4.08.2009


---Dr. Karl Nowotny---
BİR DOKTORUN RUHSAL
DÜNYADAN MESAJLARI

(Birinci Cilt)

RUH VE MADDE YAYINLARI


Dr. Karl Nowotny, (1895-1965) Viyana Üniversitesi’nde psikiyatri ve nöroloji dersleri veren bir profesördü. Birçok bilimsel makale de yayınlayan doktor, ölümünden birkaç ay sonra medyum Grete kanalıyla bu kitapta okuyacağınız ruhsal mesajları vermeye başladı. Mesajlarında açık ve basit bir dille ötealem hakkında bilgiler vermekte, dünyada yaşayanlara sağlıklı bir hayat felsefesi için öğütlerde bulunmaktadır.

DÜNYAYLA ÖTE ALEM ARASINDAKİ İLİŞKİ – RUHSAL VARLIĞIN ROLÜ

Ben sadece can ve ruhtan söz etmek istiyorum, çünkü beden maddedir ve herhangi bir şekilde öte alemle ilgisi yoktur. Maddi olan her şey gibi beden de ölümlü ve geçicidir. Ancak bu yargı bile zamana bağlı bir yorumdur, çünkü gerçeklik açısından hiçbir şey geçici değildir, sadece zamanın akışı içinde başka bir form kazanmaktadır.
Can ve ruh ölümsüzdür. İnsanlar ölen biri için “ruhunu teslim etti” dediklerinde, söylemek istedikleri şey artık onun zeka yönünden aktif olma ve beş duyusunu kullanma yeteneğinin kalmadığıdır. İnsanlar için can ve ruhu birbirinden ayırmak kolay değildir, çünkü her ikisi de gözle görülemez ve beden içindeki yerleri hiçbir zaman idrak edilemez.
Bedeni hissetme ve kontrol etme yeteneğinin genellikle beyne ait olduğu düşünülür. Eğer zekayla insanın düşünebilmesi, çalışabilmesi ve çevreyle iletişim kurabilmesi kastediliyorsa bu mümkündür. Ama ben bu zekayı kastetmiyorum, ben her insanda mevcut ruhsal varlıktan söz ediyorum. Bu yalnız beyinde değil bedenin tümünde yer alır ve beyni sadece aktif olabilmek, iradesini ifade edebilmek için kullanır.
Bu ruhsal varlık bedenin uzuvlarıyla doğrudan bağlantılı değildir, canın içinde yer almıştır. Bir cevizi göz önüne alalım, her şeyden önce cevizin bir içi vardır. Yaşam, devamlılık, çoğalma ve sürekli evrimi sağlayacak her ne varsa cevizin içindedir. Bu yumuşak ceviz içi narin bir kılıf olan zarla kaplanmıştır. Can, tüm bedeni dolduran, ceviz içini saran, onu ceviz kabuğundan koruyan zara benzetilebilir. Can ruh varlığının evriminde koruyucu rol oynar, onun özgür olması ve faaliyeti sırasında herhangi bir engelle karşılaşmaması için gerekli korumayı sağlar. Canı ve ruhu barındıran cevizin sert kabuğu ise bedene benzetilebilir. Kabuk (beden) her zaman rahat ve hoş değildir, ama can ve ruhu içinde barındırmak için tüm normlara ve doğa yasalarına uygun donanıma sahiptir.
Şimdi ruh ve canın ilişkisini ele alalım. Söylediğim gibi ruh değerli özdür, can ise onun örtüsü ya da giysisidir. Ruh veya ruhsal varlık bireyin kişiliğidir, her şeyi o yönetir. Hayatın tezahür etmesi için kişinin serbest iradesi yoluyla bir kıvılcım tutuşturan aktive edici tesir odur. Ruhun canla nasıl bağlantı kurduğunu açıklayamıyorum, çünkü beşer lisanında gerekli kelime dağarcığı bulunmuyor. Ruh maddi açıdan hissedilir bir şey değildir, ancak aktivitesi yoluyla tanınabilir. İnsanlar, ruhun ortaya çıkardığı ve beşeri beş duyunun kullanımı altında olan bazı yaşam belirtilerini ruhla karıştırırlar. Kısaca, ruh varlığıyla ruhsal aktivitenin aynı şey olmadığını vurgulamak istiyorum. Ruhsal aktivite, daha çok evrimleşmek isteyen ve evrimleşmesi gereken ruh varlığının ifadesidir.
Dünya insanı için ruhsal aktivite sona erdiği zaman ruh varlığı yok olmaz. O tahrip edilemez ve sadece bedeni ilgilendiren ölümle bertaraf edilemez, aksine yeniden doğar. Ruh varlığı için asıl hayat mezarın ötesindedir. Dünyaya dönmek, ruh için maddi beden içinde geçirilmesi gereken zindan hayatı demektir. Ölüm, dünyanın ötesindeki yüksek bir aleme doğuş veya orada yeniden diriliştir, çünkü hiçbir ruh varlığı evriminde çok geri kalmadıkça aşağı doğru giden bir evrim yolunu izlemez. Tek bir yol vardır o da devamlı yükselen yoldur, sonu gelmeyecek kadar uzun ve çetin bir yoldur. Ama yükselme eğilimi, her ruhu kendisi için belirlenmiş hedefe doğru gayretle ilerlemeye teşvik eder.
Şu bir gerçektir ki yeni doğan her çocukta aşağı yukarı olgun bir ruh enkarne olur. Enkarnasyonun maddi anlamda bir hapishaneye benzediğini söyleyebilirim, çünkü doğum anında ruhun öte alemle her tür şuurlu bağlantısı kesilir ve oradaki yaşamıyla ilgili tüm anıları silinir. Ruh yeniden öğrenip gelişmeye başlar, elbette bir önceki hayatta öğrenilen ve başarılan şeyler kaybolmamıştır. Bu deneyimlerin yanı sıra, iyi ve değerli özelliklerle kazanılmış evrim düzeyi de insanın yaşama tarzında açıkça görülür. Dünya hayatının bitiminde ruh geldiği yere, zirveye giden yokuşlu yolda daha çok ilerleme gösterebileceği alemlere döner.
Bu yüzden çocukların gelişmesinde benzerlikler görülmez. Ana babaların çocuklarının gelişimini kendilerininkine benzetme çabaları genellikle boşuna zaman kaybıdır. Eğer çocuğun büyüklerinin tayin ettiği yolu izlediği görülürse, bunun sebebi o yolun takdir edilmiş olmasıdır. Çünkü hayat yolunda hangi temel prensipler ve imkanlarla, hangi güçlüklerle karşılaşacağı kaderinde planlanmıştır, böylece ruh varlığı geçmiş hatalarını iyi deneyimler haline getirecektir. (Sayfa: 18-22)

