21.05.2007

SPİRİTOLOJİ, PARAPSİKOLOJİ, UFOLOJİ
TEMEL ALT YAPI KİTAPLARI
CİLT : 6
BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI

DÜNYA OPERASYONU

HOOVA Mesajlarından : “Bilgi Kitabı zamanı gelince ortaya çıkacaktır. Kitap ortaya çıktığında insanlığın tanık olabileceği en tarihi olay olacaktır. Asıl çalışma ilerde olacak, asıl çalışma Bilgi Kitabı’dır. Kitap şimdiden sizin tarafınızdan bulunmak üzere öylece bekliyor, ancak henüz vakti gelmedi!”

Okült öğretinin önde gelen temsilcilerinden Madam Blavatsky, 1888’de yazdığı ‘Gizli Doktrin’ adlı kitabında Altın Çağ’ın doğuşuyla ilgili bir Bilgi Kitabı’ından bahsetmektedir. Bu kitap diğer kutsal metinler gibi sembollerle örtülü olmayacak, apaçık bir kitap olacaktır. Kitapta evrensel bir sistemin planı çizilecektir. (Dipnot. Sayfa: 79-80)

Bilim adamı Andrija Puharich’e Bayan Phyllis kanalıyla mesajlar veren Tom adlı varlık, bundan 34 bin yıl önce evrenin üç ayrı bölgesinden gelen üç kozmik uygarlığın dünyada ileri bir uygarlık kurduğunu, ama uzaydan gelen bir müdahaleyle bu uygarlığın son bulduğunu söylüyordu. Amerikalı doğubilimci Prof. Jim Hurtak, uzaylıların ilk kez Tibet’in kuzeyindeki Tarım Havzası’nda bir uygarlık kurduklarını ve tarih boyunca dünyaya sık sık müdahale ettiklerini ileri sürüyordu. Andrija, Tom adlı varlığın verdiği koordinatlara baktığında, profesörle Tom’un aynı yerden söz ettiklerini anladı, Tibet’in kuzeyindeki Tarım Havzası’nı gösteriyordu koordinatlar. Tom’un sözünü ettiği uygarlık, Uygur Türkleri tarafından kurulan Aksu Uygarlığıydı. Efsanevi Atlantis Uygarlığı Aksu’dan göç etmiş bir grup tarafından kurulmuştu. Atlantis galatlaşmış bir isim olup aslı Altean’dır. Şu andaki dünya uygarlığından çok daha ileri bir uygarlıktı. Sekse düşkünlük Atlantis’in sonunu getirdi. MÖ. 11 bin yılı dolaylarında yok edildiler.
Tom adlı varlık Atlantis’in yok edilişiyle ilgili olarak şunları anlatıyor: “Atlantis tıp alanında sizin şu andaki düzeyinizden daha ileriydi. Sizin elektronik bilginiz onlarınkiyle kıyaslandığında çok ilkel kalır. Objeleri harekete geçirmeyi, bedenleri bir yerden başka bir yere ışınlamak için zihnin nasıl kullanılacağını biliyorlardı. Eğer sekse düşkün olmasalardı parlak bir uygarlık olacaklardı. Sahip oldukları bilgiyi akıllarını geliştirmek için değil, seks uzuvlarını geliştirmek için kullandılar. Oysa tıpları beyin dahil tüm uzuvları nakledebilecek düzeye erişmişti. Ömürleri binlerce yıl sürecek kadar uzundu.
“Ama biz çok kızmıştık, belki de dünya yaşamının zorluğunu iyi anlayamamıştık, ama şimdi daha merhametliyiz. Bu büyük öfke anında merkezden uzak koloniler yok edilememişti. Asıl kara kütlesi sulara gömüldüğünde, diğerleri yanında masum insanlar da yok oldular. O günlerde dejenere olmuş varlıklar şimdi dünyada değişik bir form içinde bulunuyorlar. Bu yeni formun evrimlerine bir katkısı olup olmayacağını bilmiyoruz. Ama seçimi özgür iradeleriyle kendileri yaptılar, yunus olarak enkarne olmayı seçtiler. Dünya denen bu planette Tanrısal zekaya sahip olanlar sadece insanlar ve yunuslardır. Yunuslar birçok insana kıyasla daha aydınlanmış canlardır. Onlar insan ırkına yardım etmek için buradalar. Siz insan olarak başka bir hayvanın formuna giremezsiniz, ama isterseniz yunus olabilirsiniz.
“Adem ve Havva hikayesi 34 bin yıl öncesinden kalmadır, kutsal metinlerde zikredilen yer Tibet’in kuzeyindeki Tarım Havzası Aksu’dur. Uygarlıkların çöküşünün gerçek sebebi, İsrail halkının misyonunu yerine getirmede gösterdiği başarısızlıktır. Teknolojiniz atmosferi ve suları kirletmeye devam ederse, 200 yıl sonra bir buzul çağına girmeniz kaçınılmaz görünüyor. O zaman bu planet üzerinde kapana kısılıp kalacak canlar ebediyen kendilerini kurtaramayacak, sürekli olarak fizik arzularla ilgilenip evrimleşemeyeceklerdir.” (Sayfa: 10-17)

Rehber Ruh TOM’dan Mesaj : “Zenciler bu planetin orijinal ırkıdır, onlar buraya tohum olarak bırakılmış değiller, elementaller dediğiniz varlıklardan evrimleşmişlerdir. İsrailliler, liderleri Yehova olan Hoova kozmik uygarlığının soyundan gelirler. Onlar melez bir ulustur, iki ya da daha fazla planetin karışımıdırlar. Güçlü bir nefsaniyetleri ve özgür iradeleri vardır, bu gezegenin tüm uluslarını temsil ederler. Seçilmiş olduklarını söylerken anlatmak istediğimiz şudur, eğer İsrailliler programlarını uygulamış olsalardı şimdi içine düştüğünüz duruma düşmemiş olacaktınız, çünkü o zaman dünyadaki her insan seçilmiş olacaktı. İsrail ulusunda, planet üzerindeki ulusların herbirinin temsilcileri vardır. Bu ulusa ulaşılabilirse, onun enerjisi öteki ulusların hepsine geçecek ve binlerce yıl evvel olması gereken şey gerçekleşecektir. Onlar özel oldukları için seçilmiş değiller, görev için seçildiler. Seçilmiş olmak seçkin olmayı gerektirmediği gibi, bir takım büyük zorlukları da beraberinde getirir.
“Aksu çekirdek uygarlığından göç eden gruplardan biri Mezopotamya’ya yerleşmişti. MÖ. 2000’de Hoova uzay uygarlığı dünyanın evrim düzeyini yükseltmek için bu grubu seçti. Dünyayı bir sonraki evrim aşamasına taşıyacak ıslah edilmiş bir insan soyu üretme deneyini Urlu Hz. İbrahim başlattı. Yeni bir melez ırk üretmek için genetik koda ‘genetik mühendislik’ yoluyla Hoova’nın özü yerleştirilecek ve bu ırk insanlığı evrim yolunda bir sonraki aşamaya taşıyacaktı. İlk genetik ıslah çalışmaları Hz. İbrahim’in oğulları üzerinde yapıldı. Giderek dünyanın tüm ulus ve ırklarından döl alarak genetik yapısı güçlendirilmiş bu ırka aşılandı. Seçilmiş ırk, bu genetik yapıya Hoova’dan kendine miras kalan beceri ve bilgileri de katarak insanlığın şuurunu yükseltecekti.
“Tekvin’in 17. ayetinde Yehova’nın bu konuda Hz. İbrahimle yaptığı akit anlatılır. “Birçok milletlerin babası olacaksın…ve seni ziyadesiyle semereli kılacağım ve seni milletler yapacağım ve senden krallar çıkacaklar.” Fakat Yahudiler görevlerini ve kozmik kökenlerini unutup kendi aralarında evlenen etnik bir grup haline geldiler. Hoova, himaye ettiği bu grubun delalete düştüğünü görünce onlara misyonlarını hatırlatmak için işe karışmak zorunda kaldı ve MÖ. 13. yüzyılda Yehova Hz. Musa olarak enkarne oldu.
“Hz. Musa’nın liderliğinde şeriat realitesine bağlı olarak toparlanan Yahudiler, bir süre sonra kökenlerini ve amaçlarını yine unuttular. Romalılar Musevilerin vaat edilmiş topraklarını ele geçirince sosyal ve spiritüel kargaşa iyice arttı. Bunu fırsat bilen Yehova bir kez daha enkarne oldu. Bu kez insanlığın karşısına bir sonraki evrim aşamasının modeli olan Hz. İsa olarak çıktı. Hz Musa olarak getirdiği Şeriat Prensibine, şimdi Hz. İsa olarak Sevgi Prensibini de ekliyordu.
“İncil’de yazılanların hepsi doğru değildir. Hz. İsa’ya yapılan ihanet ve çarmıha gerilme önceden planlanmış bir kader değildi. Eğer Museviler Hz.İsa’yı liderleri olarak kabul edip onu izlemiş olsalardı, peygamber onlara ve dünyanın tüm halklarına dönüşümün yolunu açacaktı. Dolayısıyla İsa’nın çarmıha gerilmesi de, o motif üzerine kurulan din teolojisi de, Musevilerin misyonlarını yerine getirmede gösterdikleri yeni bir başarısızlıktan başka bir şey değildir. Çarmıha gerilme de, yeni kurulan din de orijinal planda yoktu.
“Museviler daha sonra anayurtlarından oldular ve dünyanın dört bir yanına dağıldılar. İçinde yaşadıkları kültürlere bilgi ve buluş bakımından katkıda bulunmalarına rağmen, o kültürlerle hiçbir zaman kaynaşamadılar, hatta onların kimliklerini ve geleneklerini kıskanır oldular.Yakın zamanlarda İsrail Devletinin yeniden kurulmuş olması, gerçek misyonlarının kendilerine hatırlatılması bakımından bir fırsat oldu. Ancak, onlar vasıtasıyla dünya evriminin gerçekleştirilmesine ilişkin orijinal plan ve programın uygulanması için artık vakit çok geç! Durumun ciddiyetini bilen Hoova, bu yüzden yeni bir politika, bir tür şok stratejisi benimsemişti. Buna göre, bir hazırlık dönemi geçirilecek ve ardından uzaylılar dünyaya ineceklerdi. Bu kez hazırlık süreci insanlığın ilahlaştırabileceği tek bir kişinin değil, Hoova’nın kudretleri bahşedilmiş birden fazla kişinin ortaya çıkarılmasını kapsıyordu. İşte Uri Geller bunlardan biriydi. Ayrıca, İsrail halkında gezegensel ve kozmik şuurun geliştirilmesi de devam edecekti, çünkü İsrail halkı tüm dünya halkları içinde en inatçı, en yola gelmez olanıydı. Onlar yükseltildiği ve kozmik şuura vardırıldığı takdirde, diğer halkların aydınlanmamaları için hiçbir sebep kalmayacaktı!” (Sayfa: 18-21)

Rehber Ruh TOM’dan Mesaj : “Yuhanna’nın Vahyi, Vaftizci Yahya tarafından Hz. İsa’yı vaftiz etmeden önce alınmıştı. Yahya bu sayede İsa’yı tanıdı. Ölümünden sonra Vaftizci, Patmos Adası’nda sürgünde olan Yuhanna’ya bir vizyon halinde vahyi aktardı. Yuhanna’nın Vahyi’nde Tanrı’nın çevresinde bulunan 4 hayvan dört yönü, 24 yaşlı varlık ise kozmik uygarlıkları temsil eder. Altea, Hoova, Aragon, Ashand bu kozmik uygarlıklardan bazılarıdır ve alt konseyin bir bölümünü oluştururlar.
“1975 yılı, Yuhanna’nın Vahyi’nde üçüncü mührün açıldığı zamana denk gelmektedir. Yağız at üzerindeki adamın elinde tuttuğu terazi dengeyi sembolize eder. Dünya manevi dengeye kavuştuğunda dördüncü mührün açılmasına gerek kalmayacaktır. 1971 yılı Aralığı ise birinci mührün açıldığı zamandır. Beyaz atlı süvarinin elindeki yay, yay yıldızı da denen Sirius’un dünyadaki misyonunun başlangıcı ve Yehova’nın (İsa’nın) gelişinin hazırlıklarının yapılmaya başlandığı tarihtir. Ayrıca şunu iyi bilmelisiniz ki, Vahiy kitabındaki mühürlerin her biri, kendinden önceki mührün tamamlanıp tamamlanmadığına bağlıdır. Eğer dünya halkları bir uyuma ve anlayışa kavuşabilirse dördüncü mühre gerek kalmayacaktır.
Mükemmelliği ararken kendinizi fazla zorlamayın, çünkü fizik dünyada mükemmellik diye bir şey yoktur!” (Sayfa: 25-26)

