26.06.2007

R A M T H A

AKAŞA YAYINLARI

“İnsanlığın kendi yüceliğini idrak etmekten başka kurtuluşu yoktur. Siz bu idrakin tohumlarısınız.” RAMTHA

Ben Ramtha’yım. Çok uzun zaman önce Dünya ya da Terra denen bu gezegende yaşamış yüce bir varlığım! O hayatımda ölmedim, görünmeyen bir yaşam boyutuna bedenimle birlikte yükseldim, çünkü düşünce gücünü kullanmayı öğrenmiştim! Böylece sınırsız özgürlüğün, sınırsız mutluluğun ve sınırsız yaşamın var olduğunu anladım. Benden sonra yaşayanların arasında da yükselenler oldu.
Size, bizim için çok önemli ve değerli olduğunuzu söylemeye geldim. Çünkü nasıl algılarsanız algılayın, içinizden akıp giden hayat ve her birinize ulaşan düşünce Tanrı dediğiniz sonsuz zeka ve yaşam gücüdür, işte hepimizi birbirimize bağlayan bu özdür. Sadece dünyanızdakileri değil, henüz göremediğiniz evrenlerdeki varlıkları da birbirine bağlayan aynı özdür. Buraya çoğunuzun uzun zaman önce unuttuğu kökeninizi anlatmaya geldim. Tanrı tarafından daima sevilen, desteklenen ölümsüz varlıklar olduğunuzu mantık yoluyla anlayabileceğiniz o yüce bakış açısını vermeye geldim. Hayatınızdaki her şeyi zekanızla yarattığınızı anlatmak için geldim! Şunu bilin ki, bu güçle istediğiniz her realiteyi yaratma ve deneyimleme yeteneğine sahipsiniz.
Tarihiniz boyunca size birçok öğretmen geldi. Ölümsüzlüğünüzü, büyüklüğünüzü ve gücünüzü hatırlatmak için değişik yollar denedik. Ancak size yardım etmek isteyenlere hep eziyet ettiniz, zulmettiniz. Bazılarını ise tam tersine putlaştırdınız, öğretilerini işinize geldiği gibi çarpıttınız, onları uygulamak yerine tapınmaya başladınız! Bana da tapmanızı önlemek için bedensiz olarak geldim. Sizinle, bu dünyada yaşarken sevgili kızım olan varlığın aracılığıyla konuşmayı seçtim. Bedenini kullanmama büyük bir nezaketle izin veren kızım, özüm için saf bir kanaldır. Ben sizinle konuşurken o artık bedeninde değildir, ruhu ve özü bedenini terk eder.
Dünyanıza değişim rüzgarlarını getirdim. Ben ve beraberimdekiler, insanlığı şu anda başlatılan büyük bir olaya hazırlıyoruz. İnsanlığın dahice bir olaya tanık olmasını sağlayarak tüm dünya insanlarını birleştirmeyi amaçlıyoruz. Bilgi ve sevginin insanların ruhuna akmasını sağlayacağız. Bu niçin yapılıyor? Çünkü seviliyorsunuz, çünkü insanın daha gelişmiş bir anlayışla yaşamasının zamanı geldi, yüceliğini ve ölümsüzlüğünü anlamasının zamanı geldi! Hayatta kalabilmek için sürünmesini, kendini küçültmesini önlemenin zamanı artık geldi!
Sevgili uzaylı kardeşleriniz tarafından çok yakın bir gelecekte dünyaya önemli bilgiler getirilecek ve biliminiz büyük bir hızla ilerleyecek. Gelecek yıllarda artık hastalık, ıstırap, nefret ve savaş dünyanızda yer almayacak. Bedenin yaşlanması ve ölümü yerini sürekli bir yaşama bırakacak. Bu ölümsüzlük her varlığın yaşamına bilgi, anlayış ve sevginin kazandırılmasıyla gelecek. İnsanlığın kendi yüceliğini idrak etmekten başka kurtuluşu yoktur, siz bu idrakin tohumlarısınız!
İçinde bulunduğunuz zaman, yazılı tarihe ait zamanların en önemlisidir. Zor ve mücadele dolu bir zaman olduğu halde, vereceği doyum yüzünden bu zamanda yaşamayı seçen sizsiniz! Asırlardır size Tanrıyı göreceğiniz vaat edildi, ama buna izin vermediniz. Bu yaşamınızda çoğunuz göreceksiniz. Varlığından bile haberdar olmadığınız uygarlıklar ortaya çıkacak ve yeni bir rüzgar esecek. Sevgi, barış ve mutluluk bu kutsal yeri, evreninizin bu zümrüt dünyasını, bu Tanrı evini kaplayacak! (Sayfa: 7-10)

Ben Ramtha’yım

Ben Ramtha’yım. Ram, zamanımın dilinde Tanrı anlamına gelir. Ben Hint halkının Büyük Ram’ıyım! Bir erkeğin sperminden ve bir kadının rahminden doğarak yükselen ilk insanım! Bir insanın öğretisiyle değil, her şeyde yaşayan Tanrıyı içsel bir anlayışla kavrayarak nasıl yükselineceğini öğrendim. Aydınlanıncaya dek her şeyden nefret eden, hor gören, katleden, fetheden ve hükmeden bir insandım.
Ben dünyanın tanıdığı ilk fatihtim. Altmış üç yıl süren bir savaşla, bilinen dünyanın dörtte üçünü fethettim. Fakat en büyük fethim, kendimi fethetmek oldu! Kendi varlığımla barışmayı, kendimi sevmeyi öğrendiğim ve tüm hayatı kucakladığım zaman rüzgarla sonsuzluğa yükseldim!
Halkımın gözleri önünde, İndus denen dağın kuzeydoğusundan oldu yükselişim. İki milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan halkım Lemuryalıların, İyonyalıların (sonradan buraya Makedonya denildi) ve Atlantis adını verdiğiniz Atlatia’dan kaçan kabile halkının karışımıydı. Şimdiki Hindistan, Tibet, Nepal ve Güney Moğolistan’ı oluşturan nüfus benim halkımın neslidir. Sizin zaman ölçünüzle 35 bin yıl önce bu dünyada tek bir hayat yaşadım.
Ailem, cehalet ve umutsuzluk içindeki insanlardan, Atlantis’in güney yarısındaki en büyük liman kenti Onai’nin kenar mahallelerinde yaşayan Lemuryalı göçmenlerdendi. “Son yüzyıl” denen zamanda, kıta parçalanıp sulara gömülmeden önce Atlantis’e geldim. O zamanlar Atlantis, bilimsel anlayışın çok gelişmiş olduğu büyük bir uygarlıktı. Bilimde şu andaki bilimizin çok ilerisindeydiler. Lazer dediğiniz ışığı saf enerjiye dönüştürme yöntemini biliyorlardı, ışıkla yolculuk eden uzay gemileri bile vardı, öteki yıldız sistemlerindeki varlıklarla ilişki kurmayı başarmışlardı. Teknolojiye duydukları büyük ilgiden dolayı zekaya tapıyorlardı! Bu yüzden akli bilim Atlantislilerin dini haline geldi. Lemuryalılar onlardan farklı olarak ileri bir teknolojiye sahip değillerdi, ama düşünce yoluyla iletişim kurmada çok ustaydılar, atalarım görünmeyen değerleri bilmede yetenek sahibiydi, tanımlanamayan bir özü seviyorlardı. Atlantisliler bu yüzden Lemuryalıları hor görüyor, ilerlemeyen her şeyi küçümsüyorlardı.
O günlerde Atlantis’in kuzeyindeki bilim merkezleri mahvolduğu için, teknoloji çok gerilemişti. Bugün Venüs’ü kaplayan bulut gibi gezegeninizi tümüyle kaplayan bulutu, ışıkla yolculuk denemeleri sırasında parçalamışlardı. Stratosferi parçaladıkları için sular dondu ve buzullar oluştu. Bu yüzden, Lemurya’nın büyük bölümüyle Atlantis’in kuzey kısmı okyanusa gömüldü. Lemurya ve kuzey Atlantis halkı Atlantis’in güney bölgelerine kaçtı. Kuzeydeki teknoloji yok olduğu için, güneydeki yaşam giderek ilkelleşti. Atlantis’in tümüyle sulara gömülüşünden önceki yüzyıl boyunca güney bölgeleri tiranların, zalim hükümdarların boyunduruğu altında iyice yozlaştı. Zorbalar halkı diktatörlükle yönetiyorlardı, Lemuryalıları sokak köpeklerinden de aşağı, adeta gübre gibi görüyorlardı! Bir an yüzünüze tükürüldüğünü, üzerinize işendiğini ve bu hakaretlerin sadece gözyaşlarınızla yıkandığını düşünün! Sokak köpeklerinin bile sizden iyi beslendiğini, korkunç açlığınızı bastırabilmek için her şeyi yemeye razı olduğunuzu düşünün! Onai caddelerinde işkence edilen çocukları, dövülüp ırzına geçilen kadınları görmek olağandı. Yol kıyısında açlıktan kıvranan bir Lemuryalının önünden, yasemin ve gül suyu kokan zarif mendilleriyle burunlarını kapatarak geçen Atlantislileri görmek olağandı. Onlar için biz bir hiçtik, ruhsuz ve zekadan yoksun bir hiç! Entelektüel anlayıştan yoksun olduğumuz için, tarlalarda çalışan esirler haline gelmiştik. İşte böyle bir zamanda dünyaya geldim ben. İnsanlığın küstahlık ve kültürel budalalık içinde debelendiği bir düştü yaşadığım!
Babamın kim olduğunu bilmediğim için annemi suçlamadım! Babalarımız ayrı olduğu için erkek kardeşimi de suçlamadım! Küçük bir çocuk olarak annemin sokaklarda tecavüze uğrayışını ve tecavüzden sonra karnındaki bebeğin büyüyüşünü izledim. Bebeğin babasının kim olduğunu biliyordum. Annem, bir sığıntı gibi yaşadığımız bu ülkede, bir çocuk daha sokaklarda acı çekeceği için sürekli gözyaşı döküyordu. Çok güçsüz olduğu için, kız kardeşimi doğururken ona yardım ettim. Çöplüklerde yiyecek aradım, köpekleri ve yaban kazlarını avladım, geceleri dükkanlardan tahıl çaldım. Ben annemi besledim, annem de kız kardeşime meme verdi. Sevgili annemin ölümünden dolayı kız kardeşimi suçlamadım, küçük kız annemin tüm gücünü emip bitirmişti, ama yakalandığı ishal sonucu o da kısa sürede yaşamını yitirdi. Annemi ve kız kardeşimi yan yana yatırıp odun toplamaya gittim. Odunları üstlerine yığıp hemen tutuşturdum, aksi taktirde Atlantisliler koku kendilerini rahatsız etmesin diye onları çöpe atabilir, akbabalara yem edebilirlerdi! Onları yakarken Atlantislilere duyduğum nefret büyüdü büyüdü ve bir engerek yılanının zehrine dönüştü. Henüz küçük bir çocuktum. Ateşten gelen koku ve duman vadiye yayılırken, halkımın bilinmeyen Tanrısını düşündüm. Bu büyük Tanrının yaptığı haksızlığı bir türlü anlayamıyordum, halkımdan böylesine nefret eden canavarları neden yaratmıştı? Onu suçlamadım, ondan nefret ettim!
Artık kimsem kalmamıştı. Erkek kardeşim de bir vali tarafından kaçırılıp bugün İran olarak bilinen ülkeye götürülmüştü. Orada vali tarafından sapık cinsel zevklerinin tatmininde kullanıldı. On dört yaşında, bir deri bir kemik ve içi büyük acılarla dolu bir çocuktum ben. Atalarımın bilinmeyen Tanrısıyla savaşmaya karar verdim, bunu uğruna ölünebilecek bir şey olarak görüyordum, ölmeyi iyiden iyiye kafama koymuştum!
Uzakta ufukta yükselen bir dağ gördüm. Eğer bir Tanrı varsa, hepimizin üstünde orada yaşıyor olmalıydı. “Oraya tırmanabilirsem” diye düşündüm, “bilinmeyen Tanrıyla karşılaşacak ve insanlara yaptığı haksızlıklar yüzünden ona duyduğum nefreti haykıracağım.” Günlerce yol aldım. Yol boyunca çekirge, karınca ve kök yiyerek dağa ulaştım, zirveyi saran bulutlara doğru tırmanmaya koyuldum. Sonunda zirveye ulaştım ve bağırarak bilinmeyen Tanrıya meydan okudum. “Ben bir insanım, niçin insanlık onurum yok? ” Ve ondan bana yüzünü göstermesini istedim, ama aldırmadı! Dizlerimin üzerine çöküp katıla katıla ağladım. Başımı kaldırdığımda, birden harika bir kadın belirdi karşımda, elinde büyük bir kılıç tutuyordu, bana dönerek şöyle dedi: “Ram, Ram, ruhu parçalanmış varlık duaların işitildi. Bu kılıcı al kendini fethet !” ve göz açıp kapayıncaya kadar kayboldu. Kendimi fethetmek! Kılıcın keskin yanını çevirip kendi başımı bile koparamazdım, kollarım kılıcın kabzasına yetişmiyordu ki! Ama bu büyük kılıç beni onurlandırmıştı. Elimde koca kılıç dağdan aşağı inmeye başladım. Hint halkının tarihine “Ram’ın müthiş günü” olarak geçen o gün dağa bir oğlan çocuğu tırmanmış, ama bir erkek geri dönmüştü!
Dağdan Onai kentine geri dönerken tarlalarda çalışanlar gözlerini bana diktiler. Kısa sürede hepsi işlerini bırakıp ellerindeki aletlerle beni izlediler. Onai’yi yerle bir ettik, çünkü Atlantislilerden halkımı beslemek için tahıl depolarını açmalarını talep ettiğimde yüzüme tükürmüşlerdi. O denli hazırlıksızdılar ki kolayca yenildiler. Yağma ve yıkım sona erdiğinde nefretim hala dinmemişti. İnsanlardan kaçıp tepelere saklandım, ama beni yine takip ettiler, Ram, Ram diye tempo tutuyorlardı. “Beni yalnız bırakın, evlerinize dönün” diye bağırdım, ama yine peşimden geldiler, çünkü artık evleri yoktu! Ben onların eviydim, hepsini bir araya topladım ve onlar benim ordum oldular. O andan itibaren Ram’ın büyük ordusu oluşmaya başladı, başlangıçta sayıları on bin kadardı. Hırs dolu bir varlıktım artık, diktatörlerden nefret eden bir barbardım! Halkımdaki ölüm korkusu bende hiç yoktu. Düşmanlarımın en değerlilerini seçtim ve büyük bir fatih oldum. Savaşı ben yarattım, dünyanın tanıdığı ilk fatihtim ben! Kahraman nedir biliyor musunuz? Ben bir kahramandım! Bir kahraman hayatlar kurtarıp haksızlıklara son verir, ama bir yandan da başka bir yanlış yarattığını fark etmez. Her türlü diktatörlüğü yok etmiş, ama sonunda ben diktatör olmuştum! Yaptığımız kuşatma ve savaşlarda, geçtiğimiz ülkelerde özgürlüğe kavuşturduğumuz insanlar da katılınca ordum o kadar büyüdü ki, sonunda “Ram ve ordusu” diye bir destan doğdu.
Vahşeti alkışlayan cahil bir varlık, bir budala, bir barbar ve soytarıydım! On yıl boyunca yolumun üstündeki birçok ülkenin masum halkıyla savaştım, yağmaladım, yaktım yıktım, ta ki büyük bir kılıç yarası alana kadar. Kılıcı içimde bıraksalar iyiydi, ama kan kaybından ölmem için çekip çıkardılar. Kar beyazı mermerlerin üzerinden, kırmızı bir nehir gibi akıp giden yaşamım çatlaklara doluyordu. Soğuk mermere uzanmış, akıp giden kanıma bakarken bir ses duydum, bana “ayağa kalk” diye sesleniyordu. Ellerimi yere dayayarak başımı kaldırdım, dizlerimi çektim, başımı dik tutmaya çalışarak sol ayağımı kaldırıp dengeyi sağladım.Tüm gücümü kullanarak yumruğumu yaranın üzerine bastırıp ayağa kalktım. Ağzımdan gelen kan parmaklarımdan süzülüp bacaklarıma akarken, düşmanlarım ölümsüz olduğuma inanıp kaçışmaya başladılar. Askerlerim kenti kuşatıp yaktılar, yerle bir ettiler. Kalkmamı emreden sesi asla unutmadım, sonraki yıllarda da hep o sesin sahibini bulmaya çalıştım. İyileşmem için beni kadınlara teslim ettiler. Akbaba yağından yapılmış merhemin kokusuna dayanmak zorundaydım. O iğrenç kokudan ve kadınların önünde soyunma utancından kurtulmak için bir an evvel iyileşmeyi başardım. Bu dönemde gurur ve nefretim yerini büyük ölçüde bir yaşam savaşına bırakmıştı.
Bu korkunç yaranın iyileşme sürecinde, başka hiçbir şey yapamadığım için etrafımla ilgilenmeye başladım. Bir gün yaşlı bir kadının ölümünü izledim. Öğle güneşinin altında, yıllar önce kayıplara karışan oğlu için ördüğü kaba kumaşı elinde sımsıkı tutarak kendinden geçtiğini gördüm. Kadını, kaybolan oğlunu ve onların büyük zekalarını düşündüm ve hiç kaybolmayan güneşe baktım, yüksek bir dağın ardında yitene dek onu seyrettim. Yukarda bir yerde gece kuşunun ötüşünü duydum. Koyulaşan gökyüzünde solgun ay parlamaya başlıyordu. Hafif bir rüzgar çıktı, saçlarımda esip gözyaşlarımı kuruturken içimde büyük bir sıkıntı duydum. Büyük bir savaşçıydım, kılıçla bir insanı anında ikiye ayırabilirdim, çok kafa uçurmuş, kol bacak koparmış, çok kan koklamış, çok insan yakmıştım. Bunları niçin yapmıştım? Güneş yine tüm güzelliğiyle batmış, kuş yine ötmüş, ay her şeye rağmen yine doğmuştu. İşte o zaman bilinmeyen Tanrıyı düşünmeye başladım. Çok dehşet verici, çok gizemli ve çok uzakta görünüyordu! Gerçekten bilmek istiyordum insan neydi? Neden güneşten daha büyük değildi? Yaşlı kadın niçin ölmüştü? Niçin insan yaratıkların en aciziydi? Tek istediğim bilmekti.!
Bana bilinmeyen Tanrıyı öğretecek bir öğretmen yoktu, o kadar iğrençlikler görmüştüm ki, yaşayan hiç kimse benim öğretmenim olamazdı. Bilinmeyen Tanrıyı bana hayatın kendisi öğretti, günlerden ve gecelerden öğrendim, savaşa ve katletmeye rağmen var olan şefkatten, önemsiz gibi görünmesine rağmen her yerde var olan yaşamdan öğrendim. Suya konan yaban ördeklerinin seslerini, gece yuvalarında cıvıldaşan kuşları, çocukların kahkahalarını dinledim. Kayan yıldızları, bülbülleri, buz tutmuş gölü izledim. Ellerinde su kaplarıyla nehir kıyısında dolaşan kadınları izledim, eteklerine sütun gibi bacaklarını açıkta bırakacak şekilde düğüm atmışlardı. Onların dedikodu ve kahkahalarındaki cilveyi izledim. Uzaktaki ateşin dumanını, halkımın nefesindeki sarımsak ve şarap kokusunu kokladım. Sonunda bilinmeyen Tanrıyı keşfettim! İnsanların kafalarındaki Tanrının, korku ve saygı duydukları semboller olduğunu sonunda anladım. Gerçek Tanrının, insanın yaratıcılığına ve neyi seçerse seçsin oyununu oynamasına izin verdiğini gördüm. Ve insan bir başka yaşam için tekrar geri döndüğünde, Tanrının hala orada mevcut sürekli öz olduğunu anladım, bilinmeyen Tanrının gerçek yerinin yaşam gücünün içinde olduğunu sonunda anladım. Bilinmeyen Tanrı bendim, o yuvadaki kuşlardı, sazlıktaki kırağıydı, şafaktı, gün batımıydı, güneşti, aydı, küçük çocukların kahkahalarıydı, sütun gibi bacaklardı, akan suydu, sarımsak kokusu, deri ve tunçtu! Her zaman gözümün önünde olan bu gerçeği kavramak çok zamanımı almıştı. Bilinmeyen Tanrı ayın ya da güneşin ötesinde değildi, her şeydeydi! İçimde uyanan bu yeni anlayışla hayatı kucaklamaya, değerli görmeye ve yaşamak için bir neden bulmaya çalıştım. Kan ve ölümün, savaşın pis kokusunun ötesinde bir şey vardı, hayat vardı, algıladığımızı sandığımız hayatın çok ötesinde bir hayat!
Bir gün, ufuktaki dağların belirsiz çizgilerini ve henüz işlenmemiş vadileri seyrederken, “bilinmeyen Tanrı gibi olmak, hayatın özü olmak nasıl bir şey acaba?” diye düşündüm. Bu süregelen özün bir parçası nasıl olabilirdim? İşte o anda rüzgar bana bir oyun oynayarak hazmedemeyeceğim bir hakarette bulundu. Uzun ve saygın görünümlü cübbemi kaldırıp başımın üstüne ters çevirdi. Ne utanç verici bir durum! Hiç de bir fatihe yakışan asil bir durum değil! Üstelik yanı başımda gökyüzüne uzanan bir hortum oluşturdu ve dikkatsiz olduğum bir anda tüm tozları üzerime yağdırdı. Daha sonra ıslık çalarak, zeytin ağaçlarının yapraklarını zümrüt renginden gümüşe dönüştürerek ırmağın aktığı yara doğru gitti ve güzel bir kadının eteğini beline dek kaldırdı! Gülüşmeler başladı. Sonra küçük bir çocuğun başındaki şapkayı uçurdu, çocuk neşeyle şapkanın ardından koştu. Rüzgardan geri gelmesini istedim, yarda çıkardığı gürültüyle adeta güldü bana! Bağırmaktan mosmor olmuş bir yüzle yere çöktüm, gelip yüzümde yumuşacık esti. İşte özgürlük buydu!
İdeal olarak alabileceğim hiçbir insan yokken, rüzgar davranışlarıyla bana ideal oluşturmuştu. Rüzgara ne yapabilirsiniz ki? Kılıcınızla, baltanızla onu parçalayamazsınız, yüzüne tüküremezsiniz, çünkü tükürüğü suratınıza iade eder. Artık rüzgar benim için ideal varlık olmuştu. O her zaman özgür, her zaman güçlüydü, sınırları ve şekli yoktu, büyüleyici, araştırıcı ve maceraperestti! Bu yüzden Tanrının özüne en çok benzeyeniydi. O insanı asla yargılamaz, asla terk etmezdi. Ben rüzgar olmak istedim! Bunu yıllarca düşledim ve bu idealim oldu. Evet rüzgar olmak istiyordum, tüm düşüncelerim buna yönelmişti. Sonunda başardım! İlk rüzgar oluşum altı yıl sonra gerçekleşti. Her akşam gidip düzlükte tek başıma oturuyordum. Bir gün hiç ummadığım bir anda kendimi havada buldum, aşağı baktığımda kim olduğumu bilemedim, fakat o anda aşağıda bir toz zerresi gibi duran bedenimden ne kadar uzakta olduğumu fark ettim ve ilk kez korktum. Korku beni bedenime geri döndürdü, bedenimin dışına çıktığımı anlayınca soğuk terler dökerek gözlerimi açtım. İşte sonunda rüzgar olmuştum, yere kapanıp Tanrıya, Kaynağa, Güce, Nedene ve Rüzgara şükrettim! Güçlü iradem sayesinde idealime kavuşmuştum. Ertesi gün yine düzlüğe gidip bekledim, ama hiçbir şey olmadı! Ne kadar ter döktüysem, ne kadar lanet okuduysam hiçbir şey elde edemedim, olduğum yerde kalakaldım. Ama ne idealimi yitirdim, ne de ilk kez aşağı bakıp zavallı bedenimi gördüğüm andaki duygularımı!
Yeniden rüzgar olana dek sizin zamanınızla iki yıl geçti. Bu kez rüzgarı düşünürken değil, uykuya dalarken gerçekleşti. Gözlerimi kapattığım anda yeniden rüzgar olarak gökyüzündeydim. Bedenimi terk etme yeteneğini kazandıktan sonra, dilediğim an dilediğim yerde nasıl olabileceğimi anlamak uzun zamanımı aldı. Bir gün, adamlarımdan birinin ayağı atın üzengisine takılmıştı, adam yerlerde sürükleniyordu. Düşüncemi onun üzerinde yoğunlaştırdığım an orada olduğumu gördüm. Başarmıştım, adamın ayağını üzengiden kurtardım. Başucunda durup geçmiş olsun derken adam düş gördüğünü sanıyordu! Yıllar boyunca öteki alemlere yolculuk yapıp öteki varlıkları ziyaret ettim. Gelecekte doğacak uygarlıkları ve henüz yaşanmayan hayatları gördüm! Düşünce neredeyse varlığın da orada olduğunu öğrendiğim için, birkaç saniyede istediğim her yere varıyordum. Bundan sonraki fetihlerim nasıl oldu peki? Korkunç bir düşmandım artık, çünkü düşmanlarımın düşüncelerini okuyor ve onlardan daha kurnaz davranıyordum. Artık onları yenmiyor, kendilerini yenmelerine izin veriyordum!
İdealime ulaşma düşüncesi, yıllar boyunca hücrelerime yaşam veren güç haline geldikçe, ruhum da titreşim hızını yükseltebilmek için hücrelerimdeki programı değiştirmeye başladı. İsteğim bu denli güçlüydü. Yaşamla barışık hale geldikçe, tüm fiziksel yapımda duygu o denli yoğunlaştı ki giderek saydamlaştım. İnsanlar bana bakıp “efendimizde bir parlaklık var” demeye başladılar. Vardı! Artık bedenim daha yüksek bir hızda titreşiyor, madde hızından ışık hızına geçiyordu, varlığımdan yayılan ışık işte buydu! Bir süre sonra bedenim Ay ışığında iyice saydamlaşmaya başladı ve bir gece Ay’ın olduğu yerdeydim! Artık düşünce yolculuğunu da aşmış, vücudumun titreşimlerini ışık hızına yükselterek ilk defa bedenimi de birlikte götürebilmiştim! Coşku ve sevinç içindeydim, çünkü hiç duyulmamış bir şeyi başarmıştım. Aynı şeyi tekrar yapıp yapamayacağımı görmek için geri döndüm ve yine başardım, bunu defalarca tekrarladım. Son yükselişimden önce, tam altmış üç kez soluk alıp verir gibi aynı şeyi gerçekleştirdim.
Rüzgar olduğum zaman eskiden ne denli sınırlı olduğumu, oysa hayatın ne kadar özgür olduğunu fark ettim. Rüzgar olduğum zaman insanın ne denli cahil, ne denli aciz olduğunu, kendini bilgiye açtığında ne kadar güçlendiğini anladım. İnsan herhangi bir şeyi çok isteyerek yeterince düşünürse, düşündüğü şey gerçekleşecektir. Eğer insan kötü, ruhsuz ve güçsüz olduğunu yeterince düşünürse, öyle olduğuna inanacak ve öyle olacaktır. Eğer rüzgarın tanrısı olduğunu düşünürse, benim gibi rüzgarın tanrısı olacaktır. Bunları sevgili kardeşlerime de öğrettim, onlara bilinmeyen Tanrıyı anlattım. Bir gün yaşlı bir adam olarak İndus Nehrinin karşı kıyısına bir yolculuk yaptım ve İndus Dağı’nın yamacında yüz yirmi gün halkımla kaldım. Öğretilerimin gerçek olduğuna inanmaları için, onları hayretler içinde bırakarak bedenimi göğe yükselttim. Kadınlar dehşet içinde çığlıklar attılar, askerler şaşkınlıktan kılıçlarını düşürdüler. Halkımı selamlayarak vedalaştım.
İnsanların çoğu Tanrıyı başka bir insanın düşüncesinde arıyor, Tanrıyı devlet yasalarında, kilise kurallarında, kimin yazdığı ya da niçin yazdığı belli olmayan tarih kitaplarında arıyor! İnançlarını, düşüncelerini ve yaşamlarını her zaman başarısızlığa uğramış ve insanlığa hiçbir yarar sağlamamış kurallar üzerine kuruyorlar. İnsanoğlu tekleyen düşüncesi ve küstahlığıyla, kendini yok olmaya sürükleyen ikiyüzlülüğünü hala sürdürüyor.
Tüm hayatla bir olan, her zaman özgür olan görünmeyen prensip olduğum için şimdi onun tanrısıyım! Bilinmeyen Tanrıyı, olan ve olmayan her şeyi o prensip olduğum zaman anladım, çünkü bilmek istediğim oydu, sonunda yanıtları kendi içimde buldum. Ben fatih Ram’dım, şimdi tanrı Ram’ım! Bir barbarken en basit, ama en derin yoldan geçerek tanrı oldum! Size öğreteceklerim, öğrendiklerimdir! (Sayfa: 11-29)

Siz Benim Halkım Olduğunuz Zaman

Siz benim halkım olduğunuz zaman birlikte büyük kıtalar aştık ve gaddarlıklarıyla nam salmış diktatörlükleri kuşattık. Seferler sonunda kazandıklarımız başımızdan geçenlere değmişti. Ülkenizden çok uzakta yeni bir bilinç kazandınız. Siz yeni hayatlarınızı kurarken artık benim gitme vaktim gelmişti. Harika bir günün sabahında ayrıldık, kısa ama muhteşem bir vedalaşmaydı.
Size ve tüm insanlara olan sevgimden ötürü şimdi geri döndüm. Bir öğretmen olarak bildiklerimi size öğreteceğim. Bu dini bir öğreti değil, çünkü din dogmatiktir, kısıtlayıcı ve yargılayıcıdır. Ben bir din öğretmeni değilim, çünkü din dünyanıza büyük fikir ayrılıkları ve ıstırap getirdi. Bu öğreti sadece bilgidir, hiçbir kuralı yoktur, çünkü kural özgürlüğü engelleyen bir sınırlamadır. Kapana kısılmış benliğinizi eski özgürlüğüne kavuşturabilmek için size yol göstereceğim. İşte o zaman içinizdeki ışık daha çok parlamaya başlayacak.
Dünyada yaşarken sevgili kızım olan bu kadının bedeni aracılığıyla size hitap etmeyi seçtim. Ben dünyadayken hiçbir kadınla evlenmedim. Seferlerim sırasında birçok kişi, bir şükran ifadesi olarak çocuklarını bana evlatlık verdi. Hiçbir kadınla birlikte olmamış bir varlık olarak, tüm tanıdıklarımdan daha fazla çocuğum vardı benim! İşte kızım da bu çocuklardan biriydi ve ben onu çok seviyordum. O birçok hayat yaşadı, doğruluğuna inandığı şey için yakıldı, kafası kesildi ve açlık çekti. Tüm bu hayatların sonunda alçakgönüllü ve asil bir varlık haline geldi. İşte bu yüzden, onun aracılığıyla uzun zaman önce unutmuş olduğunuz kökeninizi hatırlatmak için geri döndüm, size ve ona verdiğim sözü tuttum.
Bugün ne olursanız olun, bilmek istediğiniz her şeyin yanıtı içinizdedir. Benliğinizin dışında izlenecek bir yol ya da tapılacak varlıklar aramakta ısrar ediyorsanız, Tanrıyı asla göremeyecek ve tanıyamayacaksınız! Yüceliğinizi idrak etmenin yolu yine kendinizden geçer. Yaşamınızda huzura, mutluluğa ve doyuma giden tek yol kendinizi sevmeniz, kendinize tapmanızdır, çünkü bu Tanrıyı sevmektir.
Size öğrettiğim şeylerin yaşamınızda gerçekleştiğini göreceksiniz. O zaman öğretilenin bir felsefe değil, mutlak gerçek olduğunu anlayacaksınız. Hepiniz hükmedilen varlıklar oldunuz, hükümdarınız her zaman olduğu gibi korku idi! Bilgi korkuyu yener, böylece başkalarının esiri olmadan özgür bir insan gibi yaşayabilirsiniz. Bilgi daima özgürlük getirir.
Belki bu hayatta, belki bundan sonraki hayatlarınızda, günün birinde yaşadığınız ortam size bir şey vermediğinde, her şey olmak için büyük bir çekim, büyük bir boşluk ve istek duyacaksınız. Ve benim yaptığım gibi yaptığınızda, benim gibi olduğunuzda, Ram’ın gittiği yerde size “hoş geldiniz” diyeceğim! (Sayfa: 31-37)

Tanrı Kavramı

Sevgili kardeşlerim, asırlardır size Tanrı denen özün kasvetli, korkulması gereken, kızgın ve yargılayan bir karakteri olduğu öğretildi, ama Tanrı bunların hiçbiri değildir. İnsanların yüreklerinden ve beyinlerinden başka bir yerde suçlayan, yargılayan ve hüküm veren bir Tanrı asla var olmadı! Kimilerini yargılayıp kimilerini ödüllendiren bir Tanrıyı insanoğlu yarattı. Bu insanın Tanrısıdır, insan anlayışının ürünüdür!
Benim bildiğim ve sevdiğim Tanrı, benden ve “Ben” olan alemden yayılan güçtür, yargısız sevginin Tanrısıdır. O başka hiçbir şey değil, fakat her şeydir. İşte bu Tanrı sizi düşünebileceğinizin çok ötesinde bir sevgiyle seviyor. O yaşadığınız hayat, bastığınız toprak, alıp verdiğiniz soluktur. Teninizin rengi, gözlerinizin güzelliği ve dokunuşunuzun yumuşaklığıdır. Her düşüncenizde, yaptığınız her eylemde ve yaşadığınız her anda O vardır. Tanrı devinim, renk, ses ve ışıktır. Tanrı ihtirastır, Tanrı sevgidir, Tanrı sevinçtir, hüzündür. Tanrı hayatın tümüdür, an’ın atan nabzıdır!
Hayatın sizi yargıladığını mı sanıyorsunuz? Asla, eğer Tanrı (ki o sizsiniz) sizi yargılasaydı kendini yargılıyor olacaktı! Sonsuz Zeka bunu neden yapsın? Tanrı dediğiniz hayat gücünün sizi ya da herhangi bir şeyi yargılama yeteneği bile yok, çünkü hayat kendini iyi kötü, doğru yanlış, kusurlu kusursuz diye ikiye ayıran egolu bir karaktere sahip değildir. Eğer Tanrı bir egoya sahip olsaydı, kendini egosu doğrultusunda değiştirme, saptırma yeteneğine de sahip olacaktı. Eğer Tanrı bir an bile ikilem içinde kalsaydı, Tanrı olan hayat o anda durur ve asla yeniden “olamaz”dı! Tanrı tümüyle iyiliksiz ve kötülüksüzdür, ne negatif ne de pozitiftir. Tanrı mükemmel değildir, çünkü en son nokta olan mükemmellik sürekli ve değişken hayatı sınırlar. Tanrı sadece “olan”dır, ancak bu şekilde her şey olan hayatı olduğu gibi ifade edebilir. Tanrı sınırsız olanın bölünmemiş bütünlüğüdür. Tanrı her şey olduğu için, doğruda olduğu gibi yanlışta da, güzellikte olduğu gibi çirkinlikte de, yücelikte olduğu gibi alçaklıkta da var. Yaptığınız, düşündüğünüz şey ne kadar kötü, alçakça ya da harika olursa olsun, Tanrı tarafından “olmak” tan başka bir şey gibi görülmez asla.
Tanrı hayatınızı istediğiniz biçimde yaratmanız için size özgürlük verdi. Tanrı sizi daima sevdi, sizi başka türlü de algılayamaz, çünkü siz O’sunuz. Hayatın tomurcuklarını da siz yaratıyorsunuz, çirkinliğini de! Tanrı çirkinlik de olacaktır, tomurcuk da! Hangisinin iyi olduğunu asla yargılamayacaktır. O yalnızca “olan” dır, her şey olduğu için size istediğinizi seçme özgürlüğü verir. İyi ki öyledir, çünkü insanın yarattığı Tanrı kavramına benzeseydi hiç biriniz cennetin kapısını göremezdiniz, tek kişi bile! İçinizden tek bir kişi bile insanın yarattığı bu Tanrının beklentilerine göre yaşayamaz!
Başarısızlık duygusuna kapılmanızın nedeni yine kendinizsiniz. İstediğiniz realiteyi yaratma yeteneğinizle yaşamınızın tek yargıcı sizsiniz. Neyin iyi, neyin kötü, neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar veren hep siz oldunuz. Çünkü hayat denen “olmak” bunların hiçbiri değildir, Tanrı denen “olan” ın bir parçasıdır sadece. Yargılarınız bu katta yarattığınız bir illüzyondur. Ne yaparsanız yapın Tanrı sizi sever, çünkü yaptığınız ya da düşündüğünüz her şey size olgunluk kazandırarak Tanrıyı genişletir. Bu dünyadan ayrılıp hayat boyu yaptıklarınızı düşündüğünüz zaman (ki düşüneceksiniz) Tanrı orada da olacak, sizi tüm yarınlarınızda yine sevecek, çünkü Tanrı hayallerinizi ve düşlerinizi yarattığınız platformdur.
Tanrının en yüksek biçimi nedir? Düşünce! Evet hayatınızı yarattığınız platform, her şeyin yaşam gücü ve özü olan Tanrı, daha büyük bir anlayışla düşüncedir, çünkü düşünce her şeyin yaratıcısı, her şeyin kendinden meydana geldiği özdür. Düşünce, Tanrı Bilinci denen Sonsuz Zekadır. Her şeyi kendi özgün model ve biçimiyle bir arada tutan şeyin ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Düşünce, yani sevgi denen “kozmik zamk” tır bu, tüm maddeyi bir arada tutan odur. Hiçbir ölçü tanımayan bu sevgi Tanrıdır, bedeniniz bile sevgiyle bir arada tutulur. Düşünce olmasaydı bedeniniz var olmayacaktı, madde de var olmayacaktı. Tanrının korkulacak bir varlık olduğunu mu sanıyorsunuz? Değil, Tanrı tümüyle hazdır, çünkü başka türlü olmayı bilmez. O uyum içinde titreşen tüm hayat formlarıdır ve bu uyumlu titreşim bir kahkaha tufanını andırır. Eğer dikkatle dinlerseniz Tanrının müziğini, Tanrının gülüşünü duyabilirsiniz! Bir kez bile O’nun ağladığını duymadım!
(Tekerlekli sandalyede oturan yaşlı bir bayana) Sana cehennemin olmadığını söylüyorum sevgili bayan. Cehennem nedir biliyor musun? Cehennem, Kudüs’te derin olmayan açık mezarları tanımlamak için kullanılan bir terimdi. Bazı varlıkların mezar taşı yaptırıp gömülecek kadar paraları yoktu ve sığ bir mezarda yatmak da lanetlenmek demekti, çünkü geceleri sırtlanlar ve vahşi köpekler bu cesetleri bulup parçalıyorlardı. Ceset parçalanıp yendiği için, bu ölülerin cennete asla gidemeyeceklerine inanılırdı. İşte terimin gerçek anlamı buydu. Ancak daha sonra vaizler, papazlar ve din kurumları tarafından cehennem sözcüğü işkence yeri anlamında kullanıldı. Dünyanızın derinliklerine baktım, ortasında yanan bir ateş gölü aradım, yoktu! Aynı yerlerde şeytanı aradım, onu da bulamadım! Döndüğüm zaman şeytanı da, cehennemi de onlara inananların kalplerinde buldum. Ama böyle bir yer yok! Sevgili bayan, Tanrı her şey olduğuna göre, eğer seni kendinden yaratmasaydı başka neden yaratacaktı ki? Sen tanrısın, Tanrı kendini niçin cezalandırsın? Sana büyük bir gerçeği açıklayacağım. İnsanoğlu kardeşlerini yönetebilmek için Tanrı imajları yarattı. Dinler, ordular yetmediği zaman insanları ve ulusları yönetebilmek için yaratıldı. Korku onları hizaya getirmek için kullanılan bir araçtı. Eğer insanın yüceliğini elinden alırsan, Tanrıyı ondan uzaklaştırırsan, bir insanı kolayca yönetebilir ve ona hükmedebilirsin. Tanrı bir cehennem ya da şeytan yaratmadı. Cehennem ve şeytan, insanın kardeşlerine işkence yapmak için yarattığı korkunç kavramlardır. Bunlar, kitleleri sindirip hükmedilebilir bir topluluk haline getirebilmek için dini dogmalar aracılığıyla yaratıldı, işte işin gerçeği bu! Tanrı her şey olduğuna göre, onun cehennem diye bir yere sahip olması, bedeninde kanser oluşturması demektir ki, bu da onu yiyip bitirecektir!
Şimdi şunu anlamanı istiyorum sevgili bayan, dininiz ve inancınız yüzyıllardır uygarlıkların mahvına sebep oldu. Mayalar ve Aztekler kilise kurallarına inanmadıkları için öldürülüp yeryüzünden silindiler. Karanlık çağlarınızdaki tüm dini savaşlar, dini inançları daha da yaygınlaştırmak için yapıldı. Fransa denen yerde kilise öğretilerine inanmadıkları için annelerinin kollarından bebekleri çekilip alındı. Kadınların gözleri kızgın demirlerle dağlandı ve göğüsleri yine kızgın demirlerle damgalandı. Sokaklarda kan gövdeyi götürdü, hepsi de bir inanç yüzünden. Protestanlar da cehennem ateşi, günah ve şeytan aldatmacalarıyla küçük çocukların yüreklerine korku salarak eylemlerini sürdürdüler. O küçük çocuklara kilise kurallarına uymadıkları, isteneni yapmadıkları takdirde sonsuza dek cehennemde yanacakları öğretildi!
Hayır sevgili bayan sen cehenneme gitmeyeceksin, çünkü öyle bir yer yok! Bedeninden ayrıldıktan sonra çok kısa bir an yukardan aşağıda yatan bedenini seyredeceksin ve bir kez daha saf ışık varlık haline geleceksin. Sonra büyük öğretmenler gelip seni alacak ve öğrenimini sürdürmen için götürecekler, o zaman sözlerimin doğru olduğunu kendin de göreceksin.
İsa dediğiniz varlık sizin gibi bir tanrıdır, ama o Tanrının tek çocuğu değil, çocuklarından sadece biridir, sizin de olacağınız gibi tanrılaşan bir insandır. Tanrının çocuklarından sadece biri mükemmel gerisi budala olsaydı, bu Tanrıya ne yarar sağlardı ki? İsa sizin kardeşinizdir, kurtarıcınız değil! İsa ile senin arandaki tek fark sevgili bayan, İsa’nın insanın içindeki Tanrı prensibini anlamış ve bu prensibi tümüyle yaşamış olmasıdır. İsa seni ya da herhangi bir varlığı kurtarmakla yükümlü değil. O, dünyada yaşayan tanrı olduğunu idrak ederek kendinin kurtarıcısı oldu ve diğerlerine içlerindeki tanrıyla kendilerini nasıl kurtaracaklarını öğretti.
Tanrının seni cezalandırmasına gerek yok sevgili bayan, zaten yaşamın boyunca kendi kendini cezalandırmışsın sen! Günahkar olduğuna inandığın için kendi cehenneminde yaşadın hep, bunu yaratan sensin. Tanrı aleminde gardiyan yok, işkenceci yok, cellat yok, Tanrı sevgiden başka bir şey değildir. (Sayfa: 39-50)