KALITIM VE ENKARNASYON

Ruh anlamında kalıtım söz konusu değildir. Beden annenin bir parçasıdır, onu geliştiren tohum nedeniyle babanın da bir parçasıdır. Ana babayla arasında benzerlik bulunması akla yakındır ve doğrulanmıştır. Birçok organik rahatsızlık doğumla birlikte intikal etmiştir, bilinmese de hiç şüphesiz bunlar bedende mevcuttur. Ruh başka bir konudur. İlahi yasa gereğince yaşayan ruh, bedene enkarne olurken tamamiyle yabancı bir unsur gibi ona girer. Bu olay evrenin sonsuz yasalarına tabidir, en son detayına kadar tüm olaylar böyle tertiplenmiştir. Ruh, daha fazla evrimleşmesi için kendine temel gereksinimlerini sağlayacak belirli bir çevreye, bir önceki ana babasından bağımsız olarak tohumlanır.
Yeni enkarne olmuş bir ruh ana babanın yolunu izlemek zorunda kaldığında, uygun temel gereksinimler orada mevcut olduğu için özellikle o aileye doğmuş demektir, çocuk sadece mevcut olan prensipleri izleyecektir. Çoğu zaman ileri bir ruh mütevazi ve yoksul koşullar içinde dünyaya gelir, amaç eksik kalan arınmanın deneyimini yaşamak ya da ilerlemiş düzeyiyle ana babanın evrimine ve gelişimine yardımcı olmaktır. Hiçbir ruh varlığı diğerlerinden fazlasına katlanmak ya da fazlasını başarmak zorunda değildir. Ayrıca tüm ruhsal varlıklar aynı hızla evrimleşmezler, çünkü bunu yapmaya zorlanmazlar. Her varlık istek ve iradesi doğrultusunda kendine sunulan fırsatlardan yararlanıp yararlanmamakta serbesttir.
Yeri gelmişken şunu da belirtmekte yarar var. Bir ruh dünyadan ayrıldıktan sonra kayıtları kontrol eden, övgüler yağdıran, cezalandıran ya da intikam alan bir Tanrı yoktur. Çünkü her eylem ortaya çıkabilecek sonuçları kendi içinde taşımaktadır. Bir insanın, yaşamı süresince ya da dünyayı terk ettikten hemen sonra kötü bir eylemin, bir suçun bedelini ödemesi önemli değildir, çünkü hiç kimse kötü bir eylemin sonuçlarından kaçamaz. Hayatta dikkat çekmemiş, etkili olmamış gibi görünen iyi eylemler de aynı şekilde ödüllendirilir. Telafi yasası budur. İnsanlar şunu anlamalıdırlar ki bir insanın hak etmediği halde daha iyi maddi koşullarda yaşaması, diğerinin iyilik uğruna sabahtan akşama kadar köleler gibi çalışan bir zavallı olması adaletsizlik değildir. Fizik dünyada böyle bir yaşamın sebepleri geçmiş hayatlarda aranmalıdır, çünkü dünyaya geri dönen her ruh varlığı yaptıklarını kendi iradesiyle yapmakta, yani buna zorlanmamaktadır.
Bu konuları daha üstün bir bakış açısından düşünmek gerekir. Dünya malı kullanılmak ve rahat etmek için verilmiştir, abartılması yanlıştır, bundan özenle kaçınmak gerekir. Her şeye sırt çevirip sadece öte alem için hazırlanmak da aynı derecede yanlıştır. İnsanların sandığı kadar zor olmayan bir orta yol bulunabilir. (Sayfa: 22-25)

HASTALIĞIN NEDENİ HASTA BİR CANDIR – ÖZGÜR İRADE VE KİŞİLİK

Tıp kökten değişecektir. Her hastalığa hasta bir canın sebep olduğu kanaati yerleşince, hastalar artık birer vaka olarak ele alınmayacaklardır. Bunun yerine kişilik tümüyle incelenecek, tedavi (bedensel hasar dışında) ruh ve can üzerinde yoğunlaşacaktır. İnsan denen varlığın merkezi çekirdeği ruhtur. Ruh insanın özgür iradesini, bu yüzden de kişiliğini kendinde toplamıştır. Tüm davranışların asıl harekete geçiricisi olan irade, ruh varlığının gelişmişlik ölçüsüdür.
Ruhla can arasında tahrip edilemez bir kordon vasıtasıyla yakın bir ilişki vardır. Ruh iradesinin her bir tezahürü derhal onun koruyucu örtüsü olan cana iletilir. Ruhun teşvik ve talimatıyla uygun organların istenen şeyi yerine getirmesini sağlayan candır. Sağlıklı bir can, iradenin uyarısını onu yerine getirme fonsiyonuna sahip organa kolayca iletecek durumdadır, hasta bir can bunu yapamaz. Bir canın ne zaman sağlıklı olduğunu saptamak çok özel bir iştir, bunun ölçüsü sadece fizik organların iyi durumda olması değildir, çünkü canın fonksiyonu entelektüel faaliyet denen düşüncelerin denetimini de kapsamaktadır.