Rehber Ruh TOM’dan Mesaj : “Kainatı devasa bir terazi olarak düşünün, biz bu terazinin ekseniyiz. Bir kefesinin negatif, öbür kefesinin de pozitif olduğunu gözünüzde canlandırın. Dünyanın bulunduğu taraf dengeyi bozmaktadır. Oysa negatif ya da pozitif varlıklar bizi dengeleyen varlıklar değildir, çünkü biz merkezdeyiz. Kainatın güçleri merkezdedir, pozitif ve negatif bizim iki yanımızda yer alır. Dengeli olmayan pozitif de, dengeli olmayan negatif de tehlikelidir. Aslında iyi ve kötü yoktur, denge vardır. Pozitif, negatife ait anlayıştan yoksun olduğu zaman en az negatif kadar tehlikelidir!
“Fizik bedeniniz yorgun düştüğünde, dinlenme ve uykudan yoksun kaldığında bazı varlıklar müdahalede bulunabilir, dengenizi bozabilirler. Negatifle pozitif arasındaki dengeyi kurmak zorundasınız. Tamamiyle pozitif olmak doğru olmadığı gibi, tamamiyle negatif olmak da doğru değildir, ama kainatta tamamiyle pozitif ya da tamamiyle negatif olanlar vardır. Bu durum elbette bir dengesizlik yaratır. Sizin misyonunuz bu planeti dengeye getirmektir. Planet tartılmıştır ve ağırdır, sizin deyiminizle negatif vibrasyondadır. Biz bunu sizin zamanınıza göre yıllarca önce keşfettik. Planetinizdeki dengesizlikten ötürü negatif güçler yönetimleri ellerine geçirdiler, sorun yaratan işte budur.
“Kozmik negatifle dünyasal negatif aynıdır. Size burada karşı çıkanlar, kozmosta size karşı koyanların elçileridir. Karşı safta yer alan kozmik uygarlıklar, bu planetin ve öteki planetlerin negatiflikleri ile beslenirler. Açgözlülüklerini, nefretlerini, hırslarını, mal mülk tutkularını dünyanızın varlıklarına aşılarlar, böylece daha fazla güç üretebilirler. Yaratılan enerjinin daha sonra kainatları yaratmada kullanıldığını düşünürseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Karşı taraftaki güç çok kudretlidir, kural tanımadığı ve hiçbir ahlaki esasa dayanmadığından fiziki bakımdan çok güçlüdür. Bu durumda negatif güçlerin dengelenmesi gerekir, eğer pozitif güçler deneyimsizse dengeleme zorlaşacaktır. Bu kozmik bir savaştır. Karanlık güçler ışık güçlerine galebe çalacak olursa, bireyin canı artık özgür olmayacak, negatifin güçlerini besleyen bir esir olacaktır!” (Sayfa: 28-32)

Medyum Bn. PHYLLİS : “Bu planetin neden bu kadar önemli olduğunu anlamıyorum! Sanki çok kötü bir yer gibi, bu planet kainata ayak bağı oluyor. Çok gerilerde kaldı, beklenilen gelişmeyi gösteremedi. Eğer ilerleme kaydedemezse diğer uygarlıkları da etkileyeceğini söylüyorlar. Nefsaniyete öylesine gömülmüş, öylesine uyumsuz, öylesine dengesiz durumda ki, Ana Plan ve Programı aksatıyor!
“Bana tüm galaksilerin, planetlerin ve nesnelerin zincirini gösterdiler, inanın bu planet öyle aptalca, öyle sersemce işler yapıyor ki! Anladığım kadarıyla biz güneş sistemimizin işleyişini bozacak işler yapmışız. Güneş sistemimiz de galaksinin işleyişini aksatmış, galaksi de kainatın Ana Plan ve Programını aksatıyor! Bizim yüzümüzden geri kalan başka güneş sistemleri ve galaksiler var. Sorun, tüm kainatta bizimkine benzer bir başka planetin olmayışı.
“Bana aktarılan bir diğer bilgi de, kainattaki her varlığın şu ya da bu zaman kesitinde dünyamız üzerinde yaşaması gerektiği. Eğer bu planetin başına bir iş gelecek olursa, bu olaydan henüz burada olma şansını elde edememiş tüm varlıklar da etkilenecek. Uzaylıların yeryüzüne inmelerinin bir nedeni de dünyayı son zamanlarda maruz kaldığı spiritüel ve ekolojik krizden kurtarmak.” (Sayfa: 36-38)

Rehber Ruh TOM’dan Mesaj : “Bizim bir fizik bedenimiz yok, ancak gerektiğinde fizik bedenden oluşan bir ‘palto’ giyebiliriz. Neye benzediğimizi size açıklamak zor, birçok biçimlerde görünebiliriz. Son derece parlak bir ışık, bir enerji çubuğu veya bir insan kılığında görünebiliriz. Biz evrim bakımından fiziki bir bedene ihtiyaç duyma noktasının çok ötesindeyiz. Belirli bir anda kendimizi ne olarak düşünüyorsak biz oyuz. Arzu ettiğimiz herhangi bir formda tezahür etmek bizim için sorun değildir.
“Tanrının neden 9 tezahürü olduğunu soruyorsunuz. Dokuz komple bir rakamdır, her şey dokuzdur. Tanrının 9 Prensibi ve Unsuru olan 9 çakra vardır. Dünyanızın çevresinde 9 kuşak bulunur. 9 eterik beden vardır ve sizin dönüşüme uğramanız bu 9 bedeni edinmek demektir. Dokuz bir bütündür, bu da ‘Bir’ haline gelir. Dokuzdan sonrası birbirini götürür ve 9 tamdır. Biz Tanrı değiliz, siz ve biz hepimiz Tanrı’yı oluştururuz. Dünyadaki varlıklar gerçekte kendileri ilah oldukları halde başkalarını ilahlaştırırlar!
“Kainatın evrimi sizin evriminize bağlıdır. İnsanoğlu sorumsuz hale gelmiş ve dünya bir arzu planeti olmuştur. Bu planetin yoğunluğu o kadar fazla, o kadar koyudur ki, bunu size anlatacak kelime bulamıyorum. Sanki batağa saplanmış gibi arzunun içinde kaybolup gitmişsiniz! Planetinizin yakınında bulunan tüm canların gelişimlerini engellemektesiniz. Dünyanız kainatı kirletmekte, hastalıklar bulaştırmaktadır. İnsanlarınız öldüklerinde atmosferde (spadyumun en alt kademelerinde) kapana kısılmakta, evrimlerini tekrar tekrar bu planette sürdürüp yerlerinde saymaktadırlar. Oysa bu dünya, bir varlığa spiritüel dünyayla fizik dünya arasında denge kurmayı öğretmek için yaratılmıştır. Maddeye aşırı düşkünlükleri yüzünden dünyalı varlıklar planetin sınırını oluşturan kuşağı aşamıyorlar. Fizik yaşama bir itirazımız yok, ama insanoğlu bunu ‘yegane amaç’ haline getirdi. Dünyanın ve hemcinslerinin evrimini unuttu. Artık insanların hükümetlerinden, dini liderlerinden ve öğretmenlerinden talepte bulunma zamanı gelmiştir. Onlara ne olup bittiğini sormalısınız. İnsanları cahil bırakarak baskı altında tuttukları devirler geçti, artık halkın talepte bulunma zamanıdır!” (Sayfa: 38-42)

Rehber Ruh TOM’dan Mesaj : “Biz İsa’ya Nasıralı deriz, o bizden biriydi. Aldığı vahiyler bizim tarafımızdan esinlendirilmiş, şifa verirken kullandığı enerji tarafımızdan sağlanmıştı. O zamanlar çok ümitliydik. Ama birçoklarına yaptığınız gibi onu da tanrılaştırdınız! Bu kez öyle olmayacak, şimdi dünyada birçok Nasıralı var! İkinci geliş bireysel bir şey olmayacak. Bizi ilahlaştırmamanız çok önemli, Tanrı’nın her birinizin içinde olduğunu, sevgi olduğunu anlamanız çok önemli.
“Kim olduğumu merak ediyorsunuz. Ben Tom’um fakat aynı zamanda Harmakus’um, ayrıca Harenkar’ım, ayrıca “Tüm” olarak bilinirim ve Atum olarak bilinirim. Işık olmazdan önce karanlık vardı ve karanlık ışıktan uzun sürdü, artık onun dengelenme zamanıdır. Bu işe sizin zamanınızla beş bin küsur yıl önce kalkışılmıştı ve şimdi tekrar vakti geldi. Bu kez de gerçekleştirilemezse, üzerinde yaşadığınız bu planetin sizin zamanınıza göre pek fazla ömrü kalmadı. Bu yüzden bu kez başarmak zorundasınız!” (Sayfa: 42-44)

Rehber Ruh TOM’dan Mesaj : “Uzaylıların inişi 9 günlük bir süre boyunca dünyanın her tarafında izlenecektir. Çok değişik araç tipleri gelecek ve onlardan inen varlıklar aranıza karışacak, bazıları öğretmenler olarak sizlerle kalacak, bazıları ise ayrılacaklardır. O zaman dünya planeti gerçek anlamda evrimleşmeye başlayacaktır. Dünyaya inecek olanlar ihtiyacınız olan teknolojiyi de getirecekler, ama onların asıl amacı spiritüel gelişmeyi sağlamak ve titreşiminizi yükseltmektir. Uzaylılar indiğinde, televizyon yayınına müdahale ederek tüm dünyaya gelişlerini duyuracaklar. Biz sadece uygar ülkelerden bahsediyoruz, ilkel topluluklar bunu zaten biliyorlar.
“İnsanlığın uzay konusunda ufkunun geliştirilmesine 1971 yılında başlanmış ve 1974 yılında hız verilmiştir. Dünyanın dört bir yanında süper çocuklar çoğalacak ve mucizeler gerçekleştirecekler. Uri Geller bu süper çocukların habercisiydi. Bir dokunuşla hayvanları uyutacak kudrette varlıklar göreceksiniz! Yürüttüğümüz misyonun başarısızlığa uğraması mümkün değildir. Bu kez başarımızı garantiye alacak varlıklar dünyanızda yerleşik durumdadır, planetinizde birçok şeyi harekete geçirdik. Birçok kişi size yardıma gelecek, kapılar önünüzde açılacaktır. Bilginin ilerleyişi son derece hızlı olacak, uzaylıların getireceği teknoloji dünyayı kurtaracaktır, aksi takdirde 200 yıl sonra planetiniz buzul çağına girer. Şu anda yapılması gereken en önemli iş, dünyanızı kurtaracak teknolojiyi getiren inişe hazırlanmaktır. Kainatta olup bitenleri size anlatacak bir film yapımı da tasarlanmıştır.
“Şu anda 4. mühür, 6. mabet dönemindesiniz. Uzay araçları sessizce gelecek ve kutsal metindeki yarım saat süren sessizlik kehaneti de böylece gerçekleşecektir. İniş birçoklarının yüreğine korku salacak, fakat çoğunluk kendini hemen toparlayacaktır. Dünyanın kurtulmasını isteyenler gelen uzaylı kardeşlerine güçlük çıkarmamalıdır. Gelişimiz öncesinde ve gelişimiz anında kanıt kabilinden birçok olay meydana gelecektir. 1974’le, uzaylıların inişi arasındaki süre Armageddon’dur. Fazla zaman kalmadığı için belirli spiritüel merkezlerin uyandırılmasında uzaylılar size yardımcı olacak, titreşimlerinizi yükseltmeye çalışacaklardır. Eylem Siklusu diye bilinen bu plan üç aşamayı içermektedir. Birinci aşamada uzay bağlantısı fiziki ve zihni düzeyde kitle haberleşmesine sunulacak, ikinci aşamada uzaylılar dünyaya inecek, üçüncü aşamada ise dünya insanı dördüncü boyut şuuruna yükselecek şekilde eğitilecektir.
“Şu anda dünya göklerinde Ashtar’ın komutasında milyonlarca uzay aracı var. Ashtar’ın komutanlığını yaptığı ana gemide Sananda (İsa) da bulunuyor. Bu araçlardan bazıları bireylerin evrim düzeyini ölçer, bazıları bilimsel gelişmeyi ve yeni vahyin uygulanmasını gözlemler, bazıları ise fay hatlarının ve volkanik alanların haritalarını çıkartır. Dünyadaki tüm haberleşmeler ana gemi tarafından uzaktan yönetilen sistemlerimizden geçer. Ulusların ve bireylerin karmasına karışamayız, ama nükleer bir çılgınlığa anında müdahale ederiz.”
(Sayfa: 66-78)