Tanrıyı Görmek

Yüzlerce yıldır size Tanrının dışınızda, uzayın derinliklerinde bir yerde olduğu öğretildi. Çoğunuz buna inanıp gerçek olarak kabul ettiniz. Zamanın kısa bir anında yaşamak, yaşlanmak ve ölmek için doğduğunuz öğretildi size. Doğruluğuna inandığınız için bu öğreti hayatınızın realitesi oldu. Aslında milyarlarca yıldır yaşayan ölümsüz öz olduğunuzu idrak etmeniz için buradayım. Tanrı, yani düşünce kendini ışığa genişlettiği anda hepiniz var oldunuz. İşte o zaman her biriniz Tanrı Zekasının eşsiz ve sonsuz bir parçası oldunuz.
Size, Tanrının cenneti, dünyayı ve insan denen canlıyı elleriyle yaratan tekil bir varlık olduğu öğretildi. Oysa özgür iradeniz ve sonsuz zekanızla tüm hayatı yaratan sizsiniz. Sabah güneşini ve akşam karanlığını yaratan ve her şeye güzellik veren sizsiniz. Siz uzay boşluğundaki parlak ışıklarsınız, yarattığınız şeylerin güzelliğini deneyimleyebilmek için insan denen harika varlığı yarattınız. Sevgili kardeşlerim, her biriniz binlerce yıldır yaşadığınız illüzyonların, birikimlerin ürünü olan bir anlayışa sahipsiniz. Siz salt insanın çok ötesindesiniz, insan denen sınırlı yaratıktan çok daha büyüksünüz, tanrısınız, daima öyleydiniz ve öyle olacaksınız. Uzaklaşmasına izin verdiğiniz büyük anlayışı yeniden kavramak için burada birçok hayat yaşayan ölümsüz varlıklarsınız.
Hepiniz Tanrının kendinden yarattığı tanrılarsınız! Siz Yaşam Kaynağının ilk ve tek yaratığısınız. Hayatı keşfetme serüveniniz sırasında, sonsuz zekanızı hücresel maddeyle birleştirerek tanrı-insan oldunuz. Sonsuz Zekanın insan denen form içinde ifade edilmesi, tanrıların insan denen kendi yarattıkları formların içinde yaşamaları! Erkeklik, kadınlık, insanlık dediğiniz şey, sınırlı ve güçsüz varlık maskesi ardında gizlenen tanrıdan başka bir şey değildir.
Bu dünyada binlerce hayat yaşadınız, rüzgar gibi gelip geçtiniz. Her yüzü, her rengi, her ırkı, her dini yaşadınız. Savaştınız ve savaşıldınız, kral ve hizmetkar oldunuz, tayfa ve kaptan oldunuz, fetheden ve fethedilen oldunuz, tarihinizdeki her şey oldunuz. Niçin? Hissetmek, olgunlaşmak için, siz tüm zamanların en büyük gizemini çözmek için buradasınız, yani kendinizi !
Nereden geldiğinizi sanıyorsunuz? Sizi ana babalarınızın yarattığını mı düşünüyorsunuz? Onlar genetik ana babalarınızdır, ama sizi yaratan onlar değiller. Daha büyük bir anlayışla onlar sevgili kardeşlerinizdir, siz de onlar kadar yaşlısınız, çünkü tüm varlıklar aynı anda yaratıldı! Herkes, muhteşem Düşünce kendini tasarlayıp ışığa genişlettiği an doğdu. Hayatın Ana-Baba Prensibi olan Tanrı gerçek ana babanızdır. Bedeninizin siz olduğunu mu sanıyorsunuz? Hayır, bedeniniz gerçek kimliğinizi, görünmeyen özünüzü simgeleyen bir giysi sadece! Bedeninizde barınan şey, öz kişilik denen duygu ve davranışlarınızın toplamıdır. İnsanlığın büyük gizemi Tanrı asla sizin dışınızda var olmadı. Kullanmakta olduğunuz bedeniniz tanrıların, yani sizin ve sevgili kardeşlerinizin bir eseridir. Bu gezegende yarattığınız yaşamla ilişkiye geçebilmeniz için beden yaratıldı. Gerçek siz, bedeninizin ölçülerinde değilsiniz, siz küçük bir ışık noktasısınız! Varlığınızın bu küçüklüğünde, Tanrıdan doğduğunuzdan bu yana yaptığınız her şey toplanmıştır. Siz bedende yaşayan saf ışık-enerji prensibisiniz.
Aslında siz öz ve ruhsunuz, yani ışık varlıkla duygu varlığın bileşimisiniz. Özünüz, yani o küçük ışık noktası bedeninizin tüm moleküler yapısını sarar, bedensel kütlenizi bir arada tutar. Ruhunuz kalbinizin yanında, göğüs kafesinizin altındaki boşlukta barınır, bu boşlukta elektriksel enerjiden başka bir şey yoktur. Ruhunuz her düşüncenizi duygu şeklinde kaydeder ve depolar. Ruhunuzda depolanmış duygu birikimi nedeniyle hepiniz farklı ego kimliklerine ya da bireysel benliklere sahipsiniz. Kullandığınız beden, madde katında yaşamanız ve oynamanız için seçilmiş kusursuz bir araçtır. Ancak kendinizi aracınızın, yani bedeninizin siz olduğu illüzyonuna kaptırdınız, oysa gerçek özünüz Tanrı gibi imajsızdır.
Dışınızda hayatınızı denetleyen büyük bir varlık ya da bir gücün var olduğuna mı inanıyorsunuz? Bu doğru bir inanç değil, yaptığınız, olduğunuz ya da deneyimlediğiniz her şeyden tümüyle sorumlusunuz. Büyük yıldızları yaratma gücüne sahip olan sizler, hayatınızın her anını ve olayını yaratıyorsunuz. Her kimseniz o olmayı siz seçtiniz, görünümünüzü siz yarattınız. Yaşam koşullarınızı tümüyle siz planlayıp yazgınızı çizdiniz. Bu, tanrı-insan olmanın uygulaması ve ayrıcalığıdır.
Mutluluğu düşünmek, kimsenin dostluk etmediği sefil yaratık rolünü bırakmak, ağlamayı kesip neşeyle gülmek sadece bir an’ınızı alır. Şimdi bütün bunları kim yapıyor? Varlığınızda bu duyguları yaratırken çevrenizde herhangi bir şey değişti mi? Hayır, ama siz değiştiniz! Ne düşünüyorsanız osunuz, düşündüğünüz her şey yaşamınızda var olacaktır. Geleceğiniz nasıl yaratılıyor, düşünceyle! Tüm yarınlarınız bugünkü düşüncelerinizle çiziliyor. Hangi duygusal amaçla olursa olsun, aklınızdan geçirdiğiniz her düşünce, düşlediğiniz her şey bedeninizde bir duygu yaratır, o da ruhunuza kaydolur. Bu duygu yaşam koşullarınızı hazırlar, çünkü ruhunuza kaydedilmiş duygular, kendilerine uygun olayları size çekecektir. Ağzınızdan çıkan her sözcüğün gelecek günlerinizi yarattığını bilin, çünkü sözcükler düşüncenin ruhunuzda doğurduğu duyguların ifadesidir. Başınıza gelenlerin sadece rastlantı olduğunu mu sanıyorsunuz? Öyle değil, bu alemde kaza ya da rastlantı diye bir şey yoktur, hiç kimse bir başkasının irade ve isteğinin kurbanı değildir. Olan her şey düşünce ya da duygudan geçerek olmuştur, her şey! Düşündüğünüz, düşlediğiniz ve söylediğiniz her şey olmuştur ya da olacaktır. Olayların nasıl yaratıldığını sanıyorsunuz? Düşünceyle yaratılmıştır! Düşünce asla ölmeyen, asla yok edilemeyen hayatın gerçek yaratıcısıdır. Düşünce, Tanrı Zekasıyla olan bağlantınızdır.
Kendinizi küçük gördükçe küçüleceksiniz, zeki olmadığınızı düşündükçe budalalaşacaksınız! Kendinizi çirkin buldukça çirkinleşeceksiniz, yoksul olduğunuzu düşündükçe yoksullaşacaksınız, çünkü böyle olmasını siz istediniz. Hayatınızı yaratan kim? Siz! Olduğunuz her şeyi, deneyimlediğiniz her şeyi kolektif mantığınızla siz yarattınız, Tanrı olan düşünceyle! Yaşam mücadelenizi izleyen bir Tanrının esiri ya da kuklası değilsiniz, hayatınızı tam bir özgürlükle yaşıyorsunuz. Her düşünceniz önünüzde uzanan yazgınızı yaratır, çünkü Tanrı “her duygu olsun” diyor!
Bir zamanlar bir çiçek yaratabilirdiniz, ama şimdi kendiniz için ne yaratıyorsunuz? En büyük yapıtlarınız mutsuzluk, endişe, acıma, yoksulluk, nefret, kavga, kendine acıma, yaşlılık, hastalık ve ölüm. Sınırlı inançları kabullenerek kendinize sınırlı bir hayat çizdiniz ve bu varlığınızın değişmez gerçeği oldu. Her şeyi, hatta kendinizi bile yargılayarak hayattan ayırıyorsunuz. Büyümek için doğan, bedeninin hayatiyetini yitiren ve yok oluncaya dek kendini yaşlılığa inandıran bebeklersiniz!
Bir zamanlar özgürlük rüzgarları olan siz yaratıcı tanrılar, büyük kentlerde üst üste ve kilitli kapılar ardında korkuyla yaşayan davar sürüleri haline geldiniz! Yükselen dağların ve harika rüzgarların yerini yükselen binalarınız ve korku dolu bilinciniz aldı. Nasıl düşüneceğinizi, nasıl inanacağınızı, nasıl davranacağınızı ve neye benzeyeceğinizi düzenleyen bir toplum yarattınız. Savaştan ve savaş söylentilerinden korkuyorsunuz, hastalıklardan korkuyorsunuz, kabullenilmemekten korkuyorsunuz. Kendinizi başarı, ün, altın ve para için küçültüyor, yaltaklık ediyorsunuz, hepsi bir parça haz için. Düşüncelerinizle kendinizi umutsuzluğa düşürdünüz, değersiz, başarısız kıldınız, hasta ettiniz ve ölüme sürüklediniz. Tüm bunları sınırlı düşünceyle, sınırlı düşünceyle, sınırlı düşünceyle siz yarattınız! Yaşamanıza izin vermeyen şey kendi inançsızlığınızdır!
Nelere inanmıyorsunuz? Beş duyunuzla algılamadığınız hiçbir şeye, işitilmeyen, görülmeyen, dokunulmayan, tadılmayan, koklanmayan hiçbir şeye! Öyleyse bana bir inanç göster, avucuma koy onu! Bana bir duygu göster, ona dokunmak istiyorum! Bana bir düşünce göster, nerde o? Bir davranış göster, neye benziyor o? Bana rüzgarın şeklini göster! Ve bana yaşamınızın değerli anlarını alıp götüren zamanı göster!
Hayatlar boyu bu dünyanın illüzyonlarına öylesine gömüldünüz ki, içinizde yanan muhteşem ateşi unuttunuz. On buçuk milyon yıl içinde yüce ve güçlü varlıklardan, maddede kaybolan, dogma, kural, moda ve gelenek gibi kendi yarattığınız şeylerin esiri olan varlıklar haline geldiniz. Ülkelere, ırklara, cinsiyet ve milliyetlere ayrılıp kıskançlık, kin, suçluluk ve korkuya gömüldünüz. Bedeninizle o kadar özdeşleştiniz ki, sağ kalma tuzağına düşerek ölümsüz özünüzü unuttunuz. Ölümsüzlüğü açıkça reddettiniz, bu yüzden öleceksiniz ve buraya tekrar tekrar geri döneceksiniz. İşte on buçuk milyon yıllık yaşamdan sonra yine buradasınız ve inançsızlığınızı sürdürüyorsunuz. Düşünceler gerçekten büyük bir sahnedir, kendi oyununuzu yazıp bu sahnede bölüm bölüm oynamanıza Tanrı izin verir ve perde inerken son söz söylenip son selam verildiğinde ölürsünüz. Niçin? Çünkü büyük yasa yapıcı olan sizler öleceğinize inanıyorsunuz. Bu hayat tümüyle bir oyundur, ama siz oyuncular onun tek realite olduğuna inandırdınız kendinizi. Bedeni yaratan Tanrının içinizde oturan güç olduğunu idrak ettiğinizde, bedeniniz artık asla hastalanmayacak ve ölmeyecektir!
Bu dünyadan ayrıldığınızda, “gerçek siz” toprağın altına gömülerek kurtlar tarafından yenip toprak olmayacaktır. Siz rüzgar gibi süreklisiniz, gittiğiniz yer geldiğiniz yerdir. Orada gelecek serüveninizde ne yapmak istediğinize karar verirsiniz, işte hepsi bu! Buraya geri döneceksiniz, dönmeyi istediğiniz sürece birçok kez, ta ki kimliğinizde Tanrıyı bulana dek. Yaşadığınız bu hayat bir düş, bir görüntü sadece. Düşüncenin maddeyle oyunu duygularınızı bu dünyaya bağlayan realiteleri yaratıyor. Tanrının neye benzediğini görmek mi istiyorsunuz? Gidin aynaya bakın, onunla yüz yüze geleceksiniz! Bir gün Tanrıyı mutlaka göreceksiniz, kendinize dokunun, yapmanız gereken tek şey bu! (Sayfa: 51-62)

Yaşam Sonrası Yaşam

Yaşam asla sona ermez. Evet bedene zarar verebilirsiniz, kafasını, gözünü koparabilir, her türlü kötülüğü yapabilirsiniz, fakat bedenin içindeki özü asla yok edemezsiniz. Düşünceyle nasıl savaşabileceğinizi, onu nasıl yok edebileceğinizi düşünün, yapamazsınız. İnsan ya da hayvan tüm varlıkların yaşam gücü, kişilik denen görünmeyen düşünce ve duyguların toplamıdır, beden maskesinin ardında yaşar. Bedene erdem, hayat, karakter veren şey görünmeyen düşüncedir. Bu düşünce de enerjidir, enerjiyi hiçbir şey yok edemez, yaşam gücünü elinden alamaz.
Ölüm büyük bir illüzyondur, çünkü yaratılmış hiçbir şey yok olmaz, ölüm bedene aittir. Bedeni çalıştıran öz, eğer istiyorsa geri gelerek yeni bir bedeni kullanacaktır, çünkü bedenin içinde yaşayan hayat gücü ölümsüzdür, bunu unutmayın.
Şimdi size bu dünyadan ayrılan varlıklara ne olduğunu anlatacağım: Beden yaşamını yitirirken enerji (ruh) varlığın özü tarafından çekilir. Öz ruhu çağırıp bulunduğu boşluktan çekerken huzur ve sükunet başlar, bedenin ölümü uykuya dalmaya benzer. Öz tarafından çağrılan ruh, bedenin çakra denilen enerji merkezlerinden geçerek yukarı çıkar. Ruh, yani duygu belleği bedeni son merkezden, yani başın ortasında yer alan ve hipofiz denen yedinci çakradan terk eder. Bu çıkış, rüzgar sesi eşliğinde bir tünelden geçiyormuş gibi algılanır. Tünelin sonunda görünen ışık kendi ışığınız, yani varlığınızın özüdür. Ruh bedenden çıktığı an beden ölür ve varlık özgür ruh olur, her şey bir an sürer ve acı vermez. Ölüm anında her şey aydınlanmaya ve parlaklaşmaya başlar. Dünyadan ayrıldığınızda, madde yoğunluğundan çıkıp ışık varlığa dönüşürsünüz. Orada güçlü bir akıl ve duygudan ibaretsiniz, bedeniniz ışıktan oluşmuş bir bedendir. Işık bedeninizle algıladığınız düşünceler doğrultusunda elektriksel biçiminizi alırsınız. Bu noktadan sonra yedi cennetten birine gidersiniz. Hangi cennete gideceğinizi dünyadayken duygusal olarak ifade ettiğiniz tutumunuz, eğiliminiz belirler.
Cennet dediğiniz yer, hayatın değişik düzey ve katlarıdır. İsa yedi cennetten söz etti. Evet gerçekten de yedi cennet vardır. Bu katların hiçbirinde insanlara işkence eden, onları cezalandıran cehennem diye bir yer yoktur, çünkü insan zaten kendine yeterince işkence edip cezalandırıyor! Bedeninizi terk ettiğiniz zaman daima cennete, yani bilinç anlayışınıza ya da bu dünyadaki duygusal eğilimlerinize uygun titreşim düzeyine gidersiniz. Yedi tane idrak ya da bilinç düzeyi vardır. Bu yedi düzey şunlardır: 1- Üreme ve içgüdüsel yaşam. 2- Korku ve ıstırap. 3- Güç. 4- Hissedilen sevgi. 5- İfade edilen (verilen) sevgi. 6- Tanrıyı tüm yaşamda görebilmek. 7- Tanrı-Ben. Bunu daha iyi anlayabilmeniz için şöyle açıklayabilirim: Düşündüğünüz ve benimsediğiniz her düşüncenin, duygusal bir titreşim frekansı vardır. Örneğin, bir ağrıyı anlayıp kavrayabilmek için ağrıyla ilgili sınırlı düşüncelere odaklanırsınız, bu da duyunuzda ağrı olarak hissedilen düşük titreşim frekansları doğurur. Eğer sevgiyi ifade etmeyi düşünürseniz, paylaşılan ve ifade edilen sevgi düşüncesinin yüksek titreşim frekanslarının yarattığı coşkuyu hissedersiniz. Bilincinize hangi anlayış düzeyi egemense, o anlayışa uygun cennete gidersiniz, yani auranızın manyetik alanı, varlığınızın özü sizi o katın titreşimine çekecektir.
Bu dünyaya, bu cennete “uygulama katı” denir, çünkü burada varlıklar yaratıcı güçlerini ve duyguyla ifade ettikleri davranışlarını ancak maddede görebilirler. Bu dünya yedi kat içinde karanlık olan ve ışığın müziğini işetemediğiniz tek kattır. Buraya varlıklar büyük bir bilgiyle doğarlar, ancak toplumsal bilinç programlamaları yüzünden bildiklerini unuturlar. Bu yüzden dünyada evrim çok çetindir.
Size, eğer görebilseydiniz çok üzüntü duyacağınız bir kattan söz edeceğim. Bu birçok varlığın yer aldığı birinci ve ikinci bilinç katıdır. Orada ne göreceksiniz? Işık formları halindeki dağları, nehirleri, çimenleri ve gökyüzünü değil, milyarlarca varlığın ışık bedenleriyle sonsuz sıralar halinde uzandığını göreceksiniz. Uyur gibi uzanmış durumda ve ölü olduklarının illüzyonunu yaşayan bu varlıklar, yaşamın mezarın ötesinde var olmadığına inananlardır. Düşünceleri hala canlı ve manyetik olarak değişkenlik gösterebilme yeteneğine sahip olmasına ve aslında hala yaşamalarına rağmen, enerji olarak ölmüş olduklarını sanırlar. Unutmayın, öte tarafta inandığınız, daha doğrusu kendinizi doğru olduğuna inandırıp gerçek sandığınız her şey kendini gerçeğe dönüştürür. İşte iradeniz ve yaratıcılığınız bu denli güçlüdür. Birçok insan, öldüğünde bir Mesih gelip kendini uyandırıncaya dek ölü kalacağı öğretisiyle yetiştirildi. İlahi sevgiden uzak kalacakları korkusuyla insanlar bu öğretiyi doğru olarak kabul ettiler ve öldükten sonra gittikleri yerde yeniden diriltilecekleri günü bekleyeceklerine inandılar. İşte bu düzeyde, güçlü bir varlık tarafından diriltilecekleri günü bekleyen sıralar dolusu varlık var. Onları uyandırmaya çalışsak da çok azı uyanıp kalkıyor, çoğunluğu şeytan ya da benzeri bir varlığın uyanmaları için kendilerini kandıracağı öğretisine inandığı için uyanmayı reddediyor! Yaşadıklarını idrak edip uykudan uyanmaları bazen binlerce yıl alır. Ne kadar talihsiz bir öğreti! İşte ıstıraplı tek yer bu kattır, böyle bir öğretinin doğruluğuna kesin olarak inanmış varlıkların bulunduğu kat! Diğer tüm katlar eşsiz güzelliktedir.
(Bir bayan dinleyiciye) Anneni mi görmek istiyorsun? Pekala, onun da onayını alıp eğer istiyorsa görüşmeniz için bir olanak sağlayacağız. Ancak bu hiç ummadığın bir anda olacak, böylece görüşmenizin bir düş ürünü olmadığını anlayacaksın. Şunu bil ki, anneni ışık olarak görmenin nedeni, onun senden daha yüce bir varlık olması değildir. Işık onun özünün titreşim hızıdır, evet ışığı veren hızdır, ayrıca bu sende de var. Bir varlığın ışığını görmek, daha yüksek titreşimin daha düşük titreşimli bir katla karşılaşması demektir. Şu anda aranızda beşinci kattan konuk varlıklar var, bunlar aranızda bulunan bazı dinleyicilerin yakınları. Göz ucuyla parıldayan bu ışıkları görebilirsiniz, göz kürenizle direkt bakınca onları göremezsiniz, fakat buradalar! Bilmen gereken bir şey daha var bayan, bir şeye asla inanma, asla! İnanmak, bir şeyi deneyim yoluyla bilip anlamadan kendini onun doğruluğuna ikna etmektir ve inanç çok tehlikelidir. Çünkü bir şeye inanmak, içinde “gerçek” olarak yerleşmemiş o şeye hayatını, davranışlarını ve güvenini teslim etmek demektir. Bu seni tehlikeye açık kılar, bir zayıflık anında kullanılabilir, istenilen yere yönlendirilebilir, lanetlenebilir, şartlandırılabilir ve yaşamını yitirebilirsin! Bunlar hep inanç yüzünden olur. Bilmek istediğin herhangi bir şeyi bil. Bunu yapabilirsin, daima sezgilerine güven, onlara karşı gelme ve kendini doğruluğunu içinde hissetmediğin bir şeye inanmaya zorlama. Bir şey daha, katillere ve canilere şefkat duymayı öğren, çünkü onları işledikleri cinayetten sonra korkunç bir vicdan azabı beklemekte ve bu genellikle binlerce yıl sürmektedir. Öldürülen yeniden bedenlenir, ama katil asla unutmaz!
Kendi yüceliğini görmeden, kendine sevgi ve şefkat göstermeden hayatın güzelliğini gerçek anlamıyla göremez, başkalarına şefkat duyamazsın. Kendini sevme alışkanlığını kazandığın zaman, dışındaki hayatı da kucaklamak için gerekli temele sahip olursun. Bu anlayışı kazandığında, dışındaki hayatın da sen olduğunu idrak edeceksin.
Size bilinç katları hakkında bilgi vereyim. Şu anda içinde bulunduğunuz dünya ilk kattır. Bu, varlıkların Tanrı anlayışını madde formunda öğrendikleri kattır. Burada yaşamak büyük uzmanlık ister, çünkü dünyaya doğum yoluyla gelmek ve bedenin sınırlamalarından, içgüdülerinden kurtulmak zorundasınız. Dünya dediğiniz bu yer, uygulama katında varlığın bedenli olarak deneyimden geçtiği sayısız yerlerden sadece biridir. İkinci kat, ıstırap, pişmanlık ve suçluluk duygusunun deneyimini geçirenlerin yeridir. Üçüncü kata güç katı denir, başkalarını yönetmek ve kendine esir etmek isteyenlerin katıdır. Elbette bunu bedensiz oldukları için fiziksel olarak değil, düşünce gücüyle gerçekleştirmeye çalışırlar. Burası herkesi kendileri gibi düşünmeye zorlayanların katıdır. Dördüncü kat sevgi katıdır, bu kattakiler derin bir biçimde severler, ama ne yazık ki bu derinliği ifade etmezler. Sevgiyi deneyimledikleri aydınlık bir var oluş katında yaşamalarına rağmen, onu ifade etme yeteneğinden yoksundurlar. Beşinci kat sizin cennet olarak düşündüğünüz kattır. “Altın Işığın” olduğu ilk kat. Güneş ışığına benzeyen altın renkli bir ışığın her şeyi sardığını, ancak şeylerin aynı zamanda kendi eşsiz renklerinin ışığını taşıdığını düşünün. Beşinci katta gece yok, sadece altın ışık var ve harika bir müzik işitiliyor, çünkü her şeyi saran ışık kendi renginin tonunda harika bir uyumla titreşiyor. Orada hava değil, uyumlu bir devinimin “yaşam soluğu” var. Bu yüzden bu cennet katında varlıklar ses ve müziği soluyup ışıkta yaşıyorlar. Dünyanızda fiziksel ifade olan seks, ıstırap, güç kavramlarını deneyimleyen, sevgiyi realitede ifade edebilen varlıklar beşinci kata gelenlerdir. Altıncı ve yedinci katların anlayışı ise, dünyanızda kolayca kazanılabilen bir şey değil, çünkü bu anlayışlar uygulamanın ötesindedir.
Beşinci kata ancak sevenler gider dedik. Bu cennette milyarlarca yıl yaşayan varlıklar var. Yaşadıkları cenneti öylesine harika buluyorlar ki, daha üst katların var olabileceğini düşünemiyorlar bile. Beşinci katta istediğiniz her şey, istediğiniz anda gerçekleşecektir. Eğer bir varlık balık tutmak isterse, önünde hemen bir göl belirecektir. Bu göl servilerle, kavaklarla ve sevdiği öteki ağaçlarla çevrili olacaktır. Eğer gölün güz görünümünü seviyorsa, kavaklar tarçın renginde olacak ve serviler zümrüt yeşilliklerini koruyacaklardır. Oltasını hazırlamak için serin bir rüzgar arzu ediyorsa, göl kıyısında serin bir rüzgar esecektir. Ve varlık küçük bir solucanı oltasına takıp bu harika gölün ortasına fırlatarak istediği balığı yakalamayı düşündüğü an onu yakalayacaktır. Aynen dünyada olduğu gibi balığı (düşündeki) eve götürüp yiyecektir, çünkü bu onu mutlu etmekte, çünkü yaptığı şeyi sevmektedir!
Beşinci katta bir süre kalan varlık, eninde sonunda her şeyi saran ışığın özünü ve orada kalmayı nasıl hak ettiğini merak edecek, ışık nereden geliyor diye araştırmaya başlayacaktır. Muhteşem bir yaşam gücünün varlığını ışıkta, balıkta, gölde, kavakların güzün büründüğü renkte görmeye başlayacaktır. Bunu anladığı zaman hiçbir şeyin ayrı olmadığını, her şeyin birlik içinde olduğunu görmeye başlayacak ve tüm varlıkların bir olduğunu düşündüğü zaman altıncı kata yükselecektir. Altıncı kat, cennetteki sözcüklerin ötesindedir, çünkü sözcükler hem her şeyle bir olduğunuzu, hem de ayrı ve eşsiz olabileceğinizi ifade etmeye yetmez. Altıncı kat yedincinin kapısıdır, varlık orada algıladığı ve gerçek olduğunu bildiği her şey haline gelecek, böylece Tanrıyı bir bütünlük olarak görecektir. Bu birlik atmosferinde gördüğü, yaşadığı her şey olacaktır. Bu oluşun en üstünü, en yüksek mertebesi yedinci cennettir. Orası saf düşünce, saf hayat, saf ışık, her şeyin özü ve temelidir. Yedinci katta en parlaktan daha parlak olanı düşünün. Bu parlaklığın gelişen özü öyle bir renk ki, parlaklığı yok ama parlaklık yayıyor. Özün içinde olduğu deniz deviniyor, genişliyor ve yükselerek dönüyor. Öz dönerek yükselirken, özün parlaklığı harikulade bir ışık gösterisi yapıyor, öz genişlemeyi, “olma”yı sürdürüyor. Bu özden çıkan sensin! İşte sen bu özün düşüncesini tasarlayan, eşsiz ve sürekli biçimde “olan” sın! Özü tasarlayan ve tasarladığı öz olan sen, tüm hayatın kendinden kaynaklandığı platformsun şimdi! İşte bu özün yaydığı en büyük parlaklık düşüncedir. Anlatımım çok yetersiz, çünkü bu katın tanımlanması yer, zaman, ölçü ve konuşma sınırlarını aşıyor, ancak hissederek anlaşılabilir. İşte yedinci kat, işte Tanrı! Eninde sonunda her şeyin “olmak” için geleceği yer burası! (Sayfa: 63-81)

