmiyorsa ve elinde o toplumu terk etme imkanı varsa, bu imkanı kullanmayarak savaşa girmiş ve adam öldürmüşse o kişi katildir.” (Sayfa: 28)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Baskı altına alınan, engellenen düşünce ve eğilimler eğer toplumun düzeyinden daha üstün düşüncelerse empoze edildiklerinde topluma zarar verirler. Eğer bu düşünceler toplum düzeyinin çok altındaysa yıkılmaya mahkumdurlar. Her birey ve toplum layık olduğu düşünceyle donatılmıştır. Kişisel istek ve eğilimler için de aynı şey geçerlidir. Ama bu ister aşağı, isterse üstün olsun düşünceler incelenmesin demek değildir. Her düşünce layıkıyla incelenmeli ve değerlendirilmelidir.” (Sayfa: 28-29)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “Bir hareket eğer toplum için zararlıysa, onu zor kullanmadan daha yumuşak metotlarla engellemeye çalışın. Eğer bu yolla başarı sağlayamıyorsanız, engelleyeceğiniz kişinin alacağı zararla toplumun alacağı zararı kıyaslayarak şiddet kullanma yoluna da gidebilirsiniz!” (Sayfa: 29)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Bir ülkede cinayetlerin artışı o ülke insanlarının çok geri durumda olduğunu, yaşam ve ölümün anlamını henüz idrak edemediklerini gösterir. Bu geriliğin önüne geçmede aydınların sorumluluğu büyüktür. Zaman içinde dünyaya gelen tesirlere rağmen bir toplum ilerleyemiyor ya da yerinde sayıyorsa, bu o toplumun geriliğinin işaretidir.” (Sayfa: 29-30)
DOSTLAR PLANI (Celse ?. 6. 1960) : “Şu kadar sene sonra nüfusumuz bu kadar olacak diye maddi ortamda yaşamaya hak kazanmış bir varlığın kürtajla önünü kesmek doğru değildir. Ne kadar makul olduğunu sanırsa sansın bir varlığın hayatına son veren kişi hatalı bir iş yaptığını bilmelidir. Nüfus fazlalığı nedeniyle açlıktan ölenlerin bulunduğu ülkeler var deniyor, bu yanlış bir düşüncedir. Nüfus fazlalığı açlığa ve yoksulluğa sebep olamaz, aksine nüfus fazlalığı çalışan bir toplum için büyük bir güçtür. Bir varlık dünyaya gelme hakkını elde etmişse o ülkenin yasalarına uymak zorundadır, yani çalışmakla yükümlüdür. Çalışmayan insan elbette aç kalmaya mahkumdur. Bazı varlıklar, hayat planları öyle gerektirdiği için çok çalışmaları gereken ülkelerde dünyaya gelirler. Bu çabayı gösteremeyenler sonuçlarına da katlanacaklardır. Tembellikleri yüzünden ölenler nüfus fazlalığının kurbanı değildir, onlar kendilerinden beklenen çabayı gösterememişlerdir. Burada en büyük görev o ülkeyi yöneten idarecilere düşüyor, ellerindeki sosyal gücü iyi seferber etmeli, bilgiyle donatarak daha verimli iş alanlarına yönlendirmelidirler. Eğer dünya koşulları değişmeyip hep aynı kalacak olsaydı dünyaya gelecek varlıkların düzeylerinin de değişmemesi gerekirdi.” (Sayfa: 30-31)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Rüyalar çeşitlidir. Uyarı rüyaları vardır ki, bunlar bir tür mesajdır. Bir de geçmiş yaşamlardaki olayların kişiler üzerinde yaptığı tesirlerin yansıması olan rüyalar vardır. İkinci tür rüyalar boşalma devresi rüyalarıdır. Eğer rüya uyarı ya da müjde rüyası ise, kişinin kapasitesine göre bir tepkisi olacaktır. Rüyaların çeşitli sembollere bağlı olarak oluşması, bireyin günlük hayatında onlardan hisse kapmasını sağlar. Uyarı rüyasında gördüğü bir olaya karşı kişinin ilgisi artarsa, ondan yararlanması da o oranda kolaylaşacaktır.” (Sayfa: 32-33)
DOSTLAR PLANI (Celse 2. 10. 1959) : “Uyarı rüyaları dolma halidir, diğerleri ise boşalma halidir. Uyku, kullanılması güçleşen bedeni ruhun dinlenmeye terk ettiği devredir. Bu devrede vücut yapmış olduğu işlerin yorgunluğuyla artık görev yapamaz hale gelir. Ruh böyle anlarda bedenle bağını gevşeterek ruhsal alemden daha kolay tesir alabilecek bir pozisyona geçer. Bu durum bazen boşalma hali dediğimiz rüya türüne yol açabilir. Ruhun ruhsal ortamdan aldığı tesirler yaşadığı hayat için gerekliyse, bedenle bağlarını biraz daha güçlendirerek tesirleri rüya şeklinde ortaya çıkarır, bu uyarı rüyasıdır. Bazen de uyku esnasında hiç rüya görülmeyebilir. Bazı kimseler de çok yorgun oldukları zaman rüya görürler ki, bu da vücudun boşalmasının dolmayla orantılı olduğunu gösterir. Uyku anında yaşamdan alınan bilgilerin muhasebesinin yapıldığı doğru değildir, çünkü o bilgiler her an muhasebeden geçmektedir. Alınan bilgilerin kazanılıp kazanılmadığı hayattaki olaylarla anlaşılır. Zaten dünyada yaşamanın amacı da budur, yani muhasebeyle yaşam eş zamanlıdır.” (Sayfa: 33)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Uyku hali bir boşalma halidir, boşalmanın (deşarj) nedeni ertesi gün meydana gelecek dolmaya (şarja) hazırlıktır. Söz konusu şarj ve deşarj ruhsal ve maddesel tesirler bakımındandır.” (Sayfa: 34)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Zaman maddeye ait bir birimdir. Rüyadaki zamansa imajinatif bir zamandır. Sizin için rüyada günlerce süren bir olay dünya zamanıyla bir anda meydana gelebilir. Uzaklık madde aleminde bir değerdir, manevi alem için bir kıymeti yoktur. Söz konusu olaylardaki zaman kavramını da bu şekilde kıyaslayarak kavrayabilirsiniz.” (Sayfa: 34)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Rüyaların sembolik ifadelere bürünüşünün nedeni rüya gören kişinin durumuyla ilgilidir. Haberci rüyalardan size bahsetmiştim. Kişiye rüyasında bir olay gösterilir. Olay gerçekleştikten sonra kişinin haberi olması isteniyorsa
o olay rüyada başka bir sembolle, eğer olayı olayın olmasından önce bilmesi isteniyorsa değişik bir sembolle gösterilir. Bu ve buna benzer birçok durum sembollerin değişmesine neden olur. Sembollerin verilişinde varlığın koşullarının, inançlarının ve evriminin rolü elbette vardır. Dikkat edin, haberci rüyalar dedim!” (Sayfa: 34-35)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “Uyku insanı ertesi güne hazırlar. Hazırlanmaktan kasıt, ertesi gün kat edeceğiniz aşamaya bir ortam sağlamaktan ibarettir. Bir günlük deneyimden elde ettiğiniz kazançlar veya ufak tefek gerilemeler sizi rüyanızda imajinasyonla hazırladığınız bir aleme götürür ve az çok geçen bir günün muhasebesi yapılır. Bu arada koruyucu varlıktan alınan tesirlerle bir takım uyarılar da gelir. Gerektiği hallerde bu tesirler rüya şekline dönüşebilir. Uyarılarda belirli yollar gösterilip öğütler verilir, bu da gelecek günler için bir hazırlıktır. Bunlardan çıkan sonuç şudur, uykuda vücut dinlenip ertesi güne hazırlanırken beynin belirli yerlerinde bir aktivite göze çarpar.” (Sayfa: 35-36)
DOSTLAR PLANI (Celse 24. 6. 1960) : “Vücutta meydana gelen olayları incelediğiniz zaman belirli tesirlerin belirli sonuçlar doğurduğunu görürsünüz. Bir kas kasılması için tesir gönderildiği zaman o kas kasılır. Öte yandan, bedenin yaşamını devam ettirebilmesi için ruh sürekli tesirler göndermekte ve tesirler almaktadır, bu tesir alış verişi yaşam boyu devam eder. Uyku esnasında tesir alış verişi azalmış, ama kesilmemiştir. Rüya şeklinde görülen bir imaj, ruh tarafından gönderilen tesirlerin zorunlu sonucudur.” (Sayfa: 36)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Dünyada aldığınız maddi tesirler beynin belirli yerlerine giderek bir iz bırakır. Fakat tesirlerin gideceği tek yer beyin değildir, beyinde bırakılan o iz tesirin ruha varabilmesi için bir araçtır. Geçmiş enkarnasyonların hatırlanması genellikle çocuklarda çok görülür. Bu da gösteriyor ki varlığı etkileyen en son olaylardaki en son izlenimler beyinde bir iz bırakmaktadır. İnsanlar enkarnasyonları sonucunda elde ettikleri bilgilerin bileşkesi olan bir olgunluğa erişirler ki, bu olgunluk kişinin o andaki bedeninin organlarına nakledilir. Bu da tesirin tek taraflı değil çift taraflı olduğunu gösterir. Beyinde yer etmiş tesirler nasıl ruha naklediliyorsa, ruhtan gelen tesirler de beyinde yer ederler.Tesirler varlığın içinde bulunduğu koşul ve düzeye göre Üst Planlar tarafından bir süzmeye tabi tutulur, bu varlığın evrimi için gereklidir. Siz ekminezi anındaki hatırlamaları, olayların beyinde bıraktığı izlere göre anımsıyorsunuz. Rüya bahsinde şöyle demiştik: Eğer tesirler varlığın hatırlamaması gereken şeylerse beyne aksettirilmez. Beyinde iz bırakmamış bu tesir ya da rüyalar ekminezi anında ortaya çıkmayacaktır. Ayrıca, bir kimse rüyada aldığı tesirleri beyne aksettirse bile bunun önemi yoktur, önemli olan tesirlerin beyinde anlaşılabilecek hale getirilmesidir. Varlık aldığı tesirler sonunda ulaştığı olgunluğu kendine mal eder. Gelen tesirlerden bir kısmı, ruhla beden arasında iletişimi sağlayan perispiri üzerinde muhafaza edilir. Ekminezi sırasında perispiri üzerine nakşedilmiş bu olaylar hatırlanabilir, çünkü o sırada perispiriyle beyin ilişkiye geçer ve beyinde bir iz bırakmadan olay nakledilir. Beyinde iz bırakmaması gereken olayların izleri beyinden silinir. Beyinde yer etmiş fakat o an için hatırlanmamış bir olayın ekmineziyle hatırlanması şöyle olur. Perispiriyle ilişkiye geçmeksizin doğrudan beyin aracılığıyla dış aleme nakil yapılır. Olayın izi beyinde ise direkt beyinden, beyinde değil de perispiride ise, gerekiyorsa sonradan silinmek kaydıyla beyin kanalıyla perispiriden aktarılır.” (Sayfa: 42-44)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 12. 1959) : "Ekminezide bir medyumun kendisiyle ilgisi olmayan geçmiş olayları hatırlaması, medyumla bağlantı kuran görevli bedensiz varlık aracılığıyla olur. Bedensiz varlık zaman ve mekanla kayıtlı olmadığı için, bir olayın geçmişte, şimdi ya da gelecekte meydana gelmesi onu bağlamaz.” (Sayfa: 44)
DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Bir varlık spadyumdan indiği (bedenlendiği) zaman mevcut şuuru bir hayli daralır, bu daralma varlığın dünyadaki evrimiyle ilgilidir. Bazen dünyada öyle anlar olur ki, varlık sınırlı dünya şuurunun üstünde haller gösterir. Böyle anlarda varlığın spadyumdaki şuurunun bir kısmı aydınlanmıştır, çünkü o anda öyle olması gerekmiştir. Örneğin, kişinin daha önceki yaşamlarını hatırlaması, spadyum şuurunun küçük bir kısmının ortaya çıkması demektir. Geçmiş yaşamlarda olmuş bu olaylar halihazırdaki beyin üzerinde hiçbir iz bırakmadığı halde nasıl oluyor da hatırlanıyor diyeceksiniz. Ekminezi konusu anlatılırken beyindeki tesirlerin perispiri yoluyla ruha, ruhtan gelenlerin ise aynı yolla beyne aktarıldığı söylenmişti. İşte söz konusu hatırlama böyle olmakta, yani ruhtan gelen tesirler beyin üzerinde bazı izler bırakarak kişinin geçmiş yaşamlarını hatırlamasına sebep olmaktadır. Bu yola, kişinin çevresinde bulunan insanlara bir kanıt göstermek için başvurulmuş olabilir.” (Sayfa: 44-45)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Bazı kişiler ara sıra hiç bilmedikleri dilleri konuşurlar. Bunu ya kendi geçmiş yaşamlarına ya da bağlantı kurdukları bedensiz varlıklara borçludurlar. O kişiyi hipnotize ederek ekminezi yoluyla geçmiş yaşamlarına götürebilir ve bu dilleri konuşup konuşmadığını öğrenebilirsiniz. Eğer geçmiş yaşamlarında bu dilleri konuşmamışlarsa, bir bedensiz varlık bağlantısı var demektir. O varlığa sorarsanız size hem gerçeği, hem de bağlantıyı niçin kurduğunu söyleyecektir.” (Sayfa: 45)
DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Hipnozda süjeye değişik bir kişi olduğu söylenince hemen kişilik değiştiriyor, bunun mekanizması nedir diye soruldu. Bu olayda fizikselden çok ruhsal mekanizma önemlidir. Ruh bedenle bağlantı kurduğu zaman birçok melekesini kaybeder, birçoğunu da azaltır, bu arada imajinasyon melekesi de zayıflar. Bu durumda süje operatörün verdiği telkinleri daha güçlü olarak almakta ve telkinlere derhal adapte olmaktadır. Verilen ilk tesirle ruhsal imajinasyon işler ve ruh bedene, yani beyne yansır. Başka kişilik telkinini kabul eden serbest ruh telkinin imajinasyonunu bağlı ruha kabul ettirir ve kişilik değişikliği oluşur. Süje hipnozdan çıktığında bağlı ruhun beyin üzerindeki etkinliği arttığı için normal kişilik geri döner. Bu olgu, serbest ruhun imajinasyon yeteneği açısından bağlı ruhtan daha üstün olduğunu gösterir.” (Sayfa: 46-47)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 7. 1960) : “Telkin, kişinin karşısındaki kimseye normal duyu organı yoluyla emirler vererek onun belirli bir şeyi imajine etmesini sağlamasıdır. Kuvvetli imajinasyon sonucu meydana gelen aura etkisiyle verilen emirler süje tarafından benimsenir. Beden yönünden telkin, duyu organı yoluyla verilen emirleri nakletmektir. Ruh yönünden telkin, gelen emirleri imajine etmektir. Süjenin daha önceki imajinasyonları gelecek yeni imajinasyona zıtsa imajinasyon daha güç oluşur. Telkin alan kişide oluşacak aura telkin yapana bağlıdır, o telkin alana yardım etmekte, yol göstermektedir, bunu da gönderdiği tesirlerle yapar. Ruhun imajine ettiği şey demek, beden yoluyla gelen tesirlerin ruhta bir takım yeni vibrasyonlara sebep olması demektir. Ruhta oluşan bu vibrasyonlar çevresindeki daha süptil maddelere tesir ettiği gibi, doğrudan doğruya bedene de tesir eder ve söz konusu aura oluşur. Burada perispirital maddelerin de rolü vardır.” (Sayfa: 47)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “ Büyü konusunda olaylara hakim olan unsur tesirlerdir. Öyle tesirler vardır ki siz farkında olmadan yaşamınıza hükmedebilir. Bu tesirlerin bir kısmı büyü şeklinde tezahür edebilir. Her yapılan büyü başarılı olmaz. Büyü aslında gönderilen kötü tesirdir, gönderilen kişinin bedenine sanki kendi ruhundan gelen tesirmiş gibi etki eder. Gönderilen tesir kişinin perispirisinden geçmeden doğrudan doğruya sinir sistemine etki eder, çünkü bu tesir daha önce büyüyü yapanın perispirisinden geçmiştir. Kısaca, kotlanmış tesirler yeniden kotlanmazlar.” (Sayfa: 48)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Psikometri olayında rehber bir varlık yoktur. Psikometri, geçmiş ve geleceğe ait görüntülerin görülmesi ya da geçmişteki tesirlerin yol göstermesiyle geleceğin aydınlanmasıdır. Bunun anlamı şudur: Geçmişteki olayların gelecekte zorunlu sonuçları vardır. Geçmiş olaylar dağılmış olsalar bile tesir olarak vardırlar, medyum gibi hassas kişiler tarafından alınabilirler. Tesirler belirli bir ortamda bulunmazlar, psikometri medyumunun eline bazı ipuçları vermeniz gerekir. Örneğin o olayla ilgili bir eşya ya da kişi tesirleri almak için araç olabilir. O tesir ve olayların o eşya üzerinde bir takım izleri vardır, bu yolla söz konusu tesirler alınabilir. Durugörüde ise rehber bir varlık vardır, bu varlık belirli bir süre aynı kişiyle bağlantı kurar.” (Sayfa: 48)
DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Bazı medyumlar suya, kristale ve benzeri maddelere bakarak bir takım şekiller görmekte ve onlardan anlamlar çıkarmaktalar, burada bir bağlantı mı var, yoksa başka bir mekanizma mı işliyor diye soruldu. Bu soru çeşitli şekillerde yanıtlanabilir. 1- Medyum bağlantı kurduğu varlığın gönderdiği imajları o maddelerde görüyor olabilir. 2- Medyum bağlantı olmadan gizli imajlar alıyor olabilir. 3- Bazen de bağlantı vardır ama bu medyumun ruh ve beden ilişkilerini ayarlamaktan öte gitmez, sadece imajı almasına yardımcı olur. Birinci şıkta medyum, bağlantı kurduğu varlığın gönderdiği tesirleri imajinasyon yeteneğiyle imajlar şeklinde almaktadır. İkinci şıkta sözü edilen gizli imajlar evrendeki gizli imajlardır. Maddenin süptilliği arttıkça yepyeni yetenekler kazanır ve bir takım tesirler karşısında reaksiyon gösterir, hatta o tesirleri belirli şekiller alarak hıfzeder. Dünyadaki bir varlık bir şeyi imajine ettiği zaman gönderdiği tesirlerle çeşitli kademelerdeki maddelere etki edecektir. Fakat bu etki kademe kademe olacak ve aradaki vasıta maddeler bir süre sonra bu tesirlerin etkisinden kurtularak eski hallerine döneceklerdir. Eski hallerine dönebilmeleri için bir zamana ihtiyaç vardır ki, bu da maddenin kalitesine göre değişir. Gönderilen tesirle şekil almış maddeden yararlanan medyum o gizli tesirleri ve tesirlerin hıfzettiği gizli imajları görür. Görür derken, görmek fiili ne suyun ne de kristalin içindedir, bu tam anlamıyla ruhsal bir görüştür. Bu ruhsal görüş bilinen yollardan geçerek bedensel bağlı şuura akseder ve medyum gördüklerini çevresindekilere anlatır. Bundan çıkan sonuç şudur: Ruh evrende olan biten her şeyden haberdardır, ama düzeyi (evrimi) uygun olmadığı için gelen tesirleri değerlendiremez.” (Sayfa: 49-50)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 12. 1959) : “Telekineziyle eşyaların nasıl hareket ettirildiği soruldu. Bildiğiniz gibi her varlıktan bir takım vibrasyonlar çıkar. Bu demektir ki, her varlık kendi düzeyine göre sizin deyiminizle elektriksel bir alana sahiptir, bu elektriksel alan bildiğiniz elektrik değildir elbette. Medyum bağlantıda olduğu varlıktan aldığı güçlü tesirlerle o madde üzerinde böyle bir elektriksel alan meydana getirmekte, daha sonra o maddenin atomlarında bir düzenleme yaparak cismi hareket ettirmektedir. Bunu bir mıknatısın demir parçalarını çekmesine benzetebilirsiniz. Medyumdan gelen tesirler mıknatısın tesirinden kat be kat üstün olduğu için dünyada bulunan tüm maddeleri etkileyebilir. Cismin atomları nasıl düzenleniyor diyeceksiniz? Maddede belirli atom dizilişleri vardır, ancak böyle bir dizilişle madde denge halinde olabilir. Dengeli madde medyumdan gelecek tesirlere yanıt veremez. Dengenin bazı noktalardan bozulmasıyla maddeyi etkileyecek tesir alanı yaratılmış olur, düzenlemeden kasıt bu alanın yaratılmasıdır. Peki dengesi bozulan madde eski haline nasıl döner? Madde başlangıçta denge halindeydi, denge halini bozan tesir ortadan kalkınca madde kendiliğinden eski haline dönecektir. Elektriksel alanların eşit olması cismi hareket ettirmez, fakat alanlardan biri büyük olursa, küçük olan büyüğün etkisi altına girer ve dengesi bozulan madde hareket eder. Medyumdan gelen daha güçlü tesir, maddedeki güçsüz elektriksel alanı etkilemiştir. Elektriksel alan, atomdaki partiküllerin durum değiştirmesidir. Medyumdan gelen güçlü tesirler dengeyi bozduğunda maddede elektriksel bir alan oluşur, bu alan medyumunkinden güçsüz olduğu için onun etkisine girmek zorundadır. Telekinezi çalışmasında medyum haliyle enerji sarf etmekte, gelen tesirleri nakletmekte, transforme etmektedir. Bunu yapabilmesi için medyumun perispirisi bu işle meşguldür, ayrıca başta beyin olmak üzere tüm sinir sistemi de görev yapar. Dikkat ederseniz, sinir sisteminin tüm vücuda elektrik telleri gibi yayıldığını görürsünüz. Bir de ikinci derecede görevli olan kaslar vardır ki, bunlar da sinirlere yardım ederler. Ektoplazma, burada sözünü ettiğimiz tesirlerden başkadır, o tamamen maddeseldir.” (Sayfa: 50-51)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 12. 1959) : “Işık, belirli titreşimdeki maddelerin tezahürüdür. Telekinezi bahsinde de açıkladığım gibi medyum yukardan aldığı tesirleri maddi bir şekilde nakletmekte ve maddeler üzerinde etkili olmaktadır. Medyumdan çıkan vibrasyonlar o şekilde ayarlanmaktadır ki, cismin yapısından da yararlanarak etrafında belirli bir alan meydana getirilmekte, bu da size ışık olarak görünmektedir. Vibrasyonlar ne kadar kaba olurlarsa hislerinize o kadar çok tesir ederler.” (Sayfa: 52)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 12. 1959) : “Telepati olayının mekanizması soruldu. Telekinezi konusunda söylediğim gibi, telepatide de belirli frekanstaki tesirler beynin belirli bölgelerine belirli yollardan iletilmektedir. Telepat öyle bir kişidir ki çalışa çalışa bu yollar onda belirgin bir hal almıştır. Biz her an milyonlarca tesir almaktayız, fakat ileti yollarının belirgin olmaması bu tesirleri hissetmemize engel olur. Yollar beynin çeşitli yerlerindedir ve beyindeki çeşitli merkezlere bağlanmıştır, size gelen tesirler bu belirli bölgelere çarpar. Fakat söz konusu bölgelerin beyindeki diğer merkezlerle bağlantısı çok az olduğundan bunlardan bir kompozisyon meydana getiremez ve gelen tesirleri idrak edemezsiniz. Bedensiz varlıkların telepatide direkt olarak rolleri yoktur. Yaptığınız şu celse de bir tür telepatidir, ama genellikle telepati iki bedenli varlık arasında olur. Elbette bir ruhla bedenli bir varlık arasında da olabilir.” (Sayfa: 53-54)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 12. 1959) : “Telepati sırasında gelen tesirlerin beyindeki yollardan geçmesi onu idrak edebilmeniz için gereklidir. İlk uğrak yeri beyin değildir, olay ruh-perispiri-beyin kanalıyla olmaktadır. Tesirler inceldikçe ruha tesir etmeleri de o oranda artar. Öyle celseler vardır ki tesirler bedenli kişinin ruhu tarafından değil de bizzat bağlantıya geçtiği varlık tarafından transformasyona uğratılır. Daha doğrusu, bedenli kişinin bağlantıya geçtiği varlığın düzeyi ya kendi düzeyiyle orantılı veya kendinden daha düşüktür. Bu durumda bağlantıya geçtiği varlıktan gelen tesirlerin ayrıca transforme edilmesine gerek kalmaz, çünkü bedensiz varlık tesirleri transforme ederek beyne iletilmeye hazır bir şekilde vermektedir. Bazı telepatlar aynı anda bir bedenli bir bedensiz iki varlıkla bağlantı kurarak aldıkları mesajları aktarabilirler. Yollar tamamen ayrı olduğuna göre ikili bağlantının gerçekleşmesinde bir engel yoktur, aynı anda telepata gelen iki tesirin birbirine karışması sorun yaratmaz, çünkü tesirler birbirine karışmazlar.” (Sayfa: 54-55)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 12. 1959) : “Telepatide düşüncenin ulaşımı çok kısa bir zamanda, hatta aynı anda olmaktadır. Düşüncenin hızı çok yüksektir, sizin ölçülerinize sığmaz!” (Sayfa: 55)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Beden dışında oluşan duble varlığın perispirisi değildir, ama medyumun vücut maddelerinden yapılmıştır. Yapısını koruyabilmesi için dubleye belirli tesirler gelmektedir. İnsan da bedeninin yapısını koruyabilmek için ruhu tarafından gönderilen belirli tesirler alır. Medyum, vücudundan çıkan ve tekrar vücuduna dönecek olan maddeleri belirli bir ortamda ve belirli bir tesir göndererek belirli bir şekilde oluşturur. Dedublüman olayında gördüğümüz ikinci beden insan vücudunun aynısıdır, çünkü ruh gönderdiği tesirlerle bedenin yapısını koruyacak kudrettedir, dolayısıyla dublesi de aynı şekle sahip olur. Eğer ruh insanüstü bir ruhsa celse sırasında ortaya çıkan dubleye istediği şekli verebilir, hatta insanüstü ruhlar fantomlarını birkaç şekilde tezahür ettirebilirler. Burada esas olan maddenin yapısını koruyacak tesirleri göndermektir.” (Sayfa: 55-56)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 3. 1960) : “İlkah sırasında ana babanın davranışları embriyonun kaderinde rol oynar mı diye soruldu. Aslında ana babanın davranışları dünyaya gelecek varlığın karakterine etki edemez. Anne karnında geçirdiği aşamalarda annenin embriyonun yapısı üzerindeki tesirleri planlı ve maksatlıdır, olan her şeyin bir amacı vardır. Karakter ruhsal bir niteliktir, annenin gönderdiği tesirler embriyonun maddesine yöneliktir, doğacak çocuğun karakterini belirlemez.” (Sayfa: 57)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 4. 1960) : “Ruh bedene nasıl bağlanır diye soruldu. Maddeyle güçlü bağları olan bir varlık, spadyumdayken organlarının eksikliği yüzünden dünyada yaptığı faaliyetleri yapamaz. Spadyum isteklerine karşılık vermediği için çok sıkılır ve ıstırap çeker. Uygun tesirlerle karşılaştığında doğacağı ailenin çevresinde dolaşmaya ve onlardan tesirler almaya başlar. Spadyumdaki bu ruhun dünyayla bağlantıya geçmesi için bir başka ruha (bu olayda anneye) ihtiyacı vardır. Anne ruhunun yardımıyla maddeye bağlanmaya çalışır. Etkisi altına aldığı ana rahmindeki kendi bedenine ait maddeleri tesirlerini alabilecek şekilde yapılandırır, gelişim tamamlanır ve çocuk dünyaya gelir. Bu olayda perispirinin maddeyle kurduğu ilişkiyi, dünyada iki maddenin birbiriyle kurduğu ilişkiye benzetmeyin. Perispiri de bir maddedir, ama bildiğiniz taş, toprak cinsinden değildir, daha süptil maddelerden oluşur. Maddelerin kendi arasındaki ilişki tesirler yoluyla kurulur, gönderilen tesirler maddenin süptilliğiyle orantılı olarak incelmektedir.” (Sayfa: 57-58)
DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Erkek ve dişi hücrelerin birleşmesinde fiziki ve kimyasal tesirlerin yanında ruhsal tesirler de rol oynar mı diye soruldu. Ruhsal tesirler elbette rol oynar. Erkek ve dişi hücreler birer ruha sahiptir ve her ruh ait olduğu bedenin hücresini idare eder. Uygun koşullarda dişi ve erkek hücreler kendilerinde eksik olan tesiri almak için sürekli birbirlerine yaklaşırlar. Bu yaklaşma sonucunda meydana gelecek tek hücrenin yönetimi yavaş yavaş bu iki ruhtan alınmakta ve üçüncü bir ruh uygun koşuldan yararlanarak tesirlerini yeni bedene bağlamaktadır. Ruhta cinsiyet yoktur, o iki ayrı ruhsal varlık, yani sperm ve ovum başka başka düzeydedir. Dişi hücre erkek hücreden daha evrimleşmiştir, bu durumda erkek hücre dişi hücrenin göndereceği tesirlere muhtaçtır. Hücrelerin döllenmesi ve çoğalmasında meydana gelen her aşamanın ayrı yöneticileri vardır, köprü görevi yapan bir takım yöneticiler de vardır. Bir şeyin yöneticisinin yönetilenden daha evrimleşmiş olması gerekir. Bu durumda döllenmedeki birleşmeyi yöneten dişi hücredir. Ne var ki dişi hücre döllenmenin belirli bir aşamasına kadar görevlidir. Döllenmede her ne kadar erkek hücre aktif halde olup olayın yöneticisi durumunda görünüyorsa da, ruh yönünden durum tam tersidir. Erkek hücre dişi hücreye koşarken bir amaç için koşmakta, ihtiyacı olan ruhsal tesiri almaya çalışmaktadır. Daha evrimleşmiş dişi hücre ruhunun edinmiş olduğu beden elbette düzeyiyle orantılı olacaktır. Bu yüzden, yumurta spermden daha evrimleşmiş ve kompleks bir yapıya sahiptir.” (Sayfa: 58-60)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “Ölüm olayıyla bedenle ilişkisini kesen organizatör ruh artık onunla hiç ilgilenmez. Bedendeki diğer ruhlar gerektiği şekilde belirli yerlere giderler. Organizatör ruh, dünya yaşamı boyunca diğer ruhların ortaklaşa evrim yapmalarını sağlar. Spadyumda birbirlerinden ayrılarak geçmiş yaşamın muhasebesini yaparlar, orada herkes kendi derdindedir. Tekrar dünyaya geldiklerinde aynı organizasyonda bulunan ruhlar organizatör ruhun hizmetine girebilirler.” (Sayfa: 60)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “Bölünen hücreye ait yönetici ruh bu bölünmenin ertesinde spadyuma gider ve yerine iki yeni ruh gelir. İşte bu şekilde enkarne olan ruhlar maddenin meydana gelmesinde bizzat görev almış olurlar.” (Sayfa: 60)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 4. 1960) : “Korku bir bilgisizliktir, bilgisizlik ise bir uyumsuzluktur. Bilgi uyumdur. Ruhun bedenin yönetimi için gönderdiği her tesir bir bilgiye dayanır. Bu tesirler uyumla yürürken belirli cephelerdeki bilgisizlik uyum akışına engel olabilir, bunun sonucunda da bazı organik bozukluklar ortaya çıkar.Vücutta meydana gelen her olay ruhun kontrolü altındadır, bir olayın oluşması için ruhtan belirli tesirlerin gelmesi gerekir. Bir hücrenin üremesi ve çoğalması için, az ya da çok olması için az ya da çok tesir gelir. Bazı uyumsuzluklar bu tesiri bozarsa hücrenin çoğalması da bozulur, yani artar ya da azalır.” (Sayfa: 60-61)
DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Bir köpeğin başı kesilerek başka bir köpeğe aşılanmıştır, çift başlı köpek bedeninde iki ruh mu taşımaktadır diye soruldu. Bu durumda idareci olarak tek ruh vardır, ama idareci ruhun aşılanan baştaki hücre ve organların ruhlarıyla sempatize olması gerekir. Aksi takdirde idareci ruh tarafından verilen emirler takılan ikinci başa gidemez, ruhun tesirlerini alamayan baş yaşayamaz. Başı kesilen köpeğin ruhu dezenkarne olmuştur, ruh başta değildir ki başla beraber istenen yere gitsin!” (Sayfa: 61)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : Bir köpeğe aşılanan ikinci baş sahibini tanıyor ve sevgi tezahürleri gösteriyor, hafıza melekesine dayanan tanıma olayı, o başı terk etmiş organizatör ruh olmadan nasıl gerçekleşiyor diye soruldu. Beyin maddesel ortamlardan aldığı tesirleri ruha naklederken beynin üzerinde de bazı izler kalır. Aşılanan başın geçici bir süre için sahibini tanıması bu izlerin etkisiyle olmaktadır.” (Sayfa: 62)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Görülen şeyin gözün retina tabakası üzerinde izi kalır, aynı şey imajları saklayan beyin için de geçerli midir diye soruldu. Tesirler gözün retina tabakası üzerindeki hassas sinir uçlarına etki ederler. Tesirler dışardan bir takım ışık vibrasyonları şeklinde gelirler, bu maddi vibrasyonların ruha kadar iletilmesi için bazı süzgeçlerden geçmesi gerekir. İlk süzgeç sinir yollarıdır, buradan elektriksel bir takım akışkanlar halinde beyne iletilir. Beyin hücrelerine gelen tesirler beyin hücreleri tarafından tekrar süzgeçten geçirilerek perispiriye nakledilir, oradan da ruha iletilir. Tesirlerin perispiri üzerinde yaptığı etkiler orada tutulmaktadır. Sandığınız gibi beyin üzerinde tıpkı retinada olduğu gibi bir şekil, bir hayal maddi olarak yoktur. Beyinden sadece o hayalin bir sonucu olan, o hayali tarif için yeterli olan vibrasyonlar geçmektedir. Beynin görme merkezini açıp oraya bir hayal düşürseniz o hayali görebilir misiniz? Elbette göremezsiniz, çünkü bu yolla gönderdiğiniz tesirler beynin alabileceği süptillikte değildir, tıpkı elektriksel vibrasyonu bedensiz bir varlığın alamadığı gibi. Bir olayın meydana gelmesi için belirli yasalar vardır, yasaların dışına asla çıkılamaz. Sinir hücreleri elektriksel vibrasyonlar için uygun bir ortamdır, elektriksel tesiri oluşturan ise dıştaki uyarandır.” (Sayfa: 62-63)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Ömrün uzunluğu ya da kısalığı bazı şartlara bağlıdır. Bunu üç şıkta incelemek mümkündür. 1- Varlığın kendi evrimi. 2- Varlığın yakınlarının, örneğin ailesinin evrimi. 3- Evrimleşen bu kişilerin yaşamını gözlemleyen varlıkların evrimi. Burada varlığın yalnız kendini düşünürsek ömrünün kısa olması gerekir. Fakat bu varlığın çevresindekileri de evrimleştirmesi gerektiğini düşünürsek ömrünün uzun olması gerekir.” (Sayfa: 64)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 3. 1960) : “Varlık dünyaya inmeden önce, yani serbest şuur halindeyken görevli varlıkların da yardımıyla bir hayat planı hazırlar. Bu plan varlığın evrimi için en uygun koşulları kapsamaktadır. İşte bu esnada görevli varlıklar tarafından yaşam süresi de tayin edilir. Öte yandan bu hayat planı her zaman aynen uygulanacak demek değildir, bazı şartlarda değiştirilebilir de. Bir varlığın Yüksek Yöneticiler tarafından önceden saptanan yaşam süresinin değiştirilmesi, yaşamındaki olaylara ve karşılaşacağı deneyimlere bağlıdır. Şöyle ki, dünyaya inen varlık bir olay karşısında kendinden beklenenden daha büyük bir çaba sarf etmişse hem onu sınavdan geçirmek, hem de evrimini hızlandırmak için yeni bir deneyim hazırlanması gerekebilir. İşte o andan itibaren karşılaşacağı olayların seyri değişebilir, bu değişiklik çevresindekileri de kapsayabilir, yani onlar da plan değişikliğine katılırlar, çünkü o varlıkla ilişkide bulunan kişiler boş yere onunla ilişkiye girmemişlerdir, evrim planlarında ortak bir yan vardır. Böyle bir plan değişikliği kişinin ömrünü uzatabilir ya da kısaltabilir. Ömrün uzayıp kısalması hem o kişinin, hem de çevresinde bulunanların ihtiyaçlarına göre ayarlanır. Elbette olacak olaylar ve yaşam süreleri önceden planlanır, bu kural bireyler için olduğu kadar toplumlar için de geçerlidir, onların da yükselme ve alçalma dönemleri vardır. Bireylerin evrimleri bu dönemlere göre ayarlanır, daha doğrusu toplumların ömrü o toplumlarda yaşayan varlıklara göre belirlenir. Ömrün uzamasında sağlık yöntemleri de bir dış yardım değil midir? O yöntemleri bulanlara ilhamlar nereden gelmektedir? Elbette dışardan!” (Sayfa: 64-65)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 10. 1959) : “Spadyuma gidince tanıdıklarınızı görebilirsiniz. Bu görüş ilk anda dünyayla bağların güçlü olmasından kaynaklanır. Tanıdık bir beden görme isteği, tesirlerin şekil olarak görünmesini sağlar. Aslında spadyumda anlaşma düşüncelerle olur, düşünceler çeşitli tesirler şeklinde tezahür ederler.” (Sayfa: 66)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “Spadyumdaki varlıkların, bedenleri olmadığı halde birbirlerini nasıl tanıdıkları soruldu. Bedensiz varlık denince spadyumdaki tüm varlıkları anlıyorum, oysa sorulan soruda farkına varılmadan bir ayırım yapılmış oldu. Şöyle ki, spadyumdaki varlıkların hepsinde bir ‘ben’ yoktur, belirli düzeyden sonra bir varlık Ahmet, Mehmet veya herhangi bir kişi değil, o ortamın yani belirli bir düzeyin varlığıdır. Bu düzeydeki varlıkların kudreti de hemen hemen aynıdır. Bu durumda, spadyumdaki varlıkları birbirinden ayıran unsur onların tesirleri olduğuna göre, belirli bir düzeyden sonraki varlıkların birbirinden ayırt edilmesi söz konusu olamaz. Öte yandan aşağı düzeydeki varlıklar spadyumda birbirlerini gönderdikleri tesirlerle tanırlar. Eğer bu varlıklar maddi ortama çok yakınsalar gönderecekleri tesirler daha maddi olacak ve imajinasyon yoluyla bir takım imajlar göreceklerdir. Üstün bir varlığın daha aşağı düzeydeki bir varlığı tanıması, o varlığın tüm evrim seyrini gözlemlemesiyle olur. Spadyumda ‘ben’ olmayınca kişisel şuur ne oluyor diyeceksiniz! Spadyumdaki varlıkların kişisel şuurlarında bir değişiklik olmaz, her varlığın kendine has bir şuuru vardır. Fakat bu şuurlar arasında bir eşitlik göze çarpar ki, bu da onların aynı evrim düzeyinde olduklarını ve bir ortam meydana getirdiklerini gösterir. Bu durumda eşit olan şeyleri ayırmak bana gereksiz gibi görünüyor.” (Sayfa: 66-67)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 8. 1959) : “Bedenli varlıklar madde aleminde yaşarlar, onların evrimi madde iledir. Bedensiz varlıklardan maddeyle ilişkisini kesmiş olanlar ise maddi olmayan alemlerde yaşarlar. Her iki sınıf varlık için ortak nitelik evrimdir. Evrim düzeyi arttıkça evrim hızı da o oranda artar. Madde aleminde yaşayan bedenli varlığın evrim hızı, bedensiz varlığın evrim hızından daha azdır.” (Sayfa: 67)
DOSTLAR PLANI (Celse 20. 11. 1959) : “Üç boyutlu planda evrim sonsuzdur denemez. Üç boyutlu planın bir evrim düzeyi vardır, bu evrim düzeyine ulaşan her varlık bir üst plana geçer. Her planın ve düzeyin evrim koşulları başka başkadır. Buna göre her yerde evrim vardır, sadece araçlar başkadır diyebiliriz. Dört boyutlu alem varlıkları bir alttaki aşamayla bağlantıdadır. Bu elbette onların üç boyutlu planda yaşayıp oradan tesirler aldığı anlamına gelmez. Dört boyutlu alemde enkarnasyon yoktur, kaba maddeden kurtulan varlıklar ilişkilerini daha ince araçlarla sürdürürler.” (Sayfa: 68)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Yaşadığınız ortam maddi ortamdır, üstünüzdeki ise maddeden artık uzaklaşmış olan ortamdır. Oradaki evrim aracı maddeden başka bir şeydir, onu kısaca tesirler diye niteleyebilirsiniz. Öte yandan maddi ortamda yaşayan varlıkların da tesirleri vardır, fakat onlar gelen tesirlere maddeyle yanıt verirler. Dört boyutlu alemde tesirlere maddeyle değil, bir tür imajinasyonla yanıt verilir.” (Sayfa: 68-69)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Eskiler bir misal aleminden bahsederler, ruhların dünyaya inmeden evvel gelecek yaşamlarını burada prova ettiğini söylerler, bu doğru mudur diye soruldu. Dünyaya inecek varlık geçmiş hayatının hatalarını göz önüne alarak yeni bir hayat planı için çalışmalar yapar. Planın hazırlanmasında yüksek ruhların büyük yardımları olur. İşte bu sırada gelecek hayatta yaşanacak olaylar az çok tasarlanır. Bu sözünü ettiğiniz misal alemine benzemektedir, yani bir hazırlık devresidir. Varlık yavaş yavaş dünya ile bağlantı kurmaya başlamıştır.” (Sayfa: 69)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Düşüncelerinizden bile sorumlusunuz. Yaşam planı nasıl hazırlanıyor, düşünce ile değil mi? Bir takım yardımcı tesirlerle! Dünyadaki olaylara ilk kıvılcımı sağlayan güç düşüncedir. Bir şey yapmayı düşündüğünüz zaman kendinize söz vermiş ve planlamış olursunuz, artık o düşüncenin etkisi altındasınız. Uygun koşullarda verilen söz eylem haline gelecektir. Düşünce yarı yarıya eylem demektir, kötü düşüncenin kötü, iyi düşüncenin ise iyi sonuçları olacaktır. Burada, düşünce sonucunda verilen kararla dünyaya inmeden önce verilen karar arasında bir benzerlik olduğu gibi, şuurun genişlemesi ve daralması yönünden de bir ayrılık vardır. Spadyumda geniş şuurla, dünyada dar şuurla düşünürsünüz. Düşünceleriniz ilerdeki düşüncelerinize engel olabilir ya da güçlendirebilir. Kısaca, düşünceleriniz eylemlerinizi, eylemleriniz de olayları etkileyecektir. Bu yüzden olayların doğuracağı sonuçlardan sorumlusunuz. Düşünce sözü imajinasyonun da karşılığıdır, çünkü düşünceden hemen sonra imajinasyon gelir, onlar at başı giderler. Ruhtan gelen tesirlerin olduğu gibi düşüncelerin de beyinle ilişkisi vardır. Fazla düşünen bir kimse, ruhundan gelen tesirlerle beynin çeşitli yerlerine tesir ederek onları harekete geçirir ve buralarda bir faaliyet, bir gerilme meydana gelir. Gelen tesirlerin artmasıyla beyindeki faaliyet de iyice artar ve düşüncenin imajinasyona çevrilmesi o oranda kolaylaşır. İmajinasyon faaliyetinde beynin büyük rolü vardır. Dünyada alınan duyumlar belirli yerlere giderek beyindeki ilgili merkezlere etki ederler, bu etkilerin sonuçları da perispiriye nakledilir. Perispiri tüm tesirleri toplar ve sentez yapar, işte bu şuurdur. Elbet şuur da düşünce gibi perispiriye ait bir melekedir. Spadyumdayken beyniniz yok, ama orada düşünmediğinizi mi sanıyorsunuz? Dünyadayken perispiriden sentezlenerek gelen tesirlerin beyinde bir takım reaksiyonlar yaptığını, bilinç, idrak, imajinasyon gibi çeşitli melekelerin tezahür ettiğini bilin. Bu olaylar birbirine bağlı şeylerdir, bu yollarda aksama olması şuursuzluk hallerini doğurur. Perispirideki her olay ruhun tesiri ve bilgisi dahilindedir. Şuuraltının tezahürleri ise perispirideki oluşumların zaman zaman ortaya çıkışıdır.” (Sayfa: 69-71)
DOSTLAR PLANI (Celse 23. 10. 1959) : “Perispiride enerji yoktur, o enerjiyi ruhtan alır. Beden meydana gelirken ruhun enerjisinden yararlanıldığı gibi, dışardan da büyük yardımlar yapılır. Bu yardımlar genellikle ruhun onayı alınarak yapılmaktadır. Yardımcı enerjilere enerjiden çok tesir demek daha uygundur. Yardımcı tesir ruha yapılır, ruh aldığı bu tesirle harekete geçer. Gelen yardımcı tesirler varlığın evrimini hızlandırıcı ve şartları hazırlayıcı tesirlerdir.” (Sayfa: 71)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 10. 1959) : “En büyük hız ışık hızı değildir. O kadar hızlı vibrasyonlar vardır ki onları zaman ve mekanla kıyaslayamazsınız. Böyle olunca, ışık hızının perispiriyle ilişkisinden dem vurulamaz.” (Sayfa: 71)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 3. 1960) : “Mezarlarda bozulmadan kalan cesetlerin esrarı soruldu. Öyle varlıklar vardır ki maddi ortama bağlılıkları çok güçlüdür. Bu varlıkların evrim düzeyi dünyadan kopamadıkları için elbette geridir, öldükleri zaman bedenlerini bir türlü terk edemez, ona sürekli tesirler gönderirler, bu tesirlerle ceset mezardaki ortamda korumaya alınır. Eğer varlığın gönderdiği tesirler bedene musallat olan mikro organizmaların tesirlerinden üstünse beden bozulmadan kalabilir. Eğer mikro organizmaların tesirlerine engel olamayacak güçteyse beden çürüyecektir. Çürüme varlığa büyük ıstırap verir, ama sonuçta çektiği ıstırap evrimine hizmet eder. Hint fakirlerinin toprak altında gıdasız ve havasız yaşama olayında ruh ve beden arasında daha sıkı bir ilişki vardır. Burada, mezardaki ceset gibi çaresiz bir durum olmadığından bedene hakimiyet daha fazladır. Ama aynen diğerinde olduğu gibi ruhtan bedene sürekli tesir akmaktadır.” (Sayfa: 72)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 4. 1960) : “Maddi ortamda deneyim yapan bir ruhun maddeye etki edebilmesi için perispiri kanalından geçen tesirler göndermesi gerekir. Maddi ortamlarda evrimleşip madde üstü ortama ulaştığında perispirisiz dolaşacaktır. Ruh, maddi ortama etki etmek istediği zaman sahip olduğu güçle perispirisini tekrar meydana getirebilir. Perispiriyi ruhun üzerinden hiç çıkarmadığı bir elbise gibi düşünmemek gerekir.Yeni perispiri en son evrim düzeyindeki süptillikte olacaktır.” (Sayfa: 73)
DOSTLAR PLANI (Celse 24. 6. 1960) : “Perispirideki maddeler atomda bulunan maddeleri barındırır, ne var ki onlar kaba madde düzeninde değildirler.” (Sayfa: 74)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Dünyadaki hafızanın ruhsal hafızadan daha dar olmasını sağlayan mekanizma soruldu. Perispirinin burada çok büyük rolü vardır. Perispiri spadyumda ruhun isteğine göre düzenlenir, belirli tesirleri geçirip belirli tesirleri geçirmemek üzere ayarlanır.” (Sayfa: 74)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Şuur, evrimle gelişen asıl hafızadır diyebilirim. Asıl hafıza kaybolmayan hafızadır.” (Buradaki hafızadan kasıt, elde edilen bilgilerin varlıkta kalan izlenimleridir) (Sayfa: 75)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : Bir olayın olması gerekiyorsa, o olay üst planlar tarafından gönderilen bir ilhamla o kişiye yaptırılır. Fakat kişi bu olayı neden yaptığını bilmez. Bu çeşit tesirlere içgüdü denir.” (Sayfa: 75)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 3. 1960) : “Şuur ve şuuraltı ayırımı madde aleminde yaşayan varlıklara göredir, manevi alemde şuur ve şuuraltı ayırımı yoktur, çünkü bir tek şuur vardır. Bu tek şuur bazı varlıklarda gerektiğinde daraltılabilir. Dünyada yaşayan varlıklar bu şuurun sınırlı bir kısmını kullanırlar, kullanılan şuurun dışında kalan şuura şuuraltı denir. Şuuraltı, varlığın dünyasal yaşamında hatırlaması gerekmeyen kısımdır. Şuur ve şuuraltı için şöyle bir benzetme yapabiliriz: Büyük bir dairenin içinde küçük bir daire düşünün. Küçük daire bir fotoğraf makinesinin diyaframı gibi açılıp kapanarak ayarlanabilsin. Bu durumda küçük daire dünyada yaşayan kişinin şuuru, büyük daire ise şuuraltıdır. Küçük dairede geçen olaylar şuuru genişlettikçe diyafram açılır, şuuru daralttıkça diyafram kapanır. Küçük daire genişledikçe, yani insan evrimleştikçe bu gelişme büyük daireyi de etkileyecek, yani şuuraltı daha kapsamlı hale gelecektir.” (Sayfa: 75-76)