HİMALAYA YOGİLERİ -1- Swami Rama

SWAMİ RAMA : “İnsan zihni, cehalet tamamen giderilene kadar hayal gücünün etkisi altındadır. Zihin berrak olmadığı zaman dış dünyadan alınan veriler düzenli şekilde algılanamaz ve bulanık zihinde yanlış vizyonlar oluşur. Hülya, düş ve semboller tıpkı fikirler gibi zihnin oluşturduğu bir değişiklikten ibarettir. Maya kozmik illüzyondur, avidya ise objelerin niteliği hakkında bilgi noksanlığından gelen bireysel bir cehalet ve illüzyondur.”

“Nefsaniyet ile diğerkamlık, sevgi ile nefret arasında ince bir sınır vardır. Bu sınır aşıldığında, insan karşılığında hiçbir şey beklemeksizin başkaları için bir şeyler yapmaktan zevk alır.”

“Çoğu insan geçmişi düşünür ve burada şimdi nasıl yaşanacağını bilmez. Istıraplarının nedeni de budur.”

“Yalnızlık hisseden kişi içindeki tamlığın farkında olmayandır. İçindeki tamlığı fark etmeyip dışarda bir şeye bağlanan insan yalnızlık çekmeye mahkumdur. Aydınlanma içsel bir arayıştır, kendi başına tam olduğunu hissetmektir.”

“Dostlukların en yücesi gerçek benlikle olanıdır. Onunla dost olanlar asla yalnızlık çekmezler. İçteki dostu bilenlerin bağımlılıkları yoktur. Yalnızlık hissetmek bir hastalıktır.”

“Avidya bireysel cehalettir, maya ise kozmik cehalet, yani mevcut olmayan ama mevcutmuş gibi görünen şeydir. Zihnimizi, enerjimizi ve kaynaklarımızı mevcut olmayan bir şeye adarsak o mevcut gibi görünür. Kötülük, şeytanlar ve günahlar üzerinde düşünerek bir gerginlik yaratırız, bu da mayadır. Bazen spiritüel kişiler bile gelişme kaydedemediklerinde dünyayı suçlarlar, bu da mayadır. Onlar değişimin gücünü dışarda sanmaktadırlar. Esaretlerin en güçlüsü bağımlılıktır. Bir şeye bağımlı olduğunuzda o sizin için bir illüzyon kaynağı haline gelir. Bağımlılık ne kadar az olursa içsel güç de o oranda artar. Bağımlılıkta sevgi yoktur, o bencildir ve sevgiyi kötüye kullanır, sevgi gibi özgür değildir.”

“Doğrudan deneyim yoluyla edinilecek bilgi en sağlam, en yararlı bilgi edinme yoludur. Başkalarından edinilen bilgi süreci boşunadır, aydınlatabilir ama tatmin etmez. Bu yüzden tarih boyunca bilge kişiler doğrudan deneyim için büyük sıkıntılara katlanmışlar, ölümü bile göze almışlardır.”

“Tanrı insan gözüyle görülemez. Tanrı ancak gerçek benliğin, sonra da her şeyin benliğinin kavranmasıyla idrak edilebilir. Tanrı içinizdedir, içinizde olan da sizin tarafınızdan idrak edilebilir, hiç kimse Tanrıyı başkasına gösteremez. Kişi, bağımsız olarak kendi gerçek benliğini idrak etmek zorundadır, bu sürecin sonunda her şeyin benliğini idrak eder ki ona Tanrı denir. Öğrenci cehaletinden ötürü Tanrı’nın belirli bir varlık olduğunu zanneder ve o varlığı aynen dış dünyada gördüğü bir kişi gibi görmek ister.” (Sayfa: 31-47)

Ağzından Alev Püskürten Ermiş

“Gençliğimde ağzından alev püskürten bir ermişe rastlamış ve çok etkilenmiştim. Bir gün üstadıma kendisini terk edip o ermişi izleyeceğimi söyledim. Unutamayacağım bir ders vermek isteyen üstat, beni yanına alarak adamın kaldığı mağaraya gitti. Görür görmez onu tanıdı, karşısında eğilerek selam veren bu adam bir zamanlar müridiydi. Bir gün aniden aşramı terk edip kayıplara karışmıştı. Adam yine marifetiyle övünmeye ve ağzından alevler püskürtmeye başladı. Ermişin ağzından çıkan alevi gören üstadım ona bu marifeti kaç yılda öğrendiğini sordu. Başarısından gurur duyan adam, tam yirmi yılını aldığını söyledi. Bunun üzerine üstadım bana döndü ve şöyle dedi: “Bir kibritle bir saniyede ateş yakmak varken, bu marifet için 20 yıl harcanır mı? Eğer 20 yılını bunun için harcayacaksan sen aptalın tekisin evladım! Bu bilgelik değildir.” (Sayfa: 65)

İlginç Bir Mistik : NİM KAROLİ BABA

“Nim Karoli Baba ilginç bir mistikti. Himalayaların tepesinde yer alan Nanital’da oturuyordu. Kendisini ziyarete gelenlere “Tamam sen beni gördün, ben de seni gördüm. Hadi şimdi git, git, git” demeyi alışkanlık haline getirmişti. Bir gün birlikte oturmuş sohbet ederken çok zengin bir adam çıkageldi. Elindeki para tomarını Baba’ya uzatarak “Efendim bunu size getirdim” dedi. Karoli Baba para tomarını alıp yere yaydı ve üstüne oturdu. Sonra şaşkın bakışlarla kendisini izleyen adama dönerek “Yatak olarak pek rahat sayılmazlar, odun olarak kullanayım desem şöminem yok, bunlar benim işime yaramaz” dedi. Adam itiraz etti. “Ama efendim bu paradır.” Paraları adama uzatan Karoli Baba “Git bize bu paralarla biraz meyve al öyleyse” dedi. Adam şaşkın şaşkın etrafına bakınarak “Ama efendim burada pazar yeri yok ki” deyince, Karoli Baba “Bunların para olduğunu nasıl söyleyebiliyorsun o halde, eğer meyve alamıyorlarsa bunlar benim için para sayılmaz” diyerek adama ne istediğini sordu. Zengin başının ağrıdığını, yardım talep ettiğini söyledi. Karoli Baba “Pekala” dedi “bundan böyle baş ağrısı çekmeyeceksin. Fakat bugünden itibaren başkaları için baş ağrısı olacaksın. Öylesine zengin olacaksın ki, içinde yaşadığın toplum için baş ağrısı haline geleceksin!” Gerçekten de o adam çevresi için baş ağrısı olmuştur, bugün de olmaya devam etmektedir.
“Nim Karoli Baba gizemli bir adamdı. Kendini ziyarete gelenlere, sen şu yerde, şu ağacın altında aleyhimde konuşuyordun diyerek söz konusu konuşmanın gününü, saatini tek tek sayar, ardından battaniyesine sarınıp git, git, git, derdi.
“Bir gün, Karoli Baba’nın müritlerinden bir eczacı Talital’den Malital’e kimyasal bir madde taşırken yolunu değiştirip Baba’ya uğramıştı. Ben de tesadüfen oradaydım. Baba eczacıya “Acıktım, yanında taşıdığın ne öyle?” diye sordu. Eczacı “Efendim bu arsenik, bekleyin de size yiyecek getireyim” dedi. Baba müridin elindeki kutuyu kaptığı gibi bir avuç dolusu arseniği ağzına atıverdi, ardından da bir bardak su istedi. Korkmuştuk, mutlaka öleceğini düşünüyor telaşlanıyorduk, ama ertesi gün Baba sapasağlam ayaktaydı.
“Karoli Baba dış dünyanın hiç farkında değildi. “Efendim yemek yediniz mi?” diye sorulduğunda, evet veya hayır derdi ama bunun bir anlamı olmazdı. Bazen yemek yedikten beş dakika sonra acıktığını söylerdi. Biraz evvel yemek yediği kendisine hatırlatıldığında “O halde aç değilim” derdi, eğer biraz evvel yemek yediği söylenmezse durmadan yerdi. Bir gün, acaba günde kaç öğün yemek yiyebilir diye düşündüm ve denemeye karar verdim. O gün ayrı evlerde olmak üzere tam kırk öğün yemek yedi. Ne zaman “Yemek ister misiniz?” diye sorulsa “Evet” diyordu. Karnında en ufak bir şişkinlik bile yoktu. Bütün gün yemek yedi, sonunda dayanamadım “Efendim yeterince yediniz” dedim. “Ya öyle mi?” dedi. “Evet” diye üsteleyince yemeyi kesti. Nim Karoli Baba sürekli Gerçek’le birlikte olduğundan çevresinde olup bitenlerin farkında olmuyordu!” (Sayfa: 66-68)