CAN HAYATİYETTİR

Yaşayan her şeyin bir canı olduğu hep söylenmiştir. Doğrudur, can saftır ve binlerce farklı formda tezahür eden hayatiyetten ibarettir. Beden ve ruhu ayakta tutar, onları birbirine bağlar. Beşeri can, dünyasal varlıklar içinde kudret bakımından en evrimleşmiş, en olgunlaşmış, bu yüzden de en etkili olanıdır. Sonsuz sayıda telleri olan bir enstrüman gibidir, onu çalabilecek tek varlık ruhtur. Tüm insan canları aynı ölçüde gelişmiş değildir, bu yüzden insanları ince ruhlu, katı kalpli diye sınıflandırırlar. Böyle nazik bir enstrümana layık olduğu özeni göstermek gerekir.

RUHLA BEDENİ BAĞLAYAN UNSUR CAN - IŞIMA RUH GRUBUNU BELİRLER

Canın ruhtan gelen irade uyarısını (impuls) organlara naklettiğini söylemiştik. Bu nakil işlemi, insan bedeninin en mükemmel organı olan sinir sistemi vasıtasıyla gerçekleşir. Sinir sisteminin merkezi ise beyindedir, her türlü faaliyet oradan idare edilir. Tıpta bu durum çok iyi bilinmekte, ama beynin canın yardımı olmaksızın sinir sistemini kullanamayacağı bilinmemektedir.
Ruh, iradesi yoluyla, can da duygusal hayatın ifadesi yoluyla tezahür eder. His sadece duyarlılık değil genel bir algılamadır. İradenin cana nakli elektriksel ya da manyetik bir akım gibidir. Aracı rolünü oynamak her zaman cana aittir, mental isteğin yerine getirilip getirilmeyeceği, bunun nasıl yapılacağı onun takdirine bırakılmıştır. Ruh olmasa insan organlarını çalıştıramaz, çünkü can emir almamaktadır. Aynı şekilde cansız bir beden hayat belirtisi gösteremez, çünkü ruhla bedeni bağlayan güç eksiktir. Aslında böyle bir durum söz konusu olamaz, çünkü ruh ve can ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdır.
Buna rağmen can ve ruhun farklı evrim yolları izlemiş olmaları mümkündür. Çok olgun bir ruh varlığının, aynı derecede evrimleşmiş bir canla birlikte olması şart değildir. Çok sık rastlanan bu farklılıklar insanların tek yönlü gelişmesine yol açar, ya aşırı duyarlı ya da duygusuz olurlar, oysa zihni yetenekleri çok gelişmiştir. Gelişimini denetlemek, ruhuyla canını eşit derecede beslemek her insanın görevidir, ama bu çoğu insanın başaramadığı zor bir iştir. Eninde sonunda olgunlaşarak Yaradan’ın istediği gibi dengeli bir kişiliğe, yani ideal forma kavuşacaklardır. Hasta birine yardım etmek isteyen doktor, ruhla can arasındaki bu dengesizliği fark etmek zorundadır.
Hiç şüphesiz, ister dünyada isterse öte alemde olsun bir insanı tüm özellikleriyle tanımak bizim için kolaydır. Burada her ruhun kendi aurası vardır, auradan hangi evrim düzeyine kadar ilerlediği, hangi ruhsal varlıklar grubuna ait olduğu kesinlikle bellidir. Bizler dünya insanlarının auralarını da görebiliriz, dünyada yaşayan bazı kimseler de bu beceriye sahiptir. Burada hiçbir ruh varlığı dünyada olduğu gibi kendini gizleyemez, aurasından hemen tanınır. Ruhsal varlık gruplarına örnek olarak sanatçıları ve bilim adamlarını verebilirim, ama dünyada bilim adamı diye bilinenlerin hepsi bu gruba dahil değildir. Onların pek çoğu, dünyada kendilerinden çok geride olan kişilerin burada önlerine geçtiğini görerek hayretler içinde kalırlar. Hiç şaşmaz bir ölçü bunu belirler, örneğin bilim adamlarının başlarının çevresinde yeşil bir parıltı vardır, dışa doğru bu renk daha açık bir hal alarak azalır. Renk açık yeşil ve parlaksa evrim düzeyi yüksek demektir. Sadece dünya ilmine saplanıp kalmış, gerçeklerden uzak bilim adamları ise çoğu kere başlarının çevresinde gri renkli bir bulut taşırlar.
Bilinmesi gereken önemli bir nokta da, her insanın dünyaya veda edip bu aleme geçerken tüm dert ve sıkıntılarını, tüm yanlış düşüncelerini birlikte getirdiğidir. Bu tür insanların doğruyu bulmaları öte alemdeki tavır ve inançlarına bağlıdır, bu da biraz zaman alır. İlerlemek ya da yardıma ihtiyacı olan ruhlara hizmet etmek ruhsal bir güç gerektirir. (Sayfa: 29-32)

CAN, RUH VE BEDENİN İŞBİRLİĞİ

Canın başardığı şey gayet sade bir işlemdir. Canla bağlantı kurulması birkaç şekilde mümkün olur. Bu ruhun iradesinin ifadesiyle ya da dışardan gelen ve beden aracılığıyla cana yöneltilen bir izlenim yoluyla olabilir. Ruhta oluşan iradenin ifadesi ortaya çıktığı anda cana tesir eder. Canın ne durumda olduğu, iradenin ifadesini kısıtlamadan kendine çekerek beyne sevk edip etmeyeceği son derece önemlidir. Ancak bu yapılabildiği takdirde beyin uyarıyı, yani canın hayatiyetini kaydeder. Daha sonra eylem beyinde olgunlaşacak ve işlevi yerine getirecek organa nakledilecektir.
Can çok ince dallara ayrılmış hassas bir sinir sistemi vasıtasıyla organlarla bağlantı kurar. Bu bağlantının kurulabilmesi için sinir sisteminin sağlıklı olması gerekir, böylece beden makinesi bir engelle karşılaşmadan işlevini yürütür. Can sinir sisteminden çok daha hassas bir araçtır, sinir sistemi o denli cana bağlıdır ki her anormal eğilim ona nakledilir. Eğer engeller ve anormal eğilimler uzun süreliyse, rahatsızlık veya engelin türüne ve şiddetine bağlı olarak sinir sisteminin hastalanmasına ve organ fonksiyonlarının engellenmesine yol açabilir. (Sayfa: 32-35)

