30.06.2007

---RAMTHA---
E Ş R U H L A R


AKAŞA YAYINLARI

Cuma, Sabah Oturumu: 10 Ocak 1986

Aslında hepiniz evrimleşmektesiniz, ama çook yavaş, çünkü inanç sistemlerinize sıkı sıkıya sarılmışsınız. İnanç sistemleri nedir biliyor musunuz? Hastalıklarınıza, korkularınıza, güvensizliklerinize sıkı sıkı sarılırsınız, dogmalarınıza, ideallerinize, yargılarınıza da! Neden? Çünkü size onlar kimlik kazandırıyor. Eğer inanç sistemleri olmasa ne olduğunuzu bilemeyeceğinizi sanıyorsunuz. Oysa ancak inançlarınızdan kurtulduğunuz, sınırlı benliğinize ait tabakaları sıyırıp attığınızda bu bilgilerin mutlak bir anlam kazanacağı duruma geleceksiniz.
Gelelim eşruhlara! Burada bu harika bilmeceyi öğrenmek için bulunuyorsunuz. Size şunu söyleyerek konuşmama başlayacağım, eşruhlar ruhsal bir bilimdir. Ruhsal deyiminin gözle görülmeyen bir şey anlamına geldiğini düşünüyorsunuz değil mi? Hayır, her şey ruhsaldır, hatta kaba madde bile uçucudur, hareket eder ve değişir! Ruhsal bilim diyorum, çünkü eşruhların anlaşılabilmesi zaman, mekan ve uzaklık gibi bilimsel anlayışı ifade eden kavramları aşar, yani biliminizin sınırlı bilgileriyle bir eşruhunuz olduğunu kanıtlamak mümkün değildir. Eğer sözcüklerle anlatılabilseydi sınırlı bir bilgi olurdu, sınırlı bilgi sınırsız idraki getiremez. İşte insanlık dramını ortaya koyan bir paradoks! Sözlerle ifade edilemeyen gerçek nedir bilir misiniz? Ruhsal iletişim ve duygulardır, duygu yaşamın ta kendisidir, söylenmemiş, sessiz, derin ve engin hareket!
Her birinizin bir eşruhu var, on milyon yıldan beri var. Bir eşruha ihtiyacınız var mı? Kesinlikle! Eşruh bir cisim değildir, maddi bir şey değildir, insan biçiminde bir öz-ruh varlığıdır. Pek az varlık eşruhunu bulabilir, pek az! Hepiniz diğer yarınızı görmeden birçok yaşam sürdünüz. Neden ona rastlayamadınız? İçinizde eşruhunu bulduğunu düşünenler oldu, ama bu pek kısa sürdü ve ilişki sona erdi. Böylece o varlığın eşruhunuz olmadığını anladınız, çünkü eşruhunuz olsaydı istediğiniz her şeyi size verir, birlikteliği sürdürebilirdi.
Şimdi, eşruh bilimini anlamanız için sizi yaratılışın ta başlangıcına götüreceğim. Tanrı düşüncedir. Başlangıçtan önce sadece düşünce vardı, ışık yoktu, hareket yoktu, madde yoktu. Tanrı olan düşünce hareket etmez, o vardır. Harekete izin veren ışıktır, ışık olmasa sadece bomboş uzay kalırdı. Boyutsuz, ölçüsüz, başlangıcı ve sonu olmayan ebedi şimdi! Bir an geldi düşünce kendi içine döndü ve büyüklüğünü tasarladı. Başka bir deyişle, düşünce kendini düşündü! Böyle yaptığında ışık doğdu, bu bilginin doğuşuydu. Bildiğiniz gibi ışık partiküllerden meydana gelir, partiküllerde ise onları bir arada tutan ve patlayıcı kılan pozitif ve negatif elektronlar bulunur. Ama en yüksek şekliyle ışık, tüm potansiyel alt elemanları barındıran bölünmemiş partiküldür. Her bir ışık partikülü de bireysel, yaratıcı, ifade edici düşünce bileşkesidir.
Siz Tanrıdan doğdunuz, Olan’dan, isterseniz ona uzay da diyebilirsiniz. Düşünce kendini düşünüp tasarlayarak ışık ve hareket olduğunda siz doğdunuz! Böylece başlangıçta her biriniz birer ışık partikülü idiniz, bu sizin en yüksek bireysel şeklinizdir. Başlangıçta hepiniz her şeye hakimdiniz, kendiniz başlangıçtınız, çünkü zamanı siz yarattınız. Elektrik nasıl yaratıldı biliyor musunuz? Işığı alçaltarak, yani frekansını düşürerek onu negatif ve pozitif kutuplara bölmüş olursunuz, böylece manyetik alanlar elde edersiniz. Hepiniz başlangıçta birer ışık partikülü, birer tanrı idiniz ve tanrıların her biri kendi düşünce süreçlerinden doğan birer ruha sahip oldular. Bilim adamlarınızın “Büyük Patlama” dedikleri olay ise, ışık partiküllerinden gazlar yaratılması üzerine meydana geldi. Ama şunu bilin ki, o andan itibaren varlıkların ruhu yoluyla her şeyi tanrılar yarattılar.
Ruhun nerede bulunduğu hakkında çoğunuzun ne düşündüğünü biliyorum. Ama o sizin kafanızın içinde değildir. Ruhunuz şurada, durmaksızın çalışan kasınızın, yani kalbinizin yanındaki bir boşluktadır. Bu boşlukta hafif bir öz vardır, aşağı yukarı 13 ons ağırlığındadır. Ruhunuzda sevgiyi hissettiğinizde, bu sevginin kalbinizden geldiğini sanırsınız, ama kalbiniz sadece bir pompadır, hiçbir şeye aşık filan olmaz, hisseden ruhtur. Işık partiküllerinin ya da tanrıların, Baba’larından gelen ve onlara hayat vermiş olan düşünce akımından pay alıp herhangi bir şey yaratabilmeleri için bir şeye, yani düşünceyi hareketsiz tutabilecek bir şeye ihtiyaçları vardı. Buna ruh denir, ben ruha varlığınızın efendisi diyorum, ama varlığınızın tanrısı öz’dür, bütününüzü saran yüce ışıktır. Anlıyor musunuz?
Ruh bir bilgisayar gibidir, düşünceyi zapteder ve saklar. Ruhunuz olmasaydı hiçbir şey bilemezdiniz, hiçbir şeyi ifade edemezdiniz, hiçbir şey yaratamazdınız, Olan’dan başka hiçbir şey olamazdınız. Ruh düşündüğünüz her şeyi, her düşünceyi kaydeder. Elbet bunu düşünce olarak değil, düşüncenin ışık bedeniniz üzerindeki elektriksel etkisi olarak kaydeder, işte buna duygu denir. Duygular evreninizdeki gaz maddelerin esasını oluştururlar, gaz halindeki maddeleri onlar yaratmışlardır!
Atomları işittiniz mi? Bu başka bir evrendir. Atomlara, bu içerdeki evrene madde halini veren de X partikülü denen bir partiküldür. Bu gerçekleştirilen, tezahür ettirilen ilk duygudur, tüm evreninize hayat vermiştir. Madde büyük güneşlerden doğdu. Elektrumun frekansını gaz halindeki maddeleri yaratmak için düşürdüler, onun partikülleri sonsuzluk boyunca etrafa dağıldı. Bu esnada uzay, o sessizlik, o boşluk ki ona düşünce denir, ışığın üzerinde oynamasına izin verdi. Böylece madde doğdu, ama tanrılar, yani ışık partikülleri hala her şeye hakimdiler.