Öğretmen Anne ve Gizemli Kişiliği

“Bir gün 96 yaşındaki ünlü bayan yogi Mataji’yi görmek üzere Assam’a gittim. Kamakhya diye bilinen ünlü bir Şakti mabedinin yanında yaşıyordu. Mabedin rahibi, bu ünlü bayanın kaldığı evin üst katında bana yatacak bir yer verdi. Duvarlardaki deliklerden çıkan fare ve yılanlar ortalıkta cirit atıyordu. Delikleri bulduğum bez parçalarıyla tıkadım ve sebat ettim. Ne pahasına olursa olsun bu gizemli kadını görmek istiyordum.
“Yaşlı bayan kaldığı odadan gündüz vakti hiç çıkmıyordu. Tam 20 yıl süreyle gündüz gözüyle onu ortalıkta gören olmamıştı. Ancak gece yarısı, sabaha karşı saat üçte muntazam olarak mabedi ziyaret ediyordu. Dört gece sabrettim, fakat beşinci gece dayanamayıp mabede gittim. Dış kapıya yaklaştığımda içerde birinin mantralar söyleyerek dua ettiğini duydum. Yaşlı kadın yerde oturuyor, yanı başında da bir kandil yanıyordu. Kapıda varlığımı hissedince “Sakın içeri girme kendini öldürtürsün, ben İlahi Ana’yım, çık dışarı” diye bağırdı. Ama ben çok meraklanmıştım, başımı içeri uzatmamla üzerime çullanması bir oldu. Çırılçıplaktı, parlak deriyle kaplı vücudu bir kemik yığını gibiydi, gözleri kor parçalarını andırıyordu. “Çık dışarı” diye bağırdı “neden beni seyrediyorsun?” Sakinleşeceğini umarak bekledim, önünde saygıyla eğilmeme rağmen elindeki sopayla bana vurmaya devam etti. Çaresiz odama döndüm.
“Ertesi sabah beni odasına çağırıp konuştu. Hayır dualarına ihtiyacım olduğunu söyledim. Üstadımın dışında hiç kimsenin bilmediği lakabımı mırıldandı, beni kucaklayıp bağrına bastı. Gece yarısı mabette ne yaptığını sorduğumda, Şakti ibadeti yaptığını, rahatsız edilmemek için o saatleri tercih ettiğini söyledi. Her akşam yarım saat süreyle yanında kalmama izin veriyor, merak ettiğim konularda beni aydınlatıyordu. Onun yanındayken kendimi göklerin üst katlarına yükselmiş gibi hissediyordum. Ama sorular da yanıtlar da sessizce alınıp veriliyordu, çünkü o öyle olmasını istiyordu. Hiç konuşmadan birçok şey öğrendim ondan. Yüksek düzeyli üstatlar bilgilerini böyle aktarırlardı.
“Akıl almaz bir irade gücüne sahip yaşlı öğretmenimin hiç uyumadığı söylenmişti bana. Merak edip üç gün üst üste kapı deliğinden gözetledim. Evet doğruydu, üç gece boyunca hiç uyumamıştı. Neden uyumadığını sorduğumda şöyle dedi: “Uyku bana göre değil, tembelliği unutalı hayli zaman oldu. Ben uykusuz uykudan hoşlanırım. Yoga uykusundan hoşlanan, domuz uykusuna neden ihtiyaç duysun ki? Domuzlar doymak bilmeksizin yer, sonra da yere yayılıp horlamaya başlarlar. Nasıl olur da o kadar uyurlar anlamam.”
“Upanişadların en zoru olan Mandukya Upanişad’ı bu gizemli üstattan öğrenmiştim. Ayrılma vakti geldiğinde çok üzüldüğümü gören yaşlı kadın şöyle dedi: “Ne fizik bedenime ne de anne imajıma bağlan. Ben her yerde var olan Kainatın Anası’yım. Şuurunu ölümlü benliğimin üstüne yükselt, hep seninle birlikte olacağım!” Vedalaşıp ondan ayrıldım. Himalayalara döndükten sonra üstadım bu yaşlı kadından övgüyle söz etti ve onun 12 yaşından beri o mabedin civarında yaşadığını söyledi. 101 yaşında ölünceye kadar da oradan ayrılmadı. (Sayfa: 68-71)

SWAMİ RAMA : “Nefs, yüce bir amaca yönelik kimseyle öğrenme süreci arasına perde çeker. Kişi nefsi üzerinde odaklandığında, kendini tecrit ettiği için öğretmeni ve vicdanıyla iletişim kuramaz.”

“Dünya hayatı terk edilmeli ama faaliyet sürmelidir. Terk edilmesi gereken faaliyet değil, faaliyetin meyvesidir. Nefs şuur okyanusunda yok edilmelidir. Onun kalbinizin karanlık odasında gizlenmesini önleyin, çünkü o çok çeşitli yollara baş vurur. Sevgiyle beslenen faaliyet mutluluk sağlar.”

“Öğrenci Upanişad’lardaki öğretiyi uygulama aşamasına geçtiğinde, gerçek hiç değişmediği halde dış dünyanın değişebilir olduğunu görür ve onun sahte olduğuna hükmeder. İkinci etapta, gerçeğin her yerde hazır ve nazır olduğunu idrak ederek sahtelik diye bir şeyin aslında var olmadığını anlar. Bu aşamada hem sonlu hem de sonsuz alemlerde aynı realitenin hüküm sürdüğünü görür. Üçüncü ve son aşamada ise, mutlak bir gerçeğin var olduğunu ve görünürdeki sahte alemin aslında mutlak gerçeğin tezahürleri olduğunu idrak eder.”

“Hayatın tüm darbeleri ve felaketleri bize bir şeyler öğretir. Gerekli dersi aldığımız takdirde bunlar üstü kapalı rahmetlerdir! Bu da, bilge kişi için kötü diye bir şey yoktur, ders alınacak olgular vardır anlamına gelir.”

“İnsan yeterince bilgi sahibidir, ama bilginin günlük hayata geçirilmesi gerekir. Bu yapılmadığı zaman bilgi bilmenin sınırları içine hapsolup kalır. Neyin yapılıp neyin yapılmayacağını gayet iyi bildiğimiz halde, nasıl olunması gerektiğini bilmek zordur. Gerçek bilgi bilmek sürecinde değil, olmak sürecinde yer alır.” (Sayfa: 73-80)

Karıncayı Dirilten Ermiş

“Bir keresinde, hayat ve ölüm konusunda ders verirken bir adam sessizce gelip öğrencilerimin arasına oturdu. Başlangıç aşamasında olduğunu düşünerek ona da ötekiler gibi davrandım. Diğerleri dikkatle not alırken adamın sürekli gülümsemesi sinirimi bozmuştu, dayanamayıp “Beni dinliyor musun?” diye sordum. “Siz sadece konuşuyorsunuz” dedi, “ama ben hayatla ölüm üzerindeki gücümü gözler önüne serebilirim. Bana bir karınca getirin.” Kendisine verilen irice bir karıncayı üç parçaya ayırıp parçaları birbirinden uzaklaştırdı. Gözlerini kapatıp hiç kıpırdamadan öylece oturdu. Bir dakika sonra üç parça birbirine yaklaşıp birleşti ve karınca canlanarak yürüyüp gitti.
“Öğrencilerimin önünde küçük düşmüştüm. Hayat ve ölüm hakkında konuşuyordum, ama bu ermişin yaptığı şeyi yapamıyordum. Bu beceriyi kimden öğrendiğini sorduğumda, “Sizin üstadınızdan” demez mi? Çok kızmıştım, hemen üstadıma gidip başkalarına öğrettiklerini benden neden esirgediğini sordum. Öfkeme hakim olamadığımı söyleyerek söze başladı ve şöyle dedi: “Sana çok şey öğrettim, ama sen onları uygulamıyorsun, bu benim suçum değil. Başarı uygulamaya bağlıdır, sözlü bilgiye değil. Bilmek enformasyondan ibarettir, uygulama doğrudan deneyimi bahşeder ki, yegane geçerli bilgi de odur.” (Sayfa: 80-81)

Çiçekler Vadisindeki Ermiş : GUDARİ BABA

“Himalayalar’daki Çiçekler Vadisi mutlaka görmek istediğim yerlerden biriydi. Bir İngiliz yazarının vadiyle ilgili kitabını okuduktan sonra oraya gitmek için içimde karşı konulmaz bir istek duydum. Söylendiğine göre vadiyi ziyaret edenler çiçeklerden yayılan kokunun etkisiyle hafızalarını yitiriyorlardı!
“Çiçekler vadisinde yaşayan bir ermiş vardı. 80 yaşlarında, çok güçlü ve sağlıklı bir adamdı, kendisini tanırdım. Gudari Baba her zaman yanında eşi benzeri olmayan, 40-50 kg çeken bir battaniye taşırdı. Baba, bitmez tükenmez yolculuklarında bulduğu her bez parçasını battaniyeye yamamıştı. Bu yüzden adama ‘yamalı battaniye’ anlamına gelen Gudari deniyordu.
“Beni Çiçekler Vadisine götürmesi için rica ettiğimde “Götürürüm, ama battaniyeyi sen taşıyacaksın” dedi. Kabul ettim, ama battaniyeyi sırtıma koyar koymaz bu ağır yükün altında onca yolu yürüyemeyeceğimi hemen anladım, durmadan sendeliyordum. “Senin gibi sağlıklı ve genç birinin bu kadarcık yükü taşıyamaması çok garip” diye söylendi. Yol boyu beni eleştirdi durdu. “Aslında senin gibi entelektüel çocukları Çiçekler Vadisine götürmek gerek ki, gerçek değerlerini anlasınlar. Bak benim okumam yazmam yok, ama zihnime hakim olmayı biliyorum, ya sen ne biliyorsun? Bir sürü laf kalabalığı! ” Hemen itiraz edip zihnime hakim olabildiğimi söyledim. “Göreceğiz bakalım” dedi. Zorlukla taşıdığım bu ağır yükü artık sırtımdan almasını rica ettiğimde “Ah bu zamane gençleri” diye söylenerek battaniyeyi eline aldı ve “Benim sevgili battaniyem, seni kimse sevmiyor, senin bir canlı olduğunu kimse anlamıyor” diye battaniyesine övgüler düzüp durdu.
“Ertesi sabah Çiçekler Vadisini görmeyi arzulayan bir Japon rahip de bize katıldı. Bir süre yolculuk ettikten sonra Japon rahip Baba’nın “delinin teki” olduğuna kanaat getirdi. Bana, Baba’nın bu kadar ağır bir battaniyeyi neden taşıdığını sorup duruyordu. Ertesi gün Japon aniden hastalandı, daha evvel Burma cangıllarında bir sıtma geçirmişti. Ateşi birden 40 dereceye çıktı, nabzı iyiden iyiye hızlandı. Gudari Baba rahibe dönerek “Sen bu çocuğa benim deli olduğumu söyledin” dedi “battaniyemin kudretini görmek istiyor musun? Bu battaniyenin canlı olduğunu biliyor musun? Eğer iyileşmek istiyorsan diz çök ve özür dile.” Sonra battaniyeyi adamın üzerine örttü. Ufak tefek rahip ezileceğini söyleyip itiraz ettiyse de Gudari Baba eliyle susmasını işaret ederek öylece bekledi. Birkaç dakika sonra rahibin üzerinden kaldırdığında Baba’nın elindeki battaniyenin titrediğini fark ettim. Rahibe “Ateşin düştü mü?” diye sordu. “Evet efendim” dedi rahip, gerçekten de ateşi düşmüş, nabzı normale dönmüştü. Baba yine battaniyesine övgüler düzerek “Battaniyem çok cömert ve merhametlidir, bak ateşini alıp götürdü” dedi. Sonra bana dönüp rahibin hastalığının bir daha hiç tekrarlamamak üzere şifa bulmasını isteyip istemediğimi sordu. “Lütfen efendim” dedim. “Ama bana deli diyor, o yardımıma layık bir insan değil” dedi. “Efendim ermişler merhametli, yüce gönüllü kişilerdir, herkesi bağışlarlar” diyerek onu ikna etmeye çalıştım. Gülümseyerek yardım edeceğini söyledi. Gerçekten de 15 günlük birlikteliğimiz boyunca rahibin ateşi bir daha hiç yükselmedi.
“Çiçekler Vadisine girdiğimizde çiçek kokusundan sarhoş olmuştuk. Rahiple ben sanki boşlukta yüzüyor gibiydik, zihnimiz bomboştu, hayal meyal yanımızda insanlar olduğunun farkına varıyor, ama isimlerimizi bile hatırlayamıyorduk. Birkaç saat sonra Gudari Baba bağırdı “Hey sen, bana ismini söyleyebilir misin?” Elbette cevap veremedik, tüm duyularımız körelmişti.
“Vadide bir hafta kaldık ve çok iyi vakit geçirdik. Bu arada Gudari Baba kendi deyimiyle biz “entelektüellerle” sürekli eğlendi ve eğitimimizin hiçbir işe yaramadığını söyledi. Gider ayak da şu değerli öğüdü verdi: “Şimdiye kadar sahip olduğunuz fikirler başkalarına aitti. Onlara bağlı olarak yaşadığınız sürece karar verme ve kendi fikirlerinizi ifade etme yeteneğine sahip olamazsınız. Evlatlarım, malumat türünden bilgi gerçek bilgi değildir. Gerçek bilgi, doğrudan elde edilen bilgidir, bu arada zihniniz üzerinde hakimiyet kurmayı da öğrenmelisiniz. Günümüz gençliğine verilen eğitim çok yüzeysel. Disiplin olmadan zihin hakimiyeti, zihin hakimiyeti olmadan doğrudan deneyim imkansızdır.” (Sayfa: 81-84)

Yüksek Rehber Ruh DJWHAL KHUL : “Cehaletin ürünü olan korku, ilk aşamalarında yanlış düşünme olgusundan kaynaklanmayıp temelde içgüdüseldir. Hem gayrı zihni olan hayvan aleminde, hem de insan aleminde egemen bir unsurdur. Fakat insan alemindeki zihni kudretler korkunun gücünün artmasına yol açar. Geçmiş ıstırap ve üzüntülerin hatırlanması ve ufukta görülenlerin sezilmesi sonucu, kendi bireysel fobilerimizden kurduğumuz düşünce formu korkunun gücünü muazzam şekilde artırır. Üzerine düştüğümüz sürece bu düşünce formu güçlenir ve sonunda bize hükmeder.” (Sayfa: 85)

SWAMİ RAMA : “Şeytan ve kötülük denen efsane, bize zorla kabul ettirilen cehaletimizdir. İnsan zihni bir harikadır, istediği zaman hem şeytan hem de melek kılığına bürünebilir, bize cenneti de yaşatabilir cehennemi de! Şuur dışı zihinde saklı bir sürü izlenim vardır. Aydınlanmak isteyen onları ortaya çıkararak yüzleşmelidir. Negatif bir zihin, insanın içinde barınan en büyük şeytandır! Zihni pozitife dönüştürünce meleklere ait vizyonlar ortaya çıkar. Kısaca, cenneti de cehennemi de yaratan zihindir.”

“Rüya, uyku ile uyanıklık arasındaki zihnin doğal halidir. Duyuların duyu algılamalarını zaptetmesi önlendiğinde, zihin şuur dışındaki anıları hatırlamaya başlar. Tüm saklı arzular tatmin edilmeyi bekler bir halde şuur dışında yer alırlar. Şuurlu zihin dinlenme halindeyken anılar ve arzular öne çıkmaya başlar ki buna rüya denir. Meditasyon yoluyla bu anıları şuurlu biçimde analiz edebiliriz.”

“Bir yogi gözlerini kapatır ve duyularını duyu dışı algılamalardan çekip alır. Istırap ve hazzın oluşturduğu karşıtlardan kurtulur. O gözlerini kapamış, ama tüm bedeni göz olmuştur.”

“Üstat müridi dağlara çıkardı. “Mücevherden hoşlanıyorsun değil mi?” diye sordu. Birden oracıkta bir mücevher yığını oluştu. “Al bunların hepsi senin, Hindistan’ın en zengin adamı oldun” dedi. Mürit ağlamaya başladı. “Ben mücevher değil sizin yanınızda kalmak istiyorum.” Üstat bu sefer başka bir yeri işaret etti, ilerde birden bir ateş duvarı yükseliverdi. “Benimle kalmak istiyorsan bu duvarı geçmen gerek, mücevher mi, ateş mi seç bakalım” “Ben ateşi seçtim” dedi mürit.

“Mürit henüz Swami (üstat) olmuştu, dilenmeyeceğine dair yemin etti. On üç gün süreyle yanına gelenler çiçek getiriyor, ama kimse bir somun ekmek getirmiyordu. On üçüncü gün dayanamadı ve ağlamaya başladı, İlahi Ana’ya yakardı “Dilenmeden yaşamaya çalışıyorum, ama açlıktan ölmek üzereyim!” Birden Ganj’ın sularından bir el uzandı, bir kase tutuyordu, içi sebze ve meyveyle doluydu. “Al bu senin” dedi bir kadın sesi. Mürit kaseyi aldı ve yemeye başladı, ne kadar yerse yesin kase boşalmıyordu. Olay her tarafta duyuldu, herkes bu olağanüstü kaseyi görmeye geldi. Yiyecek dağıtıldıkça kase kendiliğinden doluyordu. Yeni swaminin üstadı “O kaseyi Ganj’a at” dedi. Yeni üstat emri hemen yerine getirdi, çünkü aydınlanma yolunda Tanrının bir sınamasıydı bu!”

“Swaminin biri meditasyonu terk etti ve aniden fenalaştı. Doktor getirdiler, birden ayağa kalktı ve bir şeyi olmadığını, ana ve babası öldüğü için artık meditasyon yapmayacağını söyledi. Kendisine ana babasının zaten ölmüş olduğunu söylediler. Swami gülümseyerek şöyle dedi: “Bağımlılık benim anam, öfke de babamdı. Bugün ikisi de öldü, o halde neden meditasyon yapayım?”

“Swami bir ermişi ziyarete gitti. Ermiş ona “Geç kaldın” dedi, “yarın bedenimi terk ediyorum.” Swami yarım gün daha kalmasını kendisinden rica ettiyse de ermiş razı olmadı ve ertesi gün bedenini terk etti! Çağrılan doktor muayene ettikten sonra adamın ölmüş olduğunu söyledi. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Hindular ermişin kendi dinlerinden olduğunu iddia ederek aralarında kavgaya tutuştular. Öleli dört saat olmuştu ki ermiş aniden yattığı yerden doğrularak kavga edenleri azarladı. “Ben sadece Tanrıya aitim, hiçbirinizi görmek istemiyorum” deyip ölmekten vazgeçtiğini söyledi. Sonra başında bekleyen swamiye dönüp “Üç gün daha kalıp seni eğiteceğim, dördüncü gün bedenimi terk edeceğim” dedi. Gerçekten de swamiyle üç gün boyunca sohbet ettikten sonra kendini nehrin sularına bıraktı. Yapılan aramalar sonuç vermedi, ermişin cesedi bir türlü bulunamadı.” (Sayfa: 85-127)

UFO GERÇEĞİ

Ege ve Marmara denizinde tıpkı Bermuda Üçgenindeki gibi manyetik alanlar bulunduğu söyleniyor, hatta bu denizlerde ufo üslerinin bulunma olasılığından bile söz ediliyor. Özellikle Marmara Denizindeki Marmara Adası civarında manyetik alanın çok güçlü olduğu belirtiliyor. (Sayfa: 72-73)

Ufo Orduları Başkomutanı Ashtar, kendilerinin ve uzay araçlarının fizik form içinde görünmelerinin, ancak stratosferin çok üstündeki karargahlardan gelen talimat uyarınca mümkün olduğunu söylemiştir. (Sayfa: 91)

Uzaylı Albay Avalon, New Meksiko eyaletinin tam üzerine rastlayan bir yerde eterik bir kent olduğunu, kentte yüksek seviyeli eterik varlıkların yaşadığını bildirmiştir. Onlar Hiyerarşi üyeleridir ve dünyadaki evrimi gerçekleştirmekle görevlidirler. Emirlerinde kainatın dört bir yanından gelmiş uzaylı uygarlıkların temsilcileri vardır. Bu hizmetlilerin, fizik bedenlere sahip olmalarına rağmen istedikleri zaman görünmez olma yetenekleri de vardır. Bizim astronotlarımıza benzer giysiler giyerler, ancak kontrol altında tutulan atmosferlerdeki istasyonlarda normal şekilde giyinirler. Eterik yüce varlıklar ise eterik bedenler içinde istedikleri yere gider, uzay araçlarında yolculuk yaparlar. Işığın güçlerinin dünya üzerinde sevk ve idare edilmesinde her iki grup arasında yakın işbirliği ve koordinasyon vardır. (Sayfa: 91-92)

İngiliz okült bilimcisi Benjamin Creme uzaylılarla ilgili olarak şunları söylüyor: “Tüm planetler meskundur, onların bizim gibi fizik bedenler içinde olması da gerekmez. Örneğin Mars ve Venüs’teki varlıklar eterik maddeye bürünmüşlerdir, ufoları da eteriktir. Yere indikleri ya da bize görünmek istedikleri zaman vibrasyonlarını geçici olarak düşürüp görünür hale gelirler, bizden farksızdırlar. Bizi Dünya Öğretmeni’nin gelişine hazırlamak için buradadırlar. Dünyanın çevresine, kozmik astral plandan gelebilecek aşırı güç yayımına karşı planeti korumak için büyük bir ışık kalkanı yerleştirdiler. Dünyadaki şer güçleri enerjilerini astral plandan alırlar. Uzaylılar o kadar ileri düzeydedirler ki, onların ilmini kullanabilmemiz için 75 ila 125 yıl arasında bir süre gerekir. Zamanı geldiğinde dünyaya inecek ve ilahi bilimlerini bize öğreteceklerdir.
“Planetler, kutsal olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılır. Dünya kutsal bir planet değildir, dördüncü dönemin ortasındadır, transfigürasyon denen yüce kozmik inisiyasyondan henüz geçmemiştir. Mars da dördüncü dönemdedir, o da kutsal değildir. Ama onlar kozmosla iletişim kurabilmiştir, çok ileri ve geri düzeyli varlıkları barındıran bir gezegendir. Kötülük orada da vardır, ama kontrol altındadır, oysa dünyadaki kötülük kontrol edilemiyor. Güneş sistemindeki tüm planetler yaydıkları enerjiyle birbirlerini etkilerler. Çevremize düşük enerji gönderirsek sistemdeki diğer planetlerin gelişimini de engellemiş oluruz.
“Bizim ille de fizik tezahür içinde olmak gibi bir zorunluluğumuz yok. Her planette farklı madde veçheleri vardır. Örneğin Venüs’e gittiğiniz zaman hiçbir şey göremezsiniz. Bizim en yüksek düzeydeki enerjimiz, onların en düşük düzeyine denktir. Onlar bizim bittiğimiz yerde başlarlar.
“Uzaylı kardeşlerimiz spiritüel bir misyon için buradalar. 1956 ile 1959 yılları arasında dünya kritik bir kavşaktaydı. Şer güçleri kova burcu spiritüel çağını önlemek, Dünya Öğretmeni’nin gelişini engellemek için büyük çaba harcadılar, ama bu sonuncu çabalarıydı. Işığın güçlerinin, özellikle Mars ve Venüs Hiyerarşilerinin gösterdikleri gayret sonucunda dünya bir enerji dengesine kavuştu. Uzaylı kardeşlerimiz atmosferde, deniz ve nehirlerimizde temizlik yapıp radyasyonu etkisiz hale getirdiler.” (Sayfa: 93-99)


PARAPSİKOLOJİ - BİTKİLER ARAŞTIRMASI

Bir yalan makinesi uzmanı, bitkilerin bir karidesin ölümüne nasıl tepki gösterdiklerini kanıtlıyor. Bir müzik öğrencisi, bitkilerin Bach ve Ravi Shankar müziğinden güç alırken, pop müziği karşısında ıstırap içinde kıvrandıklarını keşfediyor. Bir bilim adamının asistanı, kadife çiçekleri önünde kutsal Bharata Natyam dansını yaparak çiçeklerin büyüme oranını %60 oranında hızlandırıyor. Bir din adamı, dua ettiğinde mısırların daha çabuk büyüdüklerini görüyor. Yaratıcı bir Amerikalı, o güne kadar hiç çiçek açmamış bir bitki türüne çiçekler açtırıyor! Psişik bir kişi, ölmekte olan yaprağa ölmemesini emrederek ona şifa veriyor, yaşayan yaprak ölmüş olan kısmın da yerinde kalmasını sağlıyor. Bir adam, karısının tehdit ettiği bir bitkinin mikro voltajında meydana gelen değişiklikleri tespit ediyor. Bütün bu olgular, bitkilerin öyle sanıldığı gibi hiç de cansız ve duygusuz olmadıklarını göstermektedir. (Sayfa: 7-8)

Yalan makinesi uzmanı Amerikalı Backster, elektrodları bir bitkinin yaprağına bağladıktan sonra onu yakmak için bir kibrit aramaya başladığında yalan makinesine bağlı mürekkepli kalem çarpıcı şekilde yukarı doğru fırladı. Oysa yaprağı yakmak için henüz hiçbir girişimde bulunmamıştı, sanki bitki Backster’ın zihnini okumuş gibiydi! Kibrit almak için odadan çıkıp geri döndüğünde kalem ani bir tepki daha verdi. Yaprağı yakıyormuş gibi yaptığında ise hiçbir tepki vermedi, sanki yapmacık ve gerçek niyeti seziyor gibiydi! Yaprağı yaktığında, bitki tepki vermesine rağmen yakma düşüncesine verdiği kadar şiddetli tepki vermemişti. Acaba bitki duyu dışı bir algılamaya mı sahipti? (Sayfa: 10)