CAN ÜZERİNDEKİ DIŞ ETKİLER – OBSESYON VE TEDAVİSİ

Öte alemden gelen etkiler çok çeşitli olabilir. Şunu unutmayınız ki her bireyin yanında iyi bir ruhsal rehber vardır. Bu rehber kişinin spiritüel olgunluğuna uygun bir varlıktır, onun düşüncelerine yön vermeye ve doğru yolu göstermeye çalışır. Rehberlere dilediğiniz adı verebilirsiniz, bazıları koruyucu melek der, bazıları vicdan ya da vicdanın sesi der. Gözeten, koruyan, yol gösteren, nasıl davranacağımız hakkında öğüt veren her zaman ruhsal rehberdir.
İnsanın yanında sadece ruhsal rehberi bulunmaz, çoğu zaman çevresinde daha başka ruh varlıkları da vardır. Bunlar şefkat ya da sevgilerinden veya başka sebepler yüzünden madde dünyasından ayrılmak istemezler. Öte yandan dünyada var olmanın değerini ya da değersizliğini bilecek kadar olgunlaşmamış, mutluluğun maddi zevk, seks ve servetten geçtiğine inanmış pek çok varlık vardır. Ölümlerinden çok sonra bile bu tür insanlar dünyaya bağlanır, maddi dünyadan ayrıldıklarına inanmak istemezler. Dünyasal servetlerini elde tutamamaları, kimsenin onlara kulak asmaması, tutkularını tatmin edememeleri onlara büyük acı verir. Can sağlığı iyi durumda olan sağlam iradeli varlıklarla pek bağlantı kurmazlar, en fazla onları bir süre rahatsız eder, ama üzerlerinde hakimiyet kuramazlar. En çok tehlikede olanlar henüz kendi içinde bütünlük kazanamamış zayıf karakterli insanlardır. Bu tür insanlar parazit ruhlara direnç göstermekten uzaktırlar. Aslında bu parazit varlıklar da yardıma muhtaçtır, ama canları doğruya yönelme gücünden yoksundur.
Parazit ruhlar tarafından taciz edilen zavallı insanları psişik tedaviyle kurtarmak mümkündür. Ama psişik bilimin genel kabul görmesi için daha yıllara ihtiyaç var. Zamanı geldiğinde psikolojide müthiş bir devrim yaşanacak ve insan hayatının hedefi şimdikinden epeyce farklı bir şekilde ele alınıp incelenecektir. (Sayfa: 44-48)

RUH VARLIĞI VE ÖZGÜR İRADE

İrade her ruh varlığında değişik derecelerde gelişmiş bir fonksiyondur. Eğer irade bastırılmazsa insan bu hayatında kendisi için hazırlanan ödevleri yerine getirebilir. Eğer ruh emirlerini gerektiği gibi iletemeyen hasta bir canın içine gömülmüşse kendisi için tayin edilen hedefe varamayacaktır. İrade her zaman başarıya yönelmez, sık sık ters doğrultudaki bir yolu tutması gerekebilir. Böyle bir durumda iradenin uyarısı yerine gelmiştir. Büyük haz ve mutluluk veren şeylerden uzak durmak çoğu kere hiç de kolay değildir, bunu yapmak büyük irade ister. Feragat, kararlı bir insanda çok değerli olabilen hayatın büyük erdemlerinden biridir.
İnsan için ideal görüşü içeren bir plan bulmak çok zordur. Bir insanın yapabildiği şey diğerine yasaklanmıştır, hiçbir insan beyni bunun nedenine inemez. Bir insanı kendine uymayan bir planı uygulamaya zorlamak da mümkün değildir, ya ondan vazgeçecek ya da mahvolacaktır. Eğer bir insanın öte aleme çağrılmadan önce programını tamamlaması mümkün olmamışsa, evrimi üzerinde çalışmaya orada da devam edebilir, etmesi de gerekir. Unutmayınız ki, insan kendini yargıladığı zaman görevini nerede ve neden yerine getiremediğinin de farkında olacaktır. Cezasını bizzat kendisi verir, yapılacak daha ne gibi görevleri varsa kararlaştırır, dünyada hile yapılabilir, ama burada kimse hile yapamaz! (Sayfa: 52-55)

OBSESYON HAKKINDA BİLİMSEL GÖRÜŞ – ŞİFA METOTLARI

Eğer insan yaşamında doğru yolu tutmuş ve iyi niyetle hareket etmişse henüz gelişmemiş bir varlığı cezbetmeyecek, kendinin ve insanlığın yararına olan görevleri gerçekleştirmesine zemin hazırlayacak uygun bir varlıkla temas kuracaktır. Eğer tesirler doğrudan doğruya ruh varlığından geliyorsa bu ayrı bir konudur. Bu tür kötü tesirler karşısında insanlar da doktorlar da aciz kalırlar. Aslına bakarsanız bunlar tesir değil, varlığın doğasından gelen iradi hareketlerdir.
Kötülük eğiliminden sadece söz edip geçemeyiz. Bilinmelidir ki kötü bir kimsenin içinde herkes gibi daha yüksek bir düzeye çıkma eğilimi de vardır. Ona sevgiyle yol gösterilmesi gerekir, cezalandırılıp aşağılanması değil. Bir insanın ceza ve yaptırımlardan korktuğu için suç işlemiyor olması aslında bir gelişme değildir, gerçek gelişme ve değişim ancak mental düzeyde gerçekleşir.
Akıl hastalıkları ise sıklıkla organların gelişmesi sırasında oluşan bir hatadan kaynaklanır. Eğer beyin uygun şekilde gelişmemişse, ruh varlıklarının en sağlıklısı bile iradesini uygulayamaz, çünkü uyarılar yeterince güçlü bir şekilde cana ulaştırılamaz, can da kusurlu bir beynin etkisi altındaki organları aktive edemez. Şunu da belirtelim ki hasta şekilde enkarne olan hiçbir ruh varlığı yoktur. Öte alemde hastalık, anormallik diye bir şey yoktur, sadece az evrimleşmiş ve çok evrimleşmiş ruhlar vardır. Demek ki, akıl hastası diye bilinen bir kimsede tamamiyle sağlıklı ruhsal bir varlık bulunmaktadır.
Tıbbın akıl hastası olduğunu söylediği kişilerin aslında normal şekilde gelişmiş bir beyni olabilir. Elbette bu sadece ölümden sonra teşhis edilebilir. Burada esrarlı bir olayla karşı karşıyayız, ama akıl hastalıklarının temelinde yabancı tesirlerin bulunabileceğini kabul edecek cesarete sahip değiliz. (Sayfa: 56-59)

İNSAN GÜCÜNÜN SINIRLARI - RUHSAL EVRİMDE ZAMAN HESABI

İnsan gücünün sınırlarını tanımaya çalışmak bireysel psikolojide büyük öneme sahiptir. Bu sınırlar genel kurallara göre belirlenemez, çünkü hepsi kişiselleşmiştir. Az çok etkisi olan tüm faktörleri göz önüne almak gerekir. Sonuçlar kuramın ve uygulama yolunun doğruluğunu gösterir, ama sebep sonuç ilişkisinin yorumlanması farklı bir konudur. Çeşitli hareketlerimizin sebeplerinin, hatırlamadığımız ve hakkında yargıya varamayacağımız bir zamandan kaynaklandığına hiçbir bilim adamını inandıramazsınız. Büyük bilgelikle düzenlenmiş bir sistemdir bu, çünkü bir insanın geçmiş hayatlarının tümünün incelenmesi onun yararına olmazdı, incelenebilseydi kafası çok karışırdı. Şimdilik, insanoğlunun dünyaya gelirken belirlenmiş bir programa uygun yetenekleri beraberinde getirdiğini bilmekle yetinelim. Ancak bu yeteneklerin hiçbir şekilde atalarından miras kalmadığına da dikkat çekelim.
Bir iyi insan, bin kötü insandan daha değerlidir. Aslında her insanın içinde gizli bir iyilik vardır, ama onu uyandırmayı bilmek gerekir. Bu öte alemde bulunan bizler için çok kolaydır, insanların ışımalarından onların içsel değerlerini ve ruhsal olgunluklarını tam olarak görürüz. Böylece uyarıcı gücün tam olarak nereye uygulanacağını da biliriz. Öte alemle iletişim bilimin bir parçası haline geldiğinde, bu ışımayı kaydedecek makineler üretmek mümkün olacaktır. O zaman bilim adamları bu kayıtları inceleyerek doğru değerlendirmeler yapabileceklerdir. Işımanın şiddetine, belki de rengine göre her bireyin evrimini tamamlaması için neye gereksinim duyduğu anlaşılacaktır. Öyle bir zaman gelecek ki büyük hatalar, iğrenç suçlar ta en başından engellenebilecektir. O zaman insanoğlu en yüce değerleri maddi başarıda aramayacak, barışa ve gerçek özgürlüğe uygun davranışlarla dünyadaki yaşantısının hakkını verecektir.
Biz öte alemde zaman birimleriyle düşünmeyiz. Burada güneş hiç batmaz, bizler zaman kavramına sahip değiliz. Tek bildiğimiz bazı ruh varlıklarının birkaç yüzyıl sonra dünyaya geri döndükleri. Aslında bu aralıklar da değişkendir, tamamen bireyin iradesine bağlıdır, ne zaman ve niçin dünyaya döneceğine kendisi karar verir, çünkü seçim özgürlüğüne sahiptir. Bizler için bir yıl gayet kısa bir andır, çünkü yüksek bir düzeyde sonsuz zamanı görmekteyiz. Onu dünya zamanıyla ölçemezsiniz, bize göre ruhun ölümsüz oluşu, zamanın da ölümsüz ve sonsuz oluşunun kanıtıdır. Buna rağmen evrim yolunda bir hayli ilerlemiş bizler bile bizi bekleyen her şeyi bilemeyiz. Ruhsal evrimde sadece ileri gidiş olduğunu bilmek çok önemlidir. İnsanoğlu aslında zavallı, vasat bir varlıktır, ilahi anlamda mükemmelliğe ulaşıncaya dek daha uzun bir süre öyle kalacaktır! (Sayfa: 59-64)

SAĞLIKLI BİR CAN İÇİN TEMEL KURALLAR

Organlara dışardan gelen her aşırı yüklemenin canı etkileyeceğini, onu huzursuz edip zayıflatacağını söylemiştim. Eğer insan canının sağlıklı kalmasını istiyorsa, ne olursa olsun böyle bir halden sakınmalıdır. Maddi konularda ılımlı olmak gerekir. Öte yandan aşırı ılımlılığın sizi arzu ettiğiniz sonuca götürmeyeceğini de bilmelisiniz. Beden az beslendiği takdirde, can organları harekete geçirmek için gereken gücü üretecek durumda olmayacaktır, çünkü yorgunluk, açlık, kansızlık gibi haller organlarımızı huzursuz ettiği zaman ne tür bir mizaca sahip olduğumuzu biliyorsunuz. Organlar zafiyet ya da aşırı yüklenmeden daima can aracılığıyla rahatsız olurlar, çünkü can az çok elektrik akımına benzer şekilde duyguları organlar vasıtasıyla beyne sevkeder ve zihinde idraki gerçekleştirir. Bu yüzden, bedene ve zihne ulaşan her tesir aynı zamanda canı veya hayatiyeti de etkiler.
Organlarımız, beynimiz ve sinir sistemimiz için en uygun pasifite derecesini tespit etmek zorundayız. Uyanıkken beyin her zaman aktiftir, hiç kimse düşünce mekanizmasını tamamiyle durduramaz, ama hafifletebilir, bir yarı uyku hali oluşturup güç kazanabilir. Uyku ise bize derin bir pasifite sağlar, güç kazanmanın en iyi yoludur, deneyimlerimizden böyle olduğunu biliyoruz. Uyurken ruhumuzun ne yaptığı, nerede faaliyet gösterdiği tıp için meçhuldür, daha yakından incelenmeye değer bir konudur. Beyin çalışmadığı zaman ruhun bir meşgalesi kalmaz, bedenden ayrılarak başka alemlerde araştırma yapmaya başlar, ama hayatiyet sağladığı bedenle ilişkisini de korur. Ruh tekrar bedene girdiğinde onu uyandırır, ama insanlar bu gezintiler hakkında hiçbir şey anımsamazlar. (Sayfa: 64-69)

KADER VE HAYATTAKİ GÖRÜNÜMLERİ

Kader her zaman insanlara verebileceğini tam olarak veremeyebilir. Tanrının koyduğu yasalara göre ya bize iyi ve güzel gelen ya da zor gelen gerçekleşecektir. Kader, dünya yaşamı için insana bir temel olarak hazırlanır. İnsan da özgür iradesiyle ya dünya nimetlerinden yararlanmayı ya da ıstırap çekerek güçlükleri yenip spiritüel yolda olgunlaşmayı seçer.
İnsanın kaderinden kaçamayacağı söylenir, bu çok tekrarlanan bir laftır, ama boş bir laftır, yanlıştır! Eğer birbirini izleyen enkarnasyonlarda yaşamın seyrini hiçbir şekilde etkilemeden yaşıyor olsaydık hayatımızın ilginç bir yanı kalmazdı. Ama kaçınılmaz olanı da ıskalayamazsınız, maddi değerlere fazla bağlanmış bir insanın başka bir enkarnasyonda gerçek ihtiyaçlarını öğrenmek için belki de çok yoksul bir hayat yaşaması gerekecektir. Önceki hayatlardan birinin yoksul koşulları da, zenginlikleri de kaderde hesaba katılmıştır, bunlar ruh varlığının evrim yolunda üzerinde çalışacağı temeli belirler.
Bir insan dünya hayatında son derece zengin olabilir, ama servetini uygun şekilde kullanmayı bilmezse zenginlik ona pek fayda sağlamaz. Çünkü güçlük, sefalet ve hastalıklarla dolu bir hayatı şükranla demeyelim de asil ve kişilikli bir şekilde yaşayan kimseye oranla onun evrimi daha yavaş olacaktır. Pek çok kişi kara bahtından dolayı mutsuzdur, ancak manevi olgunluğa ulaştıktan sonra yaşadığı güçlüklerin değerini anlar. Ne yazık ki sadece zenginliğin mutluluk getirdiği kanaati hala yaygın durumdadır. Varlıklı kişi, maddi değerleri mütevazi imkanlara sahip kişiye oranla daha çok önemsediği sürece paranın kölesi olmaya devam edecek ve yüce değerlere sırt çevirecektir.
Dünya hayatındaki şanlar şerefler ve etkileyici mevkiler hiçbir şekilde ruhsal olgunlukla eşdeğer değildir. Ruhsal evrim düzeyinin dünyadaki entelektüel düzeyle aynı şey olmadığını da belirtelim. Evrim ruhsal varlığın olgunlaşmasıdır ve kalıcıdır, her şeyi kucaklayan sevgi ve bilgiyle aklın uzlaşmasıdır. Büyük bilim adamlarını, sanatçıları ve politikacıları gözünüzün önüne getirin, olgunluk kriterlerine kaçının sahip olduğunu düşünün, onlara pek azı sahiptir. Çoğu kendini maddi başarılarla sınırlamıştır, oysa tek yönlü bir hayat hastalık belirtisidir, günün birinde canın görevlerini unutmasına sebep olur. Zekanın aşırı gelişmesi, genellikle canın ihmale uğramasına ve sonunda ortaya bir dengesizlik çıkmasına yol açar. Çünkü zeka candan daha çabuk gelişir, bu durumdaki bir insan entelektüel aktivitesini duygusal hayatına uygun hale getirmek zorundadır. (Sayfa: 165-169)

KENDİNİ EĞİTME VE RUHSAL REHBERLER

Hayata yanlış bir bakış, hoş olmayan sonuçlar doğurup ilerlemeyi engelleyebilir. Çoğu kimse ruhsal evrim hakkında düşünmeyi istemez. Bu tür insanlar dünyada sadece bir kez yaşadıklarına inanmışlardır, öte alemdeki belirsiz bir hayat hakkında düşünüp tasalanmayı sadece gereksiz değil aynı zamanda uygunsuz bulur, dünya nimetlerinin tadını çıkarmaya bakarlar. Bunlar kelimenin tam anlamıyla materyalisttirler, zaten dünyaya var oluşun doruğu saydıkları için dönmek istemişlerdir.
Evrimi hedef alan bir programla dünyaya gelen, ama materyalist çevreleri yüzünden doğru yolu bulamayan insanlar için durum farklıdır. Bu çelişkiden dolayı ıstırap çekerler, hedeflerine erişip erişemeyecekleri iradelerinin gücüne ve ruh hallerine bağlıdır. İyi niyetlerle ve ruhsal evrim arzusuyla dünyaya gelen bir varlık, çevresinin kendine empoze ettiği görüşün beklentilerine uygun düşmediğini hemen keşfedecek ya da şüphe içinde kalacaktır. Maddeyi her yönden ölçüp biçecek, sonunda birlikte getirdiği hayat planına uygun bir çıkış yolu arayacaktır. Şunu unutmayınız ki kişinin kendi ruhsal standardını değerlendirmesine imkan yoktur, ayrıca insanlar aynı evrim düzeyinde değildir, birbirlerinden çok farklı ruhsal standartlara sahiptirler.
Öyleyse insan kendi hakkında doğru bir fikir edindiğini, davranışlarını doğru şekilde yargıladığını nasıl bilecek? Herkesin bir vicdanı vardır, içindeki o ses güvenebileceği bir yol göstericidir. Bu bilgi her insanın hayatında giderek büyüyen bir önem kazanmalıdır. “Sakin bir vicdan gök gürültüsü altında uyur” sözü boş laf değildir. Gerçekten de öyledir, insanın vicdan dediği rehber ruhsal varlığıdır, yani ruhudur. Herkesin yanı başında bir rehber varlık bulunur, içtenlik ve iyiniyetle sorulduğunda daima doğru cevabı verecektir. Öte alemde bu iş daha kolaydır, çünkü varlık orada rehberlerini ve yardımcılarını görür, ama yine de onlara güvenmek ya da önerilerini yerine getirmek kendi kararına bırakılmıştır. Kendini eğitmek demek, pozitif güçlere iman eden, ama negatif olan her şeyi reddeden sağlam bir irade demektir. (Sayfa: 169-174)