DOSTLAR PLANI (Celse 4. 12. 1959) : “Bitki ve hayvan aşamasındaki varlıklarda da reenkarnasyon var mıdır diye soruldu. Evet vardır. Daha önce de söylediğim gibi evrim arttıkça evrim hızı da o oranda artar. Bitki ve hayvan evrimi insana kıyasla daha yavaş olduğu için onlar çok sayıda enkarnasyona ihtiyaç duyarlar.” (Sayfa: 76)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Ruh, evrimi idrakiyle orantılı bir varlıktır. İdraki genişledikçe evrimi hızlanacak, deneyimleri arttıkça idraki genişleyecektir. Dünya planındaki ruh ister dünya planında kalsın, isterse öte aleme (spadyuma) geçmiş olsun sürekli deneyim içindedir. Deneyim içinde idraki genişleyecek, o oranda da evrimi artacaktır.” (Sayfa:77)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “İnsanlar elbette dünya yasaları içinde evrimlerini yaparlar. Eğer insanların evrimleri sadece yukardan gelen tesirlerle olsaydı dünyaya gelmenin bir anlamı kalmaz, evrim spadyumda tamamlanır biterdi. Dünyadaki bir varlığın kendi çabasıyla bazı işleri yapabilmesi gerekir. Bir maddeye gelen tesir ona gerekli olan tesirdir. Ama madde bu tesiri ister kabul eder, isterse reddeder, burada önemli olan maddenin isteğidir. Bu istek sizi şaşırtmasın, üst varlığın isteğiyle alt varlığın isteği arasında mekanizma ve seyir bakımından bazı ayrılıklar vardır. Maddenin değişimi için gelen bu tesirler ruhlara bir takım yollar gösterirler. Bu sayede maddeler de, maddelerin içindeki diğer şeyler de evrimleşirler. Maddeye tesir ruh kanalıyla gelir, ama bu tesir sonsuz değildir, eğer sonsuz olsaydı çeşitli iradeler çarpışacak ve bir çelişki ortaya çıkacaktı. Oysa onların evrimlerini idare eden varlıklar ruha sınırlı özgürlük verirler. İnsan verdiği kararları tam bir özgürlük içinde değil, belirli sınırlar içinde verir, çünkü vereceği karar başkasının evrimine zarar verebilir, işte önlenmek istenen budur. Bazı durumlarda sınamak için büyük bir irade özgürlüğü verilir, fakat yine de hareket ve olayların belirli sınırı aşmasına izin verilmez.” (Sayfa: 79)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Ataleti tanımlarken, koşullar aynı kaldıkça toplum mevcut durumunu korur diyorsunuz. Bu koşullardan hangisini görebiliyorsunuz? Gördükleriniz sınırlıdır, oysa koşullar o kadar değişiyor ki görmediğiniz, hissetmediğiniz için onlara yok diyorsunuz. Maddeye gelen tesirler sürekli değişmekte, madde de düzeyine göre bunlara bir reaksiyon göstermektedir. Bu da maddenin atıl olmadığını ve koşulların sürekli değiştiğini gösterir.” (Sayfa: 80)
DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Yaratılışın maddeden önce olduğunu söylemiştim. Maddeden önceki devirde evrimleşen varlık sonunda madde düzeyine gelir. Burada, toplum halinde bulunan madde içinde büyük olaylar olmakta, olaylar içerisinde birçok maddeler evrimleşmektedir. Öyle bir an gelir ki, bu maddelerin içinde deneyimlerini tamamlamış olan bazı maddeler birbirlerine tesir etme özelliğini kazanırlar. Bu tesir çeşitli şekillerde olur: 1- Daha aşağı düzeyde olan maddelerin evrimlerini hızlandırmak için onlara gücü oranında tesir göndermek. 2- Daha üst planlardan gelen tesirleri kendinden daha aşağı düzeyde olanlara gerektiği oranda dağıtmak. Böylece evrimleşen madde etki alanını genişletir, uzunca bir süre sonra bir madde topluluğu onun idaresi altına verilir. O artık maddelikten çıkmıştır. Maddelikten çıkması, maddeden doğarak, madde ile yoğrularak, maddeyi evrimleştirerek olmuştur. Böylece o maddenin organizatörü veya ruhu olmuştur. Maddenin ruh haline gelmesi için uzun aşamaların kat edilmesi gerekir. Bu yol çok uzun ve meşakkatlidir. Ruh büyük bir aşamayı atlatmıştır, madde ise hala birinci aşamayı yaşamaktadır.” (Sayfa: 80-81)
DOSTLAR PLANI (Celse 27. 11. 1959) : “Ruh da maddeden çıktığına göre ruhtan gelen tesirler maddidir diyemezsiniz. Evrimleşmemiş bir varlığı göz önüne alın, bu varlık bir ortamda evrimleşmeye bırakılmış olsun. İlk andaki evrim düzeyine A diyelim, bu varlık uzun bir süre sonra bir takım deneyimlerden geçerek evrimleşecek ve birçok şey kazanacaktır, bu haline de B diyelim. Aslında A ve B varlıkları aynı kişidir, fakat artık A B’ye eşit değildir. Böylece madde çok uzun bir evrim silsilesinden sonra büyük yetenekler kazanmış ve ruh haline dönüşmüştür. Bu ruh artık madde değildir ve ruhla maddenin göndereceği tesirler de değişik olacaktır. Ruhtan bir takım tesirler maddeye gelmektedir, ancak ruhun doğrudan doğruya maddeye tesir edemediğini biliyoruz. Bir de perispiriden söz ediyoruz, perispirinin görevi ruhtan gelen tesirlerin maddeye ulaşmasını sağlamaktır. Ruhun tesirleri maddeye ancak belirli şartlarda etki edebilir. Siz ruhla maddeyi birbiriyle hiç ilişkisi olmayan iki ayrı kutup gibi görüyorsunuz, oysa onlar birer evrim aşamasıdır. Çok kaba bir örnek de olsa, cahil biriyle bir bilgini kıyaslayın. Bilginin tesir sahası cahile oranla daha geniş olacak ve bilginin cahile hitap edebilmesi için bir takım yollar seçmesi gerekecektir, yani doğrudan hitap edemez. Ruhu tarif ederken, ruh bir ortamı gösteren isimden başka bir şey değildir demiştik. O bir düzeyi gösteriyor, artık o düzey kendinden daha aşağı düzeyle ilişkili bir düzey değildir, hala onda eski maddi nitelikleri aramak yanlıştır. Cahilin cehaletini, o cahil evrimleştikten sonra da aramak gibi bir şeydir bu! Bilgin’in cahille ilişkisi bilgini cahil yapmaz, aksine cahili bilgine yaklaştırır. Daha aşağı düzeyle ilişkide bulundu diye ruhun da o düzeyde olması gerekmez, ruhun tesiri maddeye geldiği an maddi olarak gelir.” (Sayfa: 82-84)
DOSTLAR PLANI (Celse 11. 12. 1959) : “Evrende öyle bir yapılanma vardır ki varlıklar düzeylerinden fazlasını alamazlar. Çevrenizde alamadığınız, almanıza da gerek olmayan milyonlarca tesir vardır, ama bundan haberiniz bile yoktur. Aldığınız tesirler birçok kanaldan geçmekte ve alabileceğiniz düzeye indirgenmektedir, ayrıca bu tesirler sizde de bir takım değişimlere uğramaktadır.” (Sayfa: 84)
DOSTLAR PLANI (Celse 18. 12. 1959) : “Acaba siz tam anlamıyla kendi kendinize mi evrimleşiyorsunuz? Hiçbir taraftan müdahale yapılmasa acaba evriminiz ne durumda olurdu? Daha evvel de söylediğim gibi aşama arttıkça hız da artmakta, imkanlar da o oranda fazlalaşmaktadır. Demek istiyorum ki, düzey düştükçe varlığın evrimine müdahaleler de artar. Ruh haliyle madde halini birbirinden ayıran yegane nitelik de işte budur. Birçok yönden gelen tesirler gibi, toplum halinde bulunan maddelerin birbirine gönderdiği tesirler de evrime yardım eder. Böylece evrimi maddi bir atomun, elektronun, nötronun değil, kitlenin ve toplumun evrimi gibi düşünmek gerekir. Fakat bu kadar ince detaya girmeye gerek yok. Eskilerin, ruh bağımsız olarak yaratılmıştır şeklindeki kanaati değiştirilmemiş, ama verilen bilgilerle derinleştirilmiştir.Tüm maddi varlıklar ve evrenler sonunda ruh olacaklar mı diye soruldu. Evet, evrimlerinin seyrine tabi olacaklar, ama bunu sizin zamanınızla kıyaslamayın, çünkü onların evrimi çok yavaştır. Bu konuyu aranızda görüşün, ama celse dışındakilere açmayın, şimdi zamanı değil, bunları kavramak çok güçtür!” (Sayfa: 85-86)
DOSTLAR PLANI (Celse 22. 1. 1960) : “Yukardan gelen tesirlerin daha alt düzeye indirilmesine medyumlar da, tüm insanlar da dahildir. Ruhtan gelen tesirlerin perispiri ve beyin yoluyla değiştirilerek maddelere etki ettiğini söylemiştim. İnsan vücudunda bulunan her madde insan bedeninden tesir almaktadır. Maddeler de aldıkları bu tesirleri kendi çaplarında daha alt kademelere nakletmektedirler.” (Sayfa: 86)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 4. 1960) : Bir cismi, canlıyı, insanı, güneş sistemini ve evreni incelediğimizde görürüz ki olaylar birbirine bağlıdır ve belirli bir amaca doğru gitmektedir. Gördüğünüz tüm şeyler belirli varlıklar tarafından yönetilmektedir. İnsan bedenindeki her hücre insan ruhuna, böceğin hücresi de böcek ruhuna bağlıdır ve onun sorumluluğu altında evrimleşmektedir. Dünyanın ve evrenin evrimiyle ilgilenen varlıklar da vardır. Ayırımsız tüm bu varlıklar tek bir kaynaktan tesir almaktadır, o tesire her an muhtaçtırlar. Varlıklara verilmiş yetenekler ve kendi çabalarıyla kazandıkları düzeyler onları ancak belirli bir noktaya kadar götürebilir, ancak o düzeyin gereğini yapabilirler. Varlığın evriminin ilk aşamasıyla son aşaması arasında devasa farklar vardır, bu gelişme ilhamlarla, irşatlarla, dinlerle, mesajlarla olmaktadır. Ama hepsi de ilk Kaynaktan gelen tesirlerin naklidir, varlık o tesir olmadan yok demektir. Bir varlığa gönderilen ilhamların kesilmesi demek, onun belirli bir düzeyden yukarı çıkamaması demektir.” (Sayfa: 86-87)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “İbadet, maddi gailelerden uzaklaşarak maddi olmayan ortamdan tesirler almaya hazırlanmaktır. İnsanlar çok eski çağlardan beri ibadet etmişlerdir, ama birçoğu işin esasını anlamamış yalnız şekil üzerinde durmuştur, oysa şekil sadece bir ibadet aracıdır. Dinlere bir göz attığınızda ibadet zamanlarının dinlerin evrimiyle çoğaldığını görürsünüz, bu da insanların manevi hayatla bağlarını güçlendirdikleri oranda evrimleştiklerini gösterir. Eğer her fırsatta varlığınızın hikmetini, Tanrının büyüklüğünü ve manevi dünyadan tesirler almayı düşünebiliyorsanız bu bir ibadettir, bunu yapamıyorsanız dinlerin emrettiği ibadeti yapınız. İbadet insanın evrimi için gereklidir, ibadeti çoğalttığınızda hem tesirler alabilir hem de dünya işleriyle meşgul olabilirsiniz. Şekle bağlanın ya da bağlanmayın, belirtilen koşulları yerine getiriyorsanız ibadetiniz tamamdır.” (Sayfa: 88)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Dezenkarne olmuş bir varlık öte aleme hemen uyum sağlayamaz, dünyadaki bağlarını birdenbire koparamaz. Bu bağlar aile bağları olduğu gibi, eş dost, samimi arkadaş bağları da olabilir. Bu yüzden varlık kendini yalnız hisseder, korku içindedir. Kendisiyle ilgili bir şeyler düşünülmesi, geçici bağlar kurulması onu sevindirir. Karmaşa devirleri kısa süren ve öte aleme hemen uyum sağlayan varlıklar için bu pek bir şey ifade etmez, çünkü o spadyumda birçok varlıkla bağlantıya geçmiştir bile. Dua yoluyla gönderilen tesirler yalnızlık çeken varlığa gidecek ve onu kısmen de olsa teselli edecektir, ama diğeri için bu bir şey ifade etmez.” (Sayfa: 89)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 1. 1960) : “Öte aleme geçmiş varlığın yaptığınız dualara ihtiyacı varsa hemen kendisine iletilir, eğer dua varlığın öte alemdeki durumuna zarar verecekse kendisine bildirilmez. Kısaca kötü bir dua varlığa bildirilmez, iyi dua bildirilir. Öte aleme geçen varlığın yararına olacaksa bazen kötü dua da kendisine bildirilir, yani yaptığınız dualar başıboş seyretmezler. Dua dediğiniz şey bir tür tesirdir, spadyumda bu tesirleri yönlendiren ve varlıkların evrimiyle ilgilenen görevliler vardır.” (Sayfa: 89)
DOSTLAR PLANI (Celse 15. 4. 1960) : “İnsanlar hangi düzeyde olurlarsa olsunlar çift yönlüdürler, yani hem maddi hem de manevi yönleri vardır. Bir insan için her gün yemek yemek nasıl bir ihtiyaçsa, manevi tesir almak da öyle bir ihtiyaçtır, bu ihtiyaç varlıkların evrim düzeyine göre değişir. Evrim ilerledikçe manevi tesirler de artmaktadır. Türbelere bez bağlamak, onlardan dilekte bulunmak elbette yanlıştır, dua ve dilek yalnız Allah’a olmalıdır. İstek ve dileklerinizin düzeyi ne kadar yüksek olursa, ona yanıt verecek Görevli Plan da o kadar yüksek olur.” (Sayfa: 90)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Dua bir istektir, dua bir dilekçedir. Bu dilekçe elbette en küçük makama hitaben verilir, oradan da layık olduğu düzeye iletilir. Duanın kabul edilebilmesi için güçlü ve samimi olarak yapılması, istenen şeyin varlığa ve diğer varlıkların evrimine engel olmaması gerekir.” (Sayfa: 90)
DOSTLAR PLANI (Celse 13. 11. 1959) : “Beddua etmek, karşı tarafa kötü tesirler göndermek demektir. Bu tesirlerin yapacağı etki gönderilen kişinin alıcı yeteneğine bağlıdır. Eğer bedduayla tesir gönderilen kişi gelen tesirlere karşı pasif durumdaysa tesirler işleyecek bir ortam bulmuş demektir, bu durumda yapabilecekleri zararı yaparlar. Bedduanın etki edip etmemesi iki faktöre bağlıdır. Birincisi, varlığın kendi evrimidir, yani gönderilen beddua varlığın evrimine uygunsa etki eder, değilse önlenir. İkincisi, varlığın evrimlerinden sorumlu olduğu diğer varlıklardır, yani beddua varlığın sorumlu olduğu varlıkların felaketine yol açacaksa yine önlenir.” (Sayfa: 90-91)
DOSTLAR PLANI (Celse 1. 7. 1960) : “Din tarafından yasaklanan faiz, istismar edilen, hatta yardım şeklinde gösterilip karşı tarafın zaafından yararlanarak o kimseye yardımcı olacağı yerde zararı dokunan faiz şeklidir. İhtiyaç içinde kıvranan bir zavallıya yardım elini uzatacak yerde ona yüksek faiz oranıyla borç vermek insanca bir davranış değildir, o yardım değil baltalamadır, dinlerin yasakladığı faiz işte budur. Faiz hak edilen oranda alınırsa yardım, aksi takdirde kötülük olur.” (Sayfa: 91)
DOSTLAR PLANI (Celse 30. 10. 1959) : “Cennet ve cehennem, varlıkların verilen süre içinde yaptıkları hareketlerin sonucudur. Kıyamet ise verilen sürenin bitimidir.” (Sayfa: 91)
DOSTLAR PLANI (Celse 25. 9. 1959) : “Allah göklerin ve yerin nurudur.” Bu ayette söylenmek istenen şudur: Allah göklerin ve yerin yaratıcısıdır, göklere ve yerlere sürekli tesirler göndermektedir. Fakat daha evvel de söylediğimiz gibi tesirler bir takım istasyonlardan geçmektedir. Bu tesirler doğrudan doğruya Allah’tan gelecek olsaydı ona hiçbir madde ve ruh dayanamazdı. Bu ayetteki nur kelimesi tesir anlamına gelir. Her şeyi yaratan ve idare eden odur, tüm evrenlerin yönetim planı birdir.” (Sayfa: 92)
DOSTLAR PLANI (Celse 2. 10. 1959) : “Hayat dediğimiz zaman ruh ve maddenin ortak yaşamını kastetmiş oluruz. Dünya güneşten koptuktan sonra maddi açıdan birçok aşamalar geçirdi. Ve öyle bir an geldi ki, bir ruh dünya maddeleriyle ilişkiye geçti ve hayat başladı.” (Sayfa: 94)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “Ruhlar daha önce yaratılmıştı, onlara belirli bir zemin hazırlanıyordu. Dünyada su oluştu ve istenen koşullar gerçekleşmeye başladı. Böylece o ruhlar dünyada yaşamaya başladılar.” (Üstte sözü edilen ruhlar, dünyaya inmeye aday olan ruhlardır) (Sayfa: 94)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 6. 1960) : “ Güneş sisteminde total bir tesir dengesi vardır. Bu tesir her kitlede bulunmakla birlikte Güneş bunların odağıdır. Tesirler hem Güneş’ten kitlelere, hem de kitlelerden Güneş’e yayılırlar, ama asıl tesir Güneş’ten gelmektedir.”
(Sayfa: 95)
DOSTLAR PLANI (Celse 8. 1. 1960) : “Güneş sistemini yöneten Yüksek Varlıklar hata yapmazlar, çünkü Yüksek Varlıkları yöneten Varlıklar, o Varlıkları da yöneten Varlıklar vardır. Hata deyince, bilgisizlik yüzünden kitlelerin evrimine engel olmayı ya da evrimin hızını kesmeyi anlıyorum. Bu Yüksek Varlıklar hata yapacak olurlarsa büyük bir kitlenin evrimine engel olurlar, bu da kurulan düzene aykırıdır. Demek istiyorum ki, o Yüksek Varlıkların Mutlak Bilgiye oranla bilgisizlikleri yoktur ve hata yapılmasına mutlaka engel olunur. Onların görevlerindeki başarı ya da başarısızlığı hata yapmak ve hatadan kurtulmak anlamında düşünmeyiniz, onlar anladığınız anlamda hata yapmazlar. Size o varlıkların evrimi hakkında bir şey söyleyemem, çünkü o konuda hiçbir bilgiye sahip değilsiniz.” (Sayfa: 95)
DOSTLAR PLANI (Celse 6. 11. 1959) : “Evren kurulmuştur. Bu kuruluşta birçok aşamaların, birçok varlıkların, evreni meydana getiren maddelerin ve o maddeler üzerinde deneyimler geçiren canlıların rolü vardır. Evrenin kurulmasını emreden Allah’tır. Evren derken, sadece sizin yaşadığınız evreni kastetmiyorum. Eski bir celsede başka evrenden de bahsetmiştim. Evren bir gün çözülecek mi diye soranlara, her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da olacaktır diyorum.” (Sayfa: 95-96)
DOSTLAR PLANI (Celse 3. 9. 1959) : “Evren sandığınız gibi başıboş bırakılmış bir madde topluluğu değildir. Onu yöneten devasa bir varlık grubu vardır, ayrıca idare eden bir varlık da vardır. Evren de bir bedendir, onu yöneten Üst Varlık da bu evrende deneyimlerini yapıyor. Evrenin dezenkarnasyonu anladığınız şekillerin çok ötesindedir, onun dezenkarnasyonu başka şekilde olmaktadır, daha fazla şey söylemeye gerek yok, çünkü idrakiniz almaz! Bir an gelir ki içinden çıkılmaz bir durum oluşur, bu da size bir sıkıntı ve o noktada bir duraklama getirebilir.” (Sayfa: 96)
DOSTLAR PLANI (Celse 16. 10. 1959) : “Melek için dinlerde, “mütekamil olarak yaratılmıştır” denir. O zamanki insan düzeyinin bu konuyu kavramaya elverişli olmadığı, kavrasa bile faydadan çok zarar getireceği düşünülmüş ve dinlerde anlatıldığı şekliyle aynen kabul edilmesi istenmiştir. Her varlık ulaştığı düzeye Allah’ın izni ve kendi gayreti ile gelir. Melekler de bir evrim silsilesi geçirmiş varlıklardır. Bu varlıkların ille de sizin gibi maddi bir alemde deneyim geçirmesi gerekmez, onlar belirli ortamlarda evrimlerini tamamlayarak bulundukları düzeyi hak etmişlerdir. Meleklerle İdareci Mekanizmalar aynı şeydir. Melekler ezelden beri vardı demek, onlar Allah’la birlikte vardılar demektir ki böyle bir şey olamaz.” (Sayfa: 96-97)
DOSTLAR PLANI (Celse 9. 10. 1959) : “İdareci Mekanizmalara Allah’ın ihtiyacı mı var diye soruldu. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Size anlattığım İdareci Mekanizmalar Allah’ın kurmuş olduğu düzenlerin bir parçasıdır. O kurduğu düzenleri onlara muhtaç olduğu için kurmamıştır. Neden böyle yapmıştır onu ben de bilmiyorum!” (Sayfa: 97)
PSiKOKİNEZİ – Aktif Zihin Gücü
Kısaca PK denilen ve ‘psişe-hareket’ anlamına gelen psikokinezi sözcüğü, organik ya da inorganik maddenin zihin gücüyle etkilenmesine denir. Daha çok zihnin maddeye hakimiyeti olarak bilinen bu paranormal olgunun çeşitli tezahürleri vardır. Telekinezi (uzaktan hareket), kriptokinezi (gizli hareket), telerji (uzaktan eylem) bu tezahürlerdendir. (Sayfa: 8)
Ünlü medyumlardan Uri Geller ‘Öyküm’ adlı kitabında dünyaca tanınmış bilim adamı ve roket uzmanı Dr. Wernher von Braun’a psikokinezi yeteneğini nasıl kanıtladığını şöyle anlatmaktadır: “Dr. Braun’dan altın nikah yüzüğünü çıkarıp avucunda tutmasını rica ettim. Eline ya da yüzüğe değmemeye dikkat ederek elimi elinin yanına koydum. Yüzük birden bükülerek oval bir şekil aldı. Dr. Braun yeteneğim konusunda kuşku duyduğunu ama bükülme olayı meydana geldiğinde şaşırdığını kabul etti. Daha sonra bir gazeteciye şöyle dedi: “Geller hiç dokunmadan avucumda duran nikah yüzüğümü büktü. Bunu nasıl yaptığını bilmiyorum, hiçbir bilimsel açıklama yapamam. Bütün bildiğim şu ki, yüzüğüm önce daire şeklindeydi, şimdi ise oval.” (Sayfa: 9)
Bilim adamları, Sovyetlerin ünlü PK medyumu Bn. Mikhailova’nın iki metre ötesinde duran bir cam akvaryumun içindeki tuzlu eriyiğe bir çiğ yumurta kırmışlardı. Bn. Mikhailova konsantre olarak kameraların ve tanıkların gözleri önünde yumurtanın akını sarısından ayırmış, sonra tekrar bir araya getirmişti. Sovyet bilim adamları bu deneyi filme aldılar. (Sayfa: 15)
Vadim Marin, bir Sovyet gazetesinde yayımlanan ‘Psi Fenomeni’ adlı yazısında tanık olduğu bir Bn. Mikhailova olayını şöyle anlatıyor: “Bn. Mikhailova yemek masasında oturuyordu. Masanın üzerinde biraz ötede bir ekmek parçası vardı. Mikhailova konsantre olarak bakışlarını ekmek parçasına yöneltti. İki dakika sonra ekmek parçası hareket etmeye başladı, kesik kesik hareketlerle ilerliyordu. Masanın kenarına yaklaştığında daha hızlı yol almaya başladı. Mikhailova başını eğerek ağzını açtı, ekmek sıçradı ve ağzına girdi. Rüya görmediğimden ya da hipnotize edilmediğimden emindim, çünkü olay filme alınıyordu.” (Sayfa: 16)
Çek bilim adamı Dr. Zdenek Rewdak, 1968 yılında Moskova’da katıldığı bir parapsikoloji konferansında şöyle diyordu: “ Bir cam kavanozun içini sigara dumanıyla doldurduk ve kavanozu baş aşağı çevirerek Bn. Mikhailova’nın önüne koyduk. Mikhailova belirli bir uzaklıktan konsantre olarak sanki katı bir cisimmiş gibi sigara dumanını ortadan ikiye böldü.” (Sayfa: 16)
Bir PK deneyi sırasında bir terazinin her iki kefesine de 30 gramlık iki eşit ağırlık konmuştu. Bn. Mikhailova bu kefelerden birini 6-8 saniye süreyle aşağı doğru bastırmayı başardı. Sonra yukarda kalan kefeye 10 gramlık bir ağırlık daha eklendi, fakat terazinin durumunda bir değişiklik olmadı. Mikhailova konsantrasyondan çıkar çıkmaz ağır kefe hemen aşağı indi. (Sayfa: 16)