Backster, bitkiler üzerinde yaptığı deneyler sonunda çok ilginç sonuçlara ulaşmıştı. Üzerinde deney yapılan yaprağın koparılmasına bitkinin tepki verdiğini görmekle kalmamış, odaya giren bir köpeğe ya da kendisi hakkında iyi niyet beslemeyen kişilere de tepki verdiğini keşfetmişti. Yaptığı bir başka deneyde, hasara uğrama ve tehdit edilme durumunda bitkilerin tıpkı insanlar gibi bayıldıklarını görmüştü. Daha ilginci, bitkinin toprakta çürümek yerine daha yüksek bir yaşam biçiminin parçası haline gelmeyi takdir edebildiğini de keşfetmişti. Bir başka deneyde, iki bitkinin bulunduğu odaya giren 6 kişiden biri bitkilerden birini saksısından çıkarıp parçalamış ve üzerinde tepinmişti. Elektrodları diğer bitkiye bağlayan Backster söz konusu 6 kişiyi teker teker odaya aldı. Bitkiyi parçalayan kişi odaya girdiğinde bitki ani bir tepki verdi, kardeşinin katilini tanımıştı! Bazı İngiliz araştırmacıları ise, toplanacaklarını ya da turşu yapılacaklarını anlayan domateslerin korkudan komaya girdiklerini kanıtlamışlardı.
(Sayfa: 12-14)

Backster’in bitkiler üzerinde yaptığı bir başka deney bitkiyle bakıcısı arasında bir yakınlık olduğunu gösteriyordu, üstelik bitkiyle bakıcı arasındaki uzaklık bu bağı etkilemiyordu. Bitkiler bir kez belirli bir kişiye akort oldular mı onu binlerce kişi arasında bile tanıyabiliyorlardı! Bir Faraday kafesinde, hatta kurşun bir kutu içinde izole olsalar bile bitkiyle insanın iletişimi kesilmiyordu. Bir gün Backster yaralı parmağına tentürdiyot sürmüş, deney bitkisi buna tepki vermişti, anlaşılan canlı bir dokunun ölümünü hissetmişti! Bir keresinde yoğurt yiyen Backster’e yine tepki vermişti, çünkü yoğurdun içine dökülen reçeldeki bozulmayı önleyen kimyasal canlı yoğurt basillerini öldürmüştü.
Amip ve küf kültürleri gibi tek hücreli varlıklar da tıpkı bitkiler gibi tepki veriyorlardı. Bu da, bir beyne sahip olmayan varlıkların iletişim kurabildiğini gösteriyordu. Öyleyse beyin bir devre açıp kapama mekanizmasından başka bir şey değildi, bilgi depolayan bir hafızası olması da gerekmiyordu. Demek ki bilinçlilik hücresel düzeyde de sürdürülebiliyordu. (Sayfa: 14-15)

Pravda Gazetesi yazarlarından V. Chertkov, Moskova Zirai Bilimler Akademisi’nde şahit olduğu bir deneyi şöyle anlatıyor: “Bir arpa filizinin köklerini sıcak suya batırdıklarında bitki bağırdı ve ağlamaya başladı. Mürekkepli kalem kağıt üzerinde sanki delirmiş gibi bitkinin ıstırabını çizip durdu. Bir fasulyenin kökleri önce soğutulup ardından sıcak suya batırıldığında hiçbir tepki vermedi. Fasulye sanki soğuğu hatırlıyor ve tepki vermek için isteksiz davranıyordu. Bu deney fasulye köklerinin bir hafızası olduğunu gösteriyor gibiydi!” (Sayfa: 17-18)

Kazak bilim adamları, elma ağaçlarının sahiplerinin rahatsızlıklarına ve duygusal hallerine tepki gösterdiğini defalarca tespit ettiler. Bitkinin, yanına mineralli bir kaya parçası konduğunda veya elektrik şokuyla cezalandırıldığında bir tür şartlı refleks edindiğini gördüler. Mineral yanına her konuşta bitkinin duyguları altüst oluyor, mineral barındırmayan kayaya ise hiç tepki göstermiyordu. (Sayfa: 21-22)

Rus bilim adamları, Tanya adlı kızı hipnotize ederek uyuttuktan sonra ona dünyanın en güzel kızı olduğunu söylediler. Bir bitkiye bağlı kayıt kalemi kızın sevincine aşırı bir tepki verdi. Sonra kıza çok üşüdüğünü söylediler, kız titrerken bitki de güçlü bir tepki verdi. Kıza 1’den 10’a kadar bir sayı tutturup sakın kimseye söyleme dediler. Sonra rakamları tek tek saymaya başladılar, kız hepsine hayır dedi. Psikologlar kızın hiçbir rakamda tepki vermediğini kabul ettiler, ama bitkiye bağlı kayıt cihazı 5 rakamı söylendiğinde tepki verdi. Gerçekten de kız 5’i tutmuştu. Bitki hücreleriyle insanın sinir sistemi arasında esrarengiz bir bağlantı olduğu açıktı. (Sayı: 23-24)

Bir sardunya çiçeği üzerinde ilginç bir deney yapıldı. Bir kişi çiçeği sürekli taciz etti, yapraklarını kopardı, çimdikledi, bazı yerlerine asit döktü, kibritle yaktı. Diğeri ise ona şefkatle baktı, yaralarını tedavi etti. Bitki kayıt cihazına bağlandıktan sonra işkenceci içeri alındı, cihaz sinirli ve delice hareketler kaydetti. Sonra iyi adam içeri alındı, sardunya yatıştı, kayıt cihazı düzgün hatlı, şefkatli denebilecek çizgiler çizmeye başladı. (Sayfa: 24-25)

Sovyet botanikçileri, bir cam kutu içine ekili mısır sapına birkaç hafta süreyle su vermediler. Mısır ölmediği gibi, yanında su verilen mısır kadar sağlıklı büyümeye devam etti. Su verilen mısır suyunu arkadaşıyla paylaşmıştı! (Sayfa: 25)

Sovyet bilim adamı Alexander Gurvich, bitkilerin gözle görülmeyen bir ışıma yaydıklarını keşfetti. Bir soğan, ucundan çıkardığı ışımayla diğer soğanın yan tarafını bombardıman ederek onun gelişiminde % 25 oranında bir artış sağladı. Bu ışınlar camdan geçemiyor, ama kuvarstan geçiyordu. Gurvich, insanlar üzerinde yaptığı deneylerde onların da bu ışınları yaydığını, ama hastalık durumunda ışınların değişime uğradığını gördü. Hasta bir insanın, bir maya kültürünü birkaç dakika elinde tutması maya hücrelerini öldürmeye yetiyordu. Gurvich’in çalışmalarından esinlenen Sovyet bilim adamları, hücrelerin, mesajlarını özel elektromanyetik ışınlar halinde şifreleyerek haberleştiklerini keşfettiler. (Sayfa: 26)

Ünlü Hintli bilim adamı Sir Jagadis Chandra Bose, bitkilerin hassas bir sinir sistemine sahip olduklarını ve çeşitlilik gösteren duygusal bir yaşamları olduğunu ileri sürdü. Bir gün, hareketi tamamen duran bir bitkinin birden hayvanlardaki ölüm kasılmasını andıran şekilde ürperdiğine tanık oldu. Ölürken bitkiden muazzam bir elektrik çıkmıştı. (Sayfa: 30-31)

Dr. Hashimoto, karısının kaktüsle nasıl konuştuğunu yalan makinesindeki kayıtları sese dönüştürerek keşfetti. Bitkinin ürettiği ses, yüksek gerilim hatlarının uzaktan duyulan uğultusuna benziyordu. Ancak bu uğultu değişkendi, bazen kulağa hoş gelen bir ritim şeklinde, bazen de sıcak, neşeli bir şarkı gibiydi! Bayan Hashimoto’nun kaktüsüyle yaptığı sohbetleri dinleyenlerin anlattığına göre, modülasyonlu Japonca konuşan Bayan Hashimoto’ya bitki de modülasyonlu kaktüsçeyle yanıt veriyordu. Sonunda Hashimotolar kaktüsle öyle bir yakınlık kurdular ki, ona 20’ye kadar saymayı, hatta toplama yapmayı bile öğrettiler. 2+2’nin kaç ettiği sorusuna kaktüsün verdiği sesli yanıtı kayıt cihazındaki grafiklere uyarladıklarında, dört belirgin tepe noktası oluşturduğunu gördüler. (Sayfa: 34-35)

Amerikalı kimyager Marcel Vogel bir karaağaçtan kopardığı üç yaprağı bir cam tabağın içine yerleştirdi. Her gün kahvaltıdan evvel bir dakika süreyle iki yaprağa bakıyor ve yaşamlarını sürdürmelerini telkin ediyordu. Üçüncü yaprağı ise sürekli ihmal ediyordu. Sonunda ilk iki yaprak yeşil kalırken üçüncüsü kurudu. Dahası, ilk iki yapraktaki ağaçtan koparılma izleri de iyileşmişti. Bu, eylem halindeki psişik enerjiydi. (Sayfa: 36)

Alman mistiği Jacop Boehme’nin bitkinin içine girdiğini bilen Marcel Vogel, bir genç kıza bitkinin içine girip giremeyeceğini sordu. Psişik bir kişi olan kız hemen bitkiyle bağ kurdu ve kayıt cihazı olağanüstü bir enerji girişi kaydetti. Genç kız bu deneyi sonradan şöyle anlattı: “Kendimi hayal gücümün akışına bırakarak dibinden bitkinin içine girdim. İçeri girer girmez hareket halindeki hücreleri ve saptan yukarı yürüyen öz suyunu gördüm. Yapraklara yaklaşırken kontrolüm dışındaki bir aleme çekildiğimi hissettim. Bir yüzeyin parçası haline gelmiştim, saf bilinçti bu. Bitki beni kabul, hatta himaye etmişti. Zaman hissi yoktu, sadece mekan yönünden bir birliktelik vardı. Bitkiyle bir olmak için kendimi bıraktım. Bay Vogel gevşememi söylediğinde çok yorulduğumu ama huzur içinde olduğumu hissettim, tüm enerjim bitkiye geçmişti.” Kayıt cihazını izleyen Vogel, kızın bitkiden çıktığı sırada ani bir enerji kesilmesi gözlemlemişti. (Sayfa: 38-39)

De La Warr çifti, bir bitkiden koparılarak dikilen bir dal parçasının, anne himayesinden uzak kalmasının onu etkilemediğini gördüler. Ama anne bitkinin yakılması, öksüz kalan çocukların gelişimini yavaşlatıyordu. (Sayfa: 43)

Luther Burbank, telkin yoluyla dikenli kaktüslerin dikensiz hale getirilebileceğini keşfetti. Kaktüslere “Korkulacak bir şey yok, bu dikenlere ihtiyacınız yok, ben sizi koruyacağım” diyerek telkinde bulunuyordu. Burbank aynı yolla hiç çiçek açmayan bitkileri bile çiçek açar hale getirmişti. (Sayfa: 44)

ZAMAN VE RÖLATİVİTE

Uzaydaki büzülme, uzayın içine gömülü haldeki tüm cisimleri de büzer. Uzaydaki tüm şekil değişiklikleri ona gömülü cisimlere de aynen yansır. Uzayı elastiki jelatinimsi bir madde olarak düşünürsek, bu jelatinin sıkıştırılması, döndürülmesi veya çekilmesi halinde içindeki cisimlerin şekilleri de otomatik olarak değişecektir.