İNSAN DOĞASININ BİLGİSİ VE UYGULANIŞI

Bir çocuğun, ailesindeki standartlardan farklı yetenek ve özellikler göstermesinin ne kadar büyük güçlük doğuracağını kolayca tahmin edebilirsiniz. Çocuk ruhsal gelişmişlik açısından ailesinden daha yüksek bir potansiyele sahipse çok büyük bir karmaşa ortaya çıkacaktır, çünkü davranışlarının hiçbir açıklaması bulunamaz. Ayrıca çocuk her şeye rağmen kardeşlerinin standardına inemeyeceğinden bir hayal kırıklığı da yaşanacaktır.
Ruhsal özelliklerin kalıtımla geçmediği bir prensip olarak kabul edilmelidir, yalnız çevreden gelen arızi tesirler vardır, insan bunları tanıyıp öğrenmek zorundadır. Her şey bu tesirlerle karşı karşıya kalan canın gücüne bağlıdır, yani tesirleri uzaklaştırmak ya da onları kendine mal etmek. Psikoloğun bu konuda ne gibi güçlüklerle karşılaşacağı açıktır. İnsanlar bir kimsede görülen özelliği kendi özelliği sayma eğilimindedir. Bu özellik ona sonradan aşılanmış olsa da, yani kişiliğin doğasında mevcut olmasa da durum aynıdır. İkisinin arasındaki farkı görmek, yani neyin karakteristik bir özellik, neyin sonradan edinilmiş bir özellik olduğuna karar vermek çok zordur, pek çok durumda imkansızdır.
İnsanlık yeni doğmuş her çocuğun tam bir hayat planıyla donatılmış olarak geldiğini, ama bunu uygulayıp uygulamamada özgür bırakıldığını kabul edecek bir düzeye gelince, yetişkinlerin çocuğa üstünlüğü güneş altındaki karlar gibi eriyip gidecektir. İşte o zaman insan çocuğun beşiğinin yanı başında bir kaşif gibi onu inceleyecek, hür iradesinin ortaya çıkması için özel bir çaba harcayacaktır. (Sayfa: 182-189)

ÇAĞRININ İLAHİ ANLAMI

İlahi çağrı, bizim bile göremediğimiz spiritüel yüceliklerden gönderilen bir lütuftur. Temel özelliği belli bir alanda özel yeteneklerdir, ama tüm insanlığın hizmetine sunulacak yetenekler. Bunlar hiçbir zaman güç kazanma tutkusunu körükleyen konuları kapsamaz. İlahi çağrıda yüksek bir olgunluğa sahip olmak şart değildir, genel akışın üstündeki bir düzeye çıkanlara, ama hala yolun başında olanlara ihsan edilebilir.
Tüm büyük keşifler dünya ötesi alemlerden gelmektedir. Hiç kimse kendine yol gösteren yüce rehberi olmadan yeni bir şey keşfedecek durumda değildir. Mucitler nadiren şöhret ve servet sahibi olabilmişlerdir. Onlar başarının sadece kendilerinden gelmediğinin pekala farkındaydılar, yüce hayat felsefeleri icatlarını bir çıkar aracı haline getirmelerini önlemiştir. İnsanlar çoğu zaman yoksulluk içinde ölen bu insanlara acıma eğilimindedirler, oysa durum hiç de öyle değildir, onlar daha yüksek bir düzeye evrimleşmişlerdir.
Büyük inisiyeler ve Mesihler sürekli yeryüzünde kalmazlar. İlahi Takdir’in doğru zamanın geldiğine karar vermesiyle dünyaya gönderilirler. Büyük müzisyenlerin seyrek aralıklarla inmeleri ayrı bir lütuftur. Mesihlerin öte alemin büyük önderleriyle bağlantı kurarak onlardan yardım almaları gibi, büyük besteciler de evrenin doğaüstü güçleriyle bağlantıdadır, insanlığa ilettikleri müziği yüce alemlerden alırlar. Bu sanatçılar çok üstün ruh yüceliklerinden gelen ışınlara uygun alıcılardır, gönderilen ışınların gücü o harika eserlerin yaratılmasını sağlar. Hepsi de kelimenin tam anlamıyla birer medyumdur ve ruhlarının evrim derecesine bağlı olarak alemlerin en güzel ses tonlarını kullanabilirler. İyi müzik dinlediklerinde insanlar giderek spiritüel olgunluk kazanır, sonsuz gücü olan müziğin alıcısı ve yaratıcısı olurlar.
Zihni ve ahlaki gelişme, müzikle icra edilen şarkı sanatından ve şiirle ifade edilen sözlerden doğar. Kalıcı sanat yaratabilen şair çoğu zaman medyumluğa yönelmiştir. Bu alemdeki şair mizacını daha önceki bir hayattan getirir, öte alemden de yardım alır. İsteğine ve ruhsal gelişimine göre öte alemdeki uygun bir düzeyden etkili ışınlar kendisine ulaşır. Artık iyi ve değerli olan şey hakkında daha yüce bir bakış açısından hüküm verilmelidir. Az sayıda insanın ilgisini çekip hayranlık uyandıran bir esere oranla, daha çok kimsenin hoşuna giden bir eser sadece bu nedenle bir sanat eseri sayılamaz. (Sayfa: 213-221)

