11.05.2007

SPİRİTOLOJİ, PARAPSİKOLOJİ, UFOLOJİ
TEMEL ALT YAPI KİTAPLARI
CİLT: 5
BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI

ÖLÜM VE AHiRET

Yüksek Rehber Ruh KEMAL YOLCUSU (Celse 8. 12. 1952) : “Hasta kendini kötü hisseder ve uzanır. Ailesini çağırır, onlarla konuşur. Fakat bu seslerin bir kısmını onlar duyamadığı için yardım edemezler. Ruh bedeni terk ederken hasta etrafında varlıklar görür, bunlar koruyucu varlıklardır, onlar da kaybolur ve hasta ayağa kalkar, ama ayağa kalkan astral bedenidir. Duyu organlarını arar bulamaz, işte artık ölmüştür! Bir karanlık hisseder, karanlık şuurun boşalması gibidir. Bir süre sonra aydınlıklar başlar, düşünceler gelir, koruyucu varlıklar yaklaşırlar ve yeni bir hayatın başladığını söylerler, artık spadyumdadır (öte alemde).
“Ölmek üzere olan birinde bir ‘adam sendecilik’ ortaya çıkar. Böylece kişi dünya nimetlerini unutur, sonra maddi bedenini yavaş yavaş kaybetmeye başlar. En sonunda tüm inançlarını, bağlarını, realitelerini, dahası kendi kimliğini de kaybeder! Karmaşa içindeki bir ruh, bazen uygun olmayan bir hayat planıyla dünyaya iner. Başkalarına ve kendine pek yararı dokunmayan bu plan, en azından o ruha uygun bir seçim yapmadığını öğretir.” (Sayfa: 9-18)

Yüksek Rehber Ruh KADRİ (Celse tarihi yok) : “Ruh alemine geçişteki ilk izlenimler değişiktir. Herkes yaptığı iyilik ve kötülüğe göre izlenimler alır. Bazıları karmaşık ve bulanık halde geçiş yapar ve yıllarca ne olduğunu anlamaz, uyku ve uyanıklık arasında bocalayıp durur, bazıları ise hemen durumu kavrayıp faaliyete geçer. Dünyaya ait tutumların öbür tarafta en güç terk edileni bencilliktir, nefsaniyete dayandığı için kolay kolay vazgeçilemez ve ruh için bir ıstırap kaynağı haline gelir. Diğerlerini bırakmak daha kolay ve çabuk olur.
“Olgun ve ileri varlıkların karmaşa halleri, gerek zevkli gerekse ıstıraplı olsun diğerlerinden her zaman daha kısa sürer. Bunlar süratle karmaşadan kurtulup dünyevi kimliklerinin asıl kimlikleri olmadığını fark ederler ve yine süratle layık oldukları yüksek alemlere ulaşırlar.” (Sayfa: 19-20)

Yüksek Rehber Ruh KADRİ (Celse 23. 7. 1947) : “Doktorlar, ilaçlar, hocalar hep birer araçtır. Bazısı doktor bulamaz kendi kendine iyileşir. Demek ki onun doktor bulamadığı için günlerce acı çekmesi kaderinde varmış! Hepiniz birer araçsınız, hemcinslerinize ne şekilde olursa olsun yardım etmekle yükümlüsünüz. Siz gerekeni yaparsınız, ama sonuç size bağlı değildir. Ölmesi gereken birini hiç kimse hayatta tutamaz, ama doktor yine de görevini yapmalıdır!” (Sayfa: 23-24)

Yüksek Rehber Ruh MEHMET (Celse 2. 2. 1949) : “Bir varlık bedenlenerek spadyumdan dünyaya inerken ne kadar yaşayacağını bilemez. Bu süre Yüksek Varlıklar tarafından tayin edilir. Ne olursa olsun onlar izin vermedikçe o kişi ölmez. Ölüm anı varlık dünyaya indikten sonra mı, yoksa daha evvel mi kararlaştırılır diye soruldu. Bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum, bu karar yüksek varlıkların yetkisi dahilindeki bir şeydir. Yalnız şunu söyleyebilirim ki, onlar için geçmiş ve gelecek diye bir şey yoktur.” (Sayfa : 30-31)

Yüksek Rehber Ruh AKIN (Celse 14. 8.1948) : “Tüm hareketler planlanmış ve çizilmiştir, tüm kainatın gidişatı planlanmış ve çizilmiştir, her rastladığınız olay planlanmış ve çizilmiştir. Bu plan, İlahi İrade Yasaları çerçevesinde onları uygulamakla görevli Yüksek Varlıklar tarafından uygulanır. Bu derece yüksek varlıklarla bağlantı kuramazsınız, hiçbir zaman ölüm anını önceden tayin edemezsiniz, bilemezsiniz! Dünyaya gelirken yapabileceğiniz tek şey, eksik yönlerinizi tamamlamanıza yarayacak bir planı oradaki rehber varlıkların yardımıyla seçmektir. Ölüm anını ne siz, ne de spadyumda size yol gösteren varlıklar bilebilir. Ama size şunu söyleyebilirim ki, insan işini bitirmeden bu dünyadan ayrılamaz. İşin bitip bitmediğine karar verecek makamlar ise çok yüksektedir, bu sorunun yanıtını ancak onlar bilebilir!” (Sayfa: 33- 37)


IŞINLAMA – Olaylar ve Gözlemler

Astral projeksiyonda beden terk edilerek birkaç saniye içinde uzak yerlere yolculuk yapılır. Işınlamada ise fizik beden terk edilmez, kişi bedeniyle birlikte uzaktaki bir yere aktarılır, aktarma anında bir anlık şuur kaybı yaşanır. (Sayfa: 12)

Bermuda Şeytan Üçgeninde 1800 yılından bu yana irili ufaklı 110 deniz taşıtından 20’si terk edilmiş halde bulundu, 90’ı ise hiçbir iz bırakmadan kayboldu. Toplam 140 olayda 2014 kişi arkalarında hiçbir belirti bırakmadan yok oldu. Bermuda Üçgenindeki en büyük üç kaybolma olayı şöyledir: 1814’de 140 kişiyle Karaibler’de kaybolan Wasp (ABD) adlı gemi. 1880’de 290 kişiyle kaybolan Atlanta (İngiltere) okul gemisi. 1918’de 309 kişiyle kaybolan Cyclops (ABD) adlı kömür gemisi. (Sayfa: 18)

1943 yılında Amerika’nın Philadelphia askeri limanında genç bir bilim adamı olan Dr. Morris K. Jessup bilimsel bir deney yaptı. Konu, Einstein’ın Birleşik Alanlar Kuramına dayanarak oluşturulacak elektromanyetik alanda eşyanın uzay içinde yer değiştirmesiydi. Deneyin amacı, bir nesneyi demateryalize edip istenilen bir başka yerde ortaya çıkarmaktı, yani ışınlama olayını gerçekleştirmekti.
Deney açık denizde ve Amerikan sahil koruma gemisi D-173 üzerinde uygulandı. Deney başlar başlamaz önce sisli yeşil bir ışık çevreyi sardı, gemi bu yeşil sise büründü ve yavaş yavaş içindekilerle birlikte gözden kaybolmaya başladı. Hemen ardından 640 km. ötedeki Norfolk Limanında (Virginia), askeri gözlemcilerin gözleri önünde aniden ortaya çıktı ve tekrar kayboldu.
Geminin görünme ve kaybolma süreleri, deneye son verme yöntemi bilinmediğinden biraz uzadı ve sonunda deney güçlükle durduruldu. Gemide bulunan askeri personelin büyük çoğunluğu kayboldu, bir kısmı da sonradan öldü. Kalan tayfaların psişik yeteneklerinin güçlendiği, çoğunun deneyde kazandıkları görünmeme yeteneğini korudukları gözlemlendi. Tayfaların çoğu ara sıra kaybolup sonra yeniden görünmeye başladılar. Evlerinde otururken, sokakta yürürken, lokantalarda ve değişik yerlerde çevredekilerin şaşkın bakışları arasında kayboluyor, sonra aniden ortaya çıkıyorlardı. (Sayfa: 20-21)

Işınlanma olayları bazen kalabalık askeri birlikleri de kapsamaktadır. 1593’de, Filipinlerdeki sarayın önünde nöbet tutan bir asker Meksika’daki bir sarayın önüne ışınlandı. 1800’de İspanya’ya yürüyen Fransız birliği, Pireneler’de hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboldu. 1915 yılında bir İngiliz alayı bulutun içine girerek tanıkların gözleri önünde kayboldu. 1939’da 2988 kişilik bir askeri birlik sırra kadem bastı. 1940’da bir binada çalışma yapan Nazi subayları bir sürü nöbetçinin bulunduğu binanın içinde aniden yok oldular. 1963’de Japonya’da bir buluta giren araba içindekilerle birlikte ortadan kayboldu. 1977’de ise Şilili bir asker ufoya ışınlanmış, sonra tekrar ortaya çıkmıştı. (Sayfa: 25-31)