Objelerin uzunlukları rölativistik hızlarda (ışık hızına yaklaşan) kısalıyor gibi görünür. Hareketli bir sistem içindeki bu tür uzunlukların kısalması ve zamanın uzaması, ancak ışık hızına yaklaşan hızlarda fark edilebilir bir değere ulaşır. (Sayfa: 11-15)

Amerikalı filozof Manly P. Hall’e göre, geçmiş zaman fiziksel duyularımızla nüfuz edemeyeceğimiz gölgelere gömülüp gitse de yine mevcuttur. Eğer geçmişin vibrasyonları elektriksel yükseltme (amplifikasyon) yoluyla şiddetlendirilebilse, geçmiş çağlar tekrar canlandırılabilir ve canımız istediği zaman bir düğmeye basarak geçmişi seyredebiliriz. Aslında ‘geçmişin fotoğrafının çekilmesi’ olarak nitelendirebileceğimiz bir uygulama günümüzde yapılmaktadır. Amerikan Hava Kuvvetlerinin geliştirdiği özel bir enfraruj kamerasıyla bir keşif uçağından yerdeki boş bir araba park yerinin fotoğrafı çekildiğinde, birkaç saat önce oraya park eden ama çekim anında orada bulunmayan arabaların görüntüsü elde edilmektedir. (Sayfa: 23-24)

A.P. Sinnet’in derlediği ‘Mahatma Mektupları’ adlı eserde, Tibet’teki bir tür sihirli aynadan bahsedilmektedir. Söz konusu kitapta Sinnet şöyle yazıyor: “Her mabedin bir karanlık odası bulunur. Odanın kuzey duvarının cilalanmış bakırdan oluşan ve eşyayı ayna gibi yansıtan bir yüzeyi vardır. Mürit, kalın camdan yapılmış bir kabin içindeki üç ayaklı sehpaya oturur. Operatör lama, ayna ve müritle üçgen oluşturacak şekilde müridinkine benzer bir sandalyede oturmakta, müridin tam başının üzerinde kuzey ucu yukarı bakan bir mıknatıs sallanmaktadır. Operatör lama celseyi başlattıktan sonra müridi yalnız bırakır. Mürit duvardaki sihirli aynada üç boyutlu zaman görüntülerini izlemeye başlar.” (Sayfa: 24)

Yazar Andrew Thomas bir arkadaşının başından geçen olayı şöyle anlatıyor: “Yaşlı Taoist Çinli bir arkadaşımdan mendilini istedi, mendili yere yayarak arkadaşıma mendile bakmasını söyledi. Sanki sinema perdesiymiş gibi birden mendilin üzerinde görüntüler belirmeye başladı. Mançurya’nın Japonlar tarafından işgali, arkadaşımın Şanghay’da geçen yılları, büyük okyanustaki İkinci Dünya Savaşı ve arkadaşımın Avrupa’ya dönmek üzere Asya’dan ayrılışı mendilin üzerine ardı ardına görüntüler şeklinde yansıdı.” (Sayfa: 25)

Okült yazar Ferdinand Ossendowsky, Moğolistan’daki Narabanchi Kure Manastırı’nın Hutuktusu’nun kendini içinde Buda heykeli bulunan kutsal bir odaya götürdüğünü söyleyerek başından geçen olayı şöyle anlatmaktadır: “Hutuktu hatiğimi alarak Buda heykelinin omuzuna koydu, mihrabın önündeki kilimin üstüne secde edip duaya başladı, bana da heykelin arkasındaki karanlık boşluğa bakmamı söyledi. Az sonra karanlıkta duman bulutları ve şeffaf ipliksi görüntüler belirdi. Giderek yoğunlaştılar ve karımla dostlarımın içinde bulunduğu bir oda belirdi. Karımın giydiği elbiseyi hemen tanıdım, yüz hatları gayet belirgindi. Sonra görüntü yine karardı, Hutuktu, “Merak etmeyin aileniz gayet iyi ve sıhhatte” diyerek Buda heykelinin üzerindeki hatiği alıp bana geri verdi.” (Sayfa: 25-26)

Apokrifal Yeni Ahit’te, şimdiki anın genişleyip ebediyen mevcutmuş gibi hissedildiği bir ‘zaman durması’ tarifine rastlamaktayız: “Şimdi ben Yusuf yürüyordum ve yürümedim. Ve havaya baktım ve havayı gördüğümde hayretler içinde kaldım. Ve göğün direğine baktım ve durduğunu ve gökteki kuşların hareket etmediğini gördüm. Ve yere baktım ve hazırlanmış bir tabak ve yanında işçiler gördüm ve elleri tabağın içindeydi ve yemeğini çiğneyenler çiğnemiyordu ve yemeği tabaktan alanlar almıyordu ve ağızlarına götürenler götürmüyordu, fakat hepsinin yüzü de yukarıya dönüktü. Güdülmekte olan koyunlar gördüm ve ilerlemeyip duruyorlardı ve çoban değneğiyle koyunlara vurmak için elini kaldırmış ve eli yukarda kalmıştı. Ve ırmağın akışına baktım ve çocukların suya uzanan ağızlarını gördüm ve içmiyorlardı. Ve birden her şey yoluna devam etti.” İşte bu ‘zamansız süre’dir. Burada insani anılarımızdan birini bir sonraki izlemez. Bilinç bir andan ötekine adımını atmayıp Ebedi Zaman’ın bir parçasında durur. (Sayfa: 31)

Ünlü Mistik Meister Eckhart şöyle der: “Eğer bir kimse son altı bin yılın ve dünya sona erene kadarki geleceğin zamanını ve tüm olaylarını toplayacak bilgi ve güce sahip olsaydı, bütün bunların tek bir şimdiki an halinde toplanması zamanın bütünlüğünü verecekti.” (Sayfa: 32)

Ouspensky’ye göre zaman mevcut değildir. Sürekli ortaya çıkan ve sürekli yok olan bir olaylar çeşmesi yoktur. Her şey hep mevcuttur, sadece ebedi şimdi vardır. Sınırlı zihin bunu kavrayamaz. Ebedi şimdi, her şeyin acımasız bir şekilde önceden belirlendiği anlamına gelmez, öyle olsaydı evrim gereksiz olurdu. Gerçek dünya sonsuz bir olasılıklar dünyasıdır. Zihnimiz bu olasılıklardan sadece birini izler, oysa olasılıkların hepsi gerçekleşir, ama biz bunu göremeyiz ve bilemeyiz, insan zihninin zayıflığı da buradadır. (Sayfa: 33)

St. Augustine, zamanın üçe katlanmış bir şimdiki zaman olduğunu söyler. Durum şöyledir: Deneyimlediğimiz şekliyle şimdiki zaman. Şimdiki zamanın anıları halindeki geçmiş zaman. Şimdiki zamanın umutları halindeki gelecek zaman. (Sayfa: 38)

Kendilerini Dünyanın Bakıcıları olarak kabul eden Hopi Kızılderililerinin dilinde sadece şimdiki zaman kullanılır. Geçmiş zaman, tezahür etmiş şimdiki zamandır. Gelecek ise tezahür etmekte olan şimdiki zamandır. (Sayfa: 38)


BİLGELER PLANI - Altın Çağ Misyonu

BİLGELER PLANI (Celse 5. 4. 1974) : “Ruhsal enerji hayat enerjisi değildir. Ruhsal faaliyet hayat enerjisinin aracı değildir. Bedende meydana gelen ruhsal enerji, size canlılık veren enerji değildir. Fizik maddeyi canlı kılan hayat enerjisidir. Ruhsal enerji, hayat ve fizik enerjilerini kullanan ayrı bir güçtür. Evreninizde hayat enerjisiyle canlı diyebileceğiniz birçok yer vardır, ama bunlar aynı zamanda ruhsal enerjiye sahip değillerdir.Evrim için mutlaka ruhsal enerjiye ihtiyaç vardır. Ruhsal enerjiyle bağlantı kuramayan hayat ve zaman enerjisi, fizik enerjiyi dolayısıyla maddeyi meydana getiremez.” (Sayfa: 13-14)

BİLGELER PLANI (Celse 26. 4. 1974) : “Canlı oluş ille de şuurlu oluş demek değildir. Kainatınızın her yerinde canlılık vardır, ama her yerde şuurluluk olması gerekmez. Şuurlu hareketin belirmesi için orada ruhsal enerjinin mevcut olması gerekir. Hayat ve zaman enerjisinin meydana getirdiği fizik enerjiyi değişikliğe uğratan şuurluluktur. Şuurluluk olmadan evrim olmaz.” (Sayfa: 14)

BİLGELER PLANI (Celse 26. 4. 1974) : “Fizik alem her haliyle hayat ve zaman enerjilerinin ürünüdür. Hayat enerjisi oluş demektir, hayat enerjisi olgu’nun, olma’nın ilk sebebi demektir. Olanlar, yani yaratılanlar elbette biçimden biçime geçerler, sürekli değişmeye ve sonunda dağılmaya mahkumdurlar. Siz canlıyla şuurluyu ayırt etmeyi henüz bilmiyorsunuz. Eski bilgilerinizle canlıdaki bazı başkalaşımları delil olarak alıyorsunuz, oysa ruhsal enerjinin en büyük kanıtı, farklı şuur hallerinin insanda ortaya çıkmasıdır. Organizmanın kendi yapısında şuurluluk hallerini meydana getirme özelliği kesinlikle mevcut değildir. Bu yüzden, yaratılmış her şey canlıdır ama şuurlu değildir. Güneş şuurlu değildir, Dünyanız şuurlu değildir. Şuurluluğun başladığı yerde ruhsal enerjiyi o yere nüfuz etmiş halde bulacaksınız, örneğin beyin şuurlandırılmış bir sistemdir.” (Sayfa: 14-15)

BİLGELER PLANI (Celse 31. 5. 1974) : “Fizik enerji, hayat enerjisinden almış olduğu payla ve onun vasıtasıyla canlı ortamı, yani fizik formları meydana getirir. Ruh enerjisi bu canlı ortama müdahale ederek evrimi sağlar. Şuurluluk denen nüve, evrensel gelişmenin ilk nüvesidir!” (Sayfa : 15)

BİLGELER PLANI (Celse 15. 3. 1974) : “Fizik enerjinin içinde karışım halinde zaman ve hayat enerjisi bulunur. Bu enerjiler değişik yoğunluktadır ve birbirinden ayırt edilebilir özelliktedir. Bu değişik oranlar fizik evreninizde değişik zaman şartlarını oluşturur, ağır zaman, orta zaman, hızlı zaman tarzında. Zaman enerjisinin hayat enerjisiyle olan ortaklığından bir takım değişik yoğunlaşmalar ortaya çıkar. Hız, hayat enerjisiyle zaman enerjisi arasındaki dengenin zaman enerjisi lehine bozulmasıdır. Hız arttıkça hayat enerjisi azalır. Fizik evreni iyi anlamak için hayat ve zaman enerjilerini iyi kavramak gerekir.” (Sayfa: 17)

BİLGELER PLANI (Celse 22. 3. 1974) : “Hayat enerjisinin ruh enerjisiyle ilgisi yoktur. Ruhun meydana gelişi, hayat ve zaman enerjilerinin bir arada bulunmasına bağlı değildir. Ne zaman ne de hayat enerjisi ruh enerjisine tasarruf edebilir, aksine ruh enerjisi her ikisine de tasarruf eder. Yaratılışın meydana gelişinde zamansızlık vardır, çünkü zamanlılık kavramı yaratılış içinde geçerlidir ve yaratılışı kesikli algılayan yaratılanlar içindir. Ne zaman, ne de hayat enerjileri tek başlarına yaratılışı meydana getirebilirler. Kutsal kitaplarınız bu yüzden yaratılışı ani ve zamansız olarak tanımlamışlardır.” (Sayfa: 18)

BİLGELER PLANI (Celse 22. 3. 1974) : “Hayat enerjisiyle zaman enerjisinin fizik kainatlar içinde birlikte bulunması çeşitli boyutları meydana getirir. Zaman ve hayat enerjilerinin yoğunluk ve orantı bağıntılarına göre boyut farkları ortaya çıkar. Hayat ve zaman enerjisi büyük yoğunlukta olduğu zaman boyutun düzeyi artar, bu sonsuza kadar böyle gider. Tüm enerjilerin en son boyutu Yaratıcı Enerjidir.” (Sayfa: 19-20)

BİLGELER PLANI (Celse 31. 5. 1974) : “Zaman ve hayat enerjilerini halli hamur ederek fizik kainatı yaratan Tanrı’nın kudretidir. Ama bu yaratılış bitmiş değildir, sürekli yeni kainatlar meydana gelmekte ve eskiler yok olmaktadır. Bu süreklilik bir emri evvel (OL) ile meydana gelmiş, ama bu tasarruf gücü hayat ve zaman enerjilerine zerk edilmiştir. Bir kader, program ve maket üzere bu enerjiler Evren Zekası tarafından yapılan etkiyle bu gücü kullanırlar. Kendi maksatlarını, görevlerini, planlarını ve zekalarını içerirler. Onlar bunu yaparken derme çatma, rastgele, maksatsız ve sapkın değillerdir! Ruh enerjisi nasıl şuuru meydana getiriyorsa, zaman, hayat ve fizik enerjileri de kendi sürekliliklerini meydana getirirler, çünkü söz konusu enerjiler Kainat Zekası’nın bir parçasıdırlar.” (Sayfa: 20-21)

BİLGELER PLANI (Celse 15. 3. 1974) : “Sizin kainat hafızası ya da akaşik kayıt dediğiniz şeye biz zamanın yoğunlaştırılması, toplanması anlamında ‘zaman meksefesi’ demeyi daha uygun buluyoruz. Zaman bir enerji türüdür, sözünü ettiğimiz enerjinin kaydı değil teksifidir. Zamanın teksif edilerek saklandığı bir büyük enerji deposu vardır.” (Sayfa: 22-23)

BİLGELER PLANI (Celse 15. 3. 1974) : “Zaman meksefesiyle fizik enerjiyi meydana getiren zaman enerjisi arasında hem yoğunluk, hem de nitelik farkı vardır. Dünyanızın astral ikizinde, belirli iki yoğunluk arasına yerleştirilmiş bir sistem vardır ki buna dünyanızın zaman meksefesi denir. Astral ikiziniz fizik dünyanız teşekkül etmeden evvel oluşturulmuştur. Daha sonra, dünyanın teşekkülü anında meydana gelen tüm fiziki enerji değişimlerinin yansımaları zaman meksefesinde toplanmıştır. Bizim bildiğimiz kadarıyla 2,5 milyon yıldan beri devam eden canlılık fonksiyonunun kayıtları bu zaman meksefesinde mevcuttur. Zaman meksefeleri sadece dünyanıza has değildir, üzerinde canlı yaşasın ya da yaşamasın her planetin astral ikizinde zaman meksefesi bulunur.” (Sayfa: 23)

BİLGELER PLANI (Celse 22. 3. 1974) : “Zaman enerjisi akaşa sistemi içinde, yani zaman meksefesinde birikmiş olarak durmaktadır. Bu, bir mekan içinde mevcut maddesel bir tabakanın çeşitli yerlerindeki kalınlaşmalara, sertleşmelere, şekil almalara benzer. Bir cam küre düşünün, bu kürenin çeşitli yerlerindeki kabarcıklar diğer kısımlara nazaran daha kalın cam yoğunlaşmaları meydana getirmiş olsun. İşte bu cam küre bütünüyle zaman enerjisini, yoğunlaşmış kısımlarsa zaman meksefesini temsil eder. Elbette bu kaba bir misaldir, size ancak yaklaşık bir fikir verebilir.” (Sayfa: 24)

BİLGELER PLANI (Celse 5. 4. 1974) : “Her planetin astral bir ikizi vardır ve fizik plan astral plana göre kurulur. Astraldeki esas maket bir yansıma tarzında fizik planda çeşitli yoğunluklara dönüşür ve fizik dünya meydana gelir. Bir insan da aynı şekilde, fizik bedene girmeden önce fizik bedeninin astralini astral planda meydana getirir. Bu astral oluşum, fizik plandaki vücudunuzun iç yapısını oluşturur, fizik bedeninizse bunun üstüne giydirilir.” (Sayfa: 24)

BİLGELER PLANI (Celse 5. 4. 1974) : “İnsan organizatör varlığın, yani ruhun bir aleti olarak önce bedendir, fizik bir kompozisyondur. Fizik beden ise hayat ve zaman enerjilerinden meydana gelir. Fizik planda meydana gelen her faaliyetin zaman enerjisini ilgilendirdiği su götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla, fizik mekanda meydana gelen her olay zaman enerjisi kanalıyla zaman meksefesine, yani Kozmik Kitaba kaydolur. Bu işlem gayet seri ve dakik bir şekilde yapılır. Kutsal kitaplarınızda sözü edilen günahların ve sevapların kaydedilmesi olayı işte budur.” (Sayfa: 25-26)

BİLGELER PLANI (Celse 5. 4. 1974) : “Zaman meksefesi içindeki kayıtların tümü ruhsal varlık tarafından temin edilir. Varlığın fizik mekanla ilgili faaliyetlerinin yansımaları zaman enerjisi kanalıyla ruhsal enerjiye gider. Varlığın psişik mekanla ilgili tüm faaliyetlerinin yansımalarıysa hayat enerjisi kanalıyla ruhsal enerjiye gider. Fizik ve psişik mekanla ilgili tüm enformasyonlar ruhsal enerjiden kişisel meksefeye ulaşır. Bu durumda insan kendi defterini kendi tutmaktadır. Buna vicdanın kaydı ya da şuur dışına ulaşan hayat deneyimleri denmektedir. Otomatik hatırlama ve tahayyül (imgeleme) de denir.” (Sayfa: 26)

BİLGELER PLANI (Celse 5. 4. 1974) : “Dünyanın geçmişte ve şimdide meydana getirdiği faaliyetlerin şaşmaz sonuçları, dünyanın astral ikizindeki zaman meksefesine kaydolur ve Dünya Rabbi’ne ulaşır. Dünya Rabbi de kozmik yasalar uyarınca dünya sistemini kendi karmik telafisi içinde yürütmeye ve evrim faaliyetini icra etmeye çalışır. İnsan için de aynı şey geçerlidir. Onlar da kendi zaman meksefelerinde kayıtlı sonuçlara razı olarak evrimlerini sürdürürler. İnsan, zaman meksefesindeki karmik sonuçları inceledikten sonra, yeni tercihini yaparken bu kayıtları kaale almak zorunda kalır, rehberleri de bu konuda ona yol gösterirler.” (Sayfa: 27)

BİLGELER PLANI (Celse 31. 5. 1974) : “Fizik plandaki her olay birbirinin sebebi gibi görünse de, bazen bunlar ayrı zekaların ürünü, ayrı zekalara bağlı iplerin çekilmesi veya salınması olabilir. Bazen uhrevi ve dış dünyalara bağlı da olabilirler. Kör bir sebep sonuç zinciri söz konusu değildir, her zaman belirli bir sebep belirli bir sonucu meydana getirmek zorunda da değildir. Ruhsal enerjiye sahip muktedir varlıklar kendi aralarında uygulama yaparken sizin alanınıza da müdahale edebilirler. Bazen onların deneyimleri sizin kaderinize baskın çıkabilir. Bu baskın çıkma, birçok enkarnasyon boyunca öğreneceğiniz şeyi size kısa sürede öğretebilir. Muktedir varlıkların bunu yapmaya yetkileri vardır.” (Sayfa : 28-29)

BİLGELER PLANI (Celse 26. 4. 1974) : “Yüksek Ruhsal Mekanizmalar, bir planetin geçmiş ve geleceğini tayin etmek için o planetin astral ikizindeki zaman meksefesinden yararlanırlar. İhtiyaç duydukları enformasyon zaman meksefesindedir. Aynı gezegende yaşayan iki varlığın zaman meksefeleri arasında bağlantı olması için, bu iki varlığın şuur düzeyi yönünden aynı plana dahil olmaları, tamamlamak zorunda oldukları ödevleri bakımından benzer olmaları, karmik telafi bakımından birbirlerinin koruyucusu veya zorlayıcısı olmaları gerekir. İki ayrı planette yaşayan iki varlığın zaman meksefeleri arasında bağlantı olması için, bu iki varlığın şuur planlarının birbirine yakın olması, şuurun artmasına ilişkin olarak aynı görevi yapıyor olmaları gerekir. Burada iki varlığın karmik telafileri rol oynamaz. İki ayrı gezegendeki varlığın kurduğu bağlantı bazen o kadar belirgin hale gelir ki, insanlar o kişiyi ya dahi ya da deli olarak nitelerler. Aynı şuur düzeyindeki eşler arasında kurulan bu bağlantılar planetinizde kehanetlere ve keşiflere yol açmıştır. Her iki planetin yöneticileri geçmiş deneylerden ve olaylardan yararlanırlar. Evrensel İdare Mekanizması, işte bu araçları kullanarak büyük bir hiyerarşi içinde evrenleri yönetmektedir.” (Sayfa: 31-33)

BİLGELER PLANI (Celse 10. 5. 1974) : “İki planet arasında girişim olması için birçok şart varsa da en önemlisi şuur düzeyidir. Bu düzeyde yakınlık varsa bağlantı kurulabilir. Ancak dünyanın zaman meksefesi diğer planetlerle bağlantı kurmak için yetersizdir. Örneğin X planetinde 10 bağlantı fazı varsa, sizde 3-4 faz vardır. Bu faz eksikliği evrimi yavaşlatır ve ağır yatay evrim oluşur. Varlıkların yüksek şuurlarıyla bağlantılarının az olması yüzünden ilham ve sezgi bakımından kısırdır, ancak hislerin gelişmesi ve akıl melekeniz evriminizi sağlayan unsurlar olarak ön plana çıkar.” (Sayfa: 34-36)

BİLGELER PLANI (Celse 5. 4. 1974) : “Dünya Rabbi, geleceğe yönelik tüm hazırlıkları, geçmişteki değişikliklerin gelecekteki sonuçlarını, yaşamakta olan varlıkların özel zaman meksefelerini elinde bulundurur ve kontrol altında tutar. Sizin geniş şuur dediğiniz, gerçek bilgi dediğiniz işte budur.” (Sayfa: 37-38)

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Altınçağ misyonu mükemmel.. kelimenin tam anlamıyla doğru fakat bu konuda daha fazla bilgi wermenizi rica ediyorum yazılanlar kuran da yazılanlarla örtüşüyor ve mantıklıdüşündüğünüzde gerçeği anlamaya çözmeye çalışıosunuz (: sunum özlüce toparlanmış meraklanmamak mümkün değil teşekkürlerr...

Adsız dedi ki...

EVET METNİ SONUNA KADAR OKUDUM FAKAT Bİ SORUM OLUCAK NEDEN BİZİM PEYGAMBERİMİZDEN BAHSEDİLMEMİŞ YANİ MÜSLÜMANLARDAN NEDEN BAHSEDİLMİYOR? YAHUDİ YANLISI OLDUĞUNU DÜŞÜNMEMEK MÜMKÜN DEĞİL VE ÜRKÜTÜYOR ESASINDAA:s

Yaşar Uçar dedi ki...

Sevgili Adsız,

Bu mesajları verenler Amerika ve Avrupada yaşayan insanlara hitap ettikleri için Müslümanlardan söz etmiyorlar. Sadıklar Planını incelersen, tümüyle Müslümanlara ve Kurana ait mesajlara rastlarsın. Anlayacağın bilgeler dünyayı bir bakıma aralarında paylaşmışlar. Selam ile.

Yaşar Uçar

Adsız dedi ki...

teşekkür ederim haklısınız ama internette altın çağ misyonunun kopacıları çıkmış bile bu konuda ne yapıcak sınız isan ın ALLAH ın oğlu olduğunu zırvalayan bir sürü altınçağ siteleri hortlamış bile..

Adsız dedi ki...

dünyadaki değişimler ve oluşan ego imparatorluğu dünyadaki ekonomik sorunların altında ezilen insan topluluğu insanın içselliğine ulaşması ve bu anlamda büyük bir yardım umudu beklentisi vardır Ama bu yardım dünya hükümetleri tarafından gelmez çünkü onlarda ego imparatorluğuna yani negatif düzeye hizmet etmektedirler kurtuluş egodan arınarak sadeleşip içselliğin denizine dalmaktadır sevgiyle kalın hoşçakalın ışık DOSTU