Tanrılar güneş sisteminizdeki ilk yaşanabilir gezegeni yarattılar. Adı Melina idi ve güneşinizden doğan ilk gezegendi, ışığın kütleyi doğurmasıyla meydana gelmişti, doğal bir süreçle yani! Orada tanrılar ışık şekilleri yaratarak oynadılar. Bu noktada siz tanrılar henüz bölünmemiş tek bir tanrı idiniz, tabii cinsiyetiniz de yoktu. Tanrılar rekabetçi ruhları yüzünden Melina’yı tahrip edince, (kalıntıları hala Satürn’ün etrafında dönmektedir) birçoğu evreninizin uzak noktalarına gittiler, hala da orada bulunuyorlar. Bazıları da dünyanızla aynı hizada, ama güneşinizin öteki tarafındaki bir gezegene gittiler. Bu gezegeni bilim adamlarınız bu yüzyıl sona ermeden keşfedecekler. Demek ki orada bilmediğiniz bir gezegen daha var. (Yeni bir gezegen bulundu : Fransız bilim adamları, Güneşten 52 ışık yılı uzaklıktaki Beta Pictoris yıldızının yörüngesinde bir gezegen bulduklarını açıkladılar. 23.6.1994 tarihli gazetede haberi. Derleyenin notu)
Melina yok olduktan sonra Dünya’nız (Terra), Güneşinizin kenarından alınan parçanın geliştirilmesiyle yaratıldı ve yörüngeye oturtuldu, dönme hareketi sonucunda zamanla soğudu. Zamanla derken milyarlarca yıldan ve zamanın olmadığı bir yerden söz ediyoruz. Evet, sonunda aşılandı ve yaşam için hazır hale geldi. Hiç Venüs gezegenini gördünüz mü? Bu gezegenin yeni Dünya olduğunu biliyor musunuz? Venüs bulutlarla kaplıdır. Bulutlar neden orada bulunuyor biliyor musunuz? Bulutlar gökyüzündeki okyanuslardır, bir gün gezegenin okyanusu olacaklar. Bu gezegenin yüzeyindeki hayat sulu ortamda doğacak. Orası bir cennettir. Bulut örtüsü ışık için bir iletken olduğundan sıcaklık sabittir, bulut örtüsü güneşin ışığını alır ve gezegenin her tarafına eşit biçimde dağıtır. Böylece bu gezegenin her tarafı, yeni yaşam türlerinin meydana geldiği ılık bir rahim gibidir, tıpkı burada olduğu gibi. Bu bir reaksiyondur, cereyan etmekte olan yeni bir insanlık öyküsüdür.
Dünya’nız böyle evrimleşti, şimdi Venüs’ü kaplayan türden bir bulut örtüsü Dünya’yı kaplıyordu. Büyük okyanuslarınız başlangıçta bu bulut örtüsünün ta kendisiydiler. Zamanla buradaki yaşam, suda yaşayan formlar halinde üç boyutlu bir duruma geldi. Şimdi ışıktan suya geldik. Tanrılar istekleri doğrultusunda ve ruhları yoluyla dünyanızdaki her türlü canlının hücresel kütlesini yarattılar.
Yaşamın tüm harika bitki ve hayvanlarını siz yarattınız! Nasıl yarattığınızı biliyor musunuz? Olan’ı hissederek ve bu duyguyu ruhunuzda tutarak yaptınız, her şeyi hayata geçirdiniz. Adına hücre denen o yaratıcı suda yaşayan şekillere hayat üflediniz, o hücrelere biçim ve kalıp verdiniz. Her hücrenin, aynı zamanda oluşturduğu bütünün de bir örneği olduğunu biliyor muydunuz? Bilim adamlarınız, burnunuzun kenarından kazıyacakları bir iki deri kırıntısından klon yöntemiyle sizin bir kopyanızı yapabilirler. Sonra yarattıklarınıza hayat üflediniz, bu “nefes” bildiğiniz nefes değil, “yazgı biçimi”dir. Onlara zeka da verdiniz, bu sonsuza dek sürüp gidecektir.
Düşüncenin maddenin içinden geçebileceğini biliyor musunuz? Çünkü düşünce üç boyutlu maddenin frekansından daha yüksek bir frekansta titreşir. Üç boyut kütledir, yani yoğunlaştırılmış düşünce. Ama siz ne yarattığınız gülün kokusunu alabiliyor, ne de su samuruna dokunabiliyordunuz. Koklayamıyor, tadamıyor, göremiyor, işitemiyordunuz, sadece algılayabiliyordunuz. Bu gelişen alemin bir parçası olabilmenin tek yolu, frekansınızı düşürerek kendinizi de kütle halinde yoğunlaştırmanızdı. İşte o zaman başınız gerçekten derde girdi. Tanrılar yarattıkları alemi deneyimleyebilmek için kendilerine bedenler yarattılar. Onlardan birini buraya getirebilseydik dehşete düşerdiniz, çünkü sizin güzel diyebileceğiniz şeyler değildiler! Ama yine de tanrıların bu aleme girip çıkmalarını sağlayan harika araçlardı, üzerinize geçirdiğiniz bir giysiydi o. Seçebileceğiniz birkaç türü vardı, ancak hiçbirinin cinsiyeti yoktu. Bir tanrı için bir beden yaratmak çok kolaydı, tek yapacağı şey bedeni düşünmek ve onu hissetmekti, hemen oluverirdi!
Bir zaman geldi ki, tanrılar her bir tanrının eşsizliğini yansıtacak bedenler yaratmak istediler. Bir zamanlar Olan’ın yaptığı gibi tefekküre daldılar ve insan denen türü meydana getirmek üzere erkek ve dişi bedenler yaratmaya karar verdiler. Ne var ki tanrılar ne sadece erkek, ne de sadece dişi olmak istiyorlardı. O halde onlar da frekanslarını alçaltarak kendilerini bölecek ve her ikisi birden olacaklardı. Bunun anlamı şuydu: Işıklarını ve ruhlarını, bölünmenin meydana geldiği elektronlar düzeyine kadar alçaltmaları gerekiyordu. Çünkü o yüce ışığın frekansını düşürürseniz, ışık pozitif- negatif kutuplaşmasını meydana getirmek için bölünür. Böylece tanrılar ışıklarını alçalttılar, pozitif-negatif düzeyine geldiğinde ışık ve ruh birbirinden ayrıldı, bu frekansta kaldığı sürece her ikisi de ayrı kalacaktı. Bunu anladınız mı? Yaratılış her zaman zor bir konu olmuştur. Böylece tanrılar hücrelerden meydana gelen iki çeşit beden yarattılar, birine pozitif, diğerine de negatif yük yerleştirdiler. Negatif yük taşıyana dişi, pozitife de erkek denecekti. Hormonlar bedende içlerindeki elektrik yüküne göre akacaklardı, bedendeki hormon akışını elektrik enerjisi sağlayacaktı.
Böylece dişiye kapılar yerleştirildi. Dişi enerji, yani negatif enerji, bu enerjiyi taşımak için meydana getirilmiş bir bedene sahip olduğunda anahtarları çeviriyor ve yedi kilidin (çakranın) hepsi açılarak “hormon dengesini” sağlayacak akım başlıyordu. Böylece bir dişi doğuyordu. Erkek bedenine ise (ki onun da yedi kapısı yani yedi kilidi “çakrası” vardı) pozitif enerji giriyordu. Hormon akımı başlıyor ve erkek varlık doğuyordu. Unutmayın, biz burada bölünerek çift bedene geçen tek bir tanrıdan söz ediyoruz, pozitif ve negatif bir çiftten. Penis, husyeler, meme, hazne, vajina, yaratılış anında bedenin hücresel kütlesinde bulunmuyordu. Bunlar hormonların uyumu ve kontrolü sonucunda meydana geldiler. Böylece negatif yük dişi bedene girdi ve beden sükunet halindeyken göğüsler büyüdü, beden yumuşadı ve şekle girdi, çünkü artık yedi salgı bezi hormon salgılamaya başlamıştı. Ruh-Öz bu bedenle uyum içine girmişti. Pozitif yük ise erkek bedenini oluşturacak “toprak” içine girdi, yedi kilidi açtı ve bu beden de erkek bedeni şeklinde gelişmeye başladı. Artık uykudan uyanan erkek ve kadın, yani eşruhlar birbirlerinin gözlerine bakarak kendilerini ilk kez gördüler, kendi akislerini gördüler, enerjiyi gördüler. Hem ruh hem de özlerinin aynı deneyimi paylaşmakta olduğunu hissettiler, ancak deneyimin şekli farklıydı. Anlamaya başlıyor musunuz? Ampuller yanıyor mu?