Hintli Bilge Ramana Maharshi, Dr. Paul Brunton ve birkaç müridiyle oturmaktadır. Bir ara Maharshi’nin gözleri kapanır ve transa girer. Sonra müritlerden biri yukarı doğru uzar gibi olur ve ortadan kaybolur, diğerleri de onu izlerler. Sonunda Maharshi ve Brunton kalırlar. Her ikisi de kayıplara karışmak üzereyken Brunton çırpınmaya, derin derin nefes almaya başlar ve eski haline döner, diğerleri kaybolmuş ama Brunton direnmiştir! (Sayfa: 36)

Hintli Bilge Sri Yukteswar Kalküta’daydı. Serampore’de bulunan müridi Paramahansa Yogananda’ya göründü, parlak bir ışığın içinde aniden materyalize olmuştu. Yogananda üstadının ayakkabı ve elbisesine dokundu, hepsi gerçekti, hatta üstat elini müridinin başının üstüne koyarak dua bile etmişti. Daha sonra Yukteswar tıpkı dürülen bir tomar gibi önce ayakları, sonra gövdesi, en sonunda başı olmak üzere yok oluverdi! Demateryalizasyon esnasında tuhaf bir gümbürtü duyulmuştu, bu demateryalize olan bedensel atomların sesiydi! Yogananda son ana kadar üstadın saçına dokunan elinin temasını hissetmişti. (Sayfa: 39-40)

Şüpheci arkadaşlarını ikna etmek isteyen Hintli bilge Lahiri Mahasaya, meditasyon yaparak ölmüş olan üstadı Mahavatar Babaji’yi çağırdı. Parlak bir ışığın içinde aniden Babaji belirdi, şüpheciler yerlere kapandılar. Babaji onlara bedenine dokunabileceklerini söyledi, hatta birlikte helva bile yediler. Sonra ani bir parlama oldu ve Babaji kayboldu. Üstadın bedenini bir arada tutan eterik atomlar, Babaji’nin irade gücünü gevşetmesiyle birlikte ayrışmışlardı. (Sayfa: 41-42)

Ram Gopal üstadının dediği yere gittiğinde devasa bir taş yerden havalandı ve yer altı mağarasından Babaji’nin kız kardeşi Mataji yükseldi. Ram’a biraz sonra orada bir buluşmanın gerçekleşeceğini söyledi. Sonra Ganj üzerinde bulutumsu bir ışık belirdi, Mataji’nin yanına kadar gelerek bedenlendi. Bu üstat Lahiri Mahasaya idi. Daha sonra bir alev topu yaklaştı, o da bedenlendi. Gelen, ölümsüz üstat Mahavatar Babaji’ydi. Diğerleri saygıyla önünde diz çöktüler, biraz konuştuktan sonra her biri geldiği gibi yok olup gitti. (Sayfa: 43-45)

Howard Menger, atölyesinde tabela boyarken dikkati 30 km ötedeki uzaylılarla buluştuğu yere kaydı ve birden kendini orada buldu. Atölyesinde yarım kalan işi hatırladığında, bu sefer atölyeye ışınlandı. Bunlar olurken aradan 15 dakika kadar bir süre geçmiş ve çalıştığı boya fırçası kurumuştu. Howard Menger bu olaydan sonra uzaylı dostlarının söylediklerini hatırladı. Onlar, insanoğlunun ışık enerjisini imajlara dönüştürmeyi (televizyon) başardığı halde, bu bilgiyi kendi bedenleri üzerinde neden uygulayamadıklarını merak ediyorlardı.
(Sayfa: 46-48)


AGARTA – Yer altı Uygarlığı (1.Kitap)

Okyanus Atlantis kıtasını yuttuğu zaman sağ kurtulan bilginlerden bir grubun doğuya göç ederek önce Himalaya Dağları’ndaki mağaralara sığındıkları, daha sonra da yer altında büyük kentler ve tünel şebekeleri kurdukları söylenir. Hatta kimi araştırmacılara göre bu yer altı uygarlığı eski Atlantis’i gölgede bırakacak kadar parlak bir uygarlıktır. İnsanlığın Büyük Kardeşleri, karlı tepelerin ardındaki gizli vadilerde ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği hakkında birçok kanıt ortaya konmuş ve dünyanın dört bir yanında gözlemler yapılmıştır.
Fransız Akademisi’nden Ferdinand Ossendowsky, Moğol Prensi Chultun Beyli ve laması tarafından Moğolistan’da kendisine anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Prensin anlattığına göre, Atlantik ve Pasifik Okyanusunda bulunan iki kıta denizin dibine battığında, o kıtalarda yaşayan bazı insanlar Himalayalar’daki yer altı sığınaklarına saklandılar. Sığınaklar, insanlara hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan tuhaf bir ışıkla aydınlatılıyordu. Yer altı sakinleri bilimin en yüksek düzeyine ulaşmış, özellikle teknolojide çok ileri gitmişlerdi. Devasa tünel şebekeleri içinde yüksek hızla yol alan olağanüstü araçlara sahiptiler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapıyorlardı. Ama en büyük başarıyı zihin gücünü geliştirme konusunda sağlamışlardı.
Ünlü kaşif ve ressam Nicholas Roeriche’e, Çin Türkistan’ı ve Sinkiang’daki gezileri sırasında uzun yer altı koridorları gösterilmişti. Yerliler kaşife, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Aldıkları malın karşılığını kimsenin görmediği paralarla ödüyorlardı. Bu yabancılar arada bir at sırtında geliyor ve insanları fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Dağların içindeki gizli geçitlerden ortaya çıkan uzun boylu beyaz tenli erkek ve kadınlar meşalelerin ışığı altında görülmüşlerdi. Bu gizemli dağ insanları yabancı gezginlere de yardım ediyorlardı. Tibetli bir rahip Roerich’e şöyle demişti: “Şambala halkı zaman zaman dünyaya çıkar ve yer yüzünde yaşayan çocuklarıyla buluşur. İnsanlığın iyiliği için dışarı kıymetli hediyeler, harikulade emanetler gönderirler.”
Csomo dö Köros, (1784-1842) Tibet’teki Budizm geleneklerini inceledikten sonra Şambala ülkesini Siri Derya Nehrinin ötesine, 45-50 derece kuzey paralelleri arasına yerleştirmiştir. Belçika Antwerp’te yayımlanan bir 17. yüzyıl haritasının Şambala ülkesini göstermesi ise çok dikkat çekicidir! (Sayfa: 8-12)

1932’de Los Angeles Times Gazetesi’nde yayımlanan bir makalede, Kaliforniya’daki Shasta Dağı içinde yaşayan beyaz tenli, uzun boylu, beyaz uzun giysili, alınları bantlı ve asil görünüşlü bir topluluktan bahsediliyordu. Tüccarların söylediğine göre ara sıra kasabaya gelen bu insanlar aldıkları malların bedelini altın külçeleriyle ödüyorlardı. Ormanda veya başka yerde görüldüklerinde kaçıyor ya da ortadan kayboluyorlar, kimseyle ilişki kurmak istemiyorlardı. Dağın eteklerinde Shastalılara ait olduğu anlaşılan ve Amerika’daki bilinen hayvanların hiçbirine benzemeyen sığırlar görülmüştü. Ara sıra da dağın üzerinde rokete benzer hava gemileri gözleniyor, bazen dağın içinden çıkan uçan daireler okyanusa dalıyorlardı.
Eric von Daniken ‘Tanrıların Altını’ adlı eserinde, Ekvator ve Peru’nun altında uzanan binlerce mil uzunluğundaki devasa tüneller sisteminden söz eder. Birbiriyle bağlantılı mağaralarla tünellerin oluşturduğu bu sistem, 1965 yılında Juan Moricz tarafından keşfedilmiştir. Eric von Daniken’in anlattığına göre tünellerden biri, içinde som altından yapılma hayvan heykellerinin yanı sıra taş ve metal nesnelerin de bulunduğu muazzam bir hole açılıyordu. Dahası, üzerinde bilinmeyen bir dille yazılmış yazılar bulunan metal plakalardan (yapraklar) meydana gelmiş bir kütüphane de vardı. Moricz, bu yazıların insanlığın tarihi ve kayıp eski bir uygarlık hakkında ayrıntılı bilgiler içerebileceğini söylüyordu. Daniken, çok eski zamanlarda bize benzeyen insanlar arasında bir kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Ona göre savaşı kaybedenler bir uzay gemisiyle kaçmışlar, kalanlarsa düşmanlarının gelecekteki saldırılarından korunmak için bu tünel sistemini inşa etmişler!
Yazar Harold T. Wilkins, tünel sistemi hakkında şöyle diyor: “Büyük tünellere bağlanan yollardan biri de eski Cuzco’nun yakınında bulunuyor, hala da orada. Ancak keşfedilemeyecek kadar iyi kamufle edilmiş. Bu gizli bağlantı, 380 millik bir mesafe boyunca Cuzco’dan Lima’ya kadar uzanan muazzam bir yer altı dünyasına ulaşır! Bu büyük tünel daha sonra güneye döner ve 900 millik bir mesafeyi aşarak Bolivya topraklarının içine kadar uzanır.”
Peter Kolosimo Avrupa’yı işaret ederek şöyle diyor: “İspanya ile Fas arasında 30 millik bölümü incelenmiş muazzam bir tünel uzanmaktadır. Birçok kişi, Avrupa’da bu bölge dışında bulunmayan Berberistan maymunlarının Cebel-i Tarık’ı bu yoldan geçmiş olabileceklerine inanmaktadır. Bu devasa galerilerin, gezegenimizin en uzak bölgelerini birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğunu öne sürenler bile var!” Peter Kolosimo bir eserinde de Azerbaycan’daki dipsiz bir kuyudan söz eder. Kuyunun duvarından mavimsi bir ışık sızmakta ve içerden tuhaf sesler gelmektedir. Yapılan inceleme ve keşifler sonunda bilim adamları, Kafkasya ve Gürcistan’daki diğer tünellerle birleşen tünel sistemleri bulmuşlardır. Kolosimo, Tibetlilerin tüneller konusundaki inançlarını şöyle dile getiriyor: “Tibetliler, tünellerin aslında kentler olduğuna inanırlar. Söz konusu kentler büyük bir afetten sağ kalanlara hala sığınak görevi yapmaktadır. Bu gizemli insanların, bitkilerin büyümesini ve insan yaşamının uzamasını sağlayan bir yer altı enerji kaynağını kullandıklarını söylerler. Söz konusu kaynağın yeşil bir ışık yaydığı sanılmaktadır. Bu düşünceye Amerikan efsanelerinde de rastlanması oldukça ilginçtir.” (Sayfa: 17-24)