Ölüm ya da Yükseliş

Bir kimse, ifade etme aracına (bedene) sahip olabilmek için ebeveynini nasıl seçer. Birçok neden ve birçok yanıt var. Ancak bu dünyadan göç eden ve yine bu kata dönmek isteyen herkes çocuk doğuracak varlıkları bekliyor. Çoğunluk, tanıdığı kimseleri ana baba olarak seçer, yani evvelki hayatlarda çocukları ya da ana babaları olan varlıkları. Tanımadıklarını da ana baba olarak seçenler vardır. Bazıları ise kendine uygun bir araç, bir beden bulabilmek için bazen yüzlerce yıl beklemek zorunda kalabilir.
Hiç kimse hiç kimsenin gerçek anlamda ana ya da babası değildir. Herkes Tanrı denen hayatın, Ana-Baba Prensibi’nin oğulları ve kızlarıdır, herkes diğerinin kardeşidir. Çocuklarınız ve ana babalarınız gerçekte sizin kardeşleriniz ve Sonsuz Zekanın eşit parçalarıdır. Buraya gelmeden önce her varlık şahane bir güzel, zengin bir adam ya da yoksul bir varlık olmak için geri gelmediğini biliyor. Buraya geliyor, çünkü yaşayarak bu kattaki duygusal öğrenimini sürdürmek istiyor. İşte bu hayat deneyimlerinizin gerçek hazinesidir, ister burada, isterse diğer katlarda ve boyutlarda olsun sizde sonsuza kadar kalan tek şeydir.
Buraya sadece doğum yoluyla mı gelinir diye soruyor bir sevgili varlık. Önce bu katın üç boyutlu olarak algılanan bir kat olduğunu anlamanız gerekir. Burası düşüncenin madde denen üç boyutlu form olarak görüldüğü yerdir. Bu kat madde yoğunluğundadır, çünkü düşünce önce ışık denen titreşim frekansına genişlemiştir, sonra titreşim frekansını yavaşlatarak elektruma dönüşmüştür, elektrumdan maddi yoğunluk, maddi yoğunluktan da bu katın maddesi oluşmuştur. Yani bu katın maddesi, titreşim frekansı düşürülerek en yoğun şeklini almış ışıktır sonuçta. Burada her şeyin aynı yoğunluğa sahip olabilmesi için aynı frekansta titreşmesi gerekir. Bedeniniz, oturduğunuz sandalyeyle aynı frekansta titreşmektedir. Bu kat size göre var, çünkü bedeninizin duyuları ışığın en düşük frekansı olan maddeyi algılamak için düzenlenmiştir, aslında siz maddeden çok daha yüksek titreşim frekansına sahip bir ışık enerjisisiniz. Eğer maddi bedene sahip olmasaydınız, bu dünyanın maddesi içinden geçip giderdiniz. Bu yüzden bedeniniz yoğunluğu ve duyu organlarıyla dünya maddesini algılamanızı, deneyimlemenizi sağlıyor. Bu frekansın bir parçası olmayı istiyorsanız, o frekansa uygun bir bedende yaşamak zorundasınız.
Bedene sahip olmanın bir yolu rahim yoluyla doğmaktır. Dünyayı deneyimlemek için gerekli bedene sahip olmanın diğer yoluysa, doğumla dünyaya gelip beyin denen organın tümünü aktif hale getirmektir. Beynin kapasitesini tümüyle kullanıma açtığınız zaman, istediğiniz anda bedeninizin titreşim frekansını yükselterek, onu maddenin frekans düzeyinin dışına çıkarıp ışığın titreşim frekansına dönüştürebilirsiniz. İşte buna “yükseliş” denir. Yükseliş, varlığınızın tümünü alarak bilincinizin kabullendiği herhangi bir boyuta götürmektir. Ölüm de oraya gitmenin bir yoludur, ama bu bedenin yaşlanmasına, çürüyüp yok olmasına izin vermek demektir, ölüme bedensiz olarak gidersiniz. Yükseliş ise, bedeninizi de beraberinizde götürmektir, bu dünyada yükselenler, ölüm denen sonu yenenlerdir! Onlar düşünce gücüyle bedenin moleküler yapısının titreşim frekansını yükseltmeyi öğrenmişler, böylece bedenlerini ışık varlık halinde beraberlerinde götürüp, ölüm olayını sonsuza dek ortadan kaldırmışlardır. Gördüğün gibi sevgili varlık bedenini birlikte götürdüğünde, beden seçtiğin herhangi bir frekans düzeyine yükseltilip alçaltılabilir. Eğer bu frekansa geri gelmeyi seçersen, başka bir ülkede, başka bir ailede, başka bir hayatta var olabilmek için beden aramak zorunda kalmazsın. Bedenin geldiği kaynağa, yani saf ışık formuna dönüştürülebileceğini yeni baştan öğrenmek zorunda olmazsın. Her şeyin sadece bir illüzyon, bir oyun olduğunu yeniden öğrenmek zorunda da kalmazsın. Yükselmeyi başardığında bedenini sonsuza dek koruyabilir, o bedenle istediğin zaman dünyaya gelip gidebilirsin. Yeniden bu katın bir parçası olmayı arzu ettiğin zaman, yapacağın tek şey bedensel titreşimini bu katın frekansına düşürmektir ve işte buradasın!
Dünyada yaşayan herkesin yükselme yeteneği var, çünkü beden illüzyonunun ardında gizlenen bu yetenek tüm evrenlerin yaratıcısıdır. Kendi seçiminizle ve sınırsız düşünceyle bunu yapabilirsiniz. Düşüncelerinizi yargılamamayı öğrendiğiniz zaman, tüm düşüncenizi bedende yoğunlaştırarak bedene daha hızlı titreşmesi için emir verebilirsiniz. O zaman beden kendini düşüncenin bir arada tuttuğu ideale yükseltir. Bedenin tümü daha yüksek bir hızla titreşmeye başlayacak ve ısısı yükselecek, giderek parlaklaşacak, titreşim hızlandıkça beden maddesi önce ışığa, sonra saf düşünceye dönüşecek ve görünen beden artık görünmez olacaktır. Yükselmek aslında ölmekten daha kolaydır. Zor olan düşüncelerinizi yargılamayı aşmaktır, bunu yapabildiğiniz zaman, yükseliş sadece bir düşünce uzaklığındadır!
Biliyor musunuz ölüm büyük bir illüzyondur, ölüm bu katta kabul edilen bir realitedir. Herkes ölmek zorunda olduğunu sandığından bu bir realite haline geldi. Sevgili varlık, tek realite hayattır, onun dışındaki her şey illüzyondur. İllüzyonlar ise, realite haline gelen düşüncelerdir, oyunlardır! Bedeni yaratan tanrılar onu yalnızca zamanın kısa bir anı için yaratmadılar. Bedeni organlarıyla değil, hormonlarıyla yaşaması için yarattılar. Guddelerden salgılanan hormonlarla beden hiç yaşlanmadan yüz binlerce yıl yaşayabilecek şekilde oluşturuldu, bedenin hücresel yapısı böyle programlandı. Tarihinizde kısa bir zaman öncesine kadar varlıklar binlerce yıl yaşıyorlardı!
Bedeniniz kendine söyleneni yapar. Kalbinizin yanında oturan ruhunuz duygusal yapısıyla tüm bedeni yönetir. Bedenin yaşamını sürdürebilmesi için hormonları salgılayıp dağıtan ruhtur. Ruhunuz bu işi kendi kendine yapmaz, hayata karşı tutumunuzun ve düşünce sürecinizin doğrultusunda yapar. Dünyadaki tutumunuz nedeniyle hormonlar buluğ çağından sonra durur, artık salgılanmadıkları için bedendeki ölüm hormonu aktif hale gelir ve tüm vücut aksamaya, yaşlanmaya ve ölmeye başlar. Ölüm hormonu neden aktif hale gelir? Çünkü suçluluk içinde, kendinizi yargılayarak ve ölüm korkusuyla yaşıyorsunuz. Hayat sigortası satın alarak ölümü beklersiniz, bedeninizi hastalık sigortası alarak korumaya çalışırsınız. Yaşlanmayı ve ölümü hızlandırmak için her şeyi yaparsınız, çünkü onu kesinlikle bekliyorsunuz!
Biliyor musun sevgili varlık, eğer isterseniz zamanı şu anda tümüyle durdurabilir ve şimdi’nin sonsuzluğunda yaşayabilirsiniz. Zaman bir illüzyon değil mi? Onu kim görmüş? Burada büyük bir ikiyüzlülük var, çünkü hem görmediğiniz şeye inanmayı reddediyor, hem de tümüyle zamanın esiri oluyorsunuz. Eğer bedeninizin yaşlanmasını ve ölmesini istemiyorsanız tutumunuzu değiştirin. Tanrınız bedenin sonsuza dek yaşayacağını söylesin, yaşayacaktır. Hayatınızdan sonlu olan her şeyi çıkarıp atın, hayatınız asla sona ermeyecektir. Sözcük dağarcığınızdan yaşlı sözcüğünü çıkarın, sonsuzluğu koyun onun yerine! Doğum günlerinizi kutlamayı bırakın, çünkü bu yaşlanma sürecinizi hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Daima an’da yaşayın, şimdiki an’dan sonraki geleceği tanımayın. Eğer izin verirseniz şimdiniz sonsuz olacaktır. Bedeninizin sonsuz olduğunu düşünün, öyle olacaktır. Bu iş bu kadar basittir! Varlığının efendisi olan ruhunla konuş ve ona gençlik enzimleri salgılaması için emir ver, yapacaktır. Bedeninin sonsuza dek yaşayabileceğini bil. Sonsuza dek nasıl mı yaşar? Sadece ona söyleyerek. Eğer insanlık geçmiş ya da gelecekte değil de, şimdinin sürekliliği içinde yaşasaydı ve yaşam tavrı ölüm tavrından daha çok önem kazansaydı, ölüm denen bu komik şey ortadan kalkabilirdi! Gelecek yıllarda ortadan kalkacak, çünkü artık zaman olmayacak ve bu anlayış dünyanızda yaşayan herkes için geçerli bir realite olacak. O zaman ölüm anlamsız bir olgu olarak karşılanacak!
Sevgili varlık çok azınız bu hayatta yükselebilecek, çünkü çok azınız öğretilenlerin değerini anlıyor ve uyguluyorsunuz. Çoğunuz öleceksiniz, çünkü yaşlanmayı ve yıpranmayı kabul ediyorsunuz, çünkü çoğu kimse, kendini taşıyan bu harika makineyi güzel göründüğü sürece önemsiyor. Bu yüzden yaşlanacaklar, bedenleri eskiyecek ve ölecekler. Öz ve ruh bedene bağlılıktan kurtulacak. Dünyaya tekrar gelebilmek için kendilerini ifade edebilecekleri bir araç bulmak zorundalar, işte size tekrardoğuş! (Sayfa: 83-90)

Yaratılış Ve Evrim

Gökyüzüne yıldızları kim yerleştirdi? Çiçeklerin güzelliğini ve ağaçların ihtişamını kim tasarladı? İnsan denen harika gizi kim yarattı? Hayatın tümü olan Tanrı değil, Tanrının harika çocukları olan siz tanrılar yarattınız her şeyi! Evet her şeyi! Tanrı, her şeyin ondan kaynaklandığı düşünce kütlesi ve özdür. Ama düşünme ve hissetme gücüne sahip olan sizler hayatın tek yaratıcısısınız. Bir şeyi düşleyin, sizin için heyecan verici bir şeyi düşleyin, şimdi bu düşle ilgili tüm duyguları hissedin. İşte evren böyle yaratıldı, işte insan böyle yaratıldı, işte her şey böyle yaratıldı! Sevgili varlıklar, sizler gerçekten de tüm hayatın yaratıcılarısınız. Göklerinizdeki harikulade yıldızları siz yarattınız. Renk, desen, yapı ve koku realitelerini siz yarattınız. Siz evrenin yaratıkları değil, onun yaratıcılarısınız! Tanrının yüce zekasıyla kendi kreasyonunuz olan insanı yarattınız ve tüm hayat sizin varlığınız, düşünceleriniz ve duygularınızla ayakta duruyor. Siz olmadan düşünce kendini hayata geçiremez ya da sonsuzluğun yaşanmamışlığını yaşanabilir kılamazdı. Yaşadığınız bu harika dünyayı kim yarattı? Siz yarattınız! Siz Sonsuz Zekanın yaratıklarısınız, bu güce evrimleşerek sahip olmadınız, siz zaten güçtünüz!
Bu güce nasıl sahip olduğunuzu anlamanız için önce geçmişinizi anlamanız gerek. Işık durumundan insan durumuna nasıl evrimleştiğinizi açıklamakla işe başlayacağım. Kutsal kitabınız, “başlangıçta kelam vardı ve her şey kelamla oldu” der. İlgisi yok! Kelam düşünce olmadan bir hiçtir, çünkü düşünce her şeyin temeli ve yaratıcısıdır. Başlangıçta sadece düşüncenin sonsuzluğu vardı. Düşüncenin sonsuzluğunu Tanrı olarak adlandıracağım. Düşünce tüm hayatın ana nedeni ve kaynağıdır. Olan, olmuş ve olacak olan her şey sonsuz Tanrı zekası düşünceden çıkmıştır. Tanrı eğer içine dönüp kendini tasarlamaya başlamasaydı, hep “şekli olmayan düşünce” olarak kalacaktı. Düşünce olan Tanrı kendini tasarlamaya başlayınca Zat’ını yeni bir biçime genişletti. Tanrıya kendini daha büyük bir varoluş içinde algılama arzusu veren şey neydi? Sevgi! Tasarlanmış düşüncenin gerçek özü ve amacı sevgidir. Hepiniz bu sevgi deviniminden doğdunuz, hepiniz Tanrının kendini genişlettiği şey oldunuz, hepiniz genişlemiş düşüncenin bir parçası olarak aynı anda doğdunuz. Siz tanrılar, Tanrının direkt yarattığı tek varlıksınız. Tanrının genişlemiş biçimi olduğunuz için, Tanrının tıpatıp kopyası olan tek yaratık sizsiniz, yani Tanrı çocuklarının mayasında sonsuza dek var olacaktır.
Tanrı her birinize, her zaman var olacak tek şeyi verdi, Tanrının bütünü olan düşüncenin tümünü, ilahi bir zeka ve yaratıcı bir irade. Tanrı sizin vasıtanızla kendini sürekli genişletiyor ve oluyor, O ne oluyorsa siz de o oluyorsunuz! Başlangıçta düşünce kendini tasarladığı zaman varlığını ışığa genişletti, önce ışık yaratıldı, çünkü düşünce tasarlanıp genişletildiği zaman frekansı düşer ve ışığa dönüşür. Sizin kökeniniz ışığın doğumuyla başlar, çünkü tasarlanmış düşünceden doğan her ışık huzmesi bir birey, bir tanrı, bir evlat oldu! Böylece yaratılışın başlangıcında hepiniz ışık varlıklar oldunuz, hepiniz aynı anda yaratıldınız. Sizin orijinal ve kalıcı bedeniniz olan bu ilahi ışık, varlığınızın özüdür ya da varlığınızın tanrısıdır, yani sizin özünüz Tanrıdır, tekil haldeki Tanrı Zekasıdır. Bugün hala o Tanrısal öze, yani asli ışık bedeninize sahipsiniz. Başlangıçta, düşünce ya da Tanrı varlığınızın özünden geçerken duygu yaratıldı, ama bu duygu henüz kanalize olmamıştı. Yaratıcı gücünüzle Tanrıdan yayılan sevgi ırmağını akıp giderken tutabilmek için ruhunuzu yarattınız. Ruh, düşünce ırmağından bir düşünceyi yakalayıp onu duygu şeklinde tutabilmek için yaratıldı. Biz buna bellek diyoruz. Özünüzde yer alan ruhunuz yaratıcı olmanızı sağladı. Yaratabilmek için, bir düşüncenin imajını net ve sürekli biçimde belleğinizde tutabilme yeteneğiniz olmalıdır. Bunu yaparak düşünceyi realite dediğiniz yaratıcı değerlere tasarlayıp genişletebilirsiniz. Herhangi bir düşünceyi bellekte sürekli tutabilirseniz, istediğiniz her şeyi yaratabilirsiniz. Ruhunuz olmasaydı, Tanrıyı herhangi bir şekle genişletemezdiniz, çünkü düşünceyi tasarlayıp onu yaratıcılıkta kullanabilmek için akıp gitmeden onu tutabilme yeteneğine sahip olamazdınız. Her şey, Tanrının direkt yarattığı sizler tarafından yaratıldı! Yarattığınız her şey Tanrının genişlemiş kendisi olur! Çevrenizde gördüğünüz her şey maddedir, her şey Tanrı olduğuna göre madde de Tanrıdır! Her şey düşüncenin duyguyla kucaklaşmasından yaratıldı, her şey yaratılmadan önce düşünüldü ve ruhta bir ideal olarak yer aldı. Tüm madde alemi böyle yaratıldı, her madde ışıkla çevrilidir. Bilim adamlarınız nihayet maddenin yapısını anlamaya başlıyorlar.
Düşünceyi tasarlayıp hissettiğiniz zaman düşünce ışık frekansına dönüşür. Işığın hareketini yavaşlatıp yoğunlaştırırsanız elektrumu, yani elektrik dediğiniz pozitif- negatif kutupları olan elektromanyetik alanı yaratırsınız ve elektrum şekilsiz maddeye dönüşür, şekilsiz madde ise frekansı daha da düşürülerek moleküler ve hücresel yapıya dönüşür. Ortaya çıkan şekil almış maddeyi bir arada tutan kaynaklandığı düşüncedir. İşte her şey hızı olmayan düşüncenin hızı olan ışığa çevrilmesi ve bu ışığın da frekansı düşürüle düşürüle maddeye dönüştürülmesiyle yaratıldı, yani madde en düşük frekanslı düşüncedir. Bu demektir ki, madde de Tanrının bir boyutudur!
Maddenin yaratılışının başlangıcında, ışık tanrılar kendilerini maddeye çevirerek güneşleri oluşturdular, sonsuz sayıda güneş yarattılar. Tüm güneşler, ışığın elektriğe dönüşümü sırasında ortaya çıkan gaz maddenin füzyonundan yaratıldı. Hayatın merkezi yaşam kıvılcımı olan güneşlerden, onların çevresinde dönen gezegenler yaratıldı. Bu gezegenlerin üzerinde tanrılar biçimler yarattılar, biçim vermeyi öğrenmeniz milyarlarca yıl aldı. Tanrı evrenleri yaratmadı, kendisi evrenlerdir!
Çoğunuz, milyarlarca yıl önce bu gezegene gelen tanrılar arasındaydınız. Burada tüm hayatı yaratıp geliştirdiniz. Sizin zaman ölçünüzle bu gelişim milyonlarca yıl sürdü. Sudaki gaz maddenin reaksiyonuyla ilk canlı organizma olan kil bakterisini yarattınız, bu kilden de tüm canlı organizmaları oluşturdunuz. Başlangıçta yarattıklarınız şekilsiz şeylerdi, yaratıcılığınız çok basitti, çünkü madde realitesini ve nasıl yaratacağınızı yeni anlamaya başlamıştınız. Bitkileri, hayvanları ve tüm canlı varlıkları yaratmanız milyarlarca yıl sürdü. Çiçek sizden bir grup tarafından yaratıldı, renk ve koku ilave edildi, daha sonra değişik desende çiçekler ortaya çıktı. Şunu bilmelisiniz ki, bunları yaratmak için emek harcamadınız, çünkü ışık varlıklar olarak emek harcayacak bir bedene sahip değildiniz. Bu yüzden, ne yaratmayı arzu ettiyseniz o şey oldunuz. Maddeye kişilik, zeka ve şekil verebilmek için yarattığınız her şeyin bir parçası oldunuz, her yaratılan zekanızın canlı bir parçası olduğunda, kendinizi yarattığınız o şeyden çektiniz. Sürekli daha büyük kreasyonların peşindeydiniz. Kreasyonlarınıza zeka, yani genetik bellek kalıpları verdiniz ki, buna içgüdü diyorsunuz. İşte bu, yarattığınız şeylere var olma amacı, üreme süreci ve genlerin paylaşılmasıyla yeni türlerin oluşması olanağını sağladı. Bu yolla yeni canlılara içgüdüsel zeka aktarıldı.
Tanrılar yarattıkları şeyleri deneyimleyebilmek ve yaratıcılıklarını ifade etmeyi sürdürebilmek için yarattıkları şeyler için değil, bizzat kendileri için bir madde taşıtı yaratmaya karar verdiler ve insan denen bedeni yarattılar. Tanrılar ışık şeklinde düşünceler oldukları için, örneğin çiçek olabilirler, ama o çiçeği koklayamazlardı. Taşın içinden geçebilirler, ama onu hissedemezlerdi. Düşünce, düşük frekanslı maddenin özünü hissetme yeteneğine sahip değildi. İnsan bedeni, tanrıların içinde dolaşabilmesi için kusursuz bir taşıttı, çünkü ruhu içinde tutabiliyor ve çevresi öz tarafından kuşatılabiliyordu. Bu taşıtla tanrılar çiçeğe dokunabiliyor, kokusunu hissedebiliyorlardı, edindikleri deneyimler de ruhlarında sonsuza dek duygu olarak kaydedilebiliyordu. Böylece tanrı-insan, insan-tanrı oldular!
İlk insanlar, bir grup tanrı tarafından uzun süren deneyler sonunda yaratıldı. Önce erkekler yaratıldı, ancak üreme organları dışarda değil içerdeydi, kendilerini aynen tekrarlayarak ürüyorlardı. Bu yüzden ilk yaratılan insanlar birbirlerinden farksızdılar. Bugünün ölçülerine göre pek çirkin yaratıklardı, ama yaratıcıları olan tanrılar onları çok güzel buluyorlardı! İlk insanlar ne yazık ki pek çevik değildiler, sürekli başka hayvanlara yem oluyorlardı. Tanrılar uzun süren test ve düzeltmelerden sonra tatminkar bir sonuç elde ettiler. Bedenler kusursuz bir hale getirildikten sonra birçok tanrı hayatı keşfetmek ve yeni serüvenlere atılmak için büyük bir sevinçle yarattıkları bedenlere girdi. Beden öyle dizayn edilmişti ki, tanrının duyguyla düşündüğü ve hissettiği her düşünce her hücrede kaydedilecek ve kendini tekrarlama yoluyla nesilden nesile aktarılacaktı. “Erkeğin rahmi” yani kadın çok sonra yaratıldı. Erkeğin daha mükemmel şekli olarak kadının ortaya çıkışı, genlerin paylaşımı yoluyla bedeni daha da mükemmelleştirdi. Erkek o ana kadar öğrendiği bilgileri tohumunda, kadın da yumurtasında taşıyacaktı. Cinsel birleşme yoluyla ikisinin genetik kodları, ana babanın öğrenim ve anlayışına dayanan daha gelişmiş varlıklar meydana getirecekti. Bu yöntemle daha iyi bir beden yaratıyorlardı, ama daha iyi bir ruh değil! Sizin bu hali almanız on buçuk milyon yıl sürdü. Oysa elektrumu yaratmanız sizin zaman ölçünüzle milyarlarca yıl sürmüştü. Bu yüzden bedeniniz çok genç sayılır!
Kimsiniz siz? Siz ışığın büyük tanrıları, tüm hayatın büyük yaratıcılarısınız! Frekansı düşürülerek yaratıcı maddeye dönüşen büyük ve sonsuz düşüncesiniz. Siz insan denen biçimi deneyimleyen tanrısınız. Siz düşüncenin sonsuza dek genişlemesini sürdürmek için insan olarak ortaya çıkan tanrısınız!
Sevgili varlık, Tanrı başlangıçta şekli ve ışığı olmayan boşluktu. Eğer kendini tasarlayıp kendi olan düşünceyi kucaklamasaydı, daima öyle kalacaktı. Düşünce ruhta duygu olarak ifade edilene kadar bir şey değildir, ancak kucaklanıp ruha kaydedildiği zaman gerçekleşir.
O zaman bir çizgiye, bir yapıya, bir temele sahip olur. Sizin realite dediğiniz düşünce, ruhtan duygu olarak geçince yaratılmış bir düşünce olarak ifade bulur. Düşünceye realite dediğiniz biçimi veren hisler ve duygu değerleridir. İşte Tanrı anbean böyle büyür, yaratılan her şey düşüncenin duyguya evrimidir, madde ancak böyle yaratılır. Siz O’sunuz, Tanrıyı sürekli genişleten sizsiniz! (Sayfa: 91-105)

Meleklerden Daha Yüksek

İnsan denen formda tanrılaşmadan, Tanrının ne olduğunu anlayamazdınız, hiç kimse anlayamazdı. Çünkü Tanrının evreni, ışıktan elektruma, maddeye ve biçime dek genişleyicidir, yani Tanrı sadece yüksek frekanslı düşünce değil, aynı zamanda en yoğun ve en düşük düşünce frekansı olan maddedir de. Ancak insan olduğunuz zaman Tanrıyı düşüncenin tüm biçimleriyle ifade edebiliyorsunuz. Tanrı erkek, tanrı kadın olduğunuz zaman sadece düşünce, duygu ve evrimleşen irade değil, aynı zamanda ışık, elektrum, et kemik biçimindeki maddesiniz de. Hiç kimse insan biçiminde tanrı olmadan Tanrının evreninin bütününü ifade edemez. Ancak madde katında yaşayıp kendinizi ifade edebildiğiniz sürece madde biçimindeki tanrı anlayışına sahip olabilirsiniz. Bu yüzden erkek ve kadın olmak, kısaca insan olmak bir ayrıcalık, bir onurdur ve yüce bir hayattır.
Melekler diye adlandırdığınız varlıklar var. Aranızda öyle yüce bir yaratık olmayı isteyen birçok kişi bulunuyor. Ama melek olmak büyük bir kısıtlılığı da birlikte getiriyor, çünkü onlar henüz insan olarak yaşamadıkları için, mantıksal dengeye sahip değiller. Onlar ilerde tanrı- insan olacak tanrı enerjileridir, ama insanlığa karşı sempati ve merhamet duymazlar. Görünmeyen boyuttaki herhangi bir varlık sizin deneyiminizi yaşamadan sizi nasıl anlayabilir ki? İnsanlık meleklerden çok daha ilerde, çünkü melekler insan denen sınırlı formda yaşayan tanrı anlayışına henüz sahip değiller. Bu yüzden insanları, onların sevinç ve üzüntülerini anlayamazlar. İnsan olmakla kendinizi alçaltmadığınızı anlamanızı istiyorum, çünkü insan olmadan cennetin kapısından asla giremezsiniz. Hayata inmeden cennete nasıl çıkabilirsiniz? Sandığınızdan çok daha güçlüsünüz, her duygunuz, her düşünceniz hayatı yaratıyor. Hayata anlam vermek ve gelecekteki tüm hayatı yaratmak size bağlı, görünmeyen varlıklara değil!
Bu Tanrı evrenine coşku veren ve onu yücelten sizsiniz. Bunu bilmiyorsunuz, çünkü hep meleklerden daha aşağı olduğunuzu düşündünüz. Hiç de değil! Bunu henüz bilmiyorsunuz, ama bileceksiniz, çünkü yakında hayat, gökkuşakları, renkler ve ışıklar aslında kim olduğunuzu size hatırlatacaklar. Buna Aydınlanma Çağı deniyor. Yalnızca harika değil, aynı zamanda cesursunuz da, çünkü bu riskli bir iş. Büyük ölümsüz BEN’i madde katına dönüştürürken, varlığın kimliğini yitirip tümüyle yaşam mücadelesi içine düşme olasılığı da var. Ne yazık ki insanların çoğunluğunun yaptığı da bu, ama ruhunuzun derinliklerinde sadece et ve kemikten ibaret olmadığınızı, aslında yüce bir varlık olduğunuzu biliyorsunuz ve de öylesiniz! (Sayfa: 107-113)

Tanrıyı Tanımlama

Benim sevdiğim ve hizmetkarı olduğum tüm harikaları yaratan Tanrı, hayatın tümünün sürekliliğidir. Hayatın, yani sonsuzluğun sürekliliği içinde “şimdi” her şeydir. Bu şimdi’de var olan her şey Tanrıdır. Gelecek şimdi’lerde Tanrı tüm hayatın sürekliliğinin nabız atışıdır. Hayat; yaşayan, hisseden, genişleyen ve evrimleşen Tanrının kendini ifade etmesidir. Tanrı var olan her şeyin sonucudur, ama sınırları, başı ve sonu yoktur. Tanrı paraleli olmayan sonsuzluktur. Tanrı tüm realitelerde, tüm boyutlarda, tüm evrenlerde var olandır.
Küçük bir galaksiniz var. Eğer galaksi içindeki tek hayatın dünyanızda var olduğunu sanıyorsanız çok küstahsınız demektir! Yalnızca sizin Samanyolu’nuzda on milyar güneş var ve her bir güneşin çevresinde birçok gezegen yer almakta. Size kaç güneş sisteminin var olduğunu söyleyebilecek bir rakam mevcut değil. Başlangıç ne zamandı? Hiçbir zaman bir başlangıç olmadı, Tanrı daima vardı. O daima düşünce, uzay ve telstarlara hayat veren ve ayakta tutan boşluktu. Telstar nedir biliyor musunuz? Telstar ışığı maddeye dönüştürür ve yıldız sistemlerini yaratmak için evrene dağıtır. Telstar nereden geldi? Düşünce, Tanrı ve boşluktan. Herkes boşluktan hiçlikmiş gibi söz ediyor, ama her şeyi bir arada, yörüngesinde tutan güç nedir? Dünyanızı boşlukta tutan nedir? İçinde on milyar güneş bulunan Samanyolu’nuzu bir arada tutan nedir? Güneşinizi bulunduğu konumda ne tutuyor? Bu boşluk gördüğünüz her şeyi saran, ayakta tutan ve gerçeklik kazandıran bir “düşünce ırmağıdır.” Tanrı olabilmek için başlangıç noktasını nerede bulursunuz? İçinizde! Çünkü siz Tanrının imgesisiniz, Tanrının kopyasısınız. Tanrı asla sizin harika varlığınızın dışında tanımlanamaz. Buna kalkışmak bile kendinize karşı haksızlık olur, çünkü bu durumda, içinizden yayılan bir şeyi tarif etmek için kendinizin dışına çıkmış olursunuz. Tanrıyı tanımlayabilmenin tek yolu, içinizdeki Tanrıyı gözlemlemektir. (Sayfa: 115-118)

Sevginin Armağanı

Kendi yüce iradenizden başka “Tanrının takdiri” diye bir şey yoktur. Eğer Tanrı hayatın tekdüze bir şey olmasını isteseydi sizi asla yaratmazdı, ne de size eşsizliğinizi ifade etmeniz için gereken özgür iradeyi verirdi. Tanrının takdiri denen şey, kardeşlerine hükmedebilmek için insan tarafından yaratıldı. Buna inanıp Tanrının iradesini kendinizden ayrı görürseniz, sürekli Tanrı iradesiyle sizin iradeniz çatışma halinde olacaktır. Asla kaderle çelişki içinde değilsiniz, çünkü kader önceden değil, tümüyle sizin tarafınızdan çizilmiştir. Düşündüğünüz her şey geleceğinizi yaratır, içinde bulunduğunuz şu an daha önceki düşüncenizin ürünüdür.
Sevgi, en yüce biçimiyle hayat olan Tanrının sizler vasıtasıyla sürüp gitme arzusudur. Sevginin en saf şekli Tanrının her birinize verdiği irade özgürlüğüdür. Bu iradeyi kullanarak düşünce boyutlarını araştırıp kendinizi daha yüce olana genişletirsiniz, bu da Sonsuz Zekayı genişletir. Özgür irade size hem eşsizlik, hem de Tanrıyla bir olma ayrıcalığı verir. Düşüncelerinizi tasarlayarak ve genişleterek yarattığınız her an, Tanrının sizi yaratırken kendine duyduğu sevginin aynını taklit etmiş olursunuz. Çünkü yaratıcılık, içinizdeki sevgiyi alıp onu eşsiz, özgür devinimli ve yaratıcı bir şekle sokma eylemidir ve yarattığınız her şey sonsuza dek yaşayacaktır.
Tanrı, olmasını istediğiniz her şey olacaktır, hatta kendini istediğiniz biçimde değiştirmenize ve saptırmanıza da izin verecektir. Bu harika bir şey değil mi? Düşünce süreçlerinizin kaprislerine bile boyun eğecektir. İşte sevgi bu! Sizinle Tanrı arasındaki sevginin koşulu yok. Eğer Tanrı herhangi bir biçimde düşüncelerinizi sansürleseydi ya da hayatı tümüyle deneyimlemekten sizi alıkoysaydı, o zaman onu sonsuzluğa genişletme özgürlüğüne sahip olamayacaktınız. Tanrı iradenizi özgürce kullandığınız için sizi seviyor, çünkü sizin iradeniz onun iradesidir. Bu Tanrıyla çocukları, yani Tanrıyla kendisi arasında yapılmış bir anlaşmadır. Ne yaparsanız yapın, hangi serüvenlere girişirseniz girişin, daima seviliyorsunuz. Siz özgür varlıklarsınız. Nasıl? İrade denen güç ve sevgi denen yetenekle! (Sayfa: 119-123)

Yalnızca Gerçek

Biliyor musun sevgili varlık, herkes gerçeğin ne olduğunu bilmek istiyor. Eğer tek gerçek olsaydı, bilinçteki diğer realiteler ne olacaktı? Gerçek nedir biliyor musun? Gerçek diye bir şey yoktur, gerçek diye bir şeyin olmaması, her şeyin gerçek olması demektir. Her şey doğru sevgili varlık, doğru olmayan hiçbir şey yok, çünkü her şey düşünceden, yani Tanrıdan geliyor. Tanrı bir düşünce formülünden ibaret değil, o tüm düşüncelerin realitesidir. Her şey gerçek, çünkü her şey düşünceden kaynaklandığı için onun olmasının bir amacı var. Hayal ve fantezi dediğiniz şeyler kesinlikle gerçektir, çünkü onlar amaçlı düşüncenin ürünüdür. Sizin “gerçek dünya” dediğiniz yalnızca bir illüzyon, düşünce ve duygu denen görünmeyen realitenin bir eseridir. “Gerçek dünya”nın nasıl yaratıldığını sanıyorsunuz? O hayal ve fanteziyle yaratıldı, madde biçiminde bir realite haline gelince, başka hayal ve fantezileri de ortaya çıkardı, çünkü biri diğerine yol açar ve ikisi de gerçektir. Her şey düşünceden yaratıldı, bilinçte var olan her şey, madde dünyasında biçim olarak ortaya çıksın ya da çıkmasın vardır sevgili varlık.
Aklınıza gelen her düşünce doğrudur, çünkü o düşünce de bilinçte yaşamaktadır, bu yüzden, tüm yaşamın ondan kaynaklandığı Tanrı Zekası denen büyük realitenin bir parçasıdır. Tanrının harika yanı yasasız olmasıdır! Eğer Tanrının yasaları olsaydı, Tanrı sınırlı olacaktı. Ama Tanrı sınırsız olduğu için, kendi sınırsız düşüncesine ve gerçeğine seçenekler tanır. Gerçek, kişi nasıl bir gerçek algılıyorsa odur! Gerçek, yaratıcı düşüncede kesinlik kazanmış bir düşünce, bir bakış açısı, bir inançtır. Böylece, bir varlığın doğruluğuna inandığı bir şeye diğeri inanmayabilir. Kimin gerçeği doğru? İkisinin de, çünkü her biri kendi deneyim ve anlayışı çerçevesinde algıladığı gerçeği ifade ediyor. Ama bir kimse yalnızca kendi gerçeğinin tek doğru, tek gerçek olduğu inancındaysa, o zaman o kişi sınırlı bir anlayışa sahiptir.
Her varlığın aradığı gerçek, inanmak istediğini destekleyen gerçektir. Bu yüzden, bu dünyada yaşayan tanrı sayısı kadar herkesin kendine özgü gerçekler topluluğu vardır. Çünkü her varlık gerçeği istediği gibi yaratma iradesine, hakkına ve gereksinimine sahiptir. Her şeyde gerçek vardır sevgili varlık, ama her şeyde bir arınma da vardır, çünkü geçen her an gerçeği arındırır. Bu yüzden, Tanrı bir mükemmellik hali değil bir oluşum halidir. Her varlık daha sınırsız bir anlayışa doğru gelişir ve anlayışı ne olursa olsun anbean farklı gerçeklere sahip olur. Bir çiçeği ele alalım. Bu çiçeğin bir tomurcuk olduğu doğru mu? Elbette. Bu tomurcuk açtığında artık tomurcuk olmadığı için yalancı mı? Hayır, o gelişen bir gerçek halinde. Çiçek yapraklarını döküp yok olduğu zaman bir yalancı mı? Peki o zaman ne? Gerçeğinin daha ileri bir safhasında.
Yasalardan söz eden, insanı sınırlayan, “olmak” ı iyi ve kötü diye ayıran ya da Tanrının her şey değil de tekil bir varlık olduğunu söyleyen öğretiler, bu saydıklarımı kendi gerçekleri olarak kabul eden varlıklardan kaynaklanmaktadır. Benim öğretim, Tanrıyı yasasız olarak nitelendirebilme cesaretine sahip olanlar için harika bir gerçektir, çünkü ancak o zaman Tanrı başkalarını yönetmek ve köleleştirmek için kullanılamaz. Herkes istediği ve bilmesine izin verdiği yere kadar biliyor sevgili varlık. Dünyanızdaki bilginin çoğu korku, yaşam mücadelesi ve anlayış kutuplaşması üzerine kurulmuş, insanın yücelikten yoksun “düşmüş” bir yaratık olduğu anlayışı üzerine kurulmuş, ama insan tanrıdır sevgili varlık! Bu yüzden insanı yargılamak Tanrıyı yargılamaktır, insanı sınırlamak Tanrıyı sınırlamaktır, insanı yüceliğinden ayırmak Tanrıdan yüceliğini almaktır! Eğer bir öğreti sınırlıyor, ayırıyor ve bölüyorsa, o henüz sınırsız anlayışa ulaşamamış bir varlığın sınırlayan gerçeğidir.
Hiçbir şey bilimsel gerçeklerle kanıtlanamaz sevgili varlık, çünkü insanın anlayışı evrimleşip geliştikçe bilimsel gerçekler de değişecektir. Her şey varsayımdır, realite sürekli düşünce ve duyguyla evrimleşir ve yeniden yaratılır. Bilimsel gerçekler, o günkü kolektif bilincin maddi sonucudur, tüm insanlık tarafından benimsenen kolektif düşüncelerdir. Kanıt histe ve duygudadır, çünkü bilimsel gerçeğe öncelikle realite kazandıran odur. En büyük realite, doğru olarak kabul ettiğiniz realitelerin sizde yarattığı hislerdir, işte gerçek budur. Duygu en büyük realitedir, tüm gerçek orada yatmaktadır.
Eğer inandığınız sınırlı bir düşünceyse, sizin gerçeğiniz bu sınırlı gerçeğin içinde doğrudur. Eğer sınırsız düşünceye inanıyorsanız, o da sizin gerçeğiniz ve o da doğrudur. Ama inanmak için bir şey arıyorsanız, hiçbirine inanmayın, kendinize inanın, çünkü sizden daha büyük bir varlık yok, kendi dünyanızın realitelerini yaratan da, yasalarını yapan da, o yasaları uygulayan da sizsiniz. Ruhunuz gerçeğin ne olduğunu biliyor, bunu size hisleriniz vasıtasıyla söyleyecektir, yani gerçek size his olarak doğru geldiğinde, ruhunuz onun coşkusunu hissedecektir.
Gerçek bir sınırlamadır sevgili varlık. Bir şeyin doğru ve gerçek olduğunu söylemek, gerçek olmayanın da var olduğunu söylemektir. Ancak daha büyük bir anlayışla ne gerçek, ne de gerçek olmayan vardır, yalnızca evrimleşen ve sürekli “olan” hayat vardır. Hayat tek realitedir ve tüm gerçek ondan oluşur, çünkü gerçek düşüncelerinizle anbean gelişir ve yaratılır. Yaşamdan ve seçeneklerden başka realite yoktur. Her şeyin gerçek olduğunu ve hiçbir şeyin gerçek olmadığını, yalnızca “olmak” ın var olduğunu anladığın zaman, gerçeği istediğin gibi algılayabilirsin. Seçtiğin gerçeği kabullendiğin sürece o değişmez ve kesin olacaktır, o gerçeği artık tanımadığın ve inanmadığın an gerçek değildir. Bu yüzden dünya yaratıcı realiteler katıdır.
Mutlu olmanız ne kadar zaman alır? Hazzı düşünmek için gereken zaman kadar! Mutsuz olmanız ise, kederi düşünmek kadar zaman alır. Bunun altında yatan gerçek şudur. İstediğiniz anda arzu ettiğiniz şey olabilme ve istediğiniz anda kendinizi ifade etme biçimini değiştirme seçeneğine sahipsiniz. Bu gerçeği içinizde hissettiğiniz zaman, sınırlılığınızı aşarak Tanrısallığınıza ulaşacaksınız. Başkaları kendilerini kural, gelenek ve göreneklerin yönetmesine izin verirken, siz özgür bir varlık olacaksınız. Başkaları realitenizi göremiyorlarsa, bu onların kendi realitelerinin illüzyonuna gömülmüş olmalarındandır. Benim öğretimin erdemi, herkesin gerçeğini kucaklamaktan kaynaklanıyor, bu anlayış tüm gerçeklerin uyum içinde bir arada var olmasına izin veriyor.
Bir gün tüm düşüncenin gerçeği olacaksın, tüm yaşamın fışkırdığı kaynak! Ama bu kaynağa insanın kolektif bilincinden ve bu bilincin kural, ideal ve kitle kimliğinden ayrılmadıkça ulaşamazsın. Kaynağa ancak kendi gerçeğini yaşayarak ve amacını bilerek ulaşabilirsin. Uzun zamandır, insan tüm seçeneklerini yok edip onların yerine kurallar koyarak kendini yüceliğinden ayırdı. Ama değişim rüzgarları dünyanıza bir yenilik getirmek üzereler. Herkesin her şeyi yeniden gözden geçirme gereksinimi duyduğu, kesin olarak kabul edilen değerlerin sarsıldığı bir dönem bu!
Astrolojiye inanan çok insan var. Gerçek olduğuna inanıldığı için astrolojide de gerçek var. Ama bir adım daha ileri gidip bu gerçeği kimin sunduğunu, yıldızların, gezegenlerin devinimlerinin onları yaratan tanrılardan nasıl daha etkin olabileceğini sor! Sizin kim olduğunuz, uzayınızdaki devinimlerle asla bulunamaz, gezegenlerin, yıldızların devinimi de bir insanın yazgısını belirleyemez. Eğer bu gerçek olsaydı, düş, hayal gücü, yaratıcılık ya da yaşam gibi şeylere sahip olamazdık. Bu dünyadaki yaşamlarınızın her birinde birçok yıldızın altında doğdunuz, hepsi aynı anda parlıyordu. Yazgınızın, içlerinden birkaçı tarafından yönlendirilip etkilendiğini söylemek sadece mantıksızlık değil, yaşamınızı ve tanrısallığınızı ifade etmek için sahip olduğunuz özgürlük ve saflığı da elinizden almaktır.
Tanrılar birçok oyun yarattılar, astroloji de onlardan biridir. Ama kimi zaman çok tehlikeli bir oyundur bu, çünkü varlıkta gelecek korkusu yaratır ve gelecek günlerin duygusunu önceden belirler. Astrologların her şeyi bilen bir zekaya sahip olduklarını sanan ve değerli yaşamlarını bir başkasının eline emanet edenlere katılmadığımı söylemem gerek. Astrolojiniz bir oyun olduğu gibi, dini dogmalarınız, politikanız, ticari yaşamınız ve hayatta kalabilmeniz için sizi tutsak etmesine izin verdiğiniz her şey bir oyundur! Astroloji güzel bir şey sevgili varlık, ama yaşamını onlar üzerine kurarsan, gezegenleri oluşturan gazlardan daha büyük değilsin demektir!
İnsan yanıtları bulabilmek için hep kendi dışına baktı. Rahiplerin, peygamberlerin ve kahinlerin rehberliğini aramak, her şeyi insanın yarattığına inanmaktan daha kolaydır. Nedenler ve yanıtlar için dışınıza baktığınız sürece içinizdeki sesi, tüm gerçeği sunan ve her şeyi yaratanı asla işitemeyeceksiniz. Oyunu oynarken, oyunları kimin yarattığını sakın unutmayın!
Şimdi astroloji oyunu konusunda size bir şey söyleyeceğim. Astrologlar “evlerini” on iki üzerine kuruyorlar, ama aslında on dört ev var. Bunlardan biri yıldız sayılan ama aslında nebülöz olan bir gezegen. Uzun zamandır var olan parlak ve güzel bir gezegen bu! Bu bir ev sayılır. Bir de şu anda güneşinizin ekseninin beşiğinde oluşan ikinci bir gezegen var. Bu gezegen binlerce yıl önce güneş daha parlakken oluşmaya başladı. Astrologların bu iki evi katmadan yaptıkları hesaplar nasıl doğru ve kesin olabilir? (Sayfa: 125-139)

