25.04.2007

SPİRİTOLOJİ, PARAPSİKOLOJİ, UFOLOJİ
TEMEL ALT YAPI KİTAPLARI
CİLT : 2
BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI


RUHSAL MESAJLAR -1

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1968) : “Gözünden ırak olan emeller gönlünden de ırak olsun! Gerçekleşmesi imkansız ihtiraslar seni boşuna kasıp kavurmasın! Sana verilen layık olduğundur. Azlık çokluk görecedir, neyin az neyin çok olduğunu sen bilemezsin. Çokluk olarak gördüğün nimetler aslında birer rüyadan, hayalden ibarettir. Tanrı sana neyin gerektiğini senden iyi bilir, layık olduğun şey bugünkü durumundur. Sen iyinin ta kendisi, bizatihi nimetin özüsün! Tanrı sana tüm nimetlerin tohumlarını fazlasıyla vermiştir. Tanrı isteyene daha fazlasını verir, ama bu veriş varlığı perişan eder, helak eder! İstemeyen, hakka rıza gösterense gerçeğin ne olduğunu sezdiği için doğru yoldadır. Susmak kaderin gereğidir, susmak insanı felaketlerden korur. Susunuz, düşünce, istek ve ihtiraslarınızı susturunuz!
“Ey asiler, ey ilahi adalete rıza göstermeyen inkarcılar, ey her şeyi bildiğini sanan gafiller, zaman yaklaşmış ufuklar ağarmaya başlamıştır. Hala gerçeğe sırtınızı dönüyor, hala görmek istemiyorsunuz! Görmek istemeseniz de size gösterilecektir. Ey din adamları, ey bilgin geçinenler, her şeye vakıf olduğunu sanan gafiller, lütufkar Tanrınız size bir kere daha yardım edecektir. Sizler birer hiç, birer gafil, birer cahilsiniz! Gözlerinizdeki perdeyi araladığınız zaman tüm yaratılmışların bir ve aynı olduğunu göreceksiniz. Dinlerinizle, sahte ve uydurma hikayelerinizle Tanrının ışığını karartmaya çalıştınız, ama başaramadınız, başaramayacaksınız da! Uçurumun kenarındasınız, uygarlık dediğiniz uydurmalarınızı, konforunuzu, cehaletinizi ebediyen kaybetmek üzeresiniz! Yeryüzünü talan etmek niyetindesiniz, ama buna izin verilmeyecektir. Yıkımın eşiğinde bulunduğunuzu yakında size göstereceğiz. Tanrı size yine acıdı da bereketinin meyvelerini sunuyor. Dinlerinizi uydurma hale getirdiniz. Ne deniyor Kuran’da, okuyun ve anlayın. Okuyor ve anlıyor musunuz? Hayır, papağan gibi kelimeleri tekrarlayıp duruyorsunuz!
“Size haberciler gelecektir, size bildirilecektir. Diğer gezegenlerdeki varlıklar şükrederler, ama siz inkarı meslek edindiniz. Gelecekler ve size bir hiç olduğunuzu gösterecekler. Ulu Tanrı size bilgili insanlar gönderdi, onları inkar etiniz, dövdünüz, hakaret ettiniz, uydurduğunuz şeylere uydunuz. Gelecekler, geliyorlar, her gün, her saat, fakat görmüyorsunuz, göremeyeceksiniz. Onlar sizi sınıyorlar, belki anlarlar da akıllarını başlarına toplarlar diye. Gördüğünüz zaman telaştan kaçacak delik arayacaksınız! Rab şimdilik bunu erteledi, erteliyor. Fakat yakındalar, sesleri ve hareketleri duyuluyor. Siz artık terbiye edileceksiniz, bunu hak ettiniz! Nükleer enerjiyi çocuk oyuncağı mı sanıyorsunuz? Japonya’ya savurduğunuz atom zehiri sizi ürkütmedi mi? Hala uçan daireleri inkar ediyorsunuz, yakında var olduklarını göreceksiniz! Uyanın ey gafiller, inkar ettikleriniz tepenizde her gün sizi izliyorlar. Tanrıdan gelen emir onları bekletiyor. Zamanı var, anlayacaksınız, pek gecikmeyecek! Ülkeleriniz, şehirleriniz tarumar edildiğinde aklınız başınıza gelecek! Onlar işaret bekliyorlar. Sizi onlar mahvetmeyecek, onlar zararlıları temizleyecekler, zararlıları buradan alıp sürecekler, ıslahhanelere, ıslah gezegenlerine sürecekler! Sürüldüğünüz yerde sapkınlık size nasip olacak mı sanıyorsunuz?
“Size verilenler, sizin verdiklerinizden kat kat fazla değil mi? Tanrıya ne verdiniz, onun kullarına ne verdiniz? Verdiyseniz bile can sıkıntınızı defetmek için verdiniz! Sizce bu hayır mıdır? Ey kainatın geri kalmış varlıkları size sesleniyorum, uyanın ve çevrenize bakın, fakirleri doyurun, açları, hastaları gözetin. Siz şehvetin, maddi gösterişin esiri oldunuz. Oldunuz da ne oldu? Gaflet, sapkınlık, huzursuzluk ve ıstıraptan başka ne elde ettiniz?”
(Sayfa: 5-10)

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1968) : “Tanrının inkarı, insanın kendini inkarıdır! İnkar yokluğu gösterir, sen var mısın yok musun? Var isen O da vardır. Yokluk görece bir terimdir, yokluk yoktur, varlık vardır. Her yerde, her şeyde varlık vardır. Maddeye esir olmayınız, maddeden faydalanınız, maddeden aldığınızı fazlasıyla maddeye vermekle yükümlüsünüz. Madde sizden sevgi istiyor, sevmeyen maddeden yararlanamaz!
“Şeytan senin beynindedir, o ruhuna musallat olmuş bir parazit gibidir! Şeytan sevgisizlikten hoşlanan bir ifrittir, senin zaafını, iradesizliğini bekler. Kırık bir gönlü yapmak senin doğal halin olmalıdır. Doğa sana her şeyiyle nasıl hizmet ediyorsa sen de başkalarına öyle hizmet etmelisin. Sürekli istemek bir enerji israfıdır, enerji kaynaklarını kurutursan neyi isteyeceksin? Sana verilmemesi gerekeni kaynakları zorlayarak almaya çalışmamalısın. Kader doğal bir hayat çizgisidir. Haram yemeyiniz ve yedirmeyiniz, düşünce ve ince sezgileriniz haramı tanır, haram yerseniz perispiriniz yanar. Doğaya aykırı davranış perispiri düzenini bozar ve sizi hasta eder! Şeytan haramla beslenenin vücudunu ve ruhunu istila eder, orada kendine uygun auralar yaratır. Alan vermeye alışmalıdır, vermediği takdirde kendisinden zorla alınır ve zor insanı hastalığa sürükler. Aldıklarınızı verirseniz onlarla başkaları da geçinir ve evrimini tamamlar, tamamlanan varlık ise vermeyi sürdürür. Bu doğal akışı bozarsanız siz de bozulur, hasta olursunuz! Hastalık mikrop işi sayılmaz, hastalık mikrobu davet eden bir zeminle başlar, bu zemini bulamayan mikrop üreyemez, üremediği sürece de vücuda yayılamaz. Hastalığın zemini hazırsa istediğiniz kadar ilaç alın mikrop vücuda yayılacaktır. Önce zemini yok etmelisiniz, ilaçlar zemine tesir etmezler. Beyni ve ruhu temizlerseniz zemin temizlenmiş olur, bağışıklık dediğiniz şeyin mekanizması budur. Hücreyi koruyacak olan ruhunuzdur, çünkü hücreler de ruh sahibidir. Ruha musallat olan şeytan ve onun saptırıcı fikirleridir, vücuda musallat olanlar ise şeytan işi içki ve uyuşturuculardır.
“Kanseri yaratan sadece sigara değildir, kanser sevgisizliğin ürünüdür, onu tedavi etmeniz için önce ruhu tedavi etmeniz gerekir. Ellerinizi hasta uzvun üzerine koyup Rab’den yardım dileyiniz, O size kudretini gönderecektir. Hırslar çoğaldığı için kanser artmıştır. Ruh sürekli sevgi denen gıdaya muhtaçtır, sevgiden yoksunluk onu dejenere eder. Bu dejenerasyon ölümle son bulmaz, biz o ruhları burada da tedavi ederiz. Bedene hakim olması gereken ruh kendini bedene teslim etmiştir. Ruh evrenlere kök salan alıcı verici bir istasyon gibidir, onu serbest bırakırsanız evrendeki tüm alemlerden, yıldızlardan güç ve kudret alırsınız. Size yardım gelecektir, buna rağmen insanlık düzelmezse ilahi adaletin hükmü yerine getirilecek, hasta unsurlar dış müdahaleyle dışarı atılacaktır, atılmayanlar ise zararsız hale getirileceklerdir.” (Sayfa: 10-19)

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1969) : “Maddi ve manevi kavramlar ayrı şeyler değildir. Maddi olan her şey aynı zamanda manevi nitelikler taşır, dolayısıyla manevi olarak gördüğünüz her ruh bir parça maddidir. Maddeden gelen enerjiler ruhun evrimini sağlar, maddi tesirler ruhta ölümden sonra da vardır. Perispirisiz ruh düşünülemez, perispiri yarı ruhsal yarı maddesel bir karakterdedir. Ölüm ötesinde bile ruh maddeye tesir eder. Ruh, perispiri olmadan dünyada enkarne olamaz, maddeye etki edemez, bedeni meydana getiremez. Madde ruha bağlıdır, bu yüzden ruhla birlikte bulunur, ruhla ilişkisi olmayan tek bir atom bile düşünülemez. Mutlak atalet diye bir şey yoktur, maddeyi severken o maddeyi idare eden ruhu da sevmiş olursunuz. Madde sürekli enerji alıp veren bir akü gibidir, enerjisini koruyabilmek için ruhla ilişki kurmak zorundadır. Şuursuz ve ruhsuz hiçbir enerji düşünülemez.” (Sayfa: 20-21)

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1969) : “Eğer ruh gözüyle görebilseydiniz ne kadar çok canlı ve cansız varlıkla çevrili olduğunuzu görecek ve şaşıracaktınız, siz yapayalnız değilsiniz. Ama yalnızlık duygusu sizi transa geçirerek antenlerinizi maddi ve manevi alemlere yöneltmenize sebep olmaktadır. Ancak kendini yalnız hisseden insan düşüncesini bir noktada yoğunlaştırabilir. Eşyalarınızı düzenli tutunuz, düzensiz manzara düzensiz enerji yayını demektir, düzensiz yayın sizi etkiler. Hastalıklarınızın nedenini şanssızlık, talihsizlik olarak algılamayın, hastalıkların sebebi kendinizsiniz! Hırsınız, egonuz, merhametsizliğiniz, dağınık düşünceleriniz hastalıkların esas nedenidir, mikropların etkisi ondan sonra gelir. Siz zemini hazırlamazsanız mikroplar oraya yerleşemez.” (Sayfa: 24-27)