Dünyanın her yanındaki Mistik Kardeşlikler, yerin kilometrelerce altındaki psişik bir uygarlıkla Tibet’teki üstatlar arasında bir bağlantı olduğunu ileri sürerler. “İçi boş dünya” kuramının taraftarları, uçan dairelerin aslında yeryüzünü gözetlemek için dünyanın içinden geldiklerini ve kutuplardaki delikleri giriş ve çıkış kapıları olarak kullandıklarını söylerler. Ezoterik öğretiler, Agarta’nın hakimine “Dünya’nın Kralı” payesini verir, yardımcıları olan iki rahip-kralla insanlığın geleceğini planladığına inanırlar. Dünya Kralının sembolü, Hitler tarafından çarpıtılarak kullanılmış olan gamalı haçtır.
1920’lerde Gürcü medyum R.C.Andersen, ihtiyar bir keşişle çıktığı gezi sırasında Agarta ülkesi hakkındaki Budist inancını soruşturur. Bir Tibet manastırında hayvan derisiyle kaplı eski bir kitaba rastlar. Kitapta yüksek bir dağın üzerinde uçan yumurta biçiminde bir aracın, bir Agarta taşıtının resmini görür. Ayrıca, Tibet’in spiritüel lideri Dalay Lama’nın Dünyanın Kralıyla temasta olduğu söylentisini de duyar. Yerlilerin Andersen’e anlattığı efsanelere göre Agarta’da ayrı diller konuşan iki halk vardır. Dişli kuş gibi değişik hayvan türleri de vardır. Agarta sakinleri olağanüstü güçlere sahiptir. Okyanusları kurutabilir, ağaçları hızla büyütebilir, ölüleri diriltebilirler.Yüksek dağlarda fiziksel kanıtlar bırakmışlardır. Karda tuhaf ayak izleri, Agarta dilinde yazılı tabletler, taşıt izleri vs.
Agarta ile yakından ilişkisi olan Şambala’ya da Tibet’teki tüneller aracılığıyla ulaşılır. Şambala, bir zamanlar Gobi’deki büyük bir uygarlığın başkentiydi. Bazı tradisyonlarda, kadim Asya Denizi’ndeki ‘Beyaz Ada’ olarak da bilinir. Eski Tibet öğretilerine göre Agarta’nın Kralları, “Sol El Yolu”nun ve kötülüğün destekleyicileri olan Şambalalı Efendilerle mücadele etmektedirler. Bu kozmik çatışmanın, insanın spiritüel evrimini hızlandırmak için bir ilahi takdir olduğu söylenir! (Sayfa: 28-29)

Agarta, Himalayalar’ın altında hüküm sürdüğü söylenen bir yer altı krallığıdır. Büyük inisiyatörlerle Dünyanın Kralı’nın içinde yaşadıkları gizemli bir krallık! Aslında Agarta inisiyasyon merkezi olup piramitlere benzer bir işlev görür. Himalayalar’ın fizik yapısı piramidin dışını oluşturmaktadır. Dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak iç yapı ise, inzivaya çekilmiş büyük bir uygarlığı barındırır. Ossendowsky’ye göre Agarta’nın nüfusu Dünyanın Efendisi’nin idaresi altında yaşayan sekiz milyon kişi kadardır ve bilimin en üst düzeyine erişmişlerdir. Rivayete göre Agarta’nın 4 girişi vardır. Biri Gize’deki Sfenks’in pençeleri arasında, biri Saint Michel tepesinde, biri Broceliande Ormanındaki bir yarın içinde, sonuncu ana kapı ise Tibet’teki Şambala’dadır. (Sayfa: 31)

İnisiyasyon çevrelerindeki yaygın kanıya göre sarı ırkın egemenliği yakın ve kaçınılmazdır, bu da beyaz ırkın yükselişinin sonu demektir. Bir kez daha yüksek yerlere sığınmış olanlar kurtulacaklardır.
Kısmen politik kısmen de spiritüel amaçlarla faaliyet gösteren “Vril’in Büyük Locası” adında, batıyla doğu arasında bir çeşit kardeşlik köprüsü kurmaya çalışan bir mezhep vardır. Bunlar, bilinmeyen bir nedenden ötürü İskandinavyalıların Odin adını verdikleri eski Cermen tanrısı Wotan’ı Kambala ya da Şambala dedikleri bir çeşit Agarta’ya yerleştirmişlerdir. Vril’in Büyük Locası, doğunun Hint-Tibet okült güçlerini en eski Ari tradisyonlarının biricik toplayıcısı olarak kabul eder.
K.B.L. ya da Şambala’daki tahtında oturan Üç Dünyanın Efendisi’nin adı Lusifer ya da Odin’dir. Prensipleri Vedalarda ve Tibet’in Ölüler Kitabında belirlenen K.B.L. güçleri, sayıları en fazla olan sarı ırkı, en yetenekli sarışın kuzey ırklarıyla kaynaştırarak kötülük güçlerine karşı sinarşik yapıda birleşik bir mücadele yürütecektir.
K.B.L. güçleri majik karakterdedir ve dünyanın dört ana tradisyonundan ortaya çıkmıştır. Bunlar Tibet, Hint, Mısır ve Cermen tradisyonlarıdır ki, hepsi de Şambala ya da yer altı Masonluğu (Free Masonary) olan beşinci tradisyon üzerinde kutuplandırılmışlardır. Dünya üzerindeki temsilci ise Vril’in Büyük Locası’dır.
Robert Charroux, bu mezhebin inisiyatik iddialarıyla, hele politikasıyla hiçbir şekilde mutabık değildir. Vril’in Büyük Locası gerçekliği şüpheli dokümanlara güvenmekte ve Charroux’un düşüncelerine temelde aykırı düşen fikirler öne sürmektedir.
Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan Üç Dünyanın Efendisi, Şambala’da Tohun-Yung kozmik sinarşisini ya da Direkt Orta Yolu oluşturan bir yeşil adamlar maj topluluğuna hükmetmektedir. Venüslü ataların neslinden gelen bu maj topluluğu Zerdüştle Hz. Muhammed’in halefi olduklarını iddia ederler. Görevleri ‘Kara Taşın Ayini’ni yeniden canlandırmaktır. Locaya göre: “Gelecek Buda batıdan ve kuzeyden çıkacak, parmağında Cengiz Han’ın metal yüzüğünü taşıyan bu kişi Hinduların Kalki-Avatar’ı ya da Kundalini Avatar’ı olacaktır. Gelişi, Altın Çağın geri dönüşünü belirleyecektir. Mu veya Tao ülkesinin yeniden canlanışı ve Aydınlık Irkın ortaya çıkışından önce gelecektir. Bu olay hem Demir Çağı’nın sonu, hem de jotün ile iblislerin dünyanın hükümet merkezlerinden dışarı atılması ve Atlantis’in karanlığından miras kalan yüz bin yıllık kötü karmanın temizlenmesi demektir.”
Vril’in Büyük Locası, adına Vrilya denen kozmik bir gücün peşindedir. Bu gücü eline geçiren deprem ve yanardağ patlamaları yaratabilecek, hatta sönmüş yanardağları bile etkin hale getirebilecektir. İnsanlar her zaman dünyanın efendisi olmayı ve tüm uluslara hükmetmeyi istemişlerdir. Dünyayı yok etme gücünü ele geçirmeyi düşünmek tuhaf bir şey! Bu tür düşünceleri beyaz majiden sayabilir miyiz? Elbette hayır. İnsanın bu düşünceler ve görüşler labirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, sarı adamlar kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmesi de kolay değil! Ossendowsky’nin Agarta’sıyla, Vril’in Büyük Locasının Şambalası aynı şey midir, yoksa birbirinin karşıtı olan farklı mabetler midir? Büyük bir olasılıkla ikinci şık daha doğru görünüyor! (Sayfa: 35-39)

İnisiyasyon tek bir üstadın ayrıcalığı değildir. Rozkruva (Gül -Haç) Derneğince yayımlanan bilgiye göre tüm üstatlar, üstatların üstadı Maha tarafından yönetilen merkezi Yüksek İnisiyeler Örgütünce denetlenir. Maha’nın, Paris, Kahire, Bombay, Pondicherry ve Meru Dağı ile Asgard gizli mabetlerinde çalışan tüm inisiyelerin en büyüğü olduğuna inanılmaktadır. Fransa’da en ünlüleri Rozkruva olmak üzere muhtelif inisiyasyon merkezleri kurulmuştur. 15. yüzyıldan beri (aslında insanlığın var oluşundan beri) Büyük Atalarımızın sırlarını nakleden Rozkruva üyeleri Bilinmeyen Üstatların en yüksek meclisini oluştururlar. Fransız Rozkruva’sının başı Raymond Bernard, Avrupa’da en yüksek elçi ve Fransızca konuşulan tüm ülkelerde Büyük Üstat’tır. Onun üstünde Rozkruva’nın Başkanı Dr. Ralp Lewis vardır. Hatta başkanın da üstünde başlarındaki Maha ile birlikte Bilinmeyen Varlıklar yer alır. (Sayfa: 42)

Dipnot : “Ve gökte ve yer üzerinde ve YER ALTINDA kimse kitabı açamıyor ve ona bakamıyordu” Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna’nın Vahyi Bap 5/3. Acaba İncil’deki bu yer altındakiler kelimesi Agartalıları mı ima ediyor? (Derleyen)


AGARTA - Mahatmalar Misyonu (2.Kitap)

Agarta Ülkesi, şimdiye kadar yeryüzünden gelip geçmiş uygarlıkların tüm evrim aşamalarının en ince ayrıntısına kadar kaydolup saklandığı milyonlarca kitaptan oluşan kozmik kütüphanesiyle aslında kozmik bir üniversitedir. Söz konusu kitapların birçoğu hologram tekniğiyle renkli olarak basılmıştır. Bu üniversitenin Agarta Yüksek Hiyerarşisi dışındaki asıl öğrencileri, dünya dışından gelen ve insanlığa bilinen ya da bilinmeyen kimliklerle rehberlik eden Öğretmenlerdir. Bu kozmik bilim merkezi, Yüksek İlahi Hiyerarşinin varlıkları Hz. Muhammed ve Hz.İsa gibi insanlık Öğretmenleri tarafından da şereflendirilmiştir. Onlar ilahi görevleri için gerekli etütleri burada yapmışlardır.
Dünya Yönetici Rab Mekanizma’sına dünya üzerindeki bir görev merkezi olarak hizmet eden Agarta Işık Ülkesi, bir ışık ve rahmet odağı olarak Rabbin dünyadaki ilahi Eli’dir. Bu ilahi El’in kudret alanı içinde dünyanın tüm ülkeleri ve insanlığın tümü bulunmaktadır. Bin yıllar boyunca insanlık ve onun yöneticileri, bu ilahi merkezin rahmet ya da gazabını üzerlerine çekmişlerdir. Özellikle ülkemizin halk düşmanı politikacıları bilsinler ki, Agarta’nın kudretli Eli karanlığın uşaklarının saltanatını yıkacak amansız yıldırımlarını savurmak üzeredir! Ve zaman yaklaşıyor! Haluk Egemen Sarıkaya (Sayfa: 7)


BİR DAĞ İÇİNDE

Adım adım izleri
Bu alemden içeri
On sekiz bin alemi
Gördüm bir dağ içinde

Bir döşek döşemişler
Nur ile bezemişler
Dedim bu kimin ola
Sordum bir dağ içinde

Yetmiş bin hicap geçtim
Gizli perdeler açtım
Ben dost ile birleştim
Buldum bir dağ içinde

Deprenmedim yerimden
Ayrılmadım pirimden
Aşktan bir kadeh aldım
İçtim bir dağ içinde

Gökler gibi gürledim
Yerler gibi inledim
Çaylar gibi çağladım
Aktım bir dağ içinde

Yunus eydür gezerim
Dost iledir bazarım
Ol Allah'ın didarın
Gördüm bir dağ içinde

YUNUS EMRE


Dipnot: Yunus’un sözünü ettiği bu dağ sakın Himalayalar olmasın? Dağ içindeki dost da kim? Yunus’un yüzünü gördüğü Allah yoksa o dağın içinde mi gizleniyor? (Derleyen)

Bir Afgan Prensinin Yüksek Okült Yönetimin emriyle Paris’e gelerek Saint-Yves d’Alveydre ile görüştüğü söylenir. Asya’nın inisiyatik sırlarını bu prensten öğrenen d’Alveydre, “Hint Misyonu” adlı kitabını yazarak Agarta’ya ilişkin kimsenin bilmediği sırları açığa vurur. Ancak bir gaf yaptığını anlayan yazar, baskıdan çıkar çıkmaz kitabını imha etmeye karar verir. Fakat birkaç nüsha imhadan kurtulup elden ele dolaşmaya başlar. Yazarın ölümünden sonra yeniden yayımlanan Hint Misyonu okültistleri derinden etkilemiş ve birçok insan Agarta’nın yerini tespit etmek için kitapta sözü edilen yerlere gitmiş, bazıları da oradaki yüksek varlıklarla görüştüklerini söylemişlerdir.
Saint-Yves d’Alveydre asıl tradisyonu koruduğu kitabında, ‘Dünyanın Merkezi’ ezoterik yaklaşımını yeniden ele alır. Ona göre dünya yer altı sistemlerinin merkezi Agarta, Asya’nın göbeğinde uçsuz bucaksız bir yer altı sitesidir. Milyonlarca Dwijas (iki kere doğanlar) ve Yogis (Tanrı’da birleşenler) Agarta İnisiyatik Hiyerarşi’sinin en dış çemberini oluştururlar. Onların üstünde 5 bin Pundit (bilgin) yer alır. Gizemli merkeze en yakın çemberde ise, Yüksek İnisiyasyonu temsil eden 12 kişi bulunur. Daha sonra Brahatmah, evrensel ruh temsilcisi Mahatmah ve kozmosun tüm maddi organizasyonunu temsil eden Mahanga yer alır.
Hint Misyonu adlı kitabın tanıtımını yapan Jacques Weisse, kitapta sözü edilen Avrupa Misyonu’nun amacının Hz. İsa’nın sevgi dinini Asya’ya götürmek olduğunu belirterek, buna karşılık doğu bilgeliğinin de Avrupa’ya taşınması gerektiğine işaret eder. Weisse şöyle yazar: “Bu durumda beyaz ırkın misyonu hiç de bilimi Asya’ya taşımak değildir. Gerçek bunun tersidir, doğu bilgeliği Avrupa’ya, sevgi dini ise doğuya taşınmalıdır. Bizim maddeci bilimimizin gürültücü ve rahatsız edici icraatı, doğu inisiyatik merkezlerinin biliminin icraatıyla kıyas bile edilemez. Batı’nın peşinde koştuğu tüm sonuçları, görünen ve görünmeyen yasalara uyum sağlayarak ve daha ustaca yöntemlerle Asyalılar zaten elde etmişlerdir. O halde şimdiye dek Asyalı bu bilgeler bilgilerini niçin bize vermediler? Çünkü biz bu bilgileri politik hırslarımızın güdümündeki uyumsuz amaçlar için kullanacaktık da ondan! Buna rağmen gerçeğin artık kuyudan çıkarılması gereken zaman yaklaşıyor! İncil’deki şu söz buna işaret etmektedir, “Aydınlığa çıkarılmayacak ve bilinmeyecek gizli hiçbir şey yoktur.”
“İşte bu yüzden 1875’den beri, yani balık burcu çağının bitiminden 25 yıl önce Asyalı inisiyeler varlıklarını vakur bir şekilde yavaş yavaş duyurmaya başladılar. Madam Blavatsky, çağdaş bilgelik üstatlarının varlığından bahseden kitapları ilk yazan kişilerden biriydi. Saint- Yves d’Alveydre, Asya’nın büyük inisiyatik üniversitesi Agarta ve lideri Brahatmah hakkında ilk aydınlatıcı bilgileri verdi. Brahatmah, evrensel ruhani lider ya da çağdaş dünyanın Büyük Eğiticisi’dir.”
Saint-Yves’e göre, Agarta uygarlığında yer alan Paradesa Üniversitesi dünyanın en eski üniversitesidir. Paradesa’nın yüksek rahipleri bilimlerini insanlığa kapalı tuttular, çünkü bilimlerinin bizimkiler gibi tanrı tanımazlığa, kötülüğe ve anarşiye karşı silahlı ve tepkisel bir hale dönüşmesini istemiyorlardı. Nüfusu 20 milyona ulaşan Agarta’da adliyeler, cezalar ve tutuklular yoktur. Güvenlik görevleri aileler tarafından yerine getirilir, suçlular ıslah edilmek için inisiyelere teslim edilir. Orada sefalet, fahişelik, ayyaşlık, bencillik ve yıkıcı zihniyete yer yoktur. 55.700 yıldan bu yana tüm sanat ve bilimleri içeren kütüphanelere ilahiliğe saygısı olmayanlar giremezler. Kütüphaneler Agarta’nın derinliklerinde yer alır ve gerçek üniversite arşivleri binlerce kilometre boyunca uzanır. Müritlerin eğitimi Ram devrinden beri değişmemiştir. Her öğrenci ilk basamaktan son basamağa kadar ilerlemek zorundadır. Musa, Orfe, Fisagor, Solon, Zerdüşt, Krişna, Daniel hepsi böyle yapmıştır. Kullandıkları evrensel dilin adı Vattan’dır. Agarta ölümün sırlarına bile nüfuz etmiştir. Görünmez krallıklarla bağlantı, uykunun yasaları, spiritüel gelişime elverişli beslenme rejimi, bedeni bırakarak seyahat etme, hepsi de Agarta’da bilinmekteydi.
Agarta’daki temizlik işlerini başlangıçta ilkel kabileler yapardı. Bunlar çoğunluklarına güvenerek isyan çıkarıp Agarta’yı ele geçirmeye kalktılar, hepsi de Agarta’dan kovuldu. Kovulanlar arasında yer alan Sivaistler kabilesi daha sonra insan kurban etme törenleriyle Hindistan’ı kana buladı. Kovulan bir diğer kabile de çingenelerdi. Onlar şimdi Avrupa’da, Agarta’da edindikleri bilgi kırıntılarını yayarak dolaşıp durmakta, batıl inançlarla karışık yöntemlerini sürdürmektedirler! Hint fakirleri de kovulanlardandı, onlar da Agarta’nın eski öğrencileriydiler. Şimdi ezoterik öğretinin birkaç kırıntısını Hint köylerinde yayıp dururlar. Kovulanlar, ancak sinarşi dünyaya egemen olduğu zaman vatanlarına geri dönebilecekler.
Hiçbir öğrenci Agarta’da tuttuğu orijinal notları dışarı çıkaramaz, öğrenilen her şeyin hafızada tutulması gerekir. Bir gezintiden dönen Sakya Muni (Buda), notlarını tuttuğu defteri bulamayınca feryat etti. Brahatmah’ın bulunduğu tapınağa koştuysa da kapılar yüzüne kapandı. Yönetim, Buda’nın gizli niyetini öğrenerek tedbir almış ve notlara el koymuştu. Budizmin kurucusunun acele Agarta’yı terk etmesi ve aklında kalanları müritlerine aktarması gerekiyordu, bildiklerini unutmamak için kenti hemen terk etti.
1848 yılında ruhani liderliğe geçen Brahatmah, işlevini yerine getirmeye 1886’da başladı. Hindistan’ın İngilizler tarafından işgal edilmesine Yukardan izin verilmiş bir deneyim gibi
bakıyor, özgürlüğe kavuşma anının kesin tarihini de biliyordu! (Sayfa: 9-18)

Moğolistan’da, Polonyalı bilgin Ossendowsky’ye Moğol Prensi Chultun Beyli ve yanındaki Lama şunları anlatmışlardı: “Agarta’da 16 ayaklı ve tek gözü kaplumbağalar, çok lezzetli kocaman yılanlar, denizden balık tutan dişli kuşlar vardır. Dünya’nın Kralı’nın çevresinde iki milyon tanrı bulunur. Onlar okyanusları kurutacak, bitkileri hemen yeşertecek, ölüleri diriltecek güçlere sahiptirler. Dünya’nın Kralı tıpkı benim sizinle görüştüğüm gibi Tanrı ile görüşebilir. Büyük rahipler genç müritleri hipnotize edip onların bedenlerini kullanarak evrenin her yerinden bilgi toplarlar.
“Dünya’nın Kralı bazen selefinin sandukasının bulunduğu mabede gider. O içeri girer girmez duvarda ateşten çizgiler oluşur, sandukadan alevler çıkar. Duvardaki ateşten çizgiler daha sonra Vattan alfabesine dönüşür. Tanrı’nın istek ve emirleri Dünya Kralına iletilir. Kral o anda dünyayı yöneten liderlerin zihinleriyle temastadır. Liderlerin niyetleri Tanrının emirlerine uygunsa Kral bunların yerine getirilmesini sağlar, değilse engeller. Kral büyük kurultayı toplar ve kararlar alır, sonra büyük mabede giderek dua eder. Alevler arasından Tanrı’nın yüzü belirir ve Kral alınan kararları ona iletir, sonra da Tanrının emirlerini alır.
“Dünya Kralı beş kez halka görünmüştür. Beyaz cübbeye sarınmış halde, saltanat arabasından üstünde kuzu figürü bulunan altın bir küreyle halkı kutsamıştır. Başını çevirdiği yerdeki körler görmüş, sağırlar işitmiş, kötürümler yürümüş ve ölüler mezarlarından ayağa kalkmışlardır!
“Oletler ve Kalmuklar Agarta’ya girip büyü ve kehanet sanatını öğrendiler. Çingeneler birkaç yüzyıl Agarta’da yaşadılar ve falcılıkta çok ileri gittiler. Her yüz yılda bir 100 Çinli bilgin deniz kıyısında bir yerde toplanır. Derinlerden yüz ölümsüz kaplumbağa çıkar, Çinliler bunların bağası üzerine yüzyılın ilahi biliminin hükümlerini kaydederler. Tibetli bir şef Agarta’ya girecek kapıyı buldu. Mağaradan yakışıklı bir adam çıkıp ona esrarengiz işaretleri olan altın bir levhacık verdi ve “İyilerin kötülerle savaşacağı zaman geldiğinde Dünya Kralı insanlara görünecektir, ama henüz vakit gelmedi” dedi.
“1890 yılında bir manastırda konuşan Dünya’nın Kralı bir kehanette bulunarak şöyle dedi:
“İnsanlar giderek ruhlarını unutup bedenleriyle meşgul olacaklar. Büyük ve küçük kralların taçları düşecek. Uluslar arasında korkunç bir savaş olacak. Açlık, hastalık ve cinayetler dünyayı kasıp kavuracak. Tanrının düşmanları ortaya çıkacak, yer sarsılacak, büyük göçler olacak. On bin kişiden sadece biri ayakta kalacak, o da kuduz kurt gibi uluyacak, leşleri kemirecek ve Tanrı’ya isyan edecek. Dünyayı karanlık ve ölüm kaplayacak. O zaman gönderilecek bir halk, zararlı otları koparıp atacak ve insanlık ülküsüne sadık kalanları kötülüğe karşı savaşa götürecek. Bunlar, milletlerin ölümüyle temizlenmiş dünyada yeni bir hayat kuracaklar. Yüzüncü yılda yalnız üç büyük devlet ortaya çıkacak ve 71 yıl mutlu bir hayat sürecekler. Ondan sonra 18 yıl savaş ve tahribat devam edecek . O zaman Agarta halkı yer altı mağaralarından çıkıp dünyada görünecek!” (Sayfa: 22-29)

AGARTA (3.Kitap)

Rene Guenon, “Dünya’nın Kralı” adlı eserinde şöyle yazar: “Doğal bir afetten kurtulan spiritüel üstatlar Himalayaların altındaki mağara sistemlerini sığınak edindiler, bir süre sonra da ikiye ayrıldılar. Dünya’ya karışmayıp seyirci kalma yolunu seçenler Agarta’ya yerleşip “Sağ El Yolu”nu oluşturdular. Şiddet ve zoru seçenlerse Şambala’ya yerleşip “Sol El Yolu”nu oluşturdular.”
İkinci Dünya Savaşı ertesinde, Kut Humi Lai Sing- Kwang Hsih adında yüksek dereceden bir inisiye Agarta hakkında şöyle diyordu: “Agarta’ya katılmak, üye olmak mümkün değildir. Oraya atanılmaz veya görev için seçilinmez. Tüm yetki sadece Agartalı’ya aittir. O mevkiye ilahi atamayla gelinir, uygulama süreci ise ezoterik inisiyasyondur. Agarta, kalabalık yerleşimlerden ve tedirgin edici densizliklerden uzak yerlerde kurul ya da ‘Durultay’ halinde zaman zaman toplanır. Kararlar her zaman oybirliğiyle alınır ve bu topluluğun majik kudreti, yüksek bilgeliği sayesinde direkt uygulanır.”
1972 yılında Fransız Radyo -Televizyonu kameralarının önünde bir açıklama yapan ve kendisinin tarihteki efsanevi Saint-Germain Kontu olduğunu söyleyen Richard Chanfrey, Pascal Seuran’a Agarta konusunda şunları söylüyordu: “Agarta, Hermes’in 22 arkanı (gizem) ve kutsal alfabenin 22 harfi arasında mistik sıfırı temsil eder. Mistik sıfır bulunamaz olandır, o her şey ya da hiçbir şeydir, armonik bir ünite onsuz olamaz. Agarta’nın ilk sahanlığı yerin 2.400 metre altındadır. Sahanlığın giriş açıklığı, insanlar ve hayvanlar dışında dünyadaki çeşitli üslerden gelecek taşıtların da geçebileceği büyüklüktedir. Volkanik yapıdaki doğal kanallar yerin kalbine inmektedir. Agarta’nın ilk salonu 800 m. uzunluğunda, 420 m. genişliğinde ve 110 m. yüksekliğindedir, bu içi oyuk bir piramittir. Salondan çıkan kanallar yer altı alemine doğru uzayıp giderler. Agarta sakinlerinin çoğunluğu oralara asla gitmezler, çünkü atmosfer uygun değildir, bölgede müthiş bir sıcaklık hüküm sürer. Orada görev yapan inisiyeler özel olarak yapılmış uçan daireler kullanırlar.”
Fransız Rozkruvalarının lideri Raymond Bernard, kendini yüce meclisin lideri olarak tanıtan Maha adlı bir varlığın yaptığı açıklamaları şöyle aktarıyor: “Maha’ya göre Agarta’daki yüce meclis ölümsüz, ama üyeleri ölümlüdür. Yüce meclis, dünyanın evrimde ulaşacağı en son noktayı bilmektedir. Olayları hızlandırmak ya da geciktirmek onların gücü dahilindedir. Halkların sindirme kapasitesine göre uygarlığın dinsel, bilimsel, sanatsal ve felsefi evrimine hizmet edecek şeyleri analiz eder, ölçüp biçer, dozunu ayarlar ve süzerler. Sayılarının 12 olması, insan evriminin geçirdiği 12 devreyi ve zodyak’ın 12 burcunu sembolize eder. Bu devreler yaklaşık olarak 24 bin yılı kapsarlar. 12 devrelik periyodun bitiminden sonra kolektif bir bireysel yargı süreci başlar ve ardından yine 12 devreden oluşan yeni bir periyot gelir. Yüce meclisin üstünde ise Görünmeyen Muktedirler yer almaktadır.” (Sayfa: 10-22)

Kapadokya’da doğan Tyanalı Apollonius Tibet’e giderek Agarta Kralıyla görüşmüş ve orada birkaç ay kalmıştır. Apollonius’un hayatını kaleme alan Philostratus bu seyahat hakkında şunları yazıyor: “Apollonius ve Suriyeli arkadaşı Damis, Agarta’da kendilerini şaşkına çeviren şeyler gördüler. Agarta halkı güneş enerjisini faydalı hale getirebiliyordu. Pantarbe denen taşlar öylesine ışık yayıyorlardı ki, gece gündüze dönüyordu. Bilgeler kendilerini bir metre yüksekte asılı halde tutabiliyor, hatta uçuyorlardı. Apollonius, bir seremoni esnasında ellerindeki değnekleri yere vuran bilgelerin havada uçtuklarını görmüştü. Bu insanlar dünyanın tüm zenginliklerine sahip olacak güçteydiler, ama hiçbir şeye sahip değildiler. Veda zamanı geldiğinde çok etkilenen Apollonius şöyle demişti: ‘Buraya kara yolu ile geldim, ama siz bana bilgeliğinizle göğün yolunu da gösterdiniz. Öğrendiklerimin hepsini Greklere götüreceğim ve sanki buradaymışım gibi sizlerle haberleşmeye devam edeceğim.’ Apollonius bu vedadan sonra Damis’le birlikte Agarta’yı terk etti.”
Apollonius Agarta’nın spiritüel üstatlarından iki misyon aldı. Belirli bazı yerlere mıknatıs veya tılsımlar gömecek ve Roma despotizmini sarsarak kölelik rejimini yumuşatacaktı. İtalya’ya vardığında Neron’u eleştirdiği için mahkemeye verildi. Savcı hazırladığı iddianame tomarını açtığında yazıların silinip yok olduğunu ve tomarın tamamen boşaldığını gördü, mahkeme bilgeyi serbest bırakmak zorunda kaldı. İmparator Domitian’ın despotizmine karşı çıktığı için tekrar mahkemeye verildi. Suçunu kabul etmesi şartıyla davadan vazgeçileceği kendisine söylendiğinde, bilge imparatorun karşısında durup pelerinini bedenine sararak şöyle dedi: “Bedenimi hapsedebilirsiniz ama ruhumu asla, hatta bedenime bile dokunamayacaksınız.” Daha sonra binlerce Romalının gözleri önünde bir ışık tufanı içinde gözden kayboldu. İsa’nın çağdaşı olan Apollonius, MS. 96’da Efes’te söylev verirken toprağa bakıp üç adım attı ve “Vurun despota, vurun” diye bağırdı, ardından şöyle dedi “Athene adına, işte tam şimdi despot katledildi.” Birkaç gün sonra Roma’dan gelen haberciler İmparatorun bir suikast sonucu öldürüldüğünü bildirdiler. (Sayfa: 35-38)

Peter Kolosimo’ya göre, Azerbaycan’daki dipsiz kuyuya inen bilginler Gürcistan ve Kafkaslar boyunca uzanan bir yer altı tünel şebekesi keşfettiler. Koridorlar yuvarlak alanlara ve salonlara bağlanıyordu. Bu tünel sistemi orta Amerika’daki tünel sistemlerinin tıpatıp benzeriydi. Amerika’daki tünel sistemlerini kullanan İnkalar tünellerin kimler tarafından yapıldığını bilmiyorlardı. Bu tür tüneller sadece Amerika ve Asya’yla sınırlı kalmıyor, dünyanın dört bir yanında bulunuyordu. Kaliforniya, Virginia, Havai Adaları, İsveç, Çekoslovakya, Balear Adaları ve Malta’da da tünel şebekelerine rastlanmaktadır. Hatta İberik yarımadasını Fas’a bağlayan bir tünelden bile söz edilmektedir. (Sayfa: 39 -42)

Yazar Andrew Thomas ‘Şambala’ adlı eserinde, değerli taşlarla aydınlatılmış görkemli mağaralarda Yılanlar Irkından Nagaların yaşadığını yazmaktadır. Göklerde uçma yeteneğine sahip bu varlıklar bilgelikleriyle ün yapmışlardır. Nagalar ve Naginiler çoğunlukla krallar, kraliçeler ve ermişler olmak üzere insan ırkından kişilerle evlenmişlerdir, ama spiritüel yönden gelişmemiş insanlarla ilişki kurmayı istemezler. Başkentleri Bhogawati’dir. Birçok Hindu ve Tibetli, Nagaların yüzlerce kilometre boyunca uzanan yer altı kentlerine girme ayrıcalığına sahip olmuştur. (Sayfa: 43)


LEVİTASYON -Yer Çekimini Yenen İnsanlar

Arap tarihçisi Abu Zeyd al-Balki, Mısır’daki piramitlerin nasıl yapıldığını anlatırken şunları yazıyordu: “Piramit inşaatında, büyük taş blokları yerlerinden kaldırmak ve taşımak için üstlerine içinde bazı formüller yazılı papirüsler konurdu. Sonra bir avuç büyüklüğünde iç içe geçen halkalardan oluşan bir alet taş bloğun üzerine tutulup halkalar çevrilirdi. Taş blok ağır ağır yerinden kalkar ve istenilen yere götürülürdü.”
Arap tarihçisinin bu açıklamalarını okuyan büyük bilgin Einstein şunları söylemişti: “Bizim bilmediğimiz bazı sırları eskilerin bildiklerini kabul etmek zorundayız. 600 tonluk taş blokların üst yüzeylerinin konkavlaşmış olmaları dikkat çekici. Bu ancak muazzam bir çekim gücü veya emme kuvvetiyle yapılabilir.” (Sayfa: 12-13)

Hindistan’ın batısındaki Şivapur Köyü’nde, Müslüman sufi Ali Derviş’e ithaf edilmiş bir cami vardır. Bu caminin önündeki 55 kg. ağırlığındaki granit kaya 11 kişi parmağını dokunarak ‘Ali Derviş’ diye bağırdığında yerden 2 metre havaya yükselmekte, havada bir saniye kaldıktan sonra yere düşmektedir. 11 kişiden fazla veya az kişi dokunduğunda kaya yerinden kımıldamamaktadır. Ancak 41 kg gelen bir başka kayayı havalandırmak için 9 kişinin taşa temas etmesi yeterli olmaktadır. Ali Derviş’in adı açık seçik söylenmediği zaman kaya yine hareket etmemektedir! (Sayfa: 13)

Habeşistan’daki bir manastırda 2 metre boyundaki altın bir çubuk havada asılı durur. Çeşitli zamanlarda manastırı ziyaret eden kişiler bu olaya tanıklık etmişlerdir. 1700 yılında bir Fransız doktor baş rahipten izin alarak elini çubuğun dört bir yanından geçirmiş ve çubuğun hiçbir yerden destek almadığını görmüştü. Sonradan yazdığı mektuplardan birinde “Şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum. Böylesine akıllara durgunluk veren bir olayı neye yoracağımı bilemiyorum” demiştir. (Sayfa: 16)

Tibet’in başkenti Lassa’dan üç kilometre uzaklıkta yer alan Khaldan Manastırı inanılmaz bir mucizeye tanıklık etmektedir. Burası Tibet Lamaları ve Budistlerin kutsal saydıkları bir yerdir, her yıl binlerce kişi bu manastıra hacı olmak için gelir. Manastırın özelliği, 14. yüzyılda ölmüş Tsong Koba adlı bir Budist rahibin mumyalanmış cesedini muhafaza etmesidir. Ancak rahibin cesedi yerden 1,5 metre yüksekte havada asılı durmaktadır. Hiçbir dayanak noktası bulunmayan ceset, kelimenin tam anlamıyla bir mucize sergilemektedir! (Sayfa : 18)

Ünlü Fransız kaşifi Madam David-Neel, kuzey Tibet’te lastik top gibi havaya sıçrayan lamalar gördüğünü yazar. Söylediğine göre bu lamaların ayakları yere değer değmez havalanmaları bir oluyormuş. Tibetliler Madama bu tür lamaların karşısına aniden çıkmamasını, aksi takdirde meydana gelecek şok sonucunda ölümlerine sebep olabileceğini söylemişler. Madam başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: “Lastik top gibi sıçrayan lama inanılmaz bir hızla yol aldığından keşif heyetiyle onu at sırtında izlemeye karar verdik, yine de lamaya yetişemedik. Bu uyur gezer lamalar kendilerinden geçmiş olmakla birlikte tıpkı uyur gezerler gibi yürüdükleri yerlerin tamamen farkındadırlar. Ancak ani olarak uyandırıldıklarında şoka girip dengelerini yitirebilirler. Kimi lamalar uzun yıllar uçmaya alıştıklarından yürüme yeteneklerini yitirirler. Bazıları uçup gitmemek için ayaklarına ağırlıklar bağlayarak yapay bir yer çekimi oluşturur.”
(Sayfa: 33)

Medyum Home’un, birçok değişik kişi önünde gerçekleştirdiği yüzden fazla yerden yükselme olayı vardı. Çarpıcı bir olay da Lord Lindsay’in ve yanındaki iki kişinin tanık olduğu bir toplantıda gerçekleşmişti. Lord Lindsay, 1871 yılında yazdığı bir mektupta bu olayı şöyle anlatmıştı: “Odada Bay Home, Lord Adair ve kuzeniyle beraberdik. Seans sırasında Bay Home transa girip havalanarak pencereden dışarı uçtu, pencere dışında yüzdüğünü gördük. Bu uçuş birkaç dakika sürdü, sonra Bay Home ayakları önde olmak üzere uçarak pencereden içeri girdi ve yerine oturdu.” Lord Lindsay’in sözünü ettiği pencere yerden 23 metre yükseklikteydi. (Sayfa: 36-37)

Yaptığımız her şey beyin ve sinir dalgalarıyla idare edilmektedir. Hayatımızın her anında bu enerji ya da dalgalar beyinden organlara iletilir. Milyonlarca sinir dalgasını, büyük bir kentin kalabalığını boşaltan büyük caddelere benzetebiliriz. Bu elektrik ve çekim dalgaları olmaksızın sinir sistemi fonksiyonunu icra edemez, hayat ve düşünce durur. İşte bu yüzden insanoğlu başlı başına bir elektrik ve gravitasyon alanıdır. Yalnız beyin kısmı 20 Watt’lık enerji üretmektedir.
Levitasyon, daima beyin ve sinir sisteminin olağanüstü duruma girdiği esrime halinde meydana gelir. Esrimenin ne olduğu bilimsel olarak bilinmemektedir. Dindar olmadığı halde esriyenler de vardır, onların da bazıları havalanabilir, fakat esriyen herkes havalanamaz. Azizlerden birçoğu hayatlarında hiç havalanmamışlardır. (Sayfa: 47-48)

Rahibe Teresa, bir ayin sırasında kutsal ekmeği alırken bir feryat kopararak havalandı. Ara sıra meydana gelen bu havalanma olayları alçakgönüllü rahibeyi çok rahatsız ediyordu. Bir keresinde havalanacağını hisseden rahibe demir bir kafese sarıldı ve havalanmamak için mücadele etmeye başladı. Bir yandan da “Rabbim, benim gibi önemsiz bir varlığı bu rahmetinizden yoksun bırakınız, benim gibi değersiz bir yaratığın kutsal bir kadın sanılmasına izin vermeyiniz” diye yalvarıyordu. Rahibe bir başka seferinde havalanmamak için bir hasıra yapışmış, ama hasırla birlikte havalanmıştı. Rahibelerden biri, Azize Teresa’nın yerden 50 cm yükseklikte yarım saat süreyle havada asılı kaldığına tanıklık etmişti.
(Sayfa: 51-53)

İtalyan rahibi Copertinolu Ermiş Joseph ‘Uçan Rahip’ ünvanıyla anılırdı. Bir keresinde 10 işçinin 11 metre boyundaki bir haçı kaldıramadığını görmüş, 60 metre uçarak haçı kucaklayıp yerine dikmişti. Bir keresinde de kilisede İspanyol elçisinin gözleri önünde havalanmış, halkın üzerinden süzülerek mihraptaki bir heykelin yanına konmuştu. Bir başka sefer Papa VII Urban’ın gözü önünde havalanmış, bir amiralin karısı rahibi havada görünce bayılmıştı. Manastırdaki arkadaşları onun yemek servisi yapmasına izin vermiyor, çanak çömlekle havalanmasından çekiniyorlardı. Bu yüzden ‘Uçan Rahip’ dünyevi görevlerden muaf tutulmuştu, çünkü kutsal bir heykel görmesi havalanmasına yetiyordu. (Sayfa: 54-55)


KARMA – Neden-Sonuç Yasası ve İşleyişi

Hz. İsa’nın karma ile ilgili sözleri :

“Yargılamayın ki yargılanmayasınız, çünkü ne ile yargılarsanız onunla yargılanacaksınız. Ölçtüğünüz ölçüyle de size ölçülecektir.” (Matta 7/1)

“Doğrusu size derim, yeryüzünde her ne bağlarsanız, gökte de bağlanmış olur ve yeryüzünde her ne çözerseniz, gökte de çözülmüş olur.” (Matta 18/18)

“İnsanlardan çıkan şeydir ki insanları kirletir. Çünkü içten, insanların yüreğinden kötü
düşünceler, fuhuşlar, tamahlar, kötülükler, hile, şehvet, kem sözlülük, küfür, gurur ve akılsızlık çıkar. Bütün bu kötü şeyler içten çıkarlar ve insanı kirletirler.” (Markos 7/20-23)

“İyilik işleyenler hayat kıyametine, kötülük işleyenlerse yargı kıyametine çıkacaklardır.” (Yuhanna 5/29)


Hz. Muhammed’in karma ile ilgili hadisleri :

“Elini kalbine koy, kendi nefsine yapmak istemediğin şeyi kardeşine de yapma.”

“İncil’de yazılıdır: Ne yaparsan onu bulursun, hangi ölçekle tartarsan o ölçekle tartılırsın.”

“Kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki, onu mahvetsin.” (Sayfa: 6)

Bir arzuya yanıt vermek için eylemde bulunduğumuzda, meydana gelen enerji dalgaları arzu edilen objeye çarpar ve bize geri yansır. Tekrarlanan bu yansımalar çakralarımızdan birini ya da birkaçını etkiler. Sonunda arzu edilen objeye bir cezbedilme, bir bağlılık oluşur. Etkilenen çakra sayısına göre bağlılık da artar, bu karmik alana daha fazla bağlanma, yani daha fazla nefsaniyete batma demektir. Bir başka deyişle ‘ektiğini biçme’dir, bunun tersi ise vicdaniyettir.
Kafamızda barındırdığımız düşünce ve niyetler ve bunların ifadesi olan eylemler gelecekteki yaşamımızı şekillendirir. Bu yasadan kurtulmanın yolu yoktur. Her niyet ve eylem karşı niyet ve eylemle telafi edilir. Hiçbir şey karmik kayıtlardan kaçamaz ve telafi edilmeden sona eremez. Eylemlerimizin kaçınılmaz sonuçlarının gerçekleşmesi aylar, yıllar, hatta ömürler alabilir, ama yasa kesinlikle işler.
Tüm ıstırap ve sevinçlerin kaynağını karmaya yüklemek anlamsızdır. Bazen hak edilmemiş ceza ve ödüllerin Tanrının bir ayrıcalığı olduğu unutulmamalıdır. Tanrı bazen karmayla ilgisi olmayan ödül ve sıkıntılar dağıtarak bizi dener ve daha çok gelişmemiz için düzenlemeler yapar. Her şeyi karma yasasına bağlamak, tüm yaşamı mekanik bir temel üzerine oturtmaktır. Karmayı dengelemek ve biraz değiştirmek mümkündür. Mümkün olmasaydı kişinin yaşamını geliştirmek için çabalamasına gerek kalmazdı.
Jaina felsefesinde, aynen tozun yağla sıvanmış bir cisme yapışması gibi karmik madde de yaşam monadına yapışır. Jainizm’de 8 tür karmik madde vardır. Gerçek bilgiyi perdeleyen karma, hoşa giden ve gitmeyen duyguları yaratan karma, yanılgıya ve karmaşaya neden olan karma, yaşamın süresini belirleyen karma, bireyselliği belirleyen karma, bireyin doğacağı aileyi belirleyen karma, engeller üreten karma. Jainizm’e göre her düşünce ve eylem yeni karmik maddenin birikmesine ve içeriye akarak yaşam monadına yapışmasına yol açar. Bu birikim, bireyin gelecekteki başarı ve felaketlerini belirler. Yaşam süreci sürekli olarak bu karmik maddeyi bir yakıt gibi tüketir, ama ardından yeni birikimler yaşam monadına yapışırlar, döngü böylece sürüp gider.
Karmik maddenin yaşam monadına bulaştırdığı karmik renkler altı çeşittir. Her rengin kendine özgü kokusu, tadı ve kavranabilirlilik niteliği vardır. Siyah ve koyu mavi Tamas, yani karanlığı; güvercin grisi ve alev kırmızısı Rajas, yani ateşi; sarı ve beyaz ise Sattva, yani mükemmelliği simgeler. Siyah; zalim, kötülük yapan, eziyet edenlerin rengidir. Koyu mavi; insanları kandıran, bencil, kıskanç, aç gözlü ve döneklerin rengidir. Güvercin grisi; kayıtsız, düşüncesiz, kontrolsüz ve duygusuzların rengidir. Alev kırmızısı; akıllı, dürüst, alicenap ve dindarların rengidir. Sarı; merhametli, fedakar, şiddeti sevmeyen, kontrollü kimselerin rengidir. Beyaz ise; duygularına kapılmayan, kendi çıkarını düşünmeyenlerin rengidir. Bu renkler, varlığın evrende ikamet edeceği alemi ve bu alemin yüksek ya da düşük düzeyde olup olmadığını belirler.
Bhagavad Gita’da, eylem içinde feragatin, eylemden feragat etmekten daha üstün olduğu söylenir. Çünkü insan eylemden kaçmakla eylemden kurtulmuş olmaz, sadece dünyayı terk ederek yüce mutluluğa erişilmez. İnsan bir an bile eylemsiz duramaz. Kendini eylemden uzak tutan, fakat onun hazzını kalbinde taşıyan bir yanılgı içindedir, yolun sahte izleyicisidir. Adanmış eylem yolu üzerinde çalışan insan yücedir. Eğer eylem olmasaydı bedenin yaşamı da olmazdı.
İslam mezheplerinden Cebriyye, iyiliğin de kötülüğün de Tanrı’dan geldiğine inanır. Kulun seçme özgürlüğü olmadığını, evrendeki her şeyin önceden Tanrı tarafından tayin edildiğini söyler, yani koyu kadercidir. Mutezile mezhebi, kişinin seçme özgürlüğüne sahip olduğunu, eylemlerinden sorumlu olduğunu kabul eder ve kaderciliği reddeder. Eş’ari mezhebi ise, kulun yaptığı işlerde irade ve kudreti olduğunu, fakat bu kudretin yaptığı işler üzerinde etkili olmadığını söyler, çünkü her şeyde olduğu gibi kulun eylemlerinin yaratıcısı da Tanrı’dır der. Eylem üzerinde hem kulun hem de Tanrı’nın etkili olamayacağını, Tanrı’nın o eylemi kulun azmi ve kesin niyeti olduğu zaman yarattığını ileri sürer.
Oysa Tanrı geleceğimizin tümünü en küçük ayrıntısına kadar bilmektedir. Geleceğin Tanrı tarafından bilinmesi, geleceği onun düzenlediği anlamına gelmez. Tanrı geleceğimize (kaderimize) karar vermez ama eylemlerimizin sonucunun nereye varacağını önceden bilir. (Sayfa: 7-36)


USO-OINT - Denizaltı Uygarlığı

1963’de Amerikan donanmasının yaptığı bir manevra sırasında 13 adet deniz aracı, denizin altında bir geminin akıl almaz bir hızla seyrettiğini rapor etti. Söylendiğine göre meçhul araç bu hızı 9 bin metre derinlikte bile sürdürebiliyordu. Olay Puerto Rico’nun güneydoğusunda meydana gelmişti. Bu yer Bermuda Şeytan Üçgeni’nin güney ucuna rastlamaktadır. Donanmaya ait gemiler dört gün süreyle bu esrarengiz gemiyi izlediler ama kesin bir sonuç alamadılar. Olay donanma kayıtlarına da geçti. (Sayfa: 9)

Aralarında ünlü medyum Uri Geller’in de bulunduğu Ambrogio Fogar başkanlığındaki 18 kişilik ekip, Bermuda Üçgeni’nin sırrını çözmek için bir araştırma gezisine çıkmıştı. Denizin derinliklerinde batık bir kent olduğu görüşündeydiler. Ambrogio Fogar gezi hakkında şunları anlatıyordu: “Denizin dibinde Atlantis’e ait bir duvar olduğu birçok kişi tarafından ileri sürülmüştü. Bimini Duvarı’nın üstünde dakikalarca araştırma yaptık. Bir ara Uri Geller bir takım insan sesleri duyduğunu söyledi. Uri bu seslerin esrarengiz bir enerjinin etkisiyle batık kentten geldiğini sanıyordu. Anlatması çok güç, ancak su altında bir uygarlığın gömülü olduğunu gösteren birçok işaret var. Yüzlerce metre derinlikte mavi delikler gördük. Ayrıca Kaptan Cousteau’nun da daha önce belirttiği gibi, içinde sarkıt ve dikitlerin bulunduğu mağaralar var. Bimini Duvarı pek çoklarına göre sırrı çözülemeyen esrarengiz bir olay, ama kesinlikle doğa tarafından oluşturulan bir şey değil. Duvar orada kumlara gömülü duruyor, 6-7 metre derinlikte olduğunu tahmin ediyoruz. Araştırmalarımıza katılan profesör, duvarın üstünden geçerken manyetometreden çok farklı sinyaller aldığını söyledi. Uçakla yaptığımız araştırmada, Miami sahilleri yakınında kare biçiminde bir şekil gördük, onun Bimini Duvarına benzeyen başka bir duvar olduğunu sanıyoruz. Duvarların doğanın bir şakası olduğunu iddia etmek çok gülünç, bence bütün sır bu duvarların ardında.” (Sayfa: 13-14)

29.3.1973 akşamı Carayaka yakınındaki La Salina’da yaşayan karı koca Silva’lar parlak bir cismin denize daldığını gördüler. Bayan Silva olayı yerel bir gazeteye şöyle anlatıyordu: “Fazla büyük olmayan ve kapsülü andıran mavi renkte iki uçan cisim gördüm. Parlak mavi renkteydiler ve çok yakınımdaydılar. Kıyıya yaklaştıklarında tıpkı güneş gibi parlıyorlardı. Bir tanesi aniden denize daldı ve sonra çıktı, diğeri de denize daldı, bir süre sonra o da çıkıp diğerinin yanına gitti.” (Sayfa: 22)


3 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzel bir çalışma olmuş.
harcadığınız emek için sonsuz teşekkürler.

Unknown dedi ki...

ergum candan son üç peygamber sf.89 khaldan Manastırı

Adsız dedi ki...

Aynı yerden geldim. Ergun Candan :)