DÜNYADA VE ÖTE ALEMDE AKRABALIK

Dünya yaşamında akrabalık fiziksel çoğalmanın sonucudur. Baba ve annenin de evlenme yoluyla akrabalık kurduğu kabul edilebilir ve uygarlık çerçevesi içinde bu kesinlikle gereklidir. Ama bu gerçek akrabalık değil evlilik yoluyla yakınlaşmadır. Sadece dünya yasaları kadın erkek arasında aile ilişkisi arar, sonsuz hayatı yöneten öte alem yasaları değil. Enkarnasyon ilahi yasalar uyarınca gerçekleşir, keyfi ya da rastgele bir olay değildir. Ana babalarla çocuklar arasında benzer zihinsel yeteneklerden, kişilik benzerliklerinden sıklıkla söz edilir. Buradan çıkan sonuç çocukların mizacının açıkça irsi olduğu, iyi kötü tüm huylarından ana babaların sorumlu olduğudur. Bu sonuca varmak belki doğaldır, ama asla doğru değildir.
Gerçek evlilik, sonsuz yasalara göre zaman içinde bir düalitenin (ikiz ruhun) birleşmesine izin verildiği ve planlandığı zaman gerçekleşir. Bu tür birleşmede hiçbir kriter yoktur. Demek ki, birbirinin kaderine yazılmış iki ruhsal varlık için özel spiritüel bir olgunluk şart değildir. Eğer böylesine yakın iki ruh dünya yaşamında birbirlerini bulmuşlarsa gerçekten iyi bir dost, karı koca veya baba oğul şeklinde birleşmeleri mümkündür. Aralarındaki bağ daima uyumlu olacak, çevrelerindeki insanlar bu uyumu hissedeceklerdir. Her iki ruh da bunu tam anlamıyla hissetmeyebilir, dünyadaki yaşamın büyük sırrı işte budur!
İkiz ruhların dünyasal birliğine büyük eprövler de (deneyim) katılmış olabilir. Biri diğerinin görevini yerine getirmesine ve ruhsal evrimini gerçekleştirmesine yardım edebilir. Dünyasal anlamda fikir ayrılığı ve eşit olmayan standartlar bazen gelişmeyi ve huzuru bozuyor gibi görünse de, ikiz ruhlar hiçbir zaman eşlerinin gelişmesini engellemeyeceklerdir. Yeryüzündeki kavramlarla öte alemdekileri karşılaştırmak hiç de kolay değildir. Öte alemdeki her ruhsal varlık ikiz ruhunun nerede bulunduğunu tespit edecek durumda değildir. Eğer bir kimseye kozmik eşini bulma izni verilmişse bu özel bir lütuf sayılır. O zaman evrim hızlanır ve birlikte doğru yolu bulmalarına izin verilen ruhlar iki kat güçlenirler.
İkizlerine kavuşmalarına izin verilen yücelmiş ruhlar inanılmaz derecede evrimleşirler. Daha az evrimleşmiş canlar ve ruhlar da kendi ikizleriyle birleşebilirler. Ama bu lutfa layık olmadıklarını gösterecek bir şey yaptıkları takdirde yeniden ayrılacaklardır. Uyum için iyiniyet olmadığı, dünya malı edinme hırsı baskın çıktığı takdirde yine ayrılacaklardır. Öte alemde olacak olan da bunun aynıdır. (Sayfa: 244—248)

DÜNYA İLE ÖTE ALEMİN KIYASI – ALİMLER HALKASI

Biz öte alemde gelişmemizi sürdürebilmek için dünyadaki gibi yiyip içmeye ve bakıma ihtiyaç duymayız. Gözle görülüp elle tutulmayan her şeyin sizce hayal veya gerçek dışı sayılması sağlıksız ve kısıtlayıcı bir tavırdır. Hayat okulu dünyayı terk etmekle sona ermez, dersler burada da kaldığı yerden devam eder!
Fizik bedenlerimiz olmasa da ışık bedenimizle tıpkı insanlar gibi göründüğümüzü söylemeliyim. Bunu kendi başımdan geçenleri anlatarak izah edeyim. Artık madde dünyasında yaşamadığımı kabullendikten sonra buraya geldim ve yüce bir varlık olan rehberim tarafından karşılandım. Bu alemde bedenlerimiz dünyadaki son haliyle değil, yaşlılık belirtileri ortadan kalktığı için daha genç görünür. Ben hayati enerjime tümüyle sahip olarak geldim, yani bunu sağlamak için zaman harcamadım. Tek engelim öte alemin varlığı konusundaki şüphelerimdi, rüya gördüğüme inandığım sürece öte alem mekanına giremiyordum. İşte o zaman bir alimler halkasına rastladım, dünyadakinin aksine burada çok içten ve sıcak karşılandım. Benden evvel bu aleme göçmüş meslektaşlarımı (doktorları) görüyor ve işitiyordum, ama konuşmalara katılamıyordum. Görme ve işitme derken bir konuşma organına sahip olduğumuz sanılmasın, biz konuşmaz ama düşünceleri okuruz. Bir süre sonra ben de tartışmalara katılmaya başladım.
Burdaki ve dünyadaki toplumsal çalışma arasındaki fark şu. Burada bencillikten uzak gerçek ekip çalışması yapılıyor, dünyada ise başkalarına üstünlük sağlama dürtüsü ağır basıyor. Elbette bu evrime zarar veriyor ve nice yeteneklerin, nice dehaların insanlık adına büyük kazançlar elde etmesini engelliyor. Burada her şey kesin kurallara göre düzenlenmiş, örneğin zamanı gelmeden dünyaya bilgi aktarmaya izin verilmiyor. İnsan dünyada ne kadar evrimleşmişse, burada gireceği halkanın düzeyi de o kadar yüksek oluyor. Bilgi ve eğitimin burada bir rolü yok. Halkanın düzeyini kişiliğin gelişme derecesi ve tezahürü belirliyor. İnsanın dünyada nerede hizmet gördüğü de bir önem taşımıyor, çünkü burada ruhsal evrim için hazırlanan görevler karşısına çıkıyor. (Sayfa: 248-255)


Hiç yorum yok: