skip to main |
skip to sidebar
---BARTHOLOMEW---
ÖZGÜRLÜĞE DAVET
AKAŞA YAYINLARI
ÖZGÜRLÜĞE DAVET ( 17 Aralık 1989 – Albuquerque, New Mexico )
Gelecek on yıl içinde gerçekleşebilecek dehşet verici senaryolar üzerinde spekülasyonlar yapmak yararsız, çünkü birçok olasılık var. Psişenizin bir yanı herhangi bir değişikliği ıstırapla eşit görebilir. Öte yandan kehanetler öyle bol ki, göründüğü kadarıyla değişim her yerde sürüp gidiyor. Felaket habercisi medyumları dinlemeyi bırakıp kendinizi daha engin bir frekansa ayarlamanızı istiyorum. İçinizde umutla, anlayışla ve genişlemeyle yankılanan enerjileri dinleyin. Eğer gelecek korkusunun bataklığında yuvarlanıp gücünüzü önemsemezseniz, hayatınız korkuyu yansıtmaya başlayacak, çok geçmeden görecekleriniz de korkudan ibaret olacaktır. Eğer güzellik, sevgi ve umut üzerinde odaklanmayı seçerseniz, hayatınızı onlar dolduracaktır. Temel öğretiyi hatırlayın, neye odaklanırsanız onu yaratırsınız.
İyiyle kötü arasında zihinsel bir savaş vermektesiniz. Düşündüğünüz her şeyle, sergilediğiniz her eylemle, içinizden geçen her dilekle bu muazzam enerji alanlarından hangisini destekleyeceğinizi seçiyorsunuz. En çok desteklediğiniz taraf, hayatınızda en çok etkiye sahip olur. Kısaca, hangi dünyayı yaratacağınıza karar veren sizsiniz. Aydınlanmak için bazı zamanlar diğerlerinden daha elverişlidir. Gelecek zaman bu fırsatın en bol olduğu zamandır sevgili dostlarım. Vaktinizi uykuda geçirmeyin, uyanın!
Zihninizi sayısız şeyler üzerinde durup dinlenmeden çalışan bir motor gibi algılamakla işe başlayın. Bunu kabul ve tasdik edin, sonra onun çalışmasını seyredin. Nasıl haşarı bir çocuğu sessizce izleyerek sakinleştirebiliyorsanız, zihninizi de öyle sakinleştirebilirsiniz. Tek bir düşünceye sürekli bakmayı hiç denediniz mi? Bu çok zordur, onu denerken sarfettiğiniz çaba bu işin ne kadar zor olduğunu gösterecektir. Her düşünceyi tek tek yakalayıp tutmak yerine, düşüncenin genel akışını izlemeye çalışın. Bunu yaptıkça Bütün’lüğe uyanmakta olan tarafınıza daha da yaklaşmış olursunuz. Ortaya çıkıp sonra kaybolan duygu ve düşüncelerinizi gözlemleyen Gerçek Benliğinizdir (Yüksek Benlik).
Düşünce, fizik bedeniniz içinden geçen devinim halindeki muazzam bir enerji alanıdır. Tıpkı havanın rüzgarla hareket edişi gibi, düşünceler de zihninizde öyle devinim halindedir. Düşünmek demek devinmek demektir, düşünce zihninize girer sonra çıkar gider. Her düşünce üzerinde takılıp kalmamak için geri çekilip tüm süreci uzaktan izlemeye başladığınızda bir mesafe yaratmış olursunuz, böylece miyopluktan kurtulup uzağı gören olursunuz.
Bütünlüğünüz harika bir şeyin yaklaşmakta olduğunu biliyor. Bu gezegeni canlı ve ışık dolu imgelemeniz dünya tarihinde ilk kez küresel bir boyuta ulaştı. Aslında dünyanın her yanında küresel birleşimi gerçekleştirecek olanlar sizin gibi insanlardır. Bu sihirli bir zamandır, bu zamanda burada olmayı seçmeniz akıllıcadır. Şimdiyle, buluşacağımız zaman arasında bu dünyada birçok şey meydana gelecektir, gafil avlanmayın! (Sayfa: 15-27)
AYRILIK PERDESİ ( 28 Ocak 1990 – Albuquerque, New Mexico )
Tanrı olarak adlandırdığınız engin ışık muhteşem canlılıkta, sevgi dolu, şefkatli ve her yerde hazır bir enerji kaynağıdır. İçiniz de aynen öyledir, dış uzay ya da boşluk dediğiniz şeyle içinizdeki uzay arasında hiçbir fark yoktur. Sizi bu birleşik enerji alanını tek şey olarak deneyimlemekten alıkoyan ikisi arasındaki perdenin kalınlığıdır. İçteki ışıkla dıştaki ışık arasında hiçbir fark yoktur, bu bilgiyi ulaşılmaz kılan sadece perdedir.
Fiziksel, zihinsel ve duygusal bedenleriniz bir hayli gevezelik ederler. Sürekli devindikleri için dikkatinizi çeken bir sürü gürültü ve parazit yaratırlar. Siz içinizdeki ve dışınızdaki uzayı pek önemsemezsiniz. Öyleyse yapılacak iş, bu iki uzay arasında bir perde yaratan paraziti ortadan kaldırmaktır. Bu iki uzay ya da güç kaynağı farkındalığınızda bir oldukları zaman perde kaybolur. Perde aralandığında, sürekli parazit yaratan ego benliğinizin bir gerçekliği olmadığını anlarsınız. Ego ve beden hala varlığını sürdürse de onların her an çekip gidebilecek örümcek ağı gibi zayıf bir taşıt olduğunu anlarsınız. İşte o zaman farkındalığınızı “Bir Olan Benlik” üzerinde odaklayabilirsiniz. Böylece uyanmış olursunuz, kim olduğunuzu bilirsiniz.
Bunu yapabilmeniz için istekli olmanız gerekir. Bu iki enerji alanına toslayıp durdukça kendi ıstırabınızı kendiniz yaratırsınız. Istırap ne içteki, ne de dıştaki ışıktan kaynaklanır, o ikisi arasında yaratmış olduğunuz perdenin hareketinden kaynaklanır. Aynı yapıdaki gücün her iki tarafı da sürekli olarak bir araya gelmeye çalışır, birbirleriyle birleşmeyi özler. Gerçek arayıcısının hayattaki hedefi bu iki gücü bir araya getirmektir, çünkü var oluş nedeninin bunu sağlamak olduğunu bilir.
Tüm dikkatinizi, bu iki enerji alanı arasındaki o örümcek ağı misali perdeye odakladığınız zaman ayrılık ortaya çıkar. Her iki tarafta da inanılmaz bir enerji dururken, “Şu ilginç perdeye bakın, ne kadar acı verici değil mi?” diyorsunuz. Tanrısal kudret dışardan yükleniyor, içinizdeki kudret sesini duyurmak için haykırıyor, ama siz perdenin karşısında çakılıp kalıyor, ondan gözünüzü alamıyor, sürekli perdedeki hareketleri izliyor ve bunlardan bir sonuç çıkarmaya çalışıyorsunuz. Sonra da perde hakkında bitip tükenmez yasalar icat ediyorsunuz, oysa perdeyi hareket ettiren yasaları anlamalısınız. Ama “gerçek olmayan” bir şey hakkında yasa yapamazsınız öyle değil mi?
Size bir şey diyeyim mi, yanlış yere bakıyorsunuz! Perdedeki dalgalanmaların, sonunda mükemmel bir uyuma kavuşacağını, hayatınızın düzene gireceğini sanıyorsunuz. Perdeyi mükemmelleştirme güdüsü sizde o denli güçlü ki, tüm hayatınızı bu işe adıyorsunuz. Bu oldukça mizahi bir durum, bir o kadar da acı verici! Perdeyi anlamak için ne kadar uğraşırsanız uğraşın onu İlahi Yasaya uyduramayacaksınız, o kendi yasasını, yani egonun yasasını izler. Gözlerinizi perdenin devinimlerine dikip oradan kozmik bir anlam çıkarmaya çalıştığınız sürece yenilgiye mahkumsunuz, çünkü ego perdesini hareket ettiren ego enerjisidir. Öyleyse yanlış yere bakmaktan vazgeçin!
Daha kaç ömür boyunca perdeyi izlemeye devam edeceksiniz? Ego perdesinin devinimleriyle mutluluğunuz arasında hiçbir ilişki yoktur. Görünüşte ayrı olan güçlerin bir araya gelişi sorunlarınızın tek çözümüdür. Bunun dışındaki her şey perdeye yama vurmaktan ibarettir. Perdeyle ilgili sayısız seçim yapabilirsiniz, fakat sonuçta o yine perde olarak kalır. Sorun onun kıvrımlarının şekli, büyüklüğü ya da sayısı değildir, sorun gözlerinizin ona dikilip kalmış olmasıdır. Var olduğunuzdan beri buradasınız, perde de burada, ıstırap da!
Değişimi kendi başınıza gerçekleştirmeniz zordur, çünkü perde olduğunuzu sanıyorsunuz, ondan çok daha büyük bir şey olduğunuzu unutmuşsunuz. Perde değişimi, bu muhteşem patlamayı gerçekleştirme gücüne sahip değildir, çünkü o egoya aittir, değişime izin vererek kendini yok etmek istemeyecektir. Öyleyse içte bir ışık ve dışta bir ışık bulunduğu fikrini sürekli farkındalığınızda tutun, ancak onların birleşmesiyle kurtulabileceğinizi unutmayın. Tanrısal enerji içeri girmek için ufacık bir yer aramaktadır, kalbinizi yakalamak için gizlenmiştir. Bu çok basit bir iştir, ama kolay değildir. An’dan an’a, düşünceden düşünceye, eylemden eyleme oya gibi işlenmelidir. Öte yandan, bu beş yıllık bir plan değildir, beş saniyelik bir plandır! (Sayfa: 28-39)
DENEYİM VE BİLİNÇ ( 3-11 Mart 1990 – Kauai, Hawaii )
Varlığınızın temelde muhteşem ve saf özünü alıp onu eğip bükerek farklı şekillere sokan zihninizdir. O, deneyimlerinizi yaratanın düşünceleriniz olduğuna sizi inandırmak ister, oysa bir yanınız deneyim arayışı içindeyken, diğer yanınız o deneyimi zaten yaşamaktadır. Varlığınızın zaten deneyim halinde olan yanıyla temasa geçtiğinizde, her şeyden hoşlanmaya başlayacaksınız. Buna inandığınızda, en ölümcül korkuya ya da en azgın öfkeye kapılmışken bile bir yanınızın bunları keyifle deneyimlemekte olduğunu hissedeceksiniz. En derin yanınız, iyi ya da kötü, zevkli ya da acı verici deneyimler arasında hiçbir ayırım gözetmez, o sadece deneyimlemenin farkındadır!
Sizler deneyimlerinizi adlandırmak üzere eğitilmişsiniz, böyle yaparak hayatınızı onlar hakkında düşünmekle geçiriyorsunuz, “bu duygu kıskançlıktır ve kıskançlık kötüdür” gibi. Egonuz deneyimleri hissetmenizi değil düşünmenizi ister, sorunlarınızı tanımlamanıza bayılır. Sorunu tanımladığınız anda ego onu ya kaldırıp atar ya da sorunla ilgili sonu gelmez analizlere başlar. Her iki halde de sorunu yitirirsiniz, çünkü artık onu hissetmez olursunuz.
Bizim peşinde olduğumuz şey deneyimdir, ona ulaşmanın ilk adımı zihninizin sizi nasıl şaşırttığını, dikkatinizi nasıl başka tarafa çektiğini anlamaktır. Zihin sizi perişan eden derin inanç kalıpları oluşturur, hayatınızda gerilim yaratır, böylece olayın deneyimi içinde gevşeyip rahatlayacağınız yerde, onlar hakkında farklı şekillerde düşünüp davranmaya başlarsınız. Bu düşüncelerin bir hedefi ya da varacakları bir yer yoktur, durmadan ortaya çıkıp sonra da kaybolurlar, ama sizi hiçbir şeyle ya da hiç kimseyle birleştirmezler, çünkü ayırıcı türde düşüncelerdir.
Hangi düşüncenin pozitif, hangisinin negatif olduğu konusunda tasalanmayın. Siz pozitif ve negatif hakkında sadece düşünüyorsunuz, oysa pozitif ve negatif olayların nasıl duyumsandığını deneyimlemeye ihtiyacınız var. Bunu yapmak için bir deneyimci olduğunuzun farkına varmalı ve öyle olmak için kendinize izin vermelisiniz. Bu her şeyi deneyimlemeniz anlamına gelir, her şeyi. Yargılayıcı zihnin deneyimlemede hiçbir rolü yoktur.
Düşünceler parazitler gibidir, bu parazit sürekli nabız gibi atarak girişim dalgaları yayar. Durulmaya ve zihninizi yatıştırmaya başladığınız zaman parazitin sizi tuzağa düşürmek için tekrar yüzeye çıktığını görürsünüz. Belli bir olayın çevresinde salkım haline gelen düşünce ve duyguları tanımlamak zihninizin devinimini açığa vuracaktır. Ona inatçı bir çocuğa bakar gibi yargılamadan baktığınızda sakinleşmeye başlayacaktır. Rahatsız edici bir duygu baş gösterdiği zaman ona yardımsever bir seyirci gibi bakın, onu dinleyin, onu açın, sonunda çekip gidecektir.
Dünyaya ait ego ayartılarıyla aranızdaki bağlantıyı kesme seçeneğine her zaman sahipsiniz. Farkındalığınızın nereye yöneleceğine karar veren sizsiniz. Size birkaç seçim örneği vereyim: Farkındalığınızı tümüyle beden içinde tutabilirsiniz ya da farkındalığınızı tezahür dünyasında dolaştırabilirsiniz veya farkındalığınızı geçmişi tekrar yaşadığınız veya geleceğe projeksiyon yaptığınız zihinsel aleme götürebilirsiniz. Çoğunuz hayatı bu üçüncü düzeyden ibaret sanır, orada öylece kalırsınız. Oysa bir de dördüncü farkındalık düzeyi vardır ki, buna var oluş ya da olma hali diyoruz. İşte bu farkındalığınızı farkındalığın üstüne çevirdiğiniz haldir. Peki bu hale nasıl ulaşabilirsiniz? Önce ilk üç farkındalığın farkına varıp sonra şöyle sorarak, “bedenin, dünyanın ve düşüncelerin farkında olan kimdir?” Farklı hallerin nasıl bir duygu verdiğine daha çok dikkat ettikçe, dördüncü var oluş hali size daha rahatlık verici ve inanılır gelmeye başlayacaktır. Bu dördüncü hali, oraya nasıl varacağınızı bilmediğinizi itiraf ederek davet edersiniz. Şu soruyu sormaya devam edin, “farkındalığın farkında olan kimdir? ” Bu bir kez değil, defalarca tekrarlamanız gereken bir sorudur.
İstediğiniz her yerde farkındalık ışığını fark etme yeteneğine sahipsiniz. Tanrı o yeteneği, yani ilk üç halin aralıksız devam ettiği, var oluşun ise daima mevcut olduğu hakkındaki anlayışı içinize koymuştur. Dünyanız ne denli sevgisiz, ne denli acı verici ya da karmaşa içinde olursa olsun, istediğiniz anda bu var oluş halini yaşayabilirsiniz. Dördüncü halde kalmanız için dünyanın size gülümsemesi, alkışlaması, neşe ve övgü çığlıkları atması gerekmez. Var oluş haline geçmenizi sağlayacak hiçbir hile ve kurnazlık yoktur. Aslında “ben bunu yapamıyorum” dediğiniz anda o gerçekleşiverir, çünkü var oluş hali denemeler arasındaki boşluğu bekler. Öyleyse deneyin, her gün egonuzun denemenizi istediği her yolu denemeye devam edin, yorulduğunuz zaman gevşeyin ve seyredin. Denemeyi bıraktığınız zaman o orada olacak, çünkü Tanrı deneyişin içindedir, denemeyişin de içindedir, O arayışta ve buluştadır.
Yaratmak herhangi bir şey yaratmak değildir, Yaratıcının kendini hissetmesidir! O hiçbir şey yapmaz, hiçbir yere gitmez, ama yine de her yere gider, her şeyi yapar. Umut ederim ki bu paradoks aklınızı karıştırmıştır. Gidilecek hiçbir yer, yapılacak hiçbir şey yoktur, her şey zaten yapılmıştır ve “yapılmış” olan hiçbir şey zaten hiçbir zaman yoktu! Bu var oluşa dalmanız için umarım yeterince akıl karıştırıcı olmuştur!
Siz tam anlamıyla deneyimliyorsunuz, Tanrıyı değil, yalnızca tam anlamıyla deneyimleme. Eğer “Tanrıyı deneyimliyorsunuz” dersem bu yalan olur. İki şey yoktur, deneyim ve Tanrı yoktur, yalnızca deneyim vardır ve Tanrı deneyimin içindedir. Bu konuda konuşmaya başladığınız anda hemen bir adım geri düşersiniz, paradoksu görüyor musunuz? Eğer deneyim üzerinde düşünürseniz onu yitirirsiniz, fakat deneyimleme üzerinde düşünmeyecek olursanız onu farkındalığınıza getiremezsiniz.
Düşüncelerinizin ortaya çıkışını ve kayboluşunu izlemek, gözlemi yapanın kim olduğunun farkına varmak mümkündür. Gözlemi yapan farkındalık sürekli olarak “bunu gören kim, işiten kim, hisseden kim?” diye sorar, ama kim sorusu hep yanıtsız kalır. Yanıt olarak “benim” diyemezsiniz, çünkü o zaman da “ben” kimdir sorusu gündeme gelir. Bu soruyu aklınızla yanıtlayamazsınız, çünkü aklınız bunu bilmez! Kendinizi tarife çalıştığınız zaman kim olduğunuzu bilemezsiniz, ama daha derin düzeyde kim olduğunuzu pekala bilirsiniz. Merkezinizi düşüncenin olmadığı bir boyutta deneyimleyerek sükunete kavuştuğunuzda, içinizdeki enerjide bir artış ya da yükseliş hissedebilirsiniz. Enerji artarken içinizdeki gerilim de artar. Hem enerji artışını, hem de gerilimi deneyimleyen kimdir? Bunu hissetmekle yetinmeyin, bir sonraki adımı atın, farkındalığı kendi üstüne çeviren soruyu sormaya devam edin. Ortaya her türlü engel çıkacaktır, bunlardan kurtulmanın yolu sormaya devam etmektir. “Bu kuşkuyu duyan kim?” diye sorun. Eğilim, deneyimciden uzaklaşma ve deneyimlenmiş olan üzerinde odaklanma yönündedir.
Düşünceleri araya katmadan deneyimlerken kendi harikanızı, gücünüzü ve güzelliğinizi deneyimlersiniz. Egoyla Tanrı arasındaki farkı anlayamadığınızı söylemeyin, bu yalanların en büyüğüdür. Tanrı harikulade bir duygu olarak hissedilir, aradaki farkı böyle anlayabilirsiniz. Gerilimin her türlüsü egonun varlığına delalet eder. Hayatı yaşamakta olan bir “siz’in” varlığına inanıyorsunuz, oysa her şeyi yapan Kaynaktır, eğer Kaynak her şeyi yapıyorsa sizin herhangi bir şeyi yaparken Kaynağı deneyimliyor olmanız gerekmez mi? Kaynağın başka, hayatınızın başka şey olduğu inancı yok edilmesi gereken bir inançtır. Kaynağı ardınızda bırakıp kendi hayatınıza sahip olduğunuza inanıyorsunuz. Ben de size diyorum ki, varlığınızın özü olan Kaynağı asla terk etmediniz, asla!
Deneyim Özü içerir. Aydınlanmanın gizemi, Tanrıyı bulma sürecinin gizemi tam da burada yatar. Kutsal Kitap der ki, “arayın bulacaksınız, sessiz olun ve bilin.” Yapılacak iş budur, tekrar tekrar yapacağınız iş budur. “Arayın bulacaksınız, sessiz olun ve bilin.” Siz bir numara (birinci) olmak mı, yoksa Bir olmak mı istiyorsunuz? Bunlar iki seçenektir. Benliğinizin özünü hissetmek, hiçbir şeyden vazgeçmeden Bir olmanıza yardım eder. Bunu haklı olmaya değişmeyin, bunu zeki olmaya, güzel olmaya, zengin olmaya değişmeyin. Onu hiçbir şeye değişmeyin ve asla ondan vazgeçmeyin. Şimdi yaşadığınız her deneyim işte bunun içindir.
Her şey ışık ve sevgiyse ben neden ıstırap çekiyorum diye soruluyor. Böyle düşünenler Tanrının varlığıyla ıstırabın varlığını bağdaştırmak zorundalar. Size Tanrıyla ıstırabın aynı şey olmadığı öğretilmiştir, yani ıstırap varsa orada Tanrı yoktur, ama iş böyle değil. Kendinizi ıstırap verici duyguyu tümüyle deneyimlemeye bırakarak ve “ıstırabı hisseden kim?” diye sorarak bu ikilemi uzlaştırabilirsiniz. Başlangıçta egonuz bu soruyu zihinsel yanıtlarla örtbas etmeye çalışacaktır, ama sizden farkındalığınızın tüm gücünü kullanarak tekrar tekrar “kim” sorusuna odaklanmanızı istiyorum. Sizi kurtuluşa götürecek olan yol budur.
An içinde var olan her neyse, onu ayırımsız olarak hissedene kadar Tanrısal farkındalığı hissedemezsiniz. Siz dolu dolu tümüyle hissetmekten korkuyorsunuz, çünkü acıya dayanamayacağınızdan korkuyorsunuz. Ama farkındalığınızı ıstırap üzerinde odakladığınız zaman, ıstırabın yanı sıra orada başka bir şeyin de var olduğunu hissetmeye başlayacaksınız. Sonra farkına varacaksınız ki, ne hissettiğinizin hiçbir önemi yok, çünkü farkındalığınız tüm hissedişlerin içinde var ve her şeyi hissetmekte.
Tanrısal olanı hissetmek için önce acılardan kurtulmak gerektiği fikri doğru değildir. Sonuçta bu kendi farkındalığınızı kontrol ettiğiniz bir kurstur. Siz dünyada bunu öğrenmek için bulunuyorsunuz. Mutlu mu yoksa kederli mi, sevgi içinde mi yoksa korku içinde mi olmaya karar verecek olan sizsiniz, kontrol sizdedir. Hangisini seçerseniz seçin yaşadığınız tüm deneyimlerin içinde Tanrı vardır. Deneyimlerin amacı aydınlanmanızı sağlamaktır. Niçin buradayım sorusunun tek bir yanıtı vardır, aydınlanma! Bu dünyadaki asıl işiniz budur, günün 24 saatinde aydınlanmak için çabalarsınız.
Sürekli olarak düşünce yaratırsınız, bu düşünceler de dünyanızı yaratırlar. Bir düşünce ya da inancı beğenmediğiniz zaman onu hemen kesebilir yerine bir başka düşünce yaratabilirsiniz. Ama yarattığınız düşüncenin evrensel gerçek olduğuna inandığınız zaman zorluklar baş gösterir. Aslında düşüncelerinizle kendinize inanç filtreleri yaratırsınız, bu filtreler de neyi bilip neyi bilmeyeceğinizi tayin eder, yaşadığınız deneyimler için tek bir yorum verirler. Oysa diğer yorumlar da bir o kadar ilginç ve yararlı olabilir, ama siz onlara sırtınızı dönersiniz. Her düşünce ve olayın sınırlı bir görüş noktasından geldiğini gördüğünüz anda, onları evrensel gerçek sanmanın yanlış olduğunu idrak edersiniz. İnançların büyük dinsel ve entelektüel kurumların bir parçası olması, onların doğru olmalarını gerektirmez. Eğer sadece kendi gerçeğinize, kendi dünya görüşünüze, kendi inançlarınıza tutunuyorsanız, çok küçük düşünüyorsunuz demektir.
Düşünceleriniz duygularınızı da yaratırlar. Önce düşünce gelir, sonra duygu onu izler. Ego tarafından yaratılan duygu sınırlıdır, çünkü onu yaratmak için egonun sınırlı olanaklarını kullanırsınız. Öyleyse en korkunç duygu, fantezi ve korkularınızın bir sınırı vardır, sınırlı olan her şeyden kurtulmak mümkündür. Korku, öfke, keder ve yargı eğer arzu ederseniz giderilebilir. Artık kendinizi küçük görmenin zamanı geçti, korkuyormuş gibi görünmeyi bırakın, onlardan kaçmayın, aksine korkularınızla yüzleşin. Siz sonsuz kaynaklara sahip, her zorluğun üstesinden gelebilecek çok güçlü varlıklarsınız, hayatın kurbanı değilsiniz. Düşüncelerin ebedi ve değişmez şeyler olduğu yalandır. Eğer belirli bir konuda düşünmüyorsanız, o realitenizin bir parçası olamaz. Gözden ırak olan zihinden de ırak olur, zihinden ırak olan realiteden de ırak olur. Eğer düşünmüyorsanız, eğer farkında değilseniz o gerçek değildir.
Hayatınızda neye sahip olmak istiyorsanız ona konsantre olun, çünkü konsantre olduğunuz şeyi gerçekleştirirsiniz. Eğer negatif duyguların istilasına uğramışsanız, pozitif olanları yaratmak elinizdedir. Sizi kapana kıstıran şey, negatif duyguları bırakmaktaki gönülsüzlüğünüzdür. Onları yaratan sizsiniz, zihninizden atacak olan da sizsiniz. Eğer izin vermezseniz geçmişiniz sizi kapana kıstıramaz, geçmişi bırakın ve şimdi burada olun, geçmişi bıraktığınızda farklı bir dünyaya girersiniz.
Yanlış olan bir şey yoktur, doğru olan bir şey de yoktur. Öğrenilecek bir şey yoktur, bulunacak bir şey yoktur, terk edilecek bir şey yoktur! Siz hayatsınız, hayat Tanrıdır ve Tanrı her şeydir. Hiçbir şey Tanrının dışında değildir, hiçbir şey! Öyleyse buna sarılın ve özgür olun. (Sayfa: 40-75)
BİR KARDEŞİN ARMAĞANI ( 18 Temmuz 1990 – Taos, New Mexico )
Paraya ulaşmak için, Tanrıya ulaşmak için kullandığınız aynı süreci kullanırsınız, arada hiçbir fark yoktur. Eğer parayı arayış Tanrıyı arayıştan ayrıdır diyorsanız, her ikisine de asla ulaşamayabilirsiniz. Lütfen şunu bilin, Tanrı olmadan para da olmaz. Paranın gücü eylem halindeki Tanrıdır. Tanrı ise dünyada var olmayı özleyiştir, ta ki insan yapmak istediği şeyi yapabildiğini hissedene dek. Bu eylem halindeki Tanrı demektir. Tanrı kitaplar satar, Tanrı bilgisayar kullanır, Tanrı öğrenir, Tanrı öğretir, Tanrı çocukları sever, Tanrı kamyon kullanır! Hiçbir şeyi ayırmayın, ayırdığınız anda güç kaybedersiniz. Siz neyi özlüyorsanız, o ne çehreye bürünüyorsa bilin ki o Tanrıdır!
Hiçbir korkunuz olmasın istiyorsunuz. Oysa korkunuz, korkunuzun gerçek nedenini size hatırlatmak için çalan bir zil gibidir! Sevgilinizle kavga ettiğinizde ya da ev kiranızı ödeyemediğinizde altüst olursunuz. Oysa bunlar sınırlı dertlerdir, hepsi gelir geçer. Onlar geçtikten sonra da kendinizi eksik hissetmeye devam edersiniz, çünkü istediğiniz Tanrıdır! Bunu kavradığınız anda, bu bağlantıyı beklemekte olan tarafınız aydınlanıverir. Sürekli olarak kendinize şunu hatırlatın. Gerçek acı ve gerçek korku parasız ya da sevgilisiz kalmanızdan kaynaklanmaz, kendinizi Tanrıdan ayrı hissetmenizden kaynaklanır. Soru sormak isteyen var mı?
Soru- Diyelim ki ben Tanrıdan ayrı düşmüşüm, ama Yuvaya dönmek istiyorum, fakat Baba’nın kızacağından korkuyorum, ne olacak?
Bartholomew- Biri korku saçan bir öğretiyle çıkıp geldiğinde ona kulak vermemenizi rica ediyorum. Hangi yetkiyle gelirlerse gelsinler, eğer korku salıyorlarsa bilin ki onlar Tanrının gerçek aynası değiller. Her şeyin yolunda olduğunu, Yuvaya dönmenin her zaman mümkün olduğunu söyleyenlere kulak verin. Tanrı evrendeki en büyük aşıktır, sevgililerinin dönüşünü özlemle bekler. “Bana yardım et, tek başıma bir şey yapamam” dediğiniz anda Yuvaya dönüş yolculuğu başlamış demektir. Tanrıyı bulmak için dış dünyada yapmanız ya da değiştirmeniz gereken hiçbir şey yoktur.
Olan her şey, derin iç yalnızlığınızı size hatırlatmak için olmaktadır. Eğer dış dünyanın düzene konulması gereken bir yer olduğunu düşünüyorsanız ömür boyu bu işle uğraşacaksınız demektir. Dünyada yaptığınız ya da yapacağınız hiçbir şey Baba’yı kızdırmaz, önemsiz şeylere odaklanmaktan vazgeçin ve psişeninizin asli feryadına kulak verin, Yuvaya dönün! (Sayfa: 79-91)
REALİTEYİ BİRLİKTE YARATANLAR (25 Ağustos 1990 - Albuqerque, N. Mexico)
Sanki oyun oynar gibisiniz, Tanrı olduğunuzu biliyor ama bu gerçekten kaçıyorsunuz. O burada, içinizde, dışınızda ve görebildiğiniz her yerdedir. O gizemli şey her şeyin içindedir, öyleyse gidip onu bulmak zorunda olduğunuz bir başka yer ve zaman yoktur. Işığı çekmek için kendinizi parlatmak zorunda değilsiniz. Kendinizi negatif duygulardan arındırmak ve kutsallaşmak sizi yeterince parlatmaz, çünkü ışık olduğunuzu keşfetmekle bunlar arasında hiçbir ilişki yoktur. Işığın ışık olduğunu bilmesi için daha çok parlaması gerektiğini düşünmek komik değil mi? Zaten olduğunuz şey olmak için liyakat kazanmanız neden gereksin? Yapmanız gereken tek şey karar vermektir. Evet, Tanrı vardır ve siz O’sunuz.
Tanrı ve siz her an birlikte yaratmaktasınız. Ego da her an yaratmakta, siz hangisinin farkında olacaksınız? Sınırlı ego benliğin mi, yoksa Tanrısal Benliğin mi? Sürekli seçim yaparsınız, çünkü kendinizi sürekli yeniden yaratırsınız. Her an sevgi, huzur ve sevincin ya da kendine acıma, korku ve yargının gücünü kullanma arasında seçim yapabilirsiniz. Bu, bu kadar basittir. Bilinçli gücünüzü hangisinin ardına koyacaksınız?
İnsan olarak hayatınız boyunca dokunduğunuz her şeyi değiştiren ve kendi de değişen bir enerji alanısınız. Bu konuda çarpıcı bir örnek sunmak isterim. İngiltere’nin her yanında, yaz mevsiminde ekin tarlalarında meydana gelen şekilleri biliyorsunuz. Geceleri bu tarlalarda bir şey dolaşıp kimi futbol sahası büyüklüğünde karmaşık şekiller meydana getirmektedir. Araştırmacılar bu şekillerin içinden ot parçaları ve hububat taneleri alarak tahlil ettiler. Hayretle bu tanelerin hücresel yapılarının değiştiğini gördüler. Olaydan önce gelişigüzel olan hücre şekilleri, düzenli geometrik şekillere dönüşmüştü. Bu gizemli enerjinin etkilediği alanın birkaç santim ötesindeki tanecikler oldukları gibi kalmış, fakat enerjiye maruz kalanlar dönüşüme uğramışlardı. Dünyada bu olay gibi daha pek çokları olacak!
Bu tür olaylar sizin için de geçerli olabilir, kadim tarlalar gibi siz de bu enerjiyi kendi içinize davet edebilir, hem enerjiyi hem de kendinizi değiştirebilirsiniz. Böylece enerji ve siz yeni bir şeyi birlikte yaratabilirsiniz. Ama bunun için doğru ortağı seçmelisiniz. Sadece geçmişi tekrarlayan sınırlı benliği mi seçeceksiniz, yoksa risk alarak daha engin bir şeyi davet etme cesaretini mi göstereceksiniz? Bunu nasıl mı yapacaksınız? Arzunuzu açık ve seçik olarak beyan edin, onu hissedin, gerçekleşeceğine dair beklentinizi sürdürün ve sonuçlara açık olun.
Tanrı her an sizinle birlikte yaratmakta, hem sizi hem de kendini değiştirmektedir. Bilim, bedeninizde her dakika üç yüz milyon hücrenin öldüğünü saptamıştır. Egonuz bu değişimden habersizdir, öyleyse bunu kim yapıyor? Elbette Tanrısal benliğiniz yapıyor, onun tarafından sürekli yontulup şekillendirilmektesiniz. Tanrı, Tanrı oluşundan dolayı ve bu şekillendirme sürecinin içinde oluşundan dolayı sürekli coşku halindedir.
Değişim arzusu dünyada çok canlı ve güçlü bir halde, pek çok insan aydınlanmış ve dengeli bir gezegen görmenin özlemi içinde. Fakat bunu bir realite haline getirmek için farkındalığınızın şeklini değiştirmek zorundasınız. Bu değişimler dünya katına ancak insan farkındalığı aracılığıyla gelebilir. İşte bu yüzden geleceğiniz için gerekli içsel değişimleri gerçekleştirmelisiniz. Örneğin öfke gibi bir duygunun şeklini değiştirmek, daha az öfkeli bir dünyanın yaratılmasına yardımcı olur. (Sayfa: 92-103)
SEÇİMLER (27 Ocak 1991 – Albuquerque, New Mexico)
Kesinlikle eminim ki, bugün çoğunuzun aklı ve kalbi Ortadoğu dediğiniz yerdeki savaşta. Körfez Savaşı hakkında bir açıklama yaparak söze başlamak istiyorum. Bu savaş, öyle Tanrının arkasını döndüğü bir anda oluvermiş bir şey değildir. Bu çatışma, enerjinin gezegen üzerindeki deviniminin bir parçasıdır. Lütfen bu önemli olayın bilinç değişimiyle ilgili olduğunu görmeye çalışın. Savaş, hepinize bir şeyler öğretmek için cereyan etmektedir, onun anlamını içinizde derinlemesine çözmeye çalışın. Dünyada şu sıralar gerçekleşen her olay, küresel bilincin genişlemesiyle ilişkilidir. Siz bu sürecin bir parçasını oluşturmaktasınız, o sizden ayrı bir şey değildir. Söz konusu olay televizyon aracılığıyla küresel çapta sergilenecek, yani gezegendeki en bilinçli insanlar tarafından izlenecektir. Unutmayın, Tanrı sizi Yuvaya döndürmek için her şeyi yapar!
Eğer küresel bilincin genişlemesine yardımcı olmak istiyorsanız, fiziksel ve zihinsel gözlerinizin tümüyle farkında olun, ama bir yandan da bir başka göze sahip olduğunuzu bilin. Siz spiritüel göz denen bir yetiye sahipsiniz. Bilincin üçüncü gözü, diğer farkındalık düzeylerine giriş yapacağınız bu kapı, “kendimin ve dünyanın kaosuna nasıl barış ve huzur getirebilirim?” diye sorduğunuzda açılır. Diğer gözlerinizi kapayın, o zaman tüm fiziksel ve zihinsel ayrılık katlarını aşıp geçen bir idrakle göreceksiniz. Spiritüel göz gerçek odağı görmenizi sağlar.
Bu savaş uzaklarda sürüp giden bir şey değildir. Televizyon seyrederek, radyo dinleyerek, gazete okuyarak savaşa gösterdiğiniz tepkilerle durumu günbegün etkilemektesiniz. İnsan bilincinde ayrılık yoktur, siz Saddam Hüseyin’den ayrı değilsiniz. Sizden en yüce gönüllü tavrı alıp konuya o açıdan yaklaşmanızı istiyorum. Eğer böyle yaparsanız yalnızca ona değil, onun ülkesine de gönderilen tesirin uyanışı gerçekleştirme olasılığı var. Bunun yalnızca silahların zaferi olmasına izin vermeyelim, bu bilincin zaferi olsun.
Küresel barış ve sevgi için çalıştığınızda Tanrının iradesini yerine getirmiş olursunuz, çünkü küresel barış bu gezegenin kaçınılmaz kaderidir. Bunun için alacağınız ücret, beden, zihin ve duygularınızı hizaya getirdiğinizde duyacağınız uyum ve genişleme olacaktır. Dünya için umut ettiğiniz ve dilediğiniz şeyi siz de alacaksınız! (Sayfa: 107-117)
GEZEGENSEL AMAÇ (24 Şubat 1991 – Albuquerque, New Mexico)
Tarih boyunca bu gezegenin bilinci yalıtılmış gruplar içinde işlev gördü. Asya kültürleri, örneğin Amerika Birleşik Devletlerindekinden büyük ölçüde farklılık göstermektedir. Yakın zamana kadar birbirinizin pek farkında değildiniz, bireyler olarak pek az küresel iletişime sahiptiniz. Şimdi bunlar değişiyor, gezegensel bilinç ülkeler bazındaki yalıtılmışlıktan dünya çapındaki bir küreselleşmeye doğru genişliyor.
Uzun bir süredir Ortadoğu ve siz kapalı bir sistemi temsil ettiniz, anlaşılmaz ve esrarlı iki ayrı kitleydiniz. Birbirinize benzemediğiniz için her biriniz kendini üstün görme eğilimindeydi. Bildiğiniz gibi üstünlük duygusu sevgiyi olanaksız hale getirir, iletişim ve anlayışı kısıtlar ve kalbin bilgeliğinden yoksun bırakır. Kalpler ancak savaşta harekete geçirilebilir, çünkü her iki taraf da aynı korkuları ve karmaşayı paylaşmaktadır. İşte tam bu noktada sevgi için bir fırsat doğar. Zihinsel inançları bir yana bırakıp karşınızdaki bireyin de sizin duyduğunuz korkuları duyduğunu bilerek, birbirinize kalbin diliyle karşılık verme şansı vardır. Benzerliklerin bilinmesi ve kabul edilmesi, nefret ve çatışmanın sona ermesi demektir. Ben savaş bayrağını yükseltmiyorum, Tanrı savaş olmasını istiyor da demiyorum. Fakat şöyle diyorum, Tanrı sizi Yuvaya döndürmek için her şeyi yapar, siz ne yaratırsanız Tanrı onu alır ve sevgi niteliğini gözler önüne sermek için kullanır.
Küçük benliğiniz gerçeğin ebediliğini içinde barındıramaz. Ego, taşıdığınız farklı inanç kümelerinin düzensiz bir yığınıdır. Bu inançlar sürekli değişmektedir, daha önce sahip olmadığınız bir bilgi bulduğunuzda, uzun zamandır savunduğunuz bir inanç uçup gidiverir. Egonun içinde ona tutarlı şekilde yön verecek sağlam bir nokta yoktur, o tıpkı gökteki bulutlar gibidir. Aşk ilişkilerinizi, çocuklarınızı, bireysel haklarınızı ölesiye savunursunuz, ama bunlar hakkındaki inançlarınız sürekli değişmektedir. Bu durumda durmadan şekil değiştiren bulutları savunmuş olursunuz.
Ego sizi her zaman devinim halinde tutar, o devinime yaşam dersiniz. İnançlarınızın hepsi egonuzun yapısı içindedir, bazıları gelip size çarpar ve gider, bazılarıysa uzun süre sizinle birlikte kalırlar. Ego deviniminin çok kırılgan ve tutarsız doğasını anlamak size çok yardımcı olur. O yapının içinde “ben”i aramaktan vazgeçtiğiniz zaman daha engin bir “Ben”i deneyimlemeye başlarsınız, o enginlik içinde ego ve tezahürleri oraya buraya koşuşturup dururlar. Ego, belirli hiçbir yere gitmediğini, zihninizde odaklanmış herhangi bir hedefi bulunmadığını anlamanıza izin vermez. “Siz” olarak tanımladığınız şeyin durmadan değişen bir inançlar kümesi olduğunu idrak ettiğiniz zaman olağanüstü bir sevinç ve keyf anı yaşayacaksınız. Eğer bu inançları değiştirebilme gücüne sahip olmasaydınız, şimdiki halinizde ebediyen kalırdınız. Şimdiki farkındalık haliniz ebediyen sahip olmayı istediğiniz anlayış haliniz midir?
Diyelim ki size en büyük gerçeklerden biri verildi, siz de onu alıp bir fikir olarak ego kümenizin içine sokuşturdunuz. Ego en sonunda onu unutmanızı sağlar ve bir sonraki adımı asla atmazsınız. Oysa bir sonraki adım o gerçeği kendinize mal etmenizdir, anbean, günbegün onu yaşamanızdır. Gerçeği işitmek sizi özgürleştirmez, onu farkındalığınızda tutarak benimsemeli ve kendinize mal etmelisiniz.
Küresel birliğe ilk adımlar savaş yoluyla atılmış olabilir, ama son adımlar öyle olmayacak, onları daha yumuşak, daha nazik adımlar izleyecek. İnsan bilinci tarafından yaratılmış hiçbir şey yoktur ki, Tanrısal güç onu kendi amacı doğrultusunda kullanmamış olsun. Ve sadece bir amaç vardır, mutlak sevgi! (Sayfa: 118-129)
DALGA VE BOŞLUK (16 Haziran 1991 –Albuqerque, New Mexico)
Harikulade sese sahip rengarenk bir dalga hayal edin. Renkler yarı saydam ve keskinler, sesler ise derin ve canlı. Bu muhteşem enerji dalgası milyarlarca ışık noktasıyla dolu. İşte bu dalga bir şeyin içinden geçiyor, bu “bir şey” saf farkındalıktır. Peki farkı nedir? Saf farkındalığın bir şekli yoktur, çünkü o boşluktur. Ona boşluk ya da Potansiyel denir.
Boşluğun içinde sizin de parçası olduğunuz uçsuz bucaksız muhteşem bir dalga vardır, boşluk tarafından taşınan ve desteklenen bir dalga. Ben bu boşluğu Tanrı olarak etiketlemek istemiyorum, çünkü her insan kendine özgü bir Tanrı imajına sahip. O kendine özgü imaj formsuz değil, formsuz olanın kişileştirilmiş halidir. O kişileştirilmiş realite yüksek benliğinizdir. O güvenliğiniz için gidebileceğiniz mahrem bir yerdir. Şekli olan bir şeye atıf yaptığımızda, saf bilinçli farkındalıktan söz ediyoruz demektir. Kişileşmiş Tanrının bir şekli vardır, bizim enerji dalgamızın da bir şekli vardır, şu halde her ikisi de saf bilinçli farkındalıktır.
Öte yandan saf farkındalık, her şeyin tam, mükemmel ve denge içinde olduğu tüm Potansiyeli içeren bir yerdir, yani sükun içindeki o yerde bilincin tüm Potansiyeli vardır. Bir başlangıç zamanında bu Potansiyel devinimi, rengi, sesi, farklılığı, genişlemeyi ve patlamayı deneyimlemek istediğinde bilinç ortaya çıktı. Saf farkındalıktan bir güç patlaması hasıl oldu ve siz o zamandan beri o bilinç dalgasıyla sürüklenmektesiniz. Bu öyle küçük bir yolculuk değil dostlarım, o patlama nasıl kendinin farkında olmanın farklı yollarını yaratmışsa, bilincin her bir parçası da kendi potansiyelini, hayatını, realitesini ve kendi kimlik duygusunu yaratmaktadır.
Kendinizi enerji dalgasının içinde sürüklenen ufacık zerrelerden biri olarak deneyimliyorsunuz. Sizden farkındalığınızın odağını o ufacık zerrenin sınırlı görüş noktasından ayırıp başka bilinç alanlarına yöneltmenizi istiyorum. Bunu yapabildiğiniz zaman “kendinizden” başka bir şeyi de deneyimleyebilirsiniz. Duanın, meditasyonun ve iç gözlemin amacı budur. Bunlardan birini yeterince sürdürdüğünüz zaman o küçük benliğin farkındalığını yitirir, kimliğinizin daha engin taraflarını deneyimlemeye başlarsınız. Eğer isterseniz hemen şimdi tüm bilinç alanlarına, hatta Potansiyelin saf farkındalığına ulaşabilirsiniz.
Hepiniz sanatçısınız, olup biten her şeyi siz yaratıyorsunuz. Bilincinizi saf farkındalık içine daldırıyor, her anı fırça darbeleriyle yaratıyorsunuz. An’ın nasıl görünmesini istiyorsanız öyle yaratın. Peki yaratmak için ne kullanacaksınız? Saf farkındalıkla bilinci birlikte kullandığınızda formu meydana getirirsiniz. Yani saf farkındalık, artı odaklanmış bilinç, eşittir form. Farkındalığı tanımak için bilinci terk etmeniz gerekmez, çünkü bilinçte yaratılan her şey farkındalık cevherini kullanmıştır. Her yaratış diğerleri kadar farkındalık içerir. Eğer kötü yaratış, iyi yaratış diye ayırım yaparsanız esası gözden kaçırabilirsiniz. Maksat daha iyi şeyler yaratmak değil, bir şeyi tam istediğiniz gibi yaratmak ve bundan keyf almaktır, ama siz buna inanmıyorsunuz!
Eğer yaratacağınız şeyin düşüncesiyle heyecanlanmamışsanız o gerçekleşmeyecektir. Çoğu zaman isteklerinizin gerçekleşmemesi şevk ve hevesin mevcut olmayışındandır. Yeterli heves olmadan asla yaratamazsınız, çünkü yaratma hevesle gerçekleşen bir şeydir. Şimdi diyeceksiniz ki, “ben kanser yaratmaya hiç de hevesli değildim.” Fakat çok mümkündür ki kanserle sonuçlanan sınırlı düşünceler üretmeye pek hevesliydiniz!
Yıllardır size oturup sessiz ve sakin kalmanızı söylüyorum. Tüm fiziksel, zihinsel ve duygusal mekanizmaları sakinleştirdiğiniz zaman saf farkındalık denen yaratıcı enerjinin farkında olabilirsiniz. O her an sizinledir, hücrelerinizde, zihninizde, duygularınızdadır. Zaten o orada olmasa hiçbir şey mevcut olamazdı. An içinde hiçbir düşünce, hiçbir ayırım, hiçbir form olmaksızın saf farkındalığı hissetmeye başlayabilirsiniz. Peki bu alana nasıl ulaşırsınız? Saf farkındalık içine dalar onu hissedersiniz, bunu bir saat boyunca mümkün olduğunca çok yaparsınız. Durun, dalın, hissedin, sonunda Tanrının sakin sesini işiteceksiniz. Bu süreç sırasında yaratma bir anda gerçekleşebilir. Rahibe Theresa bunun harika bir örneğiydi, bu ufak tefek kadın devinim halindeki yaratıcı enerji haline geliyordu. Dikkatini kendinden ayırıp saf farkındalığa yöneltiyor, tüm varlığını onunla dolduruyordu. (Sayfa: 133-142)
BİRLEŞMEMİZİN ÖZÜ (2 Haziran 1990 – San Cristobal, New Mexico)
Koşulsuz sevgi, sevginin asıl kaynağından gelen yardım olmadıkça deneyimlenemez. O yardımla sahiplenici ve bağımlı sevgiyi geride bıraktığınızı fark edebilirsiniz. Sevgi sadece bir düşünce değil, aynı zamanda fiziksel bir duyumdur. Bedende en zor koşulda bile olağanüstü bir sıcaklık ve esenlik duygusu meydana getiren bir devinimdir. Spiritüel olanlarınız beden içindeki sevgiyi yadsır, çünkü onlar fiziksel her şeyi yadsır, oysa bedeniniz muhteşem bir varlıktır. Fizik bedenle dünya katında deneyim geçirmeye ilk kez karar verdiğinizde, onun Tanrı sevgisini deneyimlemek için de kullanılabilmesini kararlaştırmıştınız.
Egonuz sevginin karmaşık olduğuna, ona ulaşmak için birçok denemeden geçmeniz gerektiğine inanmanızı ister. Sakın kanmayın! Süreci ne kadar karmaşık hale getirirseniz, sevgiyi hissetmenize izin vermeniz o kadar uzun zaman alacaktır. Enerji alanı sizi etkileyen biriyle karşılaştığınızda ruhunuzun bir yönü, yani Tanrısal tarafınız yanıt vermektedir. Bu ikiniz arasındaki derin benzerliğin tanınmasıdır, çünkü bütün ruhlar Bir’dir. Siz içinde ayrılık olmayan o yeri, o umut yerini daha evvel görmüşsünüzdür. Sevginin hissedildiği o ilk an, içinizdeki ışığın varlığını hissettiğiniz andır. Onu yakmak için ille de bir aşk ilişkisi gerekli değildir, ama ışığı yakmanın yollarından biridir. Tarih boyunca bir kültür olarak içinizdeki o ışığı yakma işini bir başkasına devretmişsiniz, çoğu kere bu aşık olma şeklinde gerçekleşir. Aşık olduğunuz her seferinde içinizdeki sevgi ateşini tutuşturmuş olursunuz.
Ama bu aşkta bir sorun gizlidir, çünkü aşk süreci bir başka kişinin varlığını gerekli görür, o kişi olmasa sevgiye yanıt veremeyeceğinizi düşünürsünüz. Takılıp kaldığınız nokta, sürecin devamı için diğer kişinin gerekli olduğu hakkındaki inancınızdır. Bu inanç size egemen olduğu anda korku zihninize girer, diğer kişiyi kaybettiğinizde o harika duyguyu da kaybedeceğiniz korkusudur bu. Eğer ilişkinize yakından bakacak olursanız, sevme duygusunu karşınızdaki kişiden daha çok sevdiğinizi fark edersiniz. Eğer sevgiyi hissetmeyle, sevgi olmaksızın o kişiyle birlikte olma arasında bir seçim yapacak olsaydınız hangisini seçerdiniz? Lütfen bu konu üzerinde dikkatle düşünün, aslında arzuladığınız şeyin o kişi değil duygu olduğunu anlamanız çok önemlidir. Ateşi yakmak için size yardım eden kişinin, o ateşle ısınmanız için ille de sizinle kalması gerekmez ya da o kişi giderse sıcaklığın sizi terk etmesi gerekmez.
Bilincinde olsanız da olmasanız da Tanrıyı aradığınız için aşk ilişkisine girersiniz. Bir başka insanla birleşme yönünde atılan her adım, Bütünlüğü deneyimleyebilmeniz için ayrılıkları aşma yolunda bir girişimdir. Hayatınızda birinin bulunmasının nedeni, onların daima “burnunuzun dibinde” olmalarıdır. Onlara baktığınızda ayrı birini gördüğünüzü sanır, sizinkinden çok farklı özellikleri olduğunu düşünürsünüz. Mizah şurada ki sevgili dostlarım, siz aslında kendinize bakmaktasınızdır!
Hayatınızın büyük bölümünde rahatsız edici bazı duygulara sahip olacaksınız. Öyleyse onlarla ne yapacağınız konusunda bir karara varmak zorundasınız. Şunu idrak etmelisiniz ki, karşınızdaki şey ne denli dehşet verici olursa olsun Tanrısal bilincin bir veçhesini yansıtmak için oradadır. Niçin Tanrısal bilinç? Çünkü herşey Tanrıdır. Öyleyse şöyle demelisiniz: “İşte Tanrı geliyor, bir kişi ya da bir şey kılığına bürünmüş önümde duruyor. Bu Tanrının bana bir şey öğretmek için gelen değişik bir kılığıdır, uyanık olmalıyım ve bundan gerekli dersi çıkarmalıyım.” Sonra düşünmeyi bırakıp o duyguyu hissetmeye çalışın, onu itip kendinizden uzaklaştırmayın. Acının orada olduğunu biliyorsunuz, ama sevgi de oradadır. Sevgiye ne kadar çok konsantre olursanız, acıyı o kadar az hissedersiniz. Sevgi şiddetli ıstırabı daima yumuşatır. Sizden acıya karşı durmanızı değil, fakat acı içindeyken de sevmeye cesaret etmenizi istiyorum! (Sayfa: 143-173)
EVRENLE BULUŞMA (21 Nisan 1991 – Albuquerque, New Mexico)
Sizden ağaçlara, gökyüzüne doğru genişlemenizi, gezegenleri geçip ötedeki enginliğe ulaşmanızı istiyorum. Bunu ne kadar çok yaparsanız, daha engin bir şeye doğru genişleyebileceğinizi o kadar çok idrak etmeye başlayacaksınız. Genişleyişin görkemi karşısında artık daha küçük şeyler o kadar önemli görünmeyecektir. Küçük ve sınırlı farkındalığınıza geri dönmeyi seçtiğiniz zaman süreci tersine çevirirsiniz, fakat hücrelerinizin her zerresi o enginliğin deneyimini hatırlar.
Yapabildiğiniz kadar sık bir biçimde, özellikle uyku haline geçerken farkındalığınızla oyun oynamaya başlayın. Onu odanızın duvarlarına değinceye ve ötesine geçinceye kadar itin. Alabildiğine genişlediğinizi imgeleyin, ta ki güm diye bir şeye çarpıncaya kadar! Zihniniz bunları uydurduğunuzu söylediğinde onu dinlemeyin ve tekrar deneyin. Enginliğe doğru ne kadar çok genişlerseniz neden söz ettiğimi daha iyi anlarsınız. Eğer yeterli paranız yoksa genişleyin, yeterince sevginiz yoksa genişleyin! Sizinle buluşmamız için bize daha çok yer açın, korkuyla büzülüp küçüldükçe işler daha kötüye gider.
Potansiyel her şeyi içerir, o Tanrıdır, farkındalığın sessizliği içinde yer alır. O yaratılmış ve yaratılmamış olandır, yaratmayı gerçekleştirendir, tüm yaratılışın kaynağıdır. Ona bir isim vermek yalan söylemek olur, hakkında konuşmak sadece ona işaret etmek içindir. Herhangi bir düzeydeki realitenin yaratıcısı ve deneyimcisi olarak ne zaman bir özlem duysanız o potansiyel size doğru gelir ve temas kurar. O mahrem temasta bilincin farklı alanları bir araya gelir ve yaratmaya katılırlar. İşte vizyonlarınızı, düşüncelerinizi ve formlarınızı böyle yaratırsınız. Realitenizi sadece egonun arzularından değil, ama varlığınızın derin özleminden gelen yardımlarla yaratırsınız. Daha başka realiteler de yaratabilirsiniz, farkındalığınızın bazı parçaları milyonlarca mil yüksekliktedir. Yüksek benlikleriniz ise daha engin bir bilinç küresi yaratırlar. Bu yaratılışları kullanmanızı sınırlayan tek şey, bir realiteden bir başka realiteye geçemeyeceğiniz hakkındaki inancınızdır. (Sayfa: 174-183)
---BARTHOLOMEW---
İLLÜZYONLARIN ANIMSANIŞI
AKAŞA YAYINLARI
SEVGİ NE DEĞİLDİR ? ( 3 Şubat 1979 – Socorro, New Mexico )
Öyle görünüyor ki sizi dünya katında derin derin düşündüren konu sevgi ve sevginin ne olduğudur! Bu çok sade konuyu bir yığın illüzyonun (yanıltıcı hayalin) çevrelemiş olması, onun ne olmadığının açıklanmasını gerekli hale getiriyor.
Bazı kimseler birileriyle aralarında sevgi bulunduğunu hissederler. Onların algılayışına göre bu sevgi çok güçlü, derin ve kalıcı bir ifade vasıtasıdır. Burada yanlış olduğunu sandığım sözcük kalıcı sözcüğüdür. Eğer bu harikulade ve kalıcı sevgiye çok dikkatle bakacak olursanız kalıcı olmadığını görürsünüz. Örneğin, kalıcı sevgi beslediğiniz biriyle hayati bir konuda fikir ayrılığına düştüğünüzde ya küser ya tartışır ya da ona bağırıp çağırırsınız, yani hoşnutsuzluğunuzu çeşitli şekillerde dile getirirsiniz. Bunların hepsi kızgınlık ve gücenme belirtileridir, ama sevgi değildir, çünkü sevgi böyle yaşanmaz.
Sevgi olduğunu düşündüğünüz şey aslında sevgi değil bir çekim hareketidir. Çekim varsa itme de vardır. Bir insanla derin ilişkide olup da bu çekme ve itme olgusunu itiraf edecek kadar dürüst olmayan birine söylenebilecek pek az şey var. Bir kimseye güçlü duygular beslediğinizde bunun sevgi olduğunu söylemek safdilce bir varsayımdır. Dikkat ederseniz bu insan hakkında zihninizden pek çok karanlık, olumsuz, kızgın, küskün ve ben merkezci düşüncenin geçtiğini açıkça fark edersiniz. Sevgi elektrik ampulü gibi yanıp sönen bir şey değildir, bir gün sahip olup bir gün yitirdiğiniz bir şey de değildir. Öylesine sevgi denmez, heyecan denir.
Bir insanı tam ve eksiksiz biçimde sevdiğini, kusursuz bir sevgiye sahip olduğunu düşünen kişi değişmek niyetinde olmayan kişidir. İlişkilerindeki sevgisizlik alanlarını dürüstçe, açık yüreklilikle gören insan değişmeye istekli olan insandır. Bir kez kendi sevgisiz doğanızı gördüğünüzde sevginin size öğretilmesine olanak yaratmış olursunuz. Bu özgür olma sürecinin çok önemli bir adımıdır.
İçinizde kendini sevgisizlik şeklinde ifade eden alanları keşfetmek, sonra da sevgi gerçeğini temsil eden bir otorite bulmak zorundasınız. Onun ille de dünya katında bir kimse olması gerekmez. Lütfen şunu anlayın, siz şu anda ayrı bedenler illüzyonu içindesiniz, bu ulaşılabilecek en yüksek idrak aşaması değildir. Birinin ölmüş olması, onun dinamik ve yaratıcı bilgeliğine uzanamayacağınız anlamına gelmez. Bilgelik nereye gidebilir ki? Büyük bilinç denizinde ona daima ulaşılabilir, gerçek ve bilgelik asla ölmez. Onlar yaratılış içinde bir uçtan bir uca hareket halindedir. Eğer bir yola ya da gerçeğe çekiliş duyuyorsanız, şunu bilin ki o gerçek eterik katta hala yazılıdır. Ona el uzatabilir ve dinamik farkındalık alanına geri getirebilirsiniz. Örneğin, İsa’nın yoluna ilgi duyuyorsanız onun bilgeliği ve sevgisi şimdi ulaşabileceğiniz bir yerdedir.
Yolunuzu seçtiğiniz ve onda merkezlendiğiniz zaman, eğer bilgeliğin size gelmesini isteyecek kadar alçakgönüllü olursanız bazı şeyler olmaya başlayacaktır. Eğer özgürlüğe doğru hamleniz içtenlikliyse, sonsuzluk ona doğru yol alışınızı kolaylaştıracak ve hızlandıracak, varlıklarını hayal bile etmediğiniz kimseler çıkıp geleceklerdir. Aslında olan şu ki siz var gücünüzle bir çağrıda bulunmuş, yardım istemişsinizdir ve çağrınıza yanıt verilmiştir, hepsi bu. Şimdi bunların sevgiyle ne ilişkisi var diyeceksiniz, her türlü ilişkisi var, çünkü sevgi yaptığınız bir şey değil olduğunuz bir şeydir. Sevgi özünüzdür, varlığınızın ta kendisidir, onun üzerinde bir kontrole sahip değilsiniz, çünkü siz O’sunuz. O size Kaynak tarafından verilmiştir, her şey ondan yaratılmıştır.
Yeryüzünde eylem halindeki sevgi pek azdır, çünkü yaşanan sevgi genelde çok kişisel düzeydedir. Eğer sevecen olduğunuza inanıyorsanız lütfen kendinizi dikkatle izleyin. Egonun önünüze koymaktan çok hoşlandığı en büyük illüzyonlardan biri sevecen bir insan olduğunuz düşüncesidir. Cinsel çekim, arkadaşlık ya da ana-babalık içgüdüsü, egonun size her gün giderek daha sevecen olduğunuzu hissettirecek bir oyunu olabilir. Sevecen olup olmadığınızı nasıl bilirsiniz? Bu çok basittir. Eğer aklınıza gelen her kişi hakkında şefkat ve anlayış duyabiliyorsanız siz sevecen bir insansınız.
Kalıcı sevgi bir gelip bir gitmez, çünkü o hep vardır, varlığının alameti farikası budur. Kendi yolunuzu bulun, sonra iradenizi sevmeyi istemek yönünde seferber edin, çünkü size yolu gösterecek anahtar odur. Her meşru yolun sonunda hem sevgi hem de bilgelik bulacaksınız, bunlar tüm gerçek arayışlara eşlik eden ikiz kardeşlerdir. Kaynaktan her nasılsa ayrı düşmüş, ayrı bir zihne sahip ayrı bir beden olduğunuz doğru değildir, bu sadece bir illüzyondur. Sevgi olduğunuz düşüncesini ciddiye alın, siz sevgisiniz! Eğer siz sevgiyseniz onu bilebilmeniz de akla yatkındır öyle değil mi? (Sayfa: 21-29)
RUH GRUPLARI ( 22 Haziran 1983 – Albuquerque. New Mexico )
Dünyada bazı bireylere karşı çekim hisseder, bazılarına ise hissetmezsiniz. Bazılarınız buradaki amaçlarınızdan birinin eşruhunuzu, yani sizi bütünleyecek diğer yarınızı bulmak olduğunu hissedersiniz. Bu gerçekten de kasvetli bir beklentidir, çünkü hayatınızı milyonlarca insan arasında o kişiyi aramak için harcamanız bir yana, bulduktan sonra onun sizi terk etmesi ya da ölmesi mutsuzluğunuzu katmerlendirir.
Hiç kuşkusuz bir enkarnasyon devresine grup ruhu diyebileceğiniz bir durumda girersiniz. Aslında grup ruhu diye bir şey yoktur, fakat konuyu aydınlatmak için sanki varmış gibi kabul edeceğiz. Bunun anlamı şudur: Bir tek enerji girdabıyla gelen 1000 ya da 10.000 (isterseniz rakamlarla oynayabilirsiniz) bireysel ruh vardır. Bu enerji dünya katına girdiğinde bireyler olarak tezahür eder ve süreç başlar. Hayatı bazılarının diğerlerinden daha çabuk öğrendiği bir gerçektir, bazıları ise illüzyon oyunundan o denli hoşlanırlar ki onu sürdürmek isterler, hatta grubun diğer üyeleri oyuna son vermek istedikleri halde! Bazıları, hatta Buda’nın dizi dibinde oturmuş olanlar bile hala buradalar! Peki neden? Çünkü bu eğlenceli bir oyun öyle değil mi? Bazıları ise öyle sarp ve çetin yollar seçerler ki, sonunda illüzyonun dışına çıkmak istedikleri bir noktaya gelebilir, ondan kurtulmak isteyebilirler.
Enkarnasyonlarınız boyunca bazen ruh grubunuzun üyelerine çok yakın olmayı, bazen de yalnız başınıza yürümeyi seçersiniz. Eğer zor bir hayatı göze alıyorsanız, kendinizi sizi seven ve destekleyenlerle çevrili bulamayabilirsiniz. Bu durumda destek almak için başvuracağınız tek yer içinizdeki Tanrıdır. Görünmeyen katlarda her biriniz için daima hazır bekleyen şaşılacak kadar çok destekleyici güç var. Bir ruh varlığının görevinin bir kısmı da bedenli halde değilken bedenli olanlara kendi bilgisini aktarmak, onlara sevgi ve destek vermek ve gerektiğinde popolarına vurmaktır! Hissettiğiniz en iyi teşviklerden, önsezilerden ya da içgörülerden bazıları bedenlerini terk etmiş dostlarınızdan gelir.
Hayatın hem pozitif hem de negatif yönleri olduğunu söylemiştik. Sizin işiniz bu kutuplardan birinde ya da diğerinde durmak değildir, çünkü evrenin temel maddesi enerjidir ve enerji daima devinim halindedir. Bu yüzden, kutuplardan birinde durmaya çalıştığınızda devinim eksikliği size en çok acı veren şey olur. Bu ikilemden çıkış yolu, içinizdeki negatif kutbiyeti doğrudan deneyimleyecek kadar cesur olmaktır. Sizin işiniz içinizde neler olup bittiğini bilmektir. Aranızda kendini spiritüel sayanlarınız sadece pozitif olmaya inanıyorlarsa yaşadıkları dünyanın doğasına bakmalılar. Dünyanız kutbiyete sahip bir gezegendir, oysa diğer dünyalar bu kadar kutuplaşmış değildir. Dünyanın bu özelliğini dikkate almadıkça onun içinde serbestçe hareket etmeniz mümkün değildir. Eğer devinimsiz kalırsanız, yani tek kutupta yaşarsanız korkuya kapılırsınız. Mutluluktan hüzne geçmek aslında gerekli bir şeydir.
Aydınlanmış varlıklar pek nadiren kutsal kimselerdir. Aslında çoğu zaman öylesine taşkın ve mütecavizdirler ki insanlar onlara deli gözüyle bakarlar, oysa onlar yapmak için itilim duydukları şeyi yapmaktadırlar. Aydınlanmanın ölçüsü, bir bakıma herkesin istediği gibi olmasına izin vermektir. Aslında aydınlanma varlığın Bir olduğunu, iyi ve kötü kavramlarının bir anlamı olmadığını idrak etmekten başka bir şey değildir. Sizi çevreleyen enerji alanlarından herhangi birini reddettiğiniz, şahsınızı onlara göre fazla iyi ya da spiritüel bulduğunuz zaman kendinizi Bir Olan’ın bir bölümünden ayırmış olursunuz. Öfke, kıskançlık ya da herhangi negatif bir duyguyu hissedecek kadar uzun bir süre kutsallığınızdan sıyrılabilir misiniz? Olgun bir varlığın özelliği, tüm enerji alanlarının çekimini tanıyıp kabul etmesi ve belli bir enerjiyi izleyip izleyemeyeceğine karar vermesindedir. Onlar seçenekleri görürler. Eğer öfke gibi negatif bir tepki gösterme yeteneğinde olmadığınızı söylerseniz, sizin yaşamamış olduğunuzu söylerim. Böylesine sahte bir hayat görüşünün enerjiniz üzerinde ne denli büyük baskı yaptığını anlamıyor musunuz? Eğer kendiniz için belli bir tavır seçip başka tavırlara olanak vermiyorsanız hayat durur.
Eğer ruh gruplarının varlığını kabulde karar kılarsanız, kendine acıma, yalnızlık duygusu ve hayatınızı nasıl yaşayacağınızı bilememe gibi korkulardan kurtulmuş olursunuz, çünkü bu sayede bir uzmanlar grubuna ulaşma olanağınız olur. Çevrenizdeki enerjiler sürekli bildiklerini size aktarırlar, yapmanız gereken şey dinlemekten ibarettir. Bu mesajları uyanıkken ya da uykuda dinleyin, ruh grubu enerjisi rüyalarınızda size yardıma gelir ve neye ihtiyacınız olduğu konusunda sizi uyarır. Ruh grubu enerjinizle iletişim kurmanız ve bir şeyleri paylaşmanız, çoğu zaman bir başka bedenliyle iletişim kurmanızdan daha kolaydır, çünkü ruh grubunuz her zaman sizi kuşatmış haldedir.
Ruh grubunuzda kendisiyle iletişim kurabileceğiniz bir ya da birden fazla aydınlanmış varlık vardır. Sadece fizik bedenlere sahip kimselerle iletişim kurabileceğinizi düşündüğünüzde, kendinizi içsel rehberliğin güçlü kaynağından yoksun bırakmış olursunuz. Onları kabul veya reddedebilirsiniz, biz bekleriz! Ama insanlar kendi sınırlarının ötesine geçmek ve daha da genişlemek için muazzam bir arzu duyarlar. Siz, olduğunuzu sandığınız şeyden çok daha fazlasısınız. Ruh grubu içinde çok yakın, içten, derin bir ilgi ve ihtimam vardır. Ruhunuz yüzlerce enerji kaynağıyla çok derin bir ilişki içinde bulunabilir, çaresizlik ve yalnızlık duymanız için hiçbir sebep yoktur. Fizik beden dışındaki bir ilişkiye kendinizi öylesine kilitlemişsiniz ki adeta kendinizi kapana kıstırmışsınız. Bu konuda sorusu olan var mı?
Soru- Kutbiyetimizin negatif tarafını nasıl kabul edebiliriz?
Bartholomew- Diyelim ki sevdiğiniz bir dostunuzla kavga ettiniz ve sizi incitecek şeyler söyledi. Bu sözler varlığınıza girdiğinde duyduğunuz acıdan ötürü zihinsel bir tablo oluşturmaya başlar, öfke ve küskünlük duyarsınız, gerçek olduğuna inandığınız bu tabloya tepkiler verirsiniz, acı duyar, haykıracak ve ağlayacak gibi olursunuz. O noktada durun ve duygularınız üzerinde yoğunlaşın, onları hissedin ve izin verin. Bu serbest bırakış sonunda farklı devinimler oluşmaya başlar, tablonun duygusal düzeyini delip geçerek ardında yatan gerçek enerjiye ulaşır ve bu duyguları salıvermeye başlarsınız. Siz o tablo düzeyinde kalıyor, hissettiğiniz duyguları salıvermekten ürküyorsunuz. Böylece eylemsiz kalıyorsunuz, enerji de içinizde depolanıyor. Tablonun ötesine geçerken bir şey öğrenirsiniz, enerji yine oradadır, ama size o kadar acı vermemektedir. Kısaca, devinim halindeki enerjinin önünü kesmemiş, devinmesine izin vermiş olursunuz.
Hepiniz ağır bir koşullanmaya sahipsiniz, hissetmemeye ama tepki göstermeye koşullanmışsınız. Koşullanmış tepki demek, kendi oluşturduğunuz tablonun içinde kıskıvrak yakalanmak demektir. Duygulara başvurun, onları kabul edin, o zaman salıverme ve boşalım başlar. Acıya dayanamayacağınız hakkındaki yanlış inanç yüzünden hayatınızı duygulardan kaçmakla geçiriyorsunuz. Oysa zaten acı çekiyorsunuz, yapmadığınız tek şey acının ötesindeki asıl varlığınızı hissetmektir. Heyecan gelir ve gider, ihtiyaç duyduğunuz şey bunu keşfetmektir. Kendinizi ancak içinizdeki sessizlikte bulursunuz, sürekli kaçtığınız o asıl benliğiniz gerçek kurtarıcınızdır. (Sayfa: 30-42)
CİNSEL ENERJİ ARMAĞANI ( 25 Eylül 1983 – Albuquerque, New Mexico )
Cinsellik konusunu makul bir şekilde tartışmak için zaman içinde geriye doğru bir yolculuk yapmamız gerekir. Cinsellik modern bir fenomen değildir. Türünüzün dünya katına geldiği, şekil aldığı bir zamana gitmek gerekir. O zamanlar size bazı güçler verilmişti, bunlar yedi çakranızla bağlantılı enerjilerdir. Bu enerjiler varlığınızın içinden sürekli akmak ve belli şeyler yapmak üzere tasarlanmışlardır. Bunlardan biri düşünmek, diğeri hissetmektir, cinsel enerji de bunlardan biridir. Başlangıçta o diğer enerji bantlarından ayrı değildi, gidip avınızı yakalamanızı sağlayan dürtüyle sizi cinsel ilişkiye zorlayan dürtü arasında pek fark yoktu.
Zaman içinde gözlem yoluyla şunu öğrendiniz ki düşünceleriniz hayatınıza uyum ya da uyumsuzluk getirebilirler, yani düşüncelerinizden sorumlusunuz. Ama insanoğlu her bilinç düzeyinde davranış kuralları oluşturmuştur ve siz artık sorumluluğunuzu kabul etmiyorsunuz. Ne yapmanız gerektiğini kurallara ve yasalara danışıyor, böylece sorumluluktan kurtulacağınızı sanıyorsunuz. Bu tutum işe yaradı mı, karanlık çağlarda ortaya konmuş (hala yürürlükte olan) cinsel kurallar sizi tatmin etti mi? Size diyorum ki cinselliğinizin farkına varın, ona sahip çıkın, kendinizi coşkulu, sevecen ve olumlu hissedeceğiniz şeyleri yapın, bu sizin sorumluluğunuzdur. Ne yapmanız gerektiğini bir kurala ya da yasaya danışırsanız arzularınızla çatışma halinde olursunuz. Tanrının cinselliğinizle ne yaptığınıza dikkat ettiğine inanıyorsunuz, ama öyle değil. Cinsellik sizin işiniz, Tanrı bu konuya komşunuz kadar bile karışmaz. Cinsellikte kurallara uyduğunuz için kızgın, küskün ya da yargılayıcıysanız Tanrısal olanla uyum içinde değilsiniz demektir, çünkü O sizin sevgi dolu, şefkatli ve mutlu olmanızı ister.
Şimdi diyeceksiniz ki cinsellik konusundaki kuralları kaldırsak dünyanın hali nice olurdu? Bu sorunun yanıtında siz ve ben farklı düşünüyoruz. Kuralları kaldıracak olsaydınız çok daha insancıl, doğal ve şefkatli bir yol bulurdunuz. Kendinizi kafese konmuş yırtıcı hayvanlar gibi görüyor, eğer kafes açılırsa cinselliğinizin felakete yol açacağını sanıyorsunuz. Ama öyle değil dostlarım, siz içinizde en hayırlı olanı yapma farkındalığını taşıyan Tanrısallığın bir parçasısınız. Kendinize danışacak yerde kurallara danıştığınızda bu Tanrısallık berraklığını yitiriyor. İçinizdeki yasa güvenilecek en mutlak yasadır, kendinize güvendiğiniz zaman aradığınız tüm erdemleri orada fazlasıyla bulursunuz.
Eğer cinselliği anlamak istiyorsanız ona düşünen zihninizle bakmayın. Cinsellikten alacağınız dersleri ancak o devinim halindeyken öğrenebilirsiniz. Bu enerji hayal edebileceğiniz herhangi bir enerji kadar saftır. Yozlaşma ve sapkınlık zihninizde başlar, güç harekete geçer ve zihin devreye girer, doğru ve yanlış gibi yargılarda bulunur. Cinselliğinizi hangi amaç için kullandığınızı sorgulayın. Başkalarını yönlendirmek için mi, birilerini cezalandırmak için mi, yoksa hiçbir şey yapmamak için mi? Çarpık bir cinsellik duygusu tamamlanmamış iş olarak algılanmalıdır. Bazıları cinselliği büsbütün devre dışı bırakarak ikilemlerini çözebileceklerini sanırlar, ama konunun tekrar tekrar gündeme geldiğini görürler. Bazıları ise cinsellikten kurtulmak için ameliyat olurlar, ama enerjinin bedenlerinde yine faaliyet halinde olduğunu fark ederler, o enerjiyi ameliyatla başınızdan savamazsınız!
Eğer cinsel enerjinizi sizi tüm düzeylerde beslemesi için kullanacaksanız enerjinin farkında olmanız, akışını bedeninizde hissetmeniz gerekir. Gözlem yoluyla fark edeceksiniz ki cinsel bölge kundalininin tetik noktasına çok yakındır. O gücü alt çakranızdan başlayıp yol boyunca tüm çakraları ateşleyerek en üst çakraya doğru çekebilme yeteneğine sahipsiniz. O güç size yuvaya yolculuk için, yani Kaynağa dönüşte kullanmanız için verilmiştir. Sorusu olan var mı?
Soru- Kundalini enerjisini nasıl harekete geçirebiliriz?
Bartholomew- Bedeninizin belli bir noktasında gücü saptayın, sonra dikkatinizi orada tutarak farkındalığınızı derinleştirin. İstediğiniz şeyi düşünce gücünüzle yaratabileceğinizi biliyorsunuz, onu bilinçli olarak bedeninizde yukarı doğru çıkarmaya çalışın, kendiliğinden harekete geçecektir. Sandığınız gibi sadece yedi çakranız yoktur, bedeninizin her tarafında yer alan birçok çakra var. Enerjiyi harekete geçirdiğinizde bu merkezler birbirlerini ateşleyerek uyarırlar. Bu sinapslardaki bir devinimdir, bir kez başladığında büyük bir hızla ilerler. Tek yapacağınız enerjinin farkında olmak ve yükseltme niyetiniz üzerinde konsantre olmaktır. Dikkatinizi bedeninizin herhangi bir bölgesine yönelttiğinizde enerji oraya doğru akacaktır. En alt çakradan başlayarak sırayla her biri üzerinde konsantre olun, böylece enerjiyi yukarıdaki tepe çakrasına, oradan da dışarıya doğru hareket ettirin. (Sayfa: 43-55)
KENDİNİ SEVMEK ( 26 Şubat 1984 – Albuquerque, New Mexico )
Birçokları bana diyorlar ki, “Tanrıyı bilmeyi her şeyden çok istiyorum.” Ama onlar aslında Tanrının onlarda beğenmediğini sandıkları şeylerden nasıl kurtulacaklarını bilmek istiyorlar. Öfke ve kıskançlık gibi negatif duygulardan nasıl kurtulmalı? Parçanız olan şeyden nasıl kurtulabilirsiniz ki? Diyelim ki öfke ve kıskançlıktan kurtulmak için insanlardan uzak durmaya karar verdiniz ve bir mağaraya kapandınız. Oradan çıkıp insanların arasına karıştığınızda yine bu duygulara yenik düşer, üstelik yüzünüzde bir maskeyle dolaşmaya başlarsınız. Öfkelenmemek için kendinizi hep gülümser vaziyette tutmak zorundasınızdır, bu hayatınızı daraltmaktan başka bir işe yaramaz.
Temel kimliğiniz pek fazla değişmez, ne yaparsanız yapın genelde kendiniz olarak kalırsınız. Kimseniz osunuz, yüz milyarlarca deneyimin nihai ürünü, öyleyse kimseniz o olduğunuzu kabul etmekle işe başlayın. İçsel geriliminiz varlığınızın bazı kısımlarını sevmemekten kaynaklanmaktadır. Onları sevmiyorsunuz, çünkü sevmemeniz telkin edilmiştir. Yapacağınız şey içinize dönmek ve tüm eksikliklerinize rağmen kendinizi sevmektir. Şöyle demelisiniz “Kendimi şu anda olduğum gibi seviyorum.”
Zihninizdeki korkuyu görüyorum, kusurlu bir yanınızı sevecek olursanız hayatınızın sonuna kadar o yanınıza mahkum olacağınızı sanıyorsunuz. Duyguları kabul etmenin neden bir çıkış yolu olduğunu kozmolojik açıdan size anlatmaya çalışacağım. Gerçek şudur: Düşünceler her zaman çevrenizde hareket halindedir, sizinle düşünceleriniz arasında auranız bulunur. Bireysel eğilimlerinizden ötürü bu düşüncelerden bazılarını seçip kendinize çekersiniz, yani her zaman aynı düşünceleri kendinize çekme eğilimindesinizdir. Böylece tekrar tekrar hep aynı yollardan geçersiniz, değersizlik, korku, kasvet düşünceleri, negatif düşünceler. Şimdi önemli bir noktaya geldik, bir düşünce size geldiğinde fizik bedeninize duygu olarak aktarılır ve bu duygu ruhunuza kaydolur. İşte o anda geleceğe yönelik bir eylem şekillenmeye başlar. Süreci anlıyor musunuz? Düşünce aura alanınızdan geçerek size çarpar ve bir duygu olarak kayda geçer. Siz de içinizdeki o duygudan gelecekte yer alacak bir eylem formüle edersiniz. Örneğin şöyle bir düşünce gelir “Bu kişi benden hoşlanmıyor.” Duygu öfke halinde kendini belli eder, gelecekteki eylemse intikamdır!
Siz dünya katına duygu ve heyecanlar dizisini deneyimlemek ve onlar üzerinde egemenlik kurmak için geldiniz. Tepkilerinizi, kendinize çekeceğiniz düşünceleri, gerçekleştireceğiniz eylemleri seçebildiğinizi idrak ettiğiniz zaman egemenliği kazanmış olursunuz. Şunu demek istiyorum, kendinize çektiğiniz düşüncelerin çoğunun temelinde kusurlu olduğunuz, sevilmeye layık olmadığınız ve sevilmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğunuz inancı yatmaktadır. Bu süreci tersine çevirmeniz için şimdiye kadar hiç aklınıza gelmemiş bir mantrayı sürekli tekrarlamanızı önereceğim. “Ben kendimi seviyorum.” Böylece bir anda keder ve umutsuzluktan mutluluğa geçebilirsiniz, bunu deneyin. Mutlu bir şey düşündüğünüzde mutlu olacaksınız, karamsar bir düşünce sizi mutsuz edecektir.
Acı veren duyguyu içinizde hissettiğiniz anda “Ben bu duyguyu seviyorum” deyin, onun bir yere gitmesi ya da değişmesi gerekmiyor. Bir parçanız olduğunu bilerek onu kabul edin, içinizde her zaman mevcut olan sıcaklık o “kayaya” yönelip onu eritir ve sevgi bu sevimsiz duygu kütlesinin içinden akarak onu kuşatır ve yüceltir. Böylece iki ayrı şeyi birlikte taşıyabilme yeteneğinde olduğunuzu görürsünüz. Sevgiyi ve şiddetli ıstırabı! Sevginiz öylesine engindir ki taşıyamayacağı hiçbir şey yoktur. Öğrenmeniz gereken şey bu enginliği kullanmaktır. Hiçbir ıstırap içinizde barındıramayacağınız kadar büyük değildir. Tüm ıstıraplara, tüm hastalıklara, tüm suçlara sahip olabilirsiniz, yine de üzülmeniz gerekmez, çünkü gönlünüzdeki sevgi öylesine uçsuz bucaksızdır ki tümünü taşıyabilir. Negatif dediğiniz bu duygular sizin çocuklarınızdır ve istedikleri şey sevginizdir. Onları yaratan sizsiniz, sonradan piç muamelesi yapan da siz! İnsanları sevmeye çalışmayın, duyguları sevin.
Din kurumları komşunuzu sevmenizi söylüyor, ardından da ekliyor, kendiniz gibi. Siz de komşunuzu sevme çabasına giriyorsunuz ama bir işe yaramıyor, çünkü kendinizden esirgediğiniz bir şeyi başkasına veremezsiniz! Kendinizi onları sevmediğiniz için sevmelisiniz. Bunu başardığınız zaman harikulade bir simya olayı başlar ve durum bir sıcaklık kazanır, artık sevmediğiniz için suçluluk duymazsınız. Sevgiyi, güvenceyi ve huzuru dışınızda aramayın, onu içinizde bulduğunuzda varlığınızın efendisi olursunuz. Size daha önce sevmenize izin vermediğiniz, piç muamelesi yaptığınız tüm o kepaze yanlarınızı sevmenizi söylüyorum, sizde bozuk olan bir şey yok, bozuk olan düşüncelerinizdir!
Mükemmel olmadığınız sürece Tanrının sevgisine nail olamayacağınıza inanıyorsunuz. Bu bir yalandır. Bazılarınızın ana ve babası şöyle der “Evlenmeden evvel cinsel ilişkide bulunursanız Tanrı sizi sevmez.” Siz de buna inanırsınız, ama bunu yapmamaya yetecek kadar değil, sadece bu konuda suçluluk duymaya yetecek kadar inanırsınız! Doğanız deneyim yaşamak ister, ana- babanız ise yaşamamanızı ister. Böylece ta başından itibaren çelişkiler içinde yüzmeye başlarsınız, temel zorluk bu yalana inanmanızdan kaynaklanmaktadır. Kendinizi sevdiğinizde içinizdeki Tanrı kıvılcımını uyandırmış, o alevi yelpazelemiş olursunuz. Sevgi içinizdedir, dışınızda değil! (Sayfa: 56-69)
KORKU ( 8 Eylül 1979 – Albuquerque, New Mexico )
Siz insanın özgürlüğe ilerleyişinin karanlık ve zor tarafına korku demeyi, bense anlayış eksikliği demeyi tercih ediyorum. Şu noktayı özellikle vurgulamak isterim ki evrende korkulacak hiçbir şey yoktur. Egonun karanlık aynasının sunmuş olduğu illüzyon hayat görüşünüzü o denli çarpıtıyor ki korkulacak bir şeyin varlığına inanıyorsunuz. Eğer yenemediğiniz bir korkunuz varsa dikkatle bakın ve onun yerine bir başka korkunun geçirilip geçirilmediğini araştırın. Dünyadaki insanların çoğunluğu hayatlarını bir korkudan bir başka korkuya geçerek sürdürürler
Korkuyu kökünden söküp atamayışınızın sebebi çok önemli bir hata yapmış olmanızdır. Korkunun birden çok kökleri olduğunu, hepsini söküp atarsanız hiç korku duymayacağınızı sanıyorsunuz. Ama siz de biliyorsunuz ki günün birinde nihai korkuyla yüzleşmek zorunda kalacaksınız. Ölüm korkusu! Şimdiyle ölüm anı arasında ne yaparsanız yapın ölüm mutlaka gelecektir. Ama ölümle ilgili farkındalık üzerinde derin çalışma yapmış olanlar bu korkunun üstesinden gelinebileceğini idrak etmişlerdir.
Psikologlara şunu söylemek isterim, bilinçaltının karanlık havuzu içinde korkulacak hiçbir şey yoktur, hiçbir şey! Bilinçaltınızdaki korkunç varlıklar zihninizin icat ettiği hayallerdir. O derin kuytularda kendi Tanrısallığınızdan başka bir şey yoktur, çalkantılı yüzeyin altında Kaynak yatmaktadır. Korkularınızı yaratan sizsiniz, kendi yarattığınız şeylerden neden korkuyorsunuz? Neden onlarla yüzleşmiyorsunuz? Onlar egonuzun yarattığı şeytanlardır ve ömürleri sınırlıdır.
Korkularınızdan kurtulmak istiyorsanız onun bedende istediği gibi dolaşmasına izin verin. Korkuyu gidermeyi, bir başka şeye dönüştürmeyi ya da ondan kaçmayı denemeyin, ilk adım engellememektir. Dikkat ederseniz korkunun dalgalar halinde geldiğini göreceksiniz, o sürekli ilerleyen bir güç değildir, çünkü İlahi Kaynaktan motive edilmez. İkinci olarak, korku dalgaları arasındaki çukurları hissettiğinizde, korkunun varlığıyla ilgili farkındalığınız üzerinde dikkatle merkezlenmenizi öneririm. Lütfen “korkuyorum” demeyin, “korku şimdi burada” deyin. Bu iki beyan arasında bir hayli fark var. Elinizden geldiğince kalp bölgesinde yoğunlaşın, toplayabildiğiniz tüm irade ve kararlılığınızla merkezlenin ve öylece kalın. Eğer korkuyu gözlemleme konusunda kararlıysanız ilginç şeyler olmaya başlayacaktır. Siz bu farkındalık içinde orada sessizce oturup içinizdeki devinimleri hissederken göreceksiniz ki kalp merkezi (çakrası) tüm korkuların solup gittiği yerdir. “Sevgi hiçbir şeyden korkmaz” sözü gerçekten doğrudur, çünkü sevgi kendinden gayrı her şeyin illüzyon olduğunu bilir. Şimdi sorularınızı sorabilirsiniz.
Soru- Fizik acıdan korkmamak için ne yapmalıyım?
Bartholomew- Korktuğunuz şeylere bakacak olursanız göreceksiniz ki onların hepsi bir beden olduğunuz fikrine dayanmaktadır. Eğer sadece beden olsaydınız korkmanız için birçok neden bulunabilirdi. Eğer bir bedenden ibaret olduğunuz inancı içine hapsolmuş haldeyseniz acı çekeceksiniz, öleceksiniz, terk edileceksiniz ya da açlık çekeceksiniz. Korkunun tümüyle yok edilmesi, sadece beden olmadığınızı kabullenmede yatar. Derin meditasyon yoluyla bedenden sıyrılıp yükselebilir ve salt beden olmadığınızı görebilirsiniz.
Diyelim ki kanser denen illetten korkuyorsunuz, bir gün bu hastalığa yenik düşme korkusuyla dopdolusunuz, ama sizin şefkatli ve sevecen Tanrıyı tezahür ettirmek isteyen bir yanınız da var. Bu ikisinden hangisine daha çok enerji verirseniz hayatınızda o yanınız meydana çıkacaktır. Eğer dilerseniz kendiniz için her türlü dehşeti yaratabilirsiniz, ama dilerseniz en yüce özgürlüğü de yaratabilirsiniz! (Sayfa: 73-87)
DÜNYADAKİ SPİRİTÜEL VARLIKLAR ( 10 Ocak 1982 – Taos, New Mexico )
Spiritüel kişi, sınırlı anlayış aleminin ötesinde pek çok harika, pek çok gizem, pek çok hayat olduğunu anlamış, şükran, sevinç ve kabul içine girmiştir. Birinin gelip sizi aydınlatacağını düşündüğünüz sürece aydınlanamazsınız, çünkü bu sizi arayıcı yapar. Siz ya arayan ya da bulansınız. Arayanlar aramaya devam ederler, bulanlarsa onu anlama ihtiyacında olmadıklarını, ama yaşayabileceklerini idrak ederler. Aramaya son verip beyninizi daha fazla zorlayamayacağınızı, bedeninize daha fazla disiplin uygulayamayacağınızı ve yapabileceğiniz her şeyi yaptığınızı idrak ettiğiniz anda ego teslim olur. Arama oyununu kuran egodur, kazanamayacağınızı anladığınız anda ölen de egodur! O bilgi bilincinize girdiği anda ego gücünü yitirir ve sizi motive edemez hale gelir. Aslında ego asla ölmez, sadece teslim olur.
Egonun oynadığı en iyi oyun spiritüel oyundur. İnanılmayacak kadar güçlü bir oyundur bu, size çevrenizdeki herkese karşı kendinizi daha üstün hissettirir, çünkü siz Tanrıyı arıyorsunuz, çünkü Tanrıyı arayış en yüce hayırdır. Bu yüzden kendinizi daha akıllı ve daha kutsal hissedersiniz, ama sonunda fark edersiniz ki çevrenizdeki insanlar size dayanamaz olmuşlar. Siz o kadar kutsalsınızdır ki huzurunuzda kendilerini suçlu hissederler. Egonuz durmaksızın değerlendirmeler yapıp hükümler verdiği için böyle olmuştur.
Aydınlanma kurallara bağlı değildir, eğer kurallar işe yarasaydı birçok insan aydınlanıverirdi! Kurallar bir bireyin aydınlanması sonucunda konulmuştur, yani onun aydınlanma yolunu gösterirler. Bunun için ciltlerce kitap yazılmış ve falancanın nasıl aydınlandığı anlatılmıştır. Oysa aydınlanma deneyimini yaşayan bunların sözle anlatılamayacağını bilir, fakat yine de anlatmak için elinden geleni yapar. Eğer Tanrının kendinizden gayrı bir şey olduğunu sanıyorsanız onu hayatlar boyunca aramaya devam edeceksiniz demektir!
Ramana Maharshi, “Aydınlanmanıza engel olan tek şey, aydınlanmış olmadığınız düşüncesidir” diyor. Siz evet diyor ama bu söze içtenlikle inanmıyorsunuz. Maharshi’ye ya inanın ya da inanmayın, ama yarı inançlı da olmayın. Sizi ikisi arasında bir yerde tutan şey egonuzdur! (Sayfa: 88-102)
GÜCÜN ON İKİ HATTI ( 22 Ocak 1984 – Albuquerque, New Mexico )
Dünyadaki temel donanımlarınızdan biri de on iki güç hattıdır (çakra). Bu on iki enerji hattı farkındalığınızın bir parçasını oluşturur, eğer arama zahmetine katlanırsanız onları kolayca bulabilirsiniz. Zorluk şurada ki siz onları güç hattı olmaktan çok sorunlar olarak görmeye alışmışsınız. Bu gezegene başarmak için geldiğiniz şeylerden biri de bu on iki hattın her birinin iki parçaya ayrıldığını fark etmenizdir. Sizin işiniz onları yeniden birleştirmek, denge ve uyum içine sokmaktır. Bu hatlardan biri ya da birkaçı içinizden dengesiz biçimde akıyorsa hayatınızda bir takım zorluklar yaşarsınız. Onları dengeleme işini bitirdiğiniz zaman dünya ötesi bir bilinç alanına geçeceksiniz.
Bu on iki hattı (çakrayı) dengelemeye başladığınız zaman kişilik ötesi sevgiyi, üstünlük duygusundan arınmış bilgeliği, kibirsiz gücü ve sürekli canlılığı da deneyimlemeye başlarsınız. Bunlar esrime hali dediğiniz o harika farkındalık haliyle sonuçlanır. Öyleyse içinizden akan bu gücü tanımalı ve kabul etmelisiniz. Hangi hattın uyumsuz olduğunu belirlemeli ve onu dengelemelisiniz. Gerçek bir dengeleme, tüm hayatın olması gerektiği gibi olduğu duygusunu yaratır.
Şimdi bellibaşlı hatlardan bazıları hakkında konuşalım.Yalnızlık diyebileceğiniz hatla başlayacağız. Bugünkü kültürünüz yalnızlığın bilgeliğinin gücünü yitirmiş durumdadır, çünkü bu hali kimsesizlik duygusuyla karıştırıyorsunuz. Bu hat uyum ve dengede olduğu zaman ihtiyaç duyduğunuz her şeye sahip olduğunuzu ve bir başkasına gerçekten muhtaç olmadığınızı idrak edeceksiniz. Bu başkalarıyla olmaktan zevk almayacağınız, başkalarını beğenmeyeceğiniz anlamına gelmez, kendi varlığınız içinde dengeyi yarattığınızı, tek başınıza ayakta kalabileceğinizi gösterir. Bu hattı dikkate almadığınız zaman hayatınızı çok zorlaştırmış olursunuz. Yalnız kalmaktan korktuğunuz için artık anlamını yitirmiş ilişkilere tutunup kalırsınız, bu da birçok hayat boyunca bu hat üzerinde takılıp kalmanıza neden olan ve dengenizi bozan korkuyu yaratır.
Paranın ardındaki güç (enerji) hayata güvenme yetisidir. İnsanlara güvenilmemesi gerektiği, onların çıkarlarınızı korumayacakları hakkında derin bir duygu taşımaktasınız. Siz rastgele kalıplar içinde hareket ediyor değilsiniz, diğerleri de rastgele hareket etmiyorlar. Eğer bir varlık sizinle samimi ilişki içindeki bir kalıptan bir başkasına geçiyorsa bilin ki bu gelişigüzel bir hareket değildir. Bir kalıp kırıldığında hayatınızın zorlaşacağından korkuyor, kendinizi güvende hissedebilmek için o kişiyi yine hayatınıza çekerek parçaları tanıdık bir kalıp içine oturtmaya çalışıyorsunuz. Birilerinin hayatınızda sonsuza dek kalacağına ya da hiç acı çekmeyeceğinize inanmanızı istemiyorum. Şunu iyi bilin ki evreniniz tam da ihtiyacınıza uygun hareket ediyor. Bu yüzden dünyada olmakta olan her şey gereklidir, her şeye ihtiyaç vardır. Eğer kalıplar değişmeyecek olsaydı büyük bir iç sıkıntısına düşerdiniz. Lütfen değişen manzaradan zevk alın, öğrenmek için buradasınız, hep aynı manzarayı seyretmek için değil! Birçoğunuz hayatınızda değişiklik olmasını önlemek için geçmişe tutunursunuz, bu korkular sadece zihninizdedir. Yüksek benliğiniz, bu hayatınızda azami deneyim için nereye girmeniz gerekiyorsa sizi oraya yönlendirecektir, buna güvenmenizi isterim.
Birçoğunuz için zorluk nedeni olan bir diğer hat da bilgelik hattıdır. Bu hattı dengelemek için bir entelektüel olmanız gerekmez, çünkü bilgelik dengesinin biriktirmek için ömür tükettiğiniz bilgi birikimiyle hiçbir ilgisi yoktur. Depolanmış bilgi, sadece bu hayatınızda ne kadar beyin gücü tezahür ettireceğiniz hakkında önceden verdiğiniz karara dayanır. Gerçek bilgelik, her bireyin kendi gerçeğini kendi görüş açısından sunduğunu içsel olarak bilmektir. Bilge bunu karşı koymaksızın kabul eder ve kendi görüşünü savunma ya da başkasınınkini çürütme gereksinimi duymaz. Bilgeliğiniz dengede olduğu zaman başkaları tarafından tehdit edildiğinizi düşünmezsiniz. Bilgelik kitaplardaki sözler ya da bilgilerle deneyimlenemez, yaşanması gerekir. O, şu anda neyin sizin için uygun olduğu hakkındaki iç sezginizdir. Sizin için doğru olanın herkes için de doğru olması gerektiğini, işinizin bu gerçeği herkese açıklamak olduğunu düşündüğünüz sürece sorumlu davranmıyorsunuz demektir.
Sorumluluk dediğimiz hat üzerinde de konuşmak istiyorum. Size hayatınızdan ve onun içinde olup biten her şeyden sorumlu olduğunuz söylenir, başkalarına zarar vermekten de sorumlu olduğunuz öğretilir. Benim sözünü ettiğim bu tür sorumluluk değil. Siz rastgele, karmakarışık kalıplar içinde hareket etmiyor, birleştirici, heyecan verici ve yayılıp genişleyen bir güç modeli içinde hareket ediyorsunuz. Sözünü ettiğim sorumluluk işte bunu idrak etmektir. Sorumluluk hattının iki yanı var, bir yanı hayatta hiçbir sorumluluk taşımaksızın amaçsızca dolaşan kişiyi temsil eder, diğeri ise her şey için sorumluluk duyan kişiyi temsil eder. Her ikisi de dengeden yoksundur. Yeni seçimler yapmanız gerektiğini nasıl bilirsiniz? Hayatınızın bazı yanlarının size ya da başkalarına yararlı olmadığını gördüğünüz zaman. Bu durumda hangi yeni seçimlerin söz konusu dengeyi sağlayacağını fark etmekten siz sorumlusunuz. Fakat genellikle yapılan bu değildir, eski yaşam modeline devamı haklı kılacak nedenler bulmaya ve bunun için başkalarını suçlamaya çalışırsınız. Hayatınızla ilgili değerlendirmeyi yapmaya başladığınız, değişiklik yapmanın gerekliliğini gördüğünüz ve o değişikliği yapmak için içinize yöneldiğiniz zaman gelişme ve büyüme gerçekleşecektir.
Sözünü etmek istediğim bir başka hat da tezahür dünyasındaki güce ait olanıdır. Kimileri bir zorlukla karşılaştıklarında cesaretlerini yitirip bunalıma düşerler, kimileri de hiçbir terslik olmadığı yolunda sahte bir duyguya bürünme eğilimindedir. Bunlar fizik dünyada güç ve güçsüzlük olarak tezahür eden alanlardır. Bir bunalım yaşadığınızda, bu halin sahip olduğunuz ama kullanmadığınız güçten ileri geldiğini idrak ederseniz denge sağlanabilir. Öte yandan bunalım derin değişimlerin gerçekleşmek üzere olduğunu gösteren bir işaret olabilir. Kendinizi en rahat hissettiğiniz değişimler mutlu ve hoş olanlardır. Ama içinde yalnızca hoş değişimlerin yer aldığı bir hayat yaşasaydınız sanırım bundan usanırdınız. Size hoş gelmeyen değişimler sizi yeni alanlara daha süratli ulaştırırlar. Madde aleminde hayatı heyecan verici kılan da o güç hatlarının dengeye kavuşturulmasıdır. Dengeye ulaşmak demek, tüm duyumları incelemek ve kendinizden gizlemiş olduğunuz cesaret ve yetenek kaynaklarına sahip olduğunuzu keşfetmek demektir. Bu keşifle birlikte, tezahür dünyasında rahmet ve güzellik içinde hareket etmek için gerekli güç akıp gelir. Şimdi sorularınızı bekliyorum.
Soru- Neden 12 hat olduğunu söylüyorsunuz?
Bartholomew- Size yedi çakra olduğu söylenmiştir. Aynı görüşteyim, ama beş tane daha var, size anlattıklarım da bu beşe ait olanlardır. Siz onlara çakralar diyorsunuz, bense hatlar (ışınlar) diyorum. Yedi çakranın ya da hattın bedende en kolay gözlemlendiği yer omurga bölgeleridir. Onların en çok farkında olduğunuz zamansa gücün onların arasından aktığı zamandır. Bu yedi çakra, hayatta kalma ve cinsellik, denge, duygu, kalp, irade, durugörü ve üstün bilinç haliyle ilgilidir. Aslında siz on iki güç noktası içeren bir enerji alanısınız. Hatlar dengede olduğu zaman uyum içinde olursunuz. Onlar bir kez dengelendiğinde ve dünya katını terk ettiğinizde size yeni hatlar (çakra) ilave edilir, yani ilave enerjiler alırsınız. Kendi deneyimlerime dayanarak bu durumda mutluluğun katmerlendiğini söyleyebilirim. Bir sonraki on iki enerji hattını dengelediğiniz zaman hissedeceğiniz gücü ve sevinci bir düşünün. Fakat on iki enerji hattı dengelenmeden dünyayı terk edemezsiniz, onlar dengelenmeden size ilave olarak on iki hat daha verildiğinde meydana gelecek kaosu hayal edebiliyor musunuz? Onlarla baş edemez, tehlikeli bir varlık olurdunuz, sadece kendiniz için değil başka varlıklar için de!
Sözünü ettiğim beş ilave çakra ya da enerji hattı hareketlidir. Örneğin sorumluluk gücü ve diğer güçler, kendilerine oranla daha sabit durumdaki yedi çakranın içinden geçerek onları faaliyete geçirir. Sürekli devinim halindedirler ve yedi çakranın düz hat modeline uymazlar. Bu güçler devinirken çeşitli kısımlarınızı harekete geçirebilir ve onlarla karşılıklı etkileşim içine girebilirler. Örneğin, hayatta kalma çakrasıyla (kök çakra) güven çakrası sırayla birbirlerini dengelerler. Böylece enerji hatları ve merkezler enerjilerinizi dengelemenizde size birçok fırsat sunarlar.
Bana sık sık bu dünyanın illüzyon olup olmadığı sorulur. Güç hatlarının işleviyle yaratmış olduklarınızın bir kısmı ve egonuz kalıcı değildir, kalıcı olmayansa illüzyondur. Kötü ana-babalar olarak çocuklarınız için yarattığınız ıstıraplar kalıcı değildir, dolayısıyla illüzyondur. İllüzyonla gerçek arasındaki fark, gerçeğin asla son bulmamasıdır, illüzyonsa tezahür eder, forma bürünür ama sonunda kaybolur. Hepiniz bir Cevher’den meydana geldiniz, öyleyse birçok olarak algıladıklarınız illüzyondur. Güç hatları ebedidir, bu dünyadan değildir, formla herhangi bir ilişkileri yoktur. Onlar Kaynaktan çıkarlar, daima sizinle birliktedirler, formla birleşmenize yardımcı olurlar. Siz forma can verir, onu ateşlersiniz, form ölür ama enerji hattının gücü asla ölmez. Şimdi sahip olduğunuz illüzyoni düşünce ve duyguların sonsuza dek sürmeyecek olması sizi memnun ediyor mu? Dün, modelinizin bir bölümü olarak zaten geçip gitmiştir, o doğmuş, sizin gücünüzle canlandırılmış sonra da ölmüştür, ama gücünüz kalıcıdır, kaybolan formdur.
Dünyadaki en saçma öğreti ebedi ceza öğretisidir. Bu yaratılışa yapılan en büyük aşağılama ve haksızlıktır ve kesinlikle doğru değildir, ama psişenize muazzam bir korku yüklemiştir. Ne yaratmış olursanız olun, güç (enerji) onu bir kez terk ettiğinde form yok olur ve siz bir sonraki kuşağa karşı sorumlu olmazsınız. Güç hatlarınızı dengelemek için elinizden gelenin en iyisini yapın ve aynı hakkı başkalarına da tanıyın. Ne siz ne de onlar rastgele hareket etmektesiniz. Çocuklarınız sizi ana-baba olarak seçmişlerdir, çünkü belirli hatlarınızı dengeleme mücadeleniz tam da onların gereksinim duydukları bir er meydanıdır! Bu rastgele bir evren değildir. Özgürlük, yarattığınız illüzyonların ölümlü olduğunu bilmenizdir, güç hatlarının mucizesi ise sonsuzluk dediğiniz şeydir. Denge öte dünyaya götüreceğiniz şeydir, o dengeden yeni bir hayat oluşur. İllüzyon ölür, sadece Gerçek kalır. (Sayfa: 117-129)
GELİŞMİŞ ENERJİ ALANLARI ( 13 Ocak 1985 – Albuquerque, New Mexico )
Değişmeniz ve farkındalığınızın artması için dünyaya gönderilen enerjide muazzam miktarlarda artış olmuştur. Siz ona yeni çağ diyorsunuz, bizse gelişmiş enerji alanları diyoruz. Gelişmiş enerji alanlarının zor yanı onların ne içerdiğini bilmemenizdir, eğer bilseydiniz onlar gelişmiş enerji alanları olmaz, tanıdığınız, deneyimlediğiniz alanlara benzerlerdi. Gelişmiş enerji alanları (yüksek alemler), birkaç bin yıldır yapmakta oldukları şeyleri eskisinden farklı biçimde yapmaları için insanlara çağrıda bulunuyor. Bunun anlamı, her birinizin bu enerji için kendinize özgü yeni yollar açmanızdır. Şimdi pek çoğunuz muazzam bir enerjiyle yüklendiğinizi hissediyorsunuz, belki şaşkınlık ve yılgınlık duyuyor fakat nedenini anlamıyorsunuz. Hayatınızın normal akışı içinde uzun bir süredir normal olan şeyler artık değişmektedir, ilişkiler, işler, hatta dünyada hareket gitgide zorlaşıyor.
Daha yüksek bilinç hali için çağrıda bulundunuz, biz de çağrınıza uyup yüksek enerji alanlarını dünyaya yönlendirdik. Ama şu anki bedenleriniz sarsılmadan bu enerjilerle bütünleşecek olanaklara sahip değil. Uzun süredir meditasyon yapanlar sakin bir şekilde oturamadıklarını fark ediyorlar, her şey vızıldamaya, uğuldamaya başlıyor, kendilerini sinirli ve rahatsız hissediyorlar. İnsanların bu huzursuzluğu fiziksel yollardan gidermeye çalıştıklarını görüyorum, fakat yaptıkları hiçbir şey sonuç vermiyor. Yeni enerji sahneye girdiğinde farkındalığın tetik noktalarına çarparak bedeni sarsıyor, ama siz bu noktaları kapatmışsınız. Dünyanın her tarafında insanlar artan enerjiye kendi tarzlarında tepki veriyor, onunla nasıl baş edeceklerini bilemiyorlar. Yeni güç çok şeyi değiştirecek, hava koşullarından tutun da gündelik yaşamdaki tepkilerinize kadar her şeyi!
Dostlarım, bu yeni enerjiyle doğru ilişki içinde olmanın bir yolunu bulmak zorundasınız, yoksa önemsediğiniz kimse ve şeyler konusunda hayli havai ve maymun iştahlı pozisyonlara düşebilirsiniz. Enerji giderek güçlenecek ve ona kayıtsız kalmanıza izin vermeyecek. Sizden istediğim, kendinizi inceleme (nefis murakabesi) yeteneğini öne çıkarmanızdır. Güç artmaya devam ederken kendinizi incelemeden yaratıcı ve dinamik biçimde yaşamanın yollarını bulamazsınız. Şunu bilin ki farkındalık alanınıza giren her zorluk sizin aynanızdır. Tüm insanları ve olayları, bilincinizin henüz berrak bir şekilde görmeyi istemediğiniz kısımlarını size göstersinler diye hayatlarınıza kendiniz dahil ettiniz.
Eğer başkaları hakkında hüküm verirseniz, ruhunuzun bir tarafında kendi aleyhinize hüküm vermiş olursunuz, işte kendinizde incelemeniz gereken yer bu yerdir. İçinizde bir tarafınız üstünlük hissetmekte, bunu da başkalarını yargılayarak gerçekleştirmektedir. Başkalarını yargıladığınız zaman ne yaptığınızı iyi anlayın, dünyanın değer ölçülerine göre değil kendi değer ölçülerinize göre daha yüksekte durmak için bir başkasının ensesine basıyorsunuz! Yargılama sahip olduğunuz en ayrılık yaratıcı, en bölücü niteliktir, çünkü o ne pahasına olursa olsun kendinin daha iyi olduğunu kanıtlama arzusundadır. Aslında hepinizin yapmaya çalıştığı şey kendini eşit hissetmektir, çünkü daha iyi olduğunuzu bilseydiniz tezahür ettireceğiniz nitelik şefkat ve merhamet olurdu. Yargılama asla şifa verici bir nitelik değildir, yargı katildir!
Eğer yargılayan biriyseniz şefkatli ve merhametli olamazsınız, çünkü ikisi birarada olamaz. Eğer merhametliyseniz yargılayamazsınız, çünkü şefkat gözüyle baktığınızda karşınızdakinin o anda başka türlü davranamayacağını bilirsiniz. Kendi kurallarınızı onlara empoze edemezsiniz. Sevgi eksikliği de yargının bir başka ifadesidir. Bu eksiklik enerjinizi alır ve onu kendi üstüne kapatır. Enerji iki şey yapar, ya genişler ya da büzülür, ya dışarı açılır ya da içeri doğru çöker. Yargılamanın neden olduğu içeri çöküşle tüm gücü içinize hapsetmiş olursunuz.
Birazcık yalan, birazcık hırsızlık, birazcık hile zararsız diye düşünüyorsunuz. Ama zararı var, çünkü bu eylemler içte kalarak sizi sessizce kemiriyor. Bu yüzden kendi içinizdeki gölgeye bakmaktan kurtulmak için başkalarının içindeki gölgeleri dilinize doluyorsunuz. Uzun zamandır daha çok enerji isteyip duruyordunuz, işte şimdi enerji hazır. Önünüzdeki on yıl içinde yargının bilincinizin katili olduğunu idrak edemezseniz bu enerjiden yararlanamayacaksınız. Bu yüzden bütünlüğünüzle bağlantıya geçemiyorsunuz, ikiniz arasında yargı bir gölge gibi duruyor.
Zaaflarınızı gerçekten bilirseniz süreç onları halletmeye başlar. Kendi başınıza bir şey yapamazsınız, görünmeyen alemlerden yardım isteyin. Dua da harikulade bir vasıtadır, içinizdeki gölgelerden kurtulmak için sürekli dua etmenizin çok yardımı olur. O zaman tüm evren size gelir ve çözümü göstermeye başlar. Gölgeleri gün ışığına çıkarmaya gayret edin, eninde sonunda dağılacaklardır. Gölgelerinizden saklanmanız, kendinizle kavga etmeniz demektir. Kendinizi görmeye çalışmanız ise kendinizden yana olmaktır. Yapmanız gereken tek şey uyanmaktır. Uyanmak ise arkanızda sakladığınız her şeyi oradan alıp göz önüne koymaktır. (Sayfa: 130-143)
AN’I YAŞAMAK ( 11 Mart 1979 – Socorro, New Mexico )
Soru- Birbiriyle çelişen şu iki beyan üzerinde bir şeyler söyler misiniz? “Bir gurunuz olması yararlıdır”, “Gücünüzü bir başkasına teslim etmeyin”
Bartholomew- Eğer gurunuz kendinizi aciz, zayıf hissetmenize ya da çaresiz kalmanıza sebep oluyorsa kendinizi kime teslim ettiğinizi bir kez daha gözden geçirmenizi öneririm. Bu ilişkinin nasıl geliştiğini dikkatli biçimde izlemek öğrencinin sorumluluğundadır. Eğer bu ilişki, hayatın önemsiz ayrıntıları için tam bağımlı olma ya da dayanma haline dönüşüyorsa kaynağı sorgulamanız gerekir. Öte yandan kendi içsel güçlerinizi geliştirmeniz, farkındalığın ne olduğunu keşfetmeniz için devamlı kendinize döndürülüyorsanız gerçek bir öğretmenin titreşim kalıbı içinde olduğunuzu söyleyebilirim. Kendinize yardım etmeyi öğrendiğinizde yararsız olanı bıraktığınızı fark edeceksiniz.
Soru- Denge niçin bu kadar önemli?
Bartholomew- Ciddi bir denge eksikliğiyle engellenmediğiniz zaman özgürlüğe doğru hamle yapmak daha kolaydır. Eğer duygusal ya da zihinsel yetilerinizden birini sürekli olarak diğerinden daha fazla kullanıyorsanız dengenizin tam olmadığını bilin. Günümüzde erkeğin entelektüel, kadınınsa duygusal bir kişiliğe sahip olduğu yolundaki inanç yüzünden böyle olmaya adeta teşvik edilmişsiniz. Bu inanç yapısı entelektüel ya da duygusal bir alandan diğerine kolayca geçişinizi engeller. Oysa iyi dengelenmiş bir kişi bu iki niteliği de elinde bulundurmalıdır. Derin ve anlayışlı bir gönülle sevebildiği kadar, aşırı duygusallıktan olduğu gibi entelektüel aşırılıktan da uzak durmalıdır.
Soru- Birşeye bağımlı olmaktan nasıl kurtulabiliriz?
Bartholomew- Bunu bir örnekle anlatalım: Diyelim ki tüm gün çalıştıktan sonra arabayla evinize dönüyorsunuz. Önünüzdeki sürücü trafik kurallarına aldırmadan araba kullanıyor ve sizi yolunuzdan alıkoyuyor. İşte sizi bağımlılıktan kurtaracak bir fırsat! İlk hissedeceğiniz şey bir öfke dalgasıdır, öfke bedende belirgin biçimde dolaşmaktadır. Bu aşamada öfke dalgasını durduramazsınız, bunun zararı yok. Fakat ikinci yaptığınız çok önemli! Onu hissettiğiniz anda “Bu öfkedir” deyin, duyguyu zihninizde isimlendirin. Açıklığa kavuşturmanız gereken şey, öfkenin ve öfke halinde bir kimsenin mevcut olduğudur. “Öfkeliyim” demeyin, bu sizi öfkeyle bir eder, fakat “Bu öfkedir” derseniz onu kendinizden ayırmış olursunuz. Bir sonraki adım kararınızı vermenizdir, karar verebilir olduğunuzu kısa zamanda keşfedeceksiniz. Bu da size bağımlılıktan uzak kalmanın ve tarafsız olmanın yolunu gösterecektir. Eğer tepkileriniz kontrol edemeyeceğiniz bir güç olsaydı onlar hakkında karar verme gücünde olmazdınız. Kısa zamanda anlarsınız ki duygularınız ve siz bir değilsiniz, işte bu noktada öfkelenmemeyi seçersiniz. Aksi takdirde aynı öfke kasetini çalar durursunuz, ama hiçbir işe yaramaz!
Öfke anında şimdi’de olmanız çok önemlidir. Eğer dikkatiniz şimdi’de değilse bu işinizi çok zorlaştırır, çünkü o duygu ve ona tepkiniz o kadar süratle üstünüze gelir ki alıştığınız eski tarzda davranırsınız. Tüm bunlar çabucak oluverir, bir an’da kurtulabilir ya da bir an’da yakalanabilirsiniz. İşte bu yüzden özgür olma fırsatı yaratmak için her an bulunduğunuz yerde olmanız gerekir.
Soru- Nesnelere ya da arzulara bağımlı olmaktan nasıl kurtulabiliriz?
Bartholomew- Önce bağımlı olduğunuz şeyden neden kurtulmak istediğinizi kendinize sorun. Bağımlı olduğunuz şeyden kurtulmanın önemli ve gerekli olduğuna inanmanız hayati bir önem taşır. Bir şeye bağımlı olmanın bir değer taşıdığını hissettiğiniz sürece ondan kurtulmak istemeyeceksiniz. Kendinize karşı savaşamazsınız, bağımlı kalmayı hala istediğiniz şeyden kendinizi kurtaramazsınız. Bu yüzden önce o şeye bağımlı olduğunuz gerçeğini kabul etmelisiniz. Sonra bağımlı olduğunuz şeyden kurtulduğunuzda ne kaybedip ne kazanacağınızı düşünün. Burada önemli olan bağımlılığın ardında yatan şeyin bir boşluk, ayrılık, eksiklik duygusu olduğunu fark etmektir. Bu boşluğu doldurmak için kendinizi bir kimseye ya da bir nesneye bağlamaya çalışmak sağlıklı ve özgürleştirici bir hayat biçimi değildir. Bunu fark ettiğinizde bağımlılıktan kurtuluş sürecini başlatmış olursunuz. İlk adım bağımlılıklardan kurtulmanın değerini bilmektir. Bir sonraki adım farkındalığı en önemli aracınız olarak kullanmaktır, farkındalık sayesinde kim olduğunuzu kendinize hatırlatır, öz varlığınıza ve özgürlüğünüze aykırı her tür illüzyona bağımlılıktan kurtulursunuz.
Soru- Öyle görünüyor ki arzunun giderilmesi en başta arzularımıza dikkat etmekle gerçekleşiyor. Dikkat etmek, bağımlı olmayışı ve teslimiyeti uygulamak mıdır?
Bartholomew- Yanıt sorunun içindedir, çünkü siz ancak an içinde dikkat edebilirsiniz, an içindeyken orada sadece siz varsınız, sizden başka hiçbir şey yoktur. Ayrılık an içinde mevcut olamaz, an’da sadece siz ve sizi çevreleyen vardır, eğer dikkat ederseniz onun ne olduğunu bileceksiniz. Demek ki sonuçta dikkat esastır. İnsan teslimiyeti dikkat bağlamında nasıl düşünür? Peki siz kime teslim oluyorsunuz? O an’da bir olan Yaradan’a teslim oluyorsunuz. Bir kez teslim olup sonra bunu olup bitmiş bir iş sayamazsınız. Teslimiyet her an o Yüceliğe uyumlanmış bir var oluş halidir. Yüceliğe uyumlanmış halde kalmak için Yüceliğin olduğu yerde olmalısınız. Peki o nerededir? O burada, an’dadır. Aslında geçmiş ve gelecek diye bir şey mevcut olmadığı için sadece şimdi vardır, ona katılmanız için şimdi burada olmanız gerekir.
İnsanlar başkalarını, olayları, hatta kendi duygularını kontrol etmek istedikleri zaman geçmiş olaylara ya da gelecekle ilgili arzulara güvenmek zorundadır. Kontrol etmeye çalışmayın, serbest bırakın! Serbest bırakışla birlikte an’ın huzur, bilgi ve özgürlüğü gelecektir, çünkü bilebileceğiniz şey sadece şimdi önünüzde olandır. O doğmaktır, o ölmektir ve ikisi arasındaki her şeydir. Bütünlük ise an’ın sürmesidir. (Sayfa: 147-158)
KALBİ AÇMAK ( 11 Kasım 1980 – Socorro, New Mexico )
Spiritüel arayışla ilgili sorunlardan biri de şudur: Arayış öylesine aklileşebilir, öylesine entelektüelleşebilir ki size en çok yardımcı olacak bir nitelik bu arada yitirilebilir. Bu nitelik sevebilme yeteneğidir. Bazıları bana sevmek istediklerini, ama nasıl seveceklerini bilmediklerini söylüyor. İnsanlar çok basit bir şeyi unutuyorlar, unuttukları şey insan bilincinin temel niteliğinin sevgi olduğudur. Sevginin üzerinde oynaşan gelip geçici olgular aslında gölgeden öte bir şey değildir. Ama onları gerçek olarak kabul ettiğinizden gölgeler sizi aşırı derecede meşgul ederler, böylece sevgi dikkatinizden kaçar. İnsanoğlu bu nedenle sevmeyi bilemediğini söyler, oysa nasıl seveceğinizi kesinlikle bilirsiniz, ama onu bilmediğinize inanırsınız. Bu çağda her şeyin size öğretilmesi gerekiyor, ama sevgiyi size kim öğretecek? Saçma! Sevgiyi öğretmesi için kimi bulacaksınız?
Hiç kimsenin nasıl seveceğini öğrenmeye ihtiyacı yoktur. İhtiyacınız olan şey korkularınızı geride bırakmaktır. Korkularınız çekip gittiğinde sevgi orada hazırdır, çünkü sevgi ve korku bir arada bulunamaz. Bir tencere sevgi pişirip ikram edemezsiniz, o daima sizinle beraber olan en değerli malınızdır. Korkuya gelince, o doğal duygularınızı alıp sıkıştırır, sıkıştırma belli bir noktaya varınca sevgi verme düşüncesi bile bedeninizin kasılmasına neden olur. Boğazınızda, midenizde ve göğsünüzde bunu hissedersiniz. Sevgi ifade eden şeyler söylemeye can atarsınız, ama kasılır kalırsınız, işte bu korkudur.
Meditasyon yapanların kalp bölgesinde konsantre olmaları çok önemlidir. Enerjinin o merkeze gitmediğini sakın düşünmeyin, orada bir şeylerin hareket ettiğini deneyimlemeye istekli olun. Meditasyonda sakinleştiğiniz ölçüde kalp merkezinde bu hissi güçlü şekilde duyabilir, hafif bir sıcaklık hissetmeye başlayabilirsiniz. Burada devinim ısı enerjisi olarak algılanır. Bu enerji sizi biraz ısıtmaya başladığında kalp merkezinin bilinç alanınıza çıktığını anlayacaksınız.
Sevgi denen duygu gelip geçici bir heyecan değildir, kendinizi iyi hissettiğiniz zaman sevecen olduğunuz bir duygu da değildir. Benim sözünü ettiğim sevgi böyle bir sevgi değil, ben uçsuz bucaksız enginde gözlemlenen enerji alanından söz ediyorum. Işıldayarak akan, devinen parlak pembe ışıktan. O içinizden akar ve kendinizi iyi hissetmenizi sağlar, akarken kalp merkezinden geçerek gideceği yere gider. Sevgi zihninizde evirip çevirdiğiniz, duygusal bedeninizde kullanıp yönlendirdiğiniz, bir musluk gibi açıp kapadığınız bir şey değildir. Sevgi dalga dalga gelen, içinizde hareket eden, dışınıza doğru ışın halinde yayılan ve her şeyi değiştiren bir enerjidir. Fizik yapınız içinde tayfın tüm renkleri yer almıştır. Çakralarınızın her biri farklı bir renk yayar, tıpkı prizmanın tayfı meydana çıkarıp yayması gibi. Hepsi ayrı bir nitelik taşır, insan onlarla ışıl ışıl ışıldar. Hepsi devinim halindedir, dinamiktir, canlıdır ve nabız gibi atar.
Bir alıştırma yapmanız beni çok memnun ederdi: Sakinleşin ve pembe renk üzerinde konsantre olun. Onun kalp merkezine dolduğunu hissedin ve ışıkla bir olun. Yürürken, otururken, konuşurken onu hissedin, ona sarılıp yatın. Birdenbire canlanmaya başlayacak, sabah mutluluk içinde uyanacaksınız.
Başkalarının sizi sevmesi için uğraşmanız doğal değildir, sizi sevmek onların sorumluluğu değildir, kendinizi sevmeniz sizin sorumluluğunuzdur. Bunu söylerken kendini beğenmişliği kastetmiyorum, çünkü ego kendinizi beğenmenizden çok hoşlanır. Benim söylemek istediğim başka bir şey, kendinizi sevmediğiniz sürece başkalarını da sevemezsiniz. Tekrar ediyorum, işe başka birini sevmeye karar vermekle başlamayın, sevmeye karar vereceğiniz kişi kendinizsiniz!
Soru- Sevgi sürecine yardımcı olması için kullanabileceğimiz bir mantra var mı?
Bartholomew- Eğer size bir mantra verecek olursam işi zihinsel bir işlem haline getirmiş olurum, işe yarayan herşey kullanılabilir. Ama sözcüklerle ilgili sorun şu ki, onlar işi bir deneyim süreci olmaktan ziyade zihinsel bir alıştırma haline getirebilirler. Siz enerji üreteçlerinden başka bir şey değilsiniz, ne tür enerji üreteceğiniz size kalmıştır. Eğer üretileni kontrol edemeyecek olursanız, üreteceğiniz enerjinin türünü dışınızdaki dünya belirleyecektir. En büyük yardımın içinize yönelip oradaki sevgiyi hissetmeye başlamak olduğunu düşünüyorum. O sessizdir, gizlidir, ama ne kadar çok ararsanız yüzünü o kadar çok gösterecektir. Aradığınızı bulacaksınız, o sizi ısıtacaktır, hatta enerjiyi yeterince hızlı hareket ettirirseniz bedeninizi ateş bastığını hissedebilirsiniz. Sakın paniğe kapılmayın, soğuk bir duşa ihtiyacınız olduğunu da düşünmeyin, bırakın olan olsun.
Soru- Gerçek doğamız sevgi olduğuna göre biz onu yaşamış fakat yanlış tanımlamış olabilir miyiz?
Bartholomew- Sevginin iki fiziksel tezahürü, bir duyumu, bir de güzel kokusu vardır. Derin meditasyon yapanlar zaman zaman gül, menekşe ya da bilinmeyen çeşitli güzel kokulara garkolurlar. Bir keresinde böyle kokular duyan bir kadın tütsü yakıldığını düşünerek evin köşe bucağını aramış, bunun kendiliğinden tezahür eden bir aroma olduğuna inanamamıştır. Büyük avatarlardan çoğu kendilerine özgü bir koku yayarlardı. Eğer derin bir farkındalık halindeyseniz bazen çiçek kokuları duyabilirsiniz. Kimi zaman bir çocuk gibi yüreklendirilmeye itiyacınız olduğunda size bir armağan yollarız, koku da bu armağanlardan biridir. Bazen çakıp sönen bir ışık, bir vizyon, bir anlayış anı şeklinde gelen işaretler sizi yüreklendirmek için verdiğimiz armağanlardır. Hatta bazen insanları yüreklendirmek için konuşan hayaletler bile (benim gibi !) göndeririz. Armağanların anlamı yürüyün, ilerleyin, durmayın demektir! (Sayfa: 159-174)
MEDİTASYON ( 24 Ocak 1982 – Albuquerque, New Mexico )
Soru- Meditasyon uygulamasına eşlik eden olağandışı belirtiler hakkında konuşur musunuz?
Bartholomew- Kimi kişilerin bedenleri meditasyona kolaylıkla yanıt verir. Ama söz konusu belirtiler başınıza gelmemişse kendinizi başarısızlığa uğramış gibi hissetmemelisiniz. Derin meditasyona girenler yan etki olarak fiziksel bazı sorunlarının iyileştiğini görürler. Beden sakinleştikçe aura alanınıza başka tipte enerjiler çekmeye başlarsınız, bu enerjiler bedeninize çarptıkça çeşitli deneyimler yaşarsınız. Bu deneyimlerden biri vizyondur. İki tür vizyon vardır, sizi mutlu edenler ve korkutanlar. İster Rahmani, ister şeytani olsun her vizyonun arkasında dikkatinizi çekmek isteyen bir şey vardır. Bu genellikle kurtulmak üzere bilinç alanınıza getirmeye çalıştığınız kendi hakkınızdaki bir imajdır. Örneğin, karabasan gibi negatif bir rüya veya vizyon gördüğünüz zaman korku üzerinize çullanır. Bunlar bilinç alanına çıkarılması gereken bilinçaltı karabasanlardır. Bu durumda çoğunuzun yaptığı şey ondan kaçmaktır, oysa kaçmamalısınız. Eğer sürekli sizi korkutan rüyalar görüyorsanız, bilin ki yüksek benliğiniz çözümlenmemiş bazı duygu ve düşünce kalıplarına dikkatinizi çekmektedir. Bedeniniz meditasyona yanıt verirken şu tür belirtiler meydana gelebilir. Kulaklarınızda çınlamalar, bedeninizde şiddetli ve ani bir çekiliş ya da aşırı enerji yüzünden sarsıntılar hissedebilirsiniz. Bu durumda korkmamanız, aksine enerjiyle hemhal olmanız gerekir. Kulaklarınız çınlamış, fizik dünya biraz bulanıklaşmışsa bundan ne çıkar?
Soru- Aydınlanmış varlıklar seçimlerini bilinçli mi yaparlar?
Bartholomew- Tümüyle aydınlanmış bir varlık hiçbir seçim yapmaz, çünkü o biriyle diğeri arasında hiçbir fark görmez, yani tercih yapmaz. Aydınlanmış olan bilir ki seçimlerin hepsi birdir, kendinin hangi taraf ya da konumda olduğunun hiç önemi yoktur. Aydınlanmış varlığın hayatı seçimsiz bir hayattır. Teslim olmuş varlığın aleminde öyle bir huzur ve sükun duygusu vardır ki, gerçekten tarifin ötesindedir. (Sayfa: 175-189)
AZİZ FRANCİS’İN MESAJI (19 Aralık 1982 – Albuquerque, New Mexico)
Assisili Aziz Francis gençliğinde sizdeki tüm ihtiraslara sahipti. Aynı hırsa, aynı tamaha, popüler olmaya, içki, kadın ve eğlenceye düşkündü. Ama mutluluk ve haz vermediğini fark edince onlara düşkünlüğü daha da arttı, daha çok içmeye, daha çok günah işlemeye başladı. Ama bu günah düşkünlüğü içinde bilincinin yenmek zorunda olduğu engellerin iyice farkına vardı.
Sonunda Francis ölüm gerçeğiyle yüzleşmeye karar verdi. Güçlü bir hastalık seçti, ölüm derecesinde hastalandığında geçirdiği hummanın şiddetinden zihnindeki sınırlayıcı duvarlar yıkılıverdi ve bir anlayışa ulaştı. Tanrıyı nasıl sevebileceğini düşünmeye başladı. Eğer Tanrıyı sevmenin bir yolunu bulamayacaksa ölmesi en iyi çözümdü! Günlerce mücadele etti, ateşi iyice yükselmiş, umutsuzluğu artmıştı. Bir sabah şafak sökerken penceresinde bir kuş sesi işitti. Kuşun şarkısında bir güç vardı, birdenbire bir şeyi idrak etti. Tanrıyı sevmenin tek yolu her şeyde onun sesini duymaktı, kuşun cıvıltısında, delinin çığlığında, cüzzamlının çaresizliğinde ve aşıkların kucaklaşmasında hep Tanrı vardı. Evet, Tanrıyı sevmenin yolu buydu, her şeyi sevmek. Artık duyduğu seslerle Tanrının sesi arasında fark olmadığını anlamıştı, bu sesler O’nun sesiydi. Tanrıyı hem kendinden hem de hayattan ayırmakla yanlış yapmıştı. Bunu bir daha asla unutmadı.
“Kilisemi yeniden inşa et” emrini veren sesi duyduğu zaman hiç duraklamadı, Papadan bile izin almadı ve hemen işe koyuldu, çünkü inşa edeceği kilise bir yapı değil yeni bir anlayıştı. Rüzgar kardeşten, gök kardeşten söz ederek dolaşması garipseniyordu. Yağmur, çamur onun dostuydu, çünkü onlar da Tanrıdandı. İnsanlar ölüm ve açlıktan korkmadığını görünce çok cesur olduğunu söylediler, şöyle yanıt verdi: “Ölüm ve ben aynı şeyken ölümden nasıl korkabilirim?” İnsanlar bu sözleri onun alçakgönüllülüğüne ve kutsallığına yordular. Ama Francis kendini ne alçakgönüllü ne de kutsal olarak görüyordu, kendini her şey olarak, aynı zamanda hiçbir şey olarak görüyordu!
Tüm duaları bir tek şey içindi, İsa’nın çarmıhta çektiği acıları paylaşmak! Aynı acıları çekmezse hayatının bir anlamı olmayacağını düşünüyor, İsa’nın çarmıhta aldığı yara izlerinin bedeninde belirmesi için her gün dua ediyordu. O günlerde stigmata denilen bu yara izlerini kutsallığına bir kanıt olarak değil, kalbinin İsa’nın kalbiyle bir olması için istiyordu. Bir dağ başında oruç ve dua ile geçirdiği günlerden birinde yara izleri belirmeye başladı. Sonsuzdan akan enerji Francis’in kararlılığını görüp dileğini yerine getirmişti. Francis bununla da yetinmemiş, yaraları ömrünün sonuna kadar taşımayı dilemişti. O günlerin sağlık koşullarında bu yaraları sürekli taşımak çok tehlikeliydi, ama Francis aldırmıyordu.
Kısa zamanda etrafına toplanan gençler yüzünden hayatı tehlikeye girmişti. Ana-babalar en değerli oğullarının bir “serserinin” peşine takılıp gitmesini hazmedemiyorlardı. Francis kendini değil, ama kardeşlerini tehlikeden korumak için Papaya gidip resmi bir tarikat olarak icazet almanın artık şart olduğunu anladı. Papa bu adamdaki kutsallığı görünce istediği izni vermek zorunda kaldı. Daha sonra bir dağ başına çekilen Francis etrafına toplananlara bildiklerini öğretmeye başladı. İnsanlar onun vaazlarını dinlemekten çok kutsal yaralarıyla ilgileniyor, açık yaraları avuçluyorlardı, azizin mikrop kapması işten bile değildi. Talebeleri kendini halktan tecrit etmesi gerektiğini söylediklerinde şöyle dedi: “Tanrı bu yaraları sırf benim için vermedi, ya onları halkla paylaşırım ya da hiçbir anlamları kalmaz” Francis haklıydı, başkalarına hizmet etmeyi öğrenmedikçe hayatınız hiçbir değer taşımayacaktır.
Şimdi öykünün sonuna geliyoruz. Francis ölümün eşiğindeyken talebeleri ağlamaya başladılar, ona kalması için yalvardılar. Aziz niçin diye sordu, seni seviyoruz da ondan dediler. “Öyleyse çok şey öğrenmemişsiniz” dedi Francis ve ekledi “Bildiğinizi sanıyordum, her şey Bir’dir. Ölüm ve hayat Bir’dir. Tanrı eğer rüzgardaysa, ölümde de olmaz mı? Eğer tüm uzay doluysa, siz hiç boş olabilir misiniz? Eğer siz Bütünün parçasıysanız bir şey sizden nasıl alınabilir?” Ama talebeleri onun ne dediğini anlamadılar.
Eğer Francis stigmata işaretlerini çağırma gücüne sahipse, sizin de ışığı çağırma gücüne sahip olmanız gerekir. Eğer o bedeninin yoğun maddesini değiştirebiliyorsa, sizin de realitenizi değiştirme gücünüz vardır. Sahip olduğunuz en büyük güçlerden biri de zihninizdir. İşte Aziz Francis’den öğrenmenizi istediğim mesaj bu! (Sayfa: 190-201)
KUTSAL RUH (15 Aralık 1985 – Albuquerque, New Mexico)
Bana göre Kutsal Ruh, enerji alanınızla elektromanyetik bağlantısı olan inanılmayacak kadar engin bir güç kaynağıdır. Bedeninizde hücresel düzeyde elektromanyetik bir mıknatısınız var ki Kutsal Ruh’un gücü dediğimiz elektromanyetik alanla bağlantıdadır. Bu alanı harekete geçirecek olan da niyetinizdir.
Eğer Kutsal Ruhtan bir tür kalıp ve şekil olarak değil de enerji olarak söz edebilirsek, onunla ilgili önceden edinilmiş kavramlarınızın oluşturduğu engeli aşabiliriz, çünkü şekil dediğimiz anda başımız derde girmektedir. Şekil, hayatınızda önceden kestirilmesi mümkün olmayandır, o sizi tekrar tekrar düş kırıklığına uğratır. Şu halde, Kutsal Ruh dediğim zaman lütfen şekil üzerinde değil, biliş üzerinde durun. Zamanı, devinimi izleyerek devinimin var olduğunu, şeyleri hareket ettirdiğini ve bozup dağıttığını bilerek geçirin. Dünyanızın doğallığına bakın, farkındalığınızın endirekt aynalarından biri olarak o size hitap ediyor. Hepiniz çok sofistike oldunuz, doğallıktan çok uzaklaştınız. Sofistike olmanın dertlerinden biri de doğallığın inkarıdır. Bunların birbirlerinden ayrılmalarına gerek yok, ikisi arasında harika bir evlilik gerçekleşebilir. İçinizi kasvet bastığında dışarı çıkın, dinleyin, koklayın, duyumsayın, canlanın, katılın ve paylaşın. Tanrının var olduğunu ve her şeyin yolunda gittiğini fark ederek hayatınızın akışını değiştirebilirsiniz.
Yalıtılmışlıktan uzaklaşıp kendinizi her şeye açtığınızda Kutsal Ruh koklanabilir, işitilebilir ve deneyimlenebilir hale gelecektir. Acı içinde kasılıp büzülmüşken hissetmek zordur. Kendinizi yeterince hayata açtığınızda içinizde devinime geçen duygunun Kutsal Ruh olduğunu bilin. Hissetme niyetinizi ifade ettiğiniz anda gelecek olan bir enerji girdabıdır o. Kendinizi yanlı ve endişeli hissettiğiniz zaman zihninizi Kutsal Ruha çevirin, işte o zaman elektromanyetik bağlantıyı kurmuş olursunuz. Bir zorluğun içindeyken durun ve şöyle deyin. “Kutsal Ruhun inanılmaz iç huzurunu şimdi hissetmek istiyorum.” İşte bu niyet çekilen tetiktir. O seven, koruyan ve destekleyen enerji her zaman çevrenizde hazır beklemektedir. En kederli ve çaresiz anlarınızda bile, ağlarken bile aradığınız şey sizi çepeçevre sarmış haldedir. Eğer niyeti yeterince güçlüyse Kutsal Ruhla derin ilişkiye giremeyecek hiçbir kimse yoktur. Sizler yaratılmışlar aleminde en zor işlerden birini üstlenmiş durumdasınız. Evrendeki en yoğun gezegenlerden birinde Tanrı dediğiniz en ince ve uçucu enerji girdabını hissetme işini! İşte ben buna cesaret derim, gerçek şu ki tüm evrendeki en yiğitçe girişimlerden biridir bu! Onu onurlandırmanızı ve saygı göstermenizi istiyorum, başka hiçbir yerde bundan daha saygıdeğer bir çaba görmedim ben! (Sayfa: 202-215)