Yasasız Bir Yaşam

Tanrının tek bir planı var o da olmaktır! Eğer onun bir planı olsaydı, bu sizi içinizdeki tanrıyı ifade etme özgürlüğünden yoksun bırakırdı. Bu da Tanrı denen hayat prensibini genişletme, kendinizi evrimleştirme yeteneğinizi ve ayrıcalığınızı elinizden alırdı. Tanrının tek planı işte bu, her şey bütünlük içinde titreşiyor! Düşünceden kaynaklanan ve düşünceden kütleye dek yayılan bir tonda titreşiyor, bilinçten alıyor, katkıda bulunuyor, genişletiyor ve hayatın bir başka anını ifade ediyor. Eğer Tanrı plan yapabilseydi, bir sonraki şeyi sınırlamış olurdu. Hayatın sadece “olmak” olduğunu anladığınız zaman, yeteneğinizin tüm gücüyle yaşamınızı istediğiniz şekilde yaratma özgürlüğünüz ve gücünüz olduğunu da anlayacaksınız. Bir sonraki anda ne yaparsanız yapın, tüm yaşamı dalgalandırdığınızı bilin. Bunu bir sonraki anda, bir sonraki anda ve bir sonraki anda da sürdüreceksiniz. Hayatın planı yok, yalnızca olmak var. “Olmak halinde” olmaksa en büyük ifade biçimidir.
Yaşamın amacı sevgili varlık, içinde hissettiğin düşünceleri yaşam platformunda ifade etmektir. Bu ifade ediş seni nereye götürürse götürsün her zaman istediğin anda onu değiştirebilme seçeneğin olduğunu bil. Yaşamın amacı, onun bir parçası olmak, onun yaratıcısı olmak ve onu aydınlatmaktır. Anbean hayatla birlikte akıp giderken arzu ettiğin şeyi yaşama özgürlüğünü kendine tanımaktan başka yazgın yok. Bu amacı gerçekleştirmek için, istediğin her şey olmak ve her şeyi yapmak için, sınırsız bir özgürlüğe sahip olduğunu da bil.
Tanrı yasasızdır, yasaları yaratan insandır. Tanrı size irade özgürlüğü verdi, insan bu özgürlüğü toplu halde yaşamak için gerekli olduğunu sandığı yasaları yaratmada kullandı. Ne yazık ki, yasaların çoğu acımasızca insanları korkutmak ve tutsak etmek amacıyla yaratıldı. Özgürlüğü yüceltmek için değil, sınırlamak için yaratıldı. İnsan kendine yasasız bir dünyada yaşama özgürlüğünü veremez, kendi teröründen korktuğu için varlığına hükmedecek yasaların olması gerektiğini düşünür. Bu, kendi sonsuzluğunu ve yüceliğini anlamamasından kaynaklanır. Her şeyi içine alan kozmik yapıda kötü bir şey yoktur. Kitaplarınızda insanın ruhen kötü olduğu yazılsa da, o ruhen yücedir, çünkü insanın ruhu ve her şeyi tanrıdır. Eğer o tanrı değilse nereden geldi? Her şey Tanrının bir parçası olduğuna göre, bir şeyin kötü olduğunu söylemek Tanrının da kötü olduğunu söylemektir. Tanrı kötü değildir, Tanrı iyi de değildir, çünkü o kötüye göre iyi olan bir şey değildir! Tanrı mükemmellik de değildir, Tanrı yalnızca olan’dır. Bu hayat özünün, kendini olmaktan alıkoyarak bir parçasını iyi-kötü, alçak-yüce, kusurlu-kusursuz olarak yargılaması düşünülemez.
Eğer Tanrı aşağıya bakıp “bu kötüdür” deseydi ne olacaktı biliyor musunuz? İfade etmeye gereksinim duyduğu bir şeyi ifade eden bilincin tümü hayat gücünün dışına atılmış olacaktı. Eğer öyle olsaydı hayat da, hayatın sürekli genişlemesi de sona erecekti, çünkü yaratıcılığa izin veren özgür irade varlığını sürdüremeyecekti. Ama Tanrı tümüyle sınırsızdır, olmak’ın bölünmemiş bütünüdür. Bu yüzden Tanrı kendine sınırlı, kısıtlayıcı bir açıdan bakamaz. Eğer bakabilseydi, siz kendinizi ya da kardeşlerinizi yargılama seçeneğini kullanamayacaktınız. İyi-kötü yok sevgili varlık, yalnızca olmak var. Olmaktaki her şey sadece doyumla ölçülür, ruhun bilgelik doyumuna ulaşmak için gereksinim duyduğu duygusal deneyimle!Yaptığınız her şeyi, ne denli çirkin ya da güzel olursa olsun sadece öğrenmek için yaptınız. Öğrenmek amacıyla olaylara ruhunuzla, tutkularınızla itildiniz, yalnızca yaparak yaptığınız şeyin değerini anladınız ve idrak ettiniz, böylece deneyim kazandınız. Bu ne kötü ne de şeytaniydi, tanrı olabilmek için gerekli bir şeydi sadece. Her zaman bir başkasına yaptığın şeyi, aynı zamanda daha derin bir biçimde kendine de yapmış olursun, çünkü başkasına koyduğun sınırlama ya da verdiğin yargı, kendi bilincinde bir yasa haline gelir, bu yasayla kendini sınırlamış, yargılamış olursun.
Eğer insan bir başkasını öldürmeyi seçerse, korkunç bir suçluluk duygusuyla kendini yargılayacak ve yaptığı işin bir gün kendine geri döneceği korkusuyla yaşamaya başlayacaktır. Ama ben birini öldürmüş olan varlığı seviyorum! Nasıl sevmem? O Tanrının güzelliğinin ve yaşamının dışında mı? Hayır. Öldürülen tekrar geri gelecektir, çünkü hayat süreklidir. Eğer ben katili yargılarsam, kendimi de yargılamış olurum. Yapılandan nefret etmiyorum, muhakeme ettim, anladım, onun ötesindeyim. Eğer katili yargılarsam, yeterince olgunlaşmamışım demektir. Sizi temin ederim ki, böyle bir yargıdan yaşamım da etkilenecektir, çünkü kendimden bir parçayı ayırmış olacağım, o zaman artık bir bütün değilim. Anlıyor musunuz?
Karmik bağ denen şey, “gereksinim” denen çok basit bir sözcüğün dini açıklamasıdır. Karma Tanrı yasası değil, ona inananların yasasıdır! Ne yazık ki bu doktrine inanan çok, onlar mükemmellik denen illüzyoni bir anlayışa ulaşmak için çetin bir mücadele veriyorlar. Bu yaşamda ne yaptılarsa, bir sonraki yaşamda karşılığını bulacaklarına inanıyorlar, başlarına gelen her şeyi “karmik doyuma” bağlıyorlar. Bu, hayatın çok zayıf ve yetersiz bir açıklaması, hayat bundan çok daha fazlasına layık. Var olan yasalar, kendi evreninizde etkili olmalarına izin verdiklerinizdir. Birçok insan, inancına ve çarpık anlayışına dayanarak şahsı için denge ve mükemmellik yasaları hazırlamıştır. Eğer karmaya inanmayı seçerseniz, kesinlikle yarattığınız şeyin pençesinde olacaksınız, çünkü o inanca güç veren sizsiniz. Karma ya da mükemmelliği tanımıyorum, çünkü onları ödül değil, sınırlandırma olarak görüyorum. Karmanın kısıtlayıcı yapısına bel bağlayıp mükemmellik için mücadele edenler, bu mücadeleyi asla kazanamayacaklar, çünkü bir karmayı doyuma ulaştırırken bir başka karma yaratıyor olacaklar. Kaç yaşam yaşarlarsa yaşasınlar asla olmak katına, Tanrı katına ulaşamayacak, alacaklı konuma geçmek bir yana, daha fazla borç içine gömüleceklerdir. Mükemmellik diye bir şey yoktur, sadece olmak vardır. Yaşamın içinde her şey her an evrimleşmekte ve değişmektedir, bu yüzden bir mükemmellik katı asla kurulamaz.
Cinayet, kaza ve soygun gibi şeyler ceza değildir, daha önce yapmış olduğunuz eylemlerin geri ödemesi de değildir. Onlar sizin tarafınızdan tasarlanmış düşüncelerin, deneyimlerin sonucunda yaratıldı. Onlar sonsuza dek kalıcı şeyler değildir, daha büyük bir bakış açısıyla onlar korkunç şeyler değil, tam tersine büyük öğretmenlerdir.
Yazgınızı kimin belirlediğini sanıyorsunuz? Çoğunluk, herkesi yönlendiren ve olayların meydana gelmesine sebep olan yüce bir varlığa inanır. Böylece yaşamlarının sorumluluğunu sırtlarından atmış olurlar, oysa yazgınızı siz yaratıyorsunuz. Şu anda düşünüp hissettiğinize göre yaşamınızın her anını yaratan sizsiniz, şimdi yarattığınız düş yarının realitesini hazırlar. Bir an ya da bin yıl önce ne yapmış olursan ol, karşılığını ödemek zorunda değilsin, hiçbir zaman da olmadın! Çünkü onu yaparak anlayış kazandın ve amaçlı bir yarar sağladın. Geçmiş bitti sevgili varlık, o artık yok, geçmiş senin içinde sadece olgunluk olarak yaşıyor. Bu yüzden, şu anda tüm geçmiş yaşamlarından daha büyüksün. Sen “şimdi”nin ürünüsün, hayatını şimdi’de yaşıyorsun, geleceğin şimdi’de yaratılıyor. Olmak halinde yaşadığın zaman önemli olan tek şey şimdi’dir, geçmiş ve gelecek değil, çünkü Tanrının yaşadığı yer orasıdır!
Bu dünyaya, ne olduğunu bile anımsayamadığın şeylerin kefaretini ödemek için ya da yapman gereken şeyleri yapmak için geri gelmedin. Buraya kendini maddede evrimleştirmek ve bu deneyimlerden kazanacağın duygularla kendini tamamlamak için geldin. Dünyadaki deneyimlerinden zengin bir duygu birikimi kazandığın zaman, buraya yeniden dönme gereksinimi ya da arzusu duymayacaksın. Dünyada işinin bittiğine başkası değil, yalnızca sen karar verebilirsin. Sıkılmak, bir deneyimden öğrenmeniz gereken her şeyi öğrendiğinizi, artık başka bir serüvene başlama zamanının geldiğini gösteren bir sinyaldir. Hiçbir yasaya, hiçbir öğretiye ya da hiçbir varlığa hesap vermek zorunda değilsin. Önemli olan, en sonunda kazandığın duygulardır sadece. Yasasız ol sevgili varlık, bu kayıtsız ve pervasız olmak değildir. Bu, celladın boynundaki ipi çıkarıp soluk almana izin vermesi demektir. Kendini yasalardan, dogmalardan ve sınırlı inançlardan kurtardığın zaman, Tanrı özgürlüğüne ve sınırsızlığına izin vermiş olursun! (Sayfa: 141-156)

Hayatın Amacı

Bu dünyada yaşamanızın amacı nedir? İnsanların çoğu belirli bir işe ya da etikete sahip olmayı amaçlayacak şekilde yetiştirilir, bu amaca ulaşmaları için aileleri ve toplum tarafından dikkatle izlenirler. Ne kadar acı! Bir de insanlığı kurtarmak için büyük bir kurtarıcı ya da öğretmen olarak gönderildiklerini sananlar var. Ne kadar asil! Bazıları da çok dikkatle çizilmiş meşakkatli ve kutsal bir yoldan Tanrıya ulaşacaklarını zannederler. Ne kadar sıkıcı! Bu dünyaya hiç kimse bir amaçla gelmez. Tanrı tek bir şey dışında, size ya da herhangi birine hayatın nasıl olması gerektiği konusunda bir direktif vermemiştir. Sizden tek isteği var, olmanın doruğuna erişmeniz, haz dolu olmanızdır, haz sizin için ne anlama geliyorsa! Çünkü değerli ve yüce özünüzde ne kadar mutlu ve haz doluysanız, Tanrıya da o kadar yakın ve hayatla uyum içindesiniz demektir. Tanrının tek arzusu mutlu ve neşe dolu olmanızdır, hayattaki en büyük başarı budur.
Haz nedir? Haz engelsiz hareket özgürlüğüdür, yargısız ifade etme özgürlüğüdür, korku ve suçluluk duymaksızın var olma özgürlüğüdür. Haz, hayatı kendi yaşam felsefenize göre yarattığınızı bilmektir, içinizden geldiği gibi davranma özgürlüğüdür, işte haz budur. Haz neden en büyük var olma halidir? Çünkü kendinizi mutlu hissettiğiniz zaman Tanrıyla uyum içindesiniz demektir. Bu uyumda kıskançlığa, kızgınlığa, acımaya, nefrete ya da savaşa yer yoktur. Mutlu ve haz dolu olduğunuz zaman insanlardan nefret etmek, onları suçlamak, onlara zarar vermek zordur. Mutlu ve haz dolu olduğunuz zaman her şeyde Tanrıyı görür, her şeyi seversiniz.
Herkes dünyaya burada yaşamak ve kendini ifade etmek istediği için gelir, herhangi bir yazgıyı yaşamak için burada değilsiniz. Yaşamak ve yaşamınızın her anında yaratıcı özünüzün, ruhunuzun dürtülerini izlemek için buradasınız, bu yaratıcılık her şeyi mümkün kılar. Dünyanızda en çok aydınlanmış varlıklardan bazılarının niçin avarece yaşadıklarını biliyor musunuz? Çünkü onlar an’da yaşıyorlar, sadece yaşamak ve bir sonraki yere gitmek için gereken şeyi yapıyorlar, böylece insan ruhunun çok yönlü anlayış ve bilgisini kazanıyorlar. Bu hayat bir hapishane olarak yaratılmadı, burası birçok serüveni ve perde aralarıyla renkli bir yaratıcılığın ifade edildiği sahnedir, size mutluluk getirmesi için yaratılmıştır.
Yalnızca toplum tarafından kabul edilmek kaygısıyla yaşayıp kendini toplumsal bilinçle sınırlayan kişiler, ölüm anında büyük bir pişmanlık duyarlar, “keşke bunu yapsaydım, keşke şunu yapsaydım” gibi. Tüm bu keşkeler, onları bu keşkeleri gerçekleştirmek için dünyaya geri döndürecektir, ta ki tüm keşkeleri deneyimleyip geri gelmek için bir nedenleri kalmayıncaya dek! Var oluşunuz için bir neden arıyorsanız, bırakın bu sonsuza kadar sizinle kalacak bir neden olsun. O neden kendini sevmektir. Şu ya da bu amaç gerçekleşerek yerini başka amaçlara bırakırken, kendinize duyduğunuz sevgi sonsuza dek yaşayacaktır. Yazgı düşüncesini bırakıp an’da yaşamayı öğrendiğiniz zaman, daha önce hiç tatmadığınız büyük bir mutluluğu ve özgürlüğü tadacaksınız. (Sayfa: 157-165)

Unutulan Geçmiş

Bir zamanlar insan kökenini biliyordu. Bir zamanlar insan Tanrıyı kendinden ayrı bir şey olarak değil, kendine yücelik ve sonsuzluk veren hayat gücü olarak tanıyordu. Tanrı-insan bu dünyadaki ilk yaşam deneyiminde tanrı olduğunu unutmaya başladı, çünkü bu harika oyun alanını sevdi, buradaki yaratıcılık ve deneyim en önemli şey haline geldi. Sağ kalabilme mücadelesi, kıskançlık ve mülkiyet duygusu gibi sınırlı düşünceleri deneyimlemeye başladılar. Giderek düşünce gücünü yitiren insanın bedeni de teklemeye başladı. Bedenin teklemesi mantık yürütme yeteneğini azalttı, mantık yürütme azaldıkça bedeni korku kapladı. Korku insan düşüncesinde bir bakış açısı haline gelince beden ıstırap çekmeye başladı. Hastalık ve ölüm gelip kapıya dayandı ve sağ kalabilme mücadelesi nesilden nesile bir içgüdü olarak aktarıldı, çünkü insanın düşündüğü her şey genetik yapısına kod olarak kaydolur.
Sonunda tanrılar bedene hapsoldular, bedenin öldüğünü görünce boşluğa düştüler. Tanrı artık sınırsız düşünce katına dönemiyordu, artık düşünce sürecinde sınırlama eğilimlerinin çarpıtılmışlığı yer alıyordu. Bu çarpıtmayı silebilmek için defalarca dünyaya geldiler, ama kendilerini daha büyük sınırlamaların içine soktular. Böylece uygulama alanında tekrardoğuş döngüsü başlamış oldu. Tanrılar kökenlerini ve yüceliklerini unuttular, sadece sınırlı dünyalar ve sınırlı düşüncelerle yaşayabileceklerine inandılar, bu da sınırlı cennetleri yarattı, çünkü beden ölünce bedensiz varlıklar olarak kolektif bilinçlerinin yarattığı katlarda yaşamlarını sürdürdüler.
Tüm gücün ve bilginin içlerinde olduğunu unutan insan tanrılar, çevrelerindeki varlıkların egolarından etkilenmeye başladılar. Çok geçmeden bazı kişiler ortaya çıkıp mistik güçleri ve üstün bilgi kaynaklarıyla sadece kendilerinin Tanrı anlayışına sahip olduklarını söyleyerek diğerlerine baskın çıkmaya çalıştılar. İnsanların korku dolu bir davar sürüsü haline geldiğini gören kahinler ve din kurucuları, güçlerini tehlike ve korkunç son kehanetleriyle artırmaya başladılar. Halk bu kehanetlere kulak asmadığı zaman, onları bela ve lanetleme sözcükleriyle korkuttular. İşte insanı yüceliğinden ve tanrılığından daha da uzaklaştıran dinler böyle doğdu. Din çok zekiydi, insanlara hükmetmek için kılıç kullanmak zorunda kalmadı, sadece Tanrıya ulaşmanın çok zor olduğunu öğretmekle yetindi!
Ruh sonsuz bir bellektir, o tüm yaşamların tüm deneyimlerini hatırlar. İnsana yeterince sık söylenen bir şey ne kadar yanıltıcı olursa olsun, eninde sonunda sarsılmaz bir realite haline gelir, çünkü gerçeği korkakça arayan ve umutsuzca kabul edilmeyi bekleyen insan her masalı dinleyecektir. Eğer insana sürekli Tanrıdan uzak olduğunu, ruhen kötü ve şeytani olduğunu söylerseniz, bu düşünceler onun ruh belleğinde sarsılmaz bir inanç haline gelir ve çok zor değişir. İşte binlerce yıldır dünyanızda olan budur. Kendi yüceliğini bir kenara iten insanoğlu kolektif bilincin bir parçası haline gelmiştir.
Bedenlenme bir tuzak anlamına gelmiyordu, sürekli tekrarlanması da gerekmiyordu. Yaratıcılık arayışında yeni bir serüven, bir oyundu sadece. Fakat kendinizi beden duyularında çabucak yitirdiniz ve bedeniniz tüm kimliğiniz haline geldi. Madde dünyasına öylesine daldınız ki, sonunda güvensiz, korku dolu, savunmasız ve ölümlü insan haline geldiniz. Ölümü öğrendiniz ama hayatı unuttunuz, acıyı öğrendiniz ama hazzı unuttunuz, insanı öğrendiniz ama Tanrıyı unuttunuz, çünkü yüce zekanız seçtiğiniz illüzyonu yaratmanıza izin verdi.
Hepiniz bu dünyada birçok kez yaşadınız. Bazılarınız otuz bin, bazılarınız on bin, bazılarınız da sadece iki hayat. Bu hayatlar bir oyun, bir illüzyon olduğu halde sizi büyük ölçüde yozlaştırdı. Birçok yaşamınızda aile, toplum, din ve hükümet güçleri tarafından kötü ve günahkar olduğunuz öğretildi sizlere. Bugün bile çoğunuz hala Tanrının ta kendisi olduğunu bilmiyor. Kendinizden başka herkesin hayatınızı yönetmesine izin verdiniz. Tanrı da cennet de içinizde, bundan daha büyük bir gerçek olabilir mi? Tanrıyla ilişki kurabilmek ve aydınlanmak için hala törenler, ayinler, dualar, oruç ve meditasyonlar gibi birtakım mekanik davranış ve kurallardan geçmek zorunda olduğunuzu sanıyorsunuz. Ama bu mekanik davranışları sürdürdükçe, ruhunuzu olmaya çalıştığınız şey olmadığınıza, aradığınız anlayıştan ve Tanrı sevgisinden uzak olduğunuza daha çok ikna ediyorsunuz. Çünkü sevgi ve anlayış kazanabilmek için, yapmak zorunda kaldığınız bu güç ve çetin şeyler cesaretinizi iyiden iyiye kırıyor.
Din yanlış değil, törenler düzenlemek, dogmalara bağlanmak da yanlış değil. Bunları size reva görenler de sizin kardeşleriniz. Yaptıkları ne kadar zararlı olursa olsun, onlar da gerçeklerini ifade ediyorlar. Ben tüm insanları severim, papazları ve kahinleri bile, çünkü onlar da tanrıdır! Size daha iyi bir yolun var olduğunu söylemek için döndüm buraya, aslında tanrı olduğunuzu söylemek için, asla başarısız olmadığınızı ve asla yanlış bir şey yapmadığınızı söylemek için. Sefil, kötü ve günahkar yaratıklar olmadığınızı ve şeytan denen masalın aslında var olmadığını söylemek için döndüm. Bunları idrak ettiğiniz zaman mutluluğa ulaşırsınız, işte bu Tanrıdır. Tanrı kızgın, yaslı ve sofu bir yaratık değildir. O sonsuz haz olan bir özdür.
İnsan artık sınırlılığından çıkmaya başlıyor, çünkü yaşamlarıyla ilgili sorular sormaya başlayan, neden hükümetlerin ikiyüzlülüğünün, dogmaların ve toplumun esiri olduklarını sorgulayan birçok insan var. Dünyada bilinç değişiyor, yeni anlayışın oluşmasının zamanı geldi. Ruhunuzun derinliğinde gerçeğin ne olduğunu bileceksiniz. Devreniz sona eriyor. Bu Nefs Çağıydı, yeni çağ ufukta göründü bile, gelen Işık Çağıdır, Saf Ruh Çağı, Tanrı Çağıdır. İnsanın, her şeyin eşit olduğunu, cennetin kişinin içinde olduğunu bildiği çağdır. Işık Çağı insanı yeniden sınırsız düşünceye yükseltecek. Bu yeni düzende savaşçılara ve tiranlara yer yok, barış habercileri dünyaya hakim olacak. Hepiniz bilgelik incileriyle donanmış olarak sınırsızlığınıza geri döneceksiniz. Dünyadaki hayatınız büyük bir illüzyondu, illüzyondan Tanrıyı öğrenerek uyanacaksınız, herkes uyanacak! Bir gün çok bulutlu bir gökyüzüne bakacak, her yanda yanıp sönen çok büyük parlak ışıklar göreceksiniz! Yıldızların bulutların içine yuva kurduğunu sanacaksınız, tüm insanlar görecek onu! Bu olay gaflet uykunuzdan uyanmanıza yardım edecek, öğrettiklerimin büyük bir realite olduğunu işte o zaman anlayacaksınız!
Bu sevgili varlık can alıcı bir soru yöneltti. Ölümsüz tanrıların nasıl ölüme inanır hale geldiklerini sordu. Anlatayım: Kendi yarattıkları şeyleri gözlemleyerek ölüm dediğiniz değişim sürecini kabullendiler. Bildiğiniz gibi, dünyada birçok şey birbirinden beslenecek şekilde yaratıldı, siz buna beslenme zinciri diyorsunuz. Bitkiler tanrıların yarattığı hayvanlara yem oldular, hayvanlar bitkileri yiyince, yarattıkları bitkilerin başka bir enerjiye dönüştüğünü gördüler. Bu hayvanlar da başka bir tanrının yarattığı hayvanlar tarafından yenildi. Böylece tanrılar arasında bir rekabettir başladı. Yarattığı hayvanın başkasının yarattığı hayvan tarafından yenilmesi çok onur kırıcıydı! Ama asıl ölüm deneyimi insan bedeninin evrimi sırasında görüldü. İlk insan formu çevik olmadığı için hayvanlar onları da yiyor ve pek lezzetli buluyorlardı. İşte tanrılar böylece ölümü öğrendiler. Artık dikkatlerini kendi yarattıkları şeyden kaçmaya, onlardan üstün olmaya vermişlerdi. Kendilerini avlamaya çalışan hayvanlardan kaçabildiler, ama bilinçlerine yerleşen korkudan kaçamadılar. Sağ kalabilme mücadelesi ve ölüm korkusu zamanla bedenlerini çökertti, çünkü korkulan şey gerçekleşir. Tanrıların yarattığı şeyler içinde hiçbir şey korku kadar yıkıcı değildir!
Tanrılar ölümü tadınca, tek realiteleri olan bu madde alemine tekrar tekrar gelerek daha çok yaratmaya ve egolarını tatmin etmeye çalıştılar. Zaaflarını, daha çok yaratarak telafi edeceklerini sanıyorlardı. Madde dünyasına daldıkça yüce ve ölümsüz olduklarını unuttular. Daha büyük, daha çok yaratma isteği ve tanrılar arasındaki rekabet de asıllarını unutmada önemli bir faktördü. Neden bu kadar çok çiçek ve kelebek çeşidi var sanıyorsunuz? Tanrıların rekabeti türlerin çoğalmasını da sağladı!
Sen de herkes gibi madde dünyasını deneyimleyebilmek için özgürlüğünü unutmayı seçtiğin zaman, genetik-içgüdüsel kalıpları aldın sevgili varlık! Seni binlerce yıldır koruyan içgüdüsel kökenin, ölümsüz ve sınırsız Tanrı bilinciyle karşılaştığı zaman bu düşünceyi bedeninin hücresel kütlesine taşıyacak, kuşkucu ve temkinli beden hücreleri artık sınırsız Tanrıyla dolacak. Böylece bedeninin maddesi de Tanrı-Ben ile uyumlu hale gelecek! (Sayfa: 167-182)

Tekrardoğuş

Tekrardoğuş bir gerçektir, sadece bir bedeni bırakıp bir diğerini almaktır, ister burada ister başka bir madde dünyasında. Niçin buraya geri geliyorsunuz? Çünkü istiyorsunuz. Buraya dönmek için zorlandığınızı mı sanıyorsunuz? Sizi buraya göndermek için kimse ferman çıkarmadı sevgili varlık, buraya geri gelmeye karar veren sizsiniz. Eğer çektiğiniz ıstıraplar için suçlayacak birini arıyorsanız, gözlerinizin ta içine bakın! Güzelliğinizden, varlığınızdan, acı ya da mutluluk dolu yaşamınızdan tümüyle siz sorumlusunuz, bunun bilinmesinin zamanı geldi artık.
Buradasınız, çünkü doyuma ulaştırmak istediğiniz ihtiyaçlarınız var. Bu, hazzı ya da acıyı ya da üzüntüyü ya da kızgınlığı ya da ıstırabı ya da mutluluğu bu illüzyon katında ifade etme ihtiyacıdır. Bunlardan bıktığınız ya da yorgun düştüğünüz zaman eğiliminizi, yaklaşımınızı değiştirip başka bir duyguyu deneyimlersiniz. Bu, bu kadar basittir!
Neden şimdiki kimliğinizin içinde olduğunuzu biliyor musunuz? Çünkü daha önce öteki rollerin birçoğunda oynadınız, şimdi de bu rolü deneyimliyorsunuz. Neden açlık çeken bir çocuk olarak değil de, zengin bir varlık olarak doğdunuz? Çünkü zengin bir varlık olmak isteyen açlık çeken bir çocuk olmuştunuz. Neden ailenizi beslemek için ekmek pişiren bir fırıncı değilsiniz? Çünkü ailenizi beslemek için ekmek pişiren bir fırıncı olmuştunuz, şimdi ekmeği fırından alan bir varlıksınız. Bu alemin en harika yanı değişken oluşudur, olmayı istediğiniz herhangi bir oyuncu olabilirsiniz!
Henüz yaşamamış olduğunuz birçok anlayış var sevgili varlık. Onların en büyüğü hangisi biliyor musun? Sadece yaşamak için yaşamak! Bu hayat anlayışının en büyük kazanımıdır, çünkü ancak o zaman gerçek huzuru tadabilirsin, ancak o zaman yeniden tanrı olabilirsin. Eğer buraya geri gelmek istemiyorsan gelme, asla geri gelmek zorunda değilsin. Ben asla geri gelmedim, bana ait her şeyi yanıma alıp rüzgarla birlikte yükseldim. Özgür bir varlık oldum, kendimi bağışladım ve hayatı kucakladım. Eğer cahil ve kötü bir barbar bunu yapabildiyse, sen de yapabilirsin sevgili varlık!
Neden tekrar tekrar geri geldiğinizi anladığınız bir an, bir nokta vardır, ona mutluluk denir. Bu noktaya, kendinden başka hiçbir varlığın yerinde olmak istemediğin, bulunduğun yerden başka bir yerde olmak istemediğin zaman ulaşılır. İşte bu kavrayış noktasıdır. Aslında orada herkes mutlu, çünkü herkes istediğini aynen istekleri doğrultusunda yapıyor. Eğer hasta olmak istiyorlarsa hasta oluyorlar, mutsuz olmak istiyorlarsa mutsuz oluyorlar. Olmak istiyorlar, çünkü bu onları mutlu ediyor. Herkes hayatından memnun, olmasalardı bir anda ölürlerdi. Zamanı geldiğinde ölüyorlar, çünkü ölmek zorunda olduklarını sanıyorlar!
Hepiniz birçok hayat yaşadınız, ama geçmiş yaşamlarınızın hiçbirinde şimdi olduğunuz kadar yüce değildiniz. Şimdi yaşadığınız tüm hayatların birikimi olan bilgi ve deneyime sahipsiniz. Efendi, tüm geçmişin amacı şimdidir. Eğer sizi bu hayattan beş hayat öncesine götürseydim, kim olduğunuzu bilemeyecektiniz bile, çünkü benliğinizi tanınmayacak biçimde arındırdınız. Geçmişte kim olduğunuzu araştırmak akıllıca değil, eğer yanıtları geçmişte arıyorsanız hayatın bu anını deneyimleyemezsiniz, çünkü aklınız geçmişle meşgulken şimdiyi göremezsiniz. Bu deneyimleri yaşamış olan asıl güzellik sessizce uyandırılmayı bekliyor, büyük Tanrı olduğunun idrakiyle uyandırılmayı! Şimdi’de yaşamayı öğren, şimdi’ler bakirdir, şimdi’lerde seçim özgürlüğü var! (Sayfa: 183-193)

Bilmenin Bilimi

Nasıl aydınlanırsınız? Kutsanmakla değil! Aydınlanmanın tek yolu, düşüncenin düşünce sürecinize girerek duyguyla birleşmesi ve deneyimden geçerek bilgeliğe dönüşmesidir. Her şey elinizden alındığı zaman asla geri alınamayan tek şey bilgidir. Eğer bilginiz varsa özgürlüğünüz ve seçeneğiniz vardır, eğer bilginiz varsa korkulacak hiçbir şey yoktur. Korkunun üzerine bilgiyle gidilirse buna aydınlanma denir.
Size bilmenin bilimsel anlayışını vermek istiyorum. Bilme yeteneğiniz niçin var ve neden önemli? Çünkü ne bilirseniz o olacaksınız. Her şeyi bildiğiniz zaman her şey olursunuz ki, bu Tanrıdır. Şunu iyi biliniz ki her şey Tanrı Zekası denen düşünceden çıkarak var olur ve düşünceden yayılan her şey tekrar Tanrı Zekasına döner. Her şeyin çevresinde bir ışık alanı vardır, ışık koronasıyla çevrelenmemiş hiçbir şey mevcut değildir. Işık düşünce imajını tutar ve düşünülen şeyi madde şeklinde yaratır. Bu ışık alanıyla nesneler varlıklarını meydana getiren düşünceyi yeniden “bilinç akımına” ya da “düşünce nehrine” gönderirler, işte bu Tanrı Zekasıdır. Halı içindeki renklerin ya da üzerinde kimin oturduğunun farkındadır. Bitki içinde olduğu odanın farkındadır, bu algılama çevresini saran ışık vasıtasıyla bilinç akımına yayılır. Her an bu algılama değişmektedir, çünkü her şeyin içinde yer aldığı “düşünce nehri” yani Tanrı daima hareket halindedir. Her şey yansıyarak düşünceye geri gider, böylece her şey bilinir. Fiziksel bedeniniz aura denen harika bir ışık alanıyla çevrilidir. Bu aura bedeninizin maddesini çevreleyen ve onu bir arada tutan ışık alanıdır. Kirlian fotoğrafıyla bilim adamlarınız auranın ilk korona alanının fotoğrafını çekmeyi başardılar, ancak bedeninizi çevreleyen daha büyük elektromanyetik alanlar da var, çünkü aura elektrik yoğunluğundan düşüncenin sonsuzluğuna kadar uzanır.
Aura Öz’ünüzdür, varlığınızın tanrısı olan Öz’ünüz, her şeyin bilindiği bilinç akımına, yani Tanrı Zekasına direkt bağlıdır. Auranın bir kısmı, pozitif ve negatif elektriğin oluşturduğu güçlü bir elektromanyetik alandır. Elektromanyetik alanın ötesinde elektrik artık bölünmez, artık o saf enerji olan bölünmemiş ışık alanıdır. Işık alanı tüm düşünceleri bilgi nehrinden alır ve bu güçlü alana aktarır. Hangi düşünceleri bilmek istediğinizi düşünce süreciniz belirler, çünkü auranızın elektromanyetik bölümü düşüncenize uygun düşünceleri size çeker. Özünüz sürekli hareket halindedir ve değişen düşünce nehrinin kenarında bir elek gibidir. Çevrenizdeki bu ışık vasıtasıyla Tanrı Zekasının alıcısı olursunuz, yani bilgi nehri içinizden aktığı için her şeyi bilme yeteneğine sahipsiniz.
Bilinç nehir gibidir, tüm benliğiniz, bedeninizin her bir hücresi bu nehirden beslenir, çünkü hayatınızı var eden ve destekleyen şey düşüncedir, siz bilinç akımından gelen düşünceyle yaşarsınız. Bedeniniz nasıl besinlerin özünü her hücreye taşıyan kan dolaşımıyla yaşıyorsa, tüm varlığınız da bilinç akımından yayılan düşünce cevheriyle varlığını sürdürür. Sürekli olarak düşünceyi düşünce nehrinden alıyor, ruhunuzda hissediyor, tüm varlığınızı bu duyguyla besliyor ve genişletiyorsunuz, sonra da genişlemiş benliğinizin düşüncesini yeniden düşünce nehrine gönderiyorsunuz, bu da tüm hayatın bilincini genişletiyor. Yaratıcı bir düşünceyi tasarladığınız an düşünce hissedilir ve ruhunuzda elektriksel bir frekans olarak kaydedilir. Aynı frekans bedeninizden ayrılarak başkasının da alıp yaratabilmesi için evrensel bilince gider. Düşündüğünüz ve hissettiğiniz her şeyi herkesin alma olanağı var. Siz onların, onlar da sizin düşüncelerinizden besleniyorlar.
Evrensel bilinç, varlıklardan yayılan tüm düşünceleri kapsar. Bilinci oluşturan düşünceler farklı elektriksel frekanslara sahiptir, bazıları çok düşük ve yavaş frekanslı düşüncelerdir. Dünyanızda bu düşük frekanslı düşünceler ağırlıklı olarak toplumsal bilinçte görülüyor, yüksek frekanslı düşünceler ise süper bilince ait sınırsız düşüncelerdir. Bilinç, değişik frekans değerlerine sahip düşüncelerin tümüdür ve her düşünce kendine eşdeğer frekanstaki düşünceyi çeker. Dünyanız toplumsal bilincin sınırlı ve düşük frekanslı düşünceleriyle besleniyor şu anda. Bu düşünceler çok kısıtlayıcı, çok yargılayıcı, çok acımasızlar, çünkü bedenleriniz sağ kalabilme mücadelesi ya da ölüm korkusu tarafından yönetiliyor. Bu tür düşüncelerin sizi beslemesine izin verdikçe, yarattığınız duyguları yeniden dışarı gönderip insanın sınırlı düşüncesini körüklüyor ve onun gücünü artırıyorsunuz. Büyük kentlerinize hakim olan bilinç daha da sınırlı, çünkü kentlerde yaşayanların çoğu rekabetçi, zamanın ve modanın esiri olmuşlar, korku dolu ve hoşgörüsüzler! Bu yüzden büyük kentleriniz kalın yoğunluğa sahip bir bilinçle sarılı. Başka evrenlerden gelenler, kentlerinizin üstünde rengarenk yoğun bir ışık karmaşası görüyorlar. Bu, sınırlı bilincin düşük frekanslı düşüncelerine ait ışık alanının görüntüsüdür.
Süper bilincin yüksek frekanslı düşünceleri an’ı yaşamaya, olmaya, hayata, uyuma, birliğe ve sonsuzluk sürecine ait düşüncelerdir, bunlar sevgi düşünceleridir, bunlar haz düşünceleridir, bunlar deha düşünceleridir. Yüksek frekanslı düşünceler toplumsal bilince sahip insanlardan uzakta, doğanın kucağında daha kolay alınırlar. Orada insan yargısından uzakta, bilincinizin kalp atışlarını dinleyebilirsiniz!
Bilinç denizinden düşünceyi nasıl alırsınız? Düşünce, öz dediğimiz bedeni kuşatan ışıkla karşılaştığı an patlayarak ışık kıvılcımlarına dönüşür, yani düşünce auranızla karşılaşınca kendini tutuşturur. Düşünce cevheri frekansını düşürerek ışığa dönüşür, çünkü düşünce auranın ışığıyla uyum sağlayabilmek için onunla aynı frekansta olmak, yani ışığa dönüşmek zorundadır. Görünmeyen düşünce, ışık kıvılcımı olarak görünür hale gelir. Sonra bu düşünce ışık olarak beyninize giriş yapar ve gelen düşüncenin değerine uygun frekanstaki elektriğe çevrilir. Bir şeyin farkına vardığınız an, onun düşüncesini algılamışsınız demektir, düşünceyi algıladığınız an, düşüncenin ışığı beyniniz tarafından kabul edilmiştir. Bazı varlıklar arada bir göz ucuyla bir ışık kıvılcımı görürler, çoğunlukla gördükleri şey özlerinin düşünceyi kabul anıdır, ışığı gördükleri an, ışığın aura alanına girdiği ve beyinde kendini gösterdiği andır.
Beyninizin farklı bölümleri farklı düşünce formlarını algılama, tutma ve ayarlama görevi yapar. Bu farklı bölümler hücre duvarlarındaki suyun yoğunluğuna göre farklı düşünceleri alma ve elektriğe çevirme potansiyeline sahiptir. Bazı bölümler sadece yüksek düşünce frekanslarını alıp ayarlama, bazı bölümler de yalnızca düşük frekanslı düşünceleri alabilme kapasitesine sahiptir. Yaygın inancın aksine beyin düşünce üretmez, sadece bilinç nehrinden gelen düşüncelerin giriş kapısıdır, özünüzden geçerek gelen düşüncenin alınıp tutulması için tanrılar tarafından yaratılmış bir organdır. Düşünceyi elektrik akımına çevirir, yükseklik ayarlaması yapar ve merkezi sinir sistemi kanalıyla bedenin her noktasına yeni bir idrakin oluşması için gönderir. Beyin, herhangi bir frekansı algılayacak bölüm eğer aktif durumdaysa onu alabilir.
Beyninizin farklı düşünce frekanslarını alabilme işlevi, hipofiz bezi denen, sağ ve sol beyin yarım küresinin ortasında yer alan çok güçlü bir ölçü aleti tarafından yönetilir. Yedinci çakra diye bilinen hipofiz beyninizi yönetir, değişik düşünce frekanslarını alabilmesi için beynin değişik kısımlarını aktif hale getirir. O, düşünce ve mantık kapasitenizi açan, düşünceyi bedeninize idrak edilmesi için yayan ve daha büyük bir anlayış için deneyimler yaratan kapıdır. Hipofiz, “üçüncü göz” olarak da bilinen çok küçük fakat harika bir guddedir. Elbette insanın bir üçüncü gözü yok, başınızda küçük bir göz için yer de yok. Hipofiz bir göze bile benzemez, dar bölümünde küçük bir ağzı olan taç yapraklarla çevrili bir armuda benzer. Beyniniz bu guddenin salgıladığı çok karışık hormon sistemiyle yönetilir ve kontrol edilir.
Bir endokrin gudde olan hipofiz, salgıladığı hormonu beyin yoluyla epifiz bezinin ağzına akıtır. Yine endokrin bir gudde olan epifiz, hipofiz yakınında, alt beynin tabanında, omuriliğin üzerinde yer alır. Epifiz ya da altıncı çakra, düşünce frekanslarını bedene göndermek için gerekli ayarlamayı yapmaktan sorumlu organdır. Hipofizden epifize yapılan hormon salgısı, değişik düşünce frekanslarını alabilmesi için beynin farklı bölgelerini harekete geçirir. Bu endokrin guddelerinden gelen hormon salgılarının kana karışmasıyla beden fonksiyonlarında denge ve uyum sağlanır, epifiz bu uyumu sağlamakla görevlidir. Epifizden gelen hormon salgıları, diğer guddelerin de dengeli şekilde hormon salgılamalarını sağlar. Buna hormonal denge denir. Bu dengenin düzeyi, epifiz sistemiyle alınan kolektif düşünce frekansları tarafından tayin edilir. Epifiz, düşünce frekansı yükseldikçe hipofizin hormon salgılamasını artırır, bu da beyni daha yüksek düşünce frekanslarını alabilmesi için harekete geçirir.
Bilinç akımından gelen düşünce varlığınızda nasıl idrak edilir? Düşünce auranıza geldiği zaman aura seçim yapmaz, yani düşünceyi yargılamaz ya da değiştirmez, olduğu gibi sınırsız haliyle içeri alır. Düşünce beyne ulaştığında, önce mantık fonksiyonlarının yer aldığı ve egonun ifade edildiği beynin sol üst yarı küresine gelir. Peki ego nedir? İnsan deneyiminden geçerek kazanılan, ruhta depolanan ve beynin mantık bölümüyle ifade edilen anlayıştır. Toplumsal bilincin gölgesinde yaşayan, yalnızca yaşam derdine düşmüş tanrı-insanın kolektif eğilimidir. İşte bu kolektif bakış açısı, güvenliğini sarsacak her düşünce frekansını reddedecektir, varlığın sağ kalma mücadelesini desteklemeyen her şeyi! Ego, bedende daha geniş bir anlayış yaratacak düşüncelerin geçmesine izin vermeyen bir engeldir. Egonun beyne girmesine izin verdiği her düşünce frekansı elektrik akımına çevrilir ve bu frekansa uygun beyin bölümü hipofiz tarafından harekete geçirilir. Beynin bu bölümü akımı ayarlayarak epifiz sistemine gönderir. Epifiz merkezi sinir sistemini yönetir, kendine ulaşan düşünce frekanslarını toplar, ayarlar ve merkezi sinir sistemi kanalıyla dağıtır. Omurilik arasından geçen merkezi sinir sistemi, elektriksel düşüncenin ana yolu gibidir. Epifiz sisteminden gelen elektrik akımı, merkezi sinir sistemi içindeki sıvı aracılığıyla kuyruk sokumuna, oradan da bedenin her bir sinir ve hücresine dağılır. Bedeninizin her hücresi kan dolaşımınızla beslenir. Kan, besinler yoluyla aldığınız enzimlerin hareketi sonucunda çıkan gazı hücrelere taşır. Düşüncenin elektrik akımı hücresel yapılara bir ışık kıvılcımı halinde girer, bu kıvılcım hücreyi tutuşturur ve gazın genişlemesine sebep olur. Bu da hücrenin kendini kopya etmesini sağlar ki buna klon yöntemi, yani kopyalama yöntemiyle çoğaltma denir, kısaca, hücre yeni bir hücre yaratarak kendini yeniler, böylece tüm beden tek bir düşünceyle beslenir. Bedenin moleküler yapısında hayat işte böyle oluşur, var oluşunuzun her anında kabullendiğiniz tüm düşüncelerin etkisiyle.
Düşünce sürekli bedeninizin her hücresini besledikçe, tüm beden bu elektriksel uyarıya yanıt verir, evet tüm bedeniniz yanıt verir. Böylece her hücrenizden geçen düşünce bedeninizde bir his, bir seziş, bir duygu yaratır ve bu duygu kaydedilmek üzere ruha gönderilir. Ruhunuz büyük bir teyptir, bedeninizde hissedilen her duyguyu kaydeden tarafsız bir bilgisayardır. Kendinizi duygusal hissettiğiniz zaman bir düşünceyi hissediyorsunuz demektir. Varlığınızın ışık yapısını bombardıman eden, beyniniz tarafından kabul edilip merkezi sinir sistemi kanalıyla dağıtılarak bedenin her hücresinde bir seziş yaratan düşünceyi bu şekilde kazanırsınız. Ruh bu hissi, bu sezişi yeniden başvurabilmeniz için kayda geçirir. İşte siz buna bellek diyorsunuz. Bellek ölçülemez, o bir özdür, bellek görsel değil duygusal bir birikimdir, görsellik imajını yaratan duygudur. Ruh, resim ve sözleri bellekte kaydetmez, bu imaj ve sözlerin duygularını kaydeder. Ruh, tüm beden tarafından hissedilen düşüncenin yarattığı duyguyu alıp bellek kaydında benzer bir duygu arar ve beyninizin “akıl” dediğiniz mantık bölümü bu duyguyu tanımlayan sözcüğü seçer.
Tanımlayabildiğiniz her şey deneyime dayanan bir duyguyla bağlantılıdır. Çiçekleri duygusal deneyimleriniz sayesinde çiçek olarak tanıyorsunuz. Çiçek denilen yapıyı gördünüz, dokundunuz, kokladınız ve yakanıza taktınız, çiçeği böylece kendi deneyiminize göre hissediyorsunuz. Ruh tüm bu bilgileri duygusal deneyimleriniz sonucu kayda geçirdi, çünkü düşünce hissedildiği zaman verdiği duyguyu ruh kayda geçirir ve daha önce deneyimlenmiş düşüncelerden edinilmiş benzer duyguları bellek bankasında arar, edindiği bilgiyi düşüncenin idrak edildiğini göstermek üzere beyne gönderir. İdrak edilen her düşünce tüm beden tarafından idrak edilir, yani düşünce sadece beyin tarafından idrak edilmez, bedenin tümünde idrak edilir. Sonra beyninizin mantık bölümü duyguyu tanımlayacak bir sözcük bulur.
Düşünce nasıl idrak edilir ve bilinir? Duygu yoluyla. Bilmek tümüyle bir duygudur. Hiçbir şeyin düşüncesi hissedilene dek bilinemez, ancak hissedildiğinde kimlik kazanır. Bir düşünceyi bilmek, onu beyninize kabul etmek, sonra onu hissetmenize izin vermek ve tüm bedeninizde deneyimlemektir. Bilgi bir şeyin kanıtlanması değil, duygusal olarak sorgulanıp anlaşılabilmesidir.
Tüm bilgiye açılan kapı içinizde sevgili varlıklar. İçinizde yanan ateşle, her atom zerresinde, her yıldızda, her hücrede yanan ateş aynıdır, her şeyde aynı ateş yanmaktadır! Tüm hayatla bir oluşunuz ışık prensibiyle sağlanmıştır, çünkü ruhunuzda duyguları yaratan bu ışık, tomurcuklara, yıldızlara ve her şeye hayat veren aynı ışıktır. Her şeyi bilme yeteneği içinizde yatıyor. Bir şeyi bilmek, o şeyi hiçbir anlamı olmayan süslü sözcüklerle entelektüel düzeyde anlamak değildir. Bir şeyin nasıl düşündüğünü daima yaydığı frekanstan anlarsınız, bu frekansa duygu denir. Bir şeyi bilmek istiyorsanız, yapacağınız tek şey onu hissetmektir, hissettikleriniz daima doğru olacaktır.
Düşünce hayat deneyimlerinizi ve hayatınızdaki olayları nasıl yaratır? Epifiz “bilgiyi uygulama” merkezidir. Bilmenize izin verdiğiniz her şey önce bedeninizde gerçekleşecektir, çünkü epifiz bir duygu olarak kayda geçmesi için düşünceyi elektriksel akım olarak bedene göndermekten sorumludur. Düşünceler sınırsızlaştıkça bedeninize daha çok frekans yayılır, bu yüzden kendinizi daha hafif ve coşkulu hissedersiniz. Bu duygu, frekansına uygun olarak ruhunuzda kayda geçer ve depolanır. Ruhta kayda geçen her düşüncenin duygusu auraya bir beklenti olarak yansır, bu beklenti ışık alanınızın elektromanyetik kısmını harekete geçirir ve kolektif eğilim bir mıknatıs gibi düşüncenize uygun şeyi size çeker. Tüm düşünceleriniz ürettiği duygulara benzeyen olayları, nesneleri ve varlıkları size çekecektir. Niçin? Düşüncelerinizi üç boyutlu realitede deneyimleyebilmeniz için. İşte buna bilgelik deniyor. Bilgelik sadece düşünülen ve hissedilen bir şey değildir, ancak düşünme, hissetme ve yaşama yoluyla kazanılır.
Arzularınız nasıl gerçekleşir? Arzu, bir nesnede, bir varlıkta ya da deneyimde aradığınız doyum düşüncesinden başka bir şey değildir. Herhangi bir doyumun düşüncesini hissettiğiniz zaman, bu his bedeninizin elektromanyetik alanından çıkarak bilinç nehrine gider ve arzunun yarattığı duyguyu verebilecek olanı size çeker. Güçlü şekilde arzulanan şey güçlü şekilde gerçekleşir. Bir arzunun gerçekleşeceğini kesinlik ve içtenlikle bildiğiniz zaman gerçekleşme süreci hızlanacaktır, çünkü en ufak bir kuşku olmadan bilmek yüksek frekanslı bir düşüncedir. Bu, aura alanınızdaki beklentinin gücünü artırır, böylece arzularınızı gerçekleştirme gücünüz de artar. (Sayfa: 195-206)

Sınırlı Akıl

Beyniniz, Tanrı Zekasındaki tüm düşüncelerin frekansını algılayabilecek kapasiteye sahip olmasına rağmen, aktif olan kısmı sadece kabul ettiğiniz frekanslar ölçüsündedir. Toplumsal bilince göre yaşadığınız ve sınırlı düşünceye ait frekanslarla mantık yürüttüğünüz zaman, beyninizin çalışan bölümleri yalnızca üst sağ ve sol lopla omuriliğin başlangıcındaki küçük beynin bir bölümüdür. Beyninizin büyük bir bölümü çalışmaz haldedir, hiçbir şey yapmamaktadır, çünkü ailenizin, yaşıtlarınızın, toplumunuzun ya da dogmalarınızın sınırlı düşüncelerine uymayan düşünceleri geri gönderirsiniz. Yani sadece başkalarının da kabul edeceği düşüncelerin girmesine ve bu düşüncelerin mantığına izin verirsiniz, çünkü hipofiz bezinin ağzı, beynin çalışmasına uygun olarak çok az açılmıştır, yalnızca toplumsal bilincin düşük frekanslarını algılayan bölümlerini çalıştıracak kadar!
Dar kafalılık, beş duyunuzla algılayabileceklerinizin ötesinde herhangi bir şeyin var olabilme düşüncesine kapalı olmak demektir. Ama Tanrı realitesinde hiçbir şey olanaksız değildir. Herhangi bir şey hayal edilebiliyor ya da düşünülebiliyorsa vardır, çünkü hayal edilen ve düşünülen her şey o anda var oluş aleminde yerini alır. Tüm yaratılış böyle oldu! Herhangi birine, “bu sadece senin düş gücünün ürünü” dediğinizde, onu aptallığa ve sınırlı yaratıcılığa programlıyorsunuz demektir. Dünya çocuklarına yapılan da bu, hepinize! Size diyorum ki, düşünebildiğiniz her şey vardır. Düşünmek için kendinize izin verdiğiniz her şeyi, elektromanyetik alanınız size çekeceği için deneyimleyeceksiniz.
İnzivaya çekilmiş bir akılla yaşayıp toplumsal bilince uygun biçimde düşündükçe, daha geniş realitelerin olabileceği düşüncesine yaklaşamıyorsunuz bile. Geniş düşünce kesinlikle değişiklik getirecek, yalnız sınırlı düşünceleri kabul ettikçe, beyninizin diğer bölümlerini asla faaliyete geçiremeyeceksiniz. Standardınız dışında yeni bir düşünceyi kabul ettiğiniz zaman, beynin daha önce çalışmayan bölümünü de harekete geçirirsiniz, çünkü hipofiz beziniz harika bir çiçek gibi açılıp tomurcuk vermeye başlar. Hipofiz daha çok açıldıkça hormon salgısı artar ve daha yüksek düşünce frekanslarını algılayabilmek için beyninizin kullanılmayan bölümleri harekete geçer. Biliyor musunuz dahi olmak çok kolay, yapmanız gereken tek şey kendiniz için düşünmeye başlamaktır! Eğer beyniniz tam kapasiteyle çalışacak olsa, bedeninizi bir anda ışığa çevirebileceğinizi ve onu sonsuza dek yaşatabileceğinizi biliyor muydunuz? Bir organınızı yitirdiğinizde, bedeninizin yeni bir organ yaratabilme yeteneği olduğunu biliyor muydunuz? Tümüyle kullanıldığında beyniniz bedeninizi bir anda iyileştirecek ya da istediğiniz şekle sokacak yeteneğe sahiptir, beyninizin kapasitesi dehşet vericidir! Ama sınırlı düşüncelerinizle onun sadece üçte birini kullanıyorsunuz, geri kalanın ne işe yaradığını sanıyorsunuz, kafatasınızdaki boşluğu doldurmaya mı?
Çocukluğunuzdan beri toplumsal bilinçle mantık yürüttüğünüz için büyüme, yaşlanma ve ölme programlamasını kabul ettiniz. Bu düşünceyi kabul ettiğiniz için bedeninizdeki hayat gücünü düşürmeye başladınız, çünkü yaşlanma düşüncesi hücresel yapıya yavaş ve düşük frekanslı elektrik kıvılcımı gönderir. Elektrik frekansı yavaşladıkça vücudun çevikliği azalır, çünkü bedenin kendini yenileme ve onarma yeteneği azalır, böylece yaşlanma başlar, onu da bedenin ölümü izler. Sürekli yüksek düşünce frekansları alabilseydiniz, bedeninize daha güçlü ve daha hızlı elektrik akımı gönderecektiniz ve beden sonsuz an’da kalacaktı! Bu asla yaşlanmamak ve ölmemek demektir. Ama hepiniz yaşlanıp öleceğinizi biliyorsunuz, bu bilme de akımı yavaş yavaş azaltıyor, azaltıyor, azaltıyor! Bedeninizin kendini iyileştirebileceğini bildiğiniz an, bu düşünce yaralı ya da hastalıklı bölüme merkezi sinir sistemi kanalıyla büyük bir kıvılcım gönderir. Bu da her hücredeki DNA faktörünün hücreyi tekrar etmesini ve yenilemesini sağlar. Bunun bir mucize olduğunu mu sanıyorsunuz? Hayır, olması gereken bu, olan da bu!
Bedeninizi tek iyileştirme yolunun doktor ve ilaçlardan geçtiğini sanıyorsunuz. Evet iyileştiriyorlar, çünkü iyileştireceklerine inanıyorsunuz! Şifacılara inanan bazı kişiler, onların kendilerini iyileştireceklerini bildikleri için bu bilmek bedenlerinde gerçekleşti ve bir anda iyileştiler. İşte “bilmek” bu güce sahip!
Sadece yaşamınızı sürdürebilmek için topluma uymayı, toplum tarafından kabul edilmeyi seçtiniz, çünkü yüce olduğunuzu kabullenmek istemediniz. Tanrı olduğunuzu, sonsuz olduğunuzu, her şeyi bilen olduğunuzu düşünmeniz ailenize, arkadaşlarınıza, dininize ve ülkenize karşı gelmek demekti. Böylece gücünüzü yitirdiniz, yüceliğinizi yitirdiniz ve kim olduğunuzu unuttunuz, beyninizi kapattınız, yeniden nasıl açacağınızı öğretmek için burdayım. Tanrıyı tümüyle bilmekten ve o olmaktan sizi alıkoyan nedir? Ego, çünkü ego Tanrı olan tüm düşünce frekanslarını kabul etmeyi reddederek Tanrıyı kısıtlıyor, böylece zarar görmeden güvenlik içinde yaşayabileceğini sanıyor! Bu yüzden, ego deccal dediğiniz şeydir, çünkü Tanrı parçası olduğunuzu inkar eder. Ego toplumsal bilinçte hüküm sürer, sınırsız düşünceye izin vermeyen odur, onun dogması korku, yargılama ve sağ kalma mücadelesidir. Tekrar dünyaya gelecek Mesih tek bir kişi değil, içinizdeki Tanrının özelliklerini, gücü, güzelliği, sevgiyi ve sınırsız hayatı tümüyle yaşayan her insandır, dogmaları, kehanetleri, korkuları aşmış ve yüce olduğunun farkına varmış her insan! Deccal ve Mesih aynı tapınağı paylaşırlar, bu tapınak sizsiniz! Hayat da olursunuz ölüm de, sınırlı da olursunuz sınırsız da. “Mahşer Günü” kehanetini duymuşsunuzdur, siz mahşer gününü hayatınız boyunca yaşıyorsunuz. Mahşer, Tanrı olan sizle Deccal olan sizin savaşıdır! Mahşer dışınızdaki değil, içinizdeki savaştır. İçinizde uyanan Mesihle, sizi yönetmek isteyen egonun savaşıdır. Evet, kehanet bu zaman dilimi içinde gerçekleşiyor! (Sayfa: 207-213)

Sınırsız Akıl

Yeniden sınırsızlığa dönebilmek için, yedinci çakra olan hipofizinizi tümüyle aktif hale getirmek zorundasınız. Bu harika guddeyi yalnızca “istemekle” uyandırabilirsiniz. Ruhunuz hipofize hormon salgılaması için emir verir. Sizi kuşatan ve tüm düşüncelerin varlığınıza ulaşmasına izin veren ışık varlığınızın tanrısıdır, madde realitesini bedensel formla deneyimleyen varlık ise egodur, yargıyı teşvik eden, düşüncenin saflığını bozan odur. Varlığınızın tanrısallığından sınırsız düşünceleri istediğinizde doyum düşüncesi ruhunuzda hissedilir, bu da hipofiz bezinizi harekete geçirerek onu açmaya başlar. Hipofiz açıldıkça epifize daha fazla hormon salgısı gider, bu da çalışmayan bölümü uyandırır, yani bedeninizin hissetmesi için daha yüksek frekansları alabilecek kapasitedeki beyin bölümlerini açar. Gelen yüksek frekanslı düşünceler beyninizin bu uyanmış bölümleri tarafından alınır. Başınızın arkasındaki epifiz guddesi, yüksek frekansları alır ve şişmeye başlar. Bu şişme sizde baş dönmesi ya da baş ağrısı yaratır. Bu frekans çok güçlü bir elektriksel akıma dönüşerek merkezi sinir sistemi yoluyla bedeninizin her hücresine hücum eder. Bu nedenle kendinizde bir hafiflik, bir uyuşma, bir karıncalanma hissedersiniz, çünkü daha evvel hissettiklerinizden daha güçlü bir enerji tüm bedeninize büyük bir hızla yayılmaktadır. Bu frekans her hücreyi kıvılcımlayarak hücrelerin titreşim frekansının artmasına neden olur. Sınırsız düşünceleri daha çok aldıkça vücut daha hızlı titreşmeye başlar ve yavaş yavaş ışık yaymaya başlarsınız, çünkü düşük frekanslı yoğun bedeniniz frekansını yükselterek ışığa dönüşmektedir.
Aydınlanma arayışında anlamayı istediğiniz şeyler sözcüklere sığmaz, bunlar sadece duygular ve vizyonlar yoluyla anlaşılır. Aydınlanma anında duyguların yoğunluğundan konuşamayacak halde olursunuz. Mürşit hiçbir şeyi açıklamaz, sadece bilir. Bilginize sebep göstermeye ya da açıklamaya ihtiyaç duymadığınız an kendinizin efendisi olursunuz! İşte o zaman mutlak bilgiye sahip olursunuz. Yüksek frekanslı düşüncelerle gelen coşkunluk ve hafiflik duygularına ne olur? Sonsuza kadar bellekte kalması için ruhunuz tarafından yakalanır. Bilginiz hep kayıtta olduğundan, o duyguya tekrar tekrar ulaşabilirsiniz. Bir diğer güzel şey de, özünüzün aura alanıyla bilinç akımına yaydığı bu hafiflik hissi, aynı duyguları size yaşatacak olayları hayatınıza çeker. Böylece deneyimle düşünce tamamen anlaşılır hale gelir. Yüksek frekanslı düşünce tümüyle anlaşıldığı zaman ruhunuzda bilgelik olarak kaydedilir. Bilgelik, bilginin hazmedilerek mutlak hale gelmesidir.
Hipofiziniz çiçek açmaya başladıkça, hayatınızda değişiklikler meydana gelir, daha önce olasılık olarak bile düşünmediğiniz değişiklikler! Sevgi, anlayış ve hoşgörünüz artar. Farklı bir anlayış düzeyine ulaştığınız için birçok insan hayatınızdan çıkıp gider ve onların yerini sizin gibi düşünen varlıklar alır. Bir varlığa baktığınız zaman onu içinizde hissedebilirsiniz. Düşüncelerinizden önünüzdeki günlerin nasıl olacağını bilebilirsiniz. Medyum denen kişinin ender bir varlık olduğunu mu sanıyorsunuz? Oysa herkes medyumdur, kendinize bilme izni verdiğiniz zaman her şeyi bilirsiniz. Bu bilinç kulaklarınızın tıkanıklığını açar ve tüm hayatın uyum içinde titreşen müziğini duyarsınız. Artık sizi siz yapan bedeniniz değil, onu bir arada tutan siz olursunuz. Hipofiz Tanrıya açılan kapıdır! Beyninize daha yüksek düşüncelerin girmesine izin verdikçe daha çok açılır, daha çok açıldıkça daha çok bilirsiniz ve bildiğiniz her şey olursunuz. Çiçek bir düşünce frekansı yayar, aynı anda halı da bir düşünce frekansı yaymaktadır. Tüm düşünce frekanslarını algılayabilme düzeyine geldiğiniz zaman, istediğiniz frekansta herhangi bir şey olabilirsiniz. Bir an gelir ki, hipofiz sistemi tamamen açılır ve beyniniz tümüyle aktif hale gelir. Hipofizin ruhsal bedenindeki her şey aklı doldurur ve akıl artık asla eski sınırlı haline dönemez.
Hipofiz tamamen açıldığında ölüm ve yaşlanma durur, artık bedeniniz ne isterseniz onu yapar. Bedeninize titreşim frekansını hızlandırmasını söylerseniz sizi başka bir boyuta yükseltir. Beyniniz işte bu kadar güçlüdür, ölüyü bile diriltebilirsiniz! Bu denli güçlü olduğunuz zaman Tanrının tacını taşıyorsunuz demektir. Yedinci çakra tümüyle açıldığında beden daha hızlı titreşir, hafifler, hafifler, hafifler! Bir gün, ruh bu dünyanın tüm deneyimlerini tamamladığında, titreşiminiz kendini milyon kez artırarak bedeni görünmez hale getirecek ve buradan alıp götürecektir! İşte o zaman tekrardoğuş döngüsünden kurtulacaksınız. Yapmanız gereken tek şey emir vermektir, emir verirseniz endokrin guddeleriniz emre itaat eder.
Bilmiyorum diyerek ya da bilginin size geleceğinden kuşku duyarak hayatınızı ve yaratıcılığınızı nasıl da sınırlıyorsunuz! Bilmiyorum en kötü deyimdir. “İnşallah daha çok bilirim” deme, çünkü o zaman asla bilemezsin. “Daha çok bilmeye çalışacağım” deme, çünkü bir şeyi yapmaya çalışan asla başaramaz. “Daha fazla bilmeyi arıyorum” deme, çünkü arayan asla bulamaz. Şöyle de: “Şimdi, bu anda bilmem gereken her şeyi biliyorum, öyleyse olsun” ve yanıtları bekle! Neyi bilmek istediğini o anda bilsen de bilmesen de, “biliyorum” sözcüğü bu bilginin gelmesi için gerekli kapıyı açacaktır. Söylemen gereken tek şey bu ve bilgi gelecektir!
Siz bir bilgisayar gibisiniz. Bilgisayarınızı sürekli kuşkularla, eksiklik duygusuyla dolduruyorsunuz, onu bilmemekle dolduruyorsunuz. Siz kendi aleminizin hırsızısınız, düşüncelerinizle, konuşmalarınızla içinizdeki hayat gücünü kendinizden çaldınız! Bilmek, düşünce nehrinin sürekli size doğru akmasını sağlayan kapıdır. Bilmek inanmak değildir. İnanmak sanmak, bilmekse kesinliktir. Daha büyük düşüncelerin yaratıcılığına bilme kapısını açtığınızda deha oluşur. Yalnızca bilin, bilmek sizi idrake açık tutar. Bir arzunun zaten gerçekleşmiş olduğunu bilmek arzunun düşüncesini güçlendirir, auranızdan bilinç nehrine gönderir ve almaya hazır olduğunuz için de arzunuz tümüyle gerçekleşir. Gereksinim duyduğunuz her şeyi size verenin yine kendiniz olduğunu anlamalısınız. Bu sizin olma yeteneğinizle orantılıdır, buna Bir’in Yasası denir.
Sınırsız düşünmeyi öğrendikçe, buna paralel olarak beyninizin ego bölümü yok olur. Aramızdaki fark ne biliyor musunuz? Ben sınırsız bir Tanrı olduğumu biliyorum, siz bilmiyorsunuz! Neden bilmenizi engellediniz? Çünkü düşünce süreciniz madde realitesine öylesine daldı ki, tüm hayata bakış açınızı saptırdınız. Madde düşüncenin en son düzeyidir, düşünceyi ışığa, elektruma indirgeyerek, elektrumu da pozitif negatif kutuplara ayırarak yaratılır. Böylece Tanrıyla madde halinde bağlantı kurmaya çalıştığınızda, düşünceyi saf ve bölünmemiş biçimiyle değil, ikilemler ve kutuplar halinde algılıyorsunuz. Maddeye saplandıkça hayatı kutupsal boyutlarla görüyorsunuz. Yüksek-alçak, hızlı-yavaş, sıcak-soğuk, iyi-kötü gibi. Saf düşünce haline yeniden dönebilmeniz için egoyu yenmek zorundasınız. Ego, zaman mekan ve ikilem illüzyonunun sınırları içinde algılar. İşte saf düşünceyi bölen ve yargılayan budur. Düşünceyi olumlu-olumsuz diye bölerek yargıladığınızda, onun frekansını da düşürmüş oluyorsunuz. “Bilmek” asla hiçbir şeyi yargılamaz. Bilmek düşünceyi tartmaz ya da değer biçmez. Bilmek düşünceyi olduğu gibi alır, kesintisiz ve sansürsüz.
Yaratıcı bir düşünce olan ilham nereden gelir? Yapacağınız şey idrakinizi açık bırakmaktır sadece, ilham hep oradadır, yalnızca istemenizi ve alıcı istasyonlarınızın açık olmasını beklemektedir. Kendine ve hayata yargısız gözlerle bakmayı öğren. Tanrının düşündüğü gibi düşünürsen her şeyi eşit ve olduğu gibi görürsün. Ne algılarsanız o olursunuz. Yargılarınızın sonucundan onlar değil de siz etkilendiğiniz için, kendi kendinizin kurbanı oluyorsunuz. Kimse yargılanmaya değmez, hiçbir şey kendinizi tanrısallığınızdan koparmanıza değmez. İnsanları öyle olmalarına izin veren içlerindeki Tanrı için sev, onların özü de Tanrı olduğu için sevilmeye layıklar. Onları oldukları gibi sevdiğin zaman, kendini de olduğun gibi sevebilirsin. “Olmak” içinde yaşadığınızda, kendinizi ya da başkalarını yargılamazsınız. Artık an’ın güzelliğini duymanızı engelleyen zaman illüzyonu da yoktur, olma süreci içinde hayatın özü ve an’ın sürekliliği vardır. An’ın devamı yine an’dır, yaşanan an. Yargıyı yendiğinizde, artık bu dünyada yapılacak bir işiniz kalmamıştır, istediğiniz an yeryüzünü terk edebilirsiniz. (Sayfa: 215-233)

Deneyimin Erdemi

Kendinizi insanlık denen bireysel formla ifade etmeyi seçtiniz. Bu, Tanrıyı tümüyle anlamak için gerekli bir deneyimdi. Sınırlılığı deneyimleyip anlamadan sınırsızlığı nasıl anlayabilirsiniz? Bu hayat, bilgelik denen en büyük yaşam ödülü için oyunların oynandığı, illüzyonların deneyimlendiği bir alan sadece! Bu dünyadan ayrıldığınızda birlikte götürdüğünüz tek şey bilgeliktir.
İnsanların birbirine vahşetle davranmasına izin veren bu Tanrı nerede diye soruyorsunuz! Tanrı hep oradaydı, çünkü o tüm illüzyonlarınız ve oyunlarınız olmuştu. Başlangıçta bu düşleri bizzat yarattığınızı unutuyorsunuz, ama onları istediğiniz anda değiştirme seçeneğiniz de var. İllüzyonlarınızı büyük acı, keder ve elem öyküleriyle dokuyorsunuz. Bedenlerinize karşı saygısız ve şefkatsizsiniz, aklınızı kullanmıyorsunuz, putlara tapıyorsunuz, hoşgörüsüz, yargılayıcı, nefret dolu, bencil, korkak ve kabasınız! Tüm bunlar niçin? Elbette bu olumsuzlukların ne olduğunu anlamak için! Size diyorum ki, bu dünyadaki tüm yaşamlarınız boyunca ne yapmışsanız, yaptıklarınız asla kötü değildi, asla iyi de değildi, yalnızca şimdiki kimliğinizi oluşturan yaşam deneyimleriydi onlar. Şimdi bu uzun yolculuğun doruğundasınız, bilgeliğin doruğunda. Duygusal anlayış ancak deneyimden geçilerek kazanılır. İşte bu deneyim kazanma erdemine “hayat” denir.
Ruhunuz deneyimlemediği şeylere karşı açlık duyar, çünkü onun deneyimden kazanacağı duygusal veriye gereksinimi vardır. Ruhunuzun bu nedenle yarattığı duyguya sizler istek dersiniz. Bu istek tüm varlığınızı esir alarak sizi bir serüvene, bir deneyime yönlendirir. Deneyim sona erip de duygular yatıştığında, bu deneyim size dünyadaki tüm altınlardan daha değerli bir hazine kazandırmıştır, çünkü sizi bilgelik yolunda daha ileri götürmüştür.
Yaptığınız şeyleri yaparken, o anda ruhunuzda bu deneyimin sizin için doğru olduğunu biliyorsunuz. Deneyime girip bilgelik cevherini kazanmadıkça asla daha iyi bir yol olabileceğini bilemezdiniz. Başarısızlık, sadece ona inananların realitesidir, oysa hayatta kimse başarısız olmaz. Başarısızlık durmak demektir, hiçbir şey asla durmaz, çünkü hayat süreklidir. Asla başarısız olmadınız, daima öğrendiniz. Mutsuzluğu yaşamadan mutluluğu nasıl bilecektiniz? Tüm yanlışlarınız, başarısızlıklarınız, tüm hatalarınız Tanrıya giden adımlardır. Kendi anlayışınız için ne yaratırsanız yaratın, bilincin bütününe her yerde katkıda bulunacaksınız, bu bilincin dışında asla olamazsınız. Yaptığınız her şey Sonsuz Zekayı genişletir.
Geçmişinizin herhangi bir parçasını asla yok etmeyin, hiçbir parçasını, çünkü tüm yüce ve bayağı deneyimlerinizin parçaları ruhunuzda büyük bilgelik incileri oluşturdu. Artık onları bir daha deneyimlemeyeceksiniz, çünkü onları ruhunuza kaydettiniz. Bu kayıtlar hayatın gerçek hazinesidir. Hangi maskeyi takarsanız takın tanrısınız, hangi deneyimden geçerseniz geçin yine tanrısınız! Acıları tüm ağırlığıyla sırtlarında taşıyanlar, bu sizi mutlu ediyorsa taşıyın. Ama onlardan öğrenmeniz gereken her şeyi öğrendiyseniz, bıktıysanız onlardan kurtulun. Nasıl? Onları severek, kucaklayarak, varlığınızda olmalarına izin vererek. Bunu yaparsanız onlar artık sizi asla tutamaz.
Tüm yargıladıklarınızı kucakladığınız, hor gördüklerinizi sevdiğiniz zaman ne olur? Kendi öğrenimleri için bu deneyimlerden geçen kişileri anlayabilir, onlara karşı hoşgörülü ve anlayışlı olabilir, kendi hayat deneyimlerini yaşamalarına izin verebilirsiniz. İşte o zaman “ermiş” olursunuz, başka nasıl ermiş olacağınızı sanıyorsunuz? Hayattan kaçarak, bir mağaraya ya da tapınağa kapanıp tütsü yakarak mı? En bilge, en asil varlıklar, insan serüveninin yarattığı her durumu yaşamışlardır. Onlar fahişe, papaz, guru, çiftçi, katil, kurban, fatih, esir, çocuk ve ana baba olmuşlardır. Başkalarında ayıpladığınız şeyler, kendiniz için kabul edemediğiniz şeylerdir. Eğer her türlü durumu yaşayıp onlarla barışık olsaydınız, o zaman onları kolayca anlar, yargılamadan oldukları gibi severdiniz. İşte o zaman gerçek bir ermişsiniz! Kardeşlerinin tercihlerine saygı göster, onlar ihtiyaç duydukları şeyin peşindeler. Sen kim oluyorsun da bu hakkı onların elinden almaya kalkıyorsun? Çünkü bir zamanlar sen de öyleydin. Daima duygularınızın ardından gidip ruhunuzun sesine kulak verin, ruhunuz size hangi deneyime ihtiyacınız olduğunu söyleyecektir. Duygularınıza gem vurduğunuzda bedeninizde hastalık, nevroz ve bedbinlik başlar. (Sayfa: 235-247)



2 yorum:

Unknown dedi ki...

Bu harika çalışmaların için sana teşekkür etmek istiyorum. Yaptığın bu çalışma sonucunda bir çok kişi girdiği açmazlardan kurtulabilir ve birçoğuda yeni açmazlara sürüklenebilir, sürüklenmelilerde.. Gerçek kimliklerine ulaşmak için bu açmazların içinden geçip kendi gerçekliklerinin farkına varabilmeliler.

Sevgiyle kalman dileğiyle..

Adsız dedi ki...


Her ruhî tebliğ incelenmeli, hemen kabul edilmemelidir.
Bakınız: http://www.angelfire.com/ri2/ruhiselman/rs75.html