Leningrad’da yürütülen bilimsel bir deneyde Bn. Mikhailova bir kurbağanın kalp atışlarını etkileyerek daha hızlı ya da daha yavaş atmasını sağlamıştı. Bir başka sefer de kuşkucu bir bilim adamının kalp atışlarını hızlandırmıştı. Kalp atışları o denli hızlanmıştı ki adam yere düşüp bayıldı. Bilim adamı bu olaydan sonra Mikhailova’nın olağanüstü güçlere sahip olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. (Sayfa: 17)
Prof. Riccardo Salvadori’nin anlattığına göre, Atina Üniversitesinin fizik laboratuvarında ünlü Yunanlı araştırmacı Prof. Tanagras ile üç meslektaşının gözlemledikleri bir deney sırasında Yunanlı Bn. Clio Georgiou bir pusulanın iğnesini saptırmıştı. Bir süre sonra bu yeteneğini Floransa Üniversitesinin antropologlarından Lidio Cipriani ile Prof. Tanagras’ın huzurunda tekrar gözler önüne serdi. İlk deney sırasında iğneyi istediği zaman oynatıp istediği zaman durduruyordu. İkinci deneyde ise iğneyi ekseni etrafında döndürmüştü. Gün ışığında yapılan bu deneylerde pusula iki ayrı cam kutu içinde korunuyordu, herhangi bir sahtekarlık söz konusu değildi. (Sayfa: 17)
Harry Price’ın kendi laboratuvarında medyum Stella ile yürüttüğü deneylerde odada sık sık ısı değişiklikleri meydana gelmişti, genellikle oda anormal şekilde soğuyordu. Price çevreye termometreler yerleştirip ara sıra bunların fotoğrafını çekerek bu fenomenin bir kuruntu olmadığını, ısının celseler sırasında esrarengiz şekilde düştüğünü ortaya koydu. Isı değişimleri bazen 10 derecenin üzerinde oluyordu. (Sayfa: 22)
Belfast’taki Queens Üniversitesinde psikolog olan John Beloff, mikroskobik partiküllerin makroskobik partiküllerden çok daha kolay etkilenmesi gerektiğini düşünmüş, ‘doğanın zarları’ dediği atom altı partikülleri kullanmayı düşünmüştü. R. Chauvin ve J.P. Genthon adlı iki Fransız bilim adamı Beloff’un bu düşüncesinden hareketle radyoaktif kaynak olarak uranyum nitratı seçtiler. Partiküllerin yayımlanma hızını ölçmek için bir Geiger cihazı kullandılar. Süjeleri deneye ilgi duyan iki öğrenciydi. Görevleri cihazın vereceği sinyalleri hızlandırmak ya da yavaşlatmaktı. Sonuç başarılıydı, öğrenciler cihazı etkilemişlerdi. Araştırmanın sonuçları Beloff’un haklı olduğunu ortaya koydu. Psikokinezi gücünden atom altı düzeyde etkili sonuçlar alınıyordu. Bu çok önemli bir buluştu, atom altı partiküllerin öyle katı cisimler olmayıp elektromanyetik alanlardan oluştukları biliniyordu, bu elektromanyetik alanı yine bir elektromanyetik alan etkileyebilirdi. Böylece psikokinezi gücünün bir elektromanyetik alan fenomeni olduğu ortaya çıktı. (Sayfa: 26-27)
İngiliz fizikçisi Benson Herbert, Bn Mikhailova’yla yaptığı deneyleri tamamladıktan sonra medyumun PK gücünü bir de kendi üzerinde denemek istemişti. Mikhailova kendi derisinde veya bir başkasının derisinde yanıklar oluşturabiliyor, sonra da bunları yok ediyordu. Herbert daha önce bunu denemiş ve aşırı bir sıcaklık hissetmişti. Mikhailova’ya kolunu uzatarak bu sefer ne kadar acı duyarsa duysun deneyi kesmemesini rica etti. Medyum Herbert’in kolunu tuttu ve konsantre oldu. Bir süre sonra Herbert şiddetli bir ağrı duydu, dişlerini sıkarak serbest kalan eliyle alnına vurdu, çok acı çektiği belliydi, beş dakika sonra da kendinden geçti, Mikhailova deneyi kesmek zorunda kaldı. (Sayfa: 35)
Bn. Mikhailova psikokinezi yeteneği hakkında Benson Herbert’e şöyle demiştir: “Bir objeyi ne zaman harekete geçireceğimi anlarım. Obje harekete geçmeden önce karıncalanma hissine benzer güçlü bir enerji belkemiğimden beyin tabanıma doğru yükselmeye başlar, görme gücüm etkilenir, tansiyonum yükselir. Bir grup kibrit arasından hangi kibritin hareket edeceğine ve hangi yöne gideceğine karar verebilirim. Bu kibritleri sanki patlıyormuş gibi merkezi bir noktadan dışa doğru dağıtabilirim. Deney yaptığım sırada hava serin olmalıdır. Özel herhangi bir rejim uygulamam, ama ne sigara ne de içki kullanırım. Ağır bir yemekten sonra deney yapmaya kalkışmam. Bir deneyle öteki arasında en az 5 dakika dinlenme ihtiyacı duyarım, aksi takdirde tansiyonum yükselir. Karanlıkta daha iyi çalışırım, şüpheci kişilerin bulunduğu ortamlarda çalışmam zorlaşır.” (Sayfa: 36-37)
Sovyet bilim adamı Dr. Sergeyev şaşırtıcı bir keşif yapmıştır. Kendi geliştirdiği özel bir alan dedektörünü klinik olarak ölmüş birinin cesedinin yakınına yerleştirmiş ve dedektörün faaliyete geçtiğini görmüştür. Cansız bedenin 3,5 metre kadar ötesinde nabız gibi atan elektromanyetik bir güç alanı oluştuğunu tespit eden Sergeyev, ölü bedenlerin de enerji yaydıklarını ileri sürmektedir. Bu keşif, ünlü medyum Eileen Garrett’in henüz ölmüş kişilerin bedenlerinden çıkarken gördüğü ‘enerji sarmallarını’ akla getirmektedir. Acaba Sergeyev dedektörüyle aynı fenomeni mi tespit etmişti? İşin ilginç yanı Sergeyev’in dedektör kayıtlarının, Bn. Mikhailova’nın PK (psikokinezi) çalışmaları sırasında yapılan dedektör kayıtlarına benzemesiydi. (Sayfa: 41)
Ünlü Rus bilim adamı Dr. Victor Adamenko, aynı zamanda çocuk psikoloğu olan Alla Vinogradova adlı PK medyumuyla başarılı deneyler yapmıştır. 1973 yılında Moskova’da Bn. Vinogradova’nın yeteneğine tanık olan batılı bilim adamı Dr. Stanley Krippner gözlemlerini şöyle anlatmaktadır: “Vinogradova bir iskemleye oturdu. David Hammond’la birlikte kendisini izliyorduk. Dr. Adamenko plastik masanın üzerine metal bir puro tüpü yerleştirdi. Vinogradova sağ elini tüpün yanına koyunca tüp hareket etmeye başladı. Masanın öteki ucuna ulaştığında elini bu kez öbür yanına koyunca tüp geri döndü. Adamenko daha sonra tüpü alıp yerine daha ağır bir tüp yerleştirdi. Vinogradova bu tüpü eline alarak birkaç kez sıvazladıktan sonra masaya bıraktı, tüp birden sıçrayarak kesik kesik hareketler yapmaya başladı. Sonra masaya bir pingpong topu kondu, Vinogradova elini 10 cm. kadar topun üzerinde tutarak çevirdi, top medyumun el hareketlerine uyarak dönmeye başladı. Daha sonra yuvarlak bir film kutusunu da bir aşağı bir yukarı hareket ettirdi. En sonunda masaya iki ayrı tüp kondu, Vinogradova ellerini her iki tüpün üzerinde tutarken Adamenko tüplerden birini işaret etti. Medyum ufak bir el hareketiyle işaret edilen tüpü masada yuvarlamaya başladı. Psikokinezide iradenin de rol oynadığını bu son deneyle anlamış olduk, medyum istediği objeyi harekete geçirebiliyordu. Bn. Vinogradova deneye son verdikten sonra istersem benim de aynı şeyi yapabileceğimi söyledi. Masaya yaklaştım ve onun el hareketlerini taklit ederek tüpü 15 cm kadar yuvarlamayı başardım.” Dr. Krippner yaptığı gösteriden sonra sağ elinde bir karıncalanma hissetmiş ve bu his iki saat kadar sürmüştü. (Sayfa: 41-43)
Dr. Adamenko PK fenomeniyle ilgili enerji alanlarını ölçmek için çeşitli cihazlar kullanmaktadır. Bir flüoresan lambasını Bn.Vinogradova’nın çevresine yerleştirerek elektro statik alanın varlığını tespit edebilmektedir. Bu alanın şiddeti bazen 10.000 volt/cm’ye kadar ulaşmaktadır. Adamenko kendi buluşu olan ‘biyometre’ cihazıyla hem bedendeki akupunktur noktalarını, hem de bu noktalar kanalıyla iletilen elektrik akımının gücünü tespit etmiştir. PK araştırmalarında Kirlian fotoğrafçılığını da kullanmıştır. Batı dünyasında da yayınlanan bu fotoğraflar, normal dinlenme anında ve PK çalışması sırasında Bn.Vinogradova’nın parmağından çıkan enerji desenlerini göstermektedir. PK çalışması sırasında ışınlar daha yoğun ve daha az dağınık haldedir. Normal olarak görülen mavi yeşil ışınlara ilaveten kırmızı lekeler de vardır. Adamenko bu sonuçların, PK çalışmasının başarılı olması için gerekli psişik konsantrasyon ve dikkatin odaklanması olgularını gözler önüne serdiğini söylemektedir. (Sayfa: 43-44)
EVRENSEL EVRİM YOLLARI
Aşağıdaki yazılar Dr. Bedri Ruhselman’ın evrimle ilgili çeşitli makalelerinden derlenmiştir.
Ruhun olgunlaşması deyince aklımıza ruhun maddi evrendeki melekelerinden ancak kavrayabildiğimiz kadarının açığa çıkmış hali gelir. Ruhun bu evrenden evvelki ve sonraki hayatı hakkında hiçbir bilgimiz ve tahminimiz olmadığı için, ruhların oralardaki durumlarını olgunluk niteliğiyle kıyaslayamayız.
Üstat diyor ki: “Ruhun maddelere bağlanmazdan evvelki hayatında daha gelişmiş durumda olup olmadığını soruyorsunuz. Bu sıfatlara gerek olmadığını söylemiştim. Evvelce söylediğim gibi ruhun maddelere bağlanması, görgüsünü artırmak için evrim aşamasına katlanmasıdır.” Bundan da anlaşılıyor ki evrim aşaması da bir araçtır ve asıl amaç ruhun görgüsünü artırmasıdır. Bu amaca ulaşmak için ruhlar evrim aşamalarını tamamlamak için maddi evrene girerler. Doğal olarak buraya ilk girdiklerinde maddeler karşısında tamamiyle görgüsüz ve deneyimsiz durumdadırlar, yani bu maddeleri doğa yasaları uyarınca kullanabilecek yetenekten yoksundurlar. Bu iş için gerekli melekeler kendilerinde henüz açığa çıkmamış olup saklı haldedir.
Melekelerin gelişimine yarayacak şekilde maddeler arasında deneyimler geçirerek bilgi toplayıp kudret sahibi olmak için ruhlar geçici olarak daha yoğun madde dünyalarına bağlanırlar. Fakat bu bağlılık bir esarettir, ruhun birçok melekesini kararttığından özgürlüğüne de engel olur. Geçici olan bu esaret şüphesiz daha geniş bir ruh özgürlüğü kazanmak için bir araç olacaktır. Şu halde ruhlar görgüsüzlükleri oranında maddelere bağlanmak zorundadırlar. Bu da o oranda onların özgürlüğünü ortadan kaldırır.
Öte yandan ruhların yoğun maddelere esir olmaları, o maddelerin bağlı olduğu doğa yasaları gereği kendilerinde bir takım eğilim ve hırsların doğmasına sebep olur. Demek ki yapılagelen maddi eylemler ve insanı yönlendiren hırslar sanıldığı gibi ruhun bünyesinde bulunan bir eksiklik değil, maddi bağlantılardan doğan gelip geçici bir sonuç, evrim amacına yönelik bir araçtır. Ruhu olgunlaştıracak araçlar, maddi bağlarının çözülmesine yol açan maddi faaliyetlerdir, aslında ruh bu faaliyeti göstermek için maddeye bağlanır.
Özetleyecek olursak evrim fikri bugünkü anlayışımıza göre ruhun madde evrenindeki durumuyla ilişkili bir kavramdır. Maddeyi ve tüm maddi kavramları ortadan kaldırınca ruhun varlığı da, evrim düşüncesi de ortadan kalkmış olur. Bu yüzden içinde bulunduğumuz evrende hiçbir şeyi madde düşüncesinden ayıramayız. Hatta en gayrı maddi sandığımız en saf ruhsal halleri bile ancak maddi kavramlarla idrak edebiliriz. En saf ilahi sevgi bile maddi kavramlarla yaşayabilir. Biz maddeden ve maddi kavramdan soyutlanmış bir ruhu sevemeyiz, çünkü o bizim için bir yokluktur ve yokluk sevilemez. En saf sevgiyle sevdiğimiz şey ruhun kendisi değildir, onun çeşitli maddeler arasındaki faaliyetlerinin tezahürüdür.
Madde evreninde yaşayan ruhlar için maddi ilişkilerden, maddi bilgi ve görgüden arınmış bir olgunluk düşünemediğimiz için, bu evrenin dışında bulunan varlıklar hakkındaki en yüksek olgunluk kavramımızın bile gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu anlamakta gecikmeyiz. Maddi bağlılıklar ruhları geriletir, fakat bu anlamdaki gerilemeyi ruhların maddi evrene inme amacı olan evrimin tam zıddı gibi düşünmemek gerekir. Bu gerileyiş olgunluğun zıddı değil, olgunluğa yardım eden bir evrim sürecidir. O halde, maddi dünyalarda geri durumlar içinde yuvarlanan ruhları kınamak değil yüceltmek gerekir. Hatasız, günahsız gerçeklere varmak ve yükselmek mümkün değildir. Bu durumda evrim ruhun bu evrene egemen olacak hale gelmesi, yani maddeler üzerindeki egemenliğinin ebedileşmesi demek oluyor. Henüz maddi evrenin esareti altında bulunan ruhlar için bu amacın gerçekleşmiş olduğu söylenemez.
Ruhların ideal bir aşamaya çıkabilmeleri için önce evrenin içinde, onun unsurları arasında yoğrulmaları, bazen pasif, bazen de nispeten aktif roller alarak birçok deneyimler geçirmeleri, doğa yasalarına ve evrene egemen olmayı öğrenmeleri gerekir. Ruhlar, çeşitli maddi evrim yollarında yürüyerek üç boyutlu alemin tüm realitelerinin üstüne çıktıktan sonra evrimlerine daha yüksek bir tertipte devam etmek üzere dört boyutlu alemde birleşirler. Artık orada bizim evrenimizde olduğu gibi bedenler, şekiller yoktur. Onlar için cinsiyet, insanlık, nebatlık, hayvanlık gibi bizim evrenimize has nitelikler söz konusu olamaz. Üstat’tan aldığımız mesajlar bu konuda bizi aydınlatmıştır: “Ben de insan aleminden geldim, bu yüzden ben insanım diyorum. Fakat araştırırsanız bugün sizin aleminizde olmadığımı anlarsınız. İnsanım derken, sizin dünyanızdan geldiğimi söylemek istiyorum.”
Evrimleştikçe ruhların etkinliğinin artması, çapını tahmin bile edemediğimiz büyük bir nedensellik ilkesine dayanmaktadır. Bu ilke ilahi yasaların gereği olan düzeni sağlar. Yaratılış, maddi evrenin sayısız çeşitliliğini meydana getiren oluşum hallerinden ayrı bir şeydir. Evrenimizde ne yoktan var olan, ne de varken yok olan bir şey vardır. Bu yüzden yoktan var oluş anlamına gelen yaratılış hakkında bizim hiçbir fikrimiz olamaz. Evrenimizde meydana gelen tüm olaylar maddelerin hal ve şekil değiştirmesinden ibarettir. Bu da, ilahi yasaları uygulamaya yetkili bir takım yüksek varlıkların madde üzerindeki tesir kudretlerini kullanmaları sayesinde gerçekleşmektedir.
Dördüncü ve daha yüksek boyutlardaki varlıklar yoğun taş parçalarından heykeller ya da sınırlı seslerden oluşan senfoniler yapmazlar. Onlar kozmik akışkan maddeler üzerinde çalışarak bu maddelerden diğerlerini, onlardan da başkalarını meydana getirip alemleri ve dünyaları kurup dağıtırlar. Fakat bu kurup dağıtma o kadar basit bir iş değildir, bu faaliyetler bizim idrak edemeyeceğimiz bazı tesirlerle zaman ve mekan dışında kotarılır. Bu işlerde yalnız Allah’a has olan yoktan var etme söz konusu olmayıp onun yasalarına uygun bir şekilde kuruculuk hali vardır. Üstat bu konuda şöyle diyor: “Ruhun evrimi, doğa yasaları uyarınca maddi varlıklar içinde yaşamasına bağlıdır. Maddeden kurtulmak için maddeyle bağlarını gevşetmesi gerekir. Bunu da yükselmeye duyduğu eğilim sayesinde yapabilir. Başlangıçta ruhun melekeleri kapalı değildir, maddeye bağlılık melekeleri gölgelendirir. Bağlılık sürdükçe ruh bir yandan evrimleşir, öte yandan aynı bağlar evrim kudretlerinin tezahürünü engeller. Maddeden kurtuldukça evrim kudretleri tezahür etmeye başlar.” (Sayfa: 10-18)
Ruhun evrimi perispirisinin evrimiyle uyumlu oluşur. Hatta ruhun evrimi, perispirisiyle ilişkisinin evrimi demektir. Perispiri sadece bir maddedir ve ruhun tesiri altındadır. Ruhun evrimiyle gelişen perispiri giderek daha yüksek titreşimlerle ilgilenebilecek duruma gelir. Üstat şöyle diyor: “Ruhun evrimiyle perispirisi gittikçe incelik peyda eder. Perispirinin yoğun halden akışkan hale geçmesi ruhun evrimiyle ve madde üzerindeki etkinliğiyle olur.”
Perispiri nasıl ruhun etkinliğiyle giderek evrimleşiyorsa, evrenin tüm maddeleri de yüksek şuurlu varlıklarca ilahi yasalara uygun olarak öyle evrimleştirilmektedir. Bizim bu varlıkların hemen hiçbirinden haberimiz yoktur. Maddelerin tanıdığımız halleri onların en kaba olanlarıdır. Katı, sıvı, gaz gibi haller, belki birinden diğerine geçecek kadar birbirine yakın aynı gruptaki varlıklardır. Bütün maddeler tedricen yükselerek alemden aleme geçmekte ve ruhlarla birlikte geri dönmemek üzere evrimleşmektedirler. Burada bize göre çok yavaş da olsa maddi evrenin evrimi söz konusudur. Üstad’ın aşağıdaki mesajı bu fikrimize hak veriyor: “Her şey doğa yasalarına bağlı olarak meydana gelmektedir. Güneş ve onun gezegenleri uzayda sabit bir noktada durmazlar, tüm sistem uzayda yer değiştirir, evrende sabit olan hiçbir şey yoktur. Hep hareket, hep evrim. Bütün gök cisimleri evrendeki evrim yasalarına uyarak sürekli değişmek zorundadır. Güneş sisteminin uzayda kat ettiği mesafe ölçülerinize sığmayacak kadar büyüktür. Bu hareket evrim yasalarının hakimiyeti altında devam eder.”
Maddenin evrimi üzerinde dururken bunu canlı varlıkların evrimiyle karıştırmamak gerekir, çünkü her ikisinin evrimi ayrı yollarda yürür. Maddenin evrimleştikçe etkinlik özelliğinin artmasına karşılık, ruhların evrimi aksine etkinlik kudretinin gelişimini gerektirir, yani maddenin etkinliği pasif, ruhun etkinliği ise aktiftir. Zaten genel evrim bu iki olayın birbiriyle uyumlu olarak meydana gelmesine bağlıdır. Demek ki madde ve ruh evrimlerinin zıt yollarda gittikçe birbirinden ayrılan, fakat o oranda birbirini tamamlayan ve karşılıklı gelişimlerine sebep olan bir yürüyüşleri vardır.
Kaba bir ruh yüksek maddi ortamda asla yaşayamaz. İşte madde evreninde ruhlara evrim ihtiyacını duyuran etkenlerin başında bu uyumsuzluk gelir. Ruhların bu uyumsuzluğu idrak etmeleri çeşitli ruhi reaksiyonları davet eder ki, bunlar ruhları çabaya sevk eden gerçek birer ıstırap kaynağı olur. Özetle, maddeler pasif haldeyken sürekli nasıl yükselmekteyseler, ruhlar da buna karşılık aktif haldeyken sürekli yükseleceklerdir. Bu iki tür yükseliş evrenimizde birbirini tamamlayan iki esaslı harekettir.
Ruh ancak maddi araçlarla bu evrende etkinlik gösterebilir ve kendini geliştirebilir. Şu halde ruhlar evrene maddi araçlarıyla, yani perispirileriyle birlikte doğmuşlardır diyebiliriz. Bu düşünce bizi, sürekli elbise değiştirir gibi ruhların beden değiştirdiklerine dair teozofik iddialardan ayırmaktadır. Çünkü var oluş sebebi ruha araç olmak olan perispirinin evrimdeki rolü, ruhların onlarla ilişkilerini geliştirmelerinde tecelli etmektedir. Ruhtan ayrılmayan perispiri, ruhi faaliyet sayesinde gittikçe akışkan hale gelerek, ruhun elinde daha işlek daha elverişli hale gelerek onun evrendeki etkinlik kudretinin artmasına zemin hazırlar.
Ruhun dünyada bizim görebildiğimiz en geri maddi varlığı bitkiyle başlayan evrim aşamasıdır. Oysa küf aşamasının bitki halinden daha geri bir aşama olduğunu biliyoruz. Ama üstatlarımızdan öğrendiğimize göre ruhun bitkiden evvelki en ilkel durumu küf aşaması değildir, aşağıdaki mesaj bu kanının yanlış olduğunu gösteriyor: “Ruhun bitkiden evvel cansızlara en yakın bazı aşamaları daha vardır, siz buna küf diyorsunuz. Küf ruhun dünyanızdaki ilk maddi aşamalarından biridir, fakat cansızla bitki arasında sizin bilmediğiniz daha birçok aşama vardır.”
Hayvanlarla insanlarda kişilik olmasına karşılık, bitkilerle cansızlar kişilik sahibi değillerdir. Kişilikle kastettiğimiz, varlığın maddi alemdeki etkinliğinin bireysel iradeyle doğrultusunun belirlenebilmesidir. Evrendeki tüm hidrojen atomları aynı şeydir, bunların hiçbirinin kişiliği yoktur. Fakat hidrojen atomlarının diğer madde atomlarına kıyasla kişilik diyemeyeceğimiz farklı özellikleri vardır. İşte cansızlarda göremediğimiz kişiliği aşağı yukarı bitkilerde de göremiyoruz. Bir gül ağacının dış etkenlere karşı gösterdiği reaksiyonda diğer gül ağacının reaksiyonundan farklı, ona kişilik kazandıran bir özellik yoktur. Her ikisinde de irade henüz oluşmamıştır. Üstat bu noktayı şöyle ifade ediyor: “Kişilik iradeyle kendini gösterir. Bitkilerde ise iradenin bulunmadığını evvelce söylemiştim.”
Aralarındaki bu ortak özelliğe bakarak acaba cansızlarla bitkileri aynı grupta saymak doğru olur mu? Hayır, çünkü öncelikle bitkilerde görülen hayati diğer nitelikler buna engeldir. Öte yandan gerek küflerde gerekse bitkilerde görünmeyen irade ve şuur halleri aslında onların ruhlarında mevcuttur. Ama maddeyle olan güçlü bağlantıları bu melekelerini karartmıştır. Ayrıca her hidrojen atomu birbirine benzer, ama hiçbir gül ağacı birbirine benzemez. Bunu cansızlarda olmayan bir özellik olarak görmemiz gerekir. Üstat’ın aşağıdaki sözleri bu görüşümüze hak veriyor: “Küf ruhu küfe girmeden önce kendinin idrakindeydi. Aslında ruh kendinin idrakindedir, fakat küf haline girince idrakini kaybeder. Ruhun bitkililikte geçirdiği devre, görgüsüzlüğünü gidermek için katlandığı ilk aşamadır. Bitkinin ruhu, madde üzerinde iradesini tecelli ettirecek aşamaya gelmediği için onu ruhlar idare eder. Bitkilerin evrimi, bulundukları çevrenin koşullarına ve sayılıp dökülmesi mümkün olmayan iç ve dış tesirlere bağlıdır, yani bitki formu iç ve dış tesirlere bağlı olarak evrimleşir. Bitkilerin ruhları üzerinde yüksek ruhların iradesi etkindir. Bu yüzden bitki aşamasında bulunan ruhlarda kişilik yoktur.”
Bitkilerin gerek büyüklüklerine, gerekse dış görünüşlerine bakıp onların olgunluk dereceleri hakkında hüküm vermek doğru olmaz. Çünkü hayvan ve insan ruhlarında da olduğu gibi, bitki ruhları karşısında da maddi varlık evrimin amacı değil aracıdır. Dışsal formlarda görülen güzellik veya çirkinlik, büyüklük veya küçüklük gibi farklar ruhun gerçek olgunluk derecesiyle uyumludur diye bir kural yoktur. Bu konuda Üstat şöyle diyor: “Ruhlar bitki formunda çeşitli şekillere girip bazen uzun, bazen de kısa süreli bir evrim aşaması izlerler. Fakat insan ve hayvanlarda olduğu gibi bitkilerde de evrimin hedefi madde değil ruhtur. Nitekim bitkilerdeki uzunluk kısalık, büyüklük küçüklük gibi konular evrim niteliğinden sayılmazlar, yani evrim dış görünüşe bağlı değildir.”
Ruhların yücelmesini tayin eden yasaların en önemlilerinden biri, evrimleri sırasında bilerek ya da bilmeyerek kendilerinden daha geri ruhlara yardım etmektir. Evrende veya en azından bizim tanıdığımız alemlerde soyutlanmış tek başına bir evrim yoktur. Evrimin kolektif bir faaliyetle gerçekleşmesi bir zorunluluktur. Bencilliğin evrimi güçleştirmedeki rolünü bu açıdan bakarak daha iyi anlayabiliriz. Sevgi ve şefkat gibi duyguların evrimi hızlandırıcı niteliğini de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bencillik ruhu soyutlamaya, sevgi ve şefkatse diğer varlıklara yaklaştırmaya sevk eder. İşte tüm evrim aşamalarında gördüğümüz bu yasa bitkiler aleminde de geçerlidir. Bitkiler dünyamızda evrimlerini yaparlarken, gövdelerinde sayısız küçük organizmaları barındırarak onların evrimleşmelerini de sağlarlar. Bu konuda üstatlarımızdan aldığımız bir mesajda şöyle deniyor: “İnsan, hayvan ve bitkilerin bedenlerinde evrimleşmeye çalışan sayısız ruh vardır. İnsan ve hayvanların bedenlerindeki ruhlar insan ve havyan ruhunun idaresi altında olduğu halde, bitkilerin bedenlerindeki ruhlar onların idaresinde değildir. Beden sistemini idare eden kişinin ruhuyla hücrelerin ruhu arasındaki ortak faaliyet, aynı bedenin yönetilmesi için kurulan bir ortaklıktan ibarettir. Kişinin ruhu (organizatör) olmasa, beden sisteminin düzenini sağlayan faaliyet de ortadan kalkmış olur. İnsan bedenindeki ruhlar bitkilerden daha ileridir, fakat her ikisinde de kişilik yoktur. Bedenlerdeki bu hücreler doğum ve üreme yoluyla varlıklarını sürdürürler. Bunlardan bazılarının hayatı diğerlerinden daha kısa ya da uzun olabilir.” Bu sözler, insan ve hayvan bedenlerinden ayrılan parçaların dışarıda bir süre daha yaşatılabildiğini gösteriyor. Örneğin bir köpek kalbi bedenden alınarak dışarıda bir süre yaşatılabiliyor ya da bir insan dokusu dışarıda uzun süre yaşatılıp üretilebiliyor. Oysa köpek kalbinin ya da insan dokusunun ait olduğu beden ruhu çoktan bedeni terk etmiştir.
İradenin hayvanlarda ortaya çıkmasıyla birlikte, ruhun bir evrim aşamasını ifade eden can aşaması da hayvanlarda başlamıştır. Bu aşamaya, dünyamızın evrim serisine dahil olan dünyalarda ruhun kişilik gösterebildiği ilk aşama olarak bakabiliriz. Can aşamasıyla başlayan irade ve kişilik hayvanları bitkilerden belirgin şekilde ayırmaktadır. Hayvanların beden şekilleri doğa yasaları tarafından saptanmış şekillerden biridir. Hayvan ruhu o şekli dünyaya girmeden önceki iradesiyle kazanmıştır. Hayvan ruhları daha yüksek ruhlar tarafından yetenekleri oranında verilen bu şekillerden birini kazanmakta özgürdür.
Bedenin dış görünüşüyle ruhun evrimi arasında sabit ve kesin bir ilişki yoktur. Örneğin bir fil gövdesinin büyüklüğü fil ruhunun küçük bir bedene sahip maymun ruhundan daha evrimleşmiş olduğunu göstermeyeceği gibi, bir tavus kuşunun güzel renkli tüyleri de onun ruhunun çirkin suratlı bir maymunun ruhundan daha ilerde olduğunu göstermez. Buna karşın bedendeki mekanizma inceliğinin ve kompleksliğinin ruhun evrimiyle ilişkisi olduğu açıktır, çünkü bu nitelikteki bir bedeni idare etmek görgü ve deneyim gerektirir. Üstad’ın aşağıdaki mesajı bu konuya ışık tutmaktadır: “Bir dereceye kadar karmaşık bir mekanizmayı ancak onu idare edebilecek bir ruh kendine mal eder. Örneğin insan aşamasına gelmiş bir ruhun gereksinimlerine ne bir protozoer, ne de bir fil bedeni yanıt verebilir.”
Burada akla şöyle bir soru geliyor. Acaba bir varlığın diğer varlıktan daha evrimleşmiş sayılabilmesi için kullandığı bedenin her noktasının diğerinden daha kompleks olması şart mıdır? Yanıt hayırdır. Geri bir ruhun kullandığı beden, daha ileri bir ruhun bedeninden bazı noktalarda daha karmaşık olabilir. Örneğin, her bakımdan karmaşık olan insan bedenine oranla bazı hayvanlarda daha yüksek nitelikli uzuvlar bulunabilir. Bir insan gözü kartal gözü kadar keskin değildir. Bazı bitkiler ilkel hayvan bedenlerinden daha kompleks olabilirler. Bu durum ruhların evrim ihtiyaçlarına yanıt verecek organlara sahip olma zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.
İnsan aşaması, imajinasyon yeteneğinin madde aleminde ilk tezahür ettiği aşamadır. Hayvanla insan arasındaki geçiş aşaması ise halen dünyamızda mevcut değildir. Böylece biz bir reenkarnasyonist olarak bir yandan Darwin’in teorilerini kendi görüş açımıza göre kabul ederken diğer yandan insanın maymundan geldiğine inanmıyoruz. En ilkel insanla en evrimleşmiş maymun arasında çok derin evrim farkları vardır. İnsanla maymun arasındaki farkı niçin keskin bir sınır olarak görüyoruz? Çünkü imajinasyon yeteneği bir evrim aşamasına nitelik kazandıran olağanüstü bir melekedir. Ne kadar yüksek olursa olsun hiçbir hayvanda bu melekenin varlığına dair bir belirti göremiyoruz. Belki maymunlarda imajları daha iyi zaptetme ve onları diğer hayvanlara oranla daha sadakatle tekrarlama (taklitçilik) gibi yetenekler vardır. Fakat bununla, insanlara has yaratıcı imajinasyon kudretinin aynı şey olmadığını biliyoruz. Bin sene evvelki maymunla bugünkü maymun arasında hiçbir fark yoktur. Oysa insanlar arasında seneden seneye ortaya çıkan farklar herkes tarafından bilinen bir şeydir. İnsanlarda tecelli eden bu melekenin dünyada birdenbire doğduğunu görüyoruz. Bu melekenin ilkel aşamalarına bile ulaşmış bir hayvan türü de tanımıyoruz. Varsa bile bu hayvanlar neredeler? Bu sorumuza Üstat şu yanıtı veriyor: “Evrimleşmiş hayvanla evrimleşmemiş insan arasında çok büyük fark vardır. Bu fark, insanın en evrimleşmişi ile en az evrimleşmiş olanı arasındaki farktan çok daha fazladır. Hayvanlarla insanlar arasındaki geçiş aşamaları evvelce bu dünyada bulunuyordu, şimdi başka alemlerdedir.”
Tıpkı imajinasyon gibi şuur ve vicdan türünden yüksek melekeler de ilk defa insanlık aleminde ortaya çıkmıştır. Ne bitkilerde ne da hayvanlarda olmayan ruhun bazı yüksek melekeleri insanda birdenbire belirivermiştir. Üstat bu konuda şöyle diyor: “Şuur ve vicdan dünyanızda insan aşamasıyla başlamıştır. Şuur ve vicdan ruhun melekeleridir, ama şuur ruhun genel bilgisidir, vicdan ise hayrı ve şerri ayırt eden ruhun melekesidir.” Acaba
şuurun madde aleminde gelişmesiyle ruhun evrimi arasında bir ilişki var mıdır? İlişki vardır fakat tek taraflıdır, yani varlığın evriminde şuurun rolü yoktur, çünkü bitki ve hayvanlarda şuur olmadığı halde pekala evrimleşebiliyorlar. Ruh ne kadar evrimleşmiş olursa madde alemindeki şuuru da o oranda aşikar olur. Üstat bu konuda şöyle diyor: “Şuur ve vicdan dünyanızda insan aşamasında başlar. Varlığın evriminde şuurun rolü yoktur, şuurun gelişiminde varlığın evriminin rolü vardır.” Bundan şu sonucu çıkarabiliriz. Şuur, evrimin nedeni değil sonucudur. Varlığın şuur alanındaki gelişmesi evrimi oranında olur. Üstat şöyle diyor: “Ruh maddeye bağlı olduğu oranda şuurunda eksiklik olur. Ruhun bu melekesi bedene bağlılık dolayısıyla çeşitli aşamalar arz eder ki, insanlar bu aşamaların bazılarına dikkat çekmek için subkosiyans, enkosiyans, kosiyans vs. gibi itibari isimler vermişlerdir.”
Kişilik, insanların birbirinden ince nüanslarla ayrılmalarını sağlar. Her insanın etkinlik tarzı diğerinden farklıdır, yükseldikçe bu farklar daha da belirginleşir. Böylece kişilikler daha özel bir şekle bürünürler. Biz, evrimleştikçe ruhların kişiliklerini kaybedip birbiriyle kaynaşarak tek bir olgun varlık içinde eriyip yok olacaklarını düşünenlerden değiliz. Böyle düşünmek ruhun evrimi düşüncesiyle taban tabana zıt sonuçlar verir, çünkü dünya varlıklarında birbirinden daha yüksek olarak beliren ruhi vasıtalar bir yükselişin kanıtıdır. Kademe kademe gelişen kişilik eğer son bir yükselişle mahvolup gidecekse evrimle gelişmiş ruh melekelerinin hiçbir anlamı kalmaz. Evrim sırasında görülen her olay aslında bu düşüncenin kanıtıdır. Ruhlar kişisel değerlerini yok etmek için değil, belki onu aklımızın alamayacağı bir düzeye çıkarmak için evrimleşirler. (Sayfa:19-33)
Ruhun perispirisi normal haldeyken, yani bu dünyanın maddelerinden tamamiyle soyutlanmış haldeyken ne ateşten, ne sudan, ne de dünyanın herhangi bir maddesinden etkilenir. Onun bunlardan etkilenmesi ancak dünya maddelerine bağlandığı oranda mümkün olur ki, bu da enkarnasyon veya materyalizasyon olaylarıyla meydana gelir. Ayrıca burada etkilenen doğrudan doğruya ruh değildir, ruhun doğal koşullar altında iradesini kullanarak dünya maddeleriyle ilişkiye soktuğu perispirisiyle ilişkisidir ki, bu ruhta duyumsal izlenimler uyandırır. Dünyadaki ateş insanı yakıyorsa, yanan ruh değil dünya maddelerinden oluşmuş bedendir. Yanmadan doğan duygular ise bu maddelere bağlı perispiri titreşimlerinin ruha yansımasından ileri gelmiştir. Oysa güneşte yanacak madde belki yoktur veya bütün maddeler yanar haldedir. Oradaki ruhlar bedenlerini bu maddelerden oluşturdukları için onların yanması söz konusu olamaz.
Spadyuma gönderdiğimiz medyumların “Müthiş bir ışık tufanı içindeyim, tüm vücudum kamaşıyor, dayanamıyorum, beni buradan indirin” şeklindeki yalvarmalarına sık sık tanık olduk. Oysa bu medyumların bedenleri dünyamızdaki doğal oda şartları içinde bulunuyordu, yani bir kamaşma söz konusu değildi. Demek ki ruhun kullandığı tesir aracı, (perispiri) hangi bedene adapte olduysa o bedene ait dünyada yaşaması gerekir.
Dünyamızdaki bitki, hayvan ve insan serisinde meydana gelen evrim ruhların olgunlaşmak için izleyecekleri yegane yol değildir, sonsuz evrim yollarından ancak biridir. Herhangi bir evrim yolunu izleyen ruhlar artık hep o yolda gelişen evrim serisini izlerler ve ancak o serideki maddi varlıklara uygun dünyalarda enkarne olurlar. Aynı gruptaki dünyalarda evrimleşen bir seriye karşılık, diğer gruptaki dünyalarda bambaşka varlıklar serisi evrimleşmektedir. Tüm bu serilerde evrimlerini sürdüren varlıklar belirli bir evrim aşamasında tekrar buluşmak üzere üç boyutlu alemde birbirlerinden ayrı yollarda yürürler. Örneğin, gezegenler arasında doğal koşulları dünyamızdakine uyanlardan biri de Mars’tır. Bu planetteki varlıkların bitki, hayvan ve insan serisinde evrimleşen ruhlar olması doğaldır. Nitekim Üstat bu konuda şunları söylüyor: “Mars’taki enkarneler size kısmen benzerler. Orada da insanlar vardır, size oranla biraz daha ilerdedirler. Bugünkü ilerleme hızınızla Marslıların düzeyine ne zaman varabileceğinizi sene ölçüsüne vurarak söylemek doğru olmaz. Oradaki evrim o planetin koşullarıyla ilgilidir. Mars’ta manevi yön daha ön plandadır. Koşulların değişik olması bazı noktalarda farklılıklar doğurmuştur. Onların altı hisleri vardır, altıncı his uzaktan birbirleriyle haberleşmeye yarar. Orada da sağlık ve hastalık kavramları geçerlidir. Ortalama ömürleri kendi sene hesaplarıyla 25-30 yıl (yaklaşık 70 dünya yılı) arasındadır. Sizin hakkınızda az çok bilgi sahibidirler.”
Ay’daki koşullar da aşağı yukarı dünyamızdakilerle aynıdır. Orada da bize benzer varlıklar yaşar. Güneş sistemimize ait olduğu halde koşulları dünyamızdan çok farklı gezegenler de vardır. Oradaki varlıklar bizden çok değişik maddi yapılara sahiptirler. Örneğin Güneş’te enkarne olan ruhlarda bitkililik, hayvanlık ve insanlık nitelikleri yoktur. Fakat insanlık aşamasından geçmedi diye onların bizden geri olduklarını söyleyemeyiz. Üstat bizi bu konuda şöyle aydınlatıyor: “Güneşte yaşayan enkarneler bitki, hayvan ve insandan hiçbirisi değildir. Bitki, hayvan ve insandan geri oldukları da söylenemez. İnsan ancak sizin aleminizde ve sizinkine benzer alemlerde en yüksek derecededir. Başka alemlerdeki varlıklar insan olarak nitelenmez.”
Camille Flammarion’un tüm görüşlerine katılmamakla birlikte, Jüpiter’in de diğer gezegenler gibi meskun olduğunu kabul ediyoruz. Oradakilerin bitki, hayvan ve insan aşamalarından geçerek evrimleşmediklerini biliyoruz. Gerek Jüpiter, gerekse Satürn’deki doğal koşulların, oradaki ruhların maddi yapılanmasında bizimkinden farklı sonuçlar doğurması doğaldır. Nitekim Üstat bu konuda şöyle diyor: “Jüpiter ve Satürn’deki varlıklar bitki, hayvan ve insan şeklinde değildir, başka bir şeydirler. Dünyanızdaki varlıklara oranla daha olgundurlar. Jüpiter, Dünyanızda evrimini tamamlayan ruhlar için bir sonraki aşama olamaz. Onların sizin hakkınızdaki bilgisi, sizin onlar hakkındaki bilginizden daha fazladır. Bilgi edinme konusunda hem maddi hem de ruhsal araçları kullanmada ustadırlar.”
Sezgilerimize göre genel evrim yasasında şöyle yazılıdır: Ruhlar olgunlaşmak için görgü ve deneyim hayatı geçireceklerdir. Görgü ve deneyim hayatı uyuşukluk içinde geçmez, aksine her türlü faaliyetin bulunduğu bir alanda cereyan eder. İyilik ve kötülük kavramı o alanda aynı kıymettedir. Istıraplar, mihnetler, ölümler, tüm felaketler bu görgü ve deneyim hayatının önemli birer evrim unsurudur. Dünyamızın kapıları, her tür duyguyu taşıyan ve yontulmaya muhtaç olan tüm yaratıklara açıktır. Kan, ölüm ve cinayetten ders alma ihtiyacındaki bir ruh bizimkine benzer dünyalar arar. Hayat koşulları içinde bu işlere en çok yer ayıran yerlerden biri de ne yazık ki içinde yaşadığımız dünyadır. Buraya inen bir ruhun tüm olanaklardan yararlanmaya hakkı vardır. Bir örümcek bir sineği yemekten yasaklanamaz. Örümcek nesli dünyadan kalkıncaya kadar onun bu hakkını hiç kimse elinden alamaz! (Sayfa: 36-42)
Neo-Spiritüalist görüşün ortaya koyduğu sonuçlardan bir kısmını şöylece özetlemek mümkündür.
1- Tüm varlıkları yaratan Allah’tır. Yaratan her dilde değişik isimlerle anılmış ve herkesin kavrayışına göre kimlik kazanmıştır.
2- Allah’ın vücut verdiği varlıklar idrak sahamıza sığmayacak bir sonsuzluk içinde yayılıp giderler, bu yüzden varlıklar bizim için ezeli ve ebedidir.
3- Allah’a hiçbir kimlik yakıştırılamaz, O Mutlak’tır, varlıklar ise görecedir. Mutlak kelimesinden kastımız, hiçbir şeyle kıyası mümkün olmayandır. Tüm hayal ve idraki kıyasla işleyen insanın Allah hakkında herhangi bir idrake sahip olması mümkün değildir. Verilecek sıfat ne denli yüksek olursa olsun O’nu ifade etmekten uzaktır.
4- Yaratılış duyum ve düşüncelerimizin dışındadır. Yoktan var etme asla anlayamayacağımız bir şeydir. Yokluğu hiçbir zaman idrak edemeyiz ki ondan varlığın nasıl çıktığını düşünebilelim! Bu yüzden Allah evreni yoktan var etmiştir derken, hiç düşünmeden bu sözü söylediğimizi anlamamız gerekir.
5- Düşünebileceğimiz en yüksek tertipteki yaratıcılık niteliği bile görecedir, oysa Mutlak görecelik kabul etmez. İnsanoğlu yaratılışın anlamını kavrayamaz ve hiçbir deyimle de ifade edemez. Mutlak’a hiçbir şey isnat edilemeyeceği gibi, zaman ve mekan da isnat edilemez.
6- Ruh etkinlik kudretine sahip şuurlu bir varlık olmakla birlikte, onda saklı nitelikler bildiğimiz ve anlayabildiğimiz şeylerden ibaret değildir. Ruhun melekeleri, madde evrenindeki maddi bağları oranında kararmış ve gözden kaybolmuştur.
7- Ruhlar madde evreninde olgunluk elde ettikçe, yani görgü ve deneyimleriyle maddeler üzerinde etkinlik kazandıkça kendilerinde saklı kudretleri tezahür ettirir ve esaretten kurtulurlar. Fakat ruhun olgunlaşması insan aşamasında son bulmadığı için, ilerki aşamalarda belki bizim ilahi olarak nitelendireceğimiz daha yüksek melekeler kazanacaktır.
8- Ruhların evrimi zorunludur, maddelere bağlanmalarının sebebi de bu evrimdir.
9- Evrim, ruhların ancak maddi evrenle ilişkileri açısından söz konusudur. Ruhların evrimi demek, onların maddeyle ilişkilerinin evrimi demektir. Ruh madde evrenine bilgisiyle girer, ancak gerekli görgü ve deneyimden yoksundur. İşte bu yüzden bir süre madde aleminde bir esaret hayatı geçirir. Şu halde ruhun maddelere bağlanması neden değil sonuçtur. Bu sonuç ruhları olgunluğa ulaştıran bir araçtır. Neo-Spiritüalizmi diğer görüşlerden ayıran asıl nokta işte budur. Kaynağını klasik spiritüalizmden alan birçok felsefi görüş ve Budizm’den kaynaklanan düşünceler ruhun olgunluğunu maddi bağlardan kopmakta ararlar. Onlara göre, ruhu kurtuluşa götüren yegane yol maddi bağlardan onu kurtarmaktır. Bu görüş sonuç olarak doğru olmakla birlikte, amaç bakımından insanı yanlış yollara götürebilir. Ruhları doğal olarak pasif bir hayata, görgü ve deneyimden kaçışa özendirir. Böylece ruhun asıl amacı olan maddeler üzerinde deneyim fırsatı kaçırılmış olur. Bir takım anlamsız riyazetlerle nefse baskı yaparak insanın toplum dışına sürüklenmesine yol açar. Sonuçta tembel, atıl ve pasif bir takım insanlar yaratılmış olur.
10- Yaratılmış her şeyin düzeni ilahi yasalarla sağlanır. Bu düzen görecedir ve şuurlu varlıklar tarafından kurulmuştur. Görece olan bir düzeni Mutlak Varlığa isnat etmek mümkün değildir. Allah görece olaylar içinde çalışan bir amele değildir. Evren, ilahi yasalar uyarınca yüksek düzeyli ruhlar tarafından sevk ve idare edilir.
11- Yaratılış Yaratan’a ait mutlak realitedir. Onu hiçbir şekilde görece düşüncelerimize göre Yaratan’dan ayıramayız. Bunu yaptığımız anda Mutlak’ı, dolayısıyla da yaratılışı inkar etmiş oluruz. Öte yandan Yaratan ile yaratılanı birleştirmek, yani yaratılanın bir gün Yaratan’da eriyeceğini iddia etmek, ya Yaratanı ya da yaratılanı inkar etmek demektir. Her iki durumda da Allah inkar edilmiş olur. Yaratanın determinizme bağlılığı düşünülemez, ama ruhun kaderi bu prensibe bağlıdır.Yaratan ile yaratılanın bir gün birleşeceğini kabul ettiğimiz zaman bir sürü çelişki ortaya çıkar. Örneğin yaratılış düşüncesi ortadan kalkar, ruhların kişiliği kaybolur, nedensellik prensibi boş bir deyimden ibaret kalır, tezahür aleminin hikmet-i vücudu kalmaz, evrim düşüncesi boş ve anlamsız bir efsane haline gelir. Sonuç olarak, Yaratanı yaratılış düşüncesinden, yaratılışı da Yaratan düşüncesinden ayırmak imkansızdır.
12- Bir ruh yükseldiği oranda varlığındaki yüksek ilahi titreşimleri mahiyetini anlamasa da duyabilir. Bu yüksek titreşimlerin sarsıntıları içinde varlığını tamamen kaybedebilir. Ruhların bu titreşimlere dayanabilmesi ancak olgunlukları oranında mümkündür. Her ruhta bu ilahi titreşimlerin belirgin ya da belirgin olmayan şekilleri vardır. Ruhlarında bu titreşimi henüz duyamayan insanlar Tanrı düşüncesinden hiçbir anlam çıkaramaz, onu kabul edemezler. Pek az gelişmiş olanlarsa Tanrıyı pek belirsiz ve karmaşık duygular içinde hissederler. Genellikle bu duygularına egemen olan unsur korkudur, ama ruhlar evrimleştikçe bu duygu kompleksine yeni duygular, özellikle de sevgi duygusu karışır. Sevginin dünyamızdaki en son aşaması ise pek az kişinin dayanabileceği vuslat (kavuşma) halidir. Görgü ve deneyimlerinde henüz noksanlık olan bazı kimseler, bazen içinde bulundukları hali vuslat zannedip içtenlikle Tanrıyla birleştiklerine inanır, bazıları da kendilerini Tanrı gibi görürler.
13- Üç boyutlu alemdeki evrimlerini tamamlayan ruhlar dört boyutlu alem denen daha yüksek bir ortama girerler. Bu alemde sonsuz evrim imkanları içinde varlıklarını olgunlaştırmaya çalışırlar.
14- Dünyamızın dahil olduğu evrim grubu diğer dünyalar arasında oldukça geri bir aşamayı meydana getirir. Bu grupta hayvanlıktan insanlığa yeni ayak basmış ruhlar evrimleşmektedir. Hayvanlıktan ayrılıp başka bir dünyada kısa bir evrim devresi geçiren ruhlar dünya serisine bağlı gezegenlere insan olarak ayak basarlar. Bu yüzden dünyamızda hayvani isteklerin ve duyguların izlenimlerini taşıyan varlıkların sayısı pek çoktur.
15- Enkarnasyon, dezenkarnasyon terimleri ete girme ve etten çıkma anlamına gelir. Biz bu yanlış terimleri alışkanlıktan ötürü kullanmaya devam ediyoruz. Ruhların kullanmak zorunda oldukları maddeler yalnız et türünden değildir. Örneğin bitkilerde et yoktur, et türünden madde kullananlar sadece insanlar ve hayvanlardır.
16- Bitkililik hali kendi içinde evrimleşerek sonunda hayvanlığa geçer, buradaki evrimini tamamlayan ruh insanlık aşamasına geçer. Hal böyle olunca, bazı klasik düşünce sahiplerinin kabul ettikleri tenasühün (ruh göçü) ne anlamı ne de gereği vardır. Klasik ve Neo-Spiritüalizm bu düşünceyi kabul etmez.
17- Ruhların enkarnasyonları sırasında edindikleri beden ve hayat koşulları onlara zorla kabul ettirilmiş değildir. Bunlar ilahi yasalar uyarınca nedensellik prensibi, ruhların evrim dereceleri ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak bedenlenecek ruhların rızası ve yüksek varlıkların yardımıyla kararlaştırılmaktadır.
18- Bir hayatın deneyim ve görgülerindeki başarı ya da başarısızlık doğrudan doğruya diğer hayatı hazırlamaz. Başarı ya da başarısızlıktan doğan sonuçlar gelecek hayatın koşullarını hazırlayan etkenler arasındadır. İnsanın bir deneyimden başarılı ya da başarısız çıkması doğrudan doğruya bir ödül ya da cezayı da gerektirmez, burada bir determinizm söz konusudur. Hayatta şuurlu ya da şuursuz her ruh varlığının yapmakla yükümlü olduğu bazı işler vardır. Varlıkların şuurlu ya da şuursuz olması, yapacakları işlerin değerini, gereğini ve sonuçlarını ne azaltır, ne çoğaltır, ne de ortadan kaldırır. Tüm varlıklar nedensellik prensibine bağlıdır.
19- Doğa yasalarına uyup uymamanın ölçüsü vicdandır. Herhangi bir eylem ve hareket karşısında vicdanımızda duyduğumuz en hafif burkulmadan en keskin sızılara kadar her duygu doğa yasalarına karşı geldiğimizi bize hatırlatır. Vicdani kararların ıstıraplı sonuçları olduğu gibi, evrim yolunda insanlara hız kazandıran yararları da vardır. Vicdani ıstıraptan ve onun nimetlerinden yoksun kalan hayvanlık alemi bu yüzden insanlara kıyasla daha yavaş evrimleşmektedir.
20- Dünyadaki deneyimden amaç, maddi dünyadan tiksinerek olaylardan kaçmak, bir yere kapanıp ibadet etmek değildir. Maddeyi amaç edinip onun geçiciliğine tapmak da değildir. Her iki yol da sakattır, ikisi de dünyaya gelmenin amacını ortadan kaldırır. (Sayfa: 43-57)
APORLAR- Ruhsal Işınlama Olayları
Apor, fizik yetenekli medyumların celselerinde evvelce mevcut olmayan eşyanın ortaya çıkışıdır. Bu tür psişik olaylar günlük hayatta pek sık görülmediği için doğa üstü olaylar olarak yorumlanmaktadır. Oysa ne doğa üstü, ne de saçmadır. Üstün bir mekanizmanın, insanoğlunu kalıpçı ve dar bir mantık sisteminden kurtarmak için meydana getirdiği düzenlemelerdir. Bazen binlerce kilometre ötedeki bir yere taşınan bu objelerin, bulundukları yerde aniden kaybolarak tekrar aynı yerde ortaya çıktıkları görülmüştür. Spiritüalistler apor fenomenini, ruhsal varlıkların objeleri bulundukları yerde demateryalize edip celse odasında tekrar materyalize etmeleri şeklinde açıklarlar. Beyaz Kartal isimli ruhsal varlık, bir celse sırasında hiç yoktan var ettiği taşların esrarını şöyle açıklamıştır: “Taşlar çözülene kadar atomik vibrasyonlarını hızlandırırım. Sonra buraya taşır ve tekrar katı cisim haline gelinceye kadar vibrasyonlarını yavaşlatırım.” (Sayfa: 6-7)
1877 yılının 17 Aralık günü saat 11.00’de Alman fizikçisi ve astronomu Johann Zoellner, önceden uçları birleştirilerek mühürlenmiş bir ip parçası üzerine tam dört düğümün kendi kendine atıldığına tanık olmuştu. Zoellner buna benzer birçok gözlemden sonra şu sonuca vardı: “Dünyaya müdahale eden zeki varlıklar var, bunlar aramızda yaşamadıklarına göre bir başka boyuttalar.” Zoellner Leipzig Üniversitesinde arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü deneyler sırasında 4-5 kiloluk bir masanın demateryalize olarak ortadan kaybolduğunu ve biraz sonra tekrar ortaya çıktığını gördü. Beş dakika süreyle yok olan masa baş aşağı tavanda belirmiş ve tüm ağırlığıyla yere düşmüştü. Zoellner bu celseler sırasında öylece havadan boşalan sulara, kendi kendine yanan mumlara, mühürlü bir kutudan kaybolup masanın altında beliren paralara tanık olmuştu. Zoellner bu tür apor olaylarında maddenin madde içinden geçebildiğini de gözlemledi. (Sayfa: 9)
Sumatra’da yaşayan Hollandalı W.G. Grottendieck, 1903 Eylülünde başından geçen ilginç bir apor olayını Journal Dergisi’ne şöyle anlatmıştır: “Yanımda çalışan yerli çocuğun yatak odasına tavandan taşlar düşüyordu. Gayet yavaş düşen bu taşları yakalamaya çalıştığımda yön değiştirdiklerini gördüm. Çatıya çıkıp nereden geldiklerini anlamak istedim. Kadjang’ın içinden geçerek odaya iniyorlardı. Her bir kadjang, 60x90 cm ebadında yassı bir yapraktır. Bir delik açılmadan içlerinden bir iğnenin bile geçmesi mümkün olmayan çok sert bir yapısı vardır. Buna rağmen taşlar yaprak üzerinde hiç delik açmamışlardı. Benim gördüklerimin hepsi de aynı yaprağın içinden geçiyordu. Taşlar çok yavaş düştükleri halde döşemeye çarpar çarpmaz muazzam bir ses çıkarıyorlardı. Bazılarını elime aldığımda ılık olduklarını gördüm.” (Sayfa: 12)
1928 yılında Poona’da (Hindistan) Almanca öğretmenliği yapan Bayan H. Kohn, kızkardeşi ve eniştesiyle birlikte oturuyordu. Eniştesi Dr. Ketkar, olaylarla ilişkisi olan iki kız kardeşten küçüğünü evlat edinince bir yıl süren tekinsiz ev olayları da başladı. Bir gün Bn. Kohn ve Bn. Ketkar içlerine yumurta koydukları birkaç sepeti buzdolabına yerleştirmişlerdi. Dolaptan bir yumurta fırlayıp yere düşerek kırıldı, dolaba baktıklarında yumurtalardan birinin eksildiğini fark ettiler. Tam yeri temizliyorlardı ki bir başka yumurta döşemede patladı. Üç yumurta daha aynı akıbete uğradıktan sonra içinde 42 yumurta bulunan sepet de sırra kadem bastı ve bir daha ortaya çıkmadı. İki kız kardeş havadan düşen paralara da tanık olmuşlardı. Bn. Kohn başlarından geçen olayları şöyle anlatıyor: “Önceleri paraların düştüğünü döşemede çıkardıkları sesten anlıyorduk, ama dikkat edince onların havada oluştuğunu fark ettik. Bir gün, saat 15.30’da dışarı çıkmıştım. Masamın üzerinde içinde Swan marka bir şişe mürekkep bulunan kapağı sıkıca kapatılmış alüminyum bir kutu vardı. Bizimle oyun oynayan ruhların bu kutuyu açamayacağını düşünüyordum. Saat 17.00’de eve döndüğümde odanın her yanına mürekkep saçılmış olduğunu gördüm. Kırılan şişe parçaları etrafa yayılmıştı, ama alüminyum kutu ortada yoktu. Objelerin çoğu tavandan geldiği için başımı tavana kaldırıp “Bu kutu bana 1 rupi 8 anna’ya mal oldu, inşallah ruhlar kutumu geri verirler” diye söylendim. Sözlerimi bitirir bitirmez kutu havada belirdi, tavandan 15 cm aşağıda öylece duruyordu. Sonra yatağın üzerine düştü, elime alıp inceledim, evden çıkarken bıraktığım gibi kapağı sıkıca kapalıydı.” (Sayfa: 13)
1948 yılında Bohemia’dan gelen bir aile, Bavyera eyaletindeki Vachendorf dağ köyünde eski bir konağa yerleşmişti. Bir gün odadaki iki yatağın taşlar ve aletlerle dolduğunu gördüler. Evin hanımı aletleri toplayarak kutusuna koydu ve üstüne oturdu. Az sonra aletler esrarengiz şekilde havalanarak odanın çeşitli yerlerinde tekrar ortaya çıktılar. Bir keresinde de tavan arasındaki çarşaflar havada süzülerek döşemeye düşmüşlerdi. (Sayfa: 14)
Batı Afrika’daki Merkezi Angola’da Seles adıyla bilinen kabile yüzyıllardır doğanın kaprislerine boyun eğerek yaşamıştı. 1939 yılında yine kuraklık olmuş, aylarca tek damla yağmur yağmamıştı. Çocuk ve yaşlılardan yüz kişi ölmüş, kabilenin geri kalanı da açlıktan kıvranmaya başlamıştı. Kabilenin toprakları üzerinde Carlos Sequesque’nin yönettiği bir Hıristiyan misyonu da bulunuyordu, onların hali de yerlilerden parlak değildi. Sıcak bir mart sabahı Carlos 5 yaşındaki kızı Rita’nın kaybolduğunu fark etti. Arama grupları tam yola çıkıyorlardı ki Rita göründü. Elindeki tahta çanaktan bir şeyler yiyordu, ne yediği sorulduğunda bunun Hz. Musa’nın yediği türden bir manna olduğunu söyledi. Sonra açlıktan kırılan yerlileri arkasına takarak birkaç yüz metre ötedeki çalılığa götürdü. Yerliler toprağın balı andıran bir maddeyle kaplı olduğunu görerek şaşırdılar, üstelik onlar tükettikçe toprak her gece bu maddeyle tekrar kaplanıyordu. Söylendiğine göre karnı çok acıkan küçük kız Hz Musa’nın yediği yiyecekten göndermesi için Tanrıya dua etmişti. Kızın mannanın yağdığı alanı nasıl bulabildiği sır olarak kaldı. Halk yağmurlar başlayıncaya kadar manna ile beslenmeye devam etti. Olaydan haberdar edilen Capetownlu din adamı E.L.Cardy bu maddeden bir kavanoz dolusu örnek alarak incelenmesi için Capetown’a götürdü, laboratuvar bunun bir tür bal olduğunu söyledi. Balın nereden ve nasıl geldiği ise sonuna kadar esrarını korumaya devam etti. (Sayfa: 15-16)
Gloucestershire (İngiltere) Brockworth’daki bir tarlada elektrik telleri üzerinde çalışırken acıkan Wilkins adlı işçi yemek molası vermişti, yanında bıçak getirmeyi unuttuğu için sinirlendi, kendi kendine söylendi. Birden ayaklarının dibinde bir bıçağın belirdiğini hayretle fark etti, daha önce hiç görmediği bir sofra bıçağıydı bu! Wilkins bu esrarengiz bıçağı sakladı, ama kendisi öldükten sonra bıçak da aniden ortadan kayboldu! (Sayfa: 17)
Günümüzde hala yaşayan Hintli ermiş Sathya Sai Baba daha küçük bir çocukken arkadaşlarını hoşnut etmek için onların istediği her tür meyveyi aynı ağaçta materyalize ederdi. Bugün de Baba’nın eliyle havada bir daire çizmesi yüzük, madalyon türünden çeşitli objeler yaratması için yeterli olmaktadır! Ayrıca her gün kilolarca kutsal külü parmak uçlarından saçarak kendisini sevenlere armağan eder. Ziyaretçilerini uzun süre beklettiği zaman onları memnun etmek için şekerlemeler de materyalize eder. Uzak ülkelerdeki müritlerinin evinde asılı fotoğrafının üzerinde durup dururken kutsal küller peyda olur. Bir gün Baba’nın katıldığı bir ziyafette 100 kişi için hazırlık yapılmış, ama yemeğe yaklaşık 1000 kişi gelmişti. Yemek servisi yapılırken yemeği 10 misli çoğaltan Baba hem konukların doymasını sağlamış, hem de ev sahiplerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştı. (Sayfa: 19-20)
Ünlü Hintli Ermiş Mahavatar Babaji tarafından Himalayalarda meydana getirilen muhteşem apor olayını öğrencisi Lahiri Mahasaya şöyle anlatıyor: “Yaklaşan ayak seslerini duyunca düşüncelerimden sıyrıldım. Karanlıkta bir el beni yavaşça ayağa kaldırdı ve giymem için bir elbise uzattı. Adam, “Gel kardeşim Üstat seni bekliyor” dedi. Ormanda ilerlerken uzakta göz kamaştıran bir parıltı gördüm. “Yoksa güneş mi doğuyor, daha gece sona ermedi ki” dedim. Kılavuzum gülümseyerek yanıt verdi: “Henüz gece yarısı, o gördüğün ışık Üstat Babaji’nin materyalize ettiği altın sarayın parıltısıdır. Geçmişte bir kez altın bir sarayın içinde dolaşmak istediğini söylemiştin, Üstat şimdi bu isteğini yerine getirerek seni en son karmik bağından da kurtaracak. Bu muhteşem saray, bu gece Kriya Yoga’ya inisiye oluşuna tanık olacak.”
“Gerçekten de önümüzde pırıl pırıl parlayan altın bir saray duruyordu. Her tarafı sayısız mücevherle süslenmiş, düzenli büyük bahçeler dört bir yanını kuşatmıştı. Havuzdaki durgun suya yansıyan şahane bir görüntüsü vardı. Kemerleri safir, zümrüt ve iri elmaslarla bezenmişti, yakutlarla kaplı kapılarında melek yüzlü insanlar duruyordu. Kılavuzuma dönüp şöyle dedim, “Kardeşim bu yapının güzelliği insanın hayal gücünün çok ötesinde, lütfen bunun esrarını bana açıklar mısın?” Kılavuzum bilgece gülümseyerek yanıtladı: “Bu materyalizasyonun esrarengiz hiçbir yanı yok. Tüm kozmos Tanrı’nın projekte edilmiş düşüncesidir, yani uzayda yüzen ve adına Dünya dediğimiz bu toprak parçası Tanrı’nın rüyasıdır. O her şeyi kendi zihninden yaratmıştır, tıpkı insanın rüyasında bir takım nesneler yaratması gibi. Tanrı yeryüzünü önce bir düşünce olarak biçimlendirdi, sonra onu hızlandırdı, önce atom enerjisi sonra da madde var oldu. Dünyanın atomlarını birbirine uyumlu hale getirip katı bir kürede topladı. Yeryüzünün tüm molekülleri Tanrı’nın iradesiyle bir arada durmaktadır, O iradesini çektiğinde Dünyayı oluşturan atomlar enerjiye dönüşür, bu enerji de kaynağına, yani Bilince geri döner ve yeryüzü objektif niteliğini yitirir. İnsan da aynı şeyi yapar, rüyasında bir yaratı oluşturur, uyandığında ise yarattığı şeylerin yok olduğunu görür. İnsan da tıpkı Tanrı gibi İlahi Arşetipik Modeli izlemektedir. Aynı şekilde Üstat Babaji de sonsuz iradeyle uyum içine girip elemental atomlara emir vererek istediği şeyi tezahür ettirebilir. Bir anda var edilen bu altın saray gerçektir, tıpkı gördüğün diğer şeyler gibi. Tanrının düşüncesi Dünyayı nasıl yarattıysa ve iradesi onu nasıl ayakta tutuyorsa, Babaji de bu sarayı öyle yarattı ve iradesiyle onu ayakta tutuyor. Saray işlevini bitirince Babaji onu yok edecek!”
“Kılavuzumla saraya girdik. Elimi altın kapılarda, mücevherlerle süslü vazolarda gezdirdim, hepsi gerçekti. Benliğime derin bir tatmin olma duygusu yayıldı, bilinç altımda saklı istekler bir anda sönüp gitmişti. Kılavuzum beni çok zengin döşenmiş bir sürü odaya götürdü, sonra muazzam bir hole girdik. Mücevherlerle süslü altın bir tahtın üstünde Üstadım Babaji lotüs pozisyonunda oturuyordu. Ayaklarının dibindeki parıldayan döşemeye diz çöktüm. “Lahiri, altın sarayın tadını çıkarıyor musun? Uyan artık, dünyasal susuzlukların ebediyen giderilmek üzere. Oğlum ayağa kalk, Kriya Yoga sayesinde Tanrı’nın melekutuna inisiye ol ” diyerek bir takım mistik kelimeler mırıldanıp beni kutsadı.
“Gün ağarırken ayin tamamlanmıştı, sanat harikalarıyla dolu sarayın odalarını gezdim, bahçelerde dolaştım. Sonunda Üstadımın yanına gittim, müritlerle çevrili vaziyette tahtında oturuyordu, beni görünce “Lahiri sen açsın, kapa gözlerini” dedi. Gözlerimi açtığımda o muhteşem saray ortadan kaybolmuştu. Babajiyle birlikte hepimiz çıplak toprağın üstünde oturuyorduk. Kılavuzumun yaptığı açıklamayı hatırladım. Tutsak edilen atomların düşünce özlerine dönmek üzere serbest bırakılacağını söylemişti. Babaji “Saray yaratılış amacına hizmet etmiştir” diyerek yerden boş bir toprak kap alıp bana uzattı. “Elini uzat, istediğin yiyeceği buradan al” dedi. Toprak çanağa elimi uzattım, tereyağlı çörekler, baharatlı pilav ve şekerlemeler beliriverdi. Biz bunları yerken çanağın bir yandan dolduğunu fark ettim. Yemek bittikten sonra su aramaya başladım, Üstadım yine çanağı işaret etti, yemekler kaybolmuş bu sefer çanakta su belirmişti. Babaji, “Tanrı’nın melekutunun, dünyevi hırsların melekutunu da kapsadığını pek az insan bilir. İlahi alem dünyevi olana da uzanır, fakat hayali mahiyette olan dünya Gerçeğin özünü içermez” dedi. ” (Sayfa: 20-24)
Paramahansa Yogananda, Gurusu Sri Yukteswar’ın anlattığı bir apor olayını şöyle naklediyor: “Yıllar önce, şimdi senin yaşadığın bu odada keramet sahibi bir Müslüman gözlerimin önünde tam dört mucize gerçekleştirdi. Bu fakirin adı Afzal Han’dı. Olağanüstü güçlerini tesadüfen karşılaştığı Hintli bir yogiden edinmişti. Afzal’ın saygılı bir şekilde yogiye hizmet etmesi çok hoşuna gitmiş, ona şöyle demişti: “Sana görünmeyen alemlerden birine hükmetmen için bir yoga metodu öğreteceğim. Yalnız sahip olacağın gücü hayırlı amaçlar için kullanacaksın, sakın onları çıkarın için kullanma.” Şaşkınlık içindeki Afzal’a bazı teknikler öğrettikten sonra Üstat ortadan kaybolmuştu. Afzal 20 yıl süreyle sadakatle bu yoga metodu üzerinde çalıştı. Sonunda mucizeyi andıran başarıları herkesin dikkatini üzerine çekti. Anlaşıldığı kadarıyla Hazret adlı bedensiz bir varlık sürekli kendisine refakat ediyor, Afzal’ın tüm isteklerini yerine getiriyordu.
“Üstadın uyarısını bir süre sonra unutan Afzal gücünü istismar etmeye başladı. Şöyle bir eline alıp da geri verdiği her obje kısa bir süre sonra ortadan kayboluyordu. Bazen Kalküta’daki büyük kuyumcuları ziyaret edip kendini bir alıcı gibi tanıtıyor, dokunduğu tüm mücevherler sırra kadem basıyordu. Onu tutuklamak için harekete geçen polis de çaresiz kalmıştı. Afzal sadece “Hazret al bunu geri götür” diyor ve aleyhindeki tüm kanıtları yok ediyordu.
“Bu oturduğun pansiyon bir zamanlar bir arkadaşıma aitti. Afzal’la tanışan arkadaşım onu buraya davet etmiş, ayrıca 20 kadar konu komşu arasında beni de çağırmıştı. O zamanlar çok gençtim ve bu ünlü fakirin neler yapabildiğini çok merak ediyordum. Üzerimde değerli hiçbir şey bulundurmayarak tedbirimi almıştım. Beni dikkatle süzen Afzal “Senin güçlü ellerin var, bahçeye çıkıp pürüzsüz bir taş bul üzerine tebeşirle adını yaz, sonra taşı olanca gücünle Ganj’a fırlat” dedi. Söylediklerini yaptım, taş Ganj’ın dalgaları arasında kaybolur kaybolmaz Afzal balkondan seslendi. “Bir kabı Ganj’ın suyuyla doldurup bana getir.” Su dolu kapla yanına döndüğümde Afzal, “Hazret taşı kaba koy” diye bağırdı. Elimi kaba uzattım ve taşı aldım, evet bu imzamı attığım taşın ta kendisiydi.
“Arkadaşım Babu’nun antika altın bir saati vardı. Afzal saati ve zincirini eline alıp şöyle bir baktı, bir süre sonra saat de zincir de oratadan kayboldu. Babu ağlamaklı bir sesle baba yadigarı saatini geri istedi. Afzal, “Demir bir kasada sakladığın 500 rupin var, onu bana getirirsen saatinin yerini söylerim” dedi. Aklı başından giden Babu hemen eve koşarak istenen parayı getirdi. Afzal, “Evinin yakınındaki köprüye git saatini ve zincirini vermesi için Hazret’e çağrıda bulun” dedi. Babu koşarak köprüye gitti, geri döndüğünde yüzü gülüyordu, ama saat ve zincir yanında değildi. Kendine söylendiği gibi Hazrete çağrıda bulunur bulunmaz saat ve zincir gökten sağ avucuna düşmüştü. Akıllanan Babu saati evdeki kasaya kilitleyip yanımıza dönmüştü. Bir saat ve zincir için ödenen bu bedel orada bulunanları kızdırdı, hepsi Afzal’a nefretle bakıyordu. Ortalığı yatıştırmak isteyen Afzal, “Lütfen istediğiniz içkiyi söyleyin Hazret getirecektir” dedi. Bazıları süt, bazıları meyve suyu istedi, kazıklanan Babu viskiyi tercih etti. Biraz sonra Hazret paldır küldür döşemeye bir sürü kutu boşalttı, herkes istediği içkiye kavuşmuştu.
“Günün görülmeye değer dördüncü mucizesi en çok Babu’yu memnun etti. Altın tabaklar içinde nefis yemekler istedi Hazretten. Kaynakları hiç tükenmeyen Hazret herkesin ısmarladığı yemeği altın tabaklar içinde getiriverdi. Bir saat kadar süren ziyafetten sonra tam odadan ayrılmak üzereydik ki bir gürültü koptu, ardımıza dönüp baktığımızda ortada ne tabak kalmıştı ne de yemek artığı, Hazret hepsini anında toplayıvermişti.
“Afzal Han spiritüel açıdan gelişmemiş bir fakirdi. Belirli bir yoga tekniğiyle bir astral planla bağlantı kuruyor, Hazretin aracılığıyla herhangi bir objenin atomlarını eterik enerjiden sağlayabiliyordu. Fakat astral maddeden oluşturulan bu atomlar yapısal olarak dayanıksız oldukları için uzun süre fizik dünyada alıkonamıyordu. Dünya zenginliklerine özlem duyan Afzal bu yüzden daha dayanıklı olan dünya objelerini tercih ediyordu. O Tanrı bilincinden yoksundu, kalıcı mucizeler ancak gerçek azizler tarafından gerçekleştirilebilir.
“O günden sonra Afzal’ı bir daha görmedim. Birkaç yıl sonra Babu bana Afzal’la ilgili bir gazete kupürü gösterdi, bir itirafnameydi bu, özetle şöyle diyordu: “Ben Afzal, bu satırları yaptıklarımın kefaretini ödemek ve mucizevi güçlere sahip olmak isteyenleri uyarmak için yazıyorum. Guru’mun bana bahşettiği yetenekleri yıllarca kötüye kullandım. Nefsime hizmet ederek kendimi ahlak yasalarının üzerinde gördüm. Sonunda hesap verme günüm geldi çattı. Geçenlerde Kalküta dışında yaşlı bir adama rastladım. Istırap içinde topallayan bu adamın elinde altına benzer parlak bir nesne vardı. Onun tek kıymetli malı olduğunu söyleyerek benden kendisine şifa vermemi diledi. Elindeki altına dokunup yoluma devam ettim, yaşlı adam topallayarak ardımdan geliyordu. Az sonra “altınım çalındı” diye bağırmaya başladı. Hiç oralı olmadım, yaşlı adam cılız bedeninden umulmayacak bir sesle arkamdan gürledi: “Beni tanımadın mı? ” Bu yaşlı adamın yıllar önce beni inisiye eden Guru olduğunu anlayınca nutkum tutulmuş, ağzım bir karış açık kalmıştı. Şöyle bir doğrulup heybetli bir hal almış, topallığından eser kalmamıştı, gözleri alev saçıyordu, “Elindeki kudreti ıstırap içinde kıvranan insanlara yardım etmek için değil, kendin için kullandın öyle mi? Verdiğim yeteneklerin hepsini geri alıyorum, Hazret artık sana hizmet etmeyecek, artık hiç kimseye zarar veremeyeceksin” dedi.
“Acıdan kıvranan bir ses tonuyla Hazret’i çağırdım, ama o emrime itaat etmedi. Karanlık perde yırtılmış, tüm günahlarımı açıkça görmüştüm. Guru’mun ayaklarına kapanıp ağlamaya başladım. Dünyasal ihtiraslarımı terk edeceğimi, meditasyon yapmak için dağlara çekileceğimi söyledim. O hiç sesini çıkarmadan ve şefkatli bakışlarını üzerimden ayırmadan beni dinledi ve şöyle dedi, “Pişmanlığından ötürü sana bir lütufta bulunacağım, diğer güçlerin elinden tamamen alındı, ama yiyeceğe ve giyeceğe ihtiyacın olduğu zaman Hazret’ten isteyebilirsin. Bundan böyle dağlarda kendini içtenlikle Tanrıya adamanı istiyorum.” Sonra Gurum ortadan kayboldu, gözyaşlarım ve düşüncelerimle baş başa kalmıştım. Elveda dünya, sevgili Tanrı’nın affını aramaya gidiyorum.” (Sayfa: 24-29)
Ünlü Hintli Ermiş Paramahansa Yogananda, ölümünden önce annesinin kendisine bıraktığı bir tılsımdan bahseder ve bu apor olayını yine annesinin ağzından şöyle aktarır: “Lahor’da yaşadığımız yıllarda, bir sabah hizmetçimiz odama girerek kapıda tuhaf bir sadhu’nun beni görmek için beklediğini söyledi. Ziyaretçiyi karşılamaya gittim, önünde eğildiğim zaman bir Tanrı eriyle karşılaştığımı hemen anladım. Sadhu, “Mukunda’nın (Paramahansa) annesi, Yüce Üstatlar dünyada uzun süre kalamayacağınızı söylediler, bundan sonraki hastalığınız sonuncusu olacaktır” dedi. Bu sözleri izleyen sessizlikte hiç telaşa kapılmadım, aksine son derece huzur verici bir titreşim hissettim. Sadhu tekrar konuşmaya başladı, “Size gümüş bir tılsım emanet edilecek, onu bugün vermeyeceğim. Sözlerimin kanıtı olarak yarın meditasyon yaptığınız sırada avucunuzda materyalize olacak. Ölmeden önce, tılsımı bir yıl süreyle koruması ve sonra küçük oğlunuza teslim etmesi için büyük oğlunuz Ananda’ya vereceksiniz. Mukunda Ululardan gelen bu tılsımın anlamını kavrayacaktır. Tüm dünyasal uğraşları terk etmeye ve Tanrı’yı aramaya hazır olduğunda eline geçmelidir. Birkaç yıl onu elinde tuttuktan ve amaç hasıl olduktan sonra tılsım kendiliğinden kaybolacak, en gizli yerde saklansa bile geri dönecektir.”
“Bu ermiş kişiye sadaka vermeyi teklif ettim ama kabul etmedi. Saygıyla önünde eğildim, hayır duada bulunarak ayrıldı. Ertesi akşam sadhu’nun dediği gibi meditasyon yaparken avucumun içinde bir tılsım materyalize oldu. Soğuk pürüzsüz bir temasla kendini belli etmişti. İki yıldan uzun bir süre boyunca tılsımı büyük bir kıskançlıkla korudum, işte şimdi onu ilerde sana vermesi için oğlum Ananda’ya teslim ediyorum. Benim için üzülmeyin, çünkü sonsuzluğun kollarına atılmak üzereyim. Elveda oğlum, Kozmik Ana seni koruyacaktır.”
Bundan sonra olanları Paramahansa Yogananda (Mukunda) şöyle anlatıyor: “Tılsımın elime geçmesiyle birlikte beni bir aydınlanma furyası sardı. Sanki uyuklamakta olan anılarım birden uyanıvermişti. Yuvarlak şekilli bu antika tılsım Sanskrit dilinin yazı karakterleriyle kaplıydı. Geçmiş yaşamlarda bana rehberlik eden görünmez öğretmenlerden geldiğini anlamıştım. Aslında bir anlamı daha vardı, ama bir tılsımın anlamı tümüyle açıklanamaz. Tılsım astral maddeden oluşturulmuştu, dayanıksız olan bu tür objeler bir zaman sonra dünyadan ayrılırlar.”
Yıllar sonra liseyi bitiren Yogananda Kalküta’dan ayrılarak spiritüel disiplin edinmek üzere Benares’deki bir Mahamandai Aşramına katıldı. Tılsımın astral aleme geri dönüşüne de burada tanık oldu. Yogananda tılsımın kayboluşunu şöyle anlatıyor: “Kalküta’dan beri bana eşlik eden tek hazinem, annemin bıraktığı gümüş tılsımdı. Yıllarca titizlikle koruduğum tılsımı aşramdaki odamda saklıyordum. Bir sabah onu görmeyi arzulayarak kilitli kutuyu açtım, ama tılsım yerinde yoktu, oysa kutuya hiç el sürülmemişti. Sadhu’nun önceden söylediği gibi gümüş tılsım geldiği yere geri dönmüştü.” (Sayfa: 29-31)
Yazar Guy Lyon Playfair, ‘Bilinmeyen Güç’ adlı kitabında ünlü Brezilyalı medyum Carmine Mirabelli’nin çevresinde tezahür eden apor olaylarından bahsetmektedir. 1933 yılında yapılan özel bir celsede, kilitli ve mühürlü bir pencereden içeri henüz koparılmış çiçekler yağmış, ardından kiloluk bir dini heykel havada yüzerek içeri süzülmüş, odada bir tur attıktan sonra geldiği gibi pencereden çıkıp gitmişti! Celse sonunda tutanakları okuma zamanı geldiğinde celsenin Alman sekreteri gözlüklerini evde unuttuğunu fark etmişti. Mirabelli kanalıyla Almanca konuşan bir ses “Bekle oğlum, gözlüğünü hemen getireceğim” demiş, gerçekten de gözlük aynı anda sekreterin elinde belirivermişti.
Mirabelli sanki arkadaşları için bir tür kayıp eşya bürosu gibi çalışıyordu! Arabayla Santos’a yolculuk yaparken bir arkadaşı şemsiyesini evde unuttuğunu söylemişti. Mirabelli’nin Santos’daki evine vardıklarında arkadaşının şemsiyesinin tavandan düştüğünü gördüler. Mirabelli’nin apor yoluyla ortaya çıkardığı eşyalar arasında çalınmış bir altın haç, otobüste unutulmuş bir kürk atkı ve çalınmış bazı dokümanlar da bulunuyordu.
Mirabelli, apor olaylarının gerçekliğini kanıtlamak için ara sıra zararsız şakalar da yapıyordu. 1928 yılında bir İngiliz şairi Mirabelli’nin celsesini izlemek üzere Sao Paulo’daki bir eve gelmişti. Hole girer girmez masanın üzerinde gördüğü ilk şey otel odasındaki bavulunda bıraktığı çalar saat oldu. Aynı akşam evin hanımının gözlüğü kaybolmuş, daha sonra arkadaşlarından birinin evinde ortaya çıkmıştı. Mirabelli’nin oğlunun anlattığına göre, bir dost ziyaretinden eve dönüşte kapıda başlarına gül yaprakları yağmıştı. (Sayfa: 37-38)
1868 yılında Firenze’yi (İtalya) ziyaret eden ünlü İngiliz medyumları Guppy çiftinin celselerinden birinde, bayanlardan biri bedensiz varlıktan bir kuş ya da tavşan materyalize etmesini rica etti. Aniden masanın üstü irili ufaklı böceklerle doldu, masanın üzerinde gezinip duruyorlardı, sonra hepsi birden uçarak kayboldu. Varlık bundan sonra birkaç elma, limon ve portakal aporu meydana getirip celsedekilere armağan etti.
Guppy çifti Psişik Araştırmalar Cemiyetini ziyaret ettiği sırada özel bir celse düzenlendi. Üyelerden biri, “Aklım bir türlü almıyor, ruhlar karanlıkta renkleri nasıl ayırt edebiliyorlar” dedi. Celse başlarken ışıklar söndürüldü, bedensiz varlık “Burada ruhların karanlıkta nasıl gördüklerine şaşan biri var” dedi. Ardından bir hışırtıdır başladı, sanki masanın üzerine kuru yaprak yağıyordu. Işıklar yakıldığında masanın beyaz, kırmızı ve yeşil konfetilerle dolu olduğu görüldü. Varlık konfetilerin karıştırılarak ortaya yığılmasını ve ışığın söndürülmesini istedi. Işıklar hemen söndürüldü, birkaç saniye sonra tekrar yakılması söylendi. Karmakarışık olan konfetilerin yeşil, beyaz ve kırmızı olmak üzere üç ayrı renk grubuna ayrıldığı görüldü. Bedensiz varlık bu gösteriyle, ışığın ancak bedenli varlıklar için gerekli olduğunu kanıtlamak istemişti. (Sayfa: 43-45)
Bolluk mucizeleriyle ün yapan azizlerden St. Angiolo Paoli, Roma’nın fakirlerine dağıtılacak az miktardaki yiyecekleri çoğaltmaya bayılır, ricaları hiç geri çevirmezdi. Bazı Carmelite misyonlarının hamilerince düzenlenen pikniklere sık sık katılan St.Angiolo, sıcak bir haziran günü yapılan piknikte apor yoluyla birçok yiyecek peyda etti. Salata için marul ve turp, bir turta ve meyve olarak da bir sepet çilek materyalize etmişti. Oysa o tarihte kuraklık vardı, materyalize edilen yiyecekleri bulmak imkansızdı. (Sayfa: 48)
Yunus Emre yedi yıl ayrı kaldığı Taptuk Dergahına dönerken konakladığı handa üç gençle tanışır, yola birlikte devam ederler. Bir süre sonra karınları acıkır, ama hiç birinin yol hazırlığı yoktur. Üç gençten biri elini açar ve ‘Hu’ diyerek duaya başlar, diğerleri de ona katılırlar. Aniden oracıkta üç çeşit yemek ve taze ekmek belirir. Yemekler yenir, şükürler edilir, tekrar yola çıkarlar. Akşam olunca diğer genç dua eder, yemekler yine gelir. Ertesi gün üçüncü genç aynı marifeti gösterdikten sonra sıra Yunus’a gelir. Gençlerden biri, “Derviş ağa misafirlik bitti, Hu çek de Tanrı nafakamızı göndersin” der. Yunus gözlerini yumarak “Tanrım bu üç genç hangi sevdiğinin yüzü suyu hürmetine sana dua ettiyse, ben de onun için dua ediyorum, benim yüzümü kara çıkarma” diye yalvarır. Aniden beliren yemeklerin çokluğu karşısında şaşıran yol arkadaşları, Yunus’a kim adına dua ettiğini sorarlar. Yunus aynı soruyu onlara yöneltince gençlerden biri “Tanrının bir sevgili kulu var, adı Yunus, yüzünü görmedik ama şanını duyduk. Biz onun yüzü suyu hürmetine Tanrıya dua ederiz, o da bizi hiç boş çevirmez” der. (Sayfa: 51-52)
Ünlü bir bestekar olan Kemal-i Kavval, bir dostun düzenlediği semada içinden “Acaba bu semada tefime ne kadar para atılacak” diye geçirir. Hz. Mevlana yerden bir avuç toprak alıp tefe atar ve “Al da gözüne sok” der. Kemal- i Kavval o anda tefinin altınlarla dolduğunu hayretle görür. (Sayfa: 52)
Kayseri’yi mekan tutan bir ermiş Hacı Bektaş-ı Veli’yi tekkesine davet etmiştir. Sohbet sırasında ermiş elini koynuna sokup bir salkım taze üzüm çıkararak masaya koyar. Hacı Bektaş-ı Veli, “Sizin erenlerden olduğunuz bizce malumdur, sizden keramet isteyen de yoktu, buna ne gerek vardı?” diye serzenişte bulunur. Bir süre sonra Hacı Bektaş-ı Veli gitmek üzere ayağa kalkınca eteğinin arasından yere bir Hindistan cevizi düşer. Kayserili ermiş “Buna ne gerek vardı dediniz, ya bu sizin yaptığınız nedir?” diye sorunca, Hacı Bektaş-ı Veli “Tanrı hakkı için benim bundan haberim yoktu, fakat siz o kerameti gösterince Horasan Erenleri de bunu gönderdiler” diye yanıtlar. (Sayfa: 55)
Eski Ahit/ I. Krallar: 17/ 14-6
“Çünkü İsrail’in Allah’ı Yehova böyle diyor. Rab toprak üzerine yağmur vereceği güne kadar küpte un tükenmeyecek ve tulumda yağ eksilmeyecek. Ve kadın gidip İlya’nın sözüne göre yaptı ve İlya ile kadın ve onun ev halkı çok günler yemek yediler. İlya vasıtasıyla Rabbin söylediği söze göre küpte un tükenmedi ve tulumda yağ eksilmedi.”
Eski Ahit/ II. Krallar: 4/2-6
“Ve Elişa ona dedi: Sana ne yapayım? Bana anlat, evde nen var? Ve kadın dedi: Bir sürümlük zeytinyağından başka bu cariyenin evinde bir şey yoktur. Ve dedi: Git, dışardan bütün komşulardan kendin için iğreti kaplar, boş kaplar al, az alma. Ve içeri girersin ve kendi üzerine ve oğullarının üzerine kapıyı kaparsın ve bütün o kaplara dökersin ve dolanı bir tarafa koyarsın. Ve kadın onun yanından gitti ve kapıyı kendi ve oğulları üzerine kapadı ve kendisine kapları getirdiler ve o doldurdu. Ve vaki oldu ki kaplar dolunca oğluna dedi: Bana bir kap daha getir. Ve oğlu ona dedi, artık kap kalmadı ve zeytinyağı kesildi.”
Tih Çölünde bulunan İsrailoğulları bu çölden kurtulmak için her sabah büyük bir ümit ve azimle yola çıkıyor, fakat dönüp dolaşıp tekrar aynı noktaya geliyorlardı. Nihayet Hz. Musa’ya başvurup, “Karnımızı nasıl doyuracağız, yiyeceğimizi nereden sağlayacağız? Yoksa Rabbin açlıktan bizi helak mı edecek?” diye sordular. Bunun üzerine Allah gökten onlar için kudret helvası ve bıldırcın kuşları indirdi. Bıldırcınlar o kadar boldu ki, İsrailoğulları bunların sadece semizlerini yer, diğerlerine el sürmezlerdi.
Sonra yine Hz. Musa’ya başvurarak, “Bu çölde su da yok. Suyumuzu nereden bulacağız? Yoksa Rabbin bizi susuzluktan helak mı edecek?” dediler. Allah’ın emriyle Hz. Musa asasını yere vurdu ve her kabile için yerden bir pınar fışkırdı. İsrailoğulları bu sudan içerek susuzluklarını giderdiler. Ancak bir müddet sonra, “Ey Musa ya elbiselerimizi nasıl bulacağız?” diye sordular. Bunun üzerine Allah onlara eskimeyen elbiseler verdi. İçlerinden boyu uzayan olursa elbiseler de birlikte uzamakta ve daima vücutlarına uymaktaydı. (Sayfa: 57)
İncil/Matta: 14/17-21
“Şakirtler de İsa’ya dediler: Burada beş ekmek ve iki balıktan başka bir şeyimiz yok. İsa, onları buraya getirin dedi. Ve çayır üzerine otursunlar diye halka emretti. Ve beş ekmekle iki balığı aldı ve göğe bakıp şükran duası etti ve ekmekleri kırıp şakirtlere verdi, şakirtler de halka verdiler. Hepsi de yiyip doydular ve parçalardan artanı on iki küfe dolusu olarak kaldırdılar.Yiyenler, kadın ve çocuklar hariç beş bin erkek kadardı.” (Sayfa: 58)
Ebu Eyyüb el Ensari Hz. Muhammed ve Ebu Bekir için yemek hazırlamıştı. Hz. Muhammed Ebu Eyyüb’e 30 kişi daha çağırmasını söyledi. Çağrılan 30 kişi yemeklerini yiyip gittiler. Hz. Muhammed önce 60, sonra da 70 kişi daha çağrılmasını istedi. Yeni gelenler de karınlarını doyurdukları halde yemek olduğu gibi duruyordu. Ebu Eyyüb, “O gün iki kişi için hazırladığım yemekten 180 kişi yedi ve karnını doyurdu” demiştir. (Sayfa: 61)
EKMİNEZİ – Geçmiş Yaşamlara Transla Geri Dönüş
Geçmişi tekrar yaşamaya ekminezi denir. Ekminezi tabirini Prof. Dr. Pitre bulmuştur. Hipnotizmayla uyuttuğu süjesinin, 10-20 sene önceki hayatını en ince ayrıntısına kadar yeniden yaşamaya başladığını görünce hayretler içinde kalmış ve bu olayı araştırmaya koyulmuştur. Ekminezi olayı hatırlamaktan farklıdır, geçmişi tekrar yaşamaktır. Hatırlamada geçmişten bahsederken olayların geçmişte olduğunu biliriz ve gerçek hayatımızı o anda içinde yaşadığımız olaylar teşkil eder. Oysa ekminezide şimdiki zaman henüz gelecekte olan bir zamandır ve hipnoz altındaki kişi için mevcut değildir.
Bu metot iki süreci uygulamak suretiyle gerçekleşebilmektedir. Birincisi hipnotik ve manyetik uyku, ikincisi psikolojik ayrışım. Hipnotik ve manyetik uyku yoluyla yapılan ekminezi uygulamaları daha çok rağbet görmekle birlikte, herkesçe bilinmeyen, oldukça incelik ve ustalık isteyen psikolojik ayrışım yoluyla yapılanlar daha verimli ve kolay olmaktadır. Psikolojik ayrışım, bir insanın çevresiyle ilgisini keserek kendi ruhi bilgilerinin içine dalması ve bu durumda dışardan gelecek ruhi tesirleri kolaylıkla alabilmesidir. Psikolojik ayrışımda ruhlarla konuşulduğu gibi, süjenin veya medyumun kendi ruhundaki anılarla da bağlantıya geçilebilir. Hipnozun aksine süjenin şuuru kaybolmamıştır. Medyumun kendi ruhundaki anılarla bağlantıya geçmesi demek, onları tekrar aynen yaşamaya başlaması demektir.
Süje manyetik uykuya sokulduktan sonra uykusu derinleşir. Bu derinlik uyurgezerlik (somnambül) aşamasına kadar çıkmalıdır. Az derin uyku hallerinde ekminezik çalışma yapılması tavsiye edilmez. Birçok arızalar ortaya çıkabileceği gibi başarı da elde edilemez.
İngiliz araştırmacıları bu konuyu aydınlatmak için profesörlerin de bulunduğu bir deneyde Babinski refleksine bakmışlardır. Babinski refleksinde, ayak tabanını bir iğneyle çizdiğimiz zaman normal insanda ayak parmakları öne ve aşağı doğru kıvrılır, buna Babinski olumsuz denir. Eğer felç olaylarında olduğu gibi kişinin ekstra pramidal sinir yollarında (hareketi sağlayan yüksek sinir merkezlerindeki sinir yolları) bir harabiyet olursa veya bu yollar bir yaşından aşağı çocuklarda olduğu gibi tam gelişmemişse Babinski refleksi olumlu olur. Böyle bir kişiye yapılan Babinski deneyinde kişi çok gıdıklanır ve ayak parmakları açılarak baş parmak geriye doğru kalkar, yani Babinski refleksi olumludur. Bu refleksi kontrol için süje hipnotizmayla uyutulur ve ekminezi yapılır.
14 -15 yaşına götürülmüş süjede Babinski deneyi yapılmış ve Babinski olumsuz bulunmuştur. Ekmineziye devam edilerek süje 6 aylık hale getirilmiş ve yapılan deneyde Babinski olumlu olarak bulunmuştur. Deneyde hazır bulunan tüm gözlemciler hayretler içinde kalmış, ekminezinin hatırlamadan daha ileri bir şey, tam anlamıyla bir yaşama olduğunu ve bunu Babinski deneyiyle saptadıklarını söylemişlerdir. Ama deneye burada son verilmeyip devam edilmişti. Acaba doğumdan önceki zamanda spadyumda (ahirette) refleks ne olacaktı ? Sonuç merakla bekleniyordu. Süje ekmineziyle doğumdan önceki zamana götürüldü. Bu anda Babinski deneyi yapıldı ve hayretle süjede hiçbir reaksiyon olmadığı görüldü. Oysa içinde bulunduğu durumu yaşıyor ve konuşuyordu. Deney tekrar tekrar yapıldığı halde ayakta hiçbir hareket yoktu. Biraz evvel 6 aylıkken kahkahalar atan ve ayağına dokundurtmak istemeyen süjede şimdi tam bir hissizlik vardı. Spadyumda süjenin bedeniyle ilgisi yoktur, çünkü bedeni yoktur, bu yüzden hiçbir refleks göstermemiştir. Tüm bu deneylerden sonra ekminezinin bir hatırlama olmayıp bulunduğu anı aynen yaşama olduğu anlaşılmıştır. (Sayfa: 11-17)
Bloxham’ın teyp kayıtları arasında en ilginci, ekminezi yoluyla 6 değişik yaşama geri dönen bir kadına aittir. Otuz yaşlarında, evli ve bir ofiste görevli olan Jane Evans, 6 geçmiş yaşamı hakkında apaçık konuşabiliyordu. Jane Evans’ın ekminezi uygulamalarına ait kayıtlardan ilk üçü oldukça etkileyicidir. Çünkü sözkonusu yaşamlar çoğumuzun hiç bilmediği tarih dönemleriyle ilgilidir. Ancak, bu kayıtlarda değinilen konuları kontrol etmeye başladığımızda her şey yerli yerine oturmaktadır. Belirli tarih kitaplarıyla, bazı tarihçilere başvurduğumuzda bu yaşam öykülerindeki çoğu inanılmaz ayrıntıların doğruluğuna şahit olmaktayız. Yanıt hemen her zaman aynıdır: “Doğru” yada “doğru olabilir”. Hatta bazı ayrıntılar için önceleri “Hayır, bu böyle değildir” diyen tarihçiler, araştırmalarını biraz daha ileri götürdüklerinde düşüncelerini değiştirmişlerdir.
Bloxham’ın ilgi çekici kayıtları sadece Jane Evans’ın yaşamlarından ibaret değildir. Süjelerin bu yaşamlarında hiç ziyaret etmedikleri kent ve ülkelerden söz ettikleri ekminezi örnekleri de vardır. Bazen çok kültürlü insanlar ekminezi altında cahil ve kaba bir kişiliğe bürünmekte ve tanınmayacak bir sesle konuşarak şaşılacak derecede bir argo, geçmiş zaman deyimleri ve geçmiş bir çağın sokak yaşamı bilgisini ortaya koymaktadırlar.
Jane Evans’ın ekminezi altında geriye dönerek anlattığı altı geçmiş yaşamı tarih sırasıyla şöyledir: 1- Roma devri İngiltere’sinde Livonia M.S. 286. 2- York, İngiltere’de Rebecca 1190. 3- Jacques Coeur’ün hizmetçisi Alison 1451. 4- Aragonlu Catherine’nin nedimesi Anna 1502. 5- Londralı terzi kız Ann 1702. 6- Maryland, Amerika’da rahibe Grace 1920. Ve şimdiki Jane Evans doğum 1939. Bu oldukça ilgi çekici listede yaşamlar arası geçen en kısa süre 15 yıl kadardır. O da rahibe Grace’in ölümüyle Jane Evans’ın 1939’daki doğumu arasındaki süredir. (Sayfa: 37-38)
“Hipnozla geri döndürme” olayında insanlar yaşamlarının daha önceki bir anına geri döndürülebilirler. Bu durumda süjeler tamamen unuttukları tüm geçmiş olayları en ince ayrıntısına kadar yaşamakta, geri döndürüldükleri yaşın her türlü tavrını takınmaktadırlar.
Bu, süjenin geçmiş yaşamını hatırlaması değildir, geri götürüldüğü anı her tür duygu ve düşüncesiyle yeniden yaşamasıdır. Örneğin, kırk yaşındaki biri sekiz yaşına geri götürüldüğünde sekiz yaşındayken yazmış olduğu yazının aynısını yazar, sekiz yaşındayken yapmış olduğu hataların aynısını tekrarlar. Bu yaşamında matematik profesörü bile olsa, dokuzun kare kökü sorulduğunda kesinlikle yanıt veremez! (Sayfa: 68-69)
Baltimore Metafizik Araştırmalar Cemiyeti’nde 1969 yılından beri Kalvin Widener üzerinde ekminezi denemeleri yapılmaktadır. Cemiyetin, reenkarnasyon konusuna giren doğumdan önceye götürme çalışmalarında ekminezi yöntemiyle Kalvin’in evvelki hayatlarından birçoğu ortaya çıkarılmıştır. Raporlara göre, Kalvin’in mağara adamından film yıldızı Rudolph Valentino’ya kadar 15 eski hayatı tespit edilmiştir. Birçok süjeden farklı olarak Kalvin hipnoz altında eski hayatlarından birine götürüldüğünde o günün dilini yazıp konuşabilmektedir. Post hipnotik telkinle epeyce derin bir transa giren Kalvin’in, bundan önceki hayatlarında 18. yüzyılda yaşamış Leo Vinoy isimli bir İngiliz, MÖ 342’de sona eren Üçüncü Sülalenin son firavunu Nechtanebo II’nin oğlu Kallikrates ve Uranüs’te yaşamış Neuron isimli bir varlık olduğu anlaşılmıştır. (Sayfa: 97-99)
Film yıldızı Glenn Ford en azından iki eski hayatına inanmaktadır. Bu, hipnoz altında yapılan deneylerden sonra anlaşılmıştır. Enkarnasyonlarından birinde bir İskoçyalı, daha öncekinde de bir Fransız olarak yaşamıştır. Her ikisinde de ortak yan atlara karşı beslediği sevgidir, at sevgisi aktörün bu hayatında da devam etmektedir. Ruhsal fenomenlere karşı olan merakı tanınmış aktörü Los Angelesli Dr. Maurice Benjamin’e kadar götürmüştür. Dr. Benjamin aktörle bir sene kadar hipnotik çalışma yaptıktan sonra Ford’un evvelki hayatları ortaya çıkmıştır.
Bundan önceki hayatında Ford, Charles Steward isimli bir müzik öğretmeniydi. O hayatında 1774’te Elgin Scotland’da doğmuş, yine aynı ülkede tüberkülozdan 1812’de bedenini terk etmişti. Ford o hayatına ait olayları anlatırken İrlanda İngilizcesiyle konuşuyordu. Piyano öğretmenliği yanında en çok sevdiği şey atlarıydı. O hayatına ait anlattıkları banttan Ford’a dinletildiğinde, İrlanda aksanıyla konuştuğunu duyunca çok şaşırmıştı. Ayrıca transtayken Beethoven ve Mozart’a ait oldukça zor parçaları kolaylıkla çaldığı görülmüştü. (Aktör şimdiki hayatında piyano çalmasını bilmiyor)
Daha evvelki hayatıyla ilgili deneylere başladığı zaman Dr. Benjamin transtaki aktöre “Neredesiniz ?” diye sormuş, “Versailles” yanıtını almıştı. Bunu söyledikten sonra Ford’un lisanı birden değişmiş ve 1600’lerin Paris Fransızcasını konuşmaya başlamıştı. Transtan çıktığında birkaç deyimden başka Fransızca hiçbir şey hatırlayamamıştı. O hayatında aktör 14. Louis zamanında Fransa’da yaşamıştı ve adı Launvaux’du. Zamanın aristokrasisini beğenmiyordu, ama aristokrat bir kadına aşıktı. Kadının kocası durumdan haberdar olunca Launvaux’u öldürtmüştü. Ford o zaman aldığı kılıç yarasının izini şimdiki hayatında da taşımakta ve zaman zaman bu yaradan rahatsız olmaktadır. Göğüs kemiği hizasına rastlayan bu yarayı aynı yerde oğlu Peter de taşımaktadır. O hayatındaki atlara düşkünlüğünü aktör çok iyi hatırlamaktadır.
Ford’un şimdiki hayatında ilk ata binişi 10 yaşına rastlar. İlk binişinde eğere hiç de yabancı olmadığını hissettiği zaman kendisi de şaşırmıştır. “Ata ilk bindiğim gün sanki eğer benim bir parçam gibiydi” demektedir. 11 yaşında polo oyunlarına katılmış, 14 yaşında ise usta bir binici olup çıkmıştır. Kendisiyle yapılan röportajlardan birinde şöyle demiştir: “Başkalarına nakletmenizi istediğim bir tek şey var. O da ölümden korkmamalarıdır. Bu hayatın ötesinde çok değişik şeyler var!” (Sayfa: 112-113)
Prens Galitzin Hamburg’da bir parkta gezinirken fakir bir kadının bankın üzerinde yatmakta olduğunu gördü ve ona acıyarak otele yemeğe davet etti. Yemekten sonra, bir manyetizör olan Prensin aklına kadını uyutmak geldi, dostlarının yanında kadını uyuttu. Uyumadan önce kadın kötü bir şiveyle Almancadan başka dil konuşamıyordu. Uyuduktan sonra bir evvelki hayatına götürüldüğünde düzgün bir Fransızca konuşmaya başladı. Odada bulunanların hayret dolu bakışları arasında bu hayatındaki sefaletinin sebeplerini anlattı. Kadının anlattığına göre, 18. asırda Bretanya’da deniz kenarında bir şatoda iyi bir hayatı varmış. Bir aşığı olan kadın kocasından kurtulmak istiyormuş. Kocasını bir kayanın tepesinden denize yuvarlamak suretiyle öldürmüş.
Kadın cinayetin yerini ve olayı tüm ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, Prens Bretanya’ya gittiğinde bir araştırma yaparak kadının tarif ettiği şatoyu buldu. Şatoda vaktiyle genç ve güzel bir kadının yaşadığını, kocasını kayadan yuvarlamak suretiyle öldürdüğünü öğrendi. Prens böylece kadının bir evvelki hayatıyla ilgili şeylerin tümünün doğru olduğunu kanıtlamıştı. (Sayfa: 114)
ANA GEMİ – UFO Genel Yapıları
Dr. Daniel W. Fry, 4 Temmuz 1950 akşamı White Sands Proving Ground’daki kampta yalnızdı. Saat 20.30 olmasına rağmen hava hala çok sıcaktı, biraz serinlemek için dışarı çıktı ve yürümeye başladı. Bir süre sonra yıldız sandığı ışıklardan birinin bulunduğu yere doğru hızla yaklaştığını gördü. Alçalan cisim 20 metre kadar ötesinde yere kondu. Üzeri adeta cilalanmış gibi gümüşi renkte bir metalle kaplı olan cisim bir fincan tabağına benziyordu.
Fry temkinli bir şekilde cisme yaklaştı ve ona dokundu. O anda nereden geldiği belli olmayan bir ses cisme dokunmasının tehlikeli olduğunu söyledi. Ses, ana gemiden Fry’ye hitap eden uzaylı Pilot A-Lan’a aitti. Fry sesi sanki biraz ilerisindeki bir hoparlörden geliyormuş gibi net olarak duymuştu. Uzaylı Pilot A-Lan daha sonra Fry’a şu bilgileri verdi: “Bu araç uzaktan kumandalı bir örnek toplama taşıtıdır. Aracın haberleşme sistemi aracılığıyla konuşuyorsam da ben aracın içinde değilim. Uzayın derinliklerinde, çok daha büyük bir gemide, sizin deyiminizle ana gemideyim. Ana gemi şu anda gezegeninizin yaklaşık 1.450 km. yukarısında seyretmektedir. Bu büyüklükteki bir geminin herhangi bir planete en fazla bu mesafeye kadar yaklaşmasına izin verilir.”
A-Lan uzaktan kumandayla yere konan aracın kapısını açar ve Fry araca biner. Kendisine bir gezi yaptırılır, uçuş sırasında Fry’ye aşağıdaki bilgiler verilir: “ Üzerinde yaşayıp eğitim gördüğümüz uzay gemileri nesiller boyunca bizim yegane yurdumuz olagelmiştir. Ana gemilerimiz sizin transatlantiklerinizden çok daha büyüktür ve bizi bir planete bağımlı kılmayan teknolojik imkanlara sahiptir. Gemilerimiz kapalı sistemlerdir, yani geminin içindeki tüm madde gemide kalır, dışarı hiçbir şey atılmaz. Bileşimleri elementlerine indirgeyerek ihtiyacımız olan herhangi bir forma dönüştürmenin yollarını öğrendik. Örneğin, biz de sizin gibi solunum yapıyoruz, yani havadan oksijen alıyor, karbondioksit veriyoruz. Gemilerimizdeki hava sürekli olarak karbondioksit soğuran ve oksijeni havaya geri veren bitki benzeri organizmalar içeren eriyiklerin içinden geçirilmektedir. Sonunda bu bitkiler yiyeceklerimizden birini oluştururlar. Sizinki gibi bir planette yaşamın sürdürülmesini sağlayan düzinelerce doğal periyodun hepsi de gemilerimizin içinde vardır. Bir planete oranla gemilerimiz küçük olduğundan, bu periyotlar çok büyük bir hızla ve inceden inceye kontrol edilen şartlar altında gerçekleştirilmek zorundadır. Elbette periyotlar esnasında bir miktar enerji kaybı meydana gelmekte, ama bu kayıp dış kaynaktan sağlanmaktadır. Güneşiniz türünden bir yıldızın civarında seyrederken tıpkı planetinizin yapmış olduğu gibi ihtiyacımız olan tüm enerjiyi kolayca ondan sağlayabiliriz.
“Yıldızlar arası yolculuklarda, gemimiz herhangi bir yıldızdan oldukça uzak bölgelerde bir ya da birkaç nesil boyunca dolaşmak zorunda kalabilir. Dışardan bir miktar enerji toplayabilsek de öncelikle enerji bankalarımızda depolanmış enerjiyle yetinmemiz gerekir. Tüm yaşamını bir uzay gemisinin nisbeten kısıtlı sınırları içinde geçiren bir zeki varlıklar ırkını tasavvur etmek sana zor gelebilir, hatta böyle bir ırka acıyabilirsin de! Oysa bizler bir planete mahkum olmuş ilkel ırklara acıma eğilimindeyiz! Onlar çevrelerindeki şartların çoğunu kontrol edemezler, çoğu kez depremlerin, sellerin, kasırgaların, fırtınaların ve kuraklıkların çaresiz kurbanları olurlar!
“Gemilerimizdeki ısı belli bir derecede sabit tutulur. Nem, atmosfer basıncı, yer çekimi ve diğer şeyler arzu edilen noktada sabitlenebilir. Bedenlerimiz gemiyi nadiren terk eder, ama teknolojimiz duyularımızın sağladığı tüm imkanları bize sağlamaktadır. Gözlem yapma ve bilgi edinme amacıyla herhangi bir planeti birkaç bin kilometre uzaktan gözlemleyebiliriz. Teknolojimiz sayesinde gemimizden oldukça uzak noktalarda bazı güçler üretebilir, uygulamalar yapabiliriz. Yeteneklerimiz sizlerden bazılarına şaşırtıcı ve inanılmaz gelebilir. Ama bu yetenekler, atalarınızın birkaç bin yıl önce sahip olduğu bilgi ve yeteneklere oranla o kadar şaşırtıcı değiller! Herhangi bir bilgi ya da yetenek, henüz onları edinmemiş olanlara şaşırtıcı ve inanılmaz gelir.” (Sayfa: 7-9)
George Adamsky’nin uzaylılarla ikinci karşılaşması 18 Şubat 1953’de Los Angeles’de olmuştur. Bu buluşmada Satürn, Mars ve Venüs planetlerinden geldiklerini söyleyen uzaylılar Adamsky’i bir uçan daireye bindirmişler ve 13.500 km.yükseklikteki ana gemiye götürmüşlerdir. Adamsky şahit olduğu olayları şöyle anlatıyor: “ Pilot ana gemiye inmek üzere olduğumuzu söylediğinde Marslı, ‘Herhalde bunu görmek çok ilginizi çekecek’ dedi. Bir ana gemiye inmenin bende yarattığı heyecanı ifade etmeme imkan yok. Orthon adlı uzaylı, ‘ Bu, geçen sene çölde buluştuğumuzda sizi ve yanınızdakileri çok heyecanlandıran ana gemidir.Orada, yani dünyadan yaklaşık 13.500 km. yükseklikte bizi bekliyor. Bu küçük gemilerin (ufoların) ana geminin üstüne nasıl indiğini ve indikten sonra nasıl taşındıklarını göreceksiniz’ dedi.
“ Yuvarlak pencereden gördüklerim beni hayran bıraktı. Altımızda muazzam büyüklükte kara bir gölge hareketsiz duruyordu! Yakınına geldiğimizde azametli gövdesi görüş alanımızı tamamen kapladı. Yavaş yavaş yaklaştık ve geminin tam üstüne geldik. Uzaylıların söylediğine göre geminin çapı 51metre, boyu ise 600 metreden fazlaydı. Puro şeklindeki bu azametli geminin stratosferde hareketsiz duran görüntüsü hafızamdan asla silinmeyecek! İçinde olduğumuz küçük araç ana geminin üzerine doğru süzüldü. Bu sırada karşımda balina ağzı gibi üstü yuvarlak büyük bir kapağın açık olduğunu gördüm. Taşıtımız ana geminin yüzeyine dokunur dokunmaz ileriye doğru hareket etti ve meyillenen bir yoldan geminin içine doğru kaymaya başladı.
“Araçtan çıkıp merdivenlerden indik. Dörtgen şeklinde, köşeleri yuvarlak büyük bir kontrol salonuna girdik. Salonun 10 metre genişlik, 13 metre derinlik ve 12 metre yükseklikte olduğunu söyleyebilirim. İki kapı hariç tüm duvarlar baştan başa uçan dairedekinin aynı, ama daha büyük çapta grafik ve haritalarla kaplıydı. Salonun dört duvarı boyunca uzanan üç katlı platformlarda sürekli izlenen ve kontrol edilen sayısız gösterge ve alet vardı. Bir ana teleskop üst platformda, bir diğeri taban platformunda duruyordu. Söylendiğine göre her iki teleskop da geminin herhangi bir bölümünden kullanılabilecek şekilde ayarlanmıştı. Kontrol odasından çıkıp şimdiye dek görmediğim güzellikte bir oturma odasına geçtik. Sadeliği ve ihtişamı yüreğimi ağzıma getirdi, bir an kapının eşiğinde durarak dekorasyonun harika güzelliğini ve odadan yayılan ahengi nefesimi tutarak seyrettim. Hiçbir yerde lamba ve elektrik tesisatı olmamasına karşın, her taraf yumuşak mavi-beyaz bir ışıkla aydınlanıyordu. Yemek masasının karşı tarafındaki duvarda, içinde bulunduğumuz ana gemiye benzeyen bir tablo asılıydı. Aklımdan bunlar geçerken Venüslü hanım düşüncelerimi okuyarak hatamı düzeltti: “Hayır, bizim gemimiz buna oranla pek küçük sayılır. Resmini gördüğünüz şeye gemiden çok uçan şehir demek daha doğru olur. Bizimkinin 600 metrelik boyuna karşılık bunun boyu birkaç kilometredir. Bunun gibi birçok gemi inşa edilmiştir. Yalnız Venüs’te değil, Mars, Satürn ve diğer planetlerde de vardır. Bunlar gezegenimizdeki tüm kardeşlerimizin öğrenim ve gezi ihtiyacını karşılamak için yapılmıştır. Seyahat etmek bizim planetimizde birkaç kişinin imtiyazında değildir, herkesin hakkı olan bir şeydir. Her üç ayda bir planetimizin sakinlerinin dörtte biri bu muazzam gemilere binerek uzayda seyahate çıkarlar. Sizin büyük yolcu gemilerinizin yabancı limanlara uğraması gibi, onlar da belirli planetlere uğrarlar. Bu sayede halkımız bir yandan evrenin büyüklüğü hakkında daha geniş bilgiler edinir, bir yandan da kutsal k itaplarınızda yazılı olduğu gibi Ulu Tanrı’nın nimetlerinden yararlanırlar.Planetimizdeki bilim merkezlerinde sahip olduğumuz aletler sayesinde halkımız başka planetlerdeki yaşam koşulları hakkında ayrıntılı bilgiler edinir. Bu tür gemilerden kurulu filolar oluşturulur ve üç aylık seyahat süresince binlerce insanın her tür ihtiyacını karşılayacak teçhizatla donatılır.’
Daha sonra Firkon adlı uzaylı söze başlayarak gemi hakkında bazı teknik bilgiler verdi. ‘Bu gemi, bizim geldiğimiz tipten 12 uçan daire taşımak için tasarlanmıştır. Aslında iç kısım dışardan görüldüğü kadar geniş değildir. Bu, daha çok iç kısımla duvar arasına yerleştirilmiş mekanik cihazlardan ileri gelmektedir.Geminin dört kat duvarı, başka bir deyişle derisi vardır. Geminin boyutuna ya da amacına göre deri katmanları daha az ya da daha çok olabilir. İlk girdiğimiz kısmın tamamı gerekli tamirleri yapabilecek çapta bir tamir atölyesi hariç uçan dairelerin depolanmasına ayrılmıştır. Orijinal yapıdaki büyük dikkat ve ustalığa rağmen parçalar kırılır ve aşınır.Uzay yolculuğu yapan gemilerde böyle bir atölyeye çok ihtiyaç vardır. Giriş kapıları bizi içinde çeşitli makinelerin bulunduğu belirli duvar bölmelerine götürür. Her gemide, tüm aletleri ve mekanizmaları devamlı kontrol altında tutan ve vardiya usulüyle çalışan birçok teknisyen bulunur. Böylece nedeni belirlenemeyen arızalar pek ender meydana gelir.’
Pilot odasını tavanından zeminine kadar gözlerimle taradım. Firkon sözlerini bitirince genç bir adam uzanıp düğmeye bastı, aynı anda yekpare sandığım duvarda yuvarlak bir pencere belirdi. Pilotlar duvarın iki tarafındaki küçük koltuklarda yerlerini aldılar. Hafif bir hareket hissettim, geminin burnu yukarı dikilir gibi oldu. Acaba beni kendi planetlerine mi götürüyorlar diye kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Ama bu ümidim pek kısa sürdü, gemi kısa bir süre sonra durdu ve boşlukta asılı kaldı. İlmuth gülerek ‘Şu anda dünyanızdan 80 bin km uzaktayız’ dedi. Firkon ‘Belki uzayın nasıl göründüğünü merak edersiniz’ diyerek beni yuvarlak pencerenin önüne götürdü. Dışarı baktım, arka planı oluşturan uzayın simsiyah olduğunu görerek şaşırdım. Fakat etrafımızda milyarlarca ateş böceği gibi her yöne uçuşan ışıklı tanecikler vardı. Dünya mehtaplı bir gecede Ay’ın görüntüsünü andıran sisli ve parlak bir disk gibi görünüyordu. Büyüklüğü, sabah doğarken güneşin ufuktaki büyüklüğü kadardı. Üzerinde fiziki yapısını belirleyen herhangi bir şekil yoktu, altımızda sadece kocaman bir küre vardı. Bir süre sonra tekrar yerlerine geçen pilotlar gemiyi dünyadan 13.500 km uzaklıktaki ilk konumuna getirdiler. Bu esnada Firkon bana televizyon ekranına benzer bir alet gösterdi. ‘Bununla’ dedi ‘üzerinden geçtiğimiz herhangi bir planette olan biten şeylerin resimlerini çeker, kayıtlarını yaparız. Sadece konuşulanları işitmez, olayları bu ekran üzerinde görebiliriz de. Aletin içindeki bir mekanizma aldığı tesirleri ses dalgaları haline dönüştürüp konuştuğumuz dile çevirir ve banda kaydeder’
Bu harika insanlardan bir türlü ayrılamıyordum, ayrılmak istemiyordum. Bu sırada Ramu ayağa kalktı, ‘Size tatsız bir haberim var, korkarım ki artık dünyaya dönmeniz gerekecek’ diyerek korktuğum haberi verdi. Küçük uçan daire bu arada şarj edilmiş, bizi tekrar dünyaya götürmek için hazırlanmıştı. Kapının kapanmasından çok kısa bir süre sonra uçan dairenin kapısı tekrar açıldı ve Firkon ‘Evet işte yine dünyadayız’ dedi.. (Sayfa: 10-37)
DZYAN KİTABI (Kadim Kutsal Öğreti)
Kozmogenesis : (Sadıklar Planı Celse: 8 Tarih: 26. 2. 1971)
“Kutsal metinlerinizde bahsedilen “yaratılış” hangi yaratılıştır? O yaratılış ancak evrenin minicik bir noktasının yaratılışının yarım yamalak izahından başka bir şey değildir. Hiçbir varlık Mutlak Yaradan’ın yaratma istek ve eylemini anlayacak ve anlatacak kudrette değildir. Hiçbir varlık bu yaratılışı anlayacak kadar bir havsalaya sahip olmamıştır.”
Antropogenesis : (Sadıklar Planı Celse: 9 Tarih: 7. 8. 1970)
“Evrenlerde mevcut varlıkların hepsi Yüksek bir Ruhsal Organizasyon tarafından ‘birer tez’ olarak meydana getirilmiştir. Bunun altında şu gerçek yatar: Yüksek Evren Yasalarını ve İlahi Prensipleri benimsemiş ve bunları nefsinde uygulamış bir ruh varlığı, maddeyi her türlü varyasyonu içinde kullanabilir ve kendi iradesine bağlı olarak çeşitli bileşim ve sentezlerle düzenleyebilir.” (Sayfa: 2)
Madam Blavatsky 1888 yılında “Gizli Öğreti” adını taşıyan iki ciltlik başyapıtını yayımladığı zaman, doğunun ezoterik tradisyonunu tüm dünya’ya tanıtmış oluyordu. Yaklaşık 10 yıl önce bu yapıt üzerinde çalışmaya başladığında, önünde hemen hemen tahayyül edilemeyecek kadar kadim bir el yazması metin duruyordu. Bu el yazması metin kağıt, parşömen ya da papirüs üzerine yazılmış değildi, artık unutulmuş olan çağlar öncesine ait bir işlemle palmiye yaprakları üzerine yazılmış tomarlardan oluşuyordu. Bu tomar, bir kısmı yazı bir kısmı da sembollerden meydana gelen, doğunun en kadim en gizli kozmolojisini özetleyen tarih öncesine ait bir dokümanın günümüze kadar gelen kopyasıydı. El yazması bu metne “Dzyan Kitabı” deniyordu.
Madam Blavatsky “Gizli Öğreti” adlı yapıtını hazırlarken yavaş bir tempoda, fakat “itici bir gücün” etkisi altında hiç durmadan yazıyor yazıyordu. Zevkini tatmin için çalışmadığını söylemişti. Bağlı olduğu ’Üstatlar’ bu saklı bilginin artık beşeriyete verilmesinin gerekliliği üzerinde duruyor, bunu gerçekleştirme işinin Madam Blavatsky’nin görevi olduğunu söylüyorlardı. Blavatsky 300 sayfayı aşan uzun bir giriş bölümünden sonra Dzyan Kitabı’nın ilk yedi kıtasını çevirmişti. Bu, kitabın herhangi bir batı diline yapılan ilk çevirisi oluyordu. Ancak kendinin de kabul ettiği gibi kitabın İngilizceye çevirisi hiç de kolay anlaşılacak gibi değildi. Ne var ki Blavatsky’nin Tibetli Üstatlarından gördüğü eğitim, en karmaşık ifadeleri bile yorumlayabilmesini mümkün kılıyordu.
İçi sembolik ifadelerle dolu olan Dzyan Kitabı’nın yaşını kimse bilmiyor, asıl yaşının dünyadan da eski olduğu söyleniyor! Bu gizli öğreti binlerce yıl Tibet’te bir sır olarak saklanmış, bilgisiz kişilerin elinde son derece tehlikeli olacağı söylenmişti. Asıl kitap (hala var olup olmadığı bilinmemektedir) kuşaklar boyu kelime kelime kopya edilmiş ve ‘seçilmişler’ tarafından yeni kayıt ve bilgiler eklenerek genişletilmişti.
Dzyan Kitabı’nın Himalayalar ötesi bölgede ortaya çıktığı söylenir. Kitabın öğretisi bilinmeyen yollarla Japonya, Hindistan ve Çin’e ulaşmış, barındırdığı düşüncelerin izlerine Güney Amerika efsaneleri arasında bile rastlanmıştır. Günümüzde Çin’in batısında yer alan Kun-Lun ve Altay dağlarındaki geçit ve boğazlarda gizlenen Kardeşlik Örgütleri aşırı kalabalık kitap koleksiyonlarına gözcülük ederler. Bu insanlar gözlerden uzak tapınaklarda yaşar, edebiyat hazinelerini yer altı mahzenlerinde saklarlar. Dzyan Kitabı da böyle emin yerlerde saklanmaktadır. Hıristiyanlığı yayan misyonerler bu gizli öğretiyi insanların hafızasından silmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Kitabın korunan, daha doğrusu bilinen bölümleri Sanskritçe çeviriler halinde tüm dünyaya yayılmıştır. Bu önemli öğreti başlangıçtan beri var olan Kadim Kelamı, Yaratılışın Formülünü vermekle kalmaz, beşeriyetin milyonlarca yıllık evriminin belirli bölümlerini de anlatır.
Sözkonusu bölümlerde, dünyada önce akıl ve zekadan yoksun kemiksiz, lastik gibi yaratıkların yaşadığı ve bölünme yoluyla çoğaldıkları anlatılır. Bu çoğalma sonucunda barışçı ve nazik bir varlık türü ortaya çıkmıştır. Bunlar sakin, mutlu bir dönem geçirirler, ama daha sonra çok değişik türden bir devler Irkı gelişir. Bu devler hem erkek hem de dişidirler. Cinsiyetlerin ayrılmasından sonra dişi hayvanlarla kurulan ilişkiler sonucunda korkunç görünümlü canavarlar doğar. Bu canavarlar üreme yöntemlerini değiştirme gücünden yoksun oldukları için, gün geçtikçe hayvanlara daha çok bağlanırlar ve zekaları iyice körelir.
Dzyan Kitabı’nın, bugünkü Florida ve Küba dolaylarında batmış olan çok geniş kara parçalarından bahsettiği söylenir. Bugüne kadar efsanevi Atlantis kıtasının nerede olduğu bulunamamıştır. Atlantisle, Dzyan Kitabı’nda anlatılan batık kıtanın aynı yer olması kuvvetle muhtemeldir. (Sayfa: 7-9)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
sevgili yaşar secen.. yüreğine sağlık.. bunca bilğiyi derlemekiçin gösterdiğin tüm çaba için sonsuz şükranlarımla.. tüm öğleden sonra okudum.. sanırım daha çok buralarda olacağım...her tür emeğin sana katlanarak ışık ve sevgi olarak dönsün dileğim...sevgi ve ışıkla kal.
deniz incekaş
Yorum Gönder