11.06.2009

---Alberth Pauchard---
SEVİNÇ VE GÜZELLİK ALEMLERİ

RUH VE MADDE YAYINLARI

ÇOCUKLAR ÜSTÜNE

Çocuklar burada Koruyucu Varlıkların yönetimi altında bir araya toplanmışlardır. Onlar için ayrılmış yerleri henüz ziyaret etmemiş olan biri, bana bu alemde çocukların olmadığını söyledi. Bunun mantıklı olduğunu da ekledi, çünkü ona göre çocukluk bir fiziki beden sorunuydu, bedenden ayrıldıktan sonra ruh yetişkin olduğu için çocukluktan da söz edilemezdi, bu elbette onun görüşü!
Ama hata yapıyordu, çünkü göksel vatana dönüş yolunda dünyevi yükleri taşıyan dünyevi bir varlık gibi olunur, yani insanlar belirli bir süre için dünyasal şuurlarını muhafaza ederler, ama Tanrı Evine döndükten sonra yaş diye bir şey yoktur, kolayca anlayabileceğiniz bir şeydir bu. Burada yaşlı birinin çabucak genç bir adam haline gelmesi hiç sorun değildir, yaşlılık ve çöküntü izleri kaybolur, gençleşilir. Çocuklar dünyevi hayatın ürünü oldukları sürece çocukturlar. Dünyaya dönüş yolunda ise, ruhlar yaşadığınız aleme yaklaştıkları ölçüde çocuklaşıyorlar, daha önce yaşadıkları bedenin yaşı hiç önemli değil. Oraya yeni bir enkarnasyon için dönmeden önce hepsi Tanrının Evinde bir süre ikamet ediyor.
Çocuklar burada elbette dünyadaki gibi okula filan gitmiyorlar. Onları kuşatan bir ışık aleminde toplanıyor, Koruyucu Varlıkların gözetiminde anne sevgisini tadıyor, yaratıcı hayal güçlerini geliştiriyor, hatta oyuncaklar bile edinebiliyorlar! Siz bu Koruyucu Varlıklara isterseniz Kutsal Anneler de diyebilirsiniz. (Sayfa: 19-20)

“RUH” TARAFI…

Size mesaj vermek isteyen biri var, yerimi ona bırakıyorum:
“İnsan psişesi mantıkla değil görülen ve hissedilen şeylerle büyür. Şimdiki zamanın insanı tek bacağı üstünde sekerek ilerliyor, yani sadece akılla yürüyor. Akıl, temel güç ve eğilimlerin kabı olan “psişik yanı” geliştirmek için yeterli değildir, dünyanın bugünkü durumu bunun kanıtıdır. Bilim bir dev, ruh ise az beslenmiş bir cücedir. Bu yüzden insanoğlu büyük bir uygarlık görüntüsü altında vahşi bir ruh gizler. Hiçbir ekonomik ve politik sistem yoktur ki bu dengesizliğe bir çare bulmuş olsun. Birçok ruh Görünmez Gözeticiler tarafından ruhlarının geliştirilmesi için çalıştırıldı. Burada morali kastetmiyorum, o alanı dünyada yeterli sayıdaki uzmana bırakıyorum! Ben daha çok unutulmuş bir bilimden söz ediyorum, izleri halk masallarında, geçmişin hikayelerinde ve mitolojik geleneklerde muhafaza edilen bir bilimden. İnsanlık şuuru evrensel ruhtan yoksundur, bu yüzden insan en büyük öksüzdür! ” (Sayfa: 31-32)

MANTIKTAN ŞİİRE

Dünyadaki var oluş üç plan içindeki hayatın bir yansımasıdır. İnsanlığın gelişmesi dünyadan başlayarak sırayla bu planları takip eder.
Gelişme ilkel toplumlarda fizik becerinin, ustalığın gelişmesiyle başlar. Başlangıçta astral büyük yer tutar, zihnin hemen hemen hiç yeri yoktur. Bilgi çocukluk çağında olduğu gibi “irade dışı bir kavrayışla” elde edilir. Bu tüm bilgilerin sembol ve imajlarla geldiği ve açıklandığı bir dönemdir. Daha sonra zihni (mental) gelişme dönemi gelir. Bu dönem bizim şu anda içinde bulunduğumuz ve akılla karakterize edilen dönemdir. İnsani evrim spiral şeklinde gelişir, insanlık yükselirken aynı noktalardan devri olarak yeniden geçer, ancak her seferinde bir öncekinden daha yüksek bir düzeyde. Şu anda etrafınızda sembolizme ve içgüdüye dönüş görüyorsunuz. Fiziki planı terk ettikten sonra normal plan astral alemdir. Akli gelişme astral alemde yapılmaz, doğal olarak fiziki alemde edinilmiş olanların hiç birisi kaybolmaz. Akıl artık insanın işlerini yöneten bir güç, insan gelişiminin en son amacı değildir, o geçmişte kalmıştır, astral (içgüdü) artık onun yanında yerini alıyor. Bir başka deyişle imajinasyon, şiir (dörtlükleri kastetmiyorum) ve müzik haklarını yeniden ele geçirmek üzereler! (Sayfa: 35-36)

AYNI KONU HAKKINDA

Tekrar ediyorum, aklı bileme çağı sona ermiş, bu konuda yapılan çalışmalar bitmiştir. Şimdi bir başka alan gelişmektedir, uygarlaştığı söylenen insanın şuurunun dışında kalan bir alan. Aklını geliştirebilmesi için geçici olarak karanlığa sokulan uygar insan doğuştan getirdiği melekeleri yeniden keşfetmek zorundadır. İlkel insanda bu yetenekler hala aktif durumdadır. Uygar insan diğer yeteneklerini geliştirmek için doğuştan getirdiği yeteneklerini azaltmak zorunda kalmıştır. Bunu iyi düşününüz!
Böylece insanın içgüdüsel dediğimiz yanı tümüyle geri plana itilmiş ve ihmal edilmiştir, oysa çağımız bu ihmal edilmiş yanın uyanış çağıdır. Sarsıcı ve şiddetli bir uyanış, belki de insan kendini böyle bulacak! İçgüdü açıkça hakkını alıyor, artık engellenmiş, baskı altına alınmış değil. Uyanıyor ve hakkını istiyor, sonunda gelişmiş idrakle ve ondan doğacak güvenilir melekelerle birleşecek. Şunu iyi bilin ki şiir alemi Hayat Kaynağına mantıktan daha yakındır. Spiritüel hayat yalnızca spiritüel çalışmadan ibaret değildir, gerçek spiritüel hayat insani enerjinin tüm tezahürlerini kapsar. İnsan faaliyetlerinde hiçbir aşağı hayat şekli yoktur, yüksek ya da alçak burada sadece faaliyetin gerisindeki zihniyet tarzında yer alır. İşte hepsi bu! (Sayfa: 37-38)

ZAMANIN GÜÇLÜKLERİ

İnsan, hayatındaki özel güçlükleri bir basamak gibi kullandığı ölçüde kelimenin tam anlamıyla insandır. Başarıya gelince, başarı dediğimiz şeyin buradan görünüşüyle dünyadan görünüşü tamamiyle farklıdır. Dünya hayatının değişiklikleri bize geçici, kısa süren bir özellikteymiş gibi geliyor, çabucak önemli ve etkili sonuçlar çıkarılıyor sadece. Bunu anlamak dünyadakiler için zor mudur? Şüphesiz, ama fark etmiyor musunuz ki zor diye adlandırdığımız şey tüm insanlığın kaderidir. İnsanların hatası, nasibini genel nasipten ayırmak ve fizik dünyayı abartmaktır.
Yapılacak iş koyu bencil görüş açısının dışına çıkmak, düşünceyi evrenselleştirmek ve kaderi yapılabildiği ölçüde şuurlu hale getirmektir. İşte burada inanılmaz bir güç var. Spiritüel hayat bilgi ve inanış değildir, yoğun bir iç mücadele ve araştırmadır. Elbette bu elden geldiğince maddi koşulları iyileştirmeye çalışan tehlikesiz ve akılcı faaliyetleri ortadan kaldırmaz, biri diğerini engellemez. (Sayfa: 41)

KÜÇÜK BİR İNCİLİN YARAMAZLIKLARI !

Küçük Peder S. bulunduğumuz aleme göçtükten sonra beni ziyarete geldi. Mutlu ama çok resmi bir hali vardı. Redingot, silindir şapka, yakasında bir çiçek ve elinde bir İncil.
- E peder, dedim, sonunda buraya gelmekten memnun musun?
- Elbette, dedi. Karımı yeniden gördüm, sizinle de görüşmek istiyordum, işte tesadüfen karşılaştık.
Ona karşılaşmamızın bir tesadüf olmadığını anlattım. Gençleşmiş görüntüsü hakkında komplimanlar yaptım. Küçük Peder iyiydi, her şeye rağmen gerçekten iyiydi. Neden bu kadar resmi giyindiğini sordum. Bu alemde insan sahip olduğu en iyi elbiseyi giymelidir diye cevap verdi. Birlikte hoşça vakit geçirdik, sonunda ona hoşça kal diyecektim ki peder birden İncilini kaybettiğini fark etti, oysa onu düşünmediği için İncil ortadan yok olmuştu. Canı çok sıkılmıştı. Ona İncili aramanın boşuna çaba olduğunu söyledim, elbette İncili bir türlü bulamadı. Sonunda İncilin elinde olduğunu kendine tekrarlamasını rica ettim, şaka yaptığımı sandı. Bir süre sonra,
- İyi ama İncil elinizde duruyor, dedim.
Baktı, gerçekten de İncil elindeydi. Sonunda peder bir şeyi bulmak istediği zaman onu bulmak istediği yerde hayal etmesi gerektiğini öğrendi. Daha sonra birçok kere görüştük, yeni alemine uyum sağlamakta zorlanmadı. Ama kilise alışkanlığından bir türlü kurtulamıyor, her gün düzenli olarak dua etmek için kiliseye gidiyor. Burada elbette kiliseler de, düzenli olarak oraya giden insanlar da var! (Sayfa: 45-46)

BÜYÜK DENEYİM

Daha evvel size “Tüm dikkatim içeri yönelmişti, kendimi görüyordum, bireyi değil insanı görüyordum” demiştim. Evet ben Albert Pauchard’ı görüyordum, sanki her şey benim dışımdaydı, tüm özellikleriyle gözlemliyordum onu. Bunu yaparken, yani Albert Pauchard adındaki bireyi gözlemlerken anladım ki ona bakan Ben “Albert Pauchard” değildim. Yavaş yavaş o bakan Ben’in kim olduğunu anladım, asıl Ben’i, Özü göremiyordum, ama gittikçe artan bir sıcaklıkla onu hissedebiliyordum. Bunu size anlatmak çok zor!
Sonunda anladım ki o bildik kişiliğimiz asıl benliğimizin bir “gölgesiydi” sadece, dünyevi ve göksel hayatlarda mükemmelleşecek bir gölge! Çünkü tüm hayat şu tek noktaya varmak içindir, gerçek Benliğimizin şuurunda olmak. Bana öyle geliyor ki gerçek Ben konusunda küçük bir yanılgınız var. Ondan söz ederken sizin dışınızda, sizden ayrı bir şeymiş gibi konuşuyorsunuz, bu yüzden ona hiçbir zaman ulaşamayacaksınız!
Yüksek Benle Aşağı Ben (sizin kullandığınız ifadeleri kullanıyorum) tek ve aynı gerçekliktir, bunu tam anlamıyla kavramaya çalışın. Ulaşmanız gereken Yüksek Benlik değildir, çünkü o her zaman orada, hatta hayatınızın temelindedir. Sadece Yüksek Benliği sizden ayrıymış gibi düşünen kişisel şuurunuz uykusundan uyanmak zorundadır. Kimliğinizi Yüksek Benlikle birleştirmeye çalışınız. (Sayfa: 54-55)

GÖRÜŞ AÇISI

Dünyevi hayatın devam etmesi için gerekli olan şeyler bulunduğum alemde yoktur. Burada hiç sıkılmadan yalnız kalabilirsiniz. Birçok şey görüşme, konuşma olmadan anlaşılabilir. Doğal olarak çıkara ait nedenlerin bizde var olma hakkı da yoktur. Ne gruplaşmalara, ne toplumsal yasalara, ne politikaya, ne de ekonomiye ihtiyacımız var. Yapılması gereken ilk şey, astral alemin koşullarına uyduktan sonra kendinize kim olduğunuzu ve izlenmesi gereken amacın ne olduğunu sormaktır.
Dünyadayken tüm görünmezlerin yüzlerini “dünyevi zamanın akışına” çevirdikleri zannedilir. Ama burada edinilmiş eski alışkanlıklardan kurtulur kurtulmaz yüzler zamanın akışına çevrilmez, aksine şu anda ebedi olan “olayların özüne” nüfuz edilir. Burada dünyadaki olayların çok önemli şeyler olmadığını anlamak temel noktadır. Ebedi hayatın tohumları yeryüzünde ekilmez, tohumlar en yukarda ekilir! (Sayfa: 58-59)

İKİ ALEMİN SINIRINDA

Bulunduğum ortamın başlangıç ve şimdiki koşulları arasındaki fark şudur. Başlangıçta imajinasyona bağlı yaratıcılık irade dışı gerçekleşiyordu, oysa şimdi iyi yönlendirilmiş irade aracılığıyla gerçekleşiyor. Bu yavaş yavaş öğreniliyor, çevremdeki kişiler için de durum aynı. Şunu bilmelisiniz ki yer farklılığı yok, nitelik farklılığı var. Örneğin, titreşimler daha yoğun ve daha hızlıdır, şimdi bana normal gelen ışık başlangıçta gözlerimi alıyordu.
Hala çevremde manzaralar ve binalar görüyorum. Evet kiliseleri, fabrikaları, kimya laboratuvarlarını ve inşaat şantiyelerini görüyorum, fakat her şey semavi diyebileceğim bir ışıkla kuşatılmış. Eşyalar dışardan ışıklandırılmışa benzemiyor, ışığı kendi içlerinde taşıyor, kendi ışıklarını yayıyorlar. Buradaki her varlık, her eşya ışık içinde ışıktır, karanlıkları aydınlatan bir ışık değil!
İnsan Mental Plan diye adlandırdığınız zeka ve akıl alemine yeniden doğduğunda aynı imajinasyonları şuurluca düşünmüş ve olgunlaşmış halde yaratacak. Şunu iyi bilin ki burada şuur ve varlık alemleri belirli sınırlarla işaretlenmemiştir. Burada hiçbir zaman tek bir alemde yaşanmaz, sanki alemler dünyadakinden daha çok farklılaşmış ve özelleşmiş gibidir. Arzu ya da ilham kendini otomatik olarak alemimizin özel maddesi aracılığıyla gerçekleştirir, sizdeki madde gibi direnç göstermez. Ama bir an gelir bu “kendiliğinden yaratımın” imkanları tükenir ve bir başka istek ortaya çıkar, eşyanın nedenini ve nasılını anlamak! O zaman mental faaliyete eğilim artar. Şimdi içinde bulunduğum ortamla ilişkilerim bu türdendir, çünkü ben iki alemin sınırındayım. Duygu ve akıl alemlerinin, siz bunlara astral ve mental alem diyorsunuz. Örneğin, bu ortamda kendiliğinden oluşan kitaplıklar şuurlu olarak yönetilen düşünce tarafından yaratılmaktadır. Umarım nüansı kavrıyorsunuz, çünkü burada “nüans” çok önemli. (Sayfa: 60-62)

FARKLI ALEMLERE BİR GÖZ ATIŞ

Burada sanatsal etkinliklerin nasıl gerçekleştirildiğini merak ediyorsunuz. Gerçeği söylemek gerekirse burada sizin yaptığınız gibi enstrümanlarla müzik yapılmıyor, resim bir tuvalin üzerine çizilmiyor ya da bir kaya parçasına çekiçle heykel oyulmuyor. Daha çok sanatçının zihinsel anlayışı, duygusu ve rüyeti, alemimizin maddesine zarif bir şekilde ışık, renk ve görüntülerle yansıtılıyor. Buradaki iş dünyasal anlayışınızdan farklı, bir düşünce, bir yaratıcı imajinasyon burada bir iştir. Şekillerle işlenen ya da bozulan ağır maddeler yoktur, burada düşünmek yaratmaktır!
Bu bölgede bulunmam neye yarıyor? Daha evvel söylediğim gibi burası coğrafi anlamda bir yer değil, bu bir şuur hali! Şuur genişlediği ve yoğunlaştığı ölçüde ortam da değişir. Bu kendiliğinden ve hissedilmez bir biçimde, bir tür iç gelişmeyle olur. Başlangıçta biraz vardı, ama şimdi zaman kavramımız yok, farkında olmadan “ebedi şimdiye” kaydık. Bölge dediğim zaman bir şuur halini ve buna denk gelen ortamı kastettiğimi anlamalısınız.
Alemleri bir gökdelenin katları gibi algılamayın. Size daha önce imajinasyon alemiyle düşünce aleminin sınırında olduğumu söyledim. Birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını anlamak zor. Birinde düşünülmediğini, diğerinde hissedilmediğini sanmayın, bu süreçlerden birinin diğeri üstünde belli bir üstünlüğü var, hepsi bu. Her alem bir üst alemin yansımasıdır. Düşünce Aleminin ötesinde ondan daha üstün olan Kulluk Alemi vardır. Bu alemin ötesinde de yaratılışı yöneten yasa ve düşüncelerin doğduğu Saf Akıl Alemi bulunur. Sizin dünyanız ise Toplayıcı Alemdir, yüksek alemlerin çalışmalarını kendinde toplar ve yansıtır, onları kendi düzeyine göre tezahür ettirir. Hiçbir zaman bu olgunun içeriğini düşünüp tartamayacaksınız. Saf Akıl Aleminin ötesinde Yaratma İradesi Alemi bulunur. Orada her şeyin “irade” halinde olduğunu söylemek istiyorum, anlıyor musunuz? Bu eksenin üst kutbudur, alt kutbu ise dünyanızdır. En azından burada öğretildiği kadarıyla durum böyle, yani Bütün yukarda, Bütün’ün yansıması ise aşağıdadır. (Sayfa: 65-66)

BİRÇOK PLANDA AYNI ANDA BULUNAN ŞUUR

Yüksek denilen Planlar (Alemler) bir gökdelenin katları gibi üst üste konulmamışlardır. Yüksek Planlar arasındaki ayrılık, Astral Planla Dünyasal Plan arasındakinden daha azdır. Tüm planlar birbirinin içine girmiştir, ben aktif olarak birçok planın şuurunda olabilirim, ama şu anda en çok Astral Planı seviyorum, çünkü orada dünya bedenimi muhafaza etme ve araştırma yapma imkanım var. Ruh bir plandan vazgeçtiği anda onu terk eder, ama nasıl şuurumda yüksek planları görebiliyorsam, aynı şekilde şuurumu arkamda bıraktığım planlara da döndürebilirim.
Bedenin kayıt ve ifade aleti olarak bir planda bırakılması yarar sağlar. Böylece bazı varlıklar herhangi birini beklemeye karar verdiklerinde, o varlık gelene kadar Astral Planda kalabilirler. Farklı birçok plandaki bu şuur zaten dünyada da en azından belli ölçülerde vardır. Dünya hayatınız sadece maddi değildir öyle değil mi? Ete kemiğe bürünmüş olmasına rağmen durum elverirse zihin yüksek izlenimleri de kaydedebilir. Dallarda asılı damlaların güneş ışığını yansıttığını düşünün, bu yüce bir duygu değil mi ? (Sayfa
:71-72)

BİRAZ İNSAN MEKANİĞİ

Gündelik hayatın basit eylemleri, yani alışkanlıklar dediğim hareketler otomatiktir. Bu otomatizmaları iki alem arasındaki sınırı geçerken beraberimizde getiriyoruz, anlıyor musunuz? Artık burada alışkanlıkların “niçini” yoktur ve her şey denizdeki fırtınanın dinmesinden sonra çalkantının uzun süre devam etmesi gibidir. Bu otomatizmalar fizik bedeni terk ettikten sonra da devam ediyor, yavaş yavaş zayıflıyor, soluyor ve doğamız yüksek düşünceye yanıt veren bir sükunete kavuşuyor. O andan itibaren özgür irade giderek yönetimi ele alıyor. Bu dönüşümün gerçekleştiği anı belirlemek zordur, genellikle süreç yavaş yavaş oluşur.
Astral beden dediğiniz arzular bedeni güçlü bir alettir, bir makinedir. Ancak bu makinenin beslenmesinin büyük bölümü fiziksel ihtiyaçlarla sağlanır. Dünyaya çok yakın astral bölgelerde hayat genellikle eskiden olduğu gibi devam eder. Bir karşılaştırma yapacak olursak, okullar, hastaneler, kiliseler, şehirler ve resmi binalar ancak gelişme kaydedildiği ölçüde ortadan kaybolur. Onlar bir dış güç tarafından ortadan kaldırılmazlar, daha çok içteki güç tarafından yok edilirler! (Sayfa: 80-81)

EK BÖLÜM

Celse tutanakçıları verdiğim bazı bilgileri tekrarlamamın yararlı olacağını düşünüyorlar. Bu yüzden daha evvel verdiğim bilgilerin bazılarını yineleyeceğim.
Astral Plan, okültizm tarafından duygu ve aktivite alemine verilen isimdir. Her varlık ölüp bedenini terk ettikten sonra bu aleme gider. Astral Plan planetimizde doğal hayatın vuku bulduğu Fizik Plana komşu bölgedir. Komşu kelimesi yaklaşıktır, gerçekte Astral Alem altımızda, üstümüzde, çevremizde ve daha çok içimizdedir. Orada sudaki bir balık gibi yaşar ve hareket ederiz. Astral Planın bizim için ulaşılamaz ve algılanamaz oluşu, bedenimizi oluşturan parçacıkların astral cevhere oranla çok ağır olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu alemin en çarpıcı özelliklerinden biri astral şekillerin dış hatlarını (kontürlerini) çabucak değiştirmesidir. Astral bir varlık dış görünümünü şaşılacak kadar kısa bir sürede değiştirebilir.
Burada hayat fizik dünyadan daha yoğun, şekil daha esnektir, astral maddenin şekil alması için tek bir akli titreşim yeterlidir. Astral madde sürekli olarak istek, duygu ve düşüncelere tepki gösterir, şekiller sanki kaynayan sudaki kabarcıklar gibi kendiliğinden ortaya çıkarlar. Bir şeklin kalıcılığı onu doğuran düşüncenin gücüne bağlıdır, dış çizgilerin netliği düşüncenin açık seçik olmasına bağlıdır, rengi ise düşüncenin netliğine, daha doğrusu duygu, istek ve imajinasyonun kalitesine bağlıdır. Yaratıcı insan düşüncesi hemen tepki veren bu astral cevher içinde rahatlıkla çalışabilir.
Dünyadaki tüm dinlerde büyük rol oynayan maddeleşmiş “gökler” (cennetler ve cehennemler) bu astral maddenin içindedir. Dindarlar burada isteklerinin en son sınırına kadar tatmin olurlar. Dinlerinin yüzeysel bilgileri ve simgeleriyle beslenmiş varlıklar hayal güçleriyle şuursuz olarak astral maddeden istedikleri şeyi inşa edebilirler. Böylece Astral Planda evler, okullar ve sahip olmayı arzu ettikleri cennetler kurarlar. Daha gelişmiş varlıklar ise barındıkları yerleri astralin ışıklı cevherini kullanarak olağanüstü güzellikte manzaralar, ışık okyanusları, dorukları karlarla kaplı dağlar ve verimli bitkilerle donatırlar. Bu görüntüler dünyadaki benzerleriyle kıyas bile edilemez, çünkü astraldekiler peri masallarındaki kadar güzeldirler.
Astral Planda yaşayan varlıklar için kendi alemlerindeki şekil ve nesneler dünyada olduğu kadar elle tutulur, maddi ve gerçektirler. Bedenleri de kendi görüş açılarına göre dünyadaki kadar maddidir, üstelik dünyalıların bilmediği bazı özelliklere de sahiptir. Astral Alem dünyadaki insana sisli ve dalgalı gibi görünür, ama astraldakilerin görüş açısına göre sisli ve dalgalı olan dünyadır. Her varlık planı kendisiyle uyum içindedir. (Sayfa: 85-89)