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1970) : “Gerçek sevgi seksin bittiği yerde başlar. Seks ilahi sevgiye ulaşmakta bir basamaktır. Kendi çocuğunu severken Tanrının sana emanet edilmiş bir kulunu seviyorsun, sen onunla sınavdan geçiyorsun! Seks almayı değil, vermeyi öğreten bir alıştırmadır. Çocuğuna vereceksin, öldükten sonra da vermeye devam edeceksin, seksüel arzunun asaleti budur. Seksüel arzu ve davranışlar, ruhsal alemde hazırlanmış bir planın uygulamasıdır. Seksüel olaylar dizisi evrim sürecinde fazla önem verilecek şeyler değildir. O bir hedef ve amaç değil bir aşamadır. Onu bir hedef gibi algılayanlar afyon yutmuş hayalperestlere benzerler. Severken ruhunuzla seviniz, ruhunuzla severseniz vücudunuz diğeriyle kaynaşır, alır verir ve ruhlar aleminde yankılar uyandırır. Siz ana karnına düşen bir yavruyu koparıp almakla hem bir ruhu görevinden alıkoyuyor, hem de görevli yüce ruhların planlarına aykırı hareket etmiş oluyorsunuz! Zorunluluk olmadıkça çocuk aldırmak size sorumluluk yükler. Zorunluluğun derecesini vicdanınızla belirlemelisiniz.
“Kadın ve erkek ruhu diye bir şey yoktur, sadece ruh vardır. Ruh, fonksiyonu gereği kadın veya erkek gibi görünmektedir. Kuran’da dendiği gibi insan varlıkla denenir, kimi insan da yoklukla sınavdan geçirilir. Şüphesiz yokluk sınavı daha çetindir, ama meyvesi de o oranda verimlidir. Varlık sahibi olanlar genellikle sevgiye uzak olanlardır, başkalarının sevgisine ihtiyaçları olmadığını sanırlar, oysa sevgiye esas muhtaç olanlar onlardır! Varlıklarının Tanrının bir lütfu olduğunu bilmez, hakları olduğunu sanırlar, onlar da bu şekilde sınavdan geçerler. Sizin varlıklı sandığınız kişiler bize göre fakirden de fakirdirler, çünkü onlar sevgiye uzak olanlardır, sevgiye uzak olanlarsa hastalığa yakındırlar! Gurur merhameti ve sevgiyi öldürür, gurur sevgi vibrasyonlarını geri çeviren bir kalkandır.Varlık sevgidir, varlık merhamettir, varlık alçakgönüllülüktür. Sizin cansız kavramınız beş duyunuzla sınırlıdır, duyularınızın dışına taştığınızda her yerin canlı oluğunu görür, tanır ve bilirsiniz.
“Peygamberi kendi ırklarına veya uluslarına mal edenler onu hiç tanımamış olanlardır. Onlar hiçbir ırk ve ulustan değildirler. Peygamber olan yüce ruh birçok gizli güçle donatılmıştır, mucize dediğiniz olayları Tanrıdan aldığı güçle meydana getirir. Mucizeler Hz.İsa ile son bulmuştur, mucize olmadan görev yapan peygamberin işi daha zordur, bu görev yüce ruhlardan birine verilir. Muhammed’in hiç mucizesi yoktur, ama o yine de ruhları terbiye etmiş, cahil kafalara bilgi aktarabilmiştir!
“Başka gezegenlerden gelenleri iyi dinleyiniz, onlar size sizi anlatıyorlar, teknolojilerinin üstünlüğünü hayal bile edemezsiniz. Kainatın bomboş olduğunu sanmak ancak size has bir fantezidir! İlahi birçok kanaldan size bilgi yağdırılıyor. Şimdi hayat süreniz eskiden olduğu gibi uzamaya başlamıştır. İklim şartlarınız kozmik devrin gereklerine uyarak değişmektedir, değişiklikler çeşitli yönlerde olacaktır. Ay’a gidiş ilk aşamadır, yakında kitlesel uzay seyahatleri olacak ve düşünceleriniz değişecektir. Galaksiniz ve dünyanız yeni bir galaktik devreye girmiştir, bunun sonuçlarını peyderpey göreceksiniz. Son hedef diye bir şey yoktur, mutluluk her hedefte başka bir realiteye ve veriteye yönelir. Gerçek mutluluğa hiçbir zaman ulaşamazsınız! Mutlak mutluluk ancak Tanrı varlığında gizlidir.
“Tanrıya ulaşmak hiçbir ruh için mümkün değildir, bunun aksini söyleyen fikirler birer safsatadır! Yaradan yaratıklarından tamamen ayrıdır, ama o yine de yaratılışın her zerresinde mevcuttur. Kutsal sır buradadır, tasavvuf dahil hiçbir düşünce bu gerçeği kavrayamamıştır, kavraması da beklenemez. Hiçbir kalıba ve tahayyüle sığmayanı nasıl kavrayabilirler ki ?
“Dünyanız her seferinde sıfırdan işe başlamış değildir. Doğal afetler bazı bölgeleri yok ettikten sonra bile fikirler başka bölgelere akmış ve evrim hiç durmamıştır. Galaksiniz başka manyetik alanların, başka duygu ve düşüncelerin etkisine girmiştir, bunun sonuçlarını almaya başladınız bile. Sevilen her varlık Tanrının yarattığı bir nesne olduğu için sevilmelidir, bir nesne olduğu için değil! Bedeninizi iyi koruyunuz, tüm hücre ruhlarının sorumluluğunu taşıyorsunuz. O hücre ruhları eğitilmek ve evrimleştirilmek için size emanet edilmiştir. Sevmek mutluluktur, zihnen tenkitçi olmayınız, hoşgörü ve sevgi dolu olunuz. Tanrının yarattığı doğada asık suratlılık ve sevgisizlik yoktur!” (Sayfa: 29-40)

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1970) : “Her peygamber kendinden öncekini doğrulamış, şeriati tamamlamak için geldiğini söylemiştir. Aynı şeyi hem İsa’da hem de Muhammed’de görebilirsiniz. Musa’da, Yakup’ta, Davut’ta ve Süleyman’da da aynı açıklamalar vardır. Yeryüzüne bedenli olarak gelen peygamberler güneş sisteminizden gelmiş değillerdir, çünkü güneş sisteminizdeki süreçler birkaç bin yıllık farklılıklar arz eder. Birkaç bin yıl sizin için önemli olabilir, ama kainattaki ölçülere göre önemsizdir. Sizin ömür süreniz çok kısadır. Öyle dünyalar vardır ki, orada bir ömür on bin sene sürebilir. Galaksiniz içinden de peygamberler gelmiştir, ama daha üst bilgiler galaksinizin dışından gelmiştir. Galaksilerin merkezleri bilgi bakımından daha gelişmiştir, en yüksek realite veya verite merkezlerde bulunur. Merkezden uzaklaştıkça bilgi azalır, dünyanız galaksi merkezinin epey dışındadır. Her peygamber bir öncekinden evrim bakımından daha ileridir.
“Dünyanız yüksek vibrasyonlarla yıkanmaktadır, onları alacaksınız, bundan kaçamazsınız. Bitkinize, hayvanınıza, gıdanıza bu vibrasyonlar sinecektir. Vibrasyonlara uyum sağlayanlar varlıklarını devam ettirecek, sağlayamayanlar yeryüzünden silineceklerdir! Bu tesirler fiziksel ve kimyasal tesirlerdir, ruhi tesirleri zaten devamlı almaktasınız. Güneş sistemindeki sizden ileri kardeşleriniz halinize acıyor, sizi bir evlat gibi himaye etmek istiyor ve uyarıyorlar. Gelen tesirler direkt bünyenize yönelmiştir, eğer alışık değilseniz bünyeniz tahrip olacaktır!
“Benim dinim doğru öteki yanlış demeyiniz, hepsi doğrudur, hepsi birbirini tamamlayan bilgilerdir. Uzaylı kardeşleriniz sizi ziyaret edecekler, onları iyi karşılayınız, talimatlarından dışarı çıkmayınız, onları seviniz ve sayınız. Aslında onların aleminde her gece uykunuzda dolaşıyorsunuz, fakat hafızanızın perdesi örtüldüğü için hatırlamıyorsunuz!
“Ben Alman şairi Goethe değilim, medyum bu ismi beğendiği için kullanıyorum. Ruhlar aleminde isim yoktur, ruhlar aleminde belirleyici olan bilgi seviyesidir. Ben en son deneyimimi yapıp ruhlar alemine döndüğüm zaman henüz sizin dünyanız mevcut değildi! Bulunduğum yerin üst planlarında peygamberlerin varlığını hissediyorum. Hz. Adem’i göremiyor ama hissediyorum. Adem sadece dünyanın değil, tüm madde kainatının atasıdır, ilk bedenlenmiş varlığıdır. İsa, “Allah’ın Oğlu” olarak nitelendirildiği için çok üzgündür, bu yanlışın düzeltilmesi için dua etmektedir, bunu rahiplere ve papaya duyurunuz, sapkınlıktan uzaklaşsınlar, İsa’nın ruhuna azap çektirmesinler! Evet o babasız doğmuştur, daha doğrusu onun ruhu Hz. Meryem’in ruhuna akmış ve bir sempatizasyon meydana gelmiştir, kozmik tesirler bir tohumlama meydana getirmiştir. Bu çeşit olaylar yüksek düzeylerde ve diğer güneş sistemlerinde alışılmış şeylerdir ve sık sık meydana gelmektedir!” (Sayfa: 41-57)

Yüksek Rehber Ruh GOETHE’den Mesaj (1971) : “Kainatta rastlantı yoktur, her şey en ince ayrıntısına kadar yüce bir yasaya bağlıdır.Yüce olan tarafından planlanmış, tespit edilmiş ve bedenlenecek insana anlatılıp onayı alınmış, sonra da uygulamaya konmuştur. Hiçbir insan rastlantı sonucu dünyaya gelmiş değildir, doğum ve ölüm kesin bir başlangıç ve sondur, bunu hiçbir insan iradesi değiştiremez. Filanca falancayı öldürdü derken, aslında o insan diğerinin ölümüne aracılık etti demek gerekir, çünkü onun hangi gün, hangi saat, hangi salisede öleceği önceden planlanmıştır. Her şey Tanrının koyduğu kurallar içinde cereyan eder, hiç kimse bu yasaların dışına çıkamaz, sadece yasanın işleyişini etkileyecek davranışlarınız olabilir. İyi hareket iyi sonuç, kötü hareketse kötü sonuç doğurur, seçim insanın elindedir. Tanrıyı ve ilahi yasaları suçlamadan önce insan suçu kendinde aramalıdır. Istırap dediğiniz şey aslında bir lütuftur, olgunlaşmayı sağlayan bir lütuf!
“Ruh vücudun içine hapsolmuş değildir, kainatın her zerresinde mevcut bir kudrettir. Her hücrenizde bu ruh vardır, bu yüzden insan milyarlarca hücre ruhuna hükmetmektedir. Her organda da bir ruh vardır, bu kademe kademe yükselir, en tepede insanın idareci ruhu, yüksek benliği vardır. Bir insan katlettiğiniz zaman milyarlarca hücre ruhunu da katletmiş olursunuz! Bu hücreler size emanet edilmiştir, onları yüceltin evrime yönlendirin diye size teslim edilmiştir. İntihar ettiğinizde bu sorumluluktan kaçmış olursunuz. Ölümden sonra dirileceğinize inanmıyorsunuz, oysa bedeninizdeki hücreler her gün ölüyor ve yerini yenileri alıyor, bu ölüp dirilme değil midir? Bunu yapabilen Tanrı gerçek ölümden sonra sizi diriltemez mi? Eğer kainatta hiçbir şey kaybolmuyorsa düşünce nereye gidiyor? Siz beyin dalgalarını ölçebilirsiniz, ama düşünceyi ölçemezsiniz. Düşünce ölümsüzdür, o her yerdedir, değişen sadece vasıtadır, bedendir. Siz öldükten sonra hücre ruhlarıyla ilginizi hemen kesmezsiniz. Tüm hücreler tam anlamıyla ölene kadar hücrelerin her birini yanınıza alıp götürürsünüz. Ruhun haberi olmadan hiçbir organda en küçük bir değişiklik ve arıza olamaz.
“Siz uykuda ruhsal bir hayat yaşarsınız, uyku bir okuldur, bir öğrenimdir. Hem ruhun beyni terbiye etmesi, yani tüm hücreleri beyin vasıtasıyla uyarması, hem de ruhun idareci yüksek benlik tarafından terbiye edilmesi uyku sayesinde olur. Bunu ancak bedenden kurtulduğunuz zaman anlayabilirsiniz, maddi beyninizin bunu idrak etmesi olanaksızdır. Bu yüzden, uykudan uyandıktan sonra hiçbir şey hatırlamazsınız, kırık dökük rüyalardan başka.
“Evrimin amacı, sevgi vasıtasıyla ilahi sevgiye ulaşmaktır. Sevgiye ise herkese ve her şeye hizmet ederek ulaşırsınız, evet sevgi hizmettir! Bildiğiniz gibi kainatta değişik modülasyon ve frekansta dalgalar vardır. İnsan ruhu da böyledir, değişik bir frekans taşıdığı için diğer ruhlardan bağımsızdır, onlarla karışmaz. Ruhun bu değişik frekansı hem bedeninizde, hem de tüm kainatlardadır, her yerdedir. Bedeniniz içinde çift şuurla yaşamaktasınız, ruhsal ve maddi şuurunuzla. Aradaki perispiri denen vasıtaya ruhtan gelen herhangi bir emir perispiri tarafından beyne iletilir. Beyin bu tesirleri alırken, beyni yöneten ruhun yardımcıları olan pek çok organ ruhu da bu sürece katkıda bulunur. Beyinden omurilik ve sinirler vasıtasıyla emir ilgili organlara iletilir. Ruh ve beden arasındaki iletişimi perispiri sağlar. Perispiri yarı maddi yarı ruhsal bir varlıktır, ruhtan emirleri alırken ruhsal bir niteliğe bürünür. Ruhun varlığı olmadan hiçbir şey yapamaz, hiçbir şey düşünemezsiniz.
“Uzay devri deyimi yanlıştır. Gelen uzay devri değil, ruhsal devirdir, artık ruhun egemen olduğu bir devreye girmektesiniz. Bedeninizi yeni vibrasyonlara alıştırabilmek için her dakika Tanrıyı düşünün, saygılı olun ve hizmet edin, herkesi sevin. Bunu yapmazsanız dış dünyadan gelen vibrasyonlara uyum sağlayamaz, helak olursunuz! Devasa bir enerji ruhunuzdan ve tüm kainattan bedeninize akmakta ve onu yönetmektedir. Eğer bedeninizi ruhunuza egemen kılarsanız bu mekanizmayı ters işletmiş olursunuz. Ters işleyiş bedeninizin isyan etmesine yol açar, isyan da kanser dediğiniz hastalığa sebep olur. Kainatta büyük bir dram oynanıyor, sadece dünyanızın değil, sayısız güneş sistemlerinde yaşayan insanların evrimi için gerekli bir değişiklik yürürlüktedir. Siz de ister istemez buna sürükleniyorsunuz, uymaya mecbursunuz, uymazsanız mahvolursunuz!” (Sayfa: 57-70)


RUHSAL MESAJLAR-2

RAMALA MERKEZİ’nden Mesaj (1970) : “İnsan aslında dünyaya ait bir varlık değildir, evrimleşmek için geçici olarak dünyada bulunmaktadır. İnsanın canı dünya aurasına ilk kez ana rahmine düşme anında iner, fizik bedenleriniz dünya hayatı için tasarlanmıştır. Öteki planetlerde hayat vardır, ama insan bunu kavrayamaz. Diğer planetlerdeki varlıkların çoğu dünya denen hayat okulundan geçerek evrimleşmişlerdir. Dünyada enkarne olmuş Yüce Üstatların çoğu öteki planetlerin sakinleridir. Dünyada enkarne olmaları onları dünyalı yapmaz, tıpkı sizi yapmadığı gibi!
“Mars veya Venüslüler, insanoğlunun kendi başına gerçeği keşfetmesini sabırla beklemektedir. Onlar sadece dünyayı korumak için gelirler, sevgi duygusundan yoksun teknolojinizin gezegeninizi mahvetmesini önlemeye çalışırlar. Evriminize engel olan frekansları bozar, atmosferik katmanlarınızı onarırlar, bunu sağlamak için planetlerinden ışınlar yağdırırlar. Gördüğünüz uzay araçlarının çoğu Mars ve Venüsten gelir. Mars, Dünya’nızın elektrik enerjisinin büyük bir kısmını sağlamaktadır. Nükleer enerjiyi ilk kez patlatıp sistemin ahengini bozduğunuzda Marslılar bu zararlı enerjiyi etkisiz hale getirmek için bir cihazı harekete geçirdiler. Onlar gelecekte herkesi kurtarmak için gelmeyecekler, sadece kendilerini cezbeden düşünceleri yayınlayanları, doğru düşünce ve hareket içinde olanları kurtaracaklar. Kainatta her şey birbirine bağımlıdır, aşağı düzeyde olan üst düzeyde olana bağımlıdır, her ikisi birbirine karşı alıcı ve verici durumundadır.
“Sizler hepiniz tanrılar haline gelmektesiniz, yeni bir değişim dönemine giriyorsunuz.
30 yıl içinde balık burcu çağından kova burcu çağına adım atacak ve bunu sağlayacak gelişmelere tanık olacaksınız. Yeni dönemde, beş duyunuzun ötesindeki yüksek yaşam planlarının varlığını kabul edeceksiniz. İnsan nasıl Tanrının içinde barınıyorsa, içinizde barınan organ ruhları da sizi tanrı olarak görmekteler, onlara karşı sorumlusunuz.”
(Sayfa: 11-16)

Ruhsal Rehber JOHN’dan Mesaj (1970) : “1960-1970 yılları arasında verilen mesajlarda yansıtılan kurtarma planları, acil durum planları ve geçici önlemlerdi. Bunlar normalde olmayan en son çare operasyonlarıdır. Komşunuz olan planetlerdeki hayat formları eterik niteliktedir. Bu yüzden, planetinize inmek ve insanları alıp götürmek için vibrasyonlarını düşürmeleri gerekir, bu da onların birçok tehlikeyi göze almaları demektir. Aslında bir planetin kurtuluş çabası kendi içinden gelmelidir. Uzay araçlarıyla kurtarılanların bir cennete geri getirilmeleri söz konusu değildir, çünkü dünyanızın fizik olarak yenilenmesi yetmez, planetin hafızasında yer alan eterik, astral ve mental dengesizliklerin de giderilmesi gerekir. Kurtarılacak olanlar, gezegenin geçmişiyle ilgili bağlardan kendilerini tamamen arındıramazlar, afetlere yol açan tesirleri şefkatle gidermek zorundalar.
“Yakın zamanda dünyanın eterik yapısında yeni enerjiler açığa çıkmış ve bir dengelenme meydana gelmiştir, insanlık için yeni kurtuluş kanalları açılmıştır. Şimdi meydana gelecek olası bir nükleer felaket dünya nüfusunun acilen tahliyesini gerektirmektedir. Yeni şuur hareketleriyle uyum içinde olan kişilere hiçbir zarar gelmeyecektir. Fizik bedenleriniz değişmekte ve insanlık bir bütün olarak mutasyona uğramaktadır. Sizler tahrip edilemez olan yüksek şuur ile uyumlu hale geliyorsunuz. Dış dünyada ne olursa olsun, bu şuura uyumlanmış insana hiçbir şey olmaz.
“Planetinizin fizik kabuğu yeni eterik şuurunun bir tezahürü olmaya doğru ilerliyor, eskisinden daha fazla ışık ve sevgi ortaya koyuyor. Bu değişimlerden ötürü fizik bir uzay teması artık bir ihtiyaç olmaktan çıkmıştır, uzaylı kardeşleriniz geri çekilmişlerdir. Şimdi size yüksek düzeyde enerji bedenlerle gelmektedirler. Onlarla temas kurmak istiyorsanız şuurunuzu ve vibrasyonlarınızı yükseltmelisiniz. Kozmik kardeşlik kapasitenizi yükseltinceye kadar uzaylı kardeşleriniz sizinle temas kurmayacaklar. Onlar dünya halkının kıyam ederek şuurlanmasını ve büyük yaşam düzenini kurmak için birlikte çalışabilecekleri ortamın yaratılmasını bekliyorlar. Uzayda devasa araçların olduğu doğrudur, küçük bir gezegeni andıran bu araçlarda tüm hayatlarını geçiren ırklar var. Kainattaki iki şeyi ayıran unsur ne zamandır ne de uzay, sadece şuurdur! Bunu anladığınızda, Yeni Çağdaki tüm uzay temasının anahtarı önünüze konmuş olacaktır.” (Sayfa: 16-24)

Rehber Varlık KEMAL YOLCUSU’ndan Mesaj : “Madde kainatına intikal eden varlıkların başlıca silahları irade, iktidar ve şuurdur. İrade, iktidarı dengede tutan, onu sevk ve idare eden güçtür, varlığın en büyük desteğidir. Varlık doğrultusunu hep iradesiyle belirler. İktidar, ruhun savunma aracıdır, istenildiği zaman istenildiği kadar harcanabilen bir güçtür, insan önüne çıkan engelleri iktidarıyla aşar. Şuur ise, ruhun ayırt edici niteliğidir, şuursuz ruh, ruhsuz şuur düşünülemez.
“ Şuur; akıl, zeka, hayal gücü, yargılama ve mantık güçlerinin merkezidir. Ruhun ruh niteliğini kazanması için irade, iktidar ve şuur niteliklerini kazanması şarttır, bunlar onun asli unsurlarıdır. Ruh önce iktidar ile temasa geçer ve alma yeteneğine göre buradan iktidar elde eder, sonra sıra iradeye gelir. İktidarla kaynaşmış irade ortamına şuur da dahil olur. Bu üç unsurla ruh kişilik kazanır ve ruhun asli cevheri meydana gelir. İşte ruhlar arasındaki iktidar, irade ve şuur farkları hep bu alıp verme esnasındaki oranlara bağlıdır, bu oranlar varlığın karakterini yaratır. Biri diğerinden daha az ya da daha fazla almıştır, insanlar bu üç unsuru alma oranıyla birbirlerinden farklı olurlar. Üç unsur herkese Tanrı tarafından eşit olarak verildiği halde ruhların bunlardan yararlanması aynı derecede değildir. Kişilik ve karakterlerin farklılığını oluşturan sebep budur.” (Sayfa: 33-35)

Rehber Varlık KEMAL YOLCUSU’ndan Mesaj : “Kader planını hazırlayan ruh, bu planı uyguladıktan sonra bedenin gelişimini idare etmeye başlar. Fakat ruh melekelerinin tümü, yani irade, iktidar ve şuurunun tümü bu sahada rol oynamaz. Eğer ruh planını geniş, melekelerini dar tutmuşsa sonuç olumlu olmaz ya da planını dar, melekelerini geniş tutmuşsa sonuç yine olumlu olmaz. Ruhun yeteneği ve evrim düzeyi, bu planı düzenleme esnasında melekelerini kullanış şekliyle ölçülür, yani ruh belirli melekeleri insan bedenine çizdiği plana uygun verebilmişse sonuç olumlu olur. Ruhun belirli deneyimler için kısmi şuura, kısmi irade ve iktidara ihtiyacı vardır, eğer yeteneklerinin tümünü kullanırsa yapılan deneyim yanar, ziyan olur.
“İnsan beden taşıdığı süre içinde tüm varlığını, kainattaki deneyimlerini ve alemlerin niteliklerini sezecek olsa insan olarak yaşamaya razı olmaz. Tüm kudretini kullandığı zaman bir anda her şeyi yakıp yıkar, kendi arzusuna göre hareket eder. Bu durumda, kainatın sadece bir kısmıyla meşgul olup kader planının içeriğini önceden bilecek ve onu uygulamak istemeyecektir. İşte bu yüzden insan geçmiş yaşamlarını hatırlamaz, çıkarı gereği böyle olmalıdır, geleceği bilmemesi gerekir. Ruh ve madde doğrudan birbirlerine hükmedemezler. İkisinin birleşmesinden oluşan insani melekeler, yani insani şuur, insani iktidar, insani irade vardır. İşte insanı ömrü boyunca idare eden güç budur, bu güce insanın cüzi iradesi denir. İnsan meydana geldikten sonra artık ruhun ve maddenin değil, kendi insani şuurunun, yani cüzi iradesinin emrindedir, ait olduğu dünyanın gereklerine uymak zorundadır.
“Ruh, melekelerini insan bedeninin maddi kısmına bağladığı için artık o kısma istediği zaman hükmedemez. İnsani şuurun formülü yaşamsal planda iyi düzenlenmişse insan o plandaki amacını mutlaka gerçekleştirecektir. Ruhun bir takım melekeleri burada şekil değiştirmiştir, çünkü artık maddenin şekil değiştiren bir nüfuzu vardır, yani ruhun kısmi şuuru bir nevi madde olmuş, maddeleşmiştir, uyum sağladığı alemin yasalarına tabi olmuştur. Bu yüzden insan ruhunun görüşü de tamamen insani olmuştur. Hidrojen ve oksijen atomları birleşerek nasıl suyu meydana getiriyorsa, madde ve ruhun birleşmesinden de madde ve ruha kesinlikle benzemeyen bir başka unsur, yani insan meydana gelmiştir, ama yine de insanın hem ruhu hem de maddesi vardır.
“Ölümle birlikte asla dönüş başlar, bu ruhun maddeden çözülmesidir. Ruhun melekeleri maddeden sıyrılır, ruh ve madde asıllarına dönerler. Ölüm sonrasında bu sıyrılış birdenbire olmaz, nitekim kendilerini maddeden kurtaramayan varlıklar ölüm sonrasında karmaşa devreleri geçirirler, bu devreler insan ölçüsüyle asırlar kadar uzun sürebilir. Ruhun başarısı evrimiyle orantılıdır, ama insan kendi açısından bu başarıyı asla ölçemez. Çünkü insan maddeyle kaynaşmış ruhun, bir başka deyişle insan şuurunun üstünde bir idrakle düşünemez. Görüşleri hemen her zaman indi, miyop ve sakattır. Kainatta süfli bir şey yoktur, sadece evrim vardır. İyilik, kötülük ve dünya çıkarları, dünya düzeni için icat edilmiş görece değerlerdir, insan dünyada yaşadığı sürece bu değer yargılarına tabidir. Ölümle ruh ve madde asıllarına döndüklerinde orada kullanılacak deyimler dünya ve insan ölçülerine sığmaz.” (Sayfa: 37-40)

Rehber Varlık KEMAL YOLCUSU’ndan Mesaj (1950) : “Tanrı yarattığı kainatları bizzat idare etmez, onu yüksek, çok yüksek varlıklara havale eder, yaratılmışlar onun idare memurlarıdır! Kainatta büyük bir çalışma düzeni vardır, orada zerre kadar aksaklık yoktur. Aksaklıklara indi ve miyop görüşlerin yol açtığı hatalar sebep olur. Kainat büyük bir düzen içinde devreder durur. Güneşiniz kendi aleminizin merkezidir ve kendine ait gezegenleri vardır. Güneş geçmişte tek parça iken kuvvetli bir eksen hareketiyle parçalanmış ve bu parçalar madde kainatının çekme itme yasalarına uyarak denge kurmaya çalışmış ve sistemi meydana getirmişlerdir.
“Gezegenlerin eksen ve yörünge olmak üzere iki türlü hareketi vardır. Dünya evrime dönmeyle başlamış ve varlıkların deneyim yapmalarına sunulmuştur. Kainattaki her varlığın bir amacı ve anlamı vardır, orada değersiz ve yersiz hiçbir şey yoktur. İnsan hatalı gibi görünür, ama onun her hatasında bir kayırma, bilinmeyen bir amaç gizlidir. Madde şuursuz
ve iradeden yoksun bir varlıktır, şuurlu varlıkla temas ona cazip gelir. Maddede iktidar da yoktur. Eğer maddede bir enerji gözlemlenmişse, o bölgenin bir ruh tarafından istila edildiğine hükmetmek gerekir. Eğer maddede iradi bir hareket varsa, orası mutlaka bir ruhun etüt sahasıdır.” (Sayfa. 41-42)

Rehber Varlık KEMAL YOLCUSU’ndan Mesaj : “Yaratılmışların Tanrıyı idrak etmeleri evrim düzeylerine göre değişir. Örneğin, ruh aleminde yeni meydana gelmiş bir varlık çevresinden kendine bir Tanrı seçmeye kalkarsa bu ya çok sevdiği ya da korktuğu bir varlık olacaktır. Fakat evrimleşerek kainatın büyüklüğünü idrak edince artık her önüne gelene Tanrı demeyecek ve Tanrı fikriyle laubali olmayacaktır. Büyük ruhlar ve varlıklar evrimleştikçe Tanrıyla aralarında köprü kurmaya çalışmazlar. Tanrıyla aralarındaki büyük mesafeyi idrak edip onunla birleşmek şöyle dursun, adını anmaya bile cesaret edemezler. Tanrı yaratıklarıyla görüşmez, evrim düzeyi ne olursa olsun onlarla yarenlik etmez. Onun emirleri sonsuz bir düzen içinde gerçekleşir.” (Sayfa: 42-43)

Rehber Varlık KEMAL YOLCUSU’ndan Mesaj : “Anlaşmazlık evrim için bir gerekliliktir, değerini bilmek için kainat çapında düşünmek gerekir. Sizin gözünüzle bakıldığında zararlı olduğu sanılır, oysa madde kainatındaki evrim laboratuvarının en önemli unsurudur. Kemal yolcuları bu laboratuvarda çeşitli deneyimler geçirmek zorundadırlar. Anlaşmazlık kainatın tümünde vardır, evrim boyunca da olacaktır. Anlaşmazlık olmasaydı çatışma da olmaz, evrim deneysel olmaktan çok teorik düzeyde kalırdı. Hatalar tekrarlandıkça varlıklar hatadan kurtulma çarelerini ararlar, yanlışlık daima düzensizlikten kaynaklanır. Ruhun yüzeyine çarpan olaylar derine inip şuuraltındaki birikintilerle temas etmedikçe bir kıymet ifade etmezler. Istırap ruha renk verir, ıstırapla renklenmeyen ruh ders alamaz. Önce hayat dersi, sonra görüş berraklığı ve bakış keskinliği insanın olayları berrak bir şekilde görmesini sağlar.” (Sayfa: 46-47)

Rehber Varlık KEMAL YOLCUSU’ndan Mesaj : “İnsanlara istedikleri kadarını ver, çünkü sana da veriliyor. Ver ki verdiğin damlalar şelale olarak geri dönsün. İnsanlara ışık tut aydınlık onları kör edinceye kadar. Gökteki yıldızlar etrafındaki renkler ve sesler senin için yaratılmıştır, öyleyse sen de cömert ol. Yalnız ıstırabı isteme, insanlar onu bulmak için zaten koşuşturup dururlar, onları ıstıraba sürükleyen sen olma. Şu üzüm salkımına bak nasıl da başını sana doğru eğmiş, hiç olmazsa o asma dalı kadar olgunluk göster. Gökyüzünde Ay sana bir şeyler vermek için çabalıyor, karanlık yollarını aydınlatıyor, sen de tıpkı Ay gibi yap, ışığı yalnız kendin için saklama ki fazlası seni yakmasın. Kafanı bilgisiz, gönlünü kapalı tutma ki seni karanlıkta bırakmasın. Alem değiştirdiğinde sana kalan sadece görgün ve deneyimlerin değil mi? Annen baban ve diğerleri birer üniformadan farksızdır, dünyaya ait şeylerdir, ölümün ötesinde sevecen bir anne kalbi yoktur, ama orada anaya babaya ve şefkate ihtiyacın da yoktur! Hiçbir şeyden korkma ve yaratılış amacını hatırla, onu hatırladığında hiçbir şeyden korkmana gerek kalmaz, korku ruhun karanlığında gizlidir. Sahip oldukların için sevinme, sahip olamadıkların için üzülme. Senden üstün olduğunu sandığın kimseleri gökyüzünde arama, hiçbir şey senden uzakta değildir, Tanrı bile!
“Sonsuzluk sana ancak sezgi kanalıyla gelebilir. Sezerek gör, sezerek işit, sezerek anla. Eğer başkalarını hor görüyorsan için paslı, fermanın sisli demektir. İçini yont, parlat, her türlü şüpheyi kalbinden at. O zaman kainatı örten esrar sislerinin kalktığını, gerçeğin billurlaştığını, eşyayı ve varlıkları gerçek yüzleriyle görmeye başladığını anlayacaksın. Her hareketin seni evrime götürür, hatta duraklayışın, gerileyişin bile. Bazı insanlar eğlencenin peşinden koşarlar, onlar aslında içlerinin karanlığında boğulmaktan korkanlardır. Bazıları yalnızlıktan kaçarlar, onlar kendi vicdanlarıyla yalnız kalmaktan korkanlardır. İnsanları dinle, dinlemeden anlamak mümkün değildir. En kötü insanda bile çok kıymetli bir cevherin bulunduğunu unutma, çevrendekilerin evriminden sorumlu olduğunu unutma. İnsanları sev, çünkü sen de bir insansın. İnsanlara acı, çünkü sen de korunmaya ve şefkate muhtaçsın. İnsanları hoş gör, çünkü sen de kusurla dolusun. İnsanlara yardım et, çünkü sen de yardım bekliyorsun. Kendi ruhunu Tanrı sanma, gücünü abartma, başkalarının kaderine saygı göster. Bilgi sevgi şeklinde tecelli etmiştir, sevgiden hizmet idraki filizlenmiştir, bu filiz saygı ve hürmet çiçekleriyle bezenmiştir.” (Sayfa: 48-51)


TRANSANDANTAL MEDİTASYON

Transandantal meditasyon tekniğinin uygulanmasında zihnin faal yüzeyinden sakin derinliklerine doğru dalınır. Düşünceler zihnin derinliğinde fark edilmez empülsler (dürtü) olarak doğarlar ve şuurlu düşünme düzeyine doğru yükselirken açıklık kazanırlar. TM (Transandandal Meditasyon) tekniği, zihnin, bir düşüncenin gelişimindeki daha önceki aşamaları şuurlu olarak deneyimlemesini mümkün kılar, ta ki zihin düşünme sürecini aşsın ve düşüncenin kaynağına erişsin. Peki düşüncenin kaynağı nedir? Düşünceler sinema görüntüleri gibi canlanabilmek için şuura, yani zihnin ekranına ihtiyaç duyarlar. Bir insan düşünebilmek için şuurlu olmalıdır. Eğer kendimizi uyanık tutarak bir düşüncenin sistemli ve tedrici bir şekilde sönüp gitmesini sağlarsak, en sonunda bu şuur ekranını saf bir halde deneyimleriz. İşte düşüncenin kaynağı budur.
Saf şuur ekranı, düşüncenin bulunmadığı basit içsel uyanıklık halidir. Maharishi Mahesh Yogi düşüncenin kaynağı için, “şuurun en az uyarılmış hali” tanımını kullanmaktadır. Bir düşünce zihin yüzeyine çıktığı zaman, tıpkı okyanusun yüzeyini uyaran dalga gibi kişinin şuurunu uyandırır. Düşüncenin bulunmadığı şuuru deneyimlemek, şuurun en az uyarılmış halini deneyimlemek demektir. TM tekniğinin zihnin en az uyarılma haline ağırlık vermesi bu yüzden doğaldır. TM tekniği düşünce sürecinin ötesine geçme ve onu aşma aracıdır. Zihni kendi haline bıraktığımızda düşünme çabasız bir süreçtir, zihin ardı ardına düşünceler üretir. Düşünmek için hiçbir çaba gerekmediğinden, doğal olan düşünce süreci de zihnin düşüncenin ötesine geçmesine direnç göstermez. Böylece TM tekniği, zihnin düşünmeyi aşmaya karşı doğal eğilimini kullanmış olur. TM tekniğini uygulayan kişi, zihni yavaşça içeriye doğru yönelterek onu doğal eğilimini izlemeye bırakır. Böylece zihin karanlık bir odada loş ışığa doğru yürüyen bir insan gibi düşüncenin kaynağına akacak, atılan her adım bu ışığın şiddetini artıracaktır.
TM tekniğiyle düşüncenin kaynağına varıp orada 20 dakika süreyle zihnin en sakin düzeyinde kalınabileceğini düşünmek yanıltıcıdır. Meditasyon süresince birkaç dalış yapmak gerekir. Zihni düşüncenin kaynağına çektikten birkaç dakika sonra zihin tekrar faal düşüncenin yer aldığı yüzeye doğru yükselecektir. Yapılacak iş, kolayca ve rahatça düşüncenin kaynağına tekrar dalmaktır. TM tekniği bir trans hali değildir, aksine kişiyi çevreye karşı daha uyanık hale getiren dinamik bir süreçtir. TM tekniğinde, zihni düşüncenin kaynağına indirecek bir mantra kullanmak gerekir. Mantralar ses nitelikleri ve yapıcı etkileri için seçilirler, mantra ayrıca zihni ve bedeni yatıştırır. İnsanlar değişik yapıda oldukları için belirli tek bir mantra herkes için aynı sonucu vermez. Her kişi için uygun olan mantra ehliyetli bir TM öğretmeni tarafından verilmelidir. Mantra seçimi Veda’lara kadar uzanan bir geleneğe dayanır. (Sayfa: 11-13)

Mantra, merkezi sinir sistemiyle bağlantısı olan çok güçlü bir girişi temsil eder. TM tekniği uygulayan insan, ömrü boyunca mantrasını binlerce kez tekrarlayarak bir dizi değişikliğe yol açar. Maharishi mantranın esasının rezonans olduğunu, merkezi sinir sisteminin bioritmleriyle rezonansa girdiğini söylemektedir. Doğru seçilmiş bir mantra rahatlatıcı ve yapıcı etkiler meydana getirir, yanlış seçilmiş bir mantra ise rahatsız edici ve zararlı etkilere yol açar. Yanlış seçilen mantranın sonuçları hemen ortaya çıkabileceği gibi birkaç yıl sonra da görülebilir. Doğru mantra merkezi sinir sistemini maksimum düzeyde rahatlatır ve düzene sokar. TM tekniği uygulanırken düşünce süreci bedeni yoğun faaliyetten daha az yoğun faaliyete yönlendirir. Mantra bu süreci sessizce destekler ve zihinle bedeni sessizliğin düşük dereceli faaliyetinden konuşmanın yoğun faaliyetine yöneltir. Transandantal Meditasyon uygulaması dışında kullanılan mantra, meditasyon sırasındaki etkisini kaybeder.
(Sayfa: 13-16)

TM tekniğinin uygulanması sırasında metabolizma oranında bir düşüş, otonom sinir sisteminde gelişmiş bir dengelilik ve beynin elektriki faaliyetinde artan bir düzenlilik meydana gelmektedir. Ayrıca TM programı uygulamalarında yüksek tansiyonun düştüğü, soluk alıp verme oranlarının azaldığı, astımın şifa bulduğu, hastalıklara karşı direncin arttığı gözlemlenmiştir. Sıkıntı, depresyon, sinirlilik ve uyuşturucu kullanımında belirgin azalmalar meydana gelmiş, zeka, yaratıcılık, dengelilik ve hafıza performansı daha da gelişmiştir. (Sayfa: 17-20)

Yapılan bilimsel deneyler, TM tekniği uygulandığında beyin dalgalarının belirli bir frekans tekdüzeliliği gösterdiğini ortaya koymuştur. Beynin elektriki faaliyeti daha eşzamanlı olmuş, gürültüden ziyade müzik gibi tezahür etmiştir. (Sayfa: 22)

TM dışındaki meditasyon tekniklerinin çoğu şu iki kategoriye girer. Konsantrasyon ve kontemplasyon. Konsantrasyon teknikleri, zihni belirli bir düşünce, his, hayal veya bedenin belirli bir bölgesi ya da bir obje üzerinde odaklamak için gösterilen çabayı kapsar.Tipik konsantrasyon teknikleri solukları sayma, gözleri mum ışığına dikme, zihnin ekranında bir ışık hayal etme, zihinde belirli bir düşünceyi tutma ya da zihni boş bırakma gibi tekniklerden oluşur. Konsantrasyon tekniği gelişigüzel düşünceleri zihinden atmayı ve zihin ne zaman dalgalanma eğilimi gösterse konsantrasyon objesi üzerinde tutmayı gerektirir. Hindistan’da uygulanan tekniklerin çoğu konsantrasyon türündendir. Nihai hedefi kişinin aydınlanması olan bu teknik, uzun yıllar süren disiplinli bir uygulama sonucunda elde edilmektedir.
Kontemplasyon teknikleri ise, önemli bir fikir ya da soru hakkında, örneğin Tanrı, sevgi, ben kimim gibi konularda sınır tanımayan bir şekilde düşünmeyi kapsar. Sorun çözme faaliyetinden tamamiyle farklı olan kontemplasyon çoğunlukla filozoflar ve keşişler tarafından uygulanır. Entelektüel ufku genişleten bu yöntem, zihnin faal yüzeyini keşfetmekle ilgili bir tekniktir. (Sayfa: 49)


YÜCE BEYAZ KARDEŞLİK

Üstat ODYSSA’dan Mesaj (1957) :
“Ben, dünyadaki yeni çağ canlarıyla temas kurmaya çalışan Yüce Beyaz Kardeşliğin temsilcilerinden biriyim. Geçmişte birçok yüce öğretmen, William Stainton Moses ve Madam Blavatsky gibi ileri düzeyden zihinler vasıtasıyla kendilerini ifade ediyorlardı. O zamanki kehanetlerde, yüce öğretileri 20. yüzyılda dünyaya vereceğimiz belirtilmişti. Bu öğretiler sadece dünyanın Mister Okulları olarak bilinen merkezlerdeki seçkin gruplara verilmektedir. Yegane din hakikat denen dindir, hakikat izleyicinin gözlerine göredir, her zihin dünyayı o zihnin kullandığı gözlüklere göre kavrar. Görme gücünü değiştirdiğinizde hakikat de değişecektir. Zihnin ve kalbin anlayamayacağı hiçbir konu yoktur. Yüce üstatlar her nesilde, her çağda yeryüzüne geri dönmüşlerdir. Onlar da bir zamanlar sizin şimdi yürümüş olduğunuz yollardan geçmişlerdir. Hayatın tek yasası ilerleme ve gelişmedir, bunlar engellendiğinde zihin, kalp ve can hiçbir değer ifade etmez. Hiçbir yüce üstat ve peygamber öğretisini binlerce yıl ayakta tutamaz, çünkü hakikat tek bir kişiye göre sınırlanamaz, dinlerinizdeki mezhepler bunun kanıtıdır. Binlerce mezhep nasıl hakikatin çeşitli veçhelerini temsil ediyorsa, hakikate bakmanın da binlerce çeşidi vardır, bu bir olgunluk sorunudur.
“Düşünceleri gelişmemiş zihinler, yüce üstatların öğretilerini tahrif eder ve değiştirirler. Bu yüzden, tahrifleri gidermek için asırlar boyunca aranıza avatarlar gelir. Bu avatarlar çoğunlukla kimliklerini belli etmeden aranızda yaşarlar. Bunun sebebi cahil kimselerin saldırılarından bu yüce öğretmenleri korumaktır. Bizler çağlar boyunca Yüce Beyaz Kardeşliğin üyeleri olmuşuzdur, öğrenci hazır olduğunda öğretmen mutlaka gelir. Uyanın, ayağa kalkın ve kendinizi bilin! Biz, Hayır ve Şer Ağacından gelen bilgiyi hayrınıza yorumlayarak entelektüel bir düzeye ulaşmanızda size yardımcı olmak istiyoruz. Aranızdan biri karanlığın gerçek bir cevher olduğunu söyleyebilir mi? Hayır, karanlık dediğiniz şey ışığın yokluğundan ibarettir. Işık, bilimsel zihin tarafından bilinebilen, araştırılabilen ve sınıflandırılabilen bir cevher, bir enerjidir. Ama karanlık, gerçek cevher olan ışığı tanımlamak suretiyle bilinebileceği için aynı şekilde sınıflandırılamaz. Cehalet için de durum böyledir, kötülük için de durum böyledir, gerilik ifade eden güçler için de durum böyledir, yüce gerçeklerden haberi olmayan bir zihne göre bunlar var gibi görünürler!
“Cehalet, kötülük ve gerilik, her insanın mirası olan mükemmel bilginin, hayrın ve olgunluğun yokluğundan başka bir şey değildir. Size bu bilgileri getiren üstatlardan bazıları ölümden sonra gidilen spiritüel alemlerdedir, bazıları ise yeryüzünde gizli yerlerde fizik bedenler içinde yaşayan kimselerdir. Onlar ölmek zorunda değildir, hepsi de Hayır ve Şer Ağacı’nın üstatlarıdır, görevleri ilahi yasayı öğretmek ve sizleri aydınlatmaktır. Yüce gerçeği öğrenmek için içten bir arzu duyduğunuz zaman size yardım ederler. Onlar sizi izlemekte ve ufukta Altın Çağ’ın ağarmasını beklemektedirler!” (Sayfa : 7-12)

Rehber Varlık WHİTE EAGLE’dan Mesaj : “Beyaz Kardeşlik, kendisini izleyen gruplar tarafından spiritüel güç kasıtlı olarak boşa harcanmadığı sürece fizik bedenler içinde dünyaya gelmeye devam edecektir. Çoğu kez tanınmadan müritler arasında dolaşacaklardır, yeter ki onlar yasaya riayet etmeyi öğrensinler. Tutku ya da düşüncelerinizi kontrol etmede başarısız olursanız spiritüel dolaşımınızda tıkanıklıklara sebep olursunuz, sizi izleyen ağabeylerinize saf vibrasyonlarınızı göndermemiş olursunuz. Yüce Beyaz Kadroya dahil olan her kardeş kendini tüm yaşam biçimleriyle, böcekle, çiçekle, güneş ışığı ve yağmurla özdeşleştirmelidir. Beyaz Kardeşlikten gelen mesajlar şu dört kelimeyle özetlenebilir: Mükemmel Hale Gelmiş İnsan (İnsan-ı Kamil).
“Başlangıçta ışık vardı, her şey ışıkla oluştu, ışık olmasa yaşam da olmazdı. Işık Tanrının oğludur, fizik güneşin her yanında var olan spiritüel güneştir. Fizik güneş nasıl yeryüzüne hayat veriyorsa, spiritüel güneş de insanın canına hayat verir. Spiritüel güneşten 7 ışın neşrolur. İlk prensipten gelen bu 7 ışın tüm hayata nüfuz eder, evriminizi, mükemmel hale gelmenizi sağlar. Enkarne olan her insan çakralar vasıtasıyla gezegensel tesirlerin etkisi altındadır. Her çakra kendi planeti ve o planetle ilgili renkle bağlantılıdır, çünkü her planetin kendine özgü bir tonu, bir titreşimi vardır. Her insan çakraları yoluyla bu tona ve titreşime yanıt verir, ışığı teneffüs edin dememizin sebebi budur. Işığı teneffüs ettiğinizde şifayı teneffüs etmiş olursunuz, çünkü beyaz ışık tüm renkleri bünyesinde barındırır.
“Işıkla çalışan ve onu yeryüzüne getirmeyi ideal edinen her insan Işığın Kardeşidir. İnsanlığın bakımını üstlenen ve 12 üstattan oluşan bir kadro vardır. Onlar Sessiz Gözeticilerdir. Ayrıca insanlığın ilerlemesi için insan gruplarıyla çalışan üstatlar da vardır. Sanat, müzik, tiyatro ve edebiyat gibi insanlığın ruhunun yüceltilmesine hizmet eden yaratıcı faaliyetler bu üstatların rehberliği altındadır, onlar tarafından esinlendirilir. Bu yüce varlıklar her zaman insanlarla doğrudan ilişki kurmazlar, ruhsal rehberler olarak bildiğiniz spadyuma ait koruyucu varlıkları kullanırlar. Uluslar arasında önemli bir konferans olduğunda onlar oradadır, insanlığın kaderini etkileyen hiçbir toplantı yalnız insanlara bırakılmaz, spiritüel bir kadro tarafından esinlendirilir. Yüce Konseyin üyeleri eğer gerekiyorsa yardım ederler, dünyasal zihnin karmaşasından hiç etkilenmezler. Yüce Beyaz Kadrodan gelen bu varlıklar ilahi yasaya uymak zorundadırlar, ama tıpkı insanlar gibi bir miktar özgür iradeye de sahiptirler, kuralları az çok esnetebilirler. Şunu iyi anlamalısınız ki, kainatta her şey bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Yerden en yüce yüksekliklere kadar her bireysel can birbiriyle ilişkilidir. Mesela biz bu mesajları verirken üstümüzdeki bir düzey de onu yönlendirir, bu böylece sürüp gider.” (Sayfa: 14-17)

Yüksek Rehber Varlık DJWHAL KHUL’dan Mesaj : “İnsanlığın bugün arzettiği manzaranın ardında, insanlığı gözetme ve ona rehberlik etme hakkına sahip Yüce Varlıklar vardır. Bunu insanın özgür iradesine zorla karışma şeklinde değil, dünya düşünürlerinin zihinlerine evrimleştirici fikirler aşılama suretiyle yaparlar. Amaç insanlığın şuurunu yükseltmektir, onlar yeniçağ gruplarını yetiştirirler. Beyaz Kardeşliğin üyeleri, vahyin sürekliliğini sağlayarak insanlığın önünde kademe kademe açılan o engin geleceği kavramak zorundadırlar. Onlar güçleri vasıtasıyla insanlığı bir evrim yayı üzerinde koordine ederler. Bu uygulama karşılıklı bir telepatik ilişkiyle yürütülür, yüce varlıkların hepsi birbirlerine bu ilişkiyle bağlıdır, belirli bir vibrasyonla birbirlerine ayarlanmışlardır.
“Beyaz Kardeşliğin üyeleri vahşi insandan ne kadar ileriyse, onlardan o kadar ileri İlahi Plan ve programın bilgisine sahip üyeler de vardır. Enerjiler kendiliğinden ne iyi ne de kötüdür. Beyaz Kadro ile Kara Kadro aynı evrensel enerjileri kullanırlar, ama motivasyonları ve amaçları farklıdır. Her iki grup da eğitilmiş ezoteristlerden oluşur. Her Tanrı oğlunun arkasında Gözetici Ağabeylerin sevgisi ve bilgeliği yer alır. Bazen Yüce Beyaz Kardeşliğin bir habercisi kendini ifade etmek için bir vasıtaya ihtiyaç duyduğunda, eğer fizik bedeninin cevheri seyrekse (titreşimi yüksekse) bir müridin bedenini kullanabilir.
“Dünyadaki ve güneş sistemindeki inisiyasyonlar, Sirius’daki Yüce Beyaz Kadroya kabul edilmek için geçilen hazırlık inisiyasyonlarıdır. Güneş sisteminin ilk dört inisiyasyonu, birinci kozmik inisiyasyon öncesindeki dört eşik inisiyasyonuna karşılıktır ve bir üstadı Sirius’daki Yüce Beyaz Kadro’ya bir çırak haline getirir. Güneş sisteminin yedinci inisiyasyonundan geçildikten sonra Sirius’daki Yüce Beyaz Kardeşliğin bir üstadı olunur. Yeryüzünü etkileyen ve insanların şuurlarında evrimleştirici sonuçlar doğuran kozmik tesirlerin birincisi ve en önde geleni Sirius güneşinden neşrolan enerjidir. Düşünce enerjisi ya da zihin gücü, uzaktaki kozmik merkezden güneş sistemine Sirius yoluyla ulaşır. Bu haliyle Sirius, insanda öz bilinci oluşturan etkilerin neşrolunduğu odaklayıcı merkez ya da aktarıcı olarak faaliyet gösterir.” (Sayfa: 18-21)


HZ. MUHAMMED

LALEH BAKHTİAR : “Hz. Muhammed, karşıtların benlik içinde bir edilmesinin spiritüel bir örneğidir. Evrenin her yanındaki tüm formların ve anlamların onun şahsında bir araya gelmesidir. Hz. Muhammed misyonu, kendinden evvel gelmiş peygamberlerin misyonlarının devamıdır. Şimdiki siklusun son peygamberi olmasına rağmen aslında o ilk peygamberdi. “Hz. Adem su ile balçık arasındayken ben yine nebi idim” hadisi bu gerçeği vurgular. İlahi düşünce, tıpkı düşüncenin gerçekleştirilmesinden önce tamamlanması gibi Hz Muhammed’de tecelli etmiştir. Bu yüzden Hz. Adem’den önce gelmiştir. O, ilahi yaratılışın vasıtasıdır. “Ben M olmaksızın Ahmed’im, ben A olmaksızın Arab’ım, beni gören Gerçeği görmüş olur” hadisiyle anlatmak istediği de budur. Hadisin açıklaması şöyledir: M olmaksızın Ahmed, Ahad demektir yani Birlik. A olmaksızın Arab, Rab demektir yani Tanrı. Peygamber bu hadisiyle “Ben Birlik ve Rabbin ta kendisiyim” demek istiyor, yani yaratılışın tüm veçhelerinin içinde toplandığı Birlik ve Tanrılık hali! O bir bakıma gerçekliğin içsel veçhesini dışsal fenomenal veçhesiyle birleştiren Evrensel Prototip’tir. Bu konuda İbn-i Arabi şöyle der: “Görme gücünün vasıtası olan gözbebeğiyle gözün ilişkisi ne ise, Evrensel Prototip ile Tanrının ilişkisi de odur. Çünkü Tanrı Evrensel Prototip vasıtasıyla tüm ilahi veçheler içerisindeki Benliğin bilincine varır. Evrensel Prototip, Mutlak’ın kendi eserlerini görmek için kullandığı Alem’in Gözü’dür.” (Sayfa : 17-18)

B.L .P. TRENCH’in görüşleri : “Hz Muhammed’in yaptıkları, Hıristiyan ulusları arasında yeterince takdir edilmiş değildir. Eğer İslam alimlerinin yorulmak bilmeyen faaliyetleri olmasaydı, Grek dünyasının sönüp gidişinden sonra Rönesansın temelini oluşturan felsefenin pek azı geriye kalırdı. İslam alimleri, Avrupa’nın felsefe ve bilimsel araştırma için uygun bir yer olmadığı zamanda, 9. yüzyıl ila 12. yüzyıl arasında bu felsefeyi kaydedip yaşattılar. Hz. Muhammed Arap zihnini tekrar uyandırmış, Grek filozof, gökbilimci ve matematikçileri Arap düşünürleri arasında sığınacak ve barınacak yer bulmuşlardı. Avrupa’nın zihni, binlerce yıl süren karanlığından sıyrılma mücadelesine giriştiğinde, aydınlanmak için İslam düşünürleriyle bilim adamlarının yazılarına ve korudukları eserlere başvurmak zorunda kaldı. Hz. Peygamberin izleyicileri, Evrensel Mabut’a ilişkin monoteistik kavramı sarsılmayan bir kararlılıkla, son derece saf ve orijinal biçimiyle ayakta tutmuş ve korumuşlardır. “Allahtan başka Tanrı yoktur” sözü, İslamiyetin batılı kulaklarda çınlayan, teslis inancına bağlı Hıristiyan teologları bile tedirgin eden çağrısıdır.” (Sayfa: 18-19)

ANDREW THOMAS’ın görüşleri : “Müslümanlar, yani İlahi İradenin kulları Arabistan’dan İspanya’ya kadar yayıldılar. Klasik çağın kültür mirası, kısmen bunları Arapça’ya çeviren ve sonra batı Avrupa’ya aktaran Araplar tarafından kurtarılmıştı. Bir zamanlar dünyanın tek uygar devleti, öğrencilerin tıp, matematik, astronomi ve diğer bilimleri öğrenmek için akın akın gittikleri üniversitelere sahip olan Arap İmparatorluğu idi. Karanlık çağlarda dünyada parlayan tek ışık, Hz. Muhammed’in İslam ülkelerinde yaktığı ışıktı.” (Sayfa: 20-21)

H.G.WELLS’in görüşleri : “Hz. Muhammed, ölümünden sonra tanrılaştırılmasını önleyecek tüm önlemleri almıştır. İslamiyetin gücünü oluşturan diğer bir nokta da renk, ırk ve sosyal konumları gözetilmeksizin tüm insanların Allah huzurunda kardeş olduklarında ısrar etmesidir.” (Sayfa: 23)

LAMARTİN’in görüşleri : “Dünyada hiçbir insan yoktur ki Hz. Muhammed gibi yüce bir hedef benimsemiş olsun. Çünkü Yaradan ile varlık arasına sokulan dogmaları kökünden yıkmak, Allah’ı insana insanı Allah’a iade etmek, putperestliğin çarpık ve maddi tanrılar keşmekeşi içinde akla dayalı kutsal Allah düşüncesini canlandırmak hedefi gerçekten insanüstü bir hedeftir.” (Sayfa: 23-24)

Hz. MUHAMMED’in kutlu sözleri :

Adem suyla balçık arasındayken ben yine nebi idim!
Biz peygamberler topluluğuyuz, bizim gözlerimiz uyur, kalplerimiz uyumaz.
Bize insanlara akılları miktarınca konuşmamız emredildi.
Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz.
Ben en güzel, en temiz huyları tamamlamak için gönderildim.
Ben gökte ve yerde emin adıyla anılırım.
Benim çektiğim eziyeti kimseler çekmemiştir.
Yaşamım da hayırdır size, ölümüm de!
Benim öyle bir zamanım olur ki, Tanrıyla arama en yakın melek bile giremez.
Ben, babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve anamın rüyasıyım.
Kim rüyasında beni görürse gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim kılığıma giremez. O kişi kıyamette de beni görecek ve cennet ehlinden olacaktır.
Her peygamber kendi kavmine gönderildi, ben tüm insanlığa gönderildim.
Ben Haşir’im, halk kıyamet günü benim izim üzre haşrolunacaktır.
Ben Muhammed’im, Ahmed’im, Mahi’yim, Akib’im, Haşir’im, Mukaffa’yım, Kussem’im.
Dünyada mazlumların feryat ve figanı yükseldiği zaman Tanrı aslanlarının yardımı yetişir.
Siz ne halde iseniz, başınıza o halde adamlar getirilir.
Her gün sabah öğlen bir melek şöyle bağırır. “ Ey insanlar doğun ölmek için, yapın yıkmak için, toplayın dağıtmak için.”
Ölünün peşine üç şey takılır. Ailesi, malı ve işledikleri. Ailesi ve malı geri döner, işledikleri yanında kalır.
Arapların diğer kavimlere üstünlüğü yoktur, kavimlerin üstünlüğü ancak hayırseverlik ve suçsuzluktadır.
Bilgin kişiyle vakit geçirmek ibadettir.
Gerçekten tek bir bilgin, iblis için 20 tane ibadet edenden daha çetindir.
Faydalanılmayan bilgi, harcanmayan, hiç kimseye hayrı dokunmayan defineye benzer.
Bilgi her müslüman için farzdır. Fakat ehil olmayana bir şey öğreten, mücevher ve incileri domuzların boynuna takan kişiye benzer.
Bilgin ibadet edenden tam 70 kere üstündür.
Bilgi benim mirasımdır, benden önceki peygamberlerin de.
Bilginlerin mürekkebiyle şehitlerin kanları tartıldı, bilginlerin mürekkebi ağır geldi.
Bilgi elde etmeye çalışmak namazdan, oruçtan, hacdan ve Allah yolunda savaşmaktan da hayırlıdır.
Bir anlık düşünce, 70 yıllık ibadetten yeğdir.
Bilgi sermayemdir, akıl dinimin esasıdır, Allah korkusu rehberimdir.
Bilgi müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.
Bilim rütbelerin en büyüğüdür, cehaletten kötü fakirlik olmaz.
Cahiller içinde bir bilgin, ölüler içinde bir diri demektir.
Bilim herkesi, ibadet ise ancak ibadet edeni ilgilendirir.
İslam dini akıl dinidir, aklı olmayanın dini de olmaz.
Bilgin kişinin abid kişiye üstünlüğü, benim, ümmetimden en değersiz birine üstünlüğüm gibidir.
Nakle dayanan kökleşmiş inançlar bilime aykırıysa bilim verilerini kabul ediniz.
(Sayfa: 113-121)


UZAYLILAR

Polonya asıllı Amerikalı astronom George Adamsky (1891-1965) 1952 yılında ilk kez bir uzaylıyla karşılaşmış, 1953 yılında bir ana gemiye bindirilmiştir. Adamsky’nin uzaylılarla son teması 1954 yılında oldu ve bu yolculuğunda fotoğraflar da çekti. Adamsky, uzaylılarla temasını ve edindiği izlenimleri şöyle anlatmaktadır:
“Uzaylıların bana anlattığına göre, asteroit kuşağı ne infilak etmiş, ne de kötü güçler tarafından yok edilmiş bir gezegendir. Asteroit kuşağı, doğal yasaya göre giderek dağılan dünyaların yerini alacak gezegenlerin doğduğu doğal bir kuluçka ortamıdır. Güneş sisteminin iyi bir şekilde dengelenmesi için bu kuşak bir vibratör ya da uyarıcı görevi üstlenir ve durgun güç dediğimiz şeyi faal güce dönüştürür. Bu olgu tüm sistemlerde geçerlidir. Kuşaktaki her küçük partikül doğal enerjiyle birleştirilir ve sürekli olarak çözülür ya da gelişir. Partiküller sürekli çarpışma halindedir, çarpışmalar bazen iki partikülü kaynaştırır ve ortaya daha büyük bir cisim çıkar, bazen de bir patlamayla birbirlerinden ayrılırlar. Kozmosun her yanında aynı türden asteroit kuşakları vardır.
“Dünyanın eksenindeki eğiklik ne atom bombalarından ne de dünyanın günahlarından meydana gelmiştir. Tüm gezegenlerde meydana gelen doğal bir değişimdir ve belirli zaman devrelerine bağlıdır. Eksen eğikliği, dünyanın aşınmış zemininin yerini almak için denizlerin altından yeni kıtaların ortaya çıkmasını sağlar. Bu değişim olmasaydı, hiçbir gezegen üzerindeki yaşamı barındıramazdı. Bu olay geçmişte defalarca tekrarlanmıştır, yani dünyamız yok olmayacaktır.
“Reenkarnasyon elbette vardır. İnsanın sadece bir kere yaratılması ve şu anda işgal ettiği pozisyona sebepsiz yere getirilmesi, sonra da kaprisli bir yaratıcı tarafından cennet ya da cehennem denilen bir yere gönderilmesi bir israf değil midir? Bu ne mantığa sığar, ne de evrim olur, oysa kozmosun yasası sürekli evrimdir. Uzaylı ağabeylerin bana anlattığına göre, ne ruh dediğimiz şey kendini ifade etmek için kullanacağı maddesel bir form olmaksızın tezahür edebilirdi, ne de ruh olmasaydı madde var olabilirdi. İnsan burada veya başka bir gezegende deneyim yapmak için bir bedene muhtaçtır. Birini bıraktıktan sonra bir başka bedene girmek zorundadır.
“Cennet ve cehennem belirli mekanlarda değil, insanların şuur hallerindedir. Bugün birçok insan korku, istek ve nefret duyguları içinde aslında cehennemi yaşamaktadır. Oysa bu dünya cehennem değil, ilahi bir yaratıdır. Kişi var oluş amacını anladığı zaman şuurunda cenneti yaşar, her şeye karşı şefkatle dolup taşar. Bilge kişi yargılamaz, yaşamın bütününü ilahi planın uygulanışı olarak görür, yaratılışın herhangi bir bölümünde hata bulmaz.
“Uzaylılar kendi gezegenlerinde kesmek için hayvan beslemezler. Bizim et yediğimiz oranda balık yerler. Dünyadayken haftada bir iki kere et yemenin kendilerini daha sıhhatli kıldığını saptamışlardır. Ama genellikle sebze ile beslenir ve meyve yerler, bu konuda fazla fanatik değiller. Para kullanmazlar, eşya veya hizmet değiş tokuşu yaparlar.” (Sayfa: 14-24)



1922 yılında New York’da doğan Howard Menger uzaylılarla ilk temasını 10 yaşındayken yaptı. 1956 yılında ilk defa bir ufoya bindi ve onlardan birçok bilgi aldı. Aynı yıl tekrar bir ufo gezisi yaptı ve bu konuda birçok kitap yazdı. Howard Menger uzaylılarla teması hakkında şunları anlatmaktadır:
“Uzaylılar güneş sistemimizin diğer gezegenlerinden, örneğin Mars, Venüs ve Satürn’den gelirler, ama güneş sisteminin dışından gelenler de vardır. Dünya atmosferinin içindeyken saatte 20 bin mil hızla seyrederler, atmosferimizin dışında ışık hızını bile aşarlar.
“Dış görünüşleri bize benzer, fizik yapıları daha sağlamdır ve giyimleri değişiktir. Genellikle telepatik yolla anlaşırlar, ama konuştukları da olur, bu duruma bağlıdır. Kendilerine özgü bir dilleri var, yüksek frekanslı ve harmoninin değişik bir türü. Ayrıca her dünya dilini kısa zamanda konuşmalarını sağlayan elektronik aletlere sahipler.
“Kesinlikle düşmanca amaçlar taşımazlar ve hükmetmek için bir planeti ele geçirme niyetleri yoktur, onlar bizi sevdikleri için geliyorlar. Araçlarının çıkarttığı sesler duyum sınırlarımızın dışındadır, bazı hallerde vınlama sesleri duyulur. Kitle halinde inişler büyük şaşkınlığa sebep olacağı için bu yolu denemezler, ayrıca düşmanca tavrımız onları böyle bir hareketten alıkoyar.
“Dünya devletleriyle ilişki kurmaktan kaçınıyorlar, çünkü her devletin bu teknolojiyi düşmanlarına karşı kullanmasından çekiniyorlar, bu yüzden halkların ilgisini çekmeyi tercih ediyorlar. Bizleri daha yüksek bir anlayışa ulaştırma yollarını arıyor, ayaklarımız üzerinde durmamızı sağlamaya çalışıyorlar. Planetimizde çıkması muhtemel büyük bir savaşı önlemeye gayret ediyor, böyle bir savaşın tüm güneş sistemini tehlikeye atacağını söylüyorlar. Artık Birleşik İnsanlık Realitesinin zamanının geldiğine inanıyorlar.
“Kontrol ve araştırma işinde kullandıkları küçük diskler var, bunlar ana gemilerden gelerek görev yapıyor. Çapları 12 cm’den 2 ila 4 metreye kadar değişebiliyor. Çan şeklindeki Venüs veya Satürn uzay gemileri yaklaşık 15 metre çapında ve 6 metre yüksekliğinde, renkleri metalik gri. Satürn tipleri Venüs’ünkinden daha basık. Ana gemiler elips, puro veya yumurta şeklinde ve bin metreye varan boyutlarda. Yeşil ateş topları da kullandıkları araçlardan, bunlarla atmosferimizde patlatılan atom ve hidrojen bombalarının etkilerini azaltmaya çalışıyorlar.
“Venüs Dünya’dan biraz daha küçük, Dünya’mızın binlerce yıl evvelki hali gibi genç ve sağlıklı. Harika bitkileri, ırmakları, büyük gölleri ve dağları var, ormanlarla bezeli bir yer. Venüs son derece güzel. Planetlerini sağlıklı tutmak için her şeyi yapıyorlar. Atmosferleri bizimkine çok benziyor, güneşin zararlı ışıklarını süzerek canlıları etkilemesini önlemişler. Bu yüzden Venüslüler aydınlık tenli ve sarışın insanlar. Venüste belirli bir otorite ve devlet memuru yok, barış ve uyum içinde yaşıyorlar. Herkes yeteneğine uygun mesleği seçiyor. Çeşitli çalışma yerleri, araç gereç yapan imalathaneleri var. Çalışanlar para almıyor, değiş tokuş yöntemleri uyguluyorlar. Hiç kimsenin bir eksiği yok, sevginin hizmetinde çalışıyorlar. Bahçelerinde meyveler, sebzeler, çiçekler yetiştiriyorlar. Özel olarak hayvan beslemiyorlar, çünkü hayvan eti yemiyorlar, hayvanlar otlaklarda serbestçe dolaşıyor. Bilim okulları var, büyük küçük herkes bu okullarda eğitim görüyor. Çocuklar geçmiş hayatlarının bilgisine vakıf olarak doğuyorlar ve kaldıkları yerden evrimlerini sürdürüyorlar. Ormanlarda ve doğaya yakın yerlerde küçük topluluklar halinde yaşıyorlar. Bu topluluklar birkaç bin kişiyi geçmiyor, dağınık ve desantralize yaşıyorlar.
“Diğer dünyaların binlerce insanı aramızda yaşamaktadır. Bazıları enkarne olmuş, bazıları ise uzay araçlarıyla kendi planetlerinden gelmişlerdir. Aramızda ve bize çok yakınlar, her türlü meslekten kişiler, gittiğimiz lokantada, iş yerlerimizde onlarla karşılaşabiliriz. En belirgin özellikleri sonsuz sevgileridir.
“Onların planetlerinde savaş yok, öyle de kalmasını istiyorlar. 800 yıl yaşayabiliyorlar. Venüs’e ait fotoğraflar çektim, ülkenin, halkın, hayvanların fotoğrafları bunlar, zamanı gelince göstereceğim. Venüslü kadınlar uzun tunik benzeri çeşitli pastel renklerde elbiseler giyerler. Bu elbiselerin bazıları kollu bazıları kolsuz, bellerinde kemerleri var. Korse ve dar iç çamaşırı kullanmaz, havadar ve vücut hatlarını belli eden elbiseler giyerler. Erkekler kayak elbiselerini andıran elbiseler giyerler, ince kumaştan ya da naylon benzeri şeylerdir bunlar. Elbiseler vücut ısısına uyum gösteren özelliktedir. Ayakkabıları, erkek ve kadında topuksuz sandalet tipindedir.
“Erkek ve kadın birbirlerine uyum sağlamışlarsa birlikte yaşar, evrimlerini yaşamlar boyu birlikte yaparlar, isterlerse evrimlerini tek başlarına da sürdürebilirler. Çocuklar çok küçük yaşlarda büyük bir olgunluğa ulaşır, 3 ila 5 yıl içinde büyürler. Venüslü bir çocuk doğumdan hemen sonra 7 yaşındaki dünyalı bir çocuk olgunluğuna erişir. Kısa bir süre meme emdikten sonra bitkisel sulu gıdalarla beslenmeye başlarlar, hayvan sütü içmezler. Venüslüler, son derece gelişmiş teknikleri, kompleks makine ve aletleriyle işleri çabucak ve kolaylıkla hallederler. Ürünler adil biçimde dağıtılır. Belirli bir dinleri yoktur, yaşamları Rabbe hizmet etmekle geçer. Venüs’te evler ışığı ve renkleri geçirmesi için yarı şeffaf ve kubbe şeklinde inşa edilmiştir. Mevsimler belirgin değildir, ısı yıl boyunca pek değişmez ve sürekli ilkbahar havası hüküm sürer. Planetin bazı bölgelerinde mevsim değişikliği ve ısı farkı ortaya çıkar, bu bölgelerde kış iklimi hüküm sürer.
“Bizler Venüs’te yaşayamayız, çünkü evrim, frekans farkı ve atmosfer basıncı gibi etkenler sinir sistemimizi harap eder. Buna rağmen bazı insanlar fizik bedenleriyle diğer planetlere götürülmüşlerdir, geri dönmeyi de istememektedirler. Bir kısmı ise belirli bir öğrenim döneminden sonra geri dönerek dünyalı kardeşlerine yardım etmeyi seçmiştir. Geri dönenler tımarhaneye kapatılma ya da alay konusu olma korkusundan dolayı susmaktadır.
“Bir ufo ana gemiye bağlı olmaksızın Venüs’e dönebilir. Taşıyıcı uzay gemileri genellikle güneş sistemi dışındaki yolculuklar için kullanılır. Venüs’e ait birçok gemi botanik araştırmaları yapmak için dünyaya gelir ve buradan aldığı birçok bitkiyi üretmek için Venüse taşır. Bizdeki bazı bitkiler de diğer planetlerden dünyamıza getirilmiştir. Venüs’te planetler sembollerle gösterilir, dünyamızın da bir sembolü vardır.
“Venüslülerin vücudu bizler gibi çok tüylü değildir. Bir Venüslü Dünya’mıza geldiği zaman saçları hemen uzar, planetine döndüğünde eski halini alır. Orada kadın olmak fizik açıdan çok rahattır, çocuk doğurmak kolay ve ağrısızdır. Planetlerinin titreşimi, insanlarının evrim düzeyiyle orantılıdır.
“Diğer dünyalardan planetimize enkarnasyon yoluyla gelenler genellikle ya üstat ya da üstat düzeyine yakın varlıklardır. Onlar için insanları anlamak zor değildir, ama onlarla yaşamak zordur. Bir üstat, Yaradan’ın yasalarını karmaşa içindeki insanlara endirekt yollardan nakleder, bunu şuuraltlarını etkilemek suretiyle yapar. İnsanlar bunları kendi düşünceleri gibi algılar ve yeni inançlara, düşüncelere yönelirler. Üstat düzeyine yakın olanlar ise bildiklerini insanlara direkt aktarırlar. Dünya insanları bu fikirleri genellikle anlayamazlar, ya kabul etmez ya da çok azını anlarlar. Günümüzde dünyada dört büyük üstat vardır, biri ABD’de, biri Güney Amerika’da, biri Hindistan’da, diğeri de Avustralya’dadır. Üstat düzeyine yakın olanlar üstatların kim olduğunu bilmezler, ama üstatlar onları ve doğum yoluyla gelen diğerlerini tanırlar. Üstat düzeyine yakın olanlar, kendileri hakkındaki bilgilere genellikle 30-40 yaşları arasında sahip olurlar. Bütün üstatlar evlidir, bu doğaldır.
“Deja-vü, geçmiş hayatlarda yaşanmış bir yeri ya da olayı zihnen hatırlamaktır. Geçmiş hayatlara ilişkin anılar çocukluktan itibaren unutulur. Çocukluktaki anılar, hayaller ve tasavvurlar genellikle geçmişe ilişkin anılar ve tasavvurlardır. Dünyanın güneş sistemindeki kardeşliğe katılması kaçınılmazdır. Rabbin planı geciktirilebilir ama iptal edilemez!”
(Sayfa: 25-38)



Brinsley Trench, ufolar konusunda birçok kitap yazmış bir İngiliz yazarıdır. Dünya dışı yaşam konusunda şunları söylüyor:
“Hidrojen bombasını bulanlardan Wheeler’in söylediği gibi, evrenimizde içinden geçip gidebileceğimiz onun tabiriyle “kurt yenikleri” yani delikler vardır. Bir kez bu deliklerden geçersek zaman ve mekan kavramlarının bulunmadığı bir alana gireriz.
“Günümüzde üzerimize yağan kozmik enerjiler iki tür etki yaratmaktadır. Spiritüel bir hayat sürenler bu enerjilerle temasa geçince daha iyi uyum sağlarlar. Şiddete eğilimli olanlar ise daha çok şiddete yönelirler. Bu yüzden şu anda tüm dünyada şiddet eğilimi artmaktadır.
“Öyle sanıyorum ki biz buraya değişik gezegenlerden getirildik. O gezegenlerden gelenler uzun süreden beri bizi gözetliyorlar. Onlarla aramızda bir baba-oğul ilişkisi var, bizi korumaları çok doğal. Dünyaya inip bize her şeyi açıklamaları olanaksız, kuantum teorisini ufak bir çocuğa açıklamaya benzer bu! Bizi yavaş yavaş aşılayarak ve işimize karışmadan sınavımızı vermemize yardımcı oluyorlar.
“Dünyamızdaki ley hatları, ufoların izlemesi için yapılmıştır diye düşünüyorum. Belki de toprağın belirli kesimlerinde ufoların kullanabildiği bazı kristal maddeler var. Elbette bu sadece bir tahmin, yine de ufoların ley hatları boyunca uçtukları şüphe götürmez.
“İncil, elimizde bulunan en muhteşem ufo kitabıdır. Hz. İdris ve Hz. İlya’nın bir kasırga tarafından alınıp götürülmeleri, Kebar Nehri kıyısında Hz. Hezekiel’in gördüğü şeyler, gece ateş sütunu gündüz bulut şeklinde insanları izleyen nesneler, İsa’nın doğumunda ortaya çıkan Beytlehem Yıldızı, İbrahim peygambere gönderilen üç melek ve bu meleklerin Sodom ve Gomorra’da meydana gelecek yıkımı bildirmeleri, özellikle bu meleklerin bizim gibi yiyip içmeleri, bütün bunlar dünyamızla uzay arasında bir bağlantının olduğunu gösteriyor.
“Dünya’nın ekseninde bir kayma olup da bir afet meydana gelirse Atlantis tekrar suyun üstüne çıkabilir. Kanımca Atlantis tekrar ortaya çıkacaktır, fakat bu çıkış spiritüel anlamda bir ortaya çıkış olacaktır. Keops’a atfedilen büyük piramitin çok daha önce uzaylılar tarafından levitasyon yoluyla yapıldığına inanıyorum. Bu taş bloklar insan gücüyle değil, Atlantisliler zamanında bizim henüz bilmediğimiz spiritüel bir teknolojiyle yerlerine yerleştirilmiştir. En azından büyük piramit böyle yapılmıştır, diğerleri Mısırlı kölelerin el emeğiyle yapılmış olabilir.
“1897 yılında ABD göklerini dolduran puro biçimli gemiler, 1909’da Yeni Zelanda’da birkaç ay süreyle izlenen yine puro biçimli uzay araçları ve yakın zamanlarda görülen gizemli uçaklar uzaylıların varlığını doğruluyor. Üstelik bunların hepsi kayıtlara geçmiştir. Günümüz gençliğinin bir başlangıç yaparak uzaylılarla temasa geçeceğini umuyorum. Belki de onlar bu teması gerçekleştirmek için geri dönmüş Atlantislilerdir!” (Sayfa: 39-51)


UZAY ÜSSÜ AY- GİZEMLİ YAPAY PLANET

Amerikalı J. O’Neil, 1953 yılında teleskobuyla Ay’ı incelerken 20 km. uzunluğunda bir köprü keşfetti, İngiliz Percival Wilkins de aynı köprüyü gördüğünü açıkladı. Köprünün Ay’daki en esrarengiz yapay şekil olduğunu söylüyordu. Wilkins 1950 yılında Aristarkhus-Heredotus bölgesinde tuhaf şekilde parlayan oval bir ışık görmüştü. Daha sonra birçok astronom Ay’ın yüzeyinde parlayan garip ışıklar gözlemlediler. Son iki yüz yıl içinde yapılan 800 gözlemde bu tuhaf ışıklar görülmüştü. 1869 yılında Prof. Smith, bir güneş tutulmasının son safhasında Ay yuvarlağı boyunca geçip giden garip objeler tespit etti. Objeler bir düzen içinde hareket ediyorlardı. 1874 yılında Prof. Schafarik yaptığı gözlemi şu cümlelerle açıklıyordu: “ Öyle tuhaf bir obje gördüm ki, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. İnsanın gözünü alan beyazlıkta bir objeydi, Ay’ın yüzeyinden geçip gitti.”
W.R. Brooks adlı astronom ise gördüğü objenin Ay yüzeyini katetmesinin üç ila dört saniye sürdüğünü söylüyordu. Ayrıca bazı astronomlar Ay üzerinde kılıç benzeri, haç benzeri şekiller gözlemlemişlerdi. 1958 yılında ise Amerikalı, Sovyet ve İngiliz astronomları saatte 40 bin km’den daha büyük bir hızla Ay’a yaklaşan bir cisim tespit ettiler. Obje hiç kimsenin yorumlayamadığı türden radyo sinyalleri neşrediyordu. Bir ufo araştırıcısı olan Major Donald Keyhoe ise, Ay üzerinde dünya dışı astronotların bulunduğuna kanaat getirmişti. Tüm kanıtlar sadece bir Ay üssünün varlığını değil, zeki bir ırkın Ay’da operasyonlar yaptığını da gösteriyordu. Belki de Ay’da sentetik bir yer altı atmosferi yaratarak yaşayan canlılar vardı, böylece meteor bombardımanlarından korunuyorlardı. (Sayfa: 12-24)


İngiliz astronomu Percival Wilkins, 1954 yılında Ay’daki kraterlerin birçoğunun aniden kaybolup yeniden ortaya çıktığını söylediğinde hiç kimse onu ciddiye almamıştı. 40 km çapındaki dev krater Alhazen hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu. Ayrıca Bolluklar Denizindeki Messier ve Picker kraterleri de sürekli şekil değiştirmekte, bazen yuvarlak, bazen de oval görünmekteydiler. Hatta bazen piramit şeklini de alan bu kraterler sanki canlıymış gibi şekilden şekile giriyorlardı. Gariplikler bununla da kalmıyor, Ay üzerinde kırmızı ışık toplulukları oradan oraya hareket ediyor, esrarengiz lekeler beliriyordu. Wilkins, çapları 200 metreye varan ve sayıları son yıllarda artan 200 kadar beyaz kubbe tespit etmişti. İşin garibi bu kubbeler zaman zaman yer değiştiriyorlardı. Bilim adamlarının ortak kanısı, kubbelerin diğer gezegenlerde yaşayan varlıkların kurduğu üsler olduklarıydı.
1973 yılında Sovyetlerde yayımlanan bir yazıda, Sessizlik Denizi bölgesinde düz bir taş blok görüldüğü ve taşın çevresindeki yığınlarla hiçbir benzerliği olmadığı belirtiliyordu. Amerikalı astronomlar ise Ay’da akıllı varlıklarca yapıldığı belli olan kuleler ve anıtlar gözlemlemişlerdi. Ruslar, Luna-9 aracıyla 37 km yükseklikten 8 kuleyi gösteren fotoğraflar çekmişlerdi. Nasa’nın elinde bulunan ve Ay’ın arka yüzünü gösteren fotoğraflarda 1600 metre uzunluğunda, 68 metre genişliğinde devasa makineler görülüyordu. Bu araçların aktivitesi, Ay’da bırakılmış sismik cihazlar tarafından da tespit edilmişti. Amerikalı astronom Leonard’a göre, Ay’daki uzaylılar bu makinelerle kraterlerin içindeki toprağı dışarı atıyorlardı. Leonard, hükümetin bu çalışmaları bildiğini ama Amerikan halkından gizlediğini söylemektedir. (Sayfa: 25-34)


Sovyet bilimcilerinden Vasin ve Scherbakov’un ileri sürdüğü bir teoriye göre, Ay bilinmeyen bazı zeki varlıklarca dünyanın yörüngesine yerleştirilmiş yapay bir uydudur. Bu devasa operasyonu kimlerin gerçekleştirdiği hakkında bir fikir öne sürmüyorlar, ama Ay’dan getirilen kaya parçalarının dünyadakilerle aynı bileşimde olmadığını söylüyorlar. Ay kayalarında çok dayanıklı metaller sınıfına giren krom, titanyum ve zirkonyum bulunmuştur. Acaba Ay kadim zamanlardan kalma bir uzay gemisi midir, terkedilmiş bir uzay kenti midir, yoksa yapay bir sputnik midir ya da bir tür Nuh’un Gemisi midir? Bu soruların cevapları şimdilik bilinmemektedir! (Sayfa: 36-41)


Amerika’daki Berkeley Üniversitesi profesörler kurulu ortaya ilginç bir iddia atmış ve Ay’dan Apollo mürettebatı tarafından getirilen insan eli kemiğinin 1932 yılında Ay’a gitmeyi başaran Amerikalı Edward Jefferson’a ait olduğunu ileri sürmüştür. Onlara göre Jefferson, inşa etmek için altı yılını harcadığı bir roketle Ay’a gitmeyi başarmış ama geri dönememiştir. Görgü tanıkları, aynı tarihte bir roketin gökyüzüne yükseldiğini söylemektedirler. Bu konu çözülememiş sırlar arasındaki yerini hala korumaktadır. (Sayfa. 43-45)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Howdy! I just would like to offer you a huge thumbs up for the excellent info you've got right here on this post. I will be coming back to your website for more soon.

Look at my webpage; http://part66bass.livejournal.com/