Genetik deyimini hiç duydunuz mu? Genetik belleğin nasıl meydana geldiğini düşünün. Her birinizin sperm ve yumurtasında, başka bir varlığı meydana getiren ve genetik belleği taşıyan tohumlar vardır. Genetik belleği taşıyan kromozomları meydana getirenin ne olduğunu sanıyorsunuz? Her şeyi yaratan nedir? Duygular! Genetik bellek duygular kanalıyla meydana gelir. Bu alemde on milyon yıl önce tanrılar bölünerek dişi-erkek enerji şekline girdiler ve madde aleminde yaşadıkları her serüven onlara yeni duygular kazandırdı. Onların yüksek duygular hissettikleri her seferinde, sperm ve yumurtadaki kromozom yapılarında bunun izi kaldı. Şu anda bedeninizi yaratan işte budur. Tanrılar birbirinin kopyası olan bedenler yerine, farklı özellikler taşıyan yeni bedenler yaratmak için bu bilimi geliştirdiler.
Genetik olarak evrimleşmenizi sağlayan neydi? Sürekliliğin sebebi nedir? Cildinizi gitgide incelten ve başınızın gitgide büyümesini sağlayan nedir? Duygular! Çünkü her an duygularınız gerçekleşiyor. Bunları kayda geçiren nedir? Varlığınızın efendisi ölümsüz ruhunuz elbette. Böylece on milyon yıl boyunca Dünya’da yaşadınız ve duygular vasıtasıyla evrimleştiniz. Eşruhlar buradaki cennete benzer yaşamı paylaştılar, çünkü her biri diğerinden armağanların en güzelini alıyordu, yani duyguları! Kadının çocuğuna hayat verirken hissettiği duygular diğer eşine, kendinin öbür parçasına, yani eşruhuna da veriliyordu. Onlar aynı ruh, aynı özdüler, birinin deneyimini öteki de hissediyordu. Bir sonraki yaşamda belki de birbirlerinden farklı ülkelerde doğdular, çünkü sonraki yaşam serüvenleri için seçtikleri bedenler bunu gerektiriyordu. Acaba sizin eşruhunuz şu anda nerede? Aranızda eşruhları şu anda bu dünyada bulunanlar var. Bazılarının eşruhları ise şu anda başka gezegenlerde, başka evrenlerde ya da alemlerde bulunuyor. Sizi birbirinize bağlayan nedir biliyor musunuz? Duygular! Sizler her zaman bu kadar yakınsınız, evet bu kadar yakın!
İşte böylece bir tanrı bölündü ve iki birey haline geldi. Bunlar eşruhlardı, ama tanrı bir yandan da bütün olarak kaldı, tek bir tanrı olarak. Bu iki bireyin düşünceleri, duygular şeklinde tezahür ederek ikisi arasında akar. Eşruhunuza adeta esnek ilahi bir bağla bağlısınız, bu bağ sonsuza kadar uzayabilir, ama hiç kopmaz. Eşruhunuz bir nefes, bir lahza kadar size yakındır, bir duygu kadar! Unutmayın ki zaman, mekan ve uzaklık, görünmeyen alemi ölçemez ve ayıramaz.
Eşruhunuzun deneyimleri sizin de deneyimlerinizdir, onun bilgisi sizin de bilginizdir, aynı anlayışı birbirinizle paylaşırsınız. Bazı şeyleri psişik olarak nasıl bilebiliyorsunuz? Büyük olasılıkla eşruhunuz o anda onu yaşamaktadır ve siz onun duygularını algılıyorsunuz. Neden bazı şeyleri canınız çok çeker? Bazen olgun, balı sızan bir şeftali gözünüzde tüter, belki aynı anda eşruhunuz dalından bir şeftali koparmış ve sulu bir lokma ısırmıştır. Bazen suya atlamak için dayanılmaz bir dürtü duyarsınız, belki eşruhunuz bir yerlerde soyunmuş yüzüyordur. Arzular böyle oluşur ve ikiniz arasında gidip gelirler. Yaptığınız her şey eşruhunuz tarafından da deneyimlenir, tabii maddesel bedenle değil ruhsal bedenle. Siz ve eşruhunuz birbirinize ebediyen bağlısınız. Geçmişinize baktığımızda bir değil, iki varlığı birden gözden geçiriyoruz. İkiniz şaşırtıcı bir yolculuk yapmakta olan tek bir tanrısınız, hem erkek hem de kadın olarak bedenlenen tek bir tanrı! (Sayfa: 9-36)

Cuma İkindi Oturumu : 10 Ocak 1986

Eşruhunuz öteki benliğinizdir. Üstün benliğiniz ya da aşağı benliğiniz diye bir şey yoktur. Bunu biliyor muydunuz? Üstün benliğinizden söz etmek size yaraşmaz, böyle yapmak daima sizi alçaltır. Eğer bir bölümünüz üstünse, diğer bölümünüz daima aşağı olmak zorundadır. Spiritüel dogma, daima sizden daha üstün, daha güçlü ve daha yüce olduğu tasavvur edilen ve adına “ruh” ya da “rehber” denen görünmez varlıklarla doludur. Ey varlıklar, sizden daha üstün, daha yüce hiçbir şey yoktur, hiçbir şey! Daha üstün bir benliğe sahip değilsiniz, eğer buna inanmak istiyorsanız sadece kendinizi aldatıyorsunuz demektir! Eğer birçok benliğiniz varsa, eğer hepsini bir araya getirecekseniz, uzanıp üstün benliğinizi aşağı indirmek ve aşağı benliğinizi de yukarı çıkarmak zorunda kalırsınız! Eğer birçok benliğiniz olduğuna inanmak istiyorsanız, gücünüzü dogmalara teslim ediyorsunuz demektir, geçerliliği olmayan uydurmalara!
Peki deha nedir biliyor musunuz? Sadeliği kavrayabilmektir. Peki zeka nedir? Karmaşıklıktır. Karmaşıklık sınırlamadır, sadelik sınırsızlıktır. Anladınız mı? Zekanız ve karmaşıklıklarınızla her şeyi nasıl da büyütürsünüz! Basit bir şeyi öylesine büyütürsünüz ki, illüzyondan uyanıp da gerçeği görmeniz çok zor olur. Bir şeye inandığınız anda, gücünüzü o inanca teslim etmiş olursunuz. Düşüncelerinizin tek kaynağı, başkalarının ne düşündüğüdür. Toplumsal bilinç denen bilinç düzeyinde yaşıyorsunuz, bir sürü gibi yaşıyorsunuz!
Gelelim benliklerinizin birleşmesine. Her birinizin bir diğer “siziniz” var. Öteki ne sizden üstün, ne de aşağıdır. Sınırsız şekliyle ona BEN diyebilirsiniz, bu sizi ve siz olan diğer “sizi” de tanımlıyor. Eşruhlar tanrıdır, siz ve eşruhunuz, diğer yarısına şöyle böyle ilgi gösteren yarımşar tanrılar değilsiniz, siz bütünüyle doğmuş ve yaşamış bir tanrısınız. İkinizin yüce serüveni, sınırlı bir bilinçten sınırsız bir bilince geçiş yapmaktır. Süper bilinç nedir sanıyorsunuz? Sınırsız bilinçtir, beyninizin tümüyle işleyebilmesidir. Bazılarınızda içsel bir çöküş başlamıştır, beyniniz de kendini kapatıyor, çünkü sizler dejenere olmuş varlıklarsınız. Beyniniz kapandığı zaman artık burada kalamayacaksınız. Gelmiş geçmiş tüm yüce öğretmenlerin mesajlarını değiştirip yeniden yazdınız, çünkü onların gerçeklerini farklı bir biçimde görmek istiyordunuz, böylece bilginin değerini alçalttınız. Ama bu benim öğretilerimin başına gelmeyecek, onlar sizin iyiliğiniz için ebediyen saf kalacaklar.
Şimdi gelelim eşruhunuzu aramanıza. İçinizde onları aramaya çıkmak için kocasını, karısını ya da sevgilisini bırakmaya istekli olanlar var. Ailenizi ve hayattan aldığınız tadı, kendi kendinizin sahibi olamadığınız takdirde asla sahip olamayacağınız bir şeyi aramak uğruna terk etmeye hazırsınız. Eğer şu ana kadar kazanmış olduğunuz şeyleri gidip de eşruhunuzu aramak uğruna sokağa atarsanız, sizi temin ederim ki cehennem ateşine doğru gidersiniz, çünkü öyle yaparsanız ileriye değil, geriye doğru adım atmış olursunuz, çünkü artık ebediyen kaybedilmiş başlangıcın şartlarına dönmek istiyorsunuz demektir. Bir aksiniz olan öteki yarınızın gözlerine ilk kez baktığınız andaki siz olmanız artık imkansız. O ana asla geri dönemezsiniz, çünkü artık şimdi’dir, artık o masumiyete sahip olamayacak kadar “akıllı” ve sınırlısınız!
Aşırı uç denen varlıkları biliyor musunuz? Hepiniz aşırı uçsunuz, her anınızı spektrumun ya bir ucunda ya da öbüründe geçirirsiniz. Başınıza iyi bir şey gelince onu olumlu diye nitelersiniz, kötü bir şey gelince olumsuz dersiniz. Bir şeyi iyi ya da kötü, pozitif ya da negatif, üstün ya da bayağı diye nitelendirmeden sadece olduğu gibi bıraktınız mı hiç? Bir şeyi sadece “olan” olarak hiç gördünüz mü? Ancak “olan” bilincine eriştiğinizde negatif-pozitif enerjinin aşırılıklarından ve kendinizi yargılamaktan kurtulabilirsiniz. Kutuplar arasında yaşamaya devam ettikçe dogmalar hayatınızı yönetir. İyi mevcut olduğu sürece kötü de mevcut olmak zorundadır. Doğru kavramına her kucak açtığınızda, onun zıt kutbu olan yanlışı da kendinize çekersiniz. Şimdi artık işlerin neden hep doğru gitmediğini biliyorsunuz.
Efendiler, Tanrının sizi hep yargıladığı öğretildi, ama Tanrı asla yargılamadı, asla. İnsan Tanrı adına yargıladı. Eğer Baba, yaptığınız en ufak bir şey için sizi yargılamış olsaydı ne olurdu biliyor musunuz? Bir an sonra artık olmazdınız, yaşam da olmazdı. Olan’ın iyi ve kötü kavramı yoktur, doğru ve yanlış kavramı da! O kusursuz ya da kusurlu değildir, negatif ya da pozitif değildir. Tanrı olan’dır, her şeyin oluşudur, çünkü O var olan her şeydir. Şu halde, Tanrı eğer sizi yargılasaydı kendini yargılamış olacaktı. Siz her ne iseniz Tanrı da odur. Siz kendi kendinizi yargıladınız, neden biliyor musunuz? Çünkü bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri de kötü olarak değerlendiriyorsunuz. Doğru ve yanlışla yaşamak büyük bir sınırlamadır, çünkü bu yargılar düşünceyi böler, duygusal bilgelik kazandıracak tüm düşüncelerin alınmasına izin vermez. Ampuller yanmaya başladı mı? Eğer düşünceyi yargılarsanız bilgi size erişemez. Bir kez doğru ve yanlıştan kurtuldunuz mu, yaratılmış olan tüm dogmalardan da kurtulur, Tanrıyı bulursunuz.
Dünyada bir zamanlar her şey birbiriyle uyum içinde yaşardı, o zamanlar yine gelecek. Ama bunun için dünyanız çok kısa bir süre sonra zor bir devreden geçecek. Halkınız bir çöküşü yaşıyor, bu çöküş ruhsaldır, bu çöküş zihinseldir. Onlar mutlu olmanın nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyorlar, çoğunuz da bilmiyorsunuz ya! Dünyaya büyük bir gözdağı verilecek! Bu da yargılardan ve bu yargıların kendine çektiği kutuplaşmadan doğacak. Ama iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın kutuplaşması ortadan kalkınca, pozitif-negatif çatışması da ortadan kalkacak. Savaş olmayacak, barış olmayacak, sadece yaşam olacak! (Sayfa:37-53)

Cumartesi, Sabah Oturumu : 11 Ocak 1986

Çoğunluk, karşılaştığı sorunlar için hep kendi dışındaki şeyleri suçlar. Toplumsal bilinç, ebeveyniniz, yaşadığınız yer, hükümetiniz ve köpeğiniz mutsuzluğunuzun nedenidir. Başınıza gelen şeylerin hiçbiri anneniz ya da babanız yüzünden gelmiyor. Uygulamanızı yapabilmek için bir araç olarak onları kendiniz seçtiniz, onların genetik tohumlarını, duygusal kayıtlarını siz seçtiniz. Bir kişi gücünü geri almak istiyorsa, önce kendi alemini kendinin yarattığını idrak eder, her şeyi kendinin seçtiğini fark eder, bu fark ediş kişinin gücünü artırır. Her şeyi kendinizin yarattığını kabul ettiğinizde suçtan, suçlamalardan, nefretten kurtulup huzur bulursunuz. Aklım karıştı dersiniz, kim karıştırdı aklınızı? Siz karıştırdınız, sorumlusu sizsiniz. Kurban diye bir şey olmadığını biliyor musunuz? İyi ve kötüyü bir yana bırakıp yaşamı bir süreklilik olarak gördüğünüzde kurban diye bir şey kalmaz, artık sadece yaşam vardır. Kurban bilinci öteki kutbu, katili yaratacaktır. Başınıza gelen her şey, gelmesini istediğiniz için geldi, çünkü bunların sonunda kazanacağınız duygusal bilgeliği istiyordunuz. O halde önemli olan başınıza gelen olaylar değil, bu olaylara gösterdiğiniz tepkilerdir, çünkü bu tepkilerin sonucunda bilgelik denen hazineyi kazanabilirsiniz. Hepiniz bunu kazandınız, ama henüz tam anlamıyla değil, çünkü hala suçluluk duyma, başkalarını suçlama, güvensizlik ve başarısızlık gibi duygularla onu gölgeliyorsunuz. Sorumluluğu üstlenip “ben yarattım” diyebildiğiniz anda, artık ne suçluluk hissi ne de başarısızlık kalacak, sadece bilgelik olacaktır. Rüyayı yaratanın kendiniz olduğunu idrak ettiğinizde uyanıyor ve eve dönüyorsunuz demektir!
Bir “efendi” kendi realitesinden ve yaşamından sorumludur, tüm insanlıktan değil sadece kendinden sorumludur. Bu idrake varmak liderleri ortadan kaldırır, rahipleri ve medyumları da! Siz bir efendiyseniz hiç kimseye akıl danışmazsınız. Eğer başkalarından öğüt ve tavsiye bekliyorsanız, kendinizi bilgelikten uzaklaştırıyorsunuz demektir. Artık bir efendinin neden yalnız yürüdüğünü biliyorsunuz. Bir efendi kaderini bilir, yapması gereken tek şey düşünmek ve istemektir, bilmek istediği her neyse bir an sonra ona gösterilir. Başkalarını izlediğinizde ya da bir sürü gibi yaşadığınızda veya bir tarikate girdiğinizde bu gücü teslim eder, uykuya dalarsınız. Yedi buçuk milyon yıldan beri dogma ve korkuya esir olduğunuz için cehalet içinde yaşıyorsunuz!
Eşruhlarınızı hiçbir zaman bulamayacaksınız. Kendinizi iyileştirmenin nasıl bir şey olduğunu hiç tadamayacak, boyutların ötesindeki parlaklığı asla göremeyeceksiniz, çünkü siz yüce değilsiniz. Benim oturumlarım mürit toplamak için yapılmıyor. Eğer bana tapınılmasını isteseydim, size “söylenemeyen gerçekleri” öğretmezdim, aslında tanrı olduğunuzu söyleyerek sizi yüceltmezdim. Sizi cahil bırakır ve gücünüzü elinizden alırdım. Ama benim tapınılmaya ihtiyacım yok, ben zaten tanrıyım, zaten sonsuzluğun sahibiyim! Benim sizden isteyeceğim ne olabilir ki? Bana biraz daha sonsuzluk mu vereceksiniz? Mümkün değil!
Uyananlarınız için söylüyorum. Öğrendiklerinizi ruhunuzda hissetmeye başlıyorsunuz ve eşruhlarınız da her nerdeyseler bu yüce öğretilerin parıltısını hissetmeye başlıyorlar, içlerinde bir eksiklik duyuyor ve istiyorlar. Duyguları onlarla paylaşıyorsunuz, böylece eşruhlarınızın ruhları da bu anlayışı kazanıyor, onlar da uyanıyorlar. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyorsunuz, çünkü ikiniz her şeyi paylaşırsınız. İlk bölündüğünüzden bu yana, birbirinizi hiç görmemiş olsanız bile başlangıçtan beri her şeyi paylaştınız. Diyelim ki, Mısır’dan gelen her şeye büyük bir ilgi duyduğunuz için bir zamanlar orada yaşamış olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bir medyuma gittiniz, o da size orada çok şatafatlı bir hayat yaşadığınızı söyledi. Bir de baktınız ki, hiçbir zaman orada yaşamamışsınız, ama eşruhunuz yaşamış, anlıyor musunuz? Hepiniz eşruhunuzun size mutluluk getireceğini düşünüyorsunuz, onları hemen bulmak istemenizin sebebi de bu. Ama bu da başka bir sınırlama, çünkü yine kendi dışınızda birinin sizi mutlu etmesini bekliyorsunuz demektir. Eşruhunuz size mutluluk getirmez, sizi mutlu etmeyen her şey gücünüzü teslim ettiğiniz şeydir. Başkalarının sizi mutlu etmesini beklemek, ne kadar zayıf olduğunuzun göstergesidir.
Şimdi bilmeniz gereken başka yüce bir gerçekten söz edeceğim: “Gerçek dışı” diye bir şey yoktur. Her şey olanda, her şey olmayan bir şey bulunabilir mi? Öyleyse her şey doğrudur. İnsan ne düşünürse onu hisseder ve hissedilen her şey gerçek olmuştur. Bir insan gerçeğini her an değiştirebilir, çünkü her fikir değiştirdiğinde hisleri de değişmektedir. Hisleri değişmişse yeni bir gerçeği kabul etmiştir ve farklı tepki verecektir. Herkes haklıdır, Tanrıya inanmayan kişi haklıdır, sizden nefret eden kişi de haklıdır. Bunu biliyor muydunuz? Çünkü her varlık tanrıdır, kendi realitesini ve kendi doğrusunu yaratır. Bunlar zor derslerdir, ama bir “efendi” anlar. Bazıları biricik gerçeği bildiklerine inanırlar (ki ona dogma denir), eğer onların gerçeğine inanmazsanız size zulmederler, sizi dışlarlar ve Tanrı adına mahkum ederler. Onların da haklı olduklarını biliyor muydunuz? Onların doğruları da bir gerçektir. Eğer “BİR” olmak istiyorsanız, başkalarının da kendi gerçeklerini yaşamalarına izin vermeniz gerekir. Vermezseniz, onların kutupluluğuna siz de katılıp bir savaşçı olursunuz, yani başkaları hakkındaki yargılarınızın tutsağı olursunuz. Başkalarını inandıkları şeylerden dolayı mahkum etmekle gücünüzü onlara teslim etmiş olursunuz. Işık olmak ne demektir? Kendi doğrunuzu, gerçeğinizi yaşamak demektir. Gerçek sözlerle anlatılabilen bir şey değildir, ancak yaşanabilir. Işık olmanın beraberinde getirdiği erdemler ise, özgürlük içinde sevmek ve başkalarına izin vermektir.
Çoğunuz kendini ruhçu olarak tanımlıyor, bunun bir sınırlama olduğunu biliyor musunuz? Ben ruhçuyum dediğinizde, bu kez gücünüzü başka bir illüzyona teslim etmiş oluyorsunuz. Her şey ruhsaldır, ruhsal olmayan tek bir şey bile yoktur, ruhçular da kendi dogmalarına sahiptir. Eğer karmaya inanıyorsanız, gücünüzü kendinizden uzaklaştırıyor ve yazgınızı taş gibi katılaştırıyorsunuz demektir. Eğer günaha inanıyorsanız, kesinlikle kendi kendinizi mahkum ediyorsunuz demektir. Eğer tekrardoğuşun sürekli yaşamanın en üst ideali olduğuna inanıyorsanız, çok sınırlı bir bilince sahipsiniz demektir, çünkü tekrardoğuşun ötesinde hayal bile edemeyeceğiniz şeyler var! Eğer ikiz ruhlara inanıyorsanız, sınırlı bir doğruya sahipsiniz demektir, çünkü yalnızca eşruhlar vardır. Bir ruh grubunun parçası olduğunuza inanıyorsanız, tüm kardeşlerinizi dışlayıp “arşi” yapıyorsunuz demektir. Gruplar halinde ayrıldığınızda, seçici olduğunuzda hiyerarşileri oluşturuyor ve egonuza hizmet ediyorsunuz demektir, çünkü seçicilik ve gruplaşma egodan kaynaklanır. “Ben” sizin Tanrısal kimliğinizdir, ego ise özünden saptırılmış kimliğiniz, saptırılmış Tanrısallığınız demektir ki, bu da sınırlı ifadeye, sınırlı Tanrıya, yalnızca üçte bir oranında kullanılan beyin gücüne eşittir.
Gelelim tahakküm edici ruhlara. Bazıları onlara inanırlar, bu inanç onların dini olmuştur. Ama böyle varlıklar yoktur. Size tahakküm eden, sizi ele geçiren aslında egonuzdur. İsterseniz ona şeytan deyin, aslında o sizsiniz! Görülenin ötesinde öyle şeytani güçler yoktur, şeytanlık et ve kemikten yapılanların kafalarında bulunur. Bazılarınızın, özellikle şu “seçkinler” sınıfına dahil olanların birçok rehberi vardır, hepsi de aristokrattır nedense! Ne kadar çok rehberiniz varsa, kendinizi o kadar özel hissedersiniz. Bu da bir dogmadır, spiritüel bir dogma!
Özünüz varlığınızın tanrısıdır, bedeninizi çevreleyen ışıktır. O yaratılışın ilk ışığıydı, ona mavi korona adı verilmiştir. Bilim adamlarınız bu harika olgunun resmini çektiler, ama fotoğraf tekniğiniz mavi koronanın ancak aşağı elektrumunu saptayabildi, çünkü orada pozitif-negatif enerji mevcuttur, yani elektrik enerjisi vardır. Ama varlığınızın tanrısı görülenin ötesindedir, fotoğraflarınız yüce ışığı, mavi koronanın yüksek frekansını saptamaya elverişli değildir. O ışık çok uzaklara yayılır, bir “efendinin” ışığı üç mil çapında bir alana yayılabilir, oysa sınırlı bilince sahip birinin ışığı bedenine çok yakındır, çünkü bu varlığın maddi yoğunluğu çok yüksektir, yani aydınlanmamıştır. Eğer bu ışık etrafınızda olmasaydı ayrışırdınız, her hücreniz tek tek bilgiye doğru uçup giderdi. O halde sizi bir arada tutan yapıştırıcı nedir? Bu yapıştırıcı sevgidir, ışık haline dönüşmüş düşünce, yani Tanrıdır, işte gerçek rehberiniz odur. Ben’iniz tanrınızdır, kafasının içinde bir ses duyan herkes sesi ondan duyar. Neden bu sesin kendi bilginiz olduğunu bir türlü kabul edemiyorsunuz? İsterseniz her yanınıza muskalar, kristaller asın, eğer içinizden çürümüşseniz onlar size şifa veremez, bunu ancak siz yapabilirsiniz. Astroloji neden işliyor biliyor musunuz? Çünkü onun işleyeceğine inananlar var. İnanç bu denli güçlüdür, ama onlar bunu yıldızların yaptığını sanırlar, oysa kendileri yaparlar. Siz istemedikçe dışınızdaki hiçbir güç sizi yönetemez, zaten bildiğiniz şeyleri dışınızdaki varlıklara bağlamış olursunuz. Hem tanrı olduğunuzu söyleyecek, hem de kaderinizi evrenin planladığına inanacaksınız, bu ikiyüzlülük değil mi?
Kilitleriniz, yani çakralarınız eşruhların bölünmesi ve insanlık dramının başlamasından beri var olan ilahi yedilidir. Sizdeki kilitler eşruhunuzdakilerle bağlantılıdır, onlar bir ve aynıdırlar, sadece işlerken farklı enerji türü kullanırlar. Bağlantılıdırlar ve gerçekleri değiş tokuş ederler, o halde çakralarınızı niçin dengeleyeceksiniz ki? Zaten işlemekteler, işlemeselerdi burada olamazdınız. Bedeninize iğneler batırarak hidayete ereceğinizi mi sanıyorsunuz? Uyumaya devam edin bu da başka bir dogmadır. Şimdi birçok varlığın beni neden sevmediğini anlıyorsunuz değil mi? Çünkü ben onların altlarından dayandıkları destekleri çekiyorum. Kendi dışınızda bir güce inandığınız sürece asla bir Mesih olamazsınız.
Bu kadar borcunuz olduğu sürece asla yükselemezsiniz, ancak ölürsünüz. Yükselmek, yüce bir varlık olarak sürdürülmüş yaşamın doğal bir sonucudur. Gücünüzün ne kadar çoğunu geri alabilirseniz o kadar mutlu olacaksınız ve beyniniz de o kadar çok açılacaktır. Beyniniz, yani alıcınız ne kadar açılırsa bedeniniz de o kadar yücelir. Beyniniz bir nilüfer çiçeği gibi sonuna kadar açıldığında yükselebilirsiniz, çünkü o zaman hücresel kütlenizin titreşim frekansını yükselterek başka bir zamana, başka bir mekana ve başka bir boyuta geçecek gücünüz olacaktır. Zamanın bu sabahında size ne öğrettiğimi anlıyor musunuz? Dürüst olun ve kendi doğrunuzu yaşayın, size sevinç ve haz vermeyen hiçbir şey yapmayın. Eğer yapıyorsanız kendinizi sevmiyorsunuz demektir. Yol nedir biliyor musunuz? Dinlerde bu yol öylesine dardır ki (çünkü onu dar kafalılar yaratmıştır) herkes bu yoldan geçemez, hatta yolu yaratanlar bile geçemez! Eğer yüzünüzde bir tebessüm varsa, yaptığınız şey sizi mutlu ediyorsa o doğrudur. Nerde mutlu oluyorsanız doğru yol da ordadır. Can sıkıntısı nedir bilir misiniz? Ruhunuzun kendine özgü lisanıyla, size bu deneyimden kazanabileceğiniz her şeyi kazanmış olduğunuzu bildirmesidir. Artık ilginizi çekmiyor, sizi geliştirmiyor ya da kamçılamıyordur, çünkü öğreneceğiniz her neyse öğrenmişsinizdir. Böylece artık başka bir deneyime geçme zamanının geldiğini hemen fark edebilirsiniz. Bir şeyden sıkıldınız mı bilin ki değişme zamanı gelmiştir. Tanrının sesi duygulardır, Tanrının sesini duymak duygularınıza kulak vermektir. Niçin bu kadar mutsuz olduğunuzu biliyor musunuz? Çünkü değişmekten korkuyorsunuz, aşina olmadığınız bir şeye girişmekten korkuyorsunuz, gelecek “şimdilerde” korkulacak hiçbir şey yok, hiçbir şey!
Doğa, yani Tanrı, yani yaşam düzeni kendini arıtıyor. Üretmeyen, yaşamın değerine bir şey katmayan her şeyden kendini kurtaracak. Evrim düzenine karşı savaşan her şeyden kurtulacak. Çok önce söz ettiğim hastalıklar (aids gibi) ortaya çıkmıştır. Bunların olacağını söylediğimde kimse neden söz ettiğimi anlamamıştı. Hastalık, doğanın evrim düzenine karşı koyanları elemesidir sadece. Deprem nedir bilir misiniz, yerin hareket etmesidir. Fermuara benzer şekilde yer kabuğunda birçok fay hattı vardır, böylelikle kabuk hareket edebilir. Ne kadar budala olduğunuzu biliyor musunuz, çünkü barınaklarınızı gidip tam fermuarların üzerine yapıyorsunuz, sonra da depremin doğanın intikamı olduğunu, her şeyi mahvettiğini söylüyorsunuz. Bu, evinizi manzarası daha güzel olsun diye bir volkanın tepesine oturtmaya benzer. Yer de tıpkı sizin gibi hareket etme ihtiyacındadır. Volkan nedir biliyor musunuz, buhar vanalarıdır. Yerin içi boştur, yer kabuğunun iç ve dış tabakaları arasında bir basınç vardır, bu basıncın bir şekilde boşaltılması gerekir, işte bu basınç fermuarlar aracılığıyla boşaltılır. Sönmüş volkanlar da vardır, onlar çok uzun süreden beri yerin altında yaşayan varlıklar tarafından kapı olarak kullanılmaktadır! (Sayfa: 55-79)

Cumartesi, İkindi Oturumu : 11 Ocak 1986

Şunu bilin ki, şan, şöhret ve servet peşinde koşanlar, içinde bulundukları kutuplaşmış idrak yüzünden bunları elde etmek için çok zorlanırlar, çünkü sınırlı düşüncelere sahiptirler. Oysa bir “efendi” sadece oturup bu kavramları düşünür, bu hisleri ruhen duyar ve yerinden bile kıpırdamadan tüm bu deneyimlerden bilgelik kazanır! Bunu biliyor muydunuz? Bir “efendi” üç boyutlu idrak içindeki deneyime gerek duymadan bilgeliğe sahip olabilir.
Herkesin bir eşruhu olduğunu söylemiştim. Kedinizin bile eşruhu olduğunu biliyor muydunuz? Köpeğinizin de bir eşruhu vardır. Köpekler kendi cinslerini nasıl tanırlar? İçgüdü diyeceksiniz, peki içgüdü nedir? İçgüdü hücresel ruh belleğidir. Bu bazılarınızı kızdıracak, çünkü onlar eşruh sahibi olma ayrıcalığının sadece kendilerine ait olmasını isterler. Ama bedenlenmiş, negatif-pozitif enerji taşıyan tüm hücresel canlı türlerinin eşruhları vardır. Bu üç boyutlu alemin bilimsel gerçeğidir.
Geçiş ne demektir biliyor musunuz? Bir kadının ruhu kadın bedeninde bulunuyorsa, kilitler (çakralar) uyumlu bir hareket içindedir, ayarlıdır. Erkek enerji de erkek bedeninde bulunduğunda yine kilitler ayarlı ve hormon akışı dengededir. İnsanoğlunun yücelikten düşüşü, erkeğin kadını “ruhsuz” ilan etmesiyle başlamıştır. Bazı kurnaz varlıklar sizi istedikleri gibi yönetebilmek için yapmışlardır bunu, oysa bir zamanlar erkek ve kadınlar eşit statüye sahiptiler. Tarihinizin oldukça eski bir döneminde, çok güçlü bir peygamber insanlar üzerinde egemenlik kurmak istedi ve Tanrı adına yeni bir öğreti getirdi. Kadınların ruhu yoktur, erkeklerden aşağıdırlar! İşte böylece kadınlar hayvan sürüsü haline getirildi ve birer zevk aleti oldular, haremlere doldurulup pazarlarda satılmaya başlandılar. Kadınlar artık kız çocuğu doğurmak istemiyorlardı, hep erkek çocuk istenirdi, çünkü onlar savaş makinesini beslerlerdi. Doğan kız çocukları şehir dışındaki çöplüklere atılır, orada çakallar ve kurtlar tarafından parçalanırlardı. Unutmayın ki tüm bu hisler ruhunuzda kayda geçiyordu. Kadınların eğitim görmesine izin verilmez, sadece fahişe olmaları istenirdi. Oysa erkeklerin ruhu vardı, onlar seçilmiş olanlardı! Ağlayamaz ve korkamazlardı, savaşmak için yaratılmışlardı. Kopardıkları her kafa, kendi kafalarının biraz daha yerinde kalmasını sağlardı. Unutmayın ki onların da tüm duyguları ruhlarına kaydoluyordu. Kadınlar eşruhlarını kadınların düşüşü sırasında kaybettiler, çünkü artık erkeklerin hissetmelerine izin verilmiyordu. Eşruhlarından inanç, dogma ve toplumsal kabul yoluyla ayrıldılar. Şimdi artık elimizde insanlık girdabında yüzen ve birbirinin gerçeğinden koparılmış kadın ve erkekler kalmıştı.
Yaşamlar boyu tekrardoğuş çarkına giren kadın ve erkekler (eşruhlar) arasında artık ruhsal düzeyde hiçbir bağlantı kalmamıştı. Kadınlar, varlıklarını dengeleyen erkek yönlerinden yoksun kalmışlardı. Erkekler ise, kadınlardan tecrit edildikleri için onları kendi eşitleri olarak görmüyor, ruhsal düzeyde eşruhlarıyla bağlantı kuramıyorlardı. Kadının aşağılanması, birçok kadının geçiş yapıp erkek olarak bedenlenmesine yol açtı, çünkü erkeklere tanınan ayrıcalığı görüyorlardı. Öte yandan savaşa gitmek istemeyen, kadınlar gibi ağlamak isteyen erkekler de geçiş yapıp kadın olarak bedenlendiler. Şimdi ne olduğunu anlayabiliyor musunuz? Bir kadın, yani negatif enerji, bünyesindeki kilitler (çakralar) pozitif enerjiye göre ayarlanmış bir erkek organizmasına girerse ne olur? Pozitif enerjili bir varlık, kilitlerin negatif enerjiye göre ayarlandığı bir bedene girerse ne olur? Karşımıza bir çeşit “melez” çıkar, yani karmaşa!
Şimdi, aslında erkek olan bir kadının on iki yaşında tecavüze uğradığını düşünün, hem de bir erkek tarafından. Bir de, aslında kadın olan bir erkeğin on iki yaşında savaşa gittiğini ve kocaman bir kılıcı sallamak zorunda kaldığını düşünün. Bir erkeğin enerjisi içinde bedenlenmiş küçük kız görünüşte kaba bir erkektir, ama duygusal açıdan bir kadındır, yani “melez” bir şekilde gelişir. Beden kesinlikle erkek, ama ruh kadındır. Geçiş yapan melezler genellikle kendi cinslerini severler, bu kısır bir birleşmedir. Biri geçiş yapmış bir kadınla erkeğin birleşmesinde ise negatifle negatif, pozitifle pozitif bir araya gelmiş olur, böyle olunca da birbirlerini iterler. Hücresel maddenin bu itme sürecinde evrimleşemediğini biliyor musunuz? Bir varlık geçiş yapmışsa, ama eşruhu yapmamışsa ne olacak? Biri güç kaybederken diğeri kazanır, bağlantıları olmadığı için de birbirlerinden yararlanamazlar. Geçiş yapan bir varlığın eşruhu öteki yarısını iter. Rahip ve peygamberler gelmemiş olsaydı, geçiş yapanlar da melezler de olmaz, dünya bugün olduğu gibi dejenere edilemezdi. Buradan çok uzaklarda yaşayan kardeşleriniz var, onlara üstün zekalı diyebilirsiniz. Ama aslında zeki değil erdemlidirler, çocuklara tecavüz etmezler, bunu akıllarından bile geçirmezler, oysa siz aynı minval üzere devam edip hala çocuklara tecavüz ediyorsunuz! Masumiyetin dejenere edilişini sergileyen filmleri izliyor, cinsel şiddetin esinlendirdiği müzikleri dinliyorsunuz.
Eğer kadınlar diğerleriyle eşit varlıklar olarak kalabilseydi, size söylediklerimin hiçbiri olmayacak, bu aleme Süper Bilinç Çağı çoktan gelmiş olacaktı. Hastalık ve ihtiyarlık olmayacaktı, çünkü zaman sizin için duracaktı, bunu biliyor muydunuz? Üstün zekalı dediğiniz kardeşlerinizin aynı bedende milyonlarca yıl yaşadıklarını biliyor muydunuz? Gerçek bu! Dejenere olan sizler ruhen parçalanıyorsunuz, sizi temin ederim ki “kış” geldiğinde sinekler gibi düşüp öleceksiniz! Dejenerasyon yaşama karşı savaş açmıştır. Bu öyle bir savaştır ki, her zaman Olan’ın doğal unsuru kazanır, sizi temin ederim ki bu her zaman böyle olmuştur. Doğa yaşamı aşağılayanlara savaş açmıştır, sadece geçiş yapanları değil, varlığının sessizliğinde dejenere bir yaşam sürdürenleri de yok edecektir! Geriye kimler kalacak? Halim olanlar! Onlar uyumludur, uyumlu olanlar sade ve basit insanlardır. Bir mabette tapınmak yerine, güneş doğarken doğayı seyretmeyi tercih ederler. İşte onlar bırakılacak, bu erdem ve sadelikten de Süper Bilinç doğacaktır. Yakındır, artık zamanınız doldu! Geçmişte olanlara benzer salgınlar, belalar geliyorlar, geldiler bile! Artık durum zirveye tırmanıyor, yakında bu soysuzlaşma, bu yozlaşma bir daha asla tekrarlanmamak üzere sona erecek.
Gücünüze ne kadar sahip çıkarsanız, birinci çakranızdaki arzunun o kadar azaldığını görürsünüz. Bunun nedeni, gücünüzün yukarı doğru ilerlemesine izin vermenizdir. Cinsel perhiz asla zorlanamaz, zorlarsanız tatminsizlik ve bunalım yaratırsınız. Toplumsal bilinci terk edip “efendi” olma yoluna girenlerde bu kendiliğinden olacaktır, bu sadece gücün yer değiştirmesinden ibarettir, cinsel organlarınızdaki hislerin tüm varlığınıza yayılmasına izin vermektir. Kadın ve erkeğin uyum içinde olacakları zaman yeniden gelecektir, bu kesindir, çünkü yasa böyledir.
Din iyi ve kötü olmadan var olamaz. En büyük gayreti de bilgeliği aramakta değil, kötülüğü ortaya çıkarıp cezalandırmakta gösterir. Salgın hastalıktan (aids) ölmekte olan varlıklar ne iyidir ne de kötü, onlar sadece uygulama yapıyor ve deneyimlerinden öğreniyorlar. Hastalık, seçtikleri için başlarına geldi, yaşamı en alt düzeye indirdikleri için cezalandırıldıklarına inanmak doğru değil. Acılar içinde kıvranarak ölüme koşmaları yeterli değil mi ki, bir de onlar hakkında hükümler veriyorsunuz! Onları seviniz, onlar sizin kardeşlerinizdir. Sevmek gidip yaralarından akan irini silmek değildir, sevmek saygı göstermektir. Kimseyi yargılamayın, herkesi olduğu gibi kabul edin. (Sayfa: 80-104)

Pazar, Sabah Oturumu : 12 Ocak 1986

Tamamlanmanız için eşruhunuzla birlikte olmanız gerekmez. Size insanın ancak eşruhuyla birlikte yükselebileceğini öğrettim, bu bir gerçektir. Yalnız bile yükselseniz varlığınızın eşiyle birlikte olursunuz. Özleriniz ve ruhlarınız paylaşırlar, deneyimlere birlikte atılır, birlikte bitirirsiniz. Şu anda siz ne hissederseniz öteki de hisseder. Bugünü idrak ve aydınlanmanın ışığında görüyorsanız, öteki de aynı şeyi psişik vizyon olarak görür. Dejavü ne demektir biliyor musunuz? Bir yere hiç gitmediğiniz halde oranın vizyonunu görmektir. Eğer piramitleri ziyaret eder ve orada daha evvel bulunduğunuz hissine kapılırsanız, büyük bir olasılıkla daha önceki yaşamlarınızın birinde orada yaşamışsınızdır. Ama diyelim ki bir binayı bu yaşamınızda hiç görmediniz, ama oranın vizyonunu gördünüz, hem de beş yıl önce. Buraya gelip bir bakıyorsunuz ki bina karşınızda! Beş yıl önce onu gören kimdi? Demek ki eşruhunuz beş yıl önce buradaydı! Anlıyor musunuz? Enerjiyi böyle paylaşırsınız. Bağlantı kilitleriniz, ruhunuz (ki kilitlerinizi yönetir) ve sizi bir arada tutan özünüz, yani varlığınızın tanrısı yoluyla olur. Bu ikinizde de tezahür eden aynı tanrıdır.
Öteki benliğinizin ne kadar çok farkına varırsanız, uygulamada birbirinize o kadar yaklaşırsınız, çünkü enerji deneyimleriniz arasında geçit oluşur ve deneyimler birbirine geçiş yaparlar. Kadın eşruhunu kendine çeker, kendisi de ona atılır. Bir yandan ne olduğunun bilincini tümüyle korurken, bir yandan da kendini bütün hissetmek için erkek özelliklerini deneyimler. Eşruhunun özüne ve ruhuna ulaşarak onun ruhuna kaydedilmiş deneyimlerin duygularını alır.
Eşruhlar çoğu zaman karşıtlarıyla birleşme arzusunu yitirirler, çünkü cinsel deneyimlerini tamamlamışlardır. Böylece güçlerinin birinci kilitten hareket etmesine ve tüm kilitler boyunca yukarı doğru çıkmasına izin verirler. Artık erkeğin bir kadınla yatma arzusu kalmamıştır, ama sevgisi aynen sürer. Kadının da bir erkekle yatma arzusu kalmamıştır, ama onu sever. Cinsel deneyime hakim olmanız insanlık dramının tamamlanmasını sağlar ve tüm kilitlerinizi açarak Mesih olmanıza izin verir. Apış arasında yaşamaktan vazgeçmedikçe Mesih olamazsınız! Hem yin hem de yang’ı, yani varlığınızın pozitif ve negatif tarafını, kadın ve erkeği birlikte kabul etmedikçe ve onlara sahip çıkmadıkça asla Mesih olamazsınız!
Birbirlerine madde planında rastlayan çok, ama çok az eşruh vardır, bu çok nadir bir olaydır. Eğer takıntılarını gidermeden rastlaşmışlarsa bu birleşme patlayıcıdır, çünkü her ikisi de tutarsızlıklarıyla birdenbire karşılaşmaktadır, bu kendinizle güreş tutmaya benzer. Kim bilir kaç kez kendinizi mutsuz ve sefil etmişsinizdir, bunu katlarıyla çarpın ne dediğimi anlarsınız. Eşruhunuz başka bir cinsiyette uygulama yapıyor, ama aslında o sizin içinizde, eşruhunuzun gözleri sizin gözlerinizdir!
Başkalarının zayıf noktalarını görmekte ısrar edip onları eleştirdiğiniz her an gücünüzü kaybedersiniz, yani kendinizi kaybedersiniz. Çünkü başkalarında gördüğünüz her şey kendinizi nasıl algıladığınızın göstergesidir, sadece sizi aksettiren bir aynadır! Eğer biri yanağınıza vursa, öbür yanağınıza daha kuvvetli vurmasını isteyin. Sizi uyandırmak için ne gerekiyorsa bırakın da olsun!
Kehanetlerde vaat edilen Mesihin ikinci gelişini bilirsiniz. Doğru bir kehanet, ama bu İsa Mesihin dönüşü değil, Mesihlik halinin tüm insanlarda gerçekleşmesidir. O içinizdeki gücün uyanmasıdır, sizi açan, size izin veren ve uyandıran idraktir. İçinizdeki Mesih tümüyle ortaya çıkmadan evvel büyük bir savaş olacaktır, ona mahşer denir. Bu deyimi işittiniz mi? Mahşer, varlığınızın tanrısıyla çarpıtılmış benliğinizin, yani egonuzun savaşıdır. Yaman bir savaştır bu! Silahlarla yapılan maddi bir savaş değildir, içinizde meydana gelen bir savaştır. Bu savaşta Mesih öne çıkacak ve zafer kazanacaktır. Eğer egonuz kazansaydı mutlaka ölürdünüz, ama bu sadece maddi bedenin ölümü olurdu. Mahşer, sözünü ettiğim ilahi “olma” ateşidir, hepiniz bu ateşten geçeceksiniz. Mahşer çarpıtılmış benliğinizle yaptığınız bir savaştır, kısaca kendinizi yüce bir zaferle fethetmenizdir. Mesih öne çıkar ve beyniniz açılır, o zaman sonsuz hayat ütopyası gerçekleşir. Sonsuz hayat tekrardoğuş anlamına gelmez, sonsuz hayat ebedi şimdi’yi yaşamaktır. (Sayfa: 105-122)


Hiç